AMERİKA İLE DOST OLANLAR, İRAN'I DÜŞMAN İLAN ETTİLER!Füze kalkanına evet diyerek İsrail'i koruma görevini üstlenenlere, medyanın ve vatandaşın sessiz kalmasına Muharrem Bayraktar'dan öfkeli bir yorum
AKP’nin füze kalkanı sistemini kabul ederek başta İran ve Suriye’yi resmen düşman kategorisine sokması ve İsrail’e gelecek bir saldırıda Siyonistlerin koruyuculuğuna soyunması, AKP’ye oy veren Müslüman kesimi çok memnun etti mi acaba?
Yahudileri koruyarak ve bir Müslüman ülke ile İsrail uğruna düşman olarak siyaset yapanlara bu millet “nasıl evet der” ben anlayabilmiş değilim.
Ya şu “yandaş, necip, dinci basına” ne demeli?
Bakın füze kalkanının kabul edildiği Lizbon Zirvesi’nde, ABD’nin emirlerini aynen yerine getirerek atılan imzaya nasıl alkış tutuyorlar:
Yeni Şafak: Büyük memnuniyet duyuyoruz. Köprüler atıldı, Avrupa daha yakın! NATO’nun prestijini Türkiye korudu!
Takvim: Türkiye, ilkeli duruşuyla zirveye damgasını vurdu. Obama ve Gül’ün “liseli arkadaş” gibi yakınlığını, 26 ülke lideri hayranlıkla izledi. Dünya bizi konuşuyor.
Star: Yeni Türkiye farkı! Sağlam durduk, netice aldık!
Sabah: Çok konuşulduk! Lizbon Zirvesi’ne damga vurduk! Bizi konuştular!
Bugün: İstediğimizi aldık, çok memnunuz! Cumhurbaşkanı Gül, zirvenin arzu ettikleri çerçevede geçtiğini belirtti. “Büyük memnuniyet duyuyoruz” dedi.
Zaman: NATO’nun prestijini koruduk.
Koro halinde bu tarihi skandalı alkışlayan hükümet destekçisi medyadan bir Allah’ın kulu çıkıp da “yahu bu füze kalkanı açıkça İsrail’i korumak, İran’ı saldırılara açık bir pozisyona düşürmek için kuruluyor. Davos’ta Wan münit çekip Lizbon’da İsrail’in koruyucusu olmayı kabul etmek ne biçim iş?” diye sormadı. Soramadı. Soramazlar.
Bunların “Siyonizm karşıtlığı, İsrail’e sözümona bağırıp çağırmaları hikaye.
ABD’nin doğal müttefiki olmayı kabul ederseniz o ABD sizi İsrail’in bodyguardı yapar, sesinizi bile çıkartamazsınız.
NATO, Türkiye’nin bütün isteklerini kabul etmiş, imzalanan belgede “ülke ismi yer almamış, yani İran’ın adı geçmiyormuş” balonunu manşete taşıyan yandaş basını, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy şöyle yalanlıyor:
“Belgelerde ülke ismi geçmiyorsa da füze tehdidinin İran’dan geldiği açık. Biz kediye kedi deriz. Füze tehdidi İran’dır.”
Avrupalılar açıkça “kediye, kedi” diyor ama bizim politikacılarımız, bizim ABD kölesi siyasetçilerimiz ve onların her yaptığını (İsrail’i korumaya soyunmalarını bile!”) din u iman uğruna alkışlayan yandaş medyamız kediye kedi diyemiyorlar.
Diyemezler.
Halkı kandırmak zorundalar.
İsrail’in yeryüzündeki en büyük müttefiki olduklarını, Yahudi devletinin olası bir saldırı halinde koruyuculuğuna soyunduklarını, bu misyonu kabul ederken “istediğimizi aldık!” diye vatandaşı kandırmaya devam edeceklerini, İsrail’i korumak uğruna Türk topraklarını tehlikeye attıklarını, 400 yıldan beri savaşmadığımız İran’la ,Batılı dostları uğruna “düşman” olmayı kabul ettiklerini halktan gizlemek zorundalar.
