Amerika değil Allah'tan korkun!..

Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt Kas 22, 2010 21:36


AMERİKA İLE DOST OLANLAR, İRAN'I DÜŞMAN İLAN ETTİLER!

Füze kalkanına evet diyerek İsrail'i koruma görevini üstlenenlere, medyanın ve vatandaşın sessiz kalmasına Muharrem Bayraktar'dan öfkeli bir yorum

AKP’nin füze kalkanı sistemini kabul ederek başta İran ve Suriye’yi resmen düşman kategorisine sokması ve İsrail’e gelecek bir saldırıda Siyonistlerin koruyuculuğuna soyunması, AKP’ye oy veren Müslüman kesimi çok memnun etti mi acaba?

Yahudileri koruyarak ve bir Müslüman ülke ile İsrail uğruna düşman olarak siyaset yapanlara bu millet “nasıl evet der” ben anlayabilmiş değilim.

Ya şu “yandaş, necip, dinci basına” ne demeli?

Bakın füze kalkanının kabul edildiği Lizbon Zirvesi’nde, ABD’nin emirlerini aynen yerine getirerek atılan imzaya nasıl alkış tutuyorlar:
Yeni Şafak: Büyük memnuniyet duyuyoruz. Köprüler atıldı, Avrupa daha yakın! NATO’nun prestijini Türkiye korudu!

Takvim: Türkiye, ilkeli duruşuyla zirveye damgasını vurdu. Obama ve Gül’ün “liseli arkadaş” gibi yakınlığını, 26 ülke lideri hayranlıkla izledi. Dünya bizi konuşuyor.

Star: Yeni Türkiye farkı! Sağlam durduk, netice aldık!

Sabah: Çok konuşulduk! Lizbon Zirvesi’ne damga vurduk! Bizi konuştular!

Bugün: İstediğimizi aldık, çok memnunuz! Cumhurbaşkanı Gül, zirvenin arzu ettikleri çerçevede geçtiğini belirtti. “Büyük memnuniyet duyuyoruz” dedi.

Zaman: NATO’nun prestijini koruduk.

Koro halinde bu tarihi skandalı alkışlayan hükümet destekçisi medyadan bir Allah’ın kulu çıkıp da “yahu bu füze kalkanı açıkça İsrail’i korumak, İran’ı saldırılara açık bir pozisyona düşürmek için kuruluyor. Davos’ta Wan münit çekip Lizbon’da İsrail’in koruyucusu olmayı kabul etmek ne biçim iş?” diye sormadı. Soramadı. Soramazlar.

Bunların “Siyonizm karşıtlığı, İsrail’e sözümona bağırıp çağırmaları hikaye.

ABD’nin doğal müttefiki olmayı kabul ederseniz o ABD sizi İsrail’in bodyguardı yapar, sesinizi bile çıkartamazsınız.

NATO, Türkiye’nin bütün isteklerini kabul etmiş, imzalanan belgede “ülke ismi yer almamış, yani İran’ın adı geçmiyormuş” balonunu manşete taşıyan yandaş basını, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy şöyle yalanlıyor:

“Belgelerde ülke ismi geçmiyorsa da füze tehdidinin İran’dan geldiği açık. Biz kediye kedi deriz. Füze tehdidi İran’dır.”

Avrupalılar açıkça “kediye, kedi” diyor ama bizim politikacılarımız, bizim ABD kölesi siyasetçilerimiz ve onların her yaptığını (İsrail’i korumaya soyunmalarını bile!”) din u iman uğruna alkışlayan yandaş medyamız kediye kedi diyemiyorlar.

Diyemezler.

Halkı kandırmak zorundalar.

İsrail’in yeryüzündeki en büyük müttefiki olduklarını, Yahudi devletinin olası bir saldırı halinde koruyuculuğuna soyunduklarını, bu misyonu kabul ederken “istediğimizi aldık!” diye vatandaşı kandırmaya devam edeceklerini, İsrail’i korumak uğruna Türk topraklarını tehlikeye attıklarını, 400 yıldan beri savaşmadığımız İran’la ,Batılı dostları uğruna “düşman” olmayı kabul ettiklerini halktan gizlemek zorundalar.

Bu halk bu oyunu görmezse helak olur.


Muharrem BAYRAKTAR
22 Kasım 2010


FÜZE KALKANI'NA 'EVET'





NATO'da yırtılan yine Türkiye'nin yakası


Bir mübarek bayramı daha geri de bıraktık. Yalan, istimrar, oyun, teslimiyet ne yazık ki bayramda da ara vermedi. Yine aldatma ve kandırma gayretleri camilere kadar taşındı, yine insanların inancı siyasi istismar aracı haline getirildi, yine ihanet hem de çift taraflı olarak zirve yaptı. NATO toplantısı ve sonrasındaki açıklamalar Türkiye'nin nasıl yönetildiğini, nasıl kuşatıldığını acı biçimde ortaya koydu.

Camiler istismar mekanı

Her biri ayrı bir yazı konusu olacak bu gelişmeleri satır başlarıyla da olsa değerlendirmeye çalışalım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bayramlarda kayıplara karışması millete birkaç gün nefes alma imkanı veriyor. Ancak bu defa fazla uzun sürmedi. Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş'un cenazesi başbakana kaldığı yerden devam etme imkanı verdi. Camiler AKP için yine siyasi istismar mekanlarına dönüştü.

CHP'de AKP'den geri kalmıyor

Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte makas değiştiren ve her türlü istismarda AKP ile yarışmaya başlayan CHP'de de bayram benzer görüntülerle geçti. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarını ziyaret, Kılıçdaorğulu ile ilgili bugüne kadar yaptığımız tespitlerin ne kadar doğru ve haklı olduğunu göstermekle kalmadı, CHP'nin bu ihanet sürecinde AKP ile nasıl kolkola gireceğini de belgeledi.

AKP'nin yalan, talan ve ihanet siyasetine, CHP'nin ondan geri kalmamaktaki gayretine bundan sonra da çok tanık olacağız. Bunları daha çok yazıp konuşacağız. Şimdilik bu konuyu bir kenara koyup, Türkiye'nin uluslararası alandaki saygınlığını ve etkinliğini doğrudan ilgilendiren ve ülkenin geleceğiyle ilgili çok önemli sonuçlar ortaya koyan Lizbon'daki NATO toplantısı, alınan kararlar ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dönüş yolunda yaptığı değerlendirmelerle ilgili tespitlerimizi paylaşalım;

Kaybeden yine Türkiye

Toplantı sonrasında yapılan resmi açıklamalar besleme ve yanaşma güruhu tarafından zafer nidalarıyla karşılansa da bizi tatmin etmedi. Türkiye'nin beklentileri ile ortaya çıkan sonuç arasında neredeyse uçurumlar bulunmaktadır. Ne hedef ülkeler, ne komuta konusunda önceden yapılan değerlendirmelerin, Türkiye'nin olmazsa olmazlarının hiç biri uzlaşma metninde yer almamıştır. AKP'nin dahil olduğu her mesele de olduğu gibi, yine kaybeden Türkiye olmuştur. NATO'nin yeni konseptinde en çok tavizi verip, en az faydayı elde eden ülke ne yazık ki Türkiye'dir.

