Batı Kültüründe Türk İmgesi (1-2) / Metin AYDOĞAN

Batı Kültüründe Türk İmgesi (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Nis 23, 2014 12:40

Batı Kültüründe Türk İmgesi -1

"Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”
Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998

Batılılaşma olarak tanımlanan ve çoğu kez tutkuya dönüşen Batı hayranlığı, ülkemizde ikiyüz yıldır yaşanan bir konudur. Batının gelişkinliğiyle ülkemizdeki geri kalmışlığı kıyaslayan insanlarımız, yalnızca gördükleriyle yetinerek “biz de öyle olsak”, “onlar gibi yaşasak” gibi düşüncelere kapılıyor. Üstelik bu anlayış, düşünce düzeyinden çıkıp devlet politikası durumuna getiriliyor. Avrupa Birliği’ne girerek “Avrupa’yla bütünleşmek” stratejik hedef oluyor. Oysa, Avrupalıların Türklere ve Türkiye’ye bakışı dün olduğu gibi bugünde hiç olumlu değildir. Olumluluk bir yana, çoğu kez aşağılama içeren dışlayıcı yargılara, kanıtsız suçlamalara dayanır. Avrupa’ya özenenler başta olmak üzere insanlarımız, büyük bir çoğunlukla bunları bilmiyor. Değer verip yücelttiği Avrupalı aydınlanmacıların, Türkler için neler söyleyip yazdığından haberi yok. Kişilikli tutum ve davranış için bunların bilinmesi gerekiyor. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.

Avrupalılık Anlayışı

Avrupalılar, yalnızca Orta Çağ ya da Yakın Çağ’da değil, tarihlerinin hemen her döneminde, Türkler başta olmak üzere kendileri dışındaki uygarlıkları yok saymışlar ve onları Avrupa’ya yabancı, düşman unsurlar olarak görmüşlerdir. Antik Çağ’dan beri yerleşik bir gelenek haline gelen bu tutum, güçlü oldukları dönemlerde baskı ve sömürüye, güçsüz dönemlerde ise boyun eğme ve entrikaya yönelen politikalar halinde günümüze dek sürdürülmüştür.

Avrupa uygarlığı olarak tanımlanan Batı anlayışı, tarihsel açıdan, Antik Çağ Grek ve Roma uygarlığının sahiplenilmesine ve bu uygarlıkların kültürel ayırımcılık aracı olarak kullanılmasına dayanır. Ege ve Roma uygarlıklarının kendi soyları tarafından yaratıldığını söyler ancak, Antik Ege uygarlığıyla Avrupa aydınlanması arasında 2500, Roma’yla 1500 yıllık, bilim ve uygarlık dışı karanlık bir dönem vardır. Aynı dönemde Doğuda ise ileri uygarlıklar bulunuyordu.

Türk Karşıtlığı

Genel olarak Avrupalılık anlayışında özel olarak da Avrupa Aydınlanması’nda, Türk karşıtlığının şiddetli, kapsamlı ve kalıcı bir yeri vardır. Özelliği olan bu karşıtlığın Avrupalılar açısından anlaşılabilir ancak haklı olmayan nedenleri vardır. Türklerle Avrupalılar arasında, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından günümüze dek süren ve doğrudan ekonomik çıkara dayanan silahlı bir çatışma yaşanmıştır. Türkler güçlenip varsıllaştıkça Avrupalılar, Avrupalılar güçlenip varsıllaştıkça Türkler yoksullaşmış ve bu çatışma neredeyse tarihin tümünü kapsamıştır. Yönetim yapılanması, yaşam biçimi ayrımları ve kültürel ayrılıkları içeren toplumsal özellikler, bu uzun çatışmanın sonuçlarından etkilenerek yön ve biçim bulmuş, karşılıklı olarak yerleşik karşıtlıklar oluşturmuştur.

Çatışmalar Tarihi

Türklerle Avrupalılar arasındaki çatışmada, Batı Roma’nın yıkılışından Karlofça Antlaşması’na dek (1699) geçen 1200 yıl içinde Türkler Avrupa, 1699’dan bugüne dek geçen 300 yıl içinde ise Avrupalılar Türkler üzerinde, ekonomik askeri üstünlük sağlamışlardır. Batıda her zaman var olan, ancak benzeri Türklerde bulunmayan ırkçılığı içeren karşıtlık, bu uzun çatışmalar sürecinin bir ürünüdür.

Avrupalıların, Hıristiyanlığı kullanarak Doğu Akdeniz havzasını ve Doğu ticaret yollarını ele geçirmek için düzenlediği tam 8 Haçlı Seferini Türkler göğüsledi ve onları yenilgiye uğrattı. Avrupalılar, 2.Viyana Kuşatması’ndan kurtuldukları gün olan 12 Eylül’ü; “Türk Günü” adı vererek ve Türk düşmanlığını işleyerek, hala kutluyorlar. Avrupalı anneler çocuklarını hala, “Türkler geliyor” diye korkutuyorlar.

Tarihsel Saplantı

Batı toplumlarının incelenmesinde kullanılan sorgulayıcı gözlem ve araştırma zenginliği, konu Türk tarihi olduğunda yerini bilim dışı kanıtsız savlara ve akıl dışı davranışlara bırakır. Söylenen ve yazılanların niteliği çok düzeysizdir; kin ve tiksintiye dayalıdır. 670 yılında İstanbul’daki Müslüman kuşatmasını yermek için yazılan Apocalypse de Pseudo-Methodios adlı kitapta Türkler için şunlar yazılıdır: “Kuzeyden gelen kavimler insan eti yerler, vahşi hayvanların kanlarını su gibi içerler. Yılan, akrep gibi toprak üzerinde sürünen ne kadar iğrenç hayvan varsa bunları ve hayvan leşlerini yerler. Yeni doğmuş bebekleri öldürüp, onları annelerine sunar, sonra da etini yerler. Yeryüzünü kirletip, kokuturlar. Hiç kimse bunlara karşı gelemez.” 1 

1940’larda Türkiye’de de ders veren ünlü bilim adamı Prof.Dr.Fritz Neumark, Avrupalıların Türklere ve Türk tarihine bakışını açıklarken şunları söylemektedir: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki Avrupalı, Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyan olsa da onlara düşman olarak bakmaya devam eder. Türkler pek farkında değiller ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz” 2 

Tarihten Korkmak

Batılıların eskiye giden ve bugün de devam eden Türkiye ve Türk karşıtlığı, kaçınılmaz olarak doğrudan Türk tarihini hedef almakta ve bu tarih hala “belleklerden silinmesi” gereken gizil (potansiyel) bir tehlike olarak görülmektedir. Türkiye’de “Avrupa Birliği Büyükelçisi” olarak görev yapan Karen Fogg’un; “Bir de şu Türk tarihinden kurtulsak” 3  biçimindeki sözleri bu görüşün günümüzdeki en açık ve kaba örneklerinden biridir.

