Çak ortak!New York'un Park Avenue Bulvarı'nda bulunan ünlü Waldorf Astoria Oteli...
Tarih 22 Eylül 2011...
Vanderbilt Salonu'na kurulan U masanın başucunda iki isim var; Hillary Rodham Clinton ve Ahmet Davutoğlu...
Masanın etrafında 30 kadar ülkenin temsilcisi, iki eş başkanın ağzından çıkacak sözlere kilitlenmiş...
ABD'nin küresel terörizm ve aşırılık(!)la mücadelesinde yeni stratejinin temelleri atılıyor...
Türkiye, Başbakan Erdoğan'ın BM konuşması, Akdeniz'deki petrol arama gerilimi ve terör saldırıları ile meşgul olurken, önümüzdeki yıllarda dünyada büyük gelişmelere neden olabilecek yeni bir düzenin temelleri New York'ta sessiz sedasız atıldı. Global Conterterroism Forum (GCTF), yani Küresel Terörizmle Mücadele Forumu (KTMF) kuruldu. Küresel Antiterörizm Forumu (KAF) olarak da isimlendirilen bu oluşumun eş başkanlıklarını da Clinton ve Davutoğlu yapacak.
Peki bu yeni eş başkanlık ne anlama geliyor?Hatırlayacaksınız, 1999 yılı Kasım'ında, yani yeni bin yıla girilmesine sayılı günler kala Türkiye'yi ziyaret eden ve Meclis'te konuşan ilk ABD Başkanı olan Bill Clinton, önümüzdeki yüzyılın planlarına Türkiye'yi de dahil ettiklerini ilan etmiş ve Türkiye'nin alacağı kararların yeni yüzyılın şekillenmesinde büyük rolünün olacağını açıklamıştı. Çok geçmedi, Clinton'nun TBMM konuşmasında ilan ettiği "
Yeni Yüzyıl"ın ne anlama geldiği anlaşıldı.
AK Parti hükümetinin temelinin atıldığı günlerde Milli Gazete'den duyurduğumuz "Greater Middle East Project" yani "Büyük Ortadoğu Projesi"
belki o günlerde insanlar için çok anlam ifade etmiyordu, ama adına ister BOP deyin, ister BİP deyin, isterse Greater Middle East deyin bu yeni
stratejinin İslam coğrafyasında yeni işgaller, değişen haritalar, akan kan ve gözyaşı anlamına geldiğini görmemiz için çok fazla beklememize
gerek kalmadı.Önce 11 Eylül'de ikiz kulelere yapılan saldırı sonrası terörle küresel savaş ilan edildi, ardından Irak ve Afganistan işgal edildi. Bugün Pakistan'a da uzanan işgallerde milyonlarca Müslüman hayatını kaybetti.
Son on yılda Stratejik ortaklık adı altında BOP'un eş başkanlığını yapan Türkiye, şimdi yeni bir eş başkanlık ile tehlikeli sulara yelken açmaya hazırlanıyor.
Biliyorsunuz, 2011 yılı ABD'den üst düzey ziyaretler açısından son derece dikkat çekici bir yıl. Mart ayında şimdi Savunma Bakanı olan dönemin CIA Başkanı Panetta Ankara'ya gizli bir ziyaret yapmıştı. Temmuz'da önce Dışişleri Bakanı Clinton, sonra da CIA'nın yeni patronu Çuvalcı General Petraeus Türkiye'deydi.
Kızılay'da bombanın patladığı bu hafta ise bir başka önemli isim, ABD'de 16 istihbarat biriminin bağlı olduğu Ulusal İstihbarat Teşkilatı'nın Başkanı James Clapper Türkiye'ye geldi.İçeriği son derece gizli tutulan bu görüşmelerin ne anlama geldiği ise, 22 Eylül'de New York'ta açıklanan "GCTF Deklarasyonu" ile anlaşıldı.
