AKP'NİN KÜRT AÇILIMI VE KERKÜK GERÇEĞİ…
Irak'ın işgalinden sonra oluşturulmaya çalışılan yapılaşmada Irak toprakları içerisinde bulunan Kerkük'ün "kırmızı çizgilerimiz""arasında olduğunu söylüyorduk. Bu konudaki duyarlılığımızı da o günlerde yazdığımız yazılarda dile getirdik. Aynı şekilde, devletimizin, hali ile hükümetimizin de Kerkük'ün aynı çizgiler içinde bulunduğunu, bundan asla taviz verilmesinin söz konusu olmayacağını söylediklerini de biliyoruz.
Bugün gelinen noktaya baktığımızda AKP Hükümeti'nin özellikle başlattığı "Kürt açılımı" projesinden sonra Kerkük'ün ve burada yaşayan Türkmenlerin adeta kaderine terk edildiğini görüyoruz. Kerkük'ten gelen seslere de kulak verilmiyor. Dikkat edilecek olursa, hükümetin bugün Barzani'ye Talabani'ye verdiği destek, gösterdiği şefkat, Türkmenlerden esirgeniyor.
Biz, hep şunu vurgulamaya çalıştık:
Irak'ın işgalinden sonra, Türkiye'nin mutlaka bir Irak Türkmenleri ile ilgili olarak milli bir politika oluşturması kaçınılmaz hale gelmiştir. Irak'ın yeniden yapılandırılmasında Türkmenlerin ve Kerkük'ün yerinin belirlenmesi ve buraların "kırmızı çizgilerimiz" içinde olması için Türkiye'nin ağırlığını koyması gerekmektedir. Ama bu olmadı, gerçekleştirilemedi. Nedenlerine değineceğiz.
KÜRT POLİTİKASI VE TÜRKMENLER
ABD'nin politikaları açıktır. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, Kürdistan'ın kurulması ve desteklenmesi Amerikan politikaları içinde yer alıyor. Bu konuda da müttefikimiz, Türkiye'yi "aktör" olarak kullanıyor. AKP Hükümeti'nin "Kürt açılımı" politikalarının oluşturulmasında bunun da etkinsinin var olduğunu biliyoruz.
Bize, birçok kanaldan mailler geliyor. Türkmeneli'nden de mailler alıyoruz. Gerçek anlamda Türkmenlerin büyük sıkıntı içinde olduğunu da görmekteyiz. Özellikle, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Irak'a giderek, yeni hükümet kurma çalışmalarında Maliki ve Talabani'ye destek vermiş olmasının Kerkük Türkmenleri arasında büyük üzüntüye neden olduğunu da sanıyoruz.
Gerçekleri görmek ve ileriye dönük hazırlıklarımızı da buna göre yapmamız gerekiyor. Bu gerçekler neler, sıralayalım:
- Kuzey Irak'ta, Kürt Devleti'nin bütün alt yapısı tamamlandı. Paraları, bayrakları, her şeyleri var. Biz, bunu görüyoruz ve destek veriyoruz. Geriye kalan, sadece Kürt Devleti'nin adının ilanı aşamasıdır.
- Türkmenlerin varlığının silinmesi için Barzani sinsi oyunlarını bugüne kadar oynamıştır ve ne acıdır ki Türkiye buna sadece seyirci kalmıştır. Irak Merkezi Hükümeti'nde de Türkmenlerin varlığının kabul edilmediği görüldüğü halde, Türkiye buna müdahale etmemiştir.
- Kanlı terör örgütü PKK, Irak'ın Kuzey'inde barınmış, taban bulmuş, güçlenmiştir. Barzani'nin tam desteğini bugüne kadar almayı da başarmıştır. Bugüne kadar istenmesine rağmen, PKK elebaşlarının Türkiye'ye teslim edilmemiş olmasının bir anlamı yok mudur?
- Türkiye, Irak'ın siyası alanından silinmiş, "sıfır problem" anlayışı ve siyaseti ile Kürtler üzerinden Irak politikasını yürütmeye mecbur kalmıştır.
Şimdi yüzümüzü Türkiye'ye çevirdiğimizde AKP Hükümeti'nin uygulamaya koyduğu "Kürt açılımı" sayesinde Kürt milliyetçiliğinin giderek yükselişe geçtiğini görmekteyiz. Yanlış anlaşılmasın, biz Kürt kökenli vatandaşlarımız için böyle bir söylem içinde değiliz. Sözümüz bölücülülere ve Türkiye düşmanlarınadır.
Bugünkü yazımızı Türkmenlerden gelen bir yazı yorumla bağlamak istiyoruz. Konuya başka bir yazımızda devam edeceğiz.
