Büyük Millet’in ve Meclisi’nin işi...Anayasa Değişikliği taslağı “Türkiye BÜYÜK MİLLET Meclisi”ne sunuldu. Tartışmalar sürüyor.
Yeni “son dakika eklemeleri” gibi, toplumdan bilgi kaçırma, rakiplere gol atma numaraları da devam
ediyor.
Anayasa değişikliği konusunda en net tavrı koyan bir parti var. Hani şu, AB ve ABD’nin desteklediği PKK denen terör örgütünün partisi. Neydi adı? BDP idi galiba.
Başkent Diyarbakır,
Kürtçe resmi dil!..
İşte o parti, kanun manun tanımadan istediğini söylüyor.
Diyor ki, “Anayasa’nın değiştirilemez denen başlangıç kısmındaki maddeler değişsin!..”
Bu maddelerde devletin şekli, cumhuriyetin nitelikleri, devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti yazıyor.
Bunları değiştirmek mümkün değil. Teşebbüsü dahi ağır ceza gerektiriyor.
Ancak, bunu sözde “siyaset” (!) yolu ile yaparsanız, kilidi
kırıyorsunuz.
Peki bunları isteyen o parti, istedikleri yerine getirilmese de AKP’ye Meclis’te destek verecek mi?
(Herhalde karşılıklı olarak gerekenleri bir şekilde yapacaklardır.)
O partinin dışında, bu görüşlere (daha doğrusu safsatalara) sıcak bakan başka partililer yok mu acaba?
Bence var.
Olmasaydı “Bunları nasıl söylersiniz?” diye ortalığı birbirine katarlardı. Ama kimseden ses çıkmıyor!
Zaten, bu gidişle Türkiye’nin birçok başkenti olacak,
birden çok resmi dili olacak,
herkesin kendi cumhuriyeti olacak, herkesin kendi devleti olacak ve niteliklerini kendisi belirleyecek,
herkes kendi bayrağını dalgalandıracak ve kimileri terör marşlarını milli marş olacak çalacak!
Ve bunun sponsorluğunu da Türkiye’ye yaptıracaklar!..
HULKİ CEVİZOĞLUAKP yargıdan neden rahatsız? Anayasa Mahkemesi 1961, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ise 1981 yılında kuruldu.
Yani Anayasa Mahkemesi'nin 49, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 29 yıllık geçmişi var.
49 yılda çok sayıda siyasi parti, ya tek başına ya da koalisyon yaparak iktidar oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Refah Partisi, Demokratik Sol Parti...
Çok sayıda parti lideri başbakanlık yaptı.
İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan...
Hiçbiri yüksek yargı ile kavga etmedi, yüksek yargıdan şikayetçi olmadı.
Hatta, hiç kimseden çekmediğini Anayasa Mahkemesi'nden çeken Necmettin Erbakan bile...
Kurduğu bütün partiler Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Erbakan, ortak hükümet kurduğu partilere veya Meclis'teki diğer siyasi partilere, 'Gelin şu Anayasa Mahkemesi'nin yapısını değiştirelim' diyemez miydi?
Kurduğu bütün partileri kapattığı için çok eleştirdiği Anayasa Mahkemesi'nin varlığını, şeklini ve yapısını hiçbir zaman tartışma konusu yapmadı.
*
Yaklaşık 40 yıl, iktidardaki hiçbir siyasi parti yüksek yargı ile kavga etmediği halde, yedi buçuk yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi her gününü neden kavga ile geçirdi?
Yargıdan neden rahatsız?
Soruyu faklı bir şekilde de sorabiliriz:
Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi kapatılma endişesi duymazken; Adalet ve Kalkınma Partisi ile Barış ve Demokrasi partisi neden kapatılma korkusundan kurtulamıyor?
Yüksek yargıdan şikayet etmeden ve yüksek yargıyı zihniyetleri doğrultusunda yeniden dizayn etmeden önce, kendi durumlarına baksın, kendilerini sorgulasınlar.
Hukuku kendilerine uydurmaya çalışmak yerine, kendilerini hukuka uydursunlar.
*
Tutturmuşlar bir 'halk iradesi'dir gidiyor.
Evet, demokrasilerde en üstün güç halkın iradesidir ama, halk iradesinin temsilcileri, kendilerine verilen yetkiyi kötüye kullanmaya başlarlarsa, bunu kim engelleyecek ya da denetleyecek?
Demokrasilerde, 'Biz halkın temsilcisiyiz, istediğimizi yaparız, yargının elimizi kolumuzu bağlamaya hakkı yoktur' demeye imkan var mı?
'Halkın iradesi denetlemez' diye bir kural da yok.
Denetlenmezse, dünyada Hitler'lerden geçemeyiz.
Parlamento, yargı, asker, sivil dahil, demokrasilerde denetlenmeyen güç olamaz.
Olursa, o sistemin adı demokrasi değildir.
'Denetlenmeyen güç' tehlikelidir ve asla özgürlük olarak algılanmamalı
SIRRI YÜKSEL CEBECİÖnerideki tuzaklarDEŞTİKÇE yeni marifetler, daha doğrusu tuzaklar ortaya çıkıyor. Biz de, “yargıda reform” yapmak gibi, “gelişmiş demokrasi” gibi, bugünkü iktidarın ağzına hiç yakışmayan kavramlardan söz edenlerin gerçek niyetlerini daha iyi görme olanağına kavuşuyoruz. Örneğin “yargı”yı konuşurken “parti kapatma” ile ilgili tuzak görülmedi.
Önce ona değinelim:
Getirilen “Anayasa değişikliği teklifi”nin “parti kapatmayı zorlaştırmayı” amaçladığı biliniyor. Bunun “demokrasiye duyulan aşk”la ilgisi olmadığı; siyasi iktidarın, anayasal sisteme uydurup kapatılmaktan kurtulma yerine Anayasa’yı kendisine uydurup kurtulmayı istediği de belli ama, anlaşılan farkına varılmayan başka bir husus varmış.
Nitekim getirilen öneri, siyasi partilere “Bundan böyle programınız, eylemleriniz devletin bağımsızlığına aykırı olabilir. İsterseniz ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozabilirsiniz. İnsan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı davranabilirsiniz. Sınıf veya zümre diktatörlüğünü isteyebilir, herhangi bir tür diktatörlüğü savunabilir ve yerleştirmeyi amaçlayabilirsiniz. Hatta suç işlenmesini teşvik edebilirsiniz” diyor.
Çünkü bunları parti programına veya tüzüğüne koyan, bu politikaları izleyen bir siyasi partinin “temelli kapatılacağını” emreden hükmün yürürlükten kaldırılmasını istiyor.
Dahası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, demokrasimiz, devletimiz ve geleceğimiz yönünden temel güvence olan “bölünmez bütünlüğümüz, milletimizin egemenlik hakkı, laik Cumhuriyet ilkeleri” aleyhine verilmiş bir kararı varmış gibi, önerinin gerekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu doğrultuda kararları olduğu bildiriliyor.