Bunun neresi başarı?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaların satır araları işin aslının ne olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu açıklamalardan olumlu ve faydalı bir sonuç çıkarabilmek için besleme ve yanaşma olmak bile yetmez. Ortada çok ciddi bir akıl sorunu olduğu görülüyor. Ya bu insanlar bizim aklımızla alay ediyor veya anlamakta bir problemleri var. Türkiye toplantı öncesinde, "komuta bizde olacak, butona biz basarız" iddiasıyla ortaya çıktı ve konuda en küçük bir taviz verilmeyeceğini söyleyerek Lizbon'a gitti. Oysa çıkan karar bu yönde olmadı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de "komutanın içinde biz de olacağız" sözüyle aslında Türkiye'nin kaybettiğini kabul ediyor. Komutanın bizde olması, butona bizim basmamız başka şeydir, komutanın içinde bizim olmamız başka şey. Birinde tam yetki ve irade vardır. Diğerinde ise genel iradeye, alınan karara uymak vardır. Biz tam yetkiyle yola çıkıp, alınan karara uymakla yetinmiş durumdayız. Bu şart zaten bütün üyeler için geçerlidir. Bunun neresi başarı, neresi zaferdir?

Balistik füzelerin yeri belli değil mi?

Cumhurbaşkanı Türkiye'nin NATO içindeki ilkesel duruşunu anlatırken, 3 madde sıralıyor. Bunlardan birincisi tehdit algılamasında her hangi bir ülkenin değil, balistik füzelerin esas alınacağıdır. "Hangi ülkede varsa, onları kapsar" sözüyle de bu tespitine açıklık getiriyor. Bu durumda sormak gerekmez mi, Sayın Cumhurbaşkanı balistik füzelerin hangi ülkede olduğu belli değil mi? Sizin adını vermemeniz o ülkeleri, mesela İran'ı ne kadar tatmin eder?

Düşman kim?

İkinci maddede savunma sisteminin her yeri ve her şeyi kapsayacağı yer alıyor. Ne güzel. Bu durumda da şunu sormak gerekmez mi? Peki düşman kim? Sistem belli, savunma şekli belli, tedbir çok yönlü ve kapsamlı, ama ortada düşman yok. Üçüncü madde ise herkesin maliyete eşit olarak katılacağıdır ki, doğrusunu isterseniz bu konuda da ciddi endişelerimiz var. Cumhurbaşkanı Gül'ün "Türkiye huysuzluk yapan bir ülke değil" sözü zaten bütün bu kararların nasıl alındığını ve nasıl kabul edildiğini anlamaya fazlasıyla yetiniyor. Söyledikleriniz ve iddialarınız sadece sizinle sınırla kalırsa, önünüze konulan her şeyi kabul eder ve onaylarsanız elbette huysuzluk yapmamış olursunuz. Ancak bu doğruyu yaptığınız ve haklı olduğunuz anlamına gelmez.

Dış basın bizi doğruluyor

Lizbon toplantısında Türkiye'nin bütün iddia ve taleplerinden vazgeçtiği ve önüne konulan her şeyi kabul ettiği sadece bizim iddiamız değildir. Dış basındaki değerlendirmeler de bu yöndedir. Nitekim, Wall Street Journal'da çıkan bir yazıda "Türkiye'nin toplantıdan önceki haftalarda ortaya attığı taleplerinin çoğu ya bir kenara itildi, ya da- kontrol merkezinin Türkiye'de olmasına ilişkin olanı gibi daha sonra görüşülmek üzere ertelendi. Zirveye katılanlar, Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu konuları Cuma günü bastırmadığını söylediler." Denilmiştir.

Eksen şimdi mi yerine oturdu?

Sayın Cumhurbaşkanının bütün bunları getirip bağladığı yer, eksenin asıl şimdi yerine oturduğu iddiasıdır. Bunun altını da demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ve yapılan son anayasa değişikliği ile dolduruyor. Düne kadar Türkiye'de eksen kayması yoktu, şimdi kaymakla kalmamış bir de yerine oturmuş. Çünkü demokrasi ve insan hakları varmış, son anayasa değişikliği de bunu gösteriyormuş. Bu sözlerin bugün için anlamı nedir, gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Demokrasi ile bölücülerin azdırılması, taşların toplanıp hainlerin salınması, yandaşların palazlanması kastediliyorsa bu doğrudur. Ancak makul ve mutedil vatandaş için demokrasi kaf dağının ardındadır. Nitekim adına Ergenekon denilen davanın yargılama sürecinden kendisinin de rahatsız olduğunu kendi beyanlarından biliyoruz. Anayasa değişikliğinin ne sonuç doğurduğunu ise yaşayarak gördük. Yargı tam olarak ele geçirilince eksen de asıl yerine oturmuş oldu.

Kürt sorunundan nasıl kurtulacağız?

Bu değerlendirmeleri daha da önemli ve anlamlı kılan nokta ise "Kürt sorunundan kurtulacağız" sözüdür. Kürt sorunundan kurtulmayı bu ülkede yaşayan namuslu, vicdanlı, birlik ve bütünlükten yana olan herkes ister. Bütün mesele nasıl kurtulacağımızdadır. Malum, Sayın Cumhurbaşkanı daha önce de "güzel şeyler olacak" demişti. O güzel şeylerin ne olduğunu Habur'da gördük. "Kürt sorunundan kurtulacağız" sözünün arkasından da sakın İmralı ile yapılan pazarlıklar ve oradaki caninin taleplerinin dikkate alınması olmasın? Ne de olsa herkese istediğini vermenin, önümüze konulan her şeyi kabul edip onaylamanın geçerli olduğu ve bunun büyük bir başarı olarak takdim edildiği bir dönemden geçiyoruz.

Orhan KARATAŞ
22.11.10







"One minute" nerede kaldı?


‘Füze Kalkanı’ konusu ucundan tartışılmaya bir başlandı, daha ne olduğunu anlamadan baktık ki; Cumhurbaşkanı basmış imzayı.

İşlem tamam.

Cumhurbaşkanı; “Brüksel’de NATO bizi konuştu” demiş.

İyi de ne konuştu?

“Kerizleri yine kandırdık”mı dedi, yoksa başka bir şey mi?

“Türkiye istediklerini aldı”demiş Cumhurbaşkanı.

İyi de ne aldı?

Cunhurbaşkanı; “Metinden İran çıkarıldı” demiş.

Buna karşılık Sarkozy; "Biz kediye kedi deriz, tehdit İran'dır" şeklinde bayanat vermiş.

Başbakan, kontrol ve kumanda bizde demiş.

Hangi karar?

Füze havada iken Başbakan’a açıp soracaklar zahir; “Füze geliyor, ne yapalım?”

Dünyanın hiçbir ülkesinde ülke için böyle hayati bir konuda, muhalefetle konuşulmadan, Meclis’te tartışılmadan, kalkıp imzalanmaz böyle bir anlaşma.

Başbakan konutta, Cumhurbaşkanı Köşkte, koltuklarını değiştirirken dahi eşine ve çocuklarına danışır mı?

Kesinlikle öyledir.

Peki aynı Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ülkeyi ileride önemli bir taahüde sokacak anlaşmayı, neden gizlemek gereği duymuştur Meclis’ten ve Muhalefet’ten?

Muhalefet’in, tüm bu gelişmeleri basından takip etmek zorunda kalışını, kim nasıl izah edebilir bana?

Füze Kalkanı’nın, şuna buna faydası konuşulurken, Türkiye’ye ne faydası olduğunu kim açıklayabilir bana?

İşin aslı şu:

Başından bu yana teslimiyetçi bir dış politika izleyen AKP Hükümeti, bu anlaşmayı, tartışmadan uzak tutup, ‘seve seve’ imzalamak zorunda bırakılmıştır.

Zira ipin ucu puştun eline geçmiştir Dış Politika’da.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Haysiyetli Dış Politika iddiasında bulunanlar da, bu olanları iyi tahlil etsin.

Bu kalkan meselesinin bir tek amacı vardır.