" Bugün gelinen noktanın başarılı olduğu söylenemez. Hele son seçimlerde koalisyon da olsa başka bir parti kimliği altında seçime katılmaları büyük hata idi. Kendi eli ile kendi kimliğini yok saymak anlamına geldi. Nitekim Erbil Toplantısına ( 7.11.2010) kendi kimlikler, yani Türkmen siyasi Kimliği olmadığı bahane edilerek Barzani ve Allavi tarafından seçilmiş kabul ettiğimiz milletvekillerimizden hiç biri davet edilmedi. Daha önce de Türkmenlere mavi boncuk dağıtan "Kerkük Kürdistan toprakları içindedir" iddiasında bulunan PKK'nın akıl hocası olan Talabani de aynı bahaneyi öne sürerek Türkmen temsilcilerini toplantıya davet etmemişti.
Son seçimlerde koalisyon olmasına rağmen 210 bin oy alan Türkmen milletvekilleri Irak'în yapılandırılmasında silinmek istenmektedir. Şunu herkes iyi bilsin, Kerkük 2003 yılından bu yana Kürtlerin işgali altında bulunuyor. Bütün resmi kuruluşlar Kürtlerde. İşsizlik ise diz boyu. Merkezi hükümet ise bütün bunları görmezden geliyor. Dışişleri Bakanımız Davutoğlu Erbil için "Komşumuzun evine ateş düştüğünde kendi evimize ateş düşer" diyor. Biz de diyoruz ki, "Sayın Davutoğlu ateş gördüğünüz gibi Erbil'de yanmıyor, ateş Kerkük'ün bağrında yanıyor."
Necdet B. Sivaslı
Ortadoğu Gzt.
“Türkiye’nin Güvenlik Sınırı Kerkük’ten geçer”
ART Televizyonu’nda yayınlanan “Aklın Yolu” programında 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü BaşkanYardımcısı Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Türkmen Halkları İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Dr. Nefi Demirci ile Türkiye’nin dış politikasında Irak, Kerkük ve Türkmenler üzerine bir sohbet gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Türkiye’de Irak denince akla Kerkük gelirken AKP politikaları ile Irak denilince akla Kuzey Irak ve Barzani’nin geldiğini anlatarak söze başladı.
[img]http://www.diplomatikgozlem.com/english/images/Kerkuk-1.jpg[/img]
Dr. Nefi Demirci’nin Kerkük ve Türkmenlerle, 1950 yılından bu yana yaptığı çalışmalarla özdeşleşmiş olduğunu ifade eden Yeniçeri, Mevlana’nın torunlarından olan Nefi Demirci’nin dedesi Hıdır Lütfi’nin 1938 yılında Irak yönetimi tarafından “Gizli Teşkilat Kurmak ve Turancılık” suçlaması ile idama mahkûm edildiğini, bu cezanın daha sonra müebbet hapse çevrilmiş olduğunu anlattı.
Arap Irkçılığı yapan Baas yönetiminin Türkmen aydınlarını “Turancılık ve Türkiyecilik yaptıkları” iddiasıyla baskı altına aldığını, Dr. Nefi Demirci’nin de bu baskılardan etkilendiğini, bir nevi sürgün hayatı yaşayan Demirci’nin Kerkük’e girmesinin yasaklandığını, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde öğretim görevlisi olan Demirci’nin amcasının oğlu Dr. Rıza Demirci’nin Saddam Rejimi tarafından 1980’de katledildiğini ifade eden Yeniçeri, Dr. Demirci’nin kitabından bir örnek vererek Nefi Demirci’ye söz verdi.
Nefi Demirci, 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra Kerkük Türklerinin hep baskı altında tutulduğunu, bunun sebebinin Misak-ı Milli dahilinde olan Kerkük ve Musul Türkmenleri ayaklanırsa Türkiye’nin buraya müdahale edebileceği ve bölgeyi Türkiye’ye bağlayabileceği ihtimali olduğunu anlattı. 1926’da imzalanan “Sınır ve Güvenlik Anlaşması”na göre Atatürk’ün ifadesi ile bölgenin ilerde tekrar alınmak üzere terk edilmek zorunda kalındığını söyledi. Türkiye’nin bölgedeki Türkmenlerle ilgilenmesinin “selam vermek”ten öte olmadığını, Türkiye’nin bölge halkına hep uzaktan baktığını ifade ettiı.
Abdülkerim Kasım’ın yaptığı darbenin çok kanlı bir darbe olduğunu, bu darbe sonucu Molla Mustafa Barzani’nin affedilip Irak’ta krallar gibi karşılandığını ve bunun “Kürt Açılımı”nın ilk adımı olduğunu anlattı.