Amerika’da Söylenenler

ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un (1856-1924) isteği üzerine ve 1917’de yayınlanan Bağlaşık (Müttefik) bildirisinde; “uygar dünya bilmelidir ki bağlaşıkların temel amacı herşeyden önce, Türkler’in kanlı despotluğuna düşmüş olan halkların kurtarılmasını ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir” biçiminde açıklama yapar. 4 

Amerikalı Senatör Upshow 1927 yılında Senato’da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Lozan Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatör’ün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk zaferi dediler...” 5 

Amerikalı senatörün çarpık görüşleri kendisiyle sınırlı değildir. Bugün olduğu gibi o günlerde de Batılı devletler, Türkiye ve Türkler’e karşı ırkçılığa dayalı görüş ve davranışları resmi politika haline getirmişlerdi. Bir başka Amerikalı parlamenter senatör King aynı yıl senatoda yaptığı konuşmada, Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler cahil, fanatik ve nefret dolu insanlardır” diyordu. 6 

Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Albert B.Hart, öğretim üyeleri arasında topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet yetkililerine göndermişti. Bu metinde şunlar yazılıdır: “Türklerin Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla gerçekleşmeyecektir.” 7 

İngiltere’de Söylenenler

İngilizlerin çok saygı duydukları, yaşlı Başbakanları Gladstone, 19.yüzyıl sonlarında Türkler için şunları söylüyordu: “İnsanlığın tek insanlık dışı tipi Türklerdir.” 8  1919 yılında İngiltere Başbakanı Lloyd George’un görüşleri ise şöyleydi: “Türkler, ulus olmak bir yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur... Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır.” 9 

Tarih, Avrupalıların yok etme örnekleriyle doludur. William Barry, yok etmeyi, Türklere uygulamak isteyen Batılılardan biridir. 1920’de yazdığı Constantinople adlı kitabında açıkça dile getirdiği düşünceleri, yalnızca kişisel duygular değil, Avrupa’da yaygın olan bir anlayış ve yerleşik bir politikadır. Barry, sözkonusu kitapta şunları yazar: “Türkleri sistemimize katmak ve asimile etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız olmuştur ve ilerde de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği bir zorunluluktur. Ben, Hıristiyan halklarının birgün birleşip Anadolu’yu bin yıl öncesi gibi, süt ve bal taşan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum.” 10 

Almanya’da Söylenenler

Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998 günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi: “Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.” 11 

Udo Steinbach’ın, olaylara “insanları yok etme” anlayışıyla bakması doğal olarak yetiştiği toplumun değer yargılarıyla ilgili bir sorundur. Gelişkinlikle ilkelliği en uç noktalarda birlikte yaşatmayı “başaran” Almanya, dünya siyasetine Hitler’i, “toplama kamplarını” ve “gaz odaları”nı armağan etmiş bir ülkedir. Alman devlet politikası, kökleri eskiye giden ve Udo Steinbech’ın “insan yoketme” mantığıyla örtüşen geleneklere sahiptir. Almanlar bu geleneklerini şimdi farklı söylemlerle dile getiriyorlar. Hitler gibi dünya pazarları için mücadele ediyorlar ama ona sahip çıkmıyorlar.

Herkese inanılmaz gelebilir ama Hitler’in işlediği suçların sorumluluğunu, Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar; “insanları yok etmeyi” ve “gaz odalarını” Hitler’in, Türklerden öğrendiğini söylüyorlar. “Alman Parlamentosu Bilimsel Çalışma Servisi” adlı örgütün, 3 Nisan 2000 tarihli raporunda şunlar yazıyor: “1915 yılındaki soykırımda, Alman Nasyonal Sosyalistlerinin 25 yıl sonra gerçekleştirdikleri toplu yok etme metotları önceden uygulandı; ‘çalıştırarak yok etme’, kurbanların hayvan vagonlarında taşınması ve insafsız tıbbi deneyler yapıldı. Ermeni askerlere ve sivillere tifo virüsü aşılandı, Trabzon’da Ermeni çocuklar hamam süsü verilmiş odalarda zehirli gaz ile öldürüldü. Görünen o ki, Adolf Hitler, Türklerin soykırımı hakkında çok iyi bilgi sahibi olmakla kalmamış, bunu bir örnek olarak da almış.” 12 

Fransa’da Söylenenler

1918’de, Türkiye Hıristiyanlar’ın Soykırımı adlı bir kitap yazan Fransız K.D’Any, kitabını “Türk barbarlığının kurbanı 2 milyon Ermeni’ye” adar ve önsözünde şunları söyler: “Genel insan uygarlığı açısından bakıldığında, Türkler’in Batı kültürüne korkunç bir darbe vurduğu görülür. Yaptıkları soykırımlarla, soylu ve üstün bir ırkın, aşağılık ve soysuz bir ırk tarafından yokedilmesine neden olmuşlardır. Bugün tanık olduğumuz, soykırımların en yeni biçimidir.” 13 

19.yüzyılda C.G.Bello, Türkiye Üzerine Notlar ve Düşünceler, adlı kitabında Türkler hakkında yazılmış olumsuz görüşleri biraraya getirir ve Avrupa’da yaygın olan ne kadar sapkınlık varsa bunları Türkler’e yakıştırır: “Türkler, tüm varlıklarıyla kendilerini en aşağılık zevklere adamışlardır. Fuhuş, oğlancılık, ahlaksızlık ve ensest ilişkiler batağında yuvarlanarak, kendilerini sadist bozukluklara vermişlerdir.” 14 

C.G.Bello, savlarını bu görüşlerle sınırlı bırakmaz ve tam bir ırkçı yaklaşımla Türk çocuklarını da içine alan akıl dışı savlar ileri sürer. Türkler’in sahip olduğu ne kadar kişisel ya da toplumsal olumlu özellik varsa, bunların tümünü karşıtına dönüştürerek Türkler’e yakıştırır. Ona göre, “Türk çocuğunun zeka yapısı ırksal özelliğinden dolayı geridir; Avrupalı çocuktaki ilerleme ve uygarlık yaratma yetisi onda yoktur. Bu nedenle Türklerde, başkasının hakkına saygı, kişisel sorumluluk duygusu, dostuna içini dökme, aile yuvası sıcaklığı ve fedakârlık duygusu gibi kavramlar bulunmaz.” 15 

Yaptığıyla Suçlama

C.G.Bello’nun bunları söylediği dönemlerde, Avrupa’da çocuklar tam bir sahipsizlik içindedir. Ve çok sayıda çocuk ailelerince sokağa bırakılmaktadır. 18.yüzyıl Avrupası, tarih içinde çocuğun en sahipsiz olduğu ve acı bir insanlık dramının yaşandığı bir dönemdir.

1772’de Paris’te, bir yıl içinde doğan tüm çocukların yüzde 43’ü sokağa bırakılmıştı. D’Alembert’e göre bu çocuklar, manastır yakınlarına ya da kilise avlularına bırakılıyordu. Çocuk bırakmak, yalnızca Fransa’da değil, hiçbir Latin ülkesinde suç değildi. 16 

Avrupa’da bu denli çocuk sokağa bırakılırken, Türkiye’de sokağa çocuk bırakmak bir yana, aile bireylerinin tümünü yitiren çocuk bile sahipsiz kalmıyor, onun eğitim ve gelişimi, akrabalık gelenekleri içinde sağlanıyordu.