Diğer konuşulanların tamamı laf-ı güzaftır.

İsrail’i İran tehdidinden korumanın dışında, tali hiçbir amacı da yoktur.

Nerede kaldı "One minute"?

Önce Davos’ta yalandan kabadayılık yap, şimdi de Brüksel’de İsrail’i savunmak için Füze Kalkanı'na aç topraklarını.

Oldu mu bu şimdi?


Lütfü TÜRKKAN
22.11.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Sal Kas 23, 2010 17:13


İran ile savaşa adım adım

Eski MGK sekreteri E. Orgeneral Tuncer Kılınç, ‘bazılarına göre’ dine – imana, Müslümana karşı bir askerdi. Darbeciydi, Ergenekoncuydu. Bu ülkede kendilerini “dinin” temsilcisi olarak gören “Emevi siyaseti” temsilcileri Tuncer Paşa ve benzerlerini cuntacı – din düşmanı diye yaftaladılar.

Tuncer Kılınç “çok önemli” bir laf etmişti oysa.

Demişti ki “Türkiye, AB ve Amerika ile değil, İran, Çin ve Rusya ile ittifaka girmelidir.”

Çünkü akılsız siyasetçilerin göremediğini görmüş, AB ve ABD’ye köle olarak ülkenin teslim bayrağını çekmektense “şeriatçı da olsa” ülkenin stratejik çıkarları gereği komşumuz İran’ı da içine alan yeni bir ittifak önermişti.

Ama bu düşüncesi ABD ve İsrail için çok tehlikeli idi.

İran’ı bölgedeki Amerikan ve İsrail menfaatleri için en büyük tehlike olarak gören Beyaz Saray’ göre , “Türk askeri içindeki” bu çok tehlikeli düşünceyi edilmeliydi. Çünkü bu düşünce aslında ordu içinde filizlenen yeni ulusal düşünceyi aksettiriyordu.

Dolayısıyla “çok tehlikeliydi!” idi ve ezilmeliydi.

Bir anda Ergenekon rüzgarı esti.

Bir anda Tuncer Kılınç Paşa ve arkadaşları bir biri ardına gözaltına alındı.

Malum medya bayram ediyordu.

Bu generaller din düşmanıydı zaten. Üstelik cuntacıydılar da.

Yüzlerce general, albay, yarbay, yüzbaşı, teğmen gözaltına alındı, ifade verdi, tutuklandı.

Asker sustu!

İran’la Çin’le ittifaktan bahseden askerler “köklü bir şekilde susturuldu!”

Bu defa konuşma sırası ABD’ye geldi.

“Füze kalkanını Türkiye’ye kuracağız!” dediler.

Ankara hık–mık etmeye kalmadan projeyi kabul ettirdiler.

“Bizi kullanmaya devam edin!” diye yalvaran AK siyasetçiler, son olarak ülkeyi İran’la savaşın eşiğine getirdiler.

“Son kullanma tarihleri geçinceye” kadar bu gaflete alet olacaklar belli ki.

Füze kalkanı, açık ve net bir şekilde İsrail’i İran saldırılarından korumak için ve “İran’ın İsrail’e atacağı füzeleri engellemek için” oluşturulmuş bir proje.

Yani İsrail İran’ı füzelerken İran’dan gelecek savunma füzelerini AK Parti’nin “füze kalkanı” engelleyecek.

İsrail İran’ı AKP sayesinde bombalayacak.

İran AKP yüzünden kendini savunamayacak.

Abdullah Gül füze kalkanının onaylandığı Lizbon Zirvesi için “tam istediğimiz gibi bir anlaşma oldu!” diyor.

Evet Sayın Cumhurbaşkanı “siz tam olarak İsrail’i korumak istiyordunuz, Müslüman İran’ı haçlı ABD ile birlikte yok etmek istiyordunuz da” bunu neden miletten gizlediniz?”

Davos’ta İsrail’e “Wan Münit!” çeken Başbakan Erdoğan, Siyonist İsrail’i İran’a karşı koruma görevini kabul ederek aslında “İran’a Wan Münit” çekti.

Bu gelişme, Almanya ile işbirliği yaparak Alman gemileri Goeben ve Breslau’nun Rus limanlarını bombalamalarına izin verip Osmanlıyı Birinci Dünya Savaşı’na sokan İttihat ve Terakki zihniyetinin tezahürüdür.

O savaş Osmanlının sonunu getirdi.

Bugünkü anlaşma ile de Türkiye’yi İran’la ve İslam dünyası ile karşı karşıya getirecekler.

Yeni ve pis bir savaşta, “nükleer füzelerin yok edici savaşında” Türkiye’yi cephe ülkesi yapacaklar.

Topraklarımızdan İran’a atılacak bir ABD füzesi “bizi İran’a savaşın eşiğine getirecek.”

Erdoğan istediği kadar “füzelerin kontrolü bizde desin” Amerika o kontrolü madem size bırakacak niye kursun ki rampaları topraklarınıza? Siz gidin İncirlik üssüne hakim olun da ondan sonra rüze rampalarına hakim olmaktan bahsedersiniz.

Füze rampası kurulduğu andan itibaren Türkiye İran’a harp ilan etti demektir.

Tuncer Paşa ve arkadaşlarına “dinsiz” diyen “dindar Müslüman siyasetçiler!” İsrail’in koruyucusu, Müslüman İran’ın düşmanı olmayı hangi “dindarlıkla” bağdaştırıyorlar.

Şimdi anlaşılıyor ki bütün bu projelerin devreye konulması için “asker susturulmalıydı.”

Ve istenilen oldu.

Asker sustu, rampa geldi!

İslamcı geçinen basın, AKP’nin bu dehşet verici İsrail dostluğunu bir yandan gizlemeye çalışırken öbür yandan hala “Aktütün karakol baskınında askerin hatasını” haber yapmaya devam edip okuyucularına “ninni” demekle meşguller.

Bu ülkenin Müslümanları bütün bu olup biteni, savaşın eşiğine geldiğimizde mi anlayacak?


Muharrem Bayraktar
23.11.10





Mütareke medyası..


Yandaş basın okurlarını aptal sanıyorlar

Yandaş basın artık daha da genişledi. İşin içine diğer grupların gazeteleri de dahil oldular. Kimse kusura bakmasın ama bu yeni yandaşların yandaşlığı; asıl yandaşları aratacak gibi. Çünkü; bunlar üstünü örterek AKP propagandası yapıyorlar. Böylece de okurlarını aptal yerine koyup yönlendirmeye çalışıyorlar.

Bunun en somut örneğini, Füze Kalkanı projesi ile ilgili olarak verilen haberlerde ve yapılan yorumlarda gördük.

Sanki Türkiye bir zafer kazanmış havası var. Ellerinden gelse AKP Cumhurbaşkanı Gül'ü, Lizbon fatihi ilan edip heykelenin dikilmesini isteyecekler.

Halbuki Bay Gül; Türkiye'nin Batı'ya teslim oluşunun altına imza attı. Bay Gül; bu işi de AKP hükümetinin isteği üzerine yaptı. Ve kendisini öne çıkartarak hükümete gelebilecek tepkiyi emmeye çalıştı.

Her yere koşturan, bulduğu her kürsüden nutuk atan Başbakan Erdoğan bu füze kalkanı işinde niye 'Görmedim, duymadım, bilmiyorum!' havasına girdi?