Mahabat Hükümeti’nin Genel Kurmay Başkanı olan Barzani’nin Irak’a elinde Kürt bayrağı ile geldiğini, 1959 Kerkük katliamının orada Türk varlığını bitirmek ve Kürt hakimiyeti kurmak için yapıldığını söyleyen Demirci, Enver Yakuboğlu ile Kerkük’te başlarına gelen olayları ve Türkiye’nin bölgeye o günden bu yana hiç milli bir gözle bakmadığını, Adil Çelik ve Abdullah Abdurrahman’ın 1980’de nasıl katledildiklerini anlattı. Bu katliamın Türk Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen tarafından geçiştirildiğini ifade etti.
Körfez Savaşı’nın Türkmenlere etkisi hakkında da bilgi veren Demirci, “36. Paralel” meselesinin Kürt varlığını “Çekiç Güç” ile korumak olduğunu, Türkmenlerin bu çizgi dışında bırakılmasının Saddam tarafından orada bulunan Türkmenlere her türlü zulmü uygulamasına seyirci kalınmasına neden olduğunu ifade etti.
Demirci, 1996’ya gelindiğinde Kürtlerin artık tamamen o bölgeye hâkim hale geldiklerini anlattı. 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesinin yeraltı kaynaklarına hâkim olmak ve Kürtlerin bölgedeki varlığını güçlendirmek, dolayısıyla İsrail’in bölgedeki durumunu güçlendirmek için yapıldığını ifade eden Demirci, 2003 yılında Türkmenlerin “Akıncı Birlikleri”nin lağvedildiğini, tezkerenin reddedilmesinin bölgede Kürt Devleti kurulmasına ve bölgenin alt yapısının tamamlanmasına neden olduğunu, Kandil’e giden ikmal yolunun Erbil’den geçtiğini, Kandil’de yuvalanan teröristlerin Erbil ve Süleymaniye’de çok rahat olduklarını anlattı. Bugün Türkmenlerin Irak’ın siyasi hayatından silindiğini, tezkerenin reddedilmesinin PKK’nın da gücünü pekiştirdiğini ileri sürdü.
Özcan Yeniçeri, ABD’nin oluşturduğu şartlarla sınırları içine sıkıştırıldığını ve bölgede hep kaybeden taraf olduğunu anlattı. Türkiye’de Kerkük ve Musul ile ilgili toplantılar yapıldığında Liberal aydınların Türkmenleri esas alan etnik bir politika değil, Irak’ın tamamını ihtiva eden bir politika üretilmesini savunduklarını anlattı.
Dr. Demirci Türkiye’den bölgeye giden gazeteci ve devlet yetkililerinin Erbil’e gittiklerini ama Kerkük’e uğramadıklarını söyleyerek Irak seçimlerinde Türkmenlerin Türk listesinden değil Irakiye listesinden vekil seçilebildiklerini, bu yüzden Türkmen haklarını savunamadıklarını anlattı. Türkmen kanaat önderlerinin Türkiye’ye gelerek değişik insanlarla görüştüklerini, kendi gruplarını kuramadıktan sonra milletvekili seçilmelerinin bir kıymeti olmayacağının kendilerine anlatıldığını söyledi.
Kuzey Irak’ta ateşin Erbil’de değil, Kerkük’te yandığını Türkiye’nin görmediğini, Irak yönetiminin Kürtlere teslim edildiğini Irak’ın durumunu anlatarak ifade etti ve Irak tahrip edilirken Erbil’in kalkındığını anlattı. “Irak’ın Toprak bütünlüğü” söyleminin boş olduğunu ve bunun Kürtleri koruduğunu, Irak’ın bugünkü Cumhurbaşkanı Talabani’nin 1959 katliamına bizzat iştirak ettiğinin şahitleri olduğunu anlatan Demirci Talabani’nin kimliği ve Türklere davranışı hakkında bilgi verdi. Zafer Çağlayan’ın Erbil’de Kürt bayrağı altında toplantı yaparak anayasa ihlali yaptığını, altında toplantı yaptıkları bayrağın Molla Mustafa’nın Mahabat’tan getirdiği bayrak olduğunu anlattı.
Özcan Yeniçeri, bölgede herkesin hâkim olmak için neler yaptığının bilindiğini, Türkmenlerin belli bir seviyesi ve zenginliği olan bir grup olduklarını ama bir araya gelemediklerini, birlik olamadıklarını ifade etti. Bu dağınıklığın araştırılması gerektiğini söyledi.
