ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Viraj-

ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Viraj-

İletigönderen Başkomutan » Pzt May 03, 2010 4:15

R.T Erdoğan hiç değişmedi

Dün “Osmanlı eyalet sistemine geçilebilir” diyordu, bugün geçilmek üzere.
Dün “Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır” diyordu, bugün vatan toprakları satılıyor.
Dün “2000’li yılların dünyasında ve Türkiye’de artık Kemalizm’e yer yoktur” diyordu, bugün Kemalizm’e karşı savaş açılmış bulunuyor.
Dün “Demokrasi, rejimi değiştirmek için araçtır” diyordu, bugün rejimimiz değişiyor.


Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu AKP, “Değiştim/değiştik” sloganıyla iktidara gelmiş bulunuyor. Bu sava kanan ya da kanmış gözüken kimi yazarlar da AKP’ni destekleyip durdular. İçlerinde hâlâ gözü açılmamış olanlar çok sayıda. Kimileri ise, zaten AKP’nin anlayışında oldukları için bu aldatmacayı pazarlayıp duruyorlar. Ancak, AKP’nin yapıp ettikleri, onun ve hele Erdoğan’ın hiç değişmediğini ve hiç de değişmeyeceğini su götürmez bir biçimde kanıtlıyor. Bu uygulamalar yalnızca Türkiye’nin geleceğini ölümcül bir tehlike altına atmakla kalmamakta, bir bölümü şu anda bile ülkemizin temellerini sarsmakta¼ Hele AKP’nin kamu ve yerel yönetimler ile sözümona “reform” girişiminin, Türkiye’nin once “eyalet” sistemine geçmesi, sonra da bölünüp parçalanması ile sonuçlanacağı çok açık. İşte, bu girişimin de Erdoğan’ın yıllar öncesinden gönlünde yatan bir “düşüncesi” olduğu, Refah Partisi MKYK üyesi ve bu partinin İstanbul İl Başkanı olduğu 1993 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda söyledikleri ile açıkça kanıtlanıyor. Öte yandan, kimi AKP’lilerin son seçimler sırasında ve sonrasında “80 yıllık karanlık” gibi sözlerle ortaya atılarak Atatürk dönemini karanlık bir zulüm dönemi olarak karalamaya kalkışmaları da, Erdoğan’ın yıllar öncesinde ortaya attığı görüşlerinin yinelenmesinden başka bir şey olmadığı da, aynı röportajdan açıkça anlaşılıyor.

Röpartajı yapanlar, Metin Sever ve Cem Dizdar. Yayınlandığı yer, “2.Cumhuriyet Tartışmaları” adlı ve Ankara’da 1993’te Başak Yayınevince yayınlanmış olan kitap.

Önce şu “eyalet” konusu ile ilgili olarak Erdoğan’ın söylediklerine bir göz atalım. Bu konudaki sorular ve yanıtları şöyle:

“-Millî bütünlüğün korunmasından söz ettiniz. Bu değişim süreci içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı gurup insanlar millî yapı içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?

-Onun kararını yine halk verecek.

-Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler¼

-Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir.

-Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse¼

-Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa

-Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir¼

-Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.

-Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?

-Coğrafî bütünlük içerisinde evet, ama coğrafî ayrılık içerisinde hayır.

-Coğrafi bütünlükten kastınız Misak-ı Millî sınırları mı?

-Ona orda hudut tayin edemem.

-O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz¼

-Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.„
(s.422-423)

Bir de, Erdoğan’ın dile getirdiği şu düşüncelerini görürsek, günümüzdeki gelişmelerin nedenlerini daha bir temelden kavrayabiliriz:

“70 yıllık tarihinde [bu görüşünü 1993’te açıkladığını anımsatalım] Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur.„ (s.420) “Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik gurup yaşamakta. Bu 27 etnik gurubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır.„ (s.422)

Yorum sizin.


“80 yıllık karanlık“ vb. [1993’te 70 yıl] sözlere gelince, bu konuda da Erdoğan’ın söyledikleri şunlar:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin 70 yıllık tarihine çok kestirme bir biçimde, kuşbakışı baktığımızda rejimin yüz aklığı ile çıktığını söyleyemeyiz. Birinci Meclis hariç, Türkiye Cumhuriyeti gerek temel hak ve özgürlükler açısından gerekse halkın egemenliği açısından üzerinde taşıdığı demokrasi ve cumhuriyet kavramlarının gereğini yerine getirmemiştir.

Rejimi kuran militarist ve sivil bürokrasi, demokrasi ve cumhuriyet kavramlarını kendi egemenliklerini ve dayatmalarını halka kabul ettirmek için aracı olarak kullanmıştır.„ (s.419)

“Ne yazık ki Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır.„ (s.421)

“Burada sırf müslümanlara reva görülenleri hatırlatmak yeterlidir: İstiklâl Mahkemeleri vasıtası ile kurulan dar ağaçlarında kimlerin ve hangi suçlamayla idam edildiğini nasıl izah edecekler? Tevhid-i Tedrisat Kanunu nelerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindi? Harf imkılâbı vasıtası ile bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır?„
(s.432)

Önce CIA görevlisi Graham Fuller açık bir biçimde “Kemalizm artık bitmiştir„ dedi, son dönemde de Avrupa Birliği yetkilileri, Kemalizm’in Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine bir engel oluşturduğunu söyler oldular. Bunun yanı sıra, ABD’nin ama özellikle AB’nin istek ve dayatmalarının Atatürk ilke ve devrimleriyle ters düştüğü, AKP iktidarının da bunları –çoğu zaman CHP’nin desteğiyle– uygulamaya geçirdiğini görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda, Erdoğan’ın dünkü ve bugünkü görüşlerinin bu alanda da değişmediği, dünkü görüşlerini bugün yaşama geçirmeye başladığı anlaşılmaktadır. Çünkü, 1993’te demiş ki:

“Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e veya başkaca herhangi bir resmî ideolojiye yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir¼

2000’li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi olan Türkiye’de artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur¼„ (s.425)



Görüldüğü gibi, Recep Tayyip Erdoğan, tutarlı bir kişidir, dün ne ise bugün de odur, hiç değişmemiştir. O nedenle bir de “demokrasi „ konusunda ne demiş onu görelim:

“demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme geçmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider.„(s.419)

Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ve AKP iktidarı ile hangi sisteme / düzene doğru gittiğimiz besbellidir.


Su Alp TİGİN / mudafaaihukuk.com




[img]http://www.egemenbagis.com/upload/medya/8561953.jpg[/img]



ABD GİZLİ ORDUSUNUN TÜRKİYE’Yİ YOKETME SAVAŞI


AKP-Cemaat-ABD ittifakının Türkiye’yi istila ve işgal savaşının tam ortasındayız. Saf olmayın. Savaş tüm cephelerde vahşice sürüyor. Bugüne kadar bu savaşı, fikirlerle tartıştık, yani küreselleşme.

AKP-Cemaat-ABD ittifakının Türkiye’yi istila ve işgal savaşının tam ortasındayız. Saf olmayın. Savaş tüm cephelerde vahşice sürüyor. Bugüne kadar bu savaşı, fikirlerle tartıştık, yani küreselleşme, AB’ye girme, Ermeni ve Rum Tezleri’ne karşı koyma, Özelleştirmeye karşı durmak, Ergenekon tertiplerini kökünden eleştirmek gibi.



Sonra fikirlerimizi derinleştirip sosyal psikolojik analizler yaptık, kitleleri, cemaati, medyayı, yazarları, felsefi ve psikolojik olarak değerlendiren onlarca uzun uzun makaleleri bu sütunda yayınladık.

Ama şimdi, yaşadığımız bu vahşi savaşı, hak ettiği şekliyle yani ‘savaş terimleriyle’ tahlile çalışalım.

Bahsi geçen yazılarımda bir şeyi çözemedim, bu çözülmeyen şey: ‘peşin kötü’. Yandaş medya ‘kötü damgası vurmuş’, niçin kötü neden kötü açıklamıyor. Mesela Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan milyonları peşinen ‘kötüler’ diye damgalıyor. İşte bu ‘peşin kötü’ kavramı beni düşündürdü. Bir değişik analizle daha iyi anlatabilirim, Uzay Yolu’yla başlayan uzay filmleri vardır. Bu filmlerde uzayda korkunç sümüksü yüzlü tuhaf yaratıklar karşımıza çıkar. Bu ‘yaratıklar’ın hepsi peşinen kötüdür. Niçin kötüdür, çünkü ‘dünyayı istila edeceklerdir’. Uzay filmleri bizi bu kötüye şartlandırır. Uzay’da kimi görseler kötü damgasını vurup peşin peşin kötü deyip hemen öldürürler.


Oysa bu filmlerde şöyle bir tema hiç yoktur, mesela Jüpiter’de ‘elmas yatakları’, Ay’da define, Mars’ta altın hazineleri saklı ve bu yaratıklar işte bu hazineleri ele geçirmemizi önlüyor. Ancak klasik tüm macera filmlerinde bir ‘define’ öyküsü vardır, Hindistan’ta Afrika’da geçen ya da masallarımızdan tanıdığımız bu hikayelerde kahramanımız bir define aramaktadır ancak karşısına defineye ulaşmalarını engelleyen kötü adamlar çıkar ve onlarla savaşır. Klasik masallar ve macera filmlerinde kötüleri tanırız, çünkü, onlar bir madeni, zenginliği, defineyi ele geçirmemizi önlüyorlar. Yani ‘kötü’nün bir anlamı sebebi mantığı vardır, mesela mağarada gizli madenleri kahramanımız değil kötüler ele geçirecekmiş…

ABD’nin Orta Amerika’dan başlayıp Filipinler’de süren ve Vietnam’da devam ve Orta-Doğu’da bereketlenen darbe savaş iç ayaklanma istila planlarında işte hep bu kötüler vardır. Filipinler’de önlerini kesenler kötüdür, Afganistan’da Irak’ta direnenler kötüdür, Vietnam’da direnenler kötüdür. Niçin kötüdür, cevabı yok, kötüdür. Oysa kötü diye damgaladıkları bu insanlar kendi ülkelerini, madenlerini, zenginliklerini koruyorlar ve yabancı istilaya geçit vermek istemiyorlar. Ancak ABD Dış Politikası ve bu politikanın dilini güncelleştiren büyük dünya medyası ‘kötü’ imgesini profeseyonelce kullanır.

Hatırlayın, Irak Savaşı’ndan önce ‘kötüler’ artık gün ışığına çıkartılmış Bush tarafından ‘şeytanlar’ (şer cephesi) olarak ilan edilmişti.

Nedensiz ‘kötü’ olabilir mi? ABD kötü ilan ediyor diye ‘kötü mü’ oluyoruz.. Medyada, gazetelerde, dergilerde, ınternette, ekranlarda yirmi yıldır her saat her akşam işte bu KÖTÜLER’e karşı amansız bir savaş görürsünüz. Niçin kötü oldukları söylenmez.

Bu kötünün ne olduğunu artık biliyoruz, bu kötü: düşmandır. Bir savaş kavramı olarak: düşman. Yani, yok edilmesi şart olan düşman. Mutlak biçimde ortadan kaldırılması gereken düşman.

Yandaş medya ve haberlerin dilinde peşin peşin kötü ilan edilmemizin sebebi, Amerika’nın bizi ‘düşman’ ilan etmesidir. Eğer sizler Amerika’nın ‘kötü’ (düşman) damgası ve tarifine katılıyor ve yazılarınızda sorgulamadan peşin peşin aynı kötü’den aynı maksatla söz ediyorsanız, siz Amerika’yla işbirliği içinde yani aynı cephede yan yana savaşıyorsunuz, demektir.

Yani artık felsefi ve psikolojik değil tam anlamıyla SAVAŞ KAVRAMLARIYLA yorumlamaya çalışalım. Karşınıza mizahi değil ürkütücü bir tablo çıkacak. Öncelikle hepimizin yakından şahit olduğu 2003 Irak’ı istila planına benzerlik hem şaşırtıcı olacak, hem de Irak’ı istila planının ‘tıpkısının’ aynen Türkiye’de harekete geçirildiğini göreceksiniz.

(Aşağıda büyük harflerle yazılmış kelimeler SAVAŞ KAVRAMLARIDIR.)
1. ABD, Türkiye’yi bir Saddam Rejimi, bir Nazi Rejimi gibi görüyor ve bu rejimi topyekün tasfiye edip KESİN BİR ZAFER istiyor. Buna sebep Türkiye’nin Irak İşgali’ne katılmayıp Türk Ordusu’nun ‘müslüman öldürmeye’ yanaşmamasıdır ve ABD Irak bataklığına saplanıp kalmasında en büyük suçu Türk Ordusu’na atmıştır. Ve ABD diğer tüm karıştırdığı ülkelere yaptığı gibi Türkiye’ye ‘din’ ve ‘etnik’ merkezli bir tartışma hediye etmiş ve bu tartışmanın tarafına silah cephane verip ‘hamiliğine’ soyunup bugün ‘açılım’ diyerek bitmek tükenmez bir karanlığa doğru Türkiye’yi sokmuştur.


Dünyanın hiçbir yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli tartışma bitmez, dünyanın her yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli siyasetler, ya toprak, ya mübadele ya da ‘soykırım ve katliamlara’ sebep olmuştur. Etnik ve din merkezli ‘siyasi sorunlar’ asla ‘çözülmez’ sorunlardır, Kürt sorunu diye yaygara koparanlar şimdi ‘sorunu’ toprak vermeden mübadeleye yanaşmadan ve katliamlara uzanmadan çözeceklerini ya saflıkla ya kuklalığından sanıyor.


Dünyada hiçbir ‘devlet’ toprağını tartışmaz, tartışmadı, bunu herkes öğrensin, ‘toprak’ı sadece galip düşman kuvvetleri tartışır, onlar da muzafferiyetleriyle masaya getirip şu şu bölgeleri madde madde istiyoruz deyip gelip karşınıza otururlar.. Türkiye hem Güneydoğu’da hem de Suriye sınırındaki mayınlı arazileri ‘toprak’ tartışması olarak gündemine almaya zorlanmış ve kutsal ve bağımsız meclisinde tartışmıştır. Bu durum, işgal günlerinin içinde yaşadığımızın en büyük belgesidir.


2.Türkiye’yi (düşmanı) CEPHEDEN SALDIRIYLA DEĞİL İÇERDEN SIKIŞTIRARAK diz çöktürtmek istiyor... HATTA DÜŞMANIN KAFASI İÇİNE GİRECEK elemanları cemaat yapılanmasıyla ele geçirdiğine inanıyor. Çünkü, Saddam’ın ülkesi ‘kapalı’ bir toplumdu, gazetecilerin yabancı misyonun ülkeye sızması kolay değildi ve gelen duvara çarpıyordu. Türkiye ise ‘açık toplum’, yani medya gazeteler rahatlıkla kullanılabilir ve bir askeri çıkartma ve hava harekatı yapılmadan ÜLKENİN DİRENCİ FELÇ edilebilir.