Gerçeği görelim: Bir çatışmada; ülkemiz, bu kalkandaki füzeler tarafından imha edilen füzelerin atomik serpintilerinin döküldüğü çöplük olacak. Ya kalkanın vuramadığı füzeler... Onlar da gelip kalkanın bulunduğu alanları imha edecek... Böylece binlerce insanımız ölecek, topraklarımız kirlenecek. Hiç hak etmediğimiz bir sonuçla karşı karşıya kalacağız. İşte bu tehlikeye ve tehdide alkış tutuyor yandaş basın.

Türkiye; tıpkı 1960'ların başındaki konumuna itildi.

O zaman da Sovyetler Birliği'ne karşı Amerika, Türk topraklarına füze yerleştirmişti. Bu rezalet de kamuoyundan saklanmıştı. İşin üstündeki perde de Küba krizi sırasında kaldırıldı.

Bugün, açıkça, milletin gözünün içine baka baka Türkiye füze çöplüğü haline getiriliyor. AKP hükümeti de buna izin veriyor.

Soruyu yeniden sorun: Füze kalkanı kime karşı kuruluyor?

Rusya'ya karşı mı? O zaman NATO görüşmelerinin içinde Rusya'nın işi neydi? Bizim Rusya ile sınırımız mı var ki de savaşa tutuşalım da füze tehdidi altına girelim? Rusya, Avrupa'yı tehdit ediyor da bu kalkan Avrupa'yı korumak için kuruluyorsa o zaman bizim toprağımızda işi ne?

Ayrıca; ABD tarafı açıkça söyledi: Bu kalkan görevi yapacak füzelerin komutası ABD'nin elinde bulunacak. Merkez yönetim yeri de Almanya'daki Amerikan üssü olacakmış.

Pazar günü yazdım; bir kez daha hatırlatayım:

Türkiye'nin coğrafi konumuna baktığımızda bizim topraklarımıza yerleştirilecek bir füze kalkanı; İran'dan atılacak füzeleri imha etmek için planlanmıştır. İran ile Türkiye'nin arasında da bir sorun yoktur. Bu yüzden; İran'ın İsrail'e karşı bir saldırısı olur ise bunu durdurmak; füze kalkanı projesinin temel amacıdır.
Türkiye; İsrail uğruna atom çöplüğü haline getiriliyor; yandaşlar alkışlıyor.

Hint asıllı İngiliz edebiyatçı Naipaul'a, 'Müslümanlara hakaret etti!' diye saldıran yandaş yazarlar; acaba bu gerçeği niye görmezden geliyorlar?

Yandaş böyledir işte. İki yüzlüdür; onun için ülkenin ve milletin çıkarı değil o anki kişisel çıkarı önemlidir...

Bunlara da, bunların gazetelerinde verilen haberlere inanan o okuyuculara da gerçekten acıyorum...


Rıza ZELYUT
23.11.10





Kandırmanın bu kadarı olmaz

Bayram tatilinin son günlerini “Türkiye’nin NATO’daki zaferi” propagandaları eşliğinde geçirdik. Türkiye’de kurulacak “füze kalkanı sistemi” ile ilgili toplantıda NATO’ya ve ABD’ye “ayar verdiğimiz”, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “ağzını kapattığımız”, tüm NATO ülkelerinin bize hayran kaldığı haberleri neler olup bittiğinin asla farkına varmayan “vatandaşlar” tarafından sevinçle karşılandı.

Şuradan başlayayım: NATO (Amerika) Türkiye’de, İran nükleer tehdidine karşı bir füze savunma sistemi kuruyor. Türkiye’nin buna “olmaz” deme şansı var mı? Yok. Yani öyle ya da böyle bu sistem Türkiye’ye kurulacak.

Tabii kurulmayabilir de. Ama o zaman Amerikalıların “Zaten biz Türkiye’yi test ediyorduk” sözlerinin arkasındaki şantaj da gerçekleşir. İktidar bunu biliyor ve karşı koyacak gücü yok.

O halde “durumu lehe çevirmek” ve “kamuoyunu yanıltmak” gerek. Ki iktidar bunu bugüne kadar pek çok kere yaptı. Sadece bir örnek yeter belki. Avrupa Birliği’ne girdiğimizi müjdeleyen ve gün ortasında atılan havai fişekleri unutmayın.

“Dünya çapındaki” iktidarımız diyor ki “füze sistemi kurulabilir ama şartlarımız var.” Sonra da şartlar ileri sürülüyor. Öncelikle “İran tehdittir” denmeyecek. Sonra sistemin komutası Türkiye’de olacak. Ve son olarak bu sistem “İsrail’i koruma amaçlı olmayacak.”

Bunların hepsi Lizbon toplantısından önce AKP medyası tarafından beyinlerimize adeta nakşedildi. Sonra toplantılar başladı. Kararlar alındı.

Metinde “İran tehdittir” ifadesi yok. Zaten olmayacaktı da. Çünkü biraz diplomasiden nasibini alanlar bilirler ki, bu tür konularda hiçbir şekilde hedef ülke adı zikredilmez. Sovyet döneminde kurulan füze sistemleri için bile yazılan metinlerde ülke adı geçmez “nükleer tehdide karşı” ifadesi yer alırdı. Yani biz “İran’ın adı geçsin” diye ısrar etsek bile böyle bir şey olmayacaktı.

Ama malum medya, yanlarında sürüklediği birkaç dürüst gazetenin de aklını çelerek olmayan bir şeyi olmuş gibi gösterdi.

Kontrolün Türkiye’de olması hiç gündeme bile gelmedi, bunun Mart ayında belirlenmesine karar verildi. Ardından Başbakan sanki daha önce “kontrol bizde olacak ama” dememiş gibi dün “kontrol NATO’da olacak” dedi. Sanki NATO’nun kurduğu bir sistemin kontrolü NATO dışında birine verilirmiş gibi.

İsrail konusu ise hiç gündemde bile yok. Çünkü o konu zaten komik. Bu bir nükleer uyarı sistemi. Herhangi bir noktada nükleer hareketlenme olursa, sistem alarm veriyor ve atış durumuna geliyor. Eğer karşı taraftan bir füze ateşlenirse o da otomatik olarak harekete geçiyor.

Kısacası, füzenin nereye gittiği önemli değil, atılması önemli. İsrail’e doğru atılmışsa sistem “Bana ne” demeyecek.

Tabii her şeye rağmen iktidarı “olağanüstü propaganda ve beyin yıkama başarısı” nedeniyle kutlamak gerek. Bir ülkede “duyduğu her şeye inanmaya hazır” milyonlar yaratılırsa sonuç da bu olur.


Can ATAKLI
23.11.10



FÜZE KALKANI'NA 'EVET'
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Çrş Kas 24, 2010 6:15


AKP’den İsrail’e korumaya Evangelist müminlerin (!) suskunluğu!

Soru: Füze Kalkanı niçin gündeme geldi?

Cevap: İran’ın balistik füzelerinden korunmak için!

Soru: O füzelerden öncelikli olarak korkan kimdir!

Cevap: İsrail!

Tablo budur ve gerisi laf-ı güzaftır!

Şu halde AKP Füze Kalkanına Türkiye’de konuşlandırma imkanını vererek aslında İsrail’e kollarını açıyor ve onu İran’a karşı korumaya alıyor!

Evet, AKP tartışmasız olarak İsrail’e koruma polisliği yapıyor!

İran isminin anlaşma metnine girmesini istememek de bunu gizlemek içindir!

Türk halkını sürü gibi mütalaa edenler böyle bir gizleme ile İsrail için yapılacak fedailiğin örtüleceğini düşündüler!
İyi de soruyorum, nerede kaldı o

“One Minute” efelenmesi?

Hani Kudüs’ün kaderi ile İstanbul’un kaderi ayrı değildi?

Hani Gazze ile Ankara aynıydı?