GCTF veya KAF, ilk kez Hillary Clinton tarafından 9 Eylül'de bir kolejde yaptığı konuşmada açıklanmıştı. Clinton, Libya, Mısır, Tunus gibi Arap Baharı sonrası otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sürecindeki ülkelerde kökten dinci terörizmi engellemek amacıyla çalışmalar yapılacağını söylemişti.
Kuruluş toplantısında açıklanan belgeye göre de GCTF yani KAF, dünyada terörizm ve şiddete yönelen aşırılıklarla ortak mücadeleyi öngörüyor.
5 ana hedefi var.
Bunlar:
1- Diktatörlüklerin yıkılmakta olduğu ülkelerde adalet, hukuk ve polis sisteminin kurulması.
2- Şiddet eğilimli aşırılıkla mücadele edilmesi.
3- Afrika'nın orta bölümünde yeni devlet ve kanun yapısı oluşturulması.
4- Somali, Cibuti, Çad, Sudan, Etiyopya, Uganda ve Eritre'nin bulunduğu Afrika Boynuzu'nda ortak güç meydana getirilmesi.
5- Güneydoğu Asya'da terörle mücadele çalışmalarının yapılması.
Bütün bu hedeflerin yerine getirilmesi için de Ortadoğu'da bu forumu yönetecek bir merkez kurulacak. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu merkezin İstanbul'da kurulması için öneride bulundu bile.
Malatya'ya füze kalkanı kuruluyor. Suriye'de gerilim tırmanıyor. Libya'da çatışmalar, Mısır'da belirsizlik sürüyor. ABD Somali'nin de bulunduğu Afrika Boynuzu bölgesine yeni üsler kuruyor. Afganistan, Pakistan ve Irak'ta Müslüman kanı akmaya devam ediyor. Ve böylesine önemli bir dönemde ABD, Türkiye'nin de eşbaşkanlığıyla küresel terörizm ve aşırılıkla mücadelede yeni bir stratejiyi uygulamaya sokuyor.
Yeni oluşumun mücadele edeceği aşırı unsurlar kimlerdir tam olarak bilmiyoruz. Ama New York'taki kuruluş toplantısında gösterilen Oscar ödüllü "Killing in the Name." filminin afişine bir göz atarsanız, belki bir fikir sahibi olabilirsiniz. Teröre karşı ortak mücadelenin PKK'yı da kapsayıp kapsamayacağı konusunda da geçmişte ABD'nin bize ne ölçüde destek verdiğini hatırlayınca umutlu olamıyoruz maalesef.
Yeni eş başkanlık Türkiye ve İslam coğrafyası için önümüzdeki günlerde neler getirecek? Kore'den Libya'ya, Kosova'dan Afganistan'a, Somali'den Irak'a dünyanın dört bir yanında destek verdiğimiz ABD, bir kez de bize destek verip PKK'ya karşı bizimle ortak operasyon mu yapacak? Abu Dabi'deki toplantıda elini havaya kaldırıp Hillary Clinton'la "Çak Ortak" yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, inanıyorum ki Türkiye'ye gelir gelmez hem TBMM'yi hem de kamuoyunu bu konularda aydınlatacak geniş bir toplantı yapacaktır.
ABD'nin Filistin politikası değişmezABD Başkanı Obama, Filistin'in devlet olma başvurusunu BM Güvenlik Konseyi'nde veto edeceklerini açıkladı. Filistin yönetimi adına başvuruyu Cuma günü Mahmud Abbas yaptı. Başvurunun bugün BM Genel Kurulu'nda oylanması bekleniyor. Başvurunun genel kurulda kabul edilmesinin, ABD'nin vetosu nedeniyle sembolik bir anlamı bulunuyor. Ancak alacağı oy, Filistin'in haklılığını dünya kamuoyuna ilanı açısından anlamlı. Ama burada asıl üzerinde durulması gereken, BM'nin içinde bulunduğu durum ve ABD'nin İsrail-Filistin meselesine bakışı.