Üstelik Irak Savaşı Amerika’ya bir trilyon dolara mal olmuştur, hem maliyeti düşürmek hem de yeniden bir savaşa girip zaten sarsılmış prestijini zorlamadan el altından bir harekat en akıllı seçimdir. Ve dahası, Türkiye’yi onlarca yıl süründürecek bir iç savaş ortamı Türkiye’ye kalıcı bir istikrarsızlık vererek ABD’nin işini kolaylaştıracaktır. Ayrıca ABD, PKK ve Cemaat gibi yapıları kontrol edip ülkeyi istediği felaketlere sürükleyecek gücü varsa, bodoslama aptalca savaşıp dünya liderliğinin prestijini düşürmeyecek kadar akıllı bir dış politikaya sahiptir.


Dünya Savaş Tarihi’nde galip muzaffer ordular düşmanı yok etmiş ya da imha etmiş ya da kaçırmış ya da silahlarını teslim almış ya da kendine bağlamış ya da teslim olmaya zorlamış ya da kukla hükümetler kurdurmuş ya da çıkarlarını dayattığı andlaşmalara zorlamıştır, ancak, dünya savaşlar tarihinde hiçbir muzaffer ordu, karşısındaki gücü, yani, emniyet ve istihbarat ve orduyu, içerden ikiye bölecek kadar sert bir darbe indirmeyi başaramamıştır. Ordu, emniyet ve istihbaratın hiyerarşik düzeninin alt üst olmasının tek örneği Türkiye’dir. Bu durum, işgalin ne kadar ilerlediğini ve şiddetle sürdürdüğünün diğer açık belgesidir.


3.Türkiye’yi (düşmanı) tarif etme (DÜŞMANI ŞEKİLLENDİRME) başarıyla tamamlanmıştır. Yandaş medya ve cemaat yazarları marifetiyle, düşman yani Türkiye: 1. Küreselleşmeye karşı, 2. AB’ye karşı, 3. Aşırı devletçi, 4. Dünyaya kapalı, 5. Diktatör heveslisi, 6. Çağın gerisinde, 7. Özgürlük ve demokrasi düşmanı, 8. İslam ve Müslüman düşmanı, 9. Ruscu (Avrasyacı) olma eğilimi fazla, 10. Ermeni, Kürt ve Rum Tezleri’ni kabule yanaşmıyor,11. Soğuk Savaş düzenindeki rolü redediyor, yani, Amerika’ya muhalif olabilir ithamlarıyla tam anlamıyla yaftalanmış ve Türkiye tüm dünyaya bu kötü imaj ve bu marka kavramlarla kabul ettirilmiştir. Velhasıl üstüne çullanıp istila edilecek kıvama getirilmiştir.


Yazarlar gazeteciler haberler ısrarla ve tekrar tekrar Düşmanı Şekillendirirken aynen bu kavramları kullanıp bir ‘ORTAK DÜŞMAN’ ‘ORTAK HEDEF’ tarifinde anlaşmıştır. Uzun yıllardan bugüne bu tarifleri yandaş ve cemaatçi basın kullanarak düşmanı damgalamakta büyük başarı göstermiş, ve ötesi, İngilizce yayınları ve yabancı ülkelerdeki düşünce kurumlarıyla çok sık toplantıları ve yabancı yazarlarla ikili lobi çalışmalarıyla, yabancı basın organları dahi haberlerinde Türkiye için bu ifadeleri sık sık kullanmaya çoktan başlamıştır.

Ve bu ‘düşman’ sıfatlarıyla mahküm edilip dünyaya ‘kötü, şeytan, diktatör’ diye takdim edilen Türkiye’nin saygın kurumlarının liderleri ya da sözcülerinin bu ‘karalamalara’ karşı hukuk ve demokrasi ölçüleri içinde kendilerini, kurumlarını savunurken söylediği tek bir cümle dahi ne ülke içinde ne dünya basınında bugüne kadar ‘dikkate’ alınmamıştır. Ülkeyi savunduklarını sandığımız ve büyük makamlarda oturan en saygın makamların tek cümlesinin dahi ülke ve dünya basınında ‘yayınlanmaması’ ‘görmezden gelinmesi’nin anlamı şudur: sizin dışınızda olanlar sizi hiç ciddiye almıyor, yani size ‘esir’ muamelesi uyguluyor.

Kafanızı kuma gömmeyin TÜRKİYE TARİHİNDE GÖRMEDİĞİ BÜYÜKLÜKTE BİR KUŞATMA ALTINDADIR.

4. Öncelikle, bir dizi panik yaratıp tedirginliği tırmandıran seri cinayetler profesyonelce işlenmiştir, Muammer Aksoy’dan Uğur Mumcular’a kadar. Ve sonra Hrant ve rahip cinayetleriyle tam bir suçlama ‘paketi’ ithamları psikolojik saldırının alt yapısı olarak kotarılıp devreye sokulmuştur. Ve tüm bu cinayetler Saddamvari ya da Nazivari bir sert devlet kliğinin yani ‘gizli devlet’in yaptığı propagandasını kabullendirmeye başlamıştır, en azından, kendi gazeteci ve yandaşlarına bunu kabul ettirmiştir.


Artık bundan sonra yol haritası çizilmiş, bu gizli devlet kliği demokrasi düşmanı olarak yok edilmeli maske hedefiyle, Türkiye’nin tüm yaşamsal kurum ve değerlerine işgal ve istila başlatılmış ve: Cumhuriyet Gazetesi’ni Cumhuriyet Gazetesi’nin bombaladığı, Uğur Mumcu’yu İlhan Selçuk’un öldürdüğü ve Dağlıca’daki PKK baskınını ise Türk Ordusu’nun kendi askerlerini öldürdüğü şeklinde bir medya ve siyasi dile tercümesini yapıp kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bu kadar ağır ithamlar ve iftiralar karşısında dahi, kendi askerimi ben niçin öldüreyim gibi bir savunmayı dahi yapamayacak bir yaka paça, kıskıvrak durumu yaratılmıştır.

5. Türkiye’nin (düşmanın) elindeki EN YÜKSEK ARAZİLERİ ele geçirmek. Bir askeri harekatın ilk hedefi en yüksek en itibarlı mıntıkaları ele geçirmektir. (Çankaya’dan başlayarak, hem devletin hem en ballı özel şirketler ve İslami holding ve cemaatler ve İslami işadamlarıyla, belediyelerden tarikatlara, Harran, Kızılırmak, Karadeniz Yaylaları’na kadar akıl almaz makamlar ve ormanlar ve yabancı maden şirketlerine imtiyazlar ve imar affıyla araziler şimdiden ele geçirilmiş, Suriye sınırındaki mayınlı araziler son anda halk tepkisiyle şimdilik durdurulmuştur. Ve ele geçirilmesi imkansıza kurumlar ise baskı ve zorlamayla ‘susturulup’ ya da ‘itibarları’ yani bir nevi simgesel olarak APOLETLERİ SÖKÜLMEYE başlanmış demeyelim, daha fecisi apoletleriyle dalga geçilir hale getirilmiştir.


6. DÜŞMANIN HAYATİ NOKTALARI’na saldırın. Bugün Türkiye’nin hayati noktalarına saldırılar başarıyla tamamlanmış ve hukuk adına direnen son kaleler Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu kalmıştır, bu kurumlara da tertip ve tezgahlar ve kamera kayıtları ve dinlemelerle son saldırılar tozu dumana katarak nihayete doğru ilerlemekte.. Ve geldiğimiz son durum, Apo ifade verecek Türk Ordusu yargılanacak ve Güneydoğu’da ordunun ve hükümetin yazılı emriyle kahramanca savaşanları yaka paça hukuk tanımadan kodese atılması ‘işgalin’ diğer en büyük belgeleridir.

7. HIZLI HAREKET EDİP DÜŞMANI FELÇ EDİN. Hukuka ve kurumlara ÇOK HIZLI VE PEŞPEŞE ANİ SALDIRILAR düzenleyin. (Ani ve hızlı saldırının handikapları çoktur, mesela Vietnam’da ve Irak’ta bataklığa saplanmışlardır, çünkü, bilmediğiniz arazilere tuzak doludur, Türkiye örneğinde, yüksek hakim Ertosun ve Albay Dursun Çiçek’e saldırı, çarşafa dolanmış, ani saldırı şimdilik karambolde kalmıştır.. Benzer asılsız mesnetsiz belgesiz iftira niteliğindeki saldırılarla daha nice makam ve mevki sahipleri ya istifa ettirilecek ya da karalanıp halkın gözünde şeref ve itibar kaybıyla çürütüleceklerdir Saldırıların hızına dikkat çekelim, Dursun Çiçek belgesi sahte çıkınca, hemen kamera kayıtlarıyla gündem başka yöne hızla yine bombardıman yayınlarla sokulmuş ve şu anda bilmediğimiz ‘sürpriz’ suçlama ve ithamlarla nerelere ve kimlere uzanacağını kimsecikler bilmemektedir, bu, tam bir AFALLATMA ŞAŞKINLAŞTIRMA ve saldırı noktalarını en azından HUKUKİ hatalara zorlama sürecidir.. Zaten bu gizli savaşın harekat planı: şaşırtılmış düşmanı hukuki hatalara sürükleyip birer birer tutuklamak...

8.. BASKI VE ZORLAMA. TSK’ye yapılan baskılar sonucu, şu anki durumu ‘KABULLENMESİ’, ‘FAZLA DİRENMEMESİ VE KADERE VE DÜNYA ŞARTLARINA BOYUN EĞMESİ ’ ve ‘DAHA FAZLA KARŞI KOYAMAYACAĞI’ zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor. (Bu durumu eski kale savaşlarına benzetebilirsiniz, kaleyi muhasara eden güçler dışarıdan kaleye su ve mühimmat yollarını muhasara altında tutarak kaledekileri teslim olmaya zorlar..) Ve ‘kale içinde panik ve iç savaş çıkartarak’, yani kale içine sızdırılmış adamları ya da kale içinden kendilerine yakın kuvvet komutanlarını kullanarak ortam birbirine güvensiz bir hale getirilebilir, Özkök ve Karadayı paşa örnekleriyle, getirildi.



9. KAFA KOPARTMA HAREKATI. Irak Savaşı başlarken Bush’un elinde bir deste kağıtla medyaya çıkıp 52 adet olan bir deste kağıt içinde Irak Rejimi’nin tüm ileri gelenlerinin ‘Wanted’ resimleriyle savaşın ilk hedefi olarak yakalanmalarını sıraya koyduklarını ve saklananları buldukça ekranlarda kartları tek tek açtıklarını hepimiz izledik.

Türkiye’de de ‘gizli bir deste kağıt’ düzenlendi ve bu deste içindeki yazarlar, gazeteciler, teker teker yakalanıp içeri tıkıldı. Irak istilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük benzerlik bu 52’lik destedir.. Irak Savaşı’nda uygulandığı gibi aynen Türkiye’de uygulanmış milli, yerli, direnen ne kadar yazar var tutuklanıp içeri atılmıştır.

Bu 52 kağıt destesinin kimlere uzanacağını dahi gazete yazılarıyla onlarca işbirlikçi yazar tarafından seslendirmiş ve böylelikle halkımız bu destede yeni ve başka kimler var merakla beklemeye başlamıştır. Şu anda, bu destenin daha kimlere uzanacağı korkusuyla tam bir kıskıvrak yaka paça içeri tıkma sindirmesi uygulanmıştır. Ve bu 52 kağıt destesine bugün aynen Irak Savaşı’nda olduğu gibi ‘esir’ muamelesi yapılmaktadır, yani, hukuk dışılıklara dilekçe ve şikayetlerle avukatların karşı çıkmalarını, desteyi açanlar hiç dikkate alınmamakta, hatta ‘esirden’ öte ‘fare’ muamelesi yapmaktadırlar.

10. Irak İstilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük diğer benzerlik şudur: Irak’ı yok etme planı ‘kimyasal silahları’ ele geçirme bahanesiydi. Bu bahane Savaşın da gerekçesiydi. Türkiye’de de bir takım ‘mühimmatlar, krokiler, darbe hazırlık planları ve aslı olmayan sahte belgeler’ iddia edilmiş ve ortalığa sürülmüş ve şu ana kadar bu kroki, belge ve mühimmatların kimler tarafından nasıl niçin konulduğuna dair sahici hukuki tek bir kanıt ortaya konulmamıştır. Ve sonra..

Irak’ta bir buçuk milyon insan öldükten sonra ‘kimyasal silahların’ olmadığı gerçeğini ABD sinsice gülüşüyle itiraf etmiş, muhtemeldir ki Türkiye’de harekat tamamlandıktan, yüzlerce yazar içeri tıkılıp Türkiye’nin direnci kırıldıktan sonra, şimdi iddia olunan Ergenekon Belgeleri’nin tümünün sahte olduğunu (bir küçük yanlışlıkmış gibi) kendileri kıs kıs gülerek itiraf edecekler, ama iş işten Irak’ta olduğu gibi geçmiş olacak.

Ve Türkiye’ye başlatılan işgal harekatının IRAK harekatıyla en büyük benzerliği, Bağdat’a atılan seyredilmiş uranyumla bombalar naklen yayın tüm dünyaya gösterilerek ARAPLAR’ın ya da direnenlerin onurları ve azimleri kırılması yıldırmak ve göz korkutmak, haksız tutuklamaları protesto edenleri pasifize edilmek istendi. Türkiye’de de bütün kameralar çağrılarak NAKLEN YAYIN ASKERİ MÜHİMMATLAR’ın çıkartılması halkın direncini kırmak içindi..


11. MEYDAN OKUMA. Düşmanın Komuta Kontrol Sistemleri’ni dağıtmak. Genelkurmay’da ortaya çıkarılan casus dinleme vakaları, aslında, Genelkurmay’ın kontrol sistemini parçalamaktı, gerçekleşti. Bugün telefon dinleme vakalarından dolayı Genelkurmay kendi arasında sıradan gündelik konuşmalarını dahi yapamaz hale gelmiştir. Yani, kontrol sistemi en azından psikolojik olarak darmadağınık bir telaşa sürüklenmiş, kuvvet komutanları kendi aralarında arkadaşça ailece konuşmalarını dahi iptal ederek tam bir suskunluk içinde kilitlenmişlerdir.

İkinci büyük meydan okuma, ABD Türkiye’ye istihbarat vereceğini bölüşeceğini söylemesine rağmen istihbaratı Türkiye’ye değil dünyanın gözleri önünde PKK’ya vermiştir. Üçüncü büyük meydan okuma, Türk subaylarının PKK’ya havadan ABD ordusunun silah attığını ve sonra İsrail Ordusu’nun Kuzey Irak’ta PKK’ya eğitim verdiğini ve yine Türk subaylarının Avrupa devletlerinin PKK’ya aleni silah ve para yollarını kolaylaştırdığını defalarca dile getirmesine rağmen ULUSLAR ARASI KAMUOYUNDA çıt çıkmamış hiç ciddiye alınmamışlardır ve meydan okumanın başlangıç noktası, Kuzey Irak’ta Türk askerlerini çuvala geçirmeyle harekat başlamıştır.