Oysa böyle bir kararı biz bulamadık.
Açık söyleyelim:
Bu öneriyle bizi bugünlere getiren demokratik ve laik Cumhuriyetin temeline şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir tahrip kalıbı konmuş oluyor.
Bitmedi:
Sedat Ergin dün, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçme usullerini değiştiren önerinin altında yatan oyunları yazmıştı. Konuyla ilgili olarak kendisiyle görüştüğümüz Prof. Dr. Metin Feyzioğlu aynı bağlamda bir başka tuzağa dikkatimizi çekti. Anlatalım:
Halen biliyorsunuz Yargıtay ve Danıştay üyeleri Anayasa Mahkemesi’ne asıl ve yedek üye olacak 7 kişiyi Cumhurbaşkanın tayin etmesi amacıyla, her sandalye için 3 ismi tek tek oylayarak belirliyor. Böylece Cumhurbaşkanına her sandalye için Yargıtay ve Danıştay’ın en uygun gördüğü isimler arasından seçme yapma olanağı veriliyor. Dahası hem Anayasa Mahkemesi’ne ancak en seçkin hukukçuların üye olabileceği mesajı veriliyor hem de Yargıtay ve Danıştay kendi kimliğine yakışan isimleri sunmuş oluyor.
Oysa getirilen öneri kabul edilirse tek oylamada en çok oy alan üç isim Cumhurbaşkanına sunulacak.
O da, YÖK eliyle kendisine sunulan rektör adayları konusunda şimdiye kadar nasıl tercih yaptıysa Anayasa Mahkemesi üyeliği için de aynını yapacak.
Sonra da hepimize, “hukuk devletine veda etmek” düşecek.
OKTAY EKŞİBir Venedik masalı!Bu “AB kriterlerini istismar” konusu ciddi; “yüksek yargıya Meclis ve cumhurbaşkanının üye seçmesi AB ülkelerinde de var” dediler, AB’de “yargı kurumlarına yargı üye seçmelidir” görüşünün hakim olduğu ‘konuyu bilen’ hukukçular tarafından açıklandı. Şimdi Adalet Bakanı “Parti kapatmayı Venedik kriterlerine göre düzenledik” derken, Cumhurbaşkanı Gül “Parti kapatmaya Meclis karışmasın ama (düşünün Meclis’in karışmasına o bile karşı) Venedik Kriterleri’ne göre ‘şiddet’ kapatma için tek kıstas olsun” diyor.
Kulağa hepsi de pek hoş geliyor; “Venedik, Venedik, ne güzel bir gondolumuz eksik.” Ama işte maalesef Venedik Kriterleri’nin aslı burada bize anlatılanlar gibi değil. “HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde” de değil (geçen hafta açıkça yazdım, Her Açıdan’da da anlatıldı), kapatmada da...
Venedik Kriterleri “parti kapatmaya partiler karar versin” demiyor. Hele hele partiler “TÜSİAD’ın dergisinde Meclis’i üç liderden oluşmuş milletvekilleriyle gösteren temsili fotoğraf” gibi sadece “lider” anlamına geliyorsa zaten “diyemez” de... Nitekim Avrupa’da yalnızca “davayı federal hükümet ile Meclis’in açtığı Almanya” dışında böyle bir örnek yok. Ki orada da her kapatma davasında “siyasi karar verdiniz, bizi elimine etmek istiyorsunuz” tepkileri çıkıyor, MPD’nin kapatılması için hükümetin “partiye ajan sokması” olayını da bilmeyen yok.
“FİZİKİ ŞİDDET” DIŞINDA...
“Şiddet” konusuna gelince. Venedik Kriterleri “şiddete bulaşan partilerin kapatılması gerektiğini” söylüyor ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: “Burada şiddet ‘soyut bir kavram’ olarak bırakılmış, oysa bir parti eylem ve söylemleriyle anti demokratik bir rejimi hedefliyorsa ya da totaliter rejime gidişin ‘gizli bir hedef’ olduğunu, baskıların ortaya çıktığını veya çıkacağını gösteren kanıtlar varsa barışçıl araçlar kullansa, açıkça şiddete başvurmasa da bu ‘şiddet’ tanımına girer” diyor. Uzmanlar ‘Refah Partisi’nin kapatılmasını AİHM’nin onaylamasının buna en iyi örnek olduğunu belirtiyorlar.
“Parti kapatma” konusunda söz edilen “suç”un tehlike suçu olduğunu, “gerçekleşme ihtimali”nin bulunmasının yeterli sayıldığını, kapatmanın ise “önleyici karakteri”nin söz konusu olduğunu söylüyorlar.
AB’de de bunlar ortada iken AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu falancasının çıkıp “Anayasa değişikliği paketini değerlendirdik, reformlar doğru yönde” demesi de çok ENTERESAN değil mi? Mesela; parti kapatma, HSYK ile AYM’ye üye seçimi gibi konulardaki “AB’ye göre de kabul edilemeyecek” maddeleri gözleri görmüyor mu? Yoksa hükümetle kollektif (!) bir çalışma mı yürütmekteler?
Ayrıca bu AB’cilere; keşke Avusturya’da Heider’in partisi koalisyon hükümeti kurmak istediğinde AB temsilcilerinin neden “Bu koalisyon kurulursa Avusturya ile ilişkiyi keser ve AB üyeliğini sorgularız” dediklerini de hatırlatabilsek... Bu parti hakkında da, yöneticileri hakkında da bir mahkeme kararı yoktu ama kendileri “faşist olmakla” suçlayarak bunu yapabilmişlerdi.
O zaman, Türkiye gibi bu konuda ve birçok konuda ciddi tehlikelerle karşı karşıya bir ülkede, üstelik her türlü hileye/oyuna açık şartlar altında bir ortamda bu yanlış müdahaleleri (yanlış olduğunu da bile bile) neden yapıyorlar?
Cumhurbaşkanı’nın, Adalet Bakanı’nın açıklamalarını ve benzer görüşleri dinlerken, “Venedik Kriterleri’ne bağlı kalıyoruz” benzeri sözlerin iyi araştırılması gerektiğini bilerek dinlemek gerekiyor. AB’nin iteklemelerini de...
“Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” sözünü unutmadan...
(Not: Acaba “Meclis’te grubu olan her partiden 5 milletvekili ile kurulacak komisyonun kapatma davasına karar verebilmesi” konusunda meselâ AKP’nin -istese- tam 16 partiye bölünebileceği ihtimaline ne demeli? Okurumuz Adil Sağol soruyor da...)
***
Doğrusu ne?
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek “Hâlâ aynı samimiyet içindeyiz. Komisyon aşamasında da uzlaşmaya varız. Getirsinler tekliflerini doğrusu neyse yaparız” demiş. Şakayı seviyor olmalı Sayın Çiçek... Zira tasarı açıklandığından beri bütün partiler tekliflerini bangır bangır bağırarak açıklıyorlar ama hükümet aynı konularda ısrarını sürdürüyor.