Nefi Demirci, bölge Türkmenlerinin Türkiye’deki hükümetler tarafından yönlendirildiğini ve bugünkü hükümetin onlara hep itidal tavsiye ederek silahlı mücadeleden uzak durmalarını telkin ettiğini anlattı. Türkmen Milliyetçi Hareket Partisi kurulduğunda nasıl faaliyet göstereceklerini Türkiye ile istişare ettiklerini ama bugün Kerkük’te bütün kontrolün “Kürt asayiş gücü”nün elinde olduğunu ifade etti. Bölgede Türkmenler dışında herkesin belli bir gücü olduğunu anlattı. Bölgedeki gelişmelerin ve Türkmen hareketinin Türkiye medyasında yer bulamadığını, Türkmen Milliyetçi Hareket Partisinden hiç söz edilmediğini anlattı.
Özcan Yeniçeri, Kerkük Meselesi’nin partiler üstü bir mesele olduğunu, Ahıska’yı örnek vererek “Kerkük bir gül idi gitti, İstanbul kilidi gitti” mi demek gerekiyor diye sormak gerekeceğini ifade ederek, Kerkük’ün Türkiye ile jeopolitik açıdan da bağlantılı olduğunu anlattı.
Nefi Demirci, Kerkük’ün tümüyle Türk iken %32, 32, 4 olarak taksiminin Türkiye tarafından kabul edilmesinin Kerkük’ün Kürtleşmesine neden olduğunu anlattı. Irak Türkmen Cephesi’nin yeterli çalışmaları yapamadığını, diğer halklara verilen hakların Türkmenler de verilmesi gerektiğini savunamadığını ifade etti. Bunu örnekleri ile anlattı. Sadettin Ergenç ile bölgede yapılacak çalışmalar ve yerel seçimlerle ilgili görüşmeler yaptıklarını söyleyen Demirci, Türkiye’nin bölge Türkmenleri ile ilgili net bir görüş ortaya koyması gerektiğini, Türkiye’nin Türkmenler üzerinden milli bir politika ortaya koymadan Kürtler üzerinden ticari zihniyetle politika üretmesinin Türkiye için çok büyük tehlike olduğunu ifade etti.
Herkesin Müslüman olmasına karşın siyasetin buna göre olmadığını, milli kimliğini muhafaza eden ve milli kimliğini öne çıkaranların güç olduklarını, mezhep farklılıklarının bölge siyasetinde önemli olmadığını anlattı. Türklerin kendi partileri ile değil başka partiler içinde seçime girmelerinin teşvik edildiğini, bşka partilerden milletvekili olanların Türkmen hakları için gayret etmediklerini, Türkmenlerin de onlara iyi gözle bakmadıklarını söyleyen Demirci, Türkmenlere “Kürtlerle birlikte hareket etmeleri”nin telkin edildiğini anlattı.
Dr. Demirci, 1918 yılından bugüne kadar Türkmenlerin hiçbir hakları olmadığını ama onların şehit olarak kültürlerini ve varlıklarını sürdürdüklerini, hal böyle iken Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin oradakilere Türk milli menfaatleri doğrultusunda el uzatması gerektiğini, Habur’un kapatılmasının yanlış olduğunu anlattı. Ahmet Türk’ün ve başka Türkiye’den giden Kürtlerin Barzani ile, Talabani ile görüştüklerini ama Irak Türkmen Cephesi yetkililerinin Türk Dışişleri Bakanı ile görüşemediklerini ifade etti. Talabani’nin Türk düşmanı olduğunu ve bölgedeki tabii zenginliklere tek başına hakim olmaya çalıştığını anlattı.
Demirci, Kerkük’te her tarafta Kürtlerin hâkim olduğunu, Türkmenlere iş verilmediğini ve Kerkük’ün ateş içinde olduğunu, Kerkük’te Vali, Belediye Başkanı ve ileri gelen devlet yetkililerinin Kürt olduğunu, Türkiye’nin güvenlik sınırının o bölgeden geçtiğini ve bölgenin elden çıkması ile Türkiye nin de parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını ileri sürdü.
Özcan Yeniçeri, bölgede Türkmenlerin de kendi aralarında dayanışma içinde olmaları gerektiğini ifade etti.
Nefi Demirci, bölgedeki Türkmen varlığının gücü olmadığını söyleyerek “Allah Türkiye’yi korusun. Türkiye’nin de Doğu ve Güneydoğusu tehlikede” dedi. Türkiye’yi idare eden siyasi partinin politikalarının böyle devam etmesinin büyük tehlike olduğunu anlattı.
Özcan Yeniçeri, Türkiye’de siyasi iktidarın bölücülere göz yumduğunu söyleyerek Öcalan’a karşı duramadıklarını anlattı. İktidarın terörle mücadele edenlerle mücadele ettiğini ifade etti. Kerkük ve Türkmenlerin ne yapıp dip mutlaka birlik ve beraberlik olarak güçlenmeleri gerektiğini ifade etti.
haberiniz.com
Çağrı / Irak çok mu ırak ?