Hani Ramallah ile Konya aynı kaderi paylaşıyordu?

Hani masum bebekleri bile katledenlerle Türkiye mücadele edecekti?

Hani dünya sırtını dönse de Türkiye Filistin’in yanında olacaktı?

Hani İsrail af dilemeden yüzüne bile bakılmayacaktı?

Başbakan Erdoğan’ın kısa bir süre önce Konya meydanında ettiği o sözlerle atılan imzayı karşılaştırın lütfen!

Ya o konuşmada söylenenler doğru değildi, ya da üç gün önce atılan o imza
yanlış!

Soruyorum, AKP, NATO zirvesinde böyle bir dayatmaya neden boyun eğdi?

Türkiye kısa bir süre önce kıyasıya hedef aldığı İsrail’in korumalığına nasıl soyundu?

Ey sözde mukaddesatçılar neredesiniz!

Ey güya kendini Filistin davasına adayan İHH, niye susuyorsun?

Ey kendini islam mücahidi diye satan bezirganlar neden feveran etmiyorsunuz?

Demek ki sizin derdiniz Filistin, şu bu değil, sadece ve sadece istismarmış!

Irak’ta yüzbinlerce Müslüman katledilirken, onbinlerce Müslüman hanımın ırzına geçilirken desteklediğiniz iktidara halel gelmesin diye sustuğunuz gibi şimdi de İsrail’e polislik yapılmasına susuyorsunuz, zira büyük patron, yani ABD öyle istiyor değil mi?

Yok yok, siz aslında Yaradana değil güce, yani Washington’a iman ediyorsunuz?

Öyle olmasa, zulümleri çıkar hesabıyla tasnife tabi tutmadan topyekün karşı
çıkardınız!

Gazze’ye yardım gemisi olayında sokağa doluşup bayrak yakanlar, hangi deliğe
girdiniz?

Bir kere daha boyanız döküldü, foyanız ortaya çıktı!

Siz Hazreti Muhammed’in müslümanı değil, Paxamericana’nın Evangelist
müminisiniz!

BM’de öyle, NATO’da böyle !

Hatırlayın, kısa bir süre önce Türkiye, Birleşmiş Milletler’de İran’a yaptırım teklifine hayır oyu kullanmıştı. Peki ama yakın gelecekte böyle bir politika izleyen Türkiye, şimdi niçin bırakın yaptırımı, İran’a adeta fiili bir cephe açıyor? Bu nasıl bir dış politikadır ki, birkaç ay içinde taban tabana zıt şeyler yapılıyor?

Kim bundan sonra Türkiye’ye inanır ve ciddiye alır? İşte AKP’nin sıfır sorunlu dış politika dediği yutturmaca budur! Hem müslümanların güya liderliğine oynayıp İran’a da göz kırpacaksınız, hem de ABD ile AB’ın dayatmalarına boyun eğeceksiniz?İç politikaya endeksli dış politika yaparsanız varacağınız yer burasıdır!

Anlamadığım bir şey de muhalefetin bu rezaleti neden teşhir etmediğidir?


Sabahattin ÖNKİBAR
24.11.10 / YENİÇAĞ




Yeni Haçlı Seferi
İsrail'e kalkan olduk
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Cum Kas 26, 2010 2:25

Füze yalanlarına kananlar!

Füze kalkanı projesi adım adım füze yalanı projesine dönüştü. Yani el insaf! Bir hükümet imza attığı ve yükümlülük altına girdiği bir proje hakkında bu kadar mı yalan konuşur.

Bir: Bütün istediklerimizi kabul ettirdik diyoruz, Wall Street Journal gazetesi “Türkiye’nin toplantıdan önce ortaya attığı talepler genel olarak kabul görmedi” diye yazıyor.

Yani “hükümet” kendi halkını kandırdı.

İki: Füze kalkanının kontrolünün Türkiye’de olacağı gibi büyük balon daha ilk gün patladı. Yok, böyle bir şey! Komuta kademesi NATO subaylarında olacak.
Üç: “Lizbon’da “İran’ın adını tehdit eden ülke olarak yazdırmadık” diye hava atıyoruz. Diğer NATO ülkeleri bu “ucuz politik numaraya kıçıyla gülüyor.”

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, imza atılır atılmaz, “tehdit İran’dır. Füze rampası İran için kurulacak, biz kediye kedi deriz” diye açıklama yapıyor.

Türkiye’nin başında bulunanlar ise “tamam, belgeye ülke adı koymadık” deyip birkaç saat sonra “tehdit İran’dır” diye açıklama yapan bu adamların kendilerine ve Türkiye’ye ne büyük hakarette bulunduğunu algılayamıyorlar.

“İstediğimizi aldık, zafer kazandık” diye hava atıyorlar.

Dört: Mavi Marmara gemisine saldıran İsrail’e tepki göstermek için sokaklara dökülen “Müslüman kardeşlerimiz!” şu sıralar derin bir sessizlik içindeler. Destek verdikleri AKP resmen İsrail’in koruması oldu, ağızlarını açıp tek kelam etmiyorlar.

Hatta bu işte “bir hikmet arayanlar!” bile var.

Beş: Dün yazdık: Yandaş basın, “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İsrail’e sahip çıkan, onun korumalığına soyunan” en büyük anlaşmaya imza attı AKP. Müslüman geçinen basın ise hala askere ve Ergenekon’a küfretmekle meşgul. Sanki füze kalkanı projesini asker imzaladı.

Altı: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “yılın devlet adamı” ödülünü veren Chatham House’un Türkiye uzmanı Fadi Hakura şunları söyledi:

“Türkiye’nin NATO belgelerinde sistemin İran’ı hedef almaması yönündeki itirazının kabul edilmesine rağmen pratikte bunun bir önemi yok. Çünkü füze sistemi gerçekten İran’ın nükleer kabiliyetini, bir ölçüde de Suriye’yi hedef alıyor. Amerikan yönetimi pek çok kez bunu açıkça söyledi. İran’ın adının geçmemesi teorik anlamda önemli. Ama pratikte sistem İran’ı hedef alıyor.”

Aldığı ödül Abdullah Gül’e hayırlı olsun!

Yedi: Füze kalkanı projesinin kabulünde AKP tam bir “toplum mühendisliği” uyguladı. Çekoslovakya ve Polonya’nın füze kalkanını kabul etmemesi üzerine bu projenin Türkiye’ye teklif edileceği ve Türkiye’ye “zorla da olsa” kabul ettirileceği –gerçi hiç de zorla olmadığı ortaya çıktı! Amerikalılar bile böylesine kolayca Türkiye’nin teslim olacağını hesap etmemişlerdi– belliydi.

ABD bu konuda Türkiye’ye kapalı kapılar ardında defalarca konuyu açtı.

Türkiye teslim olacaktı ama bir sorun vardı: Kamuoyu buna nasıl razı edilecekti?

İşte bu konuda o derin plan devreye girdi. AKP bir anda İsrail’e Wan Münit çekmeye, “katiller biz size gösteririz” demeye başladı. Kamuoyu nezdinde “İsrail’e karşı en kahraman başbakan” pozları oluşturuldu. Hatta Filistinli Müslümanlar bile “helal sana Erdoğan!” diye pankartlar taşıdılar.

Eh kamuoyu hazırlanınca da “artık zamanı geldi, füze kalkanına imza atmanın tam zamanıdır” denildi ve imzalar basıldı.

Hem Türkiye Müslümanları hem Filistinliler ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar.

Anlayamadılar.

Anlayamazlar da.

Öyle bir uyutma politikası yapıldı ki, bravo yani!