12. Türkiye’ye karşı yapılan harekatı, OPERASYONLARI (MÜŞTEREK) İŞBİRLİĞİYLE SÜRDÜRMEK. El altından sızdırılan casusvari sahte belgeler yandaş gazetelere gizlice verilmekte ve yandaş medya organize şekilde saldırmaktadır. Onlarca TV, onlarca gazete ve hatta Internet yayınları operasyonu ortaklaşa gerçekleştirmektedir. Bu ‘müşterek’ cepheye Avrupa Birliği’nin nerdeyse bütün devletlerini almışlardır. Ve Avrupa Birliği sözcüleriyle Türkiye’nin susturulması suçlanması ve aşağılanmasıyla harekat hergün gazete manşetlerinin marifetiyle tam bir KUŞATMAYA dönüştürülmüştür.


13. EZİCİ PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK, ezici medya üstünlüğüyle sağlanmakta. Organize bir faaliyet grubu muharebe alanını (gazeteler, siyaset, tv.) belirleyip yalan casus bilgi ve ithamlarla şok şok başlıklarıyla topyekün bir saldırıya girdiler. İki yıldır aralıksız süren bu şok saldırıların konusu belgelerin hiçbirinin gerçekliği ıspatlanamamıştır.
Peki, bu kadar ıspatsız hukuksuz sahte belge ortalıktayken niçin halkımıza özür gibi bir açıklama yapılmıyor, çünkü, savaş halinde hiçbir düşman geri adım atmaz, aksine saldırıyı daha kararlı kılmak için yalan ve yanlışlarını ‘hakikat’ gibi savunarak ve en önemlisi ‘gizleyerek’’örterek’ ilerler.

Psikolojik üstünlüğü, sahtelikleri ortaya çıktığında, topluca yaygara yaparak yani ortalıkta kıyametler kopartarak ‘maskeleyip’ halk tarafından duyulmalarını önlemeye çalışıyorlar. Hiçbir ordu savaş sürerken ‘yanlışını’ kabullenmez ve göstermez, aksine, harekat merkezi yanlışları ya gizler ya savunur. Türkiye’ye işgal harekatı başlatanlar birbirlerinin yalanlarına sıkıca sarılıp gizleyerek daha büyük bir MORAL’le saldırılarını COŞKUYLA VE DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MARŞLARIYLA sürdürmekteler. Hukuk’u ve yasaları ve demokrasiyi hiçe sayarken KAZANDIKLARI BU MORAL MOTİFASYON bir ‘savaş alanı’ ahlakının en büyük delilidir.


Zurnanın son deliği osuruktan kenardan göya vicdan adına yazan Yıldırım Türker gibi yazarlar, suçlandığı haksız ithamlar ağrına gidip intihar eden gazilere götüyle gülerek dalgasını geçmekte, Perihan Mağden gibi yazarlar insanlar hukuksuzca içeri alındıkça şeytani sevinç çığlıkları atmakta.. Bu kadar ‘duygusuz’luk ancak savaşın beyinleri paramparça edip ayakta kalan askerlerin de ‘aklını yitirmesiyle’ olur ve bu yazarların haksızlığa uğrayanlarla şeytani dalga geçmeleri Ebu Garip Hapishanesi’nde işkence yapan ABD’li kadın askerlerin fotoğraflarına benzemekte.


14.Türkiye’ye karşı harekatı düzenleyen KONTROL MERKEZİ. ABD, Cemaat ve AKP’nin kontrolünde bir üst KOMUTA MERKEZİ tüm bu asılsız iddia ve mahkemeleri ve operasyonları yukardan düzenlemekte ve yönetmekte. Kamuoyunun psikolojisini amaçları doğrultusunda yönetebilmek için operasyonlar bir üst merkezden taktik ve manevralarla düzenlenmekte.

Savaşı manevra ve taktiklerle sürdüren KONTROL MERKEZİ zaman zaman büyük hatalar yapmakta, Türkan Saylan örneğinde olduğu gibi, ancak manevralarla yani yeni operasyon dalgaları ve bambaşka itham belgeleriyle konunun bir parçasını kapatıp konunun tümündeki iddialarını sürdürmeyi profesyonel bir kurnazlık ve dikkatle başarmaktadır.

15. Kontrol merkezinin harekat planı: Önce İLK SALDIRILACAK YERLERİ’ tespit ettiler. (Bir savaşta önce nereleri bombalanacak, fabrikalar, garnizonlar, ulaşım yolları..) Kontrol merkezi, ilk saldırılacak yer olarak toplumda infial uyandırması ve toplumun yönlendirilmesini kutuplaşmasını sağlamak için önce yazar cinayetlerini sonra Hrant, Rahip cinayetleri benzeri olayları hedefledi ve sonra, GENELKURMAY KARARGAHINI seçti, telefon dinleme kayıtlarını ortaya çıkartarak, Genelkurmay’ın ‘iletişim’ gücünü kırdı.

İkinci ve en önemlisi halkı bilgilendiren yaşayan milli yazarları seçtiler. Üçüncü olarak, halka güç veren TV’leri bastılar. Dördüncü olarak yoğun psikolojik bombardımanla bu TV’leri maddi olarak destekleyebilecek işadamı, sendika gibi kaynaklarını ‘sindirdiler’ ve son olarak Cumhuriyet Mitingleri’yle Türkiye’ye güç veren kitlelerin gözünü korkuttular. Ve manşetlerinde ve ekran tartışmalarında Cumhuriyet’in değerleri, Atatürk ve gazilerimizle ve bu ülkeyi bir arada tutan kardeşlik değerleriyle sabahlara kadar kahkahalar atarak aşağılayıp ZAFER SARHOŞLUĞUYLA eğlendiler.

16. GÜCÜ YERİNDE KULLANMAK. AKP-CEMAAT-ABD adamlarının en kabiliyetlerini ‘ordu ve emniyete ve hakimliğe’ sızdırdılar. Savaş Sanatı’nın en büyük becerisi güçlerini nerde nasıl kullanacağındır. En güzel örnek Türkiye, artık savaş stratejilerinde kayda girmelidir, hakimler, emniyet ve ordu içine sızılarak KAFANIN İÇİNE girilmiştir. Amerika ne Filipinler’de ne Vietnam’da ne Irak’ta düşmanın beyni içine sızabilmeyi başaramamıştır, bunun tek örneği Türkiye’dir. ABD tarihinde ilk defa düşmanın beyni içine cemaat ve İsrail ve işbirlikçileri marifetiyle elini kolunu sallaya sallaya girebilmiştir. Ve ABD’nin son elli yılda tüm savaşları içindeki en büyük BAŞARISI, ZAFERİ budur.



Bir ülke istihbarat, gizlilik ve güvenlik konularında aşırı paranoya sahibi olmalı ve aşırı kuşkusuyla sık eleyip sık dokumalıydı, ancak, sağ iktidarlarla iç içe girmiş cemaatler ve İslamcı örgütler ve 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in polis okullarını bir tarikata devretmesi ve Özallar’ın marifetiyle ve İsrail güvenlik andlaşmalarıyla Türkiye’nin en mahrem beyni istihbarat odaklarına güve, bit, casus, ajan, işbirlikçi yuvaları haline getirilmiştir. Ve dünyada eşine benzerine rastlanmayan istihbarat içi savaşlar manşet manşet Türkiye’de ortalığa dökülmüş, halkın kendi vergileriyle ayakta tuttuğu kurumlara olan güveni infilak ettirilmiştir.


17. Bir harekatta savaşan tarafların en büyük gücünü SİLAHLARIN GİZLİLİĞİ oluşturur. Düşmanın silahları askerleri nerdedir ve ne kadar güçlüdür. Türkiye’ye saldırı düzenleyenler Türkiye’nin güçlerini nerde olduğunu biliyorlar, bu yüzden, hem yazarlarına saldırıldı hem de ‘krokilerle mühimmatlar’ aranıp icad edilerek Türkiye’ye SİZİN SİLAHLARINIZIN YERLERİNİ VE GÜCÜNÜ BİLİYORUZ, mesajı bir meydan okumayla verildi. Ancak, Türkiye, kendine saldıranların gücünü üstünkörü biliyor, yani, kendine saldıranlar hangi kurumlarda hangi resmi görevlerde ne kadar sayıda ve kimler olduğunu bilmiyor. Sadece hayali bir ‘cemaat’in militanlarından söz ediliyor, o kadar. Ve bu cemaatin gizlediği silahlar var mı, ikmal yapabilir mi, bir gerçek saldırıda ABD Ordusu’ndan mesela PKK’nın aldığı gibi silahları hızla alabilir mi, ya da aldı mı, gibi bir yığın karanlık soru ortada..

18. SÜRPRİZ SALDIRILAR DÜZENLEMEK. Bir savaş başlamadan savaşın sürpriz planlarını kimse bilemez. Türkiye’ye karşı hazırlanan harekatın sürpriz şaşırtıcı harekatı eski Genelkurmay Başkanları’nın ifadeleridir. Bu ifadelere baktığınızda belki de ordu içinde bir takım dinlemelerin içerden en yüksek komuta tarafından düzenlendiği gibi akılalmaz bir düşünce ortaya çıkıyor ki.. Halkın gözünde güvenilirliği çok sağlam olan komuta kademesinin Büyükanıt’ın Dolmabahçe gizli görüşmesi ve muhtırası da eklenince, Türkiye halkı hala karanlık bu noktalarda inanılmaz bir ‘hayal kırıklığı’ yaşamış ve harekat ilk büyük sürpriziyle Türkiye’yi karmakarışık hale getirmeyi başarmıştır. Karargah içinden dinlemelere kimler yardımcı oldu sorusu hala ortada olduğu için, bu durumu, dünya savaş tarihinin en büyük sürpriz savaşı, TRUVA’nın Tahta Atı’na benzetebilirsiniz.

19. Yani halkın en güvendiği askerlik kurumunun içinde bir takım kuvvet komutanlarının tuhaf açıklamaları Türkiye’yi istila harekatının en büyük başarısıdır. Ki, düşman kuvvetlerini birbirine düşürmeyi dünyada hiçbir komutan becerememiştir, yani, ordu ve emniyet’in ayrıştırılması, tarihte hiçbir düşmanın bulamayacağı yağ bal pekmez kaymak’tır. Önce, bir dizi Kemalist yazarları öldürüp laik-şeriat gerginliği tırmandırıldı, sonra, ordu-emniyet saflaştırıldı, sonra, ordu içinde farklı sesler yükseltildi ve sonra, Türkiye’nin Komuta Kalbi, Milli Güvenlik Kurulu’nun en itibarlı komutanları yaka paça içeri tıkıldı.. Taliban askerlerinin her açıklamasını dahi manşet yapan dünya basını bu yüksek rütbeli subayların yaka paça içeri tıkılmalarıyla ilgili açıklamalarına adettendir bir haberdir diye dahi yer vermemektedir.


20. Ve bugün savaş sürerken bir ara netice olarak, MİT, Emniyet, Hakimlik ve Askeri kurumlar içerden bölünmüş birbirine girmiş çatışmalarla TAM ANLAMIYLA MUTLAK BİR DAĞILMAYA DOĞRU sürüklenmiştir, artık Kıbrıs’ta toprak, Güneydoğu’da toprak gibi dilleri altında sakladıkları baklaları çıkartmalarının sebebi, zaferlerinden emin olmalarıdır.

21. Türkiye’ye karşı yok etme harekatını başlatanlar MUTLAK ZAFERLERİNİ ne zaman ilan edecekler. Hiçbir zaman, mutlak zaferlerini, Güneydoğu, Irak, Kıbrıs sorunlarının hangi ölçekte tavizlerle çözüldüğünde anlayacağız. İkincisi, Türk Ordusu’nun Afganistan ve Irak’ta Amerika adına muharebeye katılıp Müslüman öldürmeye ikna edilmesiyle anlayacağız. Ancak, AKP’nin Ermeni, Rum, Güneydoğu gibi tezlerine karşı koyacak tek bir yerel TV’nin ya da yazarın ortalıkta kalmayışı ya da bütünüyle siyasi alandan defedilmeleri, harekatın sonuna yaklaştığımızı gösteriyor.

22. Ancak yaşadığımız çağda ZAFER’i ordular, istihbarat güçleri, medya değil, HALK belirler. Şu anda Türkiye’de yıkılmayan tek kale: HALK’tır. Büyük tahminimiz, yazarların ve televizyonların halkla irtibatının kesilmesinin sebebi de budur. Önümüzdeki 5-10 yıllık süre içinde, yayın bombardımanlarıyla halkın tutum ve kanaatlerini yavaş yavaş değiştirmeye çalışacaklar. Halk’ın en temel inançlarını yıkabilmek ve halkı ele geçirebilmek bu savaşın asıl ve ikinci büyük cephesi olacaktır.

23. Amerika silahlarıyla ya da ajanlarıyla girdiği her toprak parçasının silahlı güçlerini yok etmeyi başarmıştır, ancak Amerika bugüne kadar girdiği herhangi bir ülkede HALK’I MAĞLUP EDEMEMİŞTİR.


24. Ülkemizin birliği ve dirliği ve tarihten bugüne kadar getirdiğimiz tüm bağımsızlık değerlerimizi bugün taşıyan tek gücümüz HALK’tır.


TÜRKİYE’nin tersanelerini emniyetini hukukunu mahkemelerini fabrikalarını meclisini her yerini ele geçirebilirler, ama, TÜRKİYE HALKI’nı bilebildiğimiz tarihlerden bugüne yenmeyi, pes ettirmeyi, teslim almayı KİMSE başaramamıştır.

Bizler, BU HALKIN EVLATLARIYIZ. HALKIMIZA İNANCIMIZ TAMDIR. NİHAİ KARARI VERECEK OLAN HALKIMIZDIR..

Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Savaşı ardından Türk Ordusu’nun kahraman subaylarıyla kuruldu. Ordu’nun siyaseti belirlemesi Türkiye’de bugüne kadar süren yoğun tartışmaları da peşinden getirdi.

Ancak, bugünkü amansız işgal ve kuşatmayı kıracak tek gücümüz, halkımızdır. HALKIMIZ BU İŞGALDEN MUZAFERRİYETLE ÇIKACAKTIR.

Muzaffer Türk Halkı, tarihimizde ilk defa, ağadan babadan işadamından ordudan yabancıdan destek yardım almadan bu işgali KENDİ BİLEKLERİYLE kıracak ve tarihimizde ilk defa HALKIMIZ demokrasisini kendi başına inşa edecektir.

Halkımızın siyasi kişiliği ve kimliğini bu topraklarda ele geçirmesi için şu an içinde bulunduğumuz kuşatma Türkiye için tarihi bir şanstır.