Ayrıca bütün partiler, yargı kurumları ve hukukçular, STK’lar “Böyle önce tek başına Anayasa değişikliği hazırlayıp sonra dayatma olmaz. Baştan uzlaşmayla hazırlanmalı” dediler. Bu bir yana...
Ama mutlaka “teklif” bekliyorlarsa önce yüzde 10 barajının düşürülmesi, dokunulmazlık konusu, milletvekilini lider yerine milletin seçmesi ile başlayıp demokratikleşmeyi sağlayabilirler. Sonra da HSYK ile yüksek mahkemeleri siyasete bulaştıracak ve bağımsız yargıyı ortadan kaldıracak “üyeleri biz seçelim” adımlarından vazgeçebilir, onun yerine yargı bağımsızlığı için HSYK’dan “Adalet Bakanı ile müsteşarı”nı çıkarabilirler.
Hele bir de medyayı ve sivil toplum kuruluşlarını ağır siyasi baskıdan kurtaracak maddeleri eklerlerse...
İşte o zaman millet “demokrasiye, kuvvetler ayrılığına inanan, gerçekten samimi” hükümet görür ve alkışlar. Yoksa... Ne demiştik; lafla peynir gemisi yürümüyor ki!
RUHAT MENGİ Anayasa’nın en ‘asker’ maddesine dokunulmuyorİktidar ve özellikle “maskeli yandaşları” günlerdir adeta çırpınarak anayasa değişiklikleri ile daha demokrat bir ülke olacağımızı ileri sürüyorlar. Öyle ki sanki bu değişiklikler olmazsa demokrasi ve hukuk bir hayal olacak.
Çırpınışın ardındaki gerçek şu: Bu değişiklikler olmazsa AKP’nin paranoyak halde korktuğu “partinin kapatılması” ve “Yüce Divan’da yargılanma ihtimali” başlarının üzerinde durmaya devam edecek.
Yok eğer anayasa değişiklikleri kabul edilirse, bu kez AKP’nin önünde laik demokratik Cumhuriyet’i değiştirmek için neredeyse hiçbir engel kalmayacak.
Maskeli yandaşlar çırpınıyor ama Anayasa’nın “en asker” maddelerinden birine hiç dokunulmuyor. Seçim barajını yüzde 10’dan aşağı çekme taleplerine iktidar hiç yüz vermediği gibi bunu asla değiştirmeyeceğini açıkça beyan ediyor. Örneğin, Cemil Çiçek barajın düşürülmesi halinde istikrarın bozulacağını söyledi.
Yüzde 10 barajının nasıl konduğunu unutanlar için anlatayım: Bu madde askerlerin demokrasiye bakış açılarını çok iyi tanımlayan maddelerin en başında geliyor. Her ne kadar “mecliste istikrar” sağlamaya çalışan bir madde olarak da görünse de askerlerin bu maddeyi 1982 Anayasası’na koymalarının tek nedeni vardı: Radikal dinci bir parti ile Kürtçü bir partinin Meclis’e girmesini engellemek.
Askerler darbeden sonra yaptıkları araştırmalarda radikal dinci bir siyasi hareketin yüzde 7-8 oranında oy potansiyeli olduğunu saptadılar. Aynı şekilde Kürtçü bir partinin de yüzde 6’ları geçemeyeceğini düşündüler.
İşte yüzde 10 barajı bunun üzerine kondu. Böylelikle radikal dinci ve Kürtçü partiler çıkaracakları milletvekilleri sayesinde “anahtar parti” olamayacaklardı. Askerlerin bu planı 1990’ların ortasına kadar tuttu.
Ancak Özal’ın vefatı, ANAP’ın dağılmasından sonra, radikal dinci hareket güç kazanmaya başladı. 1994 yerel seçimlerinde büyük başarı kazandı, hemen bir yıl sonraki seçimlerde ise birinci sıraya yükseldi.
AKP şimdi aynen askerin izinde giderek, hem kendisini tek başına iktidardan edecek hem de “anahtar parti” konumuna gelecek dinci olmayan partilerin Meclis’e girmesini önlemek için yüzde 10 barajını aynen koruyor
Paranoyaya bak!Askerden izne gelen ve dağıtım yerlerine gitmeyi bekleyen 4 er Kısıklı’da bir otomobilde gidiyorlar. Bu sırada Emniyet’e bir ihbar geliyor: “Şu marka araç içinde 4 asker var. Başbakan’a suikast yapacaklar.”
Emniyet hemen harekete geçiyor. Barikatlar kuruluyor ve ihbar edilen araç durduruluyor. İçinden gerçekten 4 asker çıkıyor. Ellerindeki dağıtım belgelerini gösteriyorlar. Buna rağmen uzun süre bırakılmıyorlar. Merkez Komutanlığı’na haber veriliyor. Oradan görevliler geliyor ve 4 eri teslim alıyorlar.
Hem gülüyorum hem üzülüyorum. Bu ne paranoyadır böyle? Haydi diyelim ki güvenlik çok önemli. Çocukları yakalamışsınız, iş ortaya çıkmış. İyi de bu çocuklar neden serbest bırakılmazlar da Merkez Komutanlığı’na teslim edilirler? Kaçak değiller, suç işlememişler, askerlikle ilgili uygunsuz davranışları da yok.
Yazık değil mi gencecik çocukları gece yarısı korkutuyorsunuz?
Erdoğan’ın en sevdiği askerci tutum: Tek seçicilik
TÜSİAD’ın Görüş dergisinin son sayısının kapağı geçenlerde Vatan’ın birinci sayfasında yayınlandı biliyorsunuz. Kapakta Meclis Genel Kurulu görülüyordu. Photoshop’la gerçekleştirilen bir mizansenle AKP sıralarındaki herkes Erdoğan, CHP sıralarındaki herkes Baykal ve MHP sıralarındaki herkes Bahçeli olarak görülüyordu.
Mesaj şuydu: Evet milletvekillerini halk seçiyor ama, aslında tek seçici liderler. Onlar kimleri isterse onlar seçilebilir.
Yaşı tutanlar 12 Eylül öncesindeki siyaset için böyle bir eleştiri yapıldığını hiç duymamışlardır. Çünkü bu tek seçicilik konusu da 12 Eylül darbecilerinin bıraktığı bir mirastır.
12 Eylülcüler siyasette “aykırı” ses ve kişilerin yer almasını önlemek için önce Kurucu Meclis üyelerini tek tek seçtiler. Ardından siyasi partilere izin verildi bu kez onların kurucu kadroları bizzat generallerin elinden geçti, istemediklerinin üzerini çizdiler.
Herhangi bir kanuna yazılmamakla birlikte askerler partilerin milletvekili adaylarını “ön seçimle” belirlemelerine de izin vermedi. Parti liderlerinin kulağına “Özellikle Güneydoğu bölgesinde sakın ön seçim yapmaya kalkmayın” uyarısı üflendi. Parti liderleri de buna uydular.