Alın size nur gibi bir İsrail bebeği, tepe tepe kullanın.


Muharrem Bayraktar
25.11.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Cum Kas 26, 2010 18:01

ABD-İSRAİL YÖRÜNGESİNDEKİ TAŞERON FÜZE: AKP

Her ne kadar AKP iktidarı gündemden düşürmeye ve alınan kararların gerçek yönünü saklamaya çalışsa da, Türkiye'de şuan Lizbon'da yapılan NATO toplantısı ve orada alınan karar, gündemin ana konusu durumundadır.

Füze kalkanı olarak bilinen füze savunma sistemi konusu AKP'nin NATO üzerinden ABD'ye yaptığı taşeronluğun yeni bir boyutu olmuştur.

ABD'nin hedefleri doğrultusunda ve İsrail'i korumak adına Türkiye'ye yerleştirilme kararı alınan füze kalkanı, İran'a karşı kurulan bir sistemdir. AKP, Müslüman pozları vererek, Türkiye'de halkın dini duygularını sömürdüğü için, İran'a yönelik ABD-İsrail ikilisinin hedefleri için yapmış olduğu hizmeti gizleyerek, Füze kalkanı hakkında alınan kararı NATO'nun rutin bir işlemi gibi gösterme gayretindedir. MHP Lideri Devlet Bahçeli, bu durumun farkında olduğu için kamuoyunun aydınlatmak ve gerçek niyetin anlaşılması için "Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay edercesine hiçbir komşumuzu tehdit ve hedef tanımlaması içinde göremeyiz diyen Başbakan Erdoğan'a buradan sormak isterim ki: Siyasi hesaplarla kendinizin gitmeye cesaret edemediği Lizbon zirvesinde Cumhurbaşkanı tarafından onay verilen füze savunma sistemi İran'a karşı değilse, hangi potansiyel tehdit kaynağı ülkeye karşıdır?

Tehdit kaynağı İran değilse Senegal midir, Küba mıdır, yoksa Rusya mıdır? Türkiye NATO ittifakının Doğu'daki kanat ülkesidir. Füze Savunma Sistemi'nin operasyonel unsurları Türkiye'ye konuşlandırılacağına göre, coğrafi bakımdan bu düzenlemeler İran dışında hangi ülkeyi hedef alacaktır? İran değilse, hedef Afganistan mıdır, Hindistan mıdır?" şeklinde sorular yöneltmiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve AKP iktidarının ABD-İsrail hedeflerine karşı bir duruş sergilemesi mümkün değildir. Varlık sebepleri zaten ABD-İsrail'dir.

ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nde "Eşbaşkanlık" gibi bir görev üslenen, ABD'nin Müslüman ülkeleri işgal hamlelerinde taşeronluk yapan AKP'nin İran'a karşı kurulan füze kalkanı konusunda bir karşı irade göstermesi mümkün değildir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Füze Kalkanı" gündem olduğu günden bu yana hep yalpalayarak, hep çelişkili konuşarak, gerçek niyetlerin anlaşılmasını engellemeye çalışmıştır. Fakat Türkiye'deki siyasi iradenin yapısını ve bölgemizdeki gelişmeleri takip edenler için,ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın her şey çok net ortadadır.

"Komuta bizde olacak, düğmeye biz basacağız" gibi içi boş avunmalarla Türk milleti aldatılmaya çalışılmaktadır. Mesele zaten kimin adına komuta ettiğiniz ve düğmeye kimin adına bastığınız değil midir? ABD ve İsrail adına Türkiye'yi yönettiğinizi bu dünyada görmeyen, anlamayan kalmış mıdır?

Yanı başımızdaki komşumuz İran'la ABD-İsrail için düşmanlık oluşturmaya değer mi?

Ortadoğu Bölgesini Müslümanların kanını akıtarak kan gölüne çeviren ABD-İsrail ikilisinin Afganistan ve Irak'tan sonra İran'a yönelik planlar yaptığını kundaktaki bebek dahi bilirken, Türkiye'ye kurulma kararı alınan füze kalkanının hangi niyetle yerleştirileceğini bilmeyen bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu ülkeyi nasıl yönetebilir?

Onlar niye yerleştirildiğini çok iyi biliyorlar fakat NATO'nun kararını topluma zafer kazanmış komutan edasında algılatmak için resmen rol yapıyorlar.

Siyasi zikzakları ile meşhur Başbakan Erdoğan'a muhalefet partileri 'NATO konusunda TBMM'de kapalı oturum yapılsın' diyor, ama o gizlediklerinin açığa çıkma korkusu ile 'Kapalı oturumla da bu işleri büyütmeye gerek yok. Bizim yok dediğimize onlar var diyorlar. Onlar sanki görüşmeleri yürüten taraf. Bunlara neyi anlatacağız. Zaman kaybına tahammülümüz yok, yapacağımız çok şey var.' diyebiliyor.

Çünkü suçlu, çünkü tartışılan bu konunun, kendilerinin hangi amaca hizmet ettiğini açık edeceğini çok iyi biliyor.

AKP neyi inkâr ediyorsa bilin ki inkâr ettiğinin aslı gerçekleşmiştir. AKP neyi "yapmadım" diyorsa kesinlikle, o konuyu yapmıştır.8 yıllık iktidar görüntüleri bundan ibarettir.

Başka ülkelerin ismi geçerken, füze kalkanlarının Türkiye'ye yerleştirilme kararının alınması da AKP iktidarının NATO üzerinden ABD'ye sadakatinin bir göstergesi olmuştur.

AKP önümüzdeki süreçte Türkiye'nin başını belaya sokacak bir kararı uygulayacaktır.

AKP'nin aldatma, kandırma, yanıltma politikaları artık çekilmez bir hal almıştır.

AKP, bölgemizde eziyet gören, işkence gören, öldürülen her Müslüman konusunda vebal sahibidir.İran konusunda da ABD-İsrail'in yörüngesine girmiş füze gibi davranmaktadır.

Türkiye'nin huzurunu kaçırak, Müslümanları hedef altına alacak politikalara imza atan AKP'yi artık Türk milleti hem kendi, hem de bölgenin geleceği açısından durdurmalıdır.


Yıldıray ÇİÇEK
Ortadoğu Gzt.

Şimdi de Lübnan tiyatrosu
...Yaklaşan Genel Seçim

Şimdi de Lübnan tiyatrosu

Malum sayın başbakanımız Lübnan'a bir gezi yaptı. Programın bütün ayrıntıları ve konuşmalar bazı kanallardan canlı yayınlarla verildi. Buna rağmen Türkiye 3 generalin bakan emriyle görevden alınmasıyla çalkalandığı için, orada oynanan tiyatroyu kaçırdı. Takip edebildiğimiz kadarıyla Lübnan'da Davos'taki "van minut" tiyatrosunun bir başka versiyonu sergilendi.

Önce madalyayı çıkar

Türk'e ve Türkiye'ye duyulan hasretin siyasi malzeme yapılmasını, Sultan yakıştırmalarını, başbakanın artık çok alıştığımız içi boş övünmelerini bir kenara bırakıyorum. Kurmaca ödülleri de geçiyorum. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin iç meselelerinin ve saygınlığının yaban ellerde ortalığa dökülmesini bir türlü kabul edemiyorum. Zemin ve zaman müsait olduğu için İsrail efelenmeleri başbakana alkış getirmiş olabilir. Siz alemi sersem mi zannediyorsunuz? Meselenin aslının bu efelenmeler olmadığını bütün dünya bilmiyor mu? Daha birkaç önce İsrail'in NATO koruması alınmasının altına imza atacaksınız, boynunuzda Yahudi'den aldığınız cesaret madalyası asılı duracak, bütün askeri ve sivil ilişkiler artarak devam edecek, ama siz kalkıp, "katilden bütün yaptıklarının hesabını soracağız" diye meydan okuyacaksınız. Bunu içeride yapıp milleti inandırabilirsiniz de, orada birisi kalkıp, "önce boynundaki madalyayı çıkar" derse ne diyeceksiniz?