Halkımız nihayet sahneye çıkacak. Nihayet halkımız kendi başına kendi gücüyle kendini bu topraklarda varedecek..

Bugüne kadar, ağaların paşaların işadamlarının medyanın mafyanın tezgahında seçimlerle uyduruk demokrasiyle perişan edilip elinden SİYASİ GÜCÜ ALINAN halkımız, tarihimizde ilk defa SİYASET SAHNESİ’ne çıkacak..

Bu halkın tarihlerden bugüne en büyük en kutsal değeri: bağımsızlıktır. Ve bu halk tarihin hiçbir döneminde ‘toprak’ını başkalarıyla asla tartışmamıştır. Ve bu halkın tarihlerden bugüne tek siyasi sorunu ‘haklarının gasp edilmesiyle’ eşitçe bölüşümünü siyasi olarak gerçekleştirememiş olmasıdır.. En doğru siyaset budur, bir ülkeyi HALK İNŞA EDER..

BU TOPRAKLARIN ÇOCUKLARI. BU ÜLKENİN EVLATLARI..


Artık bir toprak ve bir memleket sahibi olmak istiyorsanız bu hepimiz için büyük ve son şanstır.. Kimse halkın gücüne ‘burun kıvırmasın’..

Bin yıldır hiçbir düşman ya da ajan güce teslim olmayan bu halk, tarihin en kritik en trajik anlarında sahneye çıkmayı bilmiştir.

Bu yüzden, harekatın bu saatten sonraki safhası, Türkiye Halkının Direncini kırmaya dönük psikolojik harekat şeklinde sürecektir.


(Bir son not olarak, Irak Savaşı’nda Amerikan Ordusu’na destek veren ve Türk Ordusu’na Irak’ta Savaşa Girmelisin teşvik yazıları yazanlar bugün sevinç naraları atmakta. Ve o günlerde bizlerin direncini kırmak için, ‘Bunlar Saddamcı, Saddam’ı destekliyorlar’ diye durmaksızın yayınlar yaptılar. Ve aklı yetmez birçok genç, Saddamcı görünmemek korkusuyla devre dışı kaldı. Bugün de kah sevdiğimiz kah sevmediğimiz bir yığın yazarı insanı içeri attılar. Bu insanlara ‘haksızlıklar’ yapılıyor diye bu sütunlarda çığlıklar attığımızda, özellikle Milli Görüşçü gençler, ‘bu haksızlıkları biz de görüyoruz, ancak, hiçbirimiz bu insanları sevmiyoruz..

Onları savunursak onlardanmışız diye itham ediliyoruz’ diyorlar. Biz Irak Savaşı günlerinde ‘Saddamcılık’ suçlamalarına yüz verseydik Türkiye’de Amerikan karşıtlığını dünyada en yüksek rakamlara çıkartamazdık. Bu gençlere şöyle dedim, mesela, ahlaksızlığıyla ya da pisliği ve hırsızlığıyla çok namlı bir fahişe kadın bir arabanın altında kalsa, ona yardım etmez misiniz? Şöyle mi düşünürsünüz, şimdi bu yaralı kadını yerden kaldırırsam bana herkes ‘sen fahişeden mi yanasınız, fahişeyle mi birliktesin’ diyecek..

İnsan olabilmeniz için önce içinizde kendinizin de kuşkusu olmayan bir ‘insan kimliği’niz olabilmeli. İnsanlar şayet o bu şu ne der diye korkup ürkmüş vazgeçmiş olsalardı bugün ‘erdem’ ‘onur’ denilen hiçbir değerimiz zırnık kalmazdı.

İkinci notum şudur, Cumhuriyet Mitingleri’ni çok iyi gözlemledim, bu iktidar ve sağcı iktidarlar ilkokul ve ortaokul gibi düşük eğitimli herkesi bütünüyle kandırabilmekte, bunun tek istisnası Aleviler’dir. Bu şunu gösterir, halkımız bilinçlendikçe siyasi tavrı bağımsızlığa doğru yükseliyor. Eğitim düzeyi düştükçe sağcı Amerikancı iktidarların oyuncağı olmaktan kurtulamıyor. Yorulmadan korkmadan ve bıkmadan ısrarla halkımıza bağımsızlık değerlerini anlatmaktan başka çaremiz yok..

Halkın direncin, işte bu cehalet ya da kendine güveni olmayan, aşağılık kültürüyle siyaset yapmaya çalışan yarım aydınların güvensizliği üzerinden bertaraf etmeye çoktan başladılar) Ve doğunun batının akademisyenleri, savaş teorisyenleri soruyor: savaşların galibi Teknoloji mi? Bütün coğrafya parçalarından karşı bir ses yükseliyor, hayır, savaşlar teknolojik üstünlükle değil, HALKLA kazanılır.

Oturun geçmişteki ve yüzyılımızdaki ve şimdi olmakta olan savaş tarihlerini okuyun, ZAFERİ eninde sonunda belirleyecek olan HALKIMIZDIR..
Halkın gücü toprağına tarihine kardeşliğine ve bölüşümüne aşkla bağlanmış olmasıdır. Onların aşkı ise şeyhlerine ya da ABD’ye..


Bizim aşkımız, Yunuslar’a Fatihler’e Nasreddin Hocalar’a Mustafa Kemaller’e bağımsızlığımıza ve uçsuz bucaksız lezzetleri üreten yaylalar ve dağlarımızadır..

Nihat GENÇ
En son Başkomutan tarafından Cum Tem 02, 2010 21:15 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt May 03, 2010 11:06

1 Mayıs 2010-Hürriyet

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ ... 2010-05-01

27 Nisan'da Hasan Cemal ne yazmıştı

Ahmet Hakan

BUGÜNLERDE “27 Nisan'da kim ne yazmıştı?” diye haber yapmak moda ya...

Ben de modaya uydum. Ve Hasan Cemal'in 27 Nisan'da ne yazdığına baktım.

Yalnız ben “e-muhtıra”nın verildiği 27 Nisan 2009'a değil, ondan birkaç yıl önceki 27 Nisan'a baktım. Yani 27 Nisan 2002 tarihine...

27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:

“Türkiye iyi yönetilseydi, siyasette Tayyip'ler, radikal uçlar güçlenmezdi.”

27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:

“Türkiye'de sorun kimilerinin sandığı gibi asker sorunu değildir.”

27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:

“Siyaset kurumu tıkır tıkır işliyor olsaydı, asker kışlasından çıkmaz ya da bazen sesini yükseltme ihtiyacını hissetmezdi.”

27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:

“Asker bir yanda, irtica bir yanda... Bu ikisini aynı kaba koymayı ‘demokrasi havariliği' sanmak tam bir yanılgıdır. Askere haksızlıktır!”

Hasan Cemal, “özeleştirisini verme becerisi”ni kanıtlamış bir yazardır.

Mesela... 12 Mart döneminin özeleştirisini verdi... “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı kitabıyla...

Mesela... Cumhuriyet gazetesi döneminin özeleştirisini verdi... “Biz Cumhuriyet'i Çok Sevmiştik” adlı kitabıyla...

Sanırım şimdi sıra yeni bir özeleştiride... Eğer 2000'lerin özeleştirisini de yazarsa...

“Kitap ismi” olarak benim iki önerim var:

“Ezan Sesiyle Uyanmak” ya da “Sayın Başbakan'a Tayyip dediğim günler”...
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı

İletigönderen Başkomutan » Prş May 06, 2010 19:38

Çağların fırsatı Yeni Pearl Harbor
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ ?


Olmak ya da Olmamak



Bir numaralı hedef

Türkiye, Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyasını muhafaza stratejisinde hedef olarak seçtiği bir No’lu ülkedir.

Bu gerçeği görmeden ülkemizde özellikle son üç yılda yaşanan gelişmeleri, Ergenekon tertibini, Yurtsever güçlere ve Türk Ordusu’na yönelik saldırıyı anlamak mümkün değildir.

Büyük Ortadoğu Projesi Neoconlar tarafından yürürlüğe konduktan sonra, zaman içinde Ortadoğu ve Orta Asya’nın çeşitli ülkeleri hedef tahtasına kondu.

İlk hedef Afganistan’dı. İkiz kuleler provokasyonunun ardından Amerika, Asya’nın kalbine yerleşti.

İkinci hedef olarak büyük petrol ve doğal gaz kaynaklarının sahibi olan ve 1991 yılından bu yana süren ambargolarla iyice güçsüz düşürülmüş olan Irak seçildi. 2003 yılında işgal gerçekleştirildi.


Amerika’nın hedefe ulaşmada üçüncü hedefi, İran ve Suriye olarak belirlenmişti. 2003 yılından 2005 yılına kadar, bütün Dünya; Amerika’nın İran’ı ne zaman ve nasıl vuracağını konuştu.

Ama Irak ve Afganistan halklarının kahramanca direnişi ile İran’ın bağımsızlık ve kendi gücüne güvenme politikasının yarattığı avantajlar, ABD’nin yeni bir savaşı göze almasını engelledi.

Ama hiçbir emperyalist, hegemonya hedefinden vazgeçmez. Hele Amerika gibi yarım yüzyıldır Dünyanın en büyük süper gücü olmuş bir devlet, bu konumunu elde tutmak için bütün olanaklarını sonuna kadar zorlar.


DEĞİŞEN HEDEF

2005 yılından sonra Amerika, Büyük Ortadoğu projesini uygulayabilmek için yeni bir hedef belirledi: Türkiye!


Türkiye, jeostratejik konumu bakımından daha 1990’lı yıllardan beri Amerika açısından “halledilmesi gereken” bir ülkeydi.

Ama 2003 ve 2004 yılındaki gelişmelerden sonra Türkiye, Amerika’nın hedef ülkeleri arasında bir numaraya yerleşti.

Türkiye gibi son derece önemli bir ülkeyi “düşürmek”, Amerika için Batı ve Orta Asya’da hayata geçirmeye çalıştığı Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamada büyük bir adım atması anlamına gelecekti.

NEDEN TÜRKİYE?

Amerika neden Türkiye’yi seçti. Bunun çeşitli sebepleri var:

1. Her şeyden önce varlığı, iktidarı ve geleceği ABD’ye bağlı olan AKP’nin, iktidarda olmasını saymak gerekir. Bu durum, Amerika açısından ele geçmez bir avantajdır.

2. Amerika’nın beşinci kolu durumunda olan F Tipi Gladyo devlet içine önemli ölçüde yerleşmiştir. Emniyet, bakanlıklar ve yargı içinde önemli mevziler ele geçirmiştir ve önemli bir mali güce ulaşmıştır. F Tipi Gladyo, Amerika’nın gizli operasyonlarını yürütmektedir.

3. Yıllardır uygulanan serbest piyasa uygulamalarının sonrasında Türkiye ekonomisi tamamen çökertilmiş, ekonomi çarkının dönmesi dışardan sıcak para girişine bağlı hale gelmiştir. Türkiye ekonomisi eroine bağımlı vücut gibidir.

Dünyanın sıcak para mekanizmaları emperyalist devletlerin denetiminde olduğu için, bu durum Amerika başta olmak üzere Batılı emperyalistlere Türkiye’ye karşı büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Sistem içinde hareket eden bir iktidarın bu durumda Batı’nın dayatmalarına karşı yapacağı bir şey yoktur.

4. Türkiye basınının büyük bölümü Amerika’nın ve F Tipi Gladyo’nun doğrudan elindedir veya AKP yandaşıdır. Geri kalanının büyük çoğunluğu ise yıllardır sürdürülen operasyonların sonrasında sindirilmiştir ve teslim alınmıştır.

Basının bu durumu Amerika’ya milli güçlere karşı yürüttüğü operasyonlarda büyük bir avantaj sağlamaktadır.

5. Türkiye, AB kapısına bağlanmıştır ve kıpırdayamamaktadır. Her türlü dayatmaya boyun eğmektedir. Avrupa’nın belli başlı ülkelerinin Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumsuz tutumlarına rağmen ABD’nin AB aday üyeliğinde ısrar etmesi son derece anlamlıdır.

6. Batı destekli bölücülük, gelinen aşamada ABD’nin Türkiye’ye karşı kullandığı en önemli silahlardan biri haline gelmiştir. AKP’nin “açılım” politikası, ayrılıkçılığın zeminini güçlendirmiş, kitlesel kalkışma denemelerini yapar hale getirmiş ve bu durum Demokles’in kılıcı gibi Türkiye’nin üzerinde sallanır olmuştur.

7. Ve nihayet Parlamentodaki AKP karşıtı muhalefetin, Atlantik sistemi içine sıkışıp kalması, Amerika’nın ve AKP’nin elini olağanüstü güçlendirmektedir.

Bütün bu etkenler birlikte düşünüldüğünde Türkiye, “kolay hedef” haline gelmektedir.

En azından içine düşmüş olduğu çıkmazda Amerika, bu şekilde düşünmektedir.



EZİLENLERİ SAVUNMAK

Bütün bunların sonucunda Amerika, önünde engel olan engelleri temizlemek amacıyla 2001 yılından itibaren hazırlığını yaptığı Ergenekon tertibinin düğmesine 2007 yılında bastı.

Türk Ordusu ve yurtsever aydınlar hedef alındı. Tarihimizin en büyük kanunsuzluğu sahnelendi. Benzeri görülmemiş bir psikolojik savaş yürütülüyor.

Hedef sadece Türkiye değil, bütün Batı Asya ve Orta Asya’dır. Hatta tüm ezilen dünyadır.

Onun için Ergenekon tertibi ile hedef alınan güçleri savunmak, onlarla dayanışma halinde olmak, dünya çapında tüm ezilenlerin emperyalizme karşı yürüttüğü mücadeleden yana tavır almaktır.

Yani Ergenekon tertibine karşı mücadele bugün, Türkiye’yi savunmanın ötesinde; Irak ve Afganistan’ın mazlumlarının yanı sıra tüm Asya’yı savunmak anlamına geliyor...


Mehmet Bedri Gültekin


Unutulmayan lider Josip Broz Tito diyor ki...

"...dünyanın geleceği bağımsız ülkelerin elindedir.Bugün dünyanın bağımsız ülkeler sıralamasında ülkemiz başı çekiyor. dünya savaşlarından sonra kurulan Büyük Yugoslavya federasyonu, emperyalistlerin emellerini Doğu Avrupa'nın ortasında kesmektedir.Ancak ülkemiz bir kristal küredir. Ben 'Josip Broz Tito', bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde hemen birisi gelir ve bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur.İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır.Anadoluda 'Kemalist'ler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır..."

O kristal küre Tito'nun nefesi kesildiği an tuz buz olmuştur...
En son Başkomutan tarafından Çrş Haz 16, 2010 12:50 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı

İletigönderen Başkomutan » Çrş May 12, 2010 3:32

Bir Zamanlar Bir Yugoslavya Vardı


Bugün yaşanılanların benzeri geçmişte mutlaka yaşanmış olabiliyor. Mekan, zaman ve kişiler farklı olsa da aynı benzerlikteki olaylara, tarihin sayfalarını çevirdiğinizde rastlayabiliyorsunuz. Bugün açılım adı altında sözde, "milli birlik projesi" yapıyoruz derseniz, ancak tarihe baktığınızda etnik çekişmelerin bir ülkenin birlik ve bütünlüğünü nasıl parçaladığını görürsünüz.