Askerlerin başlattığı gelenek sürünce, kamuoyu da parti liderinin tek seçiciliğine alıştı ve tepki göstermedi.
Aslında bilinenleri yazdım, ama şunun için. Özellikle AKP lideri demokrasi ve hukuk kavramlarını dilinden hiç düşürmüyor. İcraatlarını eleştirenleri demokrasiye karşı çıkmakla suçluyor. Ama demokrasinin en büyük düşmanı olan ve diktatörlüğü andıran “tek seçicilik” rolünden de asla vazgeçmiyor.
Benim maskeli faşistlerim de hâlâ bu iktidarın ne kadar demokrat olduğunu anlatmak için bin dereden su getiriyor.
CAN ATAKLI Arınç'a suikast ne oldu?Balık hafızalı bir milletiz ama bu kadarı da olmaz...
Geçen sene Aralık sonlarında AKP'nin iki numaralı adamı denilen Bülent Arınç'a askerin suikast düzenlemek istediği iddia edilmişti.
Biri albay, biri binbaşı iki subay gözaltına alınmıştı.
Hatırlayın hatırlayın: Suikastçi subayların Arınç'ın evinin önünde yakalandıkları... Üzerlerinden Arınç'ın evinin krokisinin çıktığı. Subaylardan birisinin suikast planını tam yutmak üzereyken bastırılıp bu planın ağzından alındığı...
Günlerce bunlar konuşulup yazılmadı mı?
İş bununla kalsa iyi... Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, 'Olay önemlidir, yargı el koymuştur.' diye açıklama yapmadı mı?
İş bununla da kalmamıştı. Suikastçi gösterilen subayların Seferberlik Tetkik Kurulu'nda çalıştıkları; burasının da aslında darbe planlarının bulunduğu yer olduğu yazılmadı mı? Sonrasında kozmik oda denilen bu yer, hakim Kadir Kayan tarafından, büyük bir ciddiyet ve inatla bir aydan fazla aranmadı mı?
Bu hakime de suikast yapılacağı ileri sürülmedi mi?
Bu süreçte, Bülent Arınç'ın ağlamaklı sesle her yerde konuşup mağdur adam rolüne büründüğünü görmediniz mi? Hatta, Bay Arınç, 'Genelkurmay Başkanı bana neden geçmiş olsun demedi?' diye bu mağduriyetini derinleştirecek bir tiyatro sergilemedi mi?
Bunların tümü oldu.
Bu süreçte TSK kötülendi AKP mağdur gösterildi.
Gündem de günlerce işgal edildi.
Vatandaşa işsizliği, yoksulluğu, yediği zamlar, çektiği sıkıntılar böylece unutturuldu.
Bu tutum; AKP'nin siyaset etme yöntemidir.
İşte şimdi gündeme getirilen anayasa değişikliği paketi de Arınç'a suikast iddiası gibi tamamen politikaya yön vermek amacıyla gündeme getirilmiştir.
Milletin damarlarına sahte demokrasi afyonu şırınga edilerek iktidarın başarısızlıklarının üstü örtülüyor.
Yarın öbür gün anayasa da demokrasi de unutulacaktır.
Tıpkı Kürt açılımı gibi... Tıpkı Alevi açılımı gibi... Tıpkı ev yerlerine el konulmak istenilen gariban Çingenelere yönelik açılım gibi...
Tıpkı Ankara'da 2004'te gündüz gözü havai fişek patlatılarak kutlanılan 'AB'ye girdik!' şenlikleri gibi... Tıpkı Erivan'da futbol oynamak gibi...
***
Buradan, millet adına Bülent Arınç'a sesleniyorum.
Sayın Arınç, 'Beni öldürmek istediler!' diye ağlıyordunuz.
Ne oldu o dava?
Neden takip etmiyorsunuz?
Yoksa; siz milleti kandırdınız mı?
Eğer, ben haklı isem; milletten özür dileyin.
Eğer siz haklı iseniz belgelerinizi getirin ki biz özür dileyelim...
Müsteşar memur değil mi?
Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı bir devlet makamıdır. Burada çalışan kişi de devlet memurudur. Bu yüzden müsteşarın birinci işi; görevini yapmak, zamanında işininde bulunmaktır. Eğer müsteşar, içinde bulunduğu bir kurul toplanırken o toplantıya katılmaz da bir yerdeki cenaze törenine gider ise, görevini ihmal etmiş olur. İşte Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman böyle birisidir. O; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) toplantısına katılmak yerine, bir yakınının cenazesine gitmiştir. HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, toplantıya katılmayan bu müsteşar hakkında suç duyurusu yapmak zorunda olduklarını söylemiştir.
Çünkü; Bay Müsteşar; toplantılara katılmayarak hakim ve savcılarla ilgili atama ve özlük işlerinin yürütülmesini engeller konuma gelmiştir. Bu gücü de Adalet Bakanı'ndan almaktadır.
Demokrasiden söz eden Adalet Bakanı'na soralım:
- Bir bürokrat asli işini yapmayıp da şunun bunun cenaze törenine giderek kaytarır ise; bu işin demokrasiyle bir ilgisi olabilir mi? Buradaki amaç HSYK toplantısına katılmamak ve bu kurulu çalıştırmamak değil midir?
- Siz veya müsteşarınız HSYK toplantısına katılmadığınız zaman o kurul hiçbir karar alamıyor ise; buna demokrasi denilir mi?
- Siz de müsteşarınız da siyasi kişiliklersiniz. HSYK'nın siyasi kişiler tarafından böyle kontrol edilmesini demokratikleşmenin neresine sığdırıyorsunuz?
RIZA ZELYUTİktidarın yegane amacı!..İktidar olmanın vermiş olduğu gücü ABD ve AB’nin güdümünde kullanarak demokrasi, barış ve yargı reformu maskesi altında ‘sivil devrim’ yapmayı amaçlayan AKP’nin son hamlesi Anayasa değişikliği paketi oldu! AKP’nin hazırlamış olduğu pakette demokrasi değil teokrasi, barış değil kargaşa, yargı değil baskı var! Yargı reformu adına hiçbir şey yok! Yegane amaç güç ve kudreti elinde tutmak! Derinliğinde ise korku/endişe, kaygı ve telaş var!..