Molte Brun, Evrensel Coğrafya kitabında, Bello’nun savlarını bir başka açıdan geliştirir ve Türkleri dünya olaylarına “ilgisiz”, “uyuşuk”, “bilgisiz” insanlar olarak gösterir. Türkler, insancıl yaşam biçimlerine karşın aşağılanır ve şunlar söylenir; “Vurdumduymaz Türk, toplumların içinde bulunduğu çalkantıları bilmez. O rahat sedirindeki yastıklarının üzerinde yatar. Suriye tütünü ve moka kahvesi içer, dans eden köleleri izler. Birkaç afyon tohumu onu Cennet’e, ‘ölümsüz güzelliklerin olduğu yere’ götürür.” 17 

V.Marac adlı Fransız yazar Türk Sorunu adlı kitabında, İtalyan Bello’nun ırkçı savlarını geliştirir ve son derece ilkel yeni görüşler ileri sürer. Ona göre Türkler, “Anadolu’ya geldiklerinde yanlarında hiç kadın yoktu”. Anadolu’nun güzel kadınlarıyla evlendiler ve “çirkin ırklarını güzelleştirdiler.” 18 

Birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ama Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 27 Şubat 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na sunulan bir raporda, V.Marac’ın görüşlerinin hemen aynısı yineleniyor ve şunlar söyleniyordu: “Türkler savaşlar ve katliamlarla sürekli kan döktüler. En güzel ve en gürbüz kadınlarla evlendiler, Müslüman olmayan erkek çocukları askere aldılar; bu nedenle Yunan nüfusu önemli ölçüde azaldı. Konstantinopolis’in (İstanbul y.n.) alınmasıyla birlikte yavaş yavaş Yunan ırkıyla karıştılar. Türk ırkı giderek ilkel Türk-Moğol tipinden kurtulup, Ari tipe yaklaştı.” 19 

İtalya’da Söylenenler

İtalyan yapıtlarında ileri sürülen görüşler, Almanya’dakilerin hemen aynısıdır. “Müslüman Türk” imgesini tanımlayan İtalyan yaklaşımı şu savları içerir; “Türkler; güdülmeye muhtaç, yağmacı, küfürbaz, tembel, askerlik ve savaştan başka bir yeteneği olmayan, saldırgan, haşhaş tüketicisi, kadın düşkünü, bıyıklı, suçluları kazığa oturtan, gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamayan, cahil, kolay kandırılabilen, kadın satan, okumaz-yazmaz, belgeye ve yasaya değer vermeyen, yalnız kaba güçten anlayan, ezberci, değişmeye direnen, koca gövdeli ama küçük beyinli, kızılderililer gibi insanlardır.” 20 

Türk düşmanlığının Batıda hala sürdüğünü gösteren en açık belge, Katolik Kilisesine bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı olan, L’Avvanire Gazetesi’nde yazılanlardır. Bu gazete, 3 Ocak 2000 tarihli sayısında, Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Müslüman Türkiye’nin AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupalı Fikri’, başlı başına ‘Düşman Türklere’ ve Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet. Ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır.” 21 

Yunanistan’da Söylenenler

Yunan yazarı Moskopulos ise, 1920’de yazdığı Tarihleri Tarafından Mahkûm Edilen Türkler adlı kitabında, Türkler’in bulundukları yerlerde oturmaya haklarının olmadığını, geldikleri yere yani Orta Asya’ya gitmeleri gerektiğini ileri sürer ve şunları söyler: “Tarih hükmünü vermiştir. Bu yağmacı ve katiller milletinin Avrupa’da oturmaya hakları yoktur. Atalarının yaşadığı yere gitmelidirler.” 22 

Moskopulos’un sözlerini Türkiye’nin aynı 1920’deki gibi güçsüz düştüğü 20.yüzyıl sonunda Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangolos yinelemiştir. Moskopulos’tan 77 yıl sonra, 1997’de, üstelik bir devlet yetkilisi olarak Türkiye ve Türkler için söylediği sözler şunlardı: “Türk askeri ve diplomatik düzeninin bir bölümü, Ege’deki sınırlarımızın ve egemenlik haklarımızın tartışmalı olduğunu söylüyor. Bizim bu konuda Türklerle görüşme yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz olanaksızdır.” 23 

Kanıtsız Yargı

Türklerin, “uygarlıktan uzak”, “yıkıcı” ve “talancı” barbarlar olduğu yönündeki Batı görüşü, sanılandan ve bilinenden çok daha yaygın, dizgeli ve eskidir. Batı tarihçilerinin çok azı dışında hemen tümünün ortak görüşü olan bu yaklaşım, aynı zamanda devlet politikalarında yansımalarını bulan, resmi görüş konumundadır.

Barbarlık ya da talancılıkla ilgili bilinen görüşler; veriye dayanmadan, kanıt göstermeden sürekli yinelenerek kaba bir propaganda durumuna getirilir ve bu konu, fazla bir incelemeye gerek duyulmayacak kadar açık bir gerçek izlenimi yaratılarak ele alınır; inceleme ve belge bulma değil, kanıtsız yargı öne çıkar. Bu yaklaşım, yalnızca Batı insanı üzerinde değil, özellikle gerileme ve çözülme dönemlerinde kimi Türkler üzerinde de etkili olmuş; yaratılan bilinçsiz ve bilgisiz ortam içinde, yozlaşma ve yabancılaşma eğilimleri yayılabilmiştir.

Tarihin Gerçekliği

İnsanlık tarihinin gelişim süreci içinde pek çok uygarlık ortaya çıktı, gelişti ve kendinden sonrasını etkileyerek ortadan kalktı. Yaşamın sürekli yenilenen ve gelişen akışı içinde yer alan uygarlıklar, bir yandan kendine ait olan bir özgünlüğü temsil ederken; bir başka yandan genel ve nesnel koşulların ortak etkisi altında evrenselin de bir parçası haline gelir.

Toplumsal ilerleme ya da gerilemede belirleyici olan, toplumun özünü oluşturan iç gücüdür ancak bu gerçek; toplumlararası ilişkilerin ve birbirlerine yaptıkları etkinin önemini azaltmaz. Her uygarlık, dayandığı toplumsal yapının aldığı biçime göre yükselir ya da çözülür. Bu belirleyicidir. Ancak, yükseliş ve çözülüşlerde dış ilişkilerin de önemli bir yeri vardır, bu ise etkileyicidir.

Toplumsal yapı gelişip güçlenirken içten dışa, çözülüp güç yitirirken dıştan içe yönelen etki artar; çözülme dış etkiyi, dış etki de çözülmeyi hızlandırır ve bu etkileşim her zaman ve her toplumda, ekonomik ve askeri gelişkinliğin biçim verdiği koşullar altında gelişir.

Uygarlığın Ölçütü

Uygarlıkların, açık şiddet ya da baskı, hangi yöntemle olursa olsun, egemenlik altına alınarak özümlenmesi (asimile edilmesi) daha gelişkin bir uygarlığa sahip olmayı gerekli kılar. Açık şiddet, silah teknolojisi ve askeri üstünlükle; özümleme ise ekonomik ve kültürel üstünlükle olanaklıdır. Hangisi olursa olsun bunları gerçekleştirebilen bir toplum daha gelişkin ve güçlü bir toplumdur.

Sınıflar ve toplumlar arası çatışmaların geçerli olduğu bir dünyada, uygarlığın ölçütü yalnızca toplumsal ya da sanatsal gelişkinlik değil, bunlarla birlikte silah teknolojisi ve askeri örgütlenmede sağlanan gelişkinliktir. Kendini koruyacak askeri gücü yaratamayan toplumlar, yeterince gelişmemiş demektir. Bu toplumlar, kendilerini koruyamadıkları gibi başka toplumlar üzerinde egemenlik kuramazlar, tersine başka uygarlıklar tarafından egemenlik altına alınarak özümlenirler.

Genlere İşlemiş Karşıtlık

Batı kültürünün içine sinmiş olan Türk karşıtlığı, 21.yüzyıla girildiği günümüzde de etkisinden pek bir şey yitirmeden sürmektedir. Kişisel davranışlarda, biçimsel kibarlıkların arkasında ustaca gizlenmiş son derece kaba duygular vardır ve bu kabalık, üstelik okullarda okutulan ders kitaplarına yansıtılmıştır.