Yakın tarihimizde, bugün burnumuzun dibinde mezhep ayrılıklarının körüklenmesinden dolayı işgal altında olan ülkelerinde, insanların nasıl birbirlerine düştükleri göstermektedir. Aslında bunlar ibret alınması gereken olaylardır. Oysa bağımsızlık, bir ülkenin kimliği için, ayakta durabilmesi için en önemli noktadır. Ancak vatandaşların bir olup, işgale karşı gelmeleri gerektiği yerde, işgal kuvvetlerinin oyununa gelip mezhep ayrılığını daha da derinleştirmeleri akıl işi değildir.

Ne yazık ki günümüz dünyasında her şeyin yöntemi değiştiği gibi sıcak, soğuk savaş türleri de değişti, hatta çok ileri giderek yeni taktik boyut kazandı. Kimi yerlerde işgal beyinlerde başlatılırken, bazı yerlerde de, insan hakları ve demokrasi götürme uğruna, bütün dünyanın gözü önünde aşikâre bir biçimde gerçekleştirilmektedir.

Bu tür olayların tarihte yaşanmış, yanı başınızda yaşanıyor olması herkesi daha bilinçli davranmaya sevk etmelidir. Dikkatli davranmak varken, alelade bir şekilde ayrıştırmaya yol açmak, tarihi hiçbir şekilde kale almadığınız gibi, yanı başınızda olanları da görememenizin eseri olduğunu ortaya koyar.

Tarihe baktığımızda çok değil bundan 20 yıl önce dünya üzerinde Yugoslavya diye bir devlet vardı ama bugün yerinde tabiî ki yeller esmiyor, yanlız aynı coğrafyada 7-8 devlet mevcut. Hiç kimse -biz Yugoslavya mıyız ya? Demesin. Bundan 25 yıl önce Yugoslavya'nın tamamen yok olacağını her halde Yugoslavlarda söylemiyordu.

"Üçüncü Dünya"nın kurucu ülkelerinden olan Yugoslavya 1989 yılında başlayan ekonomik kriz, sosyalist rejimlerin çökmesi ve etnik çatışmalar nedeniyle tehlikeli bir duruma düştü. Bu durum Yugoslavya'nın bütünlüğünü zedeledi. İşte zedelenme iç karışıklıklara, çatışmalara sebep oldu ve tarihe gömülen devletlerarasındaki yerini aldı.

Makedonya, Slovenya, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova bu tek devlet içinden çıkan ayrı ayrı devletçikler oldu.

İşte size Yugoslavya'nın yok oluşu. Şayet siz etnik kimlikleri durmadan kaşıyarak, kendini ayrı görmeyen Türk olmakla övünen insanlarımızın da etnik kökenleri üzerinden siz farklısınız diyerek onları ötekileştirmiş olursunuz. Millet olanı, ayrıştırmak için adım atmış olursunuz. Bir daha ifade ediyorum kimsenin etnik kökeni, evinde konuştuğu dili, kabullerini hakir görmüyorum. Zaten böyle bir hakkımda olamaz. Çünkü çok iyi biliyorum ki, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin dediği gibi "Kimsenin muhterem validesini seçme şansı yoktur". Ancak millet tanımının ne ifade ettiğini bildiğim için, resmi dilimizin Türkçe olması gerektiğini, çok uluslu bir anayasa olamayacağını, Başkentin Ankara olmasının zorunluluğunu, bayrağın ay yıldızlı bayrak olması gerektiğini sonuna kadar savunurum. Bu büyük coğrafyada kurulan, büyük Türk Devletinin kurulduğu günkü gibi Milli ve Üniter olması gerekliliğini koşulsuz kabullenirim ve bu konuda taraf olduğumu beyan ediyorum.

Federe adı altında parçalara ayrılmış bir Türkiye'nin hiçbir işe yaramayacağını herkes gibi ben de bilirim. Bunu yabancılar da bildiği için, yüz yıllardır Haçlı seferleriyle, fitne fesatla, yeni sıcak ve soğuk savaş taktikleriyle parçalayıp bölemedikleri, bitiremedikleri Türkiye'yi bu şekilde ayrıştırmaya çalışmaktadırlar. Acı olan bu parçalama, yok etme senaryosunu ortaya koyan eski adıyla emperyalist, yeni adıyla Küresel güçlerin, ülkemizde kendilerine destek olan kişi ve kurumlar buluyor olabilmesidir. Kimisi bu güçlerin taşeronluğuna, kimisi lejyonerliğine soyunmaktadır. Oysa bu millet tarihin hiçbir evresinde yok olmamış, her defasında yeniden var olmasını bilmiştir. Türk milleti üzerine oynanan "yok etme" oyununu bir kez daha bozacak, dünyada yeniden söz sahibi olacağı günler için çalışacaktır.

Burnumuzun dibindeki Irak'ta neler olduğuna çok iyi bakmak lazım. Şii doktor bilmem kim, Suni avukat bilmem kim, ne güzel bütünlük. Birbirlerini yemek için fırsat kollayan insanlar. Birbirini öldüren insanlar. Ülkelerini işgal edenlere karşı savaşacaklarına, birbirlerini bombalayarak öldürmeye çalışan zavallılar. İşte bu yüzden etnik köken ve siyasi mezhep üzerinden siyaset yapılmasına karşıyız.

Ülkemizde birlik ve beraberlik içinde her insan zengin olabiliyor, istediği gibi yaşayabiliyor. İstediği yere gidip gelebildiği gibi, istediği şehre yerleşebiliyor. İstediği evde oturup, istediği arabayı alabiliyor. Kimse kimsenin etnik kökenine bakıp, dini mezhebine göre yargılamıyor. Millet olmak bunu gerektirdiği için insanlar bir arada yaşayabiliyor. Zaten Atatürk, bunarı milletleşmenin sebebi olarak gördüğünden, "Ne Mutlu Türk Olana" değil, "Ne Mutlu Türküm Diyene" demiştir.

Referanduma götürülecek olan anayasa değişikliği, yeni bir devlet düzeninin habercisi'dir. 1000 yıldır süren birlik ve beraberliğimizi eller istiyor diye bozmaya kalkmayalım, BOP'un uğruna bu kardeşliği terk etmeyelim. Anayasa değişiklikleriyle milli devletin, üniter devletin sonunu hazırlamayalım, dik duralım, tavrımızı belirleyelim.

Bizi tarihten silmek isteyen Haçlı organizasyoncuları ve onların taşeroncularına izin vermeyelim. Yugoslavya gibi olmayalım. Herkes uyanık olmalı ki hakkımızda kötü düşünenlere karşı dimdik ayakta olalım, bu art niyetli şebekeler hiçbir zaman muvaffak olamasın.


Fikri ATILBAZ
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı

İletigönderen Başkomutan » Sal Haz 15, 2010 23:00



BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ YENİDEN GÜNDEMDE..


Geçtiğimiz 2009 yılı başlarında Obama ABD devlet başkanlığını devraldığında özellikle Türkiye’de aydın geçinenler kâğıda kaleme sarılmış, Müslüman bir ABD liderinin muhteşem insanî özelliklerini sayıp dökmeye başlamışlardı.

Ekonomik kriz ABD’ni kasıp kavururken, ABD’nin BOP’nden (Büyük orta doğu projesi) vazgeçtiği iddiaları ortaya atılmıştı. Bu konuda özellikle Türkiye’de herkes konuştu; ama başkan Obama hiç de böyle bir açıklama yapmadı. Bilinmelidir ki, ABD’de başkanlar gelir gider ama dünyanın jandarması olduğunu iddia eden bu devletin ne iç ve ne de dış politikaları asla değişmez. Üstelik BOP, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından hayata geçirmeye başladığı 50 yıllık plânıdır ve 2000’li yıllar başlarken bu plânı tüm dünyaya açıklamıştır.

ABD tarafından açıklanan BOP’nin kapsadığı bölgeler ve ülkelere bakıldığı zaman ana amacın, Türkiye’yi parçalamak olduğu açıklıkla görülebilir… Çeşitli zamanlarda yanlışlıkla ortalığa dökülmüş gibi yapılarak herkesin gözüne sokulan o meşhur BOP haritasında güneybatı Asya ülkeleri, Türkiye, Orta doğu ülkeleri ve Arap yarımadası ülkelerinin parçalanarak yeniden şekillendirildiği açıkça görünmektedir.

ABD’nin bu plânı uygulatacağı maşalar da zaten herkes tarafından bilinmektedir. Ermeniler, Rumlar ve Kürtler her zamanki gibi taşeron olarak seçilirken, İsrail de Doğu Akdeniz’de ABD’nin egemenliğini oturtmasına katkı vermesi için oluşturulan en güçlü militarist devlettir.

Sözünü ettiğimiz haritaya bakıldığında yeni sınırları ABD’li stratejisiler tarafından cetvelle çizilerek küçültülen bütün ülkelerin İslam ülkeleri olduğu, bunlardan koparılan parçaların ona buna eklenerek yeniden şekillendirildiği görülmektedir. Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan Anadolu yarımadasının doğusundan kopartılan toprak parçası ise, Kuzey Irak Kürt Federasyonu’na eklenmekte ve ortaya çıkan Büyük Kürdistan, böylece Karadeniz’e kadar dayanmaktadır… ABD, Irak’ı parçalamakta maşa olarak kullandığı Kürt’leri, şimdi de Türkiye’yi parçalamak üzere görevlendiği görülmektedir…

ABD 2002 yılı başlarında Irak’a saldırmayı plânlarken, tüm dünyaya bir “şer ekseni ülkeler” bildirimi yapmıştı. Hatırlanacak olursa, Irak-Suriye-İran-Kuzey Kore şer ülkeler olarak tanımlanmış ve ilk hedef olarak da Irak seçilmişti… Irak’ın işgali tamamlanır tamamlanmaz da gündemin birinci sırasına İran oturtuldu.

Irak, kitle imha silahlarına sahip olduğu yalanına sığınılarak işgal edilmişti. İran’a ise, nükleer silah ürettiği ve nükleer silahların teröristlerin eline geçebileceği tehlikesi ortaya atılarak müdahale edilmeye hazırlanılıyor…


Batılılar nükleer silah üretince tehlikeli olmuyor, ama “İran üretebilir” korkusu tüm dünyayı titretebiliyor… Dünyanın yaşamakta olduğu son kamplaşma, BM’nin (Birleşmiş Milletler) İran için aldığı yaptırım kararlarının yeterli görülmeyerek İran’a saldırı provalarının başlatılması ile kendini ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz 2009 yılının ilk günlerinden itibaren İran’a uygulanan yaptırımlar sıkılaştırılıp, askeri müdahale seçeneği masanın başköşesine oturtulurken, Türkiye de arabuluculuğa soyundu. Türkiye’nin arabuluculuk teklifi İran tarafından, Türkiye’nin ABD ile çok sıkı müttefik olması nedeniyle defalarca reddedildi. Sonunda İran için arabuluculuk yapan ülke Brezilya oldu. Ama Türkiye de bu ülkenin yanına kendisini iliştiriverdi. İran, Türkiye ve Brezilya tarafından hazırlanarak BM’e sunulan anlaşmaya göre İran, her yıl 1200 kg. % 3,5 oranında zenginleştirilmiş uranyumunu, 120 kg. % 20 oranında uranyumla Türkiye’de takas, ederek Batılı haydutların elinden kendisini kurtaracaktır... Böylece nükleer silah yapımında kullanılan % 20 zenginleştirilmiş uranyum Batılılar tarafından İran’ın elinden alınmış olacaktır…

Söz konusu anlaşmaya göre İran’a, tıp alanında kullanması için % 3,5 oranında zenginleştirilmiş uranyum verilecektir…

BM bu anlaşmayı kabul etti ama İran, hemen ardından elinde kalan uranyumdan da % 20 oranında zenginleştirmeye devam edeceğini açıkladı. İran’ın bu açıklamayı yapmasından önce ABD, Türkiye ile Brezilya’nın kendisine danışmadan böyle bir anlaşma yapmasından rahatsız olduğunu açıklamıştı.

ABD, İran’ın açıklamasından sonra arabulucu sözleşmesinin kabul edilemez olduğunu öne sürerken, İsrail de belirli bir hareketlilik gözlenmeye başladı…

Geçtiğimiz hafta İsrail Basra körfezine 3 denizaltı gönderdi. Bunlardan ikisi, gözetim görevini tamamladıktan sonra geri dönecekler ve bir tanesi ise, sürekli olarak Basra Körfezi’nde kalmak üzere görevlendirildi… Bu noktada altı çizilmesi gereken gerçek, bu denizaltının 1500 kilometre menzil dâhilinde [yani İran’ın tümünü] vurabilecek nitelikte nükleer füzelerle donatılmış olmasıdır…

İsrail’de görülen bu hareketlenme, Türkiye’nin 3 gemi ile öncülük ettiği 8 gemilik Filistin’e yardım konvoyunun Doğu Akdeniz’de durdurulacağı haberleri arasına sıkıştı ve kendini unutturdu…

Bilindiği gibi İsrail, 2001 yılından bu yana ABD’nin desteklediği saldırılar ve tek taraflı olarak uyguladığı ambargo ile Filistin’i Gazze ve Batı Şeria olarak ikiye bölmüş durumdadır... Bu bölünmeyi ABD desteklerken, AB ise, hiçbir şekilde karşı duruş sergilemekle bir nevi onay vermiş durumdadır… Türkiye ise, çıkarlarına karşı olmasına rağmen ABD’nin sürdürdüğü politikaların müttefikliğini sürdürürken, AB’ne üye olmak üzere elinden geleni yapıyordu.

Batılı kampla bu kadar iç içe olan Türkiye’nin İsrail ile dostluğu da hiç eksilmemişti…

    Filistin’in işgal edildiği yıllarda Türkiye, İsrail ile yaptığı anlaşmalarla İsrail’in su problemini çözmesine yardım etmiş, savunma sektöründeki dış alımlarını İsrail’e yönetmişti. Hatta geçtiğimiz 2009 yılı başlarında Suriye-Türkiye arasındaki upuzun sınırda kara mayınlarının temizlenmesi işi, AKP Hükümeti tarafından mayınlı bölgedeki 650.000 dönüm arazinin organik tarım yapılması görüntüsü altında 49 yıllığına İsrail’e terk edilmek istenmiş, muhalefet partilerinin bu anlaşmayı yüksek yargıya taşıması sonucunda anlaşma iptal edilmişti… Ya bu anlaşma iptal edilmemiş olsaydı şimdi ne olacaktı?