Bırakın CHP ve MHP’yi, AKP’den koparak siyasi mücadelesini yeni kurmuş olduğu partiyle veren Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener bile Anayasa Paketi’ne sert tepki gösteriyor. AKP’nin hazırlamış olduğu 26 maddelik Anayasa Paketi’nin tamamen kendi çıkarları doğrultusunda olduğunu belirten Abdüllatif Şener çok önemli tespitlerde bulundu. Yargı Reformu’na ait hiçbir şey olmadığını, parti kapatma ve milletvekilliğinin düşmesinin önüne geçildiğini, hedefin asıl Yargı Reformu değil HSYK olduğunu ima etti.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise çok daha sert açıklamalar yaptı: “…AKP neden telaş içinde. Çünkü AKP’nin iktidar dönemi bitiyor. Abbas yolcudur. Yapılanların hesabı sorulmayacak mı? Nerede sorulacak. 16 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen Anayasa Mahkemesi’nde. Yarının Yüce Divan’ı hazırlanıyor desek, yanmış mı demiş oluruz? ...Mahkemeyi ben oluşturayım telaşıdır bu. Ama millet bunu görüyor. Ama millet bunu görüyor. …Kürt Açılımı ve Ermeni Açılımı fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Üçüncü fiyasko geliyor o da Anayasa değişikliği çabasıdır.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP’nin muhalefetin “Sivas’tan öteye gidemezler.” sözünü çürütmek için “Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat” adlı ikinci toplantısını Şanlıurfa’da gerçekleştirerek gerekli mesajı vermiştir. Ayrıca AKP’nin şu anki stratejisinin seçime hazırlık olduğunu ve yapmak istediği Anayasa değişikliğinin ise bunun kılıfı olduğunu söyleyen Bahçeli “ İktidar partisi kiminle geçmişte sorun yaşamışsa, değişiklik taslağında bunlara öncelik vermiş, anayasa değişiklikleri gibi ciddi bir konuyu, hesap verme kabusları ile hükümet etme güdüleri arasına sıkışıp kalmıştır.” diyerek sert tepki gösterdi.
AKP iktidarının giderek ayak birbiri arkasına çılgınlıklar yapmasındaki asıl amaç, partisini kapatmaya zorlayarak topluma ikinci bir mağduriyeti teneffüs ettirerek erken seçime gitmektir! Zaten AKP’nin ara-sıra risk alıyor diye feryat etmesinin altında yatan gerçek de budur! Risk, apaçık partisinin kapatılması için yargıyı kışkırtmak! Risk, toplumda mağdur rolü oynamak! Risk, erken seçime gitmek! Bu üç ‘tespit’ üzerinde çok dikkatlice durulursa AKP iktidarının ne yapmak istediği ortaya çıkar. AKP iktidarı geri dönüşü olmayan bir yolda at koşturuyor. Görünen köy kılavuz istemiyor! Yolun sonu uçurum! AKP bunu görüyor! Fakat görmesine rağmen tek umudu millet! Ama millet artık uyandı!..
MUHSİN AKILBoşuna çabalıyorlarİktidar koltuğuna oturan bir daha kalkmak istemiyor.
Parti başkanlarının da ancak ölünce yerleri boşalıyor.
Bazılarının öldükten sonra da boşalmıyor.
Ecevit öldü.
Ruhu DSP genel Başkanı.
Masum Türker gibi değerli bir siyasetçi ruh çağırma seanslarına katılmadığı için harcanmak isteniyor.
Saltanatın şekil olarak kaldırılması yeterli olmamış.
Monarşi özlemiyle yanıp tutuşanların demokrasi nutukları atması gülünç olmaktan çıktı.
Artık yaralayıcı olmaya, insanların canını acıtmaya başladı.
Cumhuriyet halk yönetimidir.
Sürekli değişimdir.
Sürekli yenilenmedir.
Sürekli gelişmedir.
İçinde demokrasi bulunmayan cumhuriyetin içi boştur.
Kötü yazılmış bir senaryonun film yapılması gibidir.
Rol alanların dışında izleyen olmaz.
Demokrasi ise ancak onurlu kişilerin taşıyabileceği bir sistemdir.
Demokrasiye inanmış siyasetçiler bireyselliği aşarlar.
Seçildiklerinde kendilerine verilen güç ve yetkileri halkın yararına kullanırlar.
Toplumun ve ülkenin çıkarları için çalışırlar.
Siyaseti “köşe dönem” aracı gibi görmezler.
Yasalara uyarlar, ahlak kurallarına saygılıdırlar.
Kendilerine verilen destekte azalma gördüklerinde iktidarı bırakmayı bilirler.
Seçim kaybettiklerinde partilerinin başkanlığından da ayrılırlar.
Bu görüntüler bize pek uymuyor.
Üzerimize imparatorluk kokusu sinmiş.
Beynimizde “gelip de gitmemek” tutkusu yer etmiş.
İktidara gelen partiler işlevlerinin farkında değiller.
Derslerini iyi çalışmadıkları, ya da siyasetin gerçek anlamını bilmedikleri için “yönetmekle” ele geçirmeyi karıştırıyorlar.
Bu uğurda her yola baş vuruyorlar.
Kurallar tanınmıyor, yasalar çiğneniyor, suçlular korunuyor, suçsuzlar cezaevlerini dolduruyor.
Bütün bunlar yetmiyor.
Anayasa’nın boyu iktidara uygun hale getirilmeye çalışılıyor.
Her şey yapılıyor, her yol deneniyor, her konu konuşuluyor.
Demokrasiden söz açan yok.
Hukukun adı bile anılmıyor.
Yargı “bağımsız” olsun diyenler var da, “tarafsızlık” pek istenmiyor.
Tüm çabalar boşunadır.
İmparatorluklar yıkılmak içindir.
İktidarların tümü bir gün bırakılmak içindir.
İnsan ömrü “sonsuz iktidar” için yetmez.
Fakat insan aklı bazen bu gerçeği göremiyor.
Devlet ve ülke siyasetçinin mülkü değildir..
Yurttaşlığın tadını almış toplumu yeniden “kul” haline getirmeye çalışan siyasetçi intihar yolunu seçmiştir.
Ve bizler kimsenin buyruğuna ve keyfine göre yazmayız.
Nalan Keziban ATAYMillet ne istiyor?Anayasa değişikliği tartışmaları uzadıkça, iktidarın tutarsızlığı, gerçek niyeti ve milleti hafife alma alışkanlığı daha net ortaya çıkıyor. Haftalardır üzerinde çalışıyorlar, 10 gün önce muhalefet partilerine taslak sundular, yarın tasarıyı meclise sevk edecekler, ama hala ne yapacaklarını, kaç madde değiştireceklerini, usul ve yöntemi bilmiyorlar. Sadece bu kadarı samimiyetsizliği, ciddiyetsizliği ve gerçek niyeti ortaya koymaya fazlasıyla yeter de artar bile.