1987 yılında Almanya’da yayımlanan sözlükte Türkler şöyle tanımlanır: “Türkler: Dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, vicdansız, acımasız, ahlak kurallarına saygısız, en korkunç günahları işlemeye yatkın, lanetlenmiş korkunç barbarlar, sinsi, korkak, kibirli, aşağılık, güvenilmez, tanrı tanımaz, iğrenç kokulu, kötü, soyu sopu belirsiz bir halktır...” 24 

Temizlik Sorunu

Türkler’e yakıştırılan bu denli olumsuz nitelik içinde herhalde en aykırı olanı, Türkler’in “iğrenç kokulu” ve pis olduğunu ileri sürmektir. Temizlik ve onun göstergesi hamam, Türk toplumunun en çok önem verdiği konulardı. İslam inancı gerektiğinde günde beş kez su ile temizlenmeyi (abdest) öngörmüştü. Oysa, Avrupalılar özellikle Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, yıkanmayı, vücut temizliğini bilmez durumdaydılar ve çok pistiler.

Hıristiyan rahibeler birkaç yüzyıl önceye dek, yemek yemeyi hor görür, tenle temas eden yiyeceğin insan ruhunu kirlettiğine inanırlardı. Bu nedenle pisliği, dinsel bir koruyucu olarak görür, “temizlikten tiksinti duyarlardı”. Onlara göre; “yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez”di. 25 

Hıristiyan kadınlar, “çıplak vücutlarının erkekler tarafından görülme tehlikesi” nedeniyle yıkanmaz, pisliği erdem sayarlardı. Pisliğin ürünü olan bitler, “Tanrı’nın incileri ve azizliğin belirtisi” sayılırdı. Ermişliğin simgesi sayılan din büyükleri “yüce azizler”, ayaklarının “ırmak geçmek dışında suya hiç değmediğini” söyleyerek övünürlerdi. 26  Kastilya (İspanya) Kraliçesi İsabella; yaşamı boyunca iki kez yıkanmıştı. 27 

18.yüzyıla dek erkeklerin parfüm kullanmalarının nedeni “pis bedenlerinin kokusunu önlemek”, peruk takmalarının nedeni ise “bitle dolu olan saçlarını” örtmekti. 28  17.yüzyıl başında İstanbul’a gelen İngiliz Büyükelçiliği görevlileri, ayak yolu’nu (helâ) bilmiyor, gereksinimlerini oturak (lazımlık) denilen kaplarla gideriyorlardı. Ancak, oturak’ı çevreyi kirletmeyecek biçimde, belli bir yere değil, pencereden dışarıya döküyorlardı. Bu nedenle İstanbul içinde oturmalarına izin verilmemiş ve o zaman için kent merkezine oldukça uzak bir yer olan Sarıyer’e yerleştirilmişlerdi. 19.yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak ayakyolu kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti. 29 


 1  “Anastasios Lolos (editör), Die Apolaypse des Pseudo-Methodies, Meisenheim am Glan”, 1976, sf.130; ak. S.Yerasimos, “Türkler” Doruk Yay., sf.18
 2  Unıverstelıler@topica.com, ak, Yalçın Bayer Hürriyet, 23.06.2002
 3  Haluk Tarcan H.tacan@wanadoo.fr
 4  “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst. Mat.-1974, sf.34
 5  “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
 6  “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
 7  a.g.e. sf.183
 8  “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Tarık Zafer Tunaya Arba Yay. 3. Baskı, sf.141
 9  a.g.e. sf. 141 ve “Çanakkale Olayı” David Walder, İst. 1971, sf. 287 ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Mat. 1. Cilt sf.35
 10  “Constantinople”, William Barry, Nimeteenth Century and After, Londra, 1920, sf. 728; ak. Stephane Yerasimos, “Türkler” Doruk Yay.-2002, sf.49
 11  “Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri” Tamer Bacıoğlu, Cumhuriyet 06.07.1999
 12  “Naziler Soykırımı Türklerden Öğrendi” Aydınlık 11.02.2001
 13  “L’Extermination des chretiens de Turquie. Ala memoire victimes de la barbarie turque”, K.D’Any Lausanne, Imprimerie La Concorde, 15 Juillet 1918, p.25; ak. http://www.tetedeturkck.com/prejuges/Prejuges.htm
 14  “L’Angleterie, La France et le Probleme de Constantinople Notes et Reflections surla Turquie” C.G. Bella, Paris Librairie des Sciences et Sociales, 1920, P-15–17; ak. http://www.tetedeturc.com/prejuqes/prejuges.htm
 15  L’Angleterre, la France et le probleme de Constantinople. Notes et reflexions sur la Turquire” C.G.Bello 1920, sf.35-37; ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay.-2002, sf.42
 16  “Cinsel İlişkiler Tarihi” Andre Daninos Gelişim Yay.-1774, sf. 144; ak. Hüseyin Kılıç, “Batıda Kadın” Otopsi Yay., 2002, sf.237
 17  “Geographie Universelle” Malte-Brun, 1860, Paris, Geme Edition; ak. http://www.tetedeturc.com/prejuges.
 18  “La Question de Turquie”, V.Marc, La Liquidation de la dette Publique Ottomane, Paris, L’Orient İllustre, 1919 sf.7-8; ak. a.g.e. sf.40
 19  “Le Role Economique des Grecs en Thrace” Alexandra Antoniades, 27 Şubat 1919’da 19191 Barış Konferansına Sunulan Rapor, Paris, 1919, sf. 5; ak. a.g.e. sf.41
 20  “Türk Kimliği” Prof.Bozkurt Güvenç, Remzi Yay., 6.Bas.2000, sf.290
 21  “Kilise, Türkiye’nin AB Adaylığına Karşı” Nilgün Cerrahoğlu Milliyet 10.01.2000
 22  “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Prof.T.Z.Tunaya, ARBA Yay., 3.Basım-1994, sf.42
 23  “Pangolos Türkiye’ye Hakaret Yağdırdı” Cumhuriyet, 25.09.1997
 24  “Das Neue Lexikon Der Vorurteile” Jogschies 1987, 100; ak. Prof.Bozkurt Güvenç “Türk Kimliği” Remzi Kit, 6.Bas.-2000, sf.291
 25  “İncil” Matta, 15/20; ak. H.Kılıç, “Batı’da Kadın” Otopsi Yay., İst.-2000, sf.149
 26  “Batı Felsefesi Tarihi” Bernard Russel, 2.Cilt, sf.130; ak. a.g.e. sf.149
 27  “Tabular ve Tuhaf Adetler” Ayhan Korkmaz Aykın Yay.; ak. Cumhuriyet 22.05.2004
 28  “Kadın ve Erkek ruhsal ve Cinsel İlişkiler Ansiklopedisi” 2.Cilt, sf. 374; ak. a.g.e sf.227
 29  a.g.e.; Cumhuriyet 22.05.2004


Metin AYDOĞAN, 22 Nisan 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Batı Kültüründe Türk İmgesi (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Nis 25, 2014 11:55

Batı Kültüründe Türk İmgesi -2

Batılılaşma olarak tanımlanan ve çoğu kez tutkuya dönüşen Batı hayranlığı, ülkemizde ikiyüz yıldır yaşanan bir konudur. Batının gelişkinliğiyle ülkemizdeki geri kalmışlığı kıyaslayan insanlarımız, yalnızca gördükleriyle yetinerek “biz de öyle olsak”, “onlar gibi yaşasak” gibi düşüncelere kapılıyor. Üstelik bu anlayış, düşünce düzeyinden çıkıp devlet politikası durumuna getiriliyor. Avrupa Birliği’ne girerek “Avrupa’yla bütünleşmek” stratejik hedef oluyor. Oysa, Avrupalıların Türklere ve Türkiye’ye bakışı dün olduğu gibi bugünde hiç olumlu değildir. Olumluluk bir yana, çoğu kez aşağılama içeren dışlayıcı yargılara, kanıtsız suçlamalara dayanır. Avrupa’ya özenenler başta olmak üzere insanlarımız, büyük bir çoğunlukla bunları bilmiyor. Değer verip yücelttiği Avrupalı aydınlanmacıların, Türkler için neler söyleyip yazdığından haberi yok. Kişilikli tutum ve davranış için bunların bilinmesi gerekiyor. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.