Bir başka soru: AKP Hükümeti bu anlaşmayı yaparken Filistin işgal altında değil miydi? ABD ve İsrail ikilisi o günlerde İran’ı vurmak için fırsat kollamıyor muydu?

Davos’taki “one minute” gürültüsü yaşandığı sıralarda da İsrail’in nükleer silahları vardı ve İran’ın nükleer silah üretmesine karşı ABD ile birlikte, boyuna bosuna bakmadan zırıldıyordu.

AKP Hükümeti o döneme kadar bu gerçekleri bilmiyor olamayacağına göre, şimdi bu İsrail düşmanlığı nereden çıktı?

Bu soruların yanıtlara yanıt verilememektedir…

Bugün İsrail düşmanı kesilen AKP Hükümeti, İsrail tarafından 2004 yılında yapımına başlanan ve Kudüs’ün orta yerinden geçerek Filistinlileri hapsedecek olan 750 Km.lik duvar yapılırken, meydanlara çıkıp bağırıyorlar mıydı?.. Biz hiç duymadık..

Her ne kadar İran İslam Cumhuriyeti adı altında 2010 yılında dünyada bir şeriat diktatörlük varsa da, ABD ve AB, Batılı kamp olarak kendilerinin ürettikleri nükleer silahın İran tarafından üretilmesine şiddetle karşı çıkarken tümüyle haksızdırlar.

BAĞIMSIZ OLAN HER DEVLETİN, KENDİ TOPRAKLARI İÇERİSİNDE İSTEDİĞİ GİBİ ve İSTEDİĞİ KADAR HER ŞEYİ ÜRETME HAKKI VARDIR. TEHLİKELİ SİLAH SADECE NÜKLEER OLARAK TARİF EDİLMEMELİDİR. AMBARGO, ÇOK ULUSLU DEV İLAÇ FİRMALARININ HALK SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN KÂRLILIK PROJELERİ ve ÇOK ULUSLU SİLAH ÜRETİCİLERİNİN KÂR PLÂNLAMALARI YAPARAK ÜLKE YÖNETİMLERİNİ SAVAŞLARA SÜRÜKLEMELERİ GİBİ GİRİŞİMLER DE İNSANLIK İÇİN AYNI TEHLİKE BOYUTUNU TAŞIMAKTADIRLAR… Bu TÜRDEN EYLEMLERİ YILLARDIR SÜRDÜREN batılı güçlerin de terör suçu işlediklerini söylemek gerekmez mi?

Bu duruma diyalektik açısından baktığımız zaman ortaya çıkan sonuç şu oluyor: Batı kapitalizmİ, kendi egemenlik hakları açısından tüm İslam dünyasının ve sosyalist yapılı ülkelerin nükleer silah üretmesini kendi egemen doktrininin yayılmasına bir tehdit oluşturduğunu düşündüğü için kabul etmiyor… İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler ise, kendi var oluşlarını garanti altına alabilmek için nükleer silahın caydırıcı gücüne sahip olmak istiyorlar.

ABD ve AB, nasıl ki vahşi kapitalizmle dünya ülkelerini sömürmek istiyorsa, İran da Hizbullah’ı kendi bölgesindeki ülkelere yayarak ve radikal İslamcı doktrinini egemen kılarak, kaynaklar üzerinde pay kapmaya uğraşıyor. Arada bir fark var mı?

Bütün doktrinler yayılmak isterler ve yayılmak için de çeşitli silahlar kullanırlar. Bunların hiç birisinde halkların refahı ve mutluluğu amaç değildir.

Türkiye hiçbir yayılmacı doktrinin peşinde olan bir ülke değildir ve bundan sonra da olmamalıdır. O halde İran’ı haklı gören ve savunan AKP Hükümetinin amacı nedir?

Arabulucu olmak için bu telaş nedendir?

İsrail’in kendisi nükleer silahlara sahipken, İran’ın sahip olmamasını istemesi ne kadar haksız bir durumsa, İran’ın Ortadoğu ülkelerinde Hizbullah örgütü ile terör yaratması ve bu yoldan Dünya’ya yayılmak için nükleer silah üretmeyi amaçlaması da o kadar haksızdır.

Türkiye iki haksız eylem arasında neyi aramaktadır?.. BOP’nin başlama düdüğü ilk kez, 2001 yılında İsrail’in Filistin’e saldırı anında çalmıştı. Bu aynı düdük sesleri arasında Irak paramparça oldu. Ve şimdi sıra İran’a geldi. Çünkü BOP yeniden gündemdedir ve İsrail yeniden görev başındadır...

BOP’nin hedefindeki Türkiye ise, sözünü ettiğimiz bu emperyalist güçlerle aynı yanda yer almaktadır. Oldu mu ya?..


Selma SOYAK
(11.06.2010)
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Vira

İletigönderen Başkomutan » Çrş Oca 12, 2011 17:36

[img]http://www.haberiniz.com/images/stories/Yeni_Resimler/YAZARLAR/OZEL/satranc.jpg[/img]

Yaşananları anlayabilmek ve anlamlandırabilmek



20. yüzyılda insanlık tarihi üç büyük savaşa sahne oldu. Bunlar Birinci ve İkinci Dünya savaşı, üçüncüsü de dünyanın en büyük bloklaşmasına sebep olan ‘soğuk savaş’ dediğimiz dönemdir. Her ne kadar soğuk savaş iki binli yılların başına kadar her iki dünya savaşı kadar bir yıkıma sebep olmamışsa da, bu dönemin çekişmeleri, genellikle; kontrolsüz bir silahlanma yarışı ve uzaya sahip olma gibi rekabet anlayışıyla, milletler arası müzakere masalarında sürüp giden paylaşım iştahıyla, istihbarat servisleri arasındaki casusluk oyunlarıyla ve sınır boylarında bir güç gösterisi şeklinde devam etmiştir.

Belirsizlikler içinde geçen bu soğuk savaş döneminden sonra, özelliklede 90’lı yıllarda, Sovyetler Birliğinin dağılmasından itibaren dünya güç dengeleri de değişmeye başlamıştır. ABD’nin dünya hâkimiyetinin ideolojik tanımlaması olan Yeni Dünya Düzeni projesiyle gelişen, sonradan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını alan bu ideolojisi; vicdan, hukuk, merhamet gibi hiçbir insanlık değerine yer ve aman vermeden kan ve gözyaşı akıtmıştır.

Bilhassa başta Kafkaslar ve Balkanlar olmak üzere, düşük yoğunluklu çatışma adı verilen, ancak bu bölgede çıkarı olan büyük devletlerin desteklediği terörist eylemler; büyük bir insanlık dramına yol açan savaşlara dönüşmüştür. Toplumsal ayrışmayı ve çatışmayı besleyen etnik ve dinsel nitelikli çatışmalardan şüphesiz ki, en büyük zararı ve yarayı Müslüman topluluklar almıştır.

Asırlardır yurtları olan topraklar bir yığın baskı ve dayatmalarla parçalanmış, can, mal, namus ve hürriyet güvenlikleri ayaklar altına alınmıştır. Denize çıkışı olmayan yeni sınırlar içinde, adeta hapishane hayatı yaşamaya başlamışlardır.

Yeni Dünya Düzeni’nin sebep olduğu ve neredeyse soğuk savaş dönemini özletecek bu vahşet görüntüleri, akan kan ve gözyaşı, maalesef bugün hâlen Balkanlar’da Kafkasya ve Orta Doğu’da en acımasız şekliyle sürüp gitmektedir.

ABD’nin öncülük ettiği bu yeni vahşi akımın temel hedefi ve gayesi bu bölgelerdeki enerji yataklarına sahip olmak, rezervlerin geçtiği ve geçeceği nakil hatları üzerinde kontrolün yegâne sahibi olmaktır.

Hatırlanacak olursa, 19. yüzyılda Dünya siyasetinde oynadığı rolü, bu yüzyılda da ele geçiren ABD; özellikle stratejik enerji kaynaklarını kaybetmemek için tüm acımasızlığıyla hareket etmektedir.

ABD, Jeopolitik ve jeostratejik hedeflerini, bir devlet terörü şeklinde gerçekleştirmektedir. Bölgedeki yönetimleri değiştirmiş, terör örgütlerine gizli-açık destek vererek, milli devletleri parçalayacak yeni federatif yapılanmalara öncülük etmiş ve etmeye devam etmektedir.

ABD’nin, Rusya ve diğer ülkelerin ölümüne rekabet ettiği bu stratejik enerji kaynaklarını topraklarında barındıran ülkeler de, elbette ki bir güvenlik ve bağımsızlık tehdidiyle karşı karşıyadırlar. Ancak hem enerji kaynaklarına sahip, hem de jeopolitik ve stratejik önemi olan ülkeler, şayet milli bir siyaset oluşturabilecek olurlarsa, sahip oldukları bu üstünlük; ülkelerinin bağımsızlığını koruyan, geleceğinin de teminatı olan bir kalkana, refah toplumu olmalarına vesile olacak bir zenginliğe dönüşür.


Hülasa; Milli varlığımızı koruyan ve geliştiren Türk Milliyetçiliği dünya görüşü aynı zaman da milletler arasındaki rekabette milli çıkarlarımızı ve güvenliğimizi sigorta altına alan en büyük şuurdur. Lakin mevcut AKP iktidarının AB sevdalısı tutumu ve ABD’ye olan bağımlılığı sebebiyle, ülkemizin milli dış politika ekseni tamamen kaybolmak üzeredir.

AKP hükümeti, bu karanlık gidişatı sahte başarı ambalajıyla pazarlamaya çalışmaktadır. Diğer taraftan başta başbakan Erdoğan olmak üzere bilcümle AKP kadroları, tüm imkânlarıyla birlikte Türk milliyetçilerinin üzerine gelmekte, onları siyaset sahnesinden bertaraf edebilmek için olanca güçleriyle saldırmaktadırlar. Hâlbuki Türk milliyetçilerini hedef tahtasına oturtmak; Türk milletinin temel maddi -manevi savunma dinamiklerini çökertmekle eş anlamlıdır.


ABBAS BOZYEL
12 Ocak 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Vira

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Oca 12, 2011 20:17

Kıvırcık Ali - Dünyayı Birbirine Vuruştur Hıdo Vuruştur

Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Viraj-

İletigönderen Başkomutan » Pzt Ağu 01, 2011 20:08

PSİKOLOJİK HARBİN ŞEYTANA TAPAN PİYONLARI

Askeri literatürde harbin hedefi; “Düşman halkın, harbe devam azim ve iradesini kırmak” olarak tarif edilir.

Bunun anlamı; “Eğer siz, psikolojik harekât yürüterek, düşman tarafın halkını bezdirir ve bu savaşı kazanamayacaklarına ve hatta kaybettiklerine ikna edebilirseniz, o halkın ordusunu yenmeden zaferi kazanabilirsiniz. Çünkü o halk, kendi ordusunu maddi ve manevi bakımdan desteklemekten vazgeçer ve sizin yenmenize gerek kalmadan kendi ordusunun icabına bakar.”

Tarihte, orduları yenilmediği halde “harbe devam azim ve iradeleri kırıldığı” için karşı tarafa teslim olan milletler vardır.

Örneğin:

Uluslar arası bir anlaşmayla Kore’nin bağımsızlığı kabul edildiği sırada Japonlar tarafından işgal edildiğinde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt;

“Kore kesin olarak Japonya’nındır. Bir antlaşma ile Kore’nin bağımsız olması gerektiğinin kararlaştırıldığı doğrudur. Fakat Kore, bu antlaşmanın uygulanmasını zorlayacak güce sahip değildir. Korelilerin kendileri için yapmaya muktedir olmadıkları bir şeyi, onlar için başkalarının yapmasını beklemek olanaksızdır. Bir ulusun kendi gücüyle koruyamadığı bir şey, uluslar arası toplum tarafından da korunamaz” demiştir.

Diğer taraftan, bir harp çeşitli muharebelerden oluşur. Bu muharebelerin bazılarını kazanır, bazılarını ise kaybedersiniz. Bazen taarruz eder, bazen savunmaya geçersiniz ve hatta geri çekilirsiniz. Bazen tuzağa düşürür ve bazen tuzağa düşersiniz. Bütün bunlar harbin doğasında vardır. Bir muharebeyi kaybetmek ve birkaç tuzağa düşmek Ordunuzun ve halk olarak sizin yenildiğiniz anlamına gelmez.

Belirtilen nedenlerden dolayı, devletler bir harbe girdikleri zaman; Orduları cephede savaşırken, ayni zamanda “düşman halkın harbe devam azim ve iradesini kırmak” için yoğun bir psikolojik harekât başlatırlar. Diğer taraftan da “kendi halklarının morallerini yükseltmek ve harbe devam azim ve iradelerini güçlendirmek” için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.


Bilindiği gibi PKK; Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu, Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeydoğusunu ve İran’ın kuzeybatısını kapsayan bölgede, aşağıdaki haritada görüldüğü gibi bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı amaçlayan silahlı bir terör örgütüdür.

Hâlihazırda, Kuzey Irak topraklarını ele geçirerek, Barzani’nin kontrolünde “Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni” kurdular. Şimdi de, aynı haritada da görüldüğü gibi, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki topraklarını bölerek “Demokratik Özerklik” yutturmacısıyla, tam bağımsızlığa giden yolu açmak istiyorlar.

Bu maksatla; hak, hukuk, adalet, insan hakları, ileri demokrasi ve analar ağlamasın gibi yüce insani değerlerin arkasına gizlenerek, bir taraftan barış çağrıları yaparken diğer taraftan en kanlı terör eylemlerini gerçekleştiriyorlar.

Bu arada, Türk halkının “Terörle mücadeleye devam azim ve iradesini kırmak ve bezdirerek teröre teslim olmasını sağlamak için” harp tarihinin gördüğü en ahlaksız psikolojik harekâtını uyguluyorlar ve Türk halkının kendi Ordusu’na olan güveni yok etmeye çalışıyorlar.


Şimdi aşağıdaki resme dikkatle bakınız:


Ne görüyorsunuz?

İhtiyar bir hanım mı, yoksa genç bir bayan mı görüyorsunuz?

Aslında, bu şeklin içinde her iki resim de var.


Hangi şekli görmüş olursanız olunuz artık şuur altınız, başlangıçta görmüş olduğunuz ilk resme şartlanmıştır.

Sizlere, bu resmin içinde her iki hanımın da var olduğu söylenmesine rağmen, ikinci resmi görmekte zorluk çekmektesiniz.

İşte psikolojik harp böyle bir şeydir.

Sahip oldukları gazete ve televizyonlarda, dolap beygiri gibi durmadan dönen medya tetikçileri kanalıyla; Ordunuzun yenildiğini, Komutanlarınızın yeteneksiz olduğunu ve hatta düşmanla işbirliği yaptığını, artık bu mücadeleyi sürdürmenin anlamsız olduğunu şuur altınıza oya işler gibi nakşetmeye çalışırlar.

İşte Türkiye’de oynanan oyun budur.