Bu halk bu oyunu görmezse helak olur.
Muharrem BAYRAKTAR22 Kasım 2010
FÜZE KALKANI'NA 'EVET'
NATO'da yırtılan yine Türkiye'nin yakasıBir mübarek bayramı daha geri de bıraktık. Yalan, istimrar, oyun, teslimiyet ne yazık ki bayramda da ara vermedi. Yine aldatma ve kandırma gayretleri camilere kadar taşındı, yine insanların inancı siyasi istismar aracı haline getirildi, yine ihanet hem de çift taraflı olarak zirve yaptı. NATO toplantısı ve sonrasındaki açıklamalar Türkiye'nin nasıl yönetildiğini, nasıl kuşatıldığını acı biçimde ortaya koydu.
Camiler istismar mekanıHer biri ayrı bir yazı konusu olacak bu gelişmeleri satır başlarıyla da olsa değerlendirmeye çalışalım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bayramlarda kayıplara karışması millete birkaç gün nefes alma imkanı veriyor. Ancak bu defa fazla uzun sürmedi. Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş'un cenazesi başbakana kaldığı yerden devam etme imkanı verdi. Camiler AKP için yine siyasi istismar mekanlarına dönüştü.
CHP'de AKP'den geri kalmıyorKemal Kılıçdaroğlu ile birlikte makas değiştiren ve her türlü istismarda AKP ile yarışmaya başlayan CHP'de de bayram benzer görüntülerle geçti. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarını ziyaret, Kılıçdaorğulu ile ilgili bugüne kadar yaptığımız tespitlerin ne kadar doğru ve haklı olduğunu göstermekle kalmadı, CHP'nin bu ihanet sürecinde AKP ile nasıl kolkola gireceğini de belgeledi.
AKP'nin yalan, talan ve ihanet siyasetine, CHP'nin ondan geri kalmamaktaki gayretine bundan sonra da çok tanık olacağız. Bunları daha çok yazıp konuşacağız. Şimdilik bu konuyu bir kenara koyup, Türkiye'nin uluslararası alandaki saygınlığını ve etkinliğini doğrudan ilgilendiren ve ülkenin geleceğiyle ilgili çok önemli sonuçlar ortaya koyan Lizbon'daki NATO toplantısı, alınan kararlar ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dönüş yolunda yaptığı değerlendirmelerle ilgili tespitlerimizi paylaşalım;
Kaybeden yine TürkiyeToplantı sonrasında yapılan resmi açıklamalar besleme ve yanaşma güruhu tarafından zafer nidalarıyla karşılansa da bizi tatmin etmedi. Türkiye'nin beklentileri ile ortaya çıkan sonuç arasında neredeyse uçurumlar bulunmaktadır. Ne hedef ülkeler, ne komuta konusunda önceden yapılan değerlendirmelerin, Türkiye'nin olmazsa olmazlarının hiç biri uzlaşma metninde yer almamıştır. AKP'nin dahil olduğu her mesele de olduğu gibi, yine kaybeden Türkiye olmuştur. NATO'nin yeni konseptinde en çok tavizi verip, en az faydayı elde eden ülke ne yazık ki Türkiye'dir.
Bunun neresi başarı?Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaların satır araları işin aslının ne olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu açıklamalardan olumlu ve faydalı bir sonuç çıkarabilmek için besleme ve yanaşma olmak bile yetmez. Ortada çok ciddi bir akıl sorunu olduğu görülüyor. Ya bu insanlar bizim aklımızla alay ediyor veya anlamakta bir problemleri var. Türkiye toplantı öncesinde, "komuta bizde olacak, butona biz basarız" iddiasıyla ortaya çıktı ve konuda en küçük bir taviz verilmeyeceğini söyleyerek Lizbon'a gitti. Oysa çıkan karar bu yönde olmadı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de "komutanın içinde biz de olacağız" sözüyle aslında Türkiye'nin kaybettiğini kabul ediyor. Komutanın bizde olması, butona bizim basmamız başka şeydir, komutanın içinde bizim olmamız başka şey. Birinde tam yetki ve irade vardır. Diğerinde ise genel iradeye, alınan karara uymak vardır. Biz tam yetkiyle yola çıkıp, alınan karara uymakla yetinmiş durumdayız. Bu şart zaten bütün üyeler için geçerlidir. Bunun neresi başarı, neresi zaferdir?