AKP grup toplantısı zannediyor

Bunları da görmezden gelelim. Çok daha garip, çok daha acı, çok daha çarpıcı olanı başbakanın içeriyle, dışarıyı birbirine karıştırmasıdır. İç siyaset polemiklerini gittiği ülkelerde de sürdürmesidir. Güya Türk ekonomisinin nasıl geliştiğini, nasıl iyi durumda olduğunu anlatıyor. Bunu yaparken kendini AKP grup toplantısında zannedip yalan yanlış şeyleri sıralamasa, ilgisi ve alakası olmayan şeylerle muhalefeti suçlamasa yine bir şey demeyeceğiz. Fakat öyle şeyler söylüyor ki, hakikaten kulaklarımıza inanamıyoruz. İktidara geldiklerinde Türk ekonomisi yerlerdeymiş, 21 bankaya fona devredilmişmiş, buna rağmen her şeyi düzeltmişler, hatta dünyanın en önemli ekonomileri arasına girmişiz.

Siz olanı bile koruyamadınız

Özellikle camdan okumadığı, yazılı metine bağlı kalmadığı durumlarda çamın kavağın, bardağın tabağın nasıl birbirene karıştırıldığının örneklerini Türkiye'de çok gördük de, hiç olmazsa yurt dışında yapmayın sayın başbakan. Siz geldiğinizde 21 bankanın fona devredilmiş olması iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? O hükümet geldiğinde bunları kucağında buldu. Talanı durdurdu ve bankalara el koyarak millet malına sahip çıktı. Sonrasında da bankacılık sistemini temelinden değiştirip sağlam ve sağlıklı bir yapı kurdu. Bugün övündüğünüz her ne varsa işte o hükümetin aldığı tedbirler sayesindedir. İlla da bir şey söyleyecekseniz, dönüp teşekkür etmeniz gerekir. Siz, bırakın size bırakılanı daha iyileştirmeyi, daha ileri götürmeyi olanı bile koruyamadınız. Onun içindir ki, o hükümetin aldığı tedbirler sayesinde siz geldikten hemen sonra da hızla düşen eflasyon, son 6 yıldır yerinde sayıyor. Hazır bulduğunuzu bile devam ettiremediğiniz için dünyanın en hızlı ve en çok borçlanan ülkesi olduk.

İşsizlik de dünya rekorları kırdık. Bugün cari açık korkunç boyutlara ulaşmış durumda. Bu tabloya rağmen bir de, "dünyanın yaşadığı ekonomik kriz bize teğet geçti" diyorsunuz. Teğet geçtiği için bütün olumsuz rakamlarda dünya rekorları kırdık, bir de teğet geçmeseydi ne olurdu acaba?

Bahçeli'yi örnek alın

Bu hale bakmadan birde bunu gidip Lübnan'da anlatıyor ve Türkiye'deki alışkanlığınızı oralarda da sürdürüyorsunuz. Hiç olmazsa bunu yapmayın. Yazık bu ülkenin değerlerine, yazık bu ülkenin onuruna. Ne söyleyecekseniz gelin burada söyleyin. Bakın, MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli yabancı basının veya yabancı misyonun hükümetle ilgili sorularına, "bunlar bizim iç meselemiz, sizi ilgilendirmez" diye, defalarca geri çevirdi. İyi niyetli bulmadığı yabancı heyetlerle görüşmedi bile. 8 yıl geçti, ama siz hala aynı yerde, aynı kafadasınız. Biraz ders alın, biraz öğrenin artık.

Ülkeyi yönettiğinizi unutup şikayet ediyorsunuz, dert yanıyorsunuz ve başkalarından çözüm bekliyorsunuz. Gelince de mutlaka nasıl itibarlı olduğunuzu, nasıl ciddiye alındığınızı anlatacaksınızdır. Evet size rağmen, bütün bu yanlışlarınıza rağmen bu ülke, bu millet hala itibarlı, hala ciddiye alınıyor.

NATO belgelerinde isim geçmez

Bunlar da yetmiyor, Lübnan'da herkesin gözünün içine baka baka, NATO'nun Lizbon toplantısındaki teslimiyeti savunmaya kalkıyorsunuz. NATO belgelerinde hiçbir ülkenin ismi geçmiyormuş. Sayın başbakan, işin içinde olanlar, bütün uzmanlar defalarca açıkladılar. NATO begelerinde zaten ülke ismi geçmez. Şimdiye kadar da hiç geçmemiş. Ancak, savunma sisteminin kime karşı ve niçin kurulduğunu dünya da bilmeyen mi var? Hiç olmazsa insanlarla alay etmeyin.

Bunların hangisi başarı?

Avrupa'ya gidiyor, teslim oluyorsunuz, ABD'ye gidiyorsunuz elinize yol haritaları verip gönderiyorlar. Uluslarası toplantılara katılıyorsunuz, size her istediklerini kabul ettirip imzalatıyorlar. İşte Ermenistan iftiralarında geldiğimiz nokta. İşte Yunanistan'ın her istediğini aldığını açıklaması İşte AB'deki durumumuz. İşte Irak'da yaşananlar. Bunların hangisi başarı, hangisi Türkiye'nin menfaati? Geriye kalıyor Türkiye'den hiçbir talebi olmayan ve Türkiye'den sadece yardım ve himmet bekleyen ülkeler. Sizi bu sebeple bağırlarına basıyor, size bu sebeple sahip çıkıyorlar. Keramet sizde değil, Türkiye Cumhuriyetinde. Hiç olmazsa onları hayal kırıklığına uğratmayın.

Orhan KARATAŞ






FÜZE KALKANI ALDATMACISI VE YAKLAŞAN GENEL SEÇİM


Bir İran ABD/İsrail sıcak çatışması esnasında hem İsrail'i hem de Ortadoğu'daki Amerikan üslerini ve askerlini korumak maksadıyla daha doğru bir ifade ile savaş esnasında İran'ın elini kolunu bağlamak amacıyla Türkiye'ye kurulmak istenen Füze kalkanı sistemi Lizbon'da düzenlenen büyük bir sanal kurgu ile Türk toplumuna şimdilik yutturuldu.

Sekiz yıldır Ortadoğu halklarına ikinci Nasır olarak tanıtılmak istenen ve bu konuda da sanal ve göstermelik kavga ve efelenmelerle hayli mesafeler kaydettirilen Erdoğan'ın, füze kalkanı hususundaki tutumu hayal kırıklılığı uyandırdı. Batı karşısında uslu çocuk rolünü kabullenen Erdoğan ve Türkiye'nin bu tutumu karşısında İran'ın nasıl bir tepki göstereceği ve Türkiye'ye yollanan yeşil ABD dolarlarını kesip kesmeyeceği ise önümüzdeki günlerde belli olacaktır.

Türk medyasının ve AKP'nin, Lizbon'da düzenlenen NATO toplantısı ve füze kalkanı konusunu Türkiye'nin zaferi gibi göstermesi insanı hayretler içinde bıraktıran cinstendi. Daha önce NATO Genel Sekreterliği seçimlerinde olduğu gibi bu sefer de Batılı müttefiklerimizden -Türk toplumunun balık hafızasına güvenilerek- tutulmayacak sözler alınmış, bu sözler başarı gibi gösterilmiştir. NATO Genel Sekreterliği seçimleri sırasında Rasmussen'e ilkin karşı çıkan sonrasında şartlar sıralayan Erdoğan'ın yapılmasını istediği üç şarttan hiçbiri yerine getirilmemişti.