Obama'nın seçilmesiyle ABD'nin Ortadoğu politikasında değişimin olacağına inananlar bir kez daha yanıldılar. Obama, göreve geldikten sonra birçok yerde yaptığı konuşmada, 1967 sınırlarına sahip bir Filistin devletinin kurulmasını savunduklarını açıklamış, hatta bu nedenle İsrail'den tepki almıştı. Ancak son veto kararı ve "Çözüm yeri BM değil, gidin İsrail'le anlaşın" açıklaması, "Başkanlar değişir ama ABD politikaları değişmez" sözünü bir kez daha haklı çıkardı.
Geçmişteki tüm tecrübeler de göstermiştir ki, ABD'nin Ortadoğu politikası iki maddeden ibarettir:
1- İsrail daima haklıdır.
2- İsrail'in haksız olduğu durumlarda birinci madde geçerlidir.
Milyoner sayımız katlanarak büyüyor
Türkiye'de milyoner sayısı giderek artıyor. Ülkede milyonlarca dar ve sabit gelirli zor şartlar altında hayat mücadelesini sürdürürken, milyoner sayımız bir yılda tam 9 bin 599 kişi artarak, 41 bin 887'ye ulaştı. Bankalarda bulunan toplam 666 milyar liralık mevduatın da yarısı bu milyonerlerin hesabında yatıyor. BDDK verilerine göre yurtiçinde bulunan yerli milyonerler bir yılda yüzde 22 oranında daha zenginleşti. Yabancı milyonerlerin Türkiye'deki hesaplarda bulunan parası da 13.3 milyar TL'ye çıktı.
Irak sabıkalısı Clapper'e dikkat!Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile görüşürken, ABD'de 16 istihbarat biriminin bağlı olduğu Ulusal İstihbarat Teşkilatı (DNI)'nın Başkanı James R. Clapper, Türkiye'ye geldi. Ankara'da MİT tarafından ağırlandığı söylenen Clapper'ın, 3 gün süren ve çok gizli tutulan ziyareti son derece yoğun geçti.
Kimdir bu James Clapper ve ziyareti neden önemli? Obama'nın bir yıl önce DNI Başkanlığı'na getirdiği Clapper'a, aralarında FBI ve CIA'nin de bulunduğu ABD'nin 16 istihbarat ve güvenlik kuruluşu bağlı. Hava Kuvvetleri'nden emekli bir korgeneral olan Clapper, siyaset bilimi doktorasına sahip. 1992-1995 yılları arasında Savunma İstihbarat Ajansı Direktörü görevini yürüten Clapper, Bush döneminde 2001-2006 arasında Ulusal Jeo-Uzaysal İstihbarat Ajansı Direktörü'ydü.
2003 yılında, ABD yönetimini ve elbette dünya kamuoyunu Saddam'ın elinde kitle imha silahları bulunduğuna inandıran kişiydi. Asıl önemlisi ise, Clapper, o dönemde yaptığı açıklamada, Irak'tan Suriye'ye yoğun bir trafik olduğuna dair ellerinde belgeler bulunduğunu iddia etmiş, Saddam kitle imha silahlarıyla ilgili bütün materyalleri, ABD işgali öncesinde Suriye'ye gönderdiğini öne sürmüştü.
Sahte belgelerle ABD'nin Irak'a müdahalesini dünyada meşru haline getiren ve Suriye için de benzer iddiaları bulunan Clapper, Türkiye'yi ziyaret edince, uyaralım dedik! Aman dikkat, Irak sabıkasına bir Suriye sabıkası da eklenmesin!
Heybeleri kaybettikçe evde kilim kalmayacak
Kıbrıs Rum Kesimi, yıllardan beri hazırlığını yaptığı Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama projesini geçtiğimiz günlerde hayata geçirdi. Hem de Türkiye'nin her türlü tepki ve tehdidine rağmen.