Söylediklerine kendileri de inanmıyorlar
Başbakanın konuşmaları biraz dikkatli dinlenir ve satır araları doğru okunursa, aslında ne yapmak istedikleri kolayca anlaşılıyor. Bir taraftan muhalefete meydan okuyor, diğer taraftan "üzerinde çalışıyoruz" diyor. Bir taraftan uzlaşma arıyor, diğer taraftan uzlaşma önerilerini yok sayıyor. Sayın başbakan önce ne yapacağınıza, ne kadar yapacağınıza, nerede duracağınıza bir karar verin. Kaldı ki, bugün ülkenin acil ihtiyacı kesinlikle bir anayasa değişikliği değildir. Hele sizin anladığınız ve dayattığınız anayasa değişikliği hiç değildir. Muhalefete seslenirken, "bu değişikliği millet istedi, siz istemeseniz de millet istiyor" diyorsunuz. Bu söylediğinize kendiniz bile inanmıyorsunuz. Yani millet, açlığı, yoksulluğu, işsizliği, çaresizliği bir kenara bıraktı ve anayasa değişikliği istiyor, öyle mi? Güldürmeyin insanı
Yargı reformunun gereği
Bugün yediden yetmişe kime sorsanız, anayasanın değişmesi gerektiğini de, bir yargı reformunun şart olduğunu da söyler. Bende söylüyorum. Bu anayasa değişmelidir. Bir yargı reformu acil olarak gereklidir. Ancak, bunun yolu yöntemi var. Bunun sınırı ve ölçüsü var. Anayasa değişikliğinin, daha doğrusu yeni bir anayasanın olmazsa olmaz şartı, siyasi ortamın buna müsait olmasıdır. Geniş bir uzlaşma, hatta mümkünse tam bir ittifak sağlanmasıdır. Eğer bu konuda samimi olsaydınız MHP'nin son derece yapıcı ve akılcı teklifini kabul eder ve bu işi bitirirdiniz. Yargı reformunun acil olmasının sebebi Yüksek mahkemelerin yapısından kaynaklanmıyor. Hatta yüksek mahkemeler kimsenin aklına bile gelmiyor. Yargı reformu hukukun tecellisi, adaletin zamanında yerine gelmesi ve devlete olan güvenin tesisi için şarttır. Millet işte bunu istiyor. Suçlu olduğuna inandığı insanların karakolun kapısından girip mahkemenin kapısından çıkmaması için yargı reformu istiyor. En basit bir davanın yıllarca sürmesinden yıldığı için yargı reformu istiyor. Hainin, bölücünün, hırsızın, katilin, insan ticareti yapanların hukukun arkasına dolanmaması için yargı reformu istiyor. Bölücübaşının yattığı yerden parti yönetememesi için yargı reformu istiyor.
Önce milletvekillerinizi ikna edin
Siz milletin bu haklı ve doğru talebini alıp, kendi emelleriniz için kullanmaya çalışıyorsunuz. Asıl yapılması gerekenin yanından bile geçmiyor, kendi istikbalinizi düşünerek yüksek yargıyı kontrole almaya uğraşıyorsunuz. Devleti ele geçirmekte son engel gördüğünüz yargıyı yerle bir edip, tıpkı medya da olduğu gibi, tıpkı RTÜK'de, YÖK'de ve bütün yüksek kurullarda olduğu gibi yandaş bir yapı oluşturmaya gayret ediyorsunuz. Nerede başlayıp nerede bitireceğinizi, neyi ne kadar değiştireceğinizi hala bilmiyorsunuz. Hergün yeni bir karar verip, yeni dayatma ekliyorsunuz. Bunun adı da reform oluyor, Anayasa değişikliği oluyor. Bu halinize bakmadan, muhalefetten destek istiyor ve size inanmasını, güvenmesini bekliyorsunuz. Siz muhalefeti bırakın da önce kendi milletvekillerinizi ikna edin. Tutarsızlığınız, dayatmalarınız, kendinize yontma ve kendi düzeninizi kurma arayışınız, birazcık akıl ve vicdan sahibi herkes gibi AKP milletvekillerini de isyan noktasına getirdi.
Küçük hesaplar
AKP'nin her işinde olduğu gibi anayasa değişikliği de neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Makul ve mantıklı hiçbir izah yapılamıyor. Ortada olan şey bir takım küçük hesaplar, özel hedefler ve istikbal korkusudur. Bir defa daha görülmüştür ki, kendi hesapları ve menfaatleri için yapamayacakları, göze alamayacakları hiç birşey yoktur. 7,5 yıldır sayısız örneklerine şahit olduğumuz gibi yine gerginlik çıkararak, yine arkadan dolanarak, yine çatıştırarak, yine kapıştırarak istediklerini yapmaya çalışacaklar. Bu şekilde bir anayasa değişikliğinin bu ülkeyi kaplaştırmaktan, bu milleti huzursuz etmekten ve bu devleti takatsiz bırakmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı gün gibi ortadadır. Ancak ne ülkenin ne olduğu, ne milletin ne düşündüğü, ne devletin nerelere sürüklendiği AKP'nin ilgi alanında değildir. Hatta kafa karıştırmak, oldu bittiye getirmek ve mağduru oynayabilmek için bu durumu bilerek ve isteyerek oluşturmuşlardır. Referandum yolunu bunun için zorluyorlar. Bugünkü şartlarda bir referandumun bu ülkeye neye mal olacağı şimdiden bellidir. İnsanların bir dilim ekmeğe muhtaç olduğu bu dönemde ekonomik maliyeti bile düşünmek zorundayız. Kaldı ki sosyal ve siyasi boyut çok daha keskin ve tehlikeli sinyaller veriyor.
Seçim geliyor
Bu işin sonu nereye varır, nasıl bir sonuç çıkar ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu dayatmanın bir seçim getireceği anlaşılıyor. AKP'nin bu dayatmayı bir mağduriyete dönüştürmek ve milleti bir defa daha aldatmak için planlar yaptığını anlamak için dahi olmak gerekmiyor. Ne kadar isteseler de referanduma gidilmesi çok kolay olmayacaktır. AKP'nin kendi içinden bu yol kesilebileceği gibi, Anayasa Mahkemesi ve hatta çok az bir ihtimal de olsa Cumhurbaşkanı vasıtası ile de bu yol kesilebilir. Her durumda AKP bunu bir istismar malzemesi yapacak ve oya tahvil etmeye çalışacaktır. Bütün yollar en geç sonbaharda bir seçime çıkıyor.
ORHAN KARATAŞBaraj ve dokunulmazlıkOLAYLAR karşısında şaşırmamak elde değil. Herkesin ağzında bir “uzlaşı” lafıdır gidiyor ama Meclis’e sunulan “Anayasa Değişiklik Paketi”nde uzlaşmanın esamisi yok!
Evet, “Ben yaptım, oldu” dayatmasıyla da anayasa yapılabilir ama bu tartışmalı bir anayasa olur. Milletin anayasası olmaz! Uygar ülkelerde anayasa değişikliklerini, parlamentoların seçtiği tarafsız kuruluşlar hazırlar, çok sayıda katılımcı sağlanır, her kesimin görüşleri alınır.
Bizde hazırlama işine partiler girince, birinin ak dediğine, öbürü kara diyor, işler karışıyor.
* * *
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek arayarak, anayasa değişikliği konusunda pazartesi günü yazdığım eleştirileri ağır bulduğunu söyledi. Konuşurken zarafetini bozmadı. Ne de olsa deneyimli ve kibar bir siyaset adamı...