Batı Aydınlanmasında Türkler

Avrupa kültüründe yerleşik öğe haline gelen Türk ve Müslüman karşıtlığı, Aydınlanma döneminden sonra yoğunlaşmış ve dizgeleşmiştir. Dizgeleşmenin başlangıcı, doğal olarak Aydınlanma’nın da başlangıcı olan 16.yüzyıldır. Aydınlanmacılar’a göre, “uygarlıktan yoksun” Türkler, Avrupa kültürünün “baş düşmanıdır”; Avrupa’nın “en güzel” topraklarını “kanlı yönetimleri” altına almışlardır; buraların kurtarılması ve Türklerin “ait oldukları yere sürülmesi” gerekir.

Bu tutum, sürekli yürütülen propagandalarla kaba bir politikaya dönüştürülmüş; yazarlar, şairler, bilim adamları, aydınlar, hümanistler, (insancı-insanı sevme ülküsüne inanan) diplomat ya da politikacılar tarafından sürekli gündemde tutulmuştur. 16.yüzyılda dönemin önde gelen isimleri; diplomat François Savary de Brêves (Fransa’nın İstanbul elçisi) aydınlanmacı yazarların kitaplarını basan yayıncı Henri Estienne, devlet adamı Baron Maximilien de Sully, Jacques Esprinchard, Jean-Aimes de Chavigny, yeni insancılığın kurucusu yazar François Rabelais (1494-1553), Don Quijote’un yazarı Saavedra Cervantes (1547-1616), ünlü William Shakespeare (1564-1616), Türk karşıtlığının 16.yüzyıldaki önde gelen isimleriydi. 1 

Avrupalı “Hümanistler”

Aeneas Sylvius, Pope Puis II ve Joannes Bessarion Batıda, 16.yüzyıl aydınlanmasının oluşumunda önemli yerleri olan insancı ilahiyatçı düşünürler olarak tanıtılır. Oysa bu “düşünürlerin” insancıllığı, yalnızca Avrupalıları ve Hıristiyanları kapsayarak diğer insanları, özellikle de Türkleri dışarda tutuyor; tutmakla da kalmıyor kalıcı bir düşmanlığa dönüşüyordu. Bu üç “düşünür”, okullarda verdikleri serbest tartışma (münazara) derslerinde, Türk karşıtlığı ve Türklere karşı savaş kışkırtıcılığını, sürekli biçimde tartışma konusu olarak vermiş ve böylece ortaya yeni bir serbest tartışma türü çıkarmışlardı. 2 

Fransızların büyük değer verdiği, Malherbe ve Boileau’nun 19.yüzyılda “yeniden keşfettiği” Pierre de Ronsard (1524-1585), 16.yüzyıl Fransa’sında La Brigade adlı şiir akımını başlatan önemli bir şairdir. Şairin görevinin, “halklara ve krallara yol göstermek” olduğunu söyleyen Ronsard bu “yolu”, benzerlerinde olduğu gibi, “yeni bir Yunan miti (düş gücüne göre biçim değiştiren düşünce y.n.) yaratmaya çalışarak sürekli Türk karşıtlığı olarak göstermiştir” 3 

Bir şiirinde şunları söyler: “Tüm bilimlerin ve felsefenin anası, besleyicisi bu büyük şanlı uygarlığın, böylesine barbar bir milletin (Türklerin y.n.) eline düşmesi ne kötü bir talihsizliktir!... Ah! Ne söyleyebilirim ki!... Ah! Olayların sürekli değişimi!... Ah! Işık saçan, asil yüce varlık şimdi karanlıklar içinde kör edilmiş!...” 4 

Türklere Karşı Avrupa Birliği

Fransa Kralı IV.Henry’nin “Tüm Yönetimden Sorumlu Bakan” konumuyla krallığın maliyesini emanet ettiği ve 16.yüzyıl Fransız siyasetine yön veren Maximilien de Sully (1559-1641), Büyük Henri’nin Devletlerin Dürüst ve Akılcı Bir Politika için; Ekonomi, Askeri ve İçişlerine Ait Tezleri kitabı Türk karşıtlığının kuramı gibidir.

De Sully bu yapıtında; Avrupa ülkelerinin, kendi aralarında birliği sağlamak için Hıristiyan uluslardan oluşan bir örgüt kurulmasını istemiş, bu örgütün oluşum koşullarını belirleyen, bir de taslak metin yayınlamıştı.

Çok sayıda konu başlığı altında toplanan bu metin, Avrupa krallıklarının; ekonomik, siyasal, hukuksal, dinsel ve askeri alanlarda birleşmeleri gerektiğini ileri sürüyor ve bu birleşmenin biçimi üzerinde somut önermelerde bulunuyordu. Günümüzdeki Avrupa Birliği oluşumuna benzeyen ve ortak bir siyasi otoriteyi öngören bu önermenin en dikkat çekici yanı, “Türklere karşı kullanmak üzere” kurulması istenen “Askeri Birlik”tir.

De Sully kitabında şunları yazmaktadır: “... Dördüncü paragrafa gelince, bu Türkler’e karşı sürekli ve güçlü bir biçimde savaşmamıza olanak verecek, ortak bir askeri örgütün kurulmasıdır... Bu örgüt, Avrupa’nın Hıristiyan güçleri arasında akla ve dürüstlüğe dayalı bir bütünlük sağlayacak ve (kendi aramızda y.n.) ortaya çıkacak anlaşmazlıkları, ayrımlılıkları ve kavgaları ortadan kaldıracaktır. Bu sonuçla inançsızlara (Türklere y.n.) karşı sürekli savaşabilecek ve Hıristiyanlık yalnızca dışa karşı korunmakla kalmayacak, daha geniş alanlara yayılacaktır.” 5 

Alman “Din Adamı”; Martin Luther

Alman papaz Martin Luther (1483-1576), Türk karşıtlığını düşünce ve eyleminin temeline yerleştirerek dizgeleştiren Batılıların öncülerinden biridir. Ortaçağ düşüncesine karşı çıkarak dinde reform hareketini başlatan kişi diye tanıtılmıştır. Ancak Hıristiyanlık dinini feodal egemenliğin bir aracı olmaktan çıkararak kentsoyluluğun egemenlik aracı haline getirmeye çalışmıştır.

Bu Alman ilahiyatçısının, Türklere yönelik yargıları şöyledir: “Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan Şeytan’ın uşağıdır. Onları yenmek için önce efendisi Şeytan’ı yenmek ve Türkleri tek başına bırakmak gerekir. Türk’ün tanrısı olan Şeytan’ı yenmeden Türk’ü yenmek, kolay olmayacaktır. Şeytan ise bir ruhtur; topla, tüfekle, at ve insanla yenilmez... Tanrı işlenen sayısız günah ve nankörlük nedeniyle şeytan Türkleri, Almanların başına bela etmiştir. Bir Türkü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır... Türkler, Avrupa’nın ebedi düşmanıdır. Şimdi onları düşünüyor ve diyorum ki; eğer Samson (Tevrat’a göre, bir eşek çene kemiği ile tek başına binden fazla Filistinliyi öldüren doğaüstü güce sahip Yahudi kahraman y.n.) gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur hergün bir Türk öldürürdüm...” 6 

Michael J.Heath

Araştırmacı Michael J.Heath Crusading Commonplaces adlı yapıtında, Türk karşıtı söylemleri bir araya topladı. Fransız beysoylulardan François de la Noue’nun, 1587 yılında Basel’de yayınlanan Politik ve Askeri Konular Üzerine Görüşler (Discours Politiques et Militaries) adlı kitabında; dikkat çekici yargılarda bulunuluyor ve Avrupalı yöneticilere yapılması gerekenler konusunda öneriler sunuluyordu.