Biliyorsunuz, bu mesele hemen dünden bugüne karşımıza çıkan bir mesele değil. Rum kesiminin böyle bir işe kalkışacağını yıllar önce ilan etmesine rağmen aradan geçen bunca sürede herhangi bir tedbir almayan Türkiye, arama platformu bölgeye gelince "Bu işten vazgeçin, yoksa biz yapacağımızı biliriz" dercesine uyarılarda bulundu.
Rum tarafı tehditlere aldırmayıp, sondaja başlayınca herkes merak etti doğrusu, "Türkiye acaba şimdi ne yapacak?". Ne yapacağımız da anlaşıldı. Türkiye apar topar KKTC ile adanın kuzeyinde petrol arama anlaşması imzaladı. 1978'in teknolojisine sahip Piri Reis gemisi de sözüm ona araştırma yapma adına bölgede dolaşmaya başladı.
KKTC'nin maddi ve manevi anlamda kalkınmasını sağlayıp, Türkiye'yle bütünleşmesi konusunda isteksiz davranan, Rum tarafının Kıbrıs'ın tamamı adına AB'ye üyeliğine sessiz kalan Türkiye'nin, sondaj krizi karşısında "Biz de adanın kuzeyinde petrol ararız" demesi Kıbrıs politikamızın ne kadar stratejik derinlikten uzak olduğunu göstermeye yetiyor.
Rumlara "Geri adım atın, yoksa biz yapacağımızı biliriz" diyen Türkiye'nin, ardından "Madem geri adım atmıyorsunuz, biz de Piri Reis'i yola çıkarırız" çıkışı, Nasrettin Hoca'nın meşhur fıkrasını hatırlattı doğrusu:
Hoca, misafir olduğu köyde heybesini kaybetmiş. Köylülere:
- "Ya heybemi bulun ya da ben yapacağımı bilirim" demiş.
Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hoca'ya getirmişler. Köyden ayrılırken de :
- "Hocam" demişler, "Heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?"
Hoca şöyle bir elini sallayıp:
- "Hiç" demiş, "Evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !"
Biz, evdeki kilimleri heybe yapmaya devam ettikçe, Rum tarafı dış politikada mevzi kazanmaya devam ediyor. Heybeleri kaybettikçe, evde kilim kalmayacak.Bu ülkenin muhalefete ihtiyacı var
İsrail'i korumak adına Türkiye'ye sessiz sedasız füze kalkanı kuruluyor. Türkiye'yi komşularıyla karşı karşıya getirecek bu karar karşısında bir hükümet yetkilisi de çıkıp "Bu kalkan kimi kime karşı koruyacak?" sorusuna cevap vermiyor. Doğrusu halkın tepkisiz ve sessizliği de şaşırtıyor bizi. Türkiye'de bir muhalefet sorununun olduğu da ortada. Meclis'teki muhalefet partilerinin çıkışları, füze kalkanının kurulmasına karşı çıkmaktan ziyade, hükümete yöneltilen kuru eleştirilerden öteye geçmiyor.
Böylesine hassas bir meselede kendisinden beklenen haklı çıkışı yine Saadet Partisi yaptı. Gazze'de, Irak'ta, Doğu Türkistan'da yaşanan zulme karşı düzenlediği mitinglerle 1 milyon insanı meydanlarda bir araya getirip, milletin sesine tercüman olan Saadet, füze kalkanına karşı da miting düzenleyecek. İlk mitingi de Malatya'da, yani füze kalkanının kurulacağı şehirde yaparak, kamuoyunun haklı tepkisini ortaya koyacak. Merhum Erbakan'ın deyimiyle "Gavurun Kalkanı"na Malatya'dan "Hayır" diyecek. İnsanımızın bu çağrıya katılıp, meydanları yine dolduracağından şüphemiz yok. Umarız ülkeyi yönetenler de Saadet'in bu muhalefetine ve milletin isyanına kulak verip, kararlarını bir kez daha gözden geçirirler.
Ahmet Kayır26 EYLÜL 2011 milligazete.com