Peki, neydi bu şartlar? Danimarka'dan yayın yapan Roj Tv kapatılacak, Peygamberimize hakaret içeren karikatürlerden dolayı başta Türk halkı olmak üzere İslam âleminden özür dilenecek, NATO Genel sekreter yardımcısı bir Türk olacaktı.

Aradan geçen onca zamana karşın bu şartlardan hiçbiri gerçekleşmedi, Türk Devleti ve onun saf halkı kandırıldığıyla kaldı. Şimdi de aynı oyun ya da 'Batı Kurnazlığı' Füze Kalkanı hususunda oynanmakta. O zaman şu soru akıllara gelmekte, NATO Genel Sekreterliği konusunda Türkiye'ye atılan kazık ortadayken Türkiye Devletinin yöneticileri bu ikinci çocuk kandırmacasına neden evet dediler? Bu sorunun cevabını önümüzdeki yılın sonlarına doğru net bir şekilde göreceğiz. Çünkü ABD-İsrail ikilisinin İran'a önümüzdeki Haziran'dan sonra şiddetli bir hava operasyonu düzenlemesi kuvvetle muhtemeldir. Bu operasyon sonrası Abdullah Gül ve Erdoğan Füze Kalkanı konusunda bakalım o zaman Türk halkı ve İslam dünyasına ne cevap vereceklerdir.

Bazı uluslar arası çevrelerde, yaklaşan seçimler öncesi iktidar koltuğunu kaybetmek istemeyen Erdoğan'a seçimlerin sonuna kadar İran'a saldırılmama konusunda söz verildiği ve bunun karşılığında da Türkiye'nin Füze Kalkanı projesini kabul ettiği ifade edilmektedir. Türk kamuoyuna duyurulur.

Oğuzhan ALPARSLAN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Amerika değil Allah'tan korkun!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt Kas 29, 2010 14:51

İSRAİL DOSTUNU, LÜBNAN SULTANINI KIZDIRAN ACABA NEDİR?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Lübnan ziyareti ile ilgili bir değerlendirme yazısı yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Tam o sırada Başbakan Erdoğan'ın bu gezi ile ilgili basında çıkan yazılara "Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın dost ve kardeş bir ülkede gördüğü büyük teveccüh, büyük ilgi ve alaka, bakıyorsunuz burada birilerinde ciddi rahatsızlık uyandırıyor ve hazımsızlığa yol açıyor. Lübnan bayraklarıyla birlikte Türk bayraklarının açılmış olması, Lübnan Başbakanıyla birlikte Türkiye'nin Başbakanı'nın posterlerinin asılmış olması, bu ülkenin her bir ferdini gururlandırırken, nasıl oluyorsa birilerini rahatsız ediyor, kaygılandırıyor. Maalesef, milletin sevincini milletle birlikte paylaşamayanlar; bu ülkenin başarılarıyla mutlu olamayanlar var." şeklinde tepki gösterdiğine dair bir haber okudum.

Aslında Başbakan burada bir propaganda sanatını icra etmektedir. Medyada kimse Başbakan Türk bayrakları ve kendi posterleri ile karşılandığı için bir tepki göstermiyor. Başbakanın aslında istediği, Lübnan gezisinin böyle tartışılması ve bu tartışmalardan siyasi bir karizma yaratma arzusudur. Ben şahsen Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanının komşu bir ülkede Türk bayrakları ile karşılanmasından her Türk milliyetçisi gibi gurur duyarım. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı kendi ülkesinde yaptığı gibi, Lübnan'da toplanan kalabalıkları da kandırmaya ve aldatmaya çalışıyorsa, her Türk milliyetçisi gibi çok büyük üzüntü duyarım.

İsrail'i koruma ve kollama projesi olan BOP'un Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'de anlattığı siyasi masalların aynısını, Lübnan'da toplanan kalabalıklara anlatması ve anlattıklarına alkış alması, Türkiye ve Ortadoğu Bölgesi adına gerçekten hüzün veren bir manzaraydı.

Lübnan'da yaptığı konuşmanın en trajik yönü ise, İsrail'i korumak için İran'a yönelik Türkiye'ye Füze Kalkanının NATO kararı ile yerleştirilme kararının alındığı günlerde olmasıdır.


    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının büyük bir bölümünü İsrail'e sözde kafa tutan muhtevada yaptı ve "Biz gerektiğinde katile katil diyecek, katilden bütün yaptıklarının hesabını da Allah'ın izniyle soracağız." gibi İsrail'e yönelik kükreyen cümleler kurdu. Bu sahte tavrı Türkiye'de birçok kişi yuttuğu gibi, Lübnan'da yutturmanın başarıları da toplanan kalabalığın coşkusundan gözle görülüyordu.

    Davos'ta Recep Tayyip Erdoğan ve Şimon Perez arasında oynanan siyasi tiyatronun Ortadoğu Bölgesinde geniş bir kitleyi etkilediği biliniyor. 2007 yılında Türkiye'ye davet ettiği, onuruna düzenlenen kokteyllerde kadeh tokuşturduğu ve TBMM'nde yaptığı konuşmasını ayakta alkışladığı Şimon Perez'e, Davos'taki toplantıda sözde tepki göstererek toplantıyı terk eden ve toplantıdan yarım saat sonra düzenlediği basın toplantısında "Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Perez'i ne de Musevi halkını hedef aldım." demesine rağmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan nasıl olduysa "Davos Kahramanı" oldu.


29 Mart 2009 yerel seçimleri için çok güzel tezgahlanmış bir siyasi oyun ve tiyatroydu. Seçimlerden sonra da Davos oyununu hem Türkiye'de hem de Ortadoğu Bölgesinde malzeme olarak kullanmaya devam etmektedirler.

İsrail'e sözde kafa tutulurken, özde her türlü işbirliği devam etmektedir. AKP iktidarı, İsrail'in aleyhine olacak, İsrail'in menfaatlerini engelleyecek bir tane adım atabilmiş değildir. Davos olayından sonra yaşanan kanlı Mavi Marmara baskınına kadar AKP iktidarı İsrail ile her türlü askeri, ekonomik ve stratejik işbirliğini aralıksız devam ettirmiş, kanlı olaydan sonrada değişen hiçbir şey olmamıştır.

Hal böyle iken Başbakan Erdoğan'ın Lübnan'a gidip, İsrail'e kafa tutan mesajlarla bölge halkını kandırması nasıl bir vicdandır?

Yahudilerden aldığı "Yahudi Cesaret Ödülünü" iade edememiş, ABD-İsrail ikilisinin organize ettiği Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eşbaşkanlığından istifa etmemiş olan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Lübnan halkına anlattıkları masal olmanın ötesine geçemeyecek sözlerdir.

Kimse, Başbakan'ın iddia ettiği gibi kimse Türk bayraklı, posterli ve coşkulu karşılamaya söz söylemiyor. İsrail ile ilgili anlatılan masallara ve çelişkilere vurgu yapılıyor.

Birkaç köşe yazarı Telekom'un Lübnan'a satılmasına vurgu yaparak, Lübnan'ın Başbakanı Said Hariri ile Recep Tayyip Erdoğan'ın dostluklarını sorguladı. Acaba Başbakanımız buna mı bozuldu.


Yıldıray ÇİÇEK
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Google [Bot] ve 2 konuk

cron

x