Kitap, Avrupa’daki Türk varlığının “yarattığı tehlikeleri” ele alan ve Türklere karşı yeniden bir Haçlı ordusu kurulmasını isteyen bir bildiri gibidir. Önde gelen politikacılar, beysoylular ve aydınlanmacı düşünürler arasında büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

Kitapta, her zaman yapıldığı gibi konu, “Yunan uygarlığının ve bu uygarlığın torunlarının Türk zulmünden kurtarılması” teması işleniyordu. Bu tema, Türk karşıtlığının ajitasyonu (abartılmış, duygusal ve tutarsız propaganda) olarak kullanılıyor, şunlar söyleniyordu: “Bir daha eşi benzeri olmayacak şu yaşadığımız dünyanın gözü bebeği olan büyük Yunanistan!... Tüm varlığı bu sert, barbar ve acımasız boyunduruğa (Türk egemenliğine y.n.) köle edilmiş ülke… Boğazını sıkan boyunduruktan kurtulmak için tüm Hıristiyan dünyasının yardım kollarını bekliyor...” 7 

Hümanizmin Sözcüsü “Voltaire”

“Aydınlanma felsefesinin ve yeni insancılığın sözcüsü” olarak tanıtılan François Voltaire (1694-1778), Avrupa’da yaygın olan Türk karşıtlığının bilgisizliğe dayanan abartılar içerdiğini ileri sürer ancak bunu yaparken karalamayı aşan daha “bilinçli” karşıtlıklar ortaya çıkarır. Fatih’in Ölümünden Sonra Yunanistan adlı yazısında; “Fatih’in (II.Mehmet) ölümüyle İtalya bir nefes almışsa da, Türklerin elinde İtalya’dan daha büyük ve daha güzel bir ülke kalmıştır; Yunanistan... Mittiyadis’lerin, Sofokles’lerin, Platon’ların yurdu kısa sürede kendine yabancılaştı; Yunan dili bozuldu; güzel sanatlardan eser kalmadı... İstanbul, Kalkedonya (Kadıköy) bir zamanlar Atina’ya bağlıydı. Şimdi o güzel ülkelere Tatarların torunları hâkimdir; oralarda artık Yunanistan’ın adı bile kalmamıştır. Ancak, Türkler bütün dünyayı da alsalar, o küçücük Atina yine de gönlümüzde yaşayacaktır” der.

Aynı yazıda, Türklerin “yağmacı ve cahil” olduğunu, “güzel sanatları ve tarımı bilmediklerini”, “kadınlara kötü davrandıklarını” söyleyerek, Avrupa’daki Türk karşıtlarına şu öğüdü verir: “Türkler dünyanın en güzel, en büyük topraklarına hakimdirler. Küfür savurmak yerine o yerleri geri almaya çalışmak daha yararlı olmaz mı?” 8 

Voltaire, 1771 yılında Talmont Prensi ile Prusya Kralı II.Frederik’e yazdığı iki mektupla, yine Yunanistan’a sahip çıkar ve Türklere karşı duyduğu “nefreti” dile getirir. Talmont Prensine yazdığı mektupta, “Yunanistan’ı tümüyle yakıp, yıkmış, yoksullaştırmış ve sersemletmiş insanlara (Türklere y.n.) her zaman diş bileyeceğim. Benden, Homeros’un, Sophocles’ın, Demosthenos’un vatanını yıkanları sevmemi isteyemezsiniz. Sizin de yüreğinizin derinliklerinde benim gibi düşündüğünüze inanarak size saygı duyuyorum” 9  der.

Prusya Kralına yazdığı mektupta ise, “Yunanistan’a zulmeden Türklerden her zaman nefret edeceğim. Ne barbar şeyler! Onlara altmış yıldır Cenevre saatleri satıyoruz, ancak hala bunlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Saatleri nasıl kuracaklarını bile bilmiyorlar” 10  diye yazar.

Rus Çariçesi II.Katerina’ya 1773’de yazdığı mektup, Türkiye’de bile “aydınlanmanın ve insancılığın sözcüsü” olarak tanıtılan Voltaire’in nasıl bir “aydınlanmacı” ve “insancı” olduğunu gösterir. Voltaire, o sırada Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmakta olan Çariçeye şunları yazar: “Umarım bundan sonra bombalarınız Türklerin kafalarını patlatır/ezer (crever: gebertmek, oymak, patlamak, ezmek y.n.). Umarım Prens Orlof yalnızca buzun üstüne değil, İstanbul’da Atmeydanı’na da zafer takları inşa eder ve böylece Yunanistan’da Milttade’lar, Pheidias’lar (antik çağ yontucuları (heykeltıraşları) y.n.) yeniden var olur...” 11 

“Ansiklopedist “Diderot”

Batı aydınlanmasının temel yapıtlarından biri sayılan Ansiklopedi’yi (Encyclopédie) hazırlayan Voltaire’in çağcılı Fransız düşünür ve yazarı Denis Diderot (1713-1784), Türk karşıtlığında benzerlerinin gerisinde kalmaz. Yalnızca bilime, özgür düşünceye ve gerçeğe önem verdiğini söyler, ancak konu Türkiye ve Türkler olduğunda, gerçek dışı savlar ileri sürmekten çekinmez.

Türkler’in Gelenekleri, Hükümetleri, Kanunları ve Dinleri Üzerine Gözlemler adlı yazısında, Osmanlı İmparatorluğu için şunları söyler: “Oralarda yaşamaya gitmeyelim arkadaşım!... Ey kötülükler ülkesi!... Orada tüm yaratıkları yiyip yutan, yırtıcı bir hayvan var. (Bu hayvan y.n.) İlerliyor ve yanına yaklaşanları, yakınında olanları parçalıyor. Orası herşeyin yenilip yutulduğu bir ülkedir.” 12 

Matematikçi Filozof; Kant

Alman aydınlanmasının temelini atan matematikçi, filozof Immanuel Kant (1724-1804) Antropoloji Üzerine Yazılar, Tarih Felsefesi, Siyaset ve Eğitim Bilimi adlı yapıtında Avrupalılarla Türkleri, toplumsal gelenek ve ulusal kimlik açısından kıyaslar ve bilim dışı görüşler ileri sürer.