“Evet” dedi, “Ben hak ve özgürlükler konusunda referandum olmaz, dedim. Bugün de sözlerimin arkasındayım. Şimdi, yapmak istediğimiz değişikliklerle hak ve özgürlükleri geri götürmüyoruz ki... Daha genişletmek istiyoruz. Anayasa’yı ileri standartlara taşımak amacındayız. Bazı itirazları da dikkate almış bulunuyoruz.”
Sorumlu gazetecilik anlayışımın gereği, Cemil Çiçek’in bu sözlerini not ettikten sonra ona bazı sorular sordum. Çok tartışılan yüzde 10 seçim barajı ve milletvekili dokunulmazlığı gibi...
Kimse umutlanmasın! Yüzde 10 seçim barajı kaldırılmayacak! İktidarın böyle bir niyeti yok. Yalnız iktidar mı bunu istiyor? Hayır!
CHP’nin de, MHP’nin de işine geliyor bu durum!
Üç parti de çıkarları gereği, seçim barajının yüzde 10’da kalmasını destekliyor.
Seçim barajı anayasa konusu değil. Partiler isterse bunu bir yasa ile beş dakikada kaldırabilir. “Demokrasi” deyince herkes kükrüyor ama ucu kendilerine dokununca hiçbir değişikliğe yanaşmıyorlar!
Yüzde 10 seçim barajının kalkmasını sadece baraj altında kalan küçük partiler istiyor!
Cemil Çiçek’e, Venedik Komisyonu’nun “Türkiye’deki yüzde 10 seçim barajı çok yüksek ve demokrasinin önünde ciddi bir engel” şeklindeki kararını hatırlattım.
Çiçek, “Venedik Komisyonu’nun kararları bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir” dedi ve sözü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne getirdi: “Yüzde 10 seçim barajı konusu AİHM’de görüşüldü ve mahkeme bunu Türkiye ile imzalanan sözleşmeye aykırı bulmadı. ‘Baraj, her ülkenin kendi bileceği iştir’ kararına vardı.. Eğer ülkede istikrar istiyorsak bu baraj devam etmelidir.”
“Ya dokunulmazlıklar? Suçluları korumayı sürdürecek misiniz?” diye sordum.
Meclis’te 550 milletvekili var, suç dosyası sayısı 600’den fazla. Temiz milletvekillerini tenzih ederiz ama haklarında 8-10 suç dosyası olan milletvekilleri siyaseti karalıyor. Meclis bunları barındırmaya devam edecek mi?
Cemil Çiçek “Devam edecek!” dedi ve anlattı:
“Bugün ‘Dokunulmazlık kalksın’ diye feryat edenlere inanmayın siz... 1995’te, dokunulmazlığın kaldırılması için yaptığımız çalışmada bütün partilerin milletvekilleri yan çizdi. Bugün de böyle bir çalışma yapsak hiç biri ortada görünmez. Ayrıca ben, milletvekillerinin ikide bir hâkim karşısına çıkarılmasını doğru bulmam. Doğru olan, parlamenterlikleri bittikten sonra yargılanmalarıdır.”
RAHMİ TURANHayret ve nefretMaçlarda İstiklal Marşı söylenmesini, muhtelif harplerde ve bilhassa Çanakkale ile İstiklal harbimizde şehit olanlara şehit denmesini, şehit ve gazilerimizin çeşitli vesileler ile yad edilmesini istemeyenler, bunları 'çağ dışı, antidemokratik hareketler' olarak gören, bunlardan bahsedilmesini 'hamaset edebiyatı' diye vasıflandıran insanlara hayret ediyorum.
Bir grubun da 'Çanakkalede 250,000 kişi ölmedi, ancak 65,000 kişi öldü' diyerek tarihe ışık (!) tutma gayretleri de beni ayrıca şaşırtıyor. Sanki 65,000 can insan değil, sanki sayı 65,000 olunca onlar şehit ve vatanı için ölmüş sayılmayacaklar? Ulan 6 kişi bile fazla!
Aynı zirzoplar, Mustafa Kemal'in Çanakkale'deki varlığından da rahatsız ' O sadece bir albaydı, aslında bütün orduyu Almanlar idare etti' diyorlar.
Hale bak! Çanakkale Harbini, orada çarpışanları, şehit düşenleri ve Atatürk'ü küçümsemek, bu şaşkınların nezdinde 'ilericilik, hoşgörü' sembolü haline geldi.
Ey gafiller, sizin küçümsediğiniz Çanakkale harbi, bize saldıran memleketler için şehit kavramı ile bağdaştı.
İngiltere, Avustralya, Fransa ve Belçika'da şehit ve şehitleri yad etmenin sembolü Çanakkale'de gördükleri gelincik tarlalarıdır. O tarlalardaki gelincikleri kanı akan bir asker farzederek anma günlerinde sokaklarda gelincik rozetleri dağıtırlar. Halk yakalarına gelincik takar. Üstelik bunlar kendilerine ait olmayan topraklara saldırıp layık oldukları karşılığı gören milletler. Bizim şehitlerimiz ise vatanlarını ve milletin namusunu korumak için canlarını vermiş insanlar.
Ve unutmayın ki siz hokkabazlar da bugünkü varlığınızı o şehitlere ve onları sevk ve idare eden Miralay Mustafa Kemal'e borçlusunuz.
Atatürk sormuş....İstiklal Harbi kazanılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş ve genç Türkiye Cumhuriyeti emeklemeye başlamış. Cumhuriyet Bayramı'nda bir resepsiyon veriliyor. Bütün sefirler, ataşeler ve ileri gelen yabancılar da davetli. Davet gayet güzel devam ediyor ama bir husus da Mustafa Kemal'in gözünden kaçmıyor. İngiliz Askeri Ataşesi arada bir Atatürk'e doğru dönüp ters ters bakıyor. Atatürk, yaverini çağırıp 'Git şu adama sor, benden bir şey mi istiyor? Neden ikide bir bana bakıyor da gelip konuşmuyor?' diyor.
Yaver, İngiliz'in yanına gidip konuşuyor ve sonra dönüp Atattürk'e anlatıyor 'Paşam, sordum. O da bana sizin Çanakkale'de onun babasını öldürdüğünüzü söyledi'
Atatürk tebessüm ediyor 'Yaver, sana zahmet olacak ama git o adama sor bakalım, babasının Çanakkale'de, İngiltere'den binlerce kilometre ötede, ne işi varmış?'
Ahmet ÇavuşoğluHem Kel Hem FodulHala burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Şu Avrupa Birliğine dikkatli bakın dostlar,
En önemli üç üyesinden biri, İngiltere sallanıyor.
İspanya patladı patlayacak.
İtalya"nın bile adı geçiyor.
Yunanistan yerlerde,
AB desteğini çekse, açlıktan ölecekler.