Balistik füzelerin yeri belli değil mi?Cumhurbaşkanı Türkiye'nin NATO içindeki ilkesel duruşunu anlatırken, 3 madde sıralıyor. Bunlardan birincisi tehdit algılamasında her hangi bir ülkenin değil, balistik füzelerin esas alınacağıdır. "Hangi ülkede varsa, onları kapsar" sözüyle de bu tespitine açıklık getiriyor. Bu durumda sormak gerekmez mi, Sayın Cumhurbaşkanı balistik füzelerin hangi ülkede olduğu belli değil mi? Sizin adını vermemeniz o ülkeleri, mesela İran'ı ne kadar tatmin eder?
Düşman kim?İkinci maddede savunma sisteminin her yeri ve her şeyi kapsayacağı yer alıyor. Ne güzel. Bu durumda da şunu sormak gerekmez mi? Peki düşman kim? Sistem belli, savunma şekli belli, tedbir çok yönlü ve kapsamlı, ama ortada düşman yok. Üçüncü madde ise herkesin maliyete eşit olarak katılacağıdır ki, doğrusunu isterseniz bu konuda da ciddi endişelerimiz var. Cumhurbaşkanı Gül'ün "Türkiye huysuzluk yapan bir ülke değil" sözü zaten bütün bu kararların nasıl alındığını ve nasıl kabul edildiğini anlamaya fazlasıyla yetiniyor. Söyledikleriniz ve iddialarınız sadece sizinle sınırla kalırsa, önünüze konulan her şeyi kabul eder ve onaylarsanız elbette huysuzluk yapmamış olursunuz. Ancak bu doğruyu yaptığınız ve haklı olduğunuz anlamına gelmez.
Dış basın bizi doğruluyorLizbon toplantısında Türkiye'nin bütün iddia ve taleplerinden vazgeçtiği ve önüne konulan her şeyi kabul ettiği sadece bizim iddiamız değildir. Dış basındaki değerlendirmeler de bu yöndedir. Nitekim, Wall Street Journal'da çıkan bir yazıda "Türkiye'nin toplantıdan önceki haftalarda ortaya attığı taleplerinin çoğu ya bir kenara itildi, ya da- kontrol merkezinin Türkiye'de olmasına ilişkin olanı gibi daha sonra görüşülmek üzere ertelendi. Zirveye katılanlar, Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu konuları Cuma günü bastırmadığını söylediler." Denilmiştir.
Eksen şimdi mi yerine oturdu?Sayın Cumhurbaşkanının bütün bunları getirip bağladığı yer, eksenin asıl şimdi yerine oturduğu iddiasıdır. Bunun altını da demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ve yapılan son anayasa değişikliği ile dolduruyor. Düne kadar Türkiye'de eksen kayması yoktu, şimdi kaymakla kalmamış bir de yerine oturmuş. Çünkü demokrasi ve insan hakları varmış, son anayasa değişikliği de bunu gösteriyormuş. Bu sözlerin bugün için anlamı nedir, gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Demokrasi ile bölücülerin azdırılması, taşların toplanıp hainlerin salınması, yandaşların palazlanması kastediliyorsa bu doğrudur. Ancak makul ve mutedil vatandaş için demokrasi kaf dağının ardındadır. Nitekim adına Ergenekon denilen davanın yargılama sürecinden kendisinin de rahatsız olduğunu kendi beyanlarından biliyoruz. Anayasa değişikliğinin ne sonuç doğurduğunu ise yaşayarak gördük. Yargı tam olarak ele geçirilince eksen de asıl yerine oturmuş oldu.