Kant’a göre, Almanlar, “din ve dil birliğini öne çıkaran, çabuk örgütlenen, çalışkan, temiz ve tutumlu”; Fransızlar, “konuşkan, yabancılara karşı nazik, sevimli, yaşam sevinci ve özgürlük istenci yüksek”; İngilizler, “becerikli, inatçı ve saygınlığa düşkün” insanlardır. Türkler ise; “doğal gelişim için gerekli olan niteliklerden yoksun, ulus karakteri edinebilme yeteneğine sahip olmayan ve bundan sonra da olamayacak olan, Araplar ve İranlılar gibi çirkin” insanlardır. 13 

Johann Gottfriend Herder

Alman kültüründe “iz bırakanlar”’dan bir başka düşünür Johann Gottfriend Herder (1774-1803) “en hoyrat despotizmin egemen olduğu yer” olarak tanımladığı Doğu toplumlarıyla yoğun olarak ilgilenir ve kendine özgü sonuçlar çıkarır. Herder’e göre, “Doğu, hiçbir Batılının tümüyle anlayamıyacağı kadar korkunç etkiler yaratan, sanatı, bilimi ve insanlığı yakıp yıkan kavimlerden oluşur. Hunlar, Cengiz Han komutasında gelerek Avrupa’yı kılıç ve ateşle yakmıştır. Hunlar, Peçenekler ve Türklerin öncülü olan Moğollar ise Asyalı vahşi kurtlar ve dünyanın yıkıcılarıdır.” 14 

Herder, “İnsanlık Tarihinin Felsefesine İlişkin Görüşler” (Ideen zur Philosophie der Geschichte der Menscheit) adlı yapıtında ise Türkler için şu görüşleri ileri sürer: “Türkistanlı olan Türkler, 300 yıldan çok Avrupa’da bulunmalarına karşın, hala Avrupa’ya yabancıdırlar. Doğu Roma İmparatorluğu’na son vererek, bilmeden ve istemeden sanatları Batıya Avrupa’ya sürdüler; yaptıkları saldırılarla Avrupalı devletleri denetim altına aldılar. Avrupa’nın en güzel ülkelerini çölleştirdiler, bu cahiller binlerce sanat yapıtını yok ettiler. İçinde yaşayan Avrupalılar için büyük bir zindan olan Türk İmparatorluğu, zamanı gelince çökecektir. Binlerce yıldan beri hala Asyalı barbarlar olan bu yabancıların Avrupa’da ne işi var.” 15 

Diyalektik Düşüncenin Babası; Hegel

Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) bilimsel gelişime temel oluşturan diyalektik düşünce yöntemini felsefi kuram haline getiren bir öke (dâhi) ve Avrupa aydınlanmasında “en az Fransız devrimi kadar etkili” 16  olan bir bilge olarak değerlendirilir.

Bu düşünür de aynı Kant ve Herder gibi, çeşitli yapıtlarında Doğu ve Türkler için olumsuz yargılarda bulunmuştur. Bu düşünürün algılamasına göre, Türklerin gücü fetihlere dayanır. Kaba saba olan Türkler “buluntu bir akla sahiptir”. Bir başka deyişle kendi akılları olmadığı için, “Türkler başkalarının aklına muhtaçtır”. Kendileri özgür istek ve bilinçleriyle özgün bir akıl geliştirecek durumda olmadıkları için, dinsel alanda da akılcıl soyutlamaya gidemezler, bu nedenle “İslam bağnazlığının (fanatizminin) ilkesi terördür.” 17 

Hegel “Tarih Felsefesi” (Philosophie der Geschichte) adlı yapıtında Avrupa sömürgeciliğini açıktan savunur ve yalnızca Türklerin sahip oldukları toprakların değil, dünyanın tümünün “Avrupalıları ilgilendirdiğini” söyler; Türklerden “korkunç güç” olarak söz eder.

Hegel bu yapıtında şu değerlendirmeleri yapar: “Dünya tarihinin gidişi, Doğudan Batıya doğrudur, çünkü Avrupa kesinlikle dünya tarihinin sonudur... Dünyanın tümü Avrupalıyı ilgilendirir; Avrupalı dünyayı tanımak, bilmek ister; karşısında bulunan yerleri edinmek ister; kendisine dünya egemenliğini sağlayacak olan bir güç ile dış dünyayı kendi amaçlarına bağımlı kılar. (Bu nedenle y.n.) Avrupa devletlerinin dışa dönük ortak çıkarları, Türklere karşı olmaya dayanır. Türkler, Doğudan ve İslam’dan kaynaklanan ‘korkunç gücü’, Avrupa’ya taşıyan bir tehlikedir..” 18 

Karl Marks ve Friedrich Engels

Karl Marks (1818-1883) ve Friedrich Engels’in (1820-1895), Batı aydınlanması içinde ayrı bir yerleri vardır. Bu düşünürler, inceleme ve araştırmalarında, kendilerinden önceki düşünürlerden farklı olarak, kentsoylu egemenliğine dayanan kurulu düzeni değil, bu düzenin “yıkılmasını” savunmuşlardır. İşçi sınıfı üzerindeki sömürüye karşı çıkarken eşitlik, özgürlük ve demokrasi gibi tanımları çağdaşlarından değişik yorumlamışlar ve kuramlarını bu yorum üzerine oturtmuşlardır.

Ancak, aydınlanma ve Batı uygarlığı konusundaki bakış açıları, öteki aydınlanmacılardan farklı olamıyordu. Konuya onlar gibi bakıyor ve “Avrupa merkezci” bakış açısının sınırları dışına çıkamıyorlardı. Kuramlarının, Avrupa’daki bilimsel birikimin bir sonucu olduğunu söylüyorlar ve uygarlığın Avrupa’yla özdeşleştiğini söylüyorlardı. Söylemlerine bağlı olarak; felsefe, tarih ve ekonomi alanlarında yoğunlaştırdıkları araştırmalarını üst düzeye çıkarmışlar ancak bu araştırmayı Batı toplumlarının incelenmesiyle sınırlayarak başka uygarlıkları yeterince incelememişlerdi.

Karl Marks, Türk kimliği konusunda dile getirdiği görüşleri, öteki aydınlanmacılardan ayrımlı bir yaklaşım içinde değildir. 1853 yılında kaleme aldığı Rus Sorunu adlı yazısında; “Doğu barbarlığının temsilcisi” olan Türklerin, “Batı uygarlığıyla”, kendilerine başkent yaptıkları İstanbul’da karşılaştığını, bu nedenle “Batı uygarlığıyla Doğu barbarlığının İstanbul’da birbirine karıştığını” ileri sürer.

Ona göre, Bizans İmparatorluğu “Batı uygarlığını”, Türk İmparatorluğu ise “Doğu barbarlığını” temsil eder; Türkiye’nin Batı için taşıdığı jeo-stratejik önemi çoktur; Türkiye üzerinde etkili olamayan dünya ticaretinde söz sahibi olamaz. Marks aynı yazıda şunları söyler: “İstanbul Doğu ile Batı arasında altın bir köprüdür. Batı uygarlığı aynı güneş gibi, bu köprüden geçmeden, dünya çevresinde dönemez. Dünya çevresinde dönemediği gibi Rusya ile savaşmaksızın (Marks o dönemde, gericiliğin kalesi olarak gördüğü Rusya’yı, Batıda ortaya çıkacak devrim önündeki engel olarak görmektedir y.n.), bu köprüyü geçemez. Sultan, İstanbul’u yalnızca devrim için (sosyalist devrim y.n.) emaneten elinde tutmaktadır... Avrupa’nın şimdiki sözde yetkilileri, devrimle göz göze gelinceye değin bu sorunu sürümcemede bırakmaktan başka bir şey yapamazlar. Batının Roması’nı (kapitalizmi y.n.) yıkacak olan devrim, Doğunun Roması’nın da (Türk egemenliği y.n.) şeytani etkisinin üstesinden gelecektir.” 18 

Engels’in Yargısı

Friedrich Engels’in Türk kimliği ile ilgili görüşleri, Karl Marks’ın görüşlerinin hemen aynısıdır ve kimi zaman daha da sertleşerek Herder’in yargılarıyla örtüşür duruma gelmektedir. Avrupa’daki Türk varlığı için “ayaktakımının egemenliği” tanımını kullanan Engels, “Bu varlığın er ya da geç son bulacağını ve Avrupa’nın en güzel topraklarının bu ayaktakımının egemenliğinden kurtulacağını” söyler.