Bıkmadan usanmadan 365 gün 24 saat kendi Ordusu’nun ve komutanlarının aleyhine yapılan medya bombardımanına maruz kalan beyinler, şuur altlarına işlenen resmin etkisinde kalarak gerçek resmi görmemeye başlıyorlar.

Türk halkının “Terörle mücadeleye devam azim ve iradesini kırmak” amacıyla PKK ile Yandaşı bölücüler tarafından yürütülen psikolojik harekâta, bilerek destek veren satılmış piyonlar veya bilmeyerek alet olan sözde aydınlar, Türk Ordusu aleyhinde bakın neler söylüyorlar:

    a. “Asker; Camiye bomba atmak, kendi uçağımızı düşürüp bunu Yunanistan'ın üstüne atarak savaş çıkarmak, PKK'nın çarpışmayı sürdürebilmesi için gene kendi uçağımızı düşürerek engellemek, cephanesi biten PKK militanlarına iki kamyon mermi göndermek gibi SAPIK işlere kalkışmayacak… Vatana ihanet etmeyecek…” (Engin ARDIÇ, 27 Ağustos 2010,Sabah Gazetesi)

b. “Ordumuz bu savaşı kaybetti; Bir ordu kendi halkına savaş açar mı? Kendi halkına savaş açan ordunun, işgal ordusundan ne farkı kalır Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinden geldiğini gösteriyor… Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu "kurumsal yapı"ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım… Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var…” (Mümtazer TÜRKÖNE “Vesayet ve Demokrasi” konulu Abant Platformu ve Zaman Gazetesi, 29 Ekim 2009,11 TEMMUZ 2010)

    c. “Katilleri yakalamakla yükümlü bir örgütün (yani TSK)içine katiller sızmış… Balyoz İddianamesi’ne göre “katil doğanlar” devlet içine yuvalanmışlar... ÇAKMA ASKERİ CUMHURİYETİ toptan AB standartlarında demokratik bir cumhuriyet’e dönüştürmeden her şey boş” (Mehmet ALTAN, Star Gazetesi, 17 HAZİRAN 2010)

d. “PKK, orduyu, eski zaman argosuyla söylersek, KÜLLÜM ediyor.
Öyle bir mangayı falan pusuya düşürmüyor… En seçkin birlikler denen komando tugayına saldırıyor… Ordu, PKK’nın peşinde değil, PKK ordunun peşinde gibi bir görüntü var… PKK orduyu hallaç pamuğu gibi atıyor… Bu ordu, ordu değil.” (Ahmet ALTAN, 22 TEMMUZ 2010, Taraf Gazetesi)

    e. “Türkiye’de son günlerde bölgesel demokratik özerklik talepleri dile getiriliyor.
    Darbeci paşalara karşı çok uysal ve anlayışlı savcılarımız demokratik özerklik talepleri karşısında hemen aslan kesiliyorlar…” (Eser KARAKAŞ, Star Gazetesi, “Lozan’ı Herkese Uygulamak” konulu yazısı)

f. “Askeri okullarda Marksist, Leninist, ateist, mason ideoloji ve kültürü egemen kılınmaya çalışılıyor... Bugün TSK’nin en büyük sıkıntısı dinden tecrit edilmiş bir eğitim sistemi… Askeri eğitim doktrini Dinden uzak durmayı öğretiyor… Askerlik yaşam tarzı olarak görülüyor. Bu bir bakıma askerliğin din olarak görüldüğü algısını oluşturuyor… İlk günden itibaren dinden uzak durulması gerektiği telkin ediliyor... Öğrencilik yıllarında alkol kullanımı kesinlikle tavsiye edilen, olmazsa olmaz olarak sunulmaya çalışılan bir konu.”(Haber Vaktim Editörü, 13 TEMMUZ 2010)

    g. “ Bu Orduyu 3’e bölüp; bir kısmını Ermenilere, bir kısmını Yunanlılara, bir kısmını Yahudilere verelim. Biz de kurtulalım… Bizim askerimiz dinimize karşı, geleneklerimize karşı, Osmanlıya karşı, tarihimize karşı, milletimize karşı, ne diye besliyoruz bunları” (Abdurrahman DİLİPAK’ın yazısına HABİB rumuzlu okuyucu yorumu)

h. Gazete köşelerinde ve televizyonlarda, bu gibi yorumları yapanlar, lafı evirip çevirip Cengiz Çandar’ın, TESEV adına hazırladığı "Dağdan İniş - PKK Nasıl Silah Bırakır" başlıklı raporunu sunarken söylediği şu sonuca getiriyorlar:

“2007 sonrasında sivil otoritenin askeri otoriteye "askeri olarak PKK'ya son verebilecek misiniz" sorusunu yönelttiğini, ‘bu soruya kesin bir olumlu karşılık alınmaması üzerine demokratik açılım hazırlıklarına girişildiğini’ söylüyor ve bu haberi "üst düzey devlet yetkililerinden aldığını” bildiriyor”

Neymiş?

Hükümet, Genelkurmay Başkanlığına “Askeri olarak PKK’ya son verebilecek misiniz” diye sormuş. Askerler “Olumlu cevap” verememiş. Bunun üzerine Hükümet “Kürt açılımını” başlatmış.

İşte psikolojik harp budur.

Halkın “kendi ordusuna güvenini sarsmak, terörle mücadele azim ve iradesini kırmak, teröre teslim olmasını sağlamak ve bölücüler ne istiyorsa verelim kurtulalım” bezginliğini şuuraltına işlemek işte böyle yapılır.

Zannederim, bu kadar cinliğe şeytan bile şapka çıkarır.

Acaba, beyinlerimize işlenmek istenen resim doğru mu?

Türk Silahlı Kuvvetleri gerçekten PKK ile başa çıkamıyor mu?

Şuuraltımıza işlenmek istenen psikolojik harp yalanlarından kurtularak gerçekleri görebilmek için somut rakamlara ve uluslararası araştırma kurumlarının tarafsız raporlarına bakalım:

Bu ordu, 2002 yılında PKK’yı hallaç pamuğu gibi atarak terörü (6 şehidimizle) nerdeyse “SIFIR” seviyesine indirdi. PKK marjinalleşti ve eylem yapamaz hale geldi.

Bu başarı, terör belasından çeken pek çok devletin gözünü kamaştırdı. Düzenli bir ordunun, terörü nasıl bitirdiğini incelemek ve dersler çıkarmak için, uzmanlarını Türkiye’ye gönderdiler. ABD, İngiltere, İspanya ve Endonezya, söz konusu devletlerden bazılarıydı. Bunları Cengiz Çandar gibiler de bilir ama işlerine gelmediği için söylemezler.

Zamanın Genelkurmay Başkanı; “Asker olarak biz görevimizi yaptık. Şimdi sıra siyasilerde gerekli düzenlemeleri yapın ve dağa çıkışı önleyecek tedbirleri alın” dediğini ne çabuk unutuyorlar.

Bugünkü terörü, askerin elini kolunu bağlayarak ve bağlatarak onlar azdırdı.

Örneğin;

Eğer gözümüz kör değilse, Ordumuzun PKK’yı hallaç pamuğu gibi attığı, 2002 yılındaki şehit sayısına bakalım,
Bir de, Ordunun elini kolunu her bağlayışlarında, her geçen yıl şehit sayımızın nasıl arttığına bakalım.

2002 6

2003 31

2004 75

2005 105

2006 111

2007 146

2008 171

2009 135 (ilk 6 ay)

2010 77

PKK ağzıyla konuşanların ellerine, yüzlerine, yazılarına, dillerine ve kara vicdanlarına, şehitlerimizin akan kanları bulaşmış. Bu lekeyi 7 sülaleleri temizleyemeyecek.

Vatanını, vicdanını, bilimini ve kalemini satmış olanların ve bölücülerin ağzıyla konuşanların bu gibi iddialarına, Amerika Birleşik Devletlerinin en önemli düşünce kuruluşu “RAND corporation” tarafından 2010 yılında yayınlanan “Victory Has a Thousand Fathers” başlıklı raporun en iyi cevabı verdiğini Cengiz Çandar gibiler ve Hükümet bal gibi bilir. Ama işlerine gelmediği için bunu söylemezler.

Bu rapora göre;

1) Bölücü teröristlerle düşük yoğunluklu harp içinde olan 30 ülke inceleniyor.

2) Değerlendirme kriteri olarak 50 faktör kullanılıyor.

3) Değerlendirmede 1984–1999 yılları kapsanıyor.

4) Sonuç olarak; bölücü terörle mücadelede 22 ülkenin yenildiği ve 8 ülkenin ise terörü yendiği ortaya çıkıyor.

5) Türkiye, bölücü terörü yenebilen sayılı ülkeler arasında yer alıyor.



    Son yıllarda terörün azgınlaşmasının ve Türk Ordusunun elinin ve kolunun bağlanmasının sebeplerini ise; siyasi iktidarlar ile Terörle mücadele etmiş askerleri düzmece ihbarlarla, terörist diye tutuklatmak için şeytani kampanyalar düzenleyenlerin açıklaması gerekmektedir.

Terörle mücadelede, tüm devlet kurumlarının elbirliği içinde topyekûn mücadele etmeleri zorunludur. Terör örgütünün dış desteklerini ve finans kaynaklarını kesmek, dağa çıkışları önlemek ve sosyal reformları yapmak, askerin değil siyasi iktidarın yani hükümetin görevidir.

Bütün bunları göz ardı ederek “Ey millet, bakın Türk Ordusu PKK ile başa çıkamam diyor. Bu nedenle, Abdullah Öcalan’ın istekleri yönünde demokratik açılım yapmaktan başka çaremiz kalmadı mesajını vermek veya böyle bir algıyı oluşturmak” alçaklığın ve şeytanlığın ta kendisidir.

Roma imparatoru Neron’un, Roma’yı yakarak bir tepeden zevkle seyretmesi ve Roma, yanıp bitip kül olduktan sonra, bu defa yangının sorumluluğunu başkalarının üzerine atarak rakiplerini tasfiye etmesi gibi; Atatürk Cumhuriyetini yakmak, Kemalist aydınları ve Türk Ordusunu tasfiye etmek isteyenler, amaçlarına asla ulaşamayacaktır.

Çünkü bu millet, er veya geç, kurulan bu şeytani tezgâhların farkına varacaktır. Üzerinde özgürce yaşadığımız bu Cumhuriyetin ve zor zamanlarda canımızı, malımızı, namusumuzu ve vatanımızı koruyacak olan bu Ordu’nun tarumar edilmesini, aklı başında hiç kimse ellerini ovuşturarak Neron gibi zevkle seyredemez.

Hatırlarsanız; devletler bir harbe girdikleri zaman; Orduları cephede savaşırken, ayni zamanda “düşman halkın harbe devam azim ve iradesini kırmak” için yoğun bir psikolojik harekât başlatırlar. Diğer taraftan da “kendi halklarının morallerini yükseltmek ve harbe devam azim ve iradelerini güçlendirmek” için ellerinden gelen her şeyi yaparlar demiştik.

Türk Halkının “Terörle mücadeleye devam azim ve iradesini kırarak teröre teslim olması” sağlanmaya çalışılırken, Türk Ordusu’nun yaklaşık 5 Bin şehidine karşılık 30 Bin teröristini kaybetmiş olan bölücülere bakın nasıl moral verilerek “Mücadeleye devam azim ve iradeleri güçlendirilmeye” çalışılıyor.

PKK’ya yakınlığıyla bilinen haber ajansında “İran’ın Kandil operasyonunun perde arkası” hakkında şu değerlendirme yapılıyor:

“PKK ve PJAK gerilla güçlerine karşı yapılan operasyon İran, Irak, Türkiye ittifakları sonucu ortaya çıkmış bir durumdur…

Geçmişten beri Irak, Türkiye, İran ve Suriye devletlerinin her ne kadar ciddi çelişkileri olsa da Kürt sorunu noktasında uzlaştıkları bilinen bir gerçektir. Çünkü hepsinin ortak noktası ve yumuşak karınları Kürt sorunudur…

Mevcut konumda Türkiye; ABD, İngiltere ya da İsrail ile birlikte bölgenin dizaynında rol almak istiyorsa ve bu konuda İran ve Suriye ile yol ayrımına girmiş ise, Kürt sorununu inkâr ve imha etme politikasının iflasından kaynaklanmaktadır.

Neymiş?

“Türkiye; Amerika, İngiltere ve İsrail’le birlikte bölgenin dizaynında (BOP projesinde) rol almak istediği ve Kürt sorununu inkâr ve imha etme politikası iflas ettiği için İran ve Suriye ile yollarını ayırmış.

Değerlendirmeye devam ediyorlar ve:

“Türkiye bölgede bir daha asla Kürt sorununu inkar edilemez olduğunu, mutlaka ama mutlaka bir çözümün bulunması gerektiğini gördüğü için bu devletlerle yollarını ayırdı. Şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye Kürt inkar ve imha politikasında gözü arkada kalmış bir durumdadır. Yani bir yerden umut görürse tekrardan geriye dönüşe hazır bir durumdadır. Çünkü Türkiye devleti kendi isteğiyle bu noktaya gelmedi, Kürt özgürlük hareketi Türkiye devletinin kafasına vura vura bu noktaya getirdi” diyorlar.

Neymiş?

Türkiye; Kürtleri inkâr ve imha politikasından neden vazgeçmiş?

“Çünkü Kürt özgürlük hareketi yani PKK terörü TÜRKİYE DEVLETİNİN KAFASINA VURA VURA BU NOKTAYA GETİRMİŞ.”

Ey Millet; görüyor musunuz? Duyuyor musunuz? Anlıyor musunuz?

    “Türk Devleti, yaptığı bütün açılımları isteyerek yapmadı, PKK olarak kafasına vura vura biz yaptırdık. Bu nedenle bizi terör eylemlerinden vazgeçirmeye çalışmayın, kafalarına vurmaya devam etmezsek bağımsız Kürt Devleti’ni kuramayız” diyorlar.

    Şimdi anladınız mı; siz ne verirseniz verin, ne kadar açılım yaparsanız yapın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarını komple verip, bağımsız Kürt Devleti’ni tanımadıkça terörden vazgeçmeyecekler.

13 vatan evladının şehit düştüğü gün, bölücüler tarafından ilan edilen Özerk Kürdistan için; “Özgür Bireyler Topluluğu-Nasname” isimli Kürt Sitesinde:

“Özerk Kürdistan, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını kullandığı, koşullar gereği şimdilik ilan edemediği bağımsız devletin ön hazırlığıdır” diyerek, Türkiye’yi bölüp bağımsızlıklarını ilan edinceye kadar durmayacaklarını açıkça ilan ediyorlar.

Şimdi anladınız mı; aklını, kalemini ve vicdanını parayla satmış olan bazı alçakların, Türk Halkını kendi Ordusuna karşı neden kışkırtmaya ve Türk askerinin elini ve kolunu bağlamaya çalıştıklarını?

