Ulusal bir televizyon kanalı dün sabahtan akşama kadar
Gediktepe siperindeki askerlerin konuşmalarını yayınlayıp durdu.
10 askerimizin şehit düştüğü o siperdeki askerlerden biri tezkere almasına sadece 4 gün kaldığını, ama buna rağmen arkadaşlarının şehit olduğu o tepede dikili bir taş olmak istediğini söylüyordu.
Hem de Başbakan’ın yüzüne...
Ve sadece 21 yaşındaydı!
Aynı televizyonun “Yazı İşleri” isimli programına katılan Star Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü ve Başbakan’ın manevi oğlu Mustafa Karaalioğlu, 21 yaşındaki o gencin aksine “teslim bayrağını” çoktan çekmişti...
Ona göre bu olaylarda terör örgütü PKK ve onun karşısında çaresiz kalan iktidar dışında herkes suçluydu!
En büyük suçlu da, hükümetin “Kürt açılımı”na destek vermeyenlerdi...
Aynen şunları söyledi:
“Eğer açılıma itiraz etmeselerdi, sorun demokratik önlemlerle çözülebilirdi. Görüldü ki bu işi silahlı mücadeleyle bitirmenin olanağı yok... Ama mutlaka bir şeyler yapılması da gerekiyor. Ve bugün geldiğimiz noktada, bir yıl öncesine göre çok daha ciddi adımlar atmak zorundayız. Böyle acılı bir günde söylemek zor ama; bu kanı durdurmak için akla gelen her çözüm yöntemini düşünmeliyiz. Bunların arasında PKK ile masaya oturmak da var...”
Pervasızlığa bakın:
Sanki hükümet; ortaya gerçek bir “açılım paketi” koymuş da birileri buna itiraz etmiş...
Çarpıtmanın, yavuz hırsızlığın, yandaşlığın bu kadarına gerçekten pes...
Evet; o “açılım” hikâyesine karşı çıktık, çünkü hükümet o paketin içeriğini bir türlü doldurmadı...
Karşı çıktık; çünkü ne menem bir şey olduğunu anlamadık!
Karşı çıktık; çünkü bir grup teröristin, sınır kapılarında kurulan özel mahkemelerde sözüm ona yargılanarak aklanmasının hukuka aykırı olduğunu düşünüyorduk...
Karşı çıktık; “açılım” adı altında terör örgütüne taviz vermenin, bizi çok daha büyük başka tavizlere gebe bırakacağı ortadaydı...
Şimdi bu adam utanmadan sıkılmadan diyor ki:
“Artık çok daha ciddi adımlar atmalıyız...”
“PKK’yla masaya oturmalıyız...”
Aslında dilinin ucuna kadar gelen ama söyleyemediği şey ise çok açık:
“Gerekirse bölünmeyi kabul etmeliyiz!”
Sözüm, ona ve onun gibi düşünenlere:
“Arkadaşlarımın şehit düştüğü o tepede dikili taş olmak istiyorum” diyen 21 yaşındaki gencin konuşmasını bir daha dinleyin...
Eğer içinizde bir dirhem yurt sevgisi kaldıysa etkilenir, “ihanet formüllerinizi” bu acılı topluma çözüm diye aşılama alçaklığından vazgeçersiniz...
Yok etkilenmiyor ve “Yola devam” diyorsanız; gideceğiniz yer zaten belli:
Tarihte iz bırakmış alçakların ve hainlerin istiflendiği b.k çukuru!
Tercih sizin...
GÜNÜN SORUSU
Terör örgütü çıldırdı; neredeyse her gün şehit haberleri gelmeye başladı. Sorum basit:
Hükümet’in bu ölümleri durdurmak için hemen devreye sokabileceği bir planı var mı? Yoksa; planı olanlara şans tanımak için özveride bulunmayı düşünmezler mi?
Yeniden doğacağımız bir ölüm!
Din tacirlerinin gözü aydın: Önlerindeki bir engel daha kalktı...
İlah Selçuk öldü!
Hem de Ergenekon davasının “bir numaralı” sanığıyken...
Savcıların gözü aydın!
Eski solcuların, bugünün liboşlarının, cumhuriyetin tüm değerlerini yok etmek için fırsat kollayanların, para ya da kariyer uğruna ilkelerini askıya asan gazetecilerin gözü aydın...
12 Mart işkencecilerinin, 12 Eylül darbecilerinin, iftiracıların, düzenbazların, sahtekârların gözü aydın...
Hiç birlikte çalışmadım; ama o benim ustalarımdan biriydi...
Onun yazılarından “el” aldım, duruşuna imrendim, cesaretine özendim...
Evet; “bir” eksildik...
Ama belki de en önemli meziyetimiz, eksile eksile çoğalmayı öğrenmiş olmamız...
Bu “halk çocuğu”, bana göre Pablo Neruda’nın şiiriyle uğurlanmayı çoktan hak etti:
“halkım ben, parmakla sayılmayan
sesimde pırıl pırıl bir güç var
karanlıkta boy atmaya
sessizliği aşmaya yarayan
ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden
ve halk, toprağa gömülü
tohuma durur bir yerde
buğday nasıl filizini sürer de
çıkarsa toprağın üstüne
güzelim kızıl elleriyle
sessizliği burgu gibi deler de
biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
Güle güle git ustam, aklın burada kalmasın... Ömrün boyunca savaştığın karanlığı biz yenebilir miyiz bilmiyorum ama...
Sana söz; çıktığın yolculukta sıra bana gelinceye kadar pes etmeyeceğim...
Mustafa MUTLU
22.06.10
VATAN