Kürt sorunundan nasıl kurtulacağız?Bu değerlendirmeleri daha da önemli ve anlamlı kılan nokta ise "Kürt sorunundan kurtulacağız" sözüdür. Kürt sorunundan kurtulmayı bu ülkede yaşayan namuslu, vicdanlı, birlik ve bütünlükten yana olan herkes ister. Bütün mesele nasıl kurtulacağımızdadır. Malum, Sayın Cumhurbaşkanı daha önce de "güzel şeyler olacak" demişti. O güzel şeylerin ne olduğunu Habur'da gördük. "Kürt sorunundan kurtulacağız" sözünün arkasından da sakın İmralı ile yapılan pazarlıklar ve oradaki caninin taleplerinin dikkate alınması olmasın? Ne de olsa herkese istediğini vermenin, önümüze konulan her şeyi kabul edip onaylamanın geçerli olduğu ve bunun büyük bir başarı olarak takdim edildiği bir dönemden geçiyoruz.
Orhan KARATAŞ22.11.10
"One minute" nerede kaldı?‘Füze Kalkanı’ konusu ucundan tartışılmaya bir başlandı, daha ne olduğunu anlamadan baktık ki; Cumhurbaşkanı basmış imzayı.
İşlem tamam.
Cumhurbaşkanı; “Brüksel’de NATO bizi konuştu” demiş.
İyi de ne konuştu?
“Kerizleri yine kandırdık”mı dedi, yoksa başka bir şey mi?
“Türkiye istediklerini aldı”demiş Cumhurbaşkanı.
İyi de ne aldı?
Cunhurbaşkanı; “Metinden İran çıkarıldı” demiş.
Buna karşılık Sarkozy; "Biz kediye kedi deriz, tehdit İran'dır" şeklinde bayanat vermiş.
Başbakan, kontrol ve kumanda bizde demiş.
Hangi karar?
Füze havada iken Başbakan’a açıp soracaklar zahir; “Füze geliyor, ne yapalım?”
Dünyanın hiçbir ülkesinde ülke için böyle hayati bir konuda, muhalefetle konuşulmadan, Meclis’te tartışılmadan, kalkıp imzalanmaz böyle bir anlaşma.
Başbakan konutta, Cumhurbaşkanı Köşkte, koltuklarını değiştirirken dahi eşine ve çocuklarına danışır mı?
Kesinlikle öyledir.
Peki aynı Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ülkeyi ileride önemli bir taahüde sokacak anlaşmayı, neden gizlemek gereği duymuştur Meclis’ten ve Muhalefet’ten?
Muhalefet’in, tüm bu gelişmeleri basından takip etmek zorunda kalışını, kim nasıl izah edebilir bana?
Füze Kalkanı’nın, şuna buna faydası konuşulurken, Türkiye’ye ne faydası olduğunu kim açıklayabilir bana?
İşin aslı şu:
Başından bu yana teslimiyetçi bir dış politika izleyen AKP Hükümeti, bu anlaşmayı, tartışmadan uzak tutup, ‘seve seve’ imzalamak zorunda bırakılmıştır.
Zira ipin ucu puştun eline geçmiştir Dış Politika’da.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Haysiyetli Dış Politika iddiasında bulunanlar da, bu olanları iyi tahlil etsin.
Bu kalkan meselesinin bir tek amacı vardır.
Diğer konuşulanların tamamı laf-ı güzaftır.
İsrail’i İran tehdidinden korumanın dışında, tali hiçbir amacı da yoktur.
Nerede kaldı "One minute"?
Önce Davos’ta yalandan kabadayılık yap, şimdi de Brüksel’de İsrail’i savunmak için Füze Kalkanı'na aç topraklarını.
Oldu mu bu şimdi?
Lütfü TÜRKKAN22.11.10