Değerlendirmeye devam ediyorlar ve:

Kandil operasyonu planın “ ilk aşamasında, İran devleti Kandil bölgesine geniş kapsamlı bir operasyon yaparak burada gerilla güçlerini çıkartmayı…

İran buradaki güçlerin bir kısmını Xınıre ve Xaxurke alanlarına kaydırarak burada Türkiye ile birlikte ortak operasyon yapmayı…

PKK ve PJAK gerilla güçleri buradan da söküldükten sonra esas son darbeyi yine Türkiye devletinin vurmayı düşündüğü,

Haftanin, Gara, Metina ve Zap bölgelerine havadan, karadan bir operasyon ile gerilla güçlerini tamamıyla tasfiye etmeyi planladığı” anlatılıyor ve

“Bu iki aşama başarılmadan Türkiye böylesi kritik bir operasyonu göze almayacaktır. Çünkü bu operasyona Türkiye’nin dahil olması demek, tekrardan statükoda ısrar eden güçlerin (İran ve Suriye) cephesinde yer alarak Amerika ve İsrail’in bölgeyi dizayn etme girişimlerine karşı durmak olacaktır” deniyor.

Neymiş?

Şimdi anladınız mı; “İran; Kandil de tamamen başarılı olup, birinci ve ikinci aşama tamamlanmadan, Türkiye; Haftanin, Gara, Metina ve Zap bölgelerine havadan ve karadan bir operasyon yaparak PKK’yı tamamıyla tasfiye etmeyi göze alamazmış.”

“Çünkü bu operasyona Türkiye’nin dâhil olması demek, tekrardan statükoda ısrar eden güçlerin yani İran ve Suriye’nin cephesinde yer alıp, Amerika ve İsrail’in bölgeyi dizayn etme girişimlerine karşı durmak olurmuş ki, Türkiye bunu göze alamazmış.”

Değerlendirmeye devam ediyorlar ve bu plana bir aylık bir ömür biçerek, Amerika ve İsrail’e rağmen bu planın başarılı olamayacağını ima ediyorlar ve:

a. Türkiye tarafından İran’a verilmiş olan şansın sona ermiş olacağını,

b. İran’ın ciddi bir krizin içine itileceğini,

c. Her şeyden önce PKK ve PJAK gerilla güçlerinin bölgede ciddi bir itibar kazanacağını,

d. Bulundukları bölgede hiçbir gücün onları çıkaramayacağı hususunun kesinlik kazanmış olacağını,

e. Yine Kürdistan’ın dört parçasında, PKK gerilla güçlerinin, Kürtlerin koruyucu gücü olarak görüleceğini, iddia ediyorlar.

İşte, Türk Silahlı Kuvvetleri karşısında binlerce terörist kaybetmelerine rağmen “kendi yandaşlarının morallerini yükseltmek ve harbe devam azim ve iradelerini güçlendirmek” böyle oluyor.

Kendi yandaşlarına ve terör örgütünün militanlarına verdikleri mesaj çok açık:

a. Korkmayın, İran’ın Kandil Operasyonu başarılı olmayacak. Çünkü:

1) PKK militanları çok iyi savaşıyor.

2) Ayrıca Amerika ve İsrail, İran’ın başarılı olmasına izin vermez.

b. Türkiye; Haftanin, Gara, Metina ve Zap bölgelerine havadan ve karadan bir operasyon yapmayı göze alamaz. Çünkü Amerika buna müsaade etmez.

c. Kürdistan’ın dört parçasında, PKK’nın gerilla kuvvetleri, Kürtlerin tek koruyucu gücüdür. O’na sahip çıkın ve destekleyin.

d. Türkiye; Kürtleri inkâr ve imha politikasından kendiliğinden vazgeçmedi. “Çünkü Kürt özgürlük hareketi yani PKK terörü TÜRKİYE DEVLETİNİN KAFASINA VURA VURA BU NOKTAYA GETİRDİ bunu unutmayın.

Televizyon kanallarını dolap beygiri gibi dolaşarak bıkmadan usanmadan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve Komutanlarını yıpratmaya çalışanlar, köşe yazılarında Türk Ordusu’na küfretmeyi aydın olmanın gereği sayanlar, Cumhuriyet ve Ordu düşmanlarına sahip oldukları medya kanallarını zevkle açanlar, kendi Ordusunu aşağılamayı devlet adamlığının gereği sayanlar, kalemini ve vicdanını parayla satanlar;

a. Allah sizleri ıslah etsin demiyorum çünkü ıslah olmayacağınızı biliyorum.

b. Tarihe not düşmek ve gelecek nesillere ibret belgesi bırakmak için sizlerden bahsediyorum.

c. Bu ülkenin Cumhurbaşkanına, Başbakanına ve Bakanlarına da, sade bir vatandaş olarak soruyorum:


1) Sahi siz “Kürtleri inkâr ve imha politikasından vazgeçtik” derken, sizden evvelki hükümetlerin imha ve inkâr politikası yürüttüğünü mü kabul ediyorsunuz?

2) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı sizleri “Kürtleri inkâr ve imha politikasından” vazgeçirdi?

3) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı sizleri “Kürt açılımını” başlatmak zorunda bıraktı?

4) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı, İmralı’daki terörist başını Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabı bir lider konumuna yükseltip görüşmeye ve O’nun tam bağımsızlığa yol açan “Demokratik Özerklik taleplerini” kabule zorladı?

5) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı, Habur Sınır Kapısından giren teröristlerin ayağına, Türk Hukukunda olmayan seyyar mahkeme göndermenizi sağladı?

6) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı, pişman olmadıklarını söyleyen teröristlerin, pişmanlık yasasından yararlandırılıp serbest bırakılmalarını sağladı?

7) PKK’lılar, kafanıza vura vura mı, teröristler serbest bırakılırken Türk Ordusu’nun terörle mücadele eden askerlerinin, isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarına ve polisin sehven sokuşturduğu sahte delillere dayanarak tutuklanmaları sağlandı?

8- Türk Ordusu’nun, Irak'ın kuzeyindeki terörist yuvalarına sınır ötesi harekât yapmasına, Amerika Birleşik Devletleri müsaade etmediği için mi izin vermiyorsunuz?

9) Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde; Amerika, İngiltere ve İsrail’le birlikte rol almak istediğiniz için mi, Suriye ve İran ile yollarınızı ayırdınız? Bunun için mi “Kürt açılımını” başlatmak zorunda kaldınız?

Bütün bunları ben uydurmuyorum, bölücüler ve PKK’lılar iddia ediyor.

Hatta:

a. BDP Milletvekili Emine Ayna demokratik özerklik ilânı için:
“Ben artık senden talep etmiyorum. Ben yapıyorum. Sana düşen beni tanımaktır!” diyor.

b. İmralı’daki bebek katili:

“15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar” diyor.

c. BDP Milletvekili Bengi Yıldız:

“Demokratik özerklikle ilgili Özerk yerlerin Ankara'ya vergi vermemesi ama devletten yardım almasının gerektiğini” söylüyor.

d. Bölücüler ve PKK’lılar:

“Kürt özgürlük hareketi yani PKK terörü TÜRKİYE DEVLETİNİN KAFASINA VURA VURA BU NOKTAYA GETİRDİ” diyor.


Bu Devlete, bu Millete, bu Cumhuriyete, bu Orduya ve bu Halka meydan okunuyor.

Ben de; “iktidara, şeyhine, şıhına, hocasına, hoca efendisine, ağasına veya para babasına” biat etmemiş fikri hür ve vicdanı hür bir vatandaş olarak sadece soruyorum.

Yoksa sormakla hata mı ettim?

Bazılarının dediği gibi “Başbakana dokunmanın bile ibadet olduğunu” unutup günaha mı girdim?


Ey millet uyan:

Bizim, evlatlarımızın ve torunlarımızın beyinlerini yıkıyorlar. Düşünmemizi, sorgulamamızı ve gerçekleri görmemizi istemiyorlar. Kendilerinin istedikleri şeyleri düşünmemizi ve sanal bir dünyada yaşamamızı kurnazca zihinlerimize sokuyorlar.

Yani çok fazla düşünmemiz, uyanmamız, sorgulamamız ve bazı şeyleri anlayıp eleştirmemiz, önemli insanların işine gelmiyor.

İnanmamızı istedikleri yalanları bize gerçekmiş gibi sunuyorlar ve inandırıyorlar. Çünkü Hitler’in propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in söylediği gibi;

“Bir şeyler hakkında konuşmaya devam eder ve sürekli aynı şeyleri tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanır.”


İşte böyle, eğitim yoluyla uyuşturulan beyinlerimizi medya yoluyla yıkamaya ve kendi yalanlarına inandırmaya çalışıyorlar.


Emekli Tuğgeneral Hikmet Yavaş
01 Ağustos 2011
askerhaber.com


Ergenekon, Balyoz vesaire adları verilen tertiplerin Amerika tarafından planlanıp yönetildiğine dair bir belge daha...
Aydınlık gazetesi, Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği'nin seçimlerden 10 gün önce, 2 Haziran 2011'de Vaşington'a yolladığı telgrafı ele geçirdi.

Seçimler, Türk Ordusu, özerklik gibi konuların işlendiği kripto (gizli telgraf) bugünkü Aydınlık'ta manşet oldu.

Büyükelçiliğin Siyasi Müsteşarı Berna Keen'in "çok gizli" notu düşerek çektiği kriptodan bölümler :

"Türk Silahlı Kuvvetleri muvazzaf personeli ile ilgili plan uygulamaları, beklenen gelişmeler doğrultusunda oluşmaktadır. İnisiyatifleri nötrdür.
Aksi gelişmeler konusunda herhangi bir emare bulunmamaktadır. Genelkurmay eski başkanlarının yargılanmaları hususunda hukuki alt yapı hazırlıkları tamamlanmak üzeredir. Yargılamalar hızlanacaktır. (LS plan) Profesyonel ordu çalışmaları tamamlanmak üzeredir."

"Avrupa'da Kürt egemenlik hareketi ofislerine gereken düzenleyici katkılar uygulamaya sokulmalıdır. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nde Kürt Temsilci Masası mutlaka gündeme getirilmelidir."

Resim

tarafsızhaber
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: ABD gizli ordusunun Türkiye'yi yok etme savaşı -Son Viraj-

İletigönderen Başkomutan » Sal Ara 20, 2011 21:27

BOP’la Türkiye Dahil 22 Ülkenin Sınırı Değişecek

Duyduk duymadık demeyin! 25. Abant Platformunda, Arap baharından Türkiye üzerine düşeni almalı, ikazı çıktı.

Bazı cümleler mıh gibi çakılır ya beynimize, Mete Tunçay’ın 11. Abant’ta söylediği de öyleydi. 14-15 Temmuz 2006’da yapılan 11. Abant Platformuna, etkili, yetkili 130 kişi katılmıştı. Adı “Küresel Politikalar ve Ortadoğu’nun Geleceği" idi.(1)

Gün geçtikçe daha da içinden çıkılmaz bir hale bürünen bölgede büyük değişikliklerin vakti gelmiştir… Bu sebeplerle, demokrasi tartışılmaz biçimde acil olarak gereklidir. Sorun bu gerekliliğin Amerikan askeri gücüyle mi, başka yollarla mı yerine getirileceğidir.
(Mete Tunçay- Abant Platformu Eş başkanı-11. A.Platformu)

17 Temmuz 2006’da yayınlanan sonuç bildirgesinde: “Bölgenin köklü bir değişimden geçmesi konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur” deniliyordu. BOP denilen Amerikan senaryosu, bölgesel aktörleriyle milletin kulağına böyle üfleniyordu beş yıl önce. Dedikleri bir bir oldu.

Nereden biliyorlar-dı?


25. Abant Platformu 3-4 Aralık 2011’de toplandı. “Arap baharından sonra Ortadoğu’nun geleceği ve Türkiye” adlı toplantının 7 Aralık 2011’de yayınlanan sonuç bildirgesi ülkemizi yakından ilgilendiriyor.


* İlk olarak bütün yönetimler halklarına karşı şiddet kullanmaktan derhal vazgeçmelidirler…

* Sürece katılan bütün aktörler eski otoriter rejimlerin farklı biçimlerde kendini yeniden inşa etmek isteyeceğini göz önünde tutarak, rejimlerin değiştirilmesi kadar demokrasinin kurumsallaşmasını ve sivil toplumun gelişmesini sağlamak ve bu bağlamda eski rejimlerin kurumsal kalıntılarını ortadan kaldırmak olmalıdır.

* Ortadoğu çok kültürlü bir alandır… Hiç bir siyasi gelişme Ortadoğu’nun bu kadim gerçekliği ile çatışmamalıdır. Bu nedenle Ortadoğu’da iktidarları devralacak grupların bir an önce farklı inanç, etnik ve diğer bütün grupları eşit ve özgür vatandaş olarak tanıması zorunluluktur.

* Bütün uluslararası aktörler, demokratik yollarla gelen yönetimlerin ideolojik görüşleri ne olursa olsun halklarının meşru ve seçilmiş temsilcileri olduğunu kabul etmelidirler.

* Toplantının Türkiye’de yapıldığı noktasından yola çıkarak, Türkiye’deki politik ve entelektüel aktörlerin “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürece bakarken kendi katkıları kadar hem kendilerinin hem de Türkiye’nin eksikliklerini görme fırsatı olarak değerlendirmeleri gerekmektedir.”

(Gaziantep/25. Abant Platformu)

***

Özetleyeyim: “Değişim sırası gelen devletler, ABD’ye direnmemeli..O devletlerin başına geçirilecek liderler, görevi devraldığında bu hükümetler, Dünya tarafından meşru görülmeli..Devletlerin sömürgelişleşme sürecinde, yandaş aktörler eski rejim kalıntılarını ortadan kaldırmalı….Arap baharına katkı sunan politik ve entelektüel Türkler, haydi sırada Türkiye var.” diyor.

Başbakanın hazım problemi hallolur hallolmaz, hazmetme sırası sana gelecek ey millet!

“Sorun bu gerekliliğin Amerikan askeri gücüyle mi, başka yollarla mı yerine getirileceğidir?”

Condoleezza Rice: “BOP ile Türkiye Dahil 22 Ülkenin Sınırları Değişecek” (7.8.2003 - Washington Post Gazetesi “Transforming The Middle East–Ortadoğu’yu Dönüştürmek.”)


Ek Bilgi:
25. Abant Platformu ile ilgili dokümanlar
http://www.abantplatform.org/Haberler/D ... %20Toplantısı%20Sonuç%20Bildirisi

http://gyv.org.tr/content/userfiles/pdf ... istesi.pdf

http://www.abantplatform.org/Haberler/D ... BCndeminde

(1) 11. Abant Sonuç Bildirgesi http://www.abantplatform.org/Haberler/D ... %20Toplantısı%20Değerlendirme%20Metni

NEVAL KAVCAR - 20 Aralık 2011, haberiniz.org
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x