Macaristan, Romanya, Bulgaristan,
Portekiz
Hepsi ekonomik krizin kıyısında.
IMF bile "mali durumunuzu düzeltin" diyerek kendilerini uyardı.
Küçük bir sarsıntı bunalımı açığa çıkaracak.
Birliğin Amiral Gemisi, Almanya;
O da ihracat liderliğini Çin"e kaptırıp üçüncü sıraya düştü.
Almanya"nın Birlik içindeki konumu farklı,
Onlar üretici, ihracatçı, öteki üyeler pazar durumda.
Ancak görünen o ki birlik Almanya"ya yetmiyor.
Türkiye üzerinden bir yerlere ulaşmak istiyor,
Yani bizim işbirliğimize ihtiyacı var.
Ama bunu belli etmeyip burnundan kıl aldırmıyor.
Enerji yönünden ihtiyacı var.
Yeni pazarlar yönünden ihtiyacı var.
Ortadoğu'ya duyarsız kalmama yönünden ihtiyacı var.
Kafkaslar yönünden ihtiyacı var.
Asya"ya ihracat yönünden ihtiyacı var.
Ama biz hala onlar için "PARYA" görüntüsündeyiz.
İmtiyazlı Ortaklık lafını ağzından düşürmüyor.
Çünkü kadın Hıristiyan Demokrat.
Birliğin bir Hıristiyan Kulübü olduğuna inanıyor,
Bu sebeple birlikte bir Müslüman ülkenin olması onun açısından "KABUL EDİLEMEZ" bir durum.
Yani HAÇLI zihniyeti.
Türkiye ile Almanya arasında o kadar tezatlar var ki!
Düşünün Almanya"nın lideri Türkiye"ye geliyor,
Yüzlerce işadamı ile.
Amacı ne?
Yeni anlaşmalar imzalamak.
Ekonomik olarak Almanya"ya artı değerler yaratmak.
Türkiye ile Almanya"nın ticaret hacmi ne?
Yaklaşık 45 milyar dolar.
Yani yüksek bir sermaye akışkanlığı var.
Alıyoruz veriyoruz.
Bizim en çok ticaret yaptığımız ülke.
Birlik içinde de iyi bir ticari partneriyiz..
Almanya"nın bizi yağla balla beslemesi gerekirken,
Merkel Hanımefendi çıkıp hala imtiyazlı ortaklıktan bahsedebiliyor.
Ticaret yapalım diyor
İyi güzel de, bizim işadamlarımız sizinle anlaşmalar imzalıyor,
Paralarını transfer ediyor,
Sermayelerini gönderiyor,
Ama kendileri gidemiyor.
Çünkü Almanlar "VİZE" verirken bir tek "ANAMIZIN NİKÂHINI" istemiyorlar.
İş yapalım ama işadamlarınız gelmesin.
Kör mantığa bakın?
Böyle saçmalık olur mu?
Kırk yıldır bu kapıdayız, Avrupa"nın bize bakışını hala kıramadık.
Çünkü kendi uygarlıklarında bize yer vermek istemiyorlar.
Onlar bizi sadece "PAZAR" olarak görüyorlar,
Birlik dışındaki tüm ülkelere bakış açıları bu.
Ama en büyük ihracatı bizim gibi ülkelere yapıyorlar,
Ne yazık ki!
Vize için sürülen bahanelere bakın,
Yasadışı göçte Türkiye transit geçiş yeri.
İyi de bu Yunanistan için de aynı,
İtalya için de aynı, İspanya için de aynı.
Adam denizden derme çatma gemilerle sınırına dayanıyor.
Atsan atılmaz satsan satılmaz.
Bizim ne suçumuz var.
Bence Sayın Merkel"de saçmalıyor,
Her konuda
Ayrı Kıbrıs Davasında olduğu gibi;
"Kıbrıs"a limanları açın",
İyi de Kıbrıs Annan Planına evet dedi,
Siz niye sözlerinizi tutmadınız,
Niçin hala Kıbrıs insanını açlığa mahkûm ediyorsunuz?
İzalosyonları niçin kimse hatırlamıyor?
Bu insanlığa sığar mı?
Merkel"in elindeki ikinci dayatma İran,
"Yaptırımlara destek çıkın" diyor.
İran nükleer bomba ile fazla oynamasın.
Peki, İsrail ne iş yapıyor?
Adaların elinde Ortadoğu'yu haritadan silecek kadar nükleer başlık var.
Niçin? Bu dosya açılmıyor?
Niçin İsrail"in elindeki atom bombaları görmezden geliniyor,
ATOM Bombası sadece siz batılıların elinde mi? Olmalı?
İstediğinizde, istediğiniz ülkeyi sindirin,
Ama size karşı birisi diklendiğinde "NÜKLEERİ" kullanarak korkutun.
Sonra da bize inandırıcı olun, destek isteyin.
Hadi canım sende.
Bence İran bir kenara iç ve dış tehditlere,
Büyük Ortadoğu Projesi gibi ihanet planlarına karşı Türkiye"nin askeri olarak daha da güçlenmesi gerekir.
Bunun yolu da bir an önce nükleer silah elde etmek.
Adı bile karşınızdakini durdurur.
Kıbrıs adası büyüklüğündeki İsrail"e yan bakılmamasının iki ana nedeni var?
Birincisi arkasında ki bu Hıristiyan Kulüpleri, İkincisi de elindeki ölümcül nükleer başlıklardır.
ALİ ÖNCÜUnutturulmaya Çalışılan Gündem[img]http://www.stargundem.com/thumbnail.php?file=taraf_824006728.jpg&size=article_medium[/img]
BOP çerçevesinde, ABD ve İsrail kışkırtmalı "Yeni Osmanlıcılık" görüntüsü altında "Ortadoğu Birleşik Devletleri"nin (Büyük İsrail) kurulmakta olduğu
4C Yasası ile emekçinin köleleştirilmek istenmesi
PKK Açılımı
Ermeni Açılımı
Teğet değil, delip de geçmek bilmeyen ekonomik kriz
ABD'nin İran ve Afganistan için TSK'dan muharip asker istemesi
Her geçen gün işsizler ordusuna yeni katılan emekçi ve esnaf
Oluşturulmaya çalışılan çoğunluk diktası
Devlet kadroları içinde cemaat yapılanmasının müthiş boyutu[img]http://i.ensonhaber.com/news/95193.jpg[/img]
Cemaat - CFR/CIA bağlantıları
Muhalif aydınların içeride olması
Yolsuzlukların örtülemeyecek boyutlarda olması
Üretim araçlarının, finans kuruluşlarının yabancılaştırılmasıOkul bina ve arazilerinin bile "babalar gibi" satılmak istenmesi
Gemicikler, villacıklar, şirketcikler
İşte farklı gündemler ile halkın gözünden kaçırılan durum bu.BAĞIMSIZGÜNDEMSabrın sonu selamet değil ölümdür
Türk milleti ...
BAŞKOMUTAN