1853 yılında yazdığı Türk Sorunu (Die Türkische Frage) adlı yazısında, Türk ve Arnavutları, “uzun süreden beri her türlü ilerlemeye sert biçimde karşı koyan Yunan karşıtı barbarlar” olarak tanımlar ve şunları söyler: “Avrupa Türkiyesi’nde Yunan ve Slav kentsoyluluğunun etki ve varsıllığı sürekli artmakta, Türkler ise her geçen gün biraz daha gerilere itilmektedir. Eğer Türkler, devlet ve asker gücü tekelini ellerinde tutmasalar, kısa sürede yok olup giderlerdi. Türklerin sahip oldukları bu tekel ve uygarlık önünde engel oluşturan güçleri, artık güçsüzlüğe dönüşecektir. Gerçek şu ki, Türkler ortadan kaldırılmalıdır...” 20 

Engels, Avrupa sermayesinin küresel dolaşımına ilerici bir özgörev (misyon) yükleyerek Çin’le Hindistan gibi çok uzun dönemler Avrupa’dan daha ileri uygarlıklar kurmuş olan toplumları, “binlerce yıl hiçbir ilerleme göstermemiş” ülkeler olarak değerlendirir. Aynı değerlendirmeyi; Türk toplumu ve onun Anadolu’daki egemenliği için de yapar.

12 Nisan 1853 tarihli New-York Daily Tribune gazetesindeki yazısında güvencenin ticaret kentsoyluluğu için en önemli duyarlılık olduğunu, Karadeniz’in ve Trabzon limanının İç-Asya’ya yönelen Batı ticareti için önem kazandığını, bu nedenle güven veren bir ticaret yolunun sağlanması için Çanakkale ve İstanbul boğazlarının yaşamsal önemde olduğunu ileri sürer ve şu saptamayı yapar: “Yalnızca daha geniş bir ticaret değil, Avrupa ve İç Asya arasındaki ilişki ve buna bağlı olarak bu geniş bölgeyi yeniden uygarlığa açma olanağı da (Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını denetim altına alma y.n.), Karadeniz’in bu kapıları üzerinden engelsiz ticaret yapma özgürlüğüne bağlıdır.” 21 

Politikacılar, Sanatçılar, Bilim Adamları

Türk ve Türkiye karşıtlığı, aydınlanma düşünürlerinden ayrı olarak, aynı dönemlerde yaşayan politikacılar ve her çeşitten sanatçılar arasında da yaygındır. Şairler, yazarlar, ressam ve müzisyenler, ya da başka sanat dallarında önemli ürünler veren sanatçılar, yapıtlarında bu konuya yer verdiler. Türk karşıtlığında karalayıcı ve suçlayıcı savlar o denli yaygın ve ölçüsüz duruma geldi ki, Voltaire gibi kimi Türk karşıtları bile, bu tutuma karşı çıkıp konunun gereğinden çok abartıldığını söylemek zorunda kaldı.

Örneğin, akışkanlar mekaniğinde kendi adını taşıyan Pascal Yasası’nı bulan ve teknik işlerle uğraşan Fransız fizikçi Blaise Pascal (1623-1662) bile, Türklerle ilgili hiçbir somut bilgisi olmamasına karşın; “Atalarından aldığı gelenekleri uygulayan bu kadar çok, inançsız kafir Türk’le karşılaşmak ne kadar elem verici” diye yazılar yazdı. 22 

Yunanistan Hamiliği

Karşıtlık özellikle 19.yüzyılda, her alanda ve her zaman, önce Yunan hayranlığıyla başlatılıyor, oradan siyasi alana taşınıyordu. Avrupa’da yerleşik bir politika haline getirilen bu yöntem, 1821 Yunan bağımsızlığının sağlanmasında, uygulamaya yönelik bir propaganda aracı olarak başarıyla kullanıldı.

Türk-Yunan çatışmasında, uygulanan politika, bugün de sürdürülen ve geçmişte “Haçlı Seferleri”nde kullanılan anlayışla aynı ideolojik temele sahipti. Türklerin elindeki toprakları ele geçirmek için, “Doğudaki Müslüman Türk egemenliğine” karşı koymakla Yunanistan’ın “kurtarılması” aynı anlama getiriliyor ve bu propaganda, aynı eğitimi almış aydınlar arasında çok etkili oluyordu.

Victor Hugo, “En Grêce, ô mes amis! Venqeance! Liberte!” (Yunanistan’a arkadaşlar! Öcalma! Özgürlük) diye şiirler yazıyor, İngiliz şairler Thomas Moore, Laila Rookh benzer şeyler söylüyor, gezginci ozan Corsaize du Hiaour ve Chalde Harold köy köy dolaşıp “tutsak” Yunanistan’a ağıtlar yakıyordu. 23  Fransız Ressam Delacroix, “Mora’da Yunanlılar’ı öldüren Türkler’in vahşi uygulamalarını” işleyen tablolar yapıyordu; Delacroix’nın, Yunanlı Chio’nun öldürülmesi tablosu o dönemde çok ünlenmişti. Oysa, Mora’da, hiçbir somut neden yokken Batı kışkırtmasıyla ayaklanan Yunanlılar, sıradışı bir vahşet uygulamışlar ve binlerce Türkü katletmişlerdi. 24 

“Liberal Gençliğin İlahı” François René Chateaubriand

François René Chateaubriand (1768-1848), Türk karşıtlığını yapıtlarında yaygın olarak işleyen yazarlardan biridir. 19.yüzyıldaki “Liberal gençliğin ilahı”, “Yeni Fransa’nın düşünen sınıfının gücünü kavrayıp açıklayan ilk yazar” ve “Büyük üstat” kabul edilen Chateaubriand, “Türk despotluğunun gerçek boyutunu görmek” ve saptamalarını anılarında yazmak için, Yunanistan ve Kutsal topraklara (Kudüs) gitmiştir. “Düzyazı türünde yazılmış çağdaş bir destan” 25  olarak tanıtılan ünlü Les Martyrs’i, bu “gezinin” sonucunda kaleme almış ve bu yapıt, Chateaubriand’ı hocası olarak kabul eden Victor Hugo’yu derinden etkilenmiştir.

“Evrenselliğin Dahi Yazarı”; Victor Hugo

1876 yılında Fransa’da kurulan Helen Dostları Derneği’nin kurucularından olan Victor Hugo (1802-1885), Yunanistan’a yaşamı boyunca hiç gitmedi ancak orada yaşadığı izlenimi veren şiirler yazdı. Şiirlerinde işlediği Türk karşıtlığı, “hocası” Chateubriand’ı da aşıyor ve daha sert yargılar içeriyordu.

Davranışını ölene dek sürdüren Hugo, Navarin adını verdiği uzun şiirinde, Osmanlı donanmasının 1827 yılında Mora’nın Navarin limanında İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının ortak girişimiyle yok edilmesinden duyduğu mutluluğu dile getirir ve “Artık Yunanistan kurtuldu, Byron mezarında Navarin’i alkışladı” der. Türk Marşı adlı şiirinde, Türklerin askeri gücünün acımasızlığından söz ederek Türkleri “korkunç” ve “vahşi” insanlar olarak gösterir; “Çocuk” adlı şiirine “Türkler oradan geçtiler” dizesiyle başlar ve “Türkler oradan geçtiler/Herşey yıkılmış ve yas içinde” dizesiyle bitirir. 26 

Hugo’nun Barışçılığı

Victor Hugo, yalnızca 19.yüzyılda ve yalnızca Avrupa’da değil, günümüzde de ve ilginçtir ki Türkiye’de de; “Barışın, özgürlüğün ve kardeşliğin yılmaz savaşçısı” ve “ezilen halkların dostu”, “evrenselliğin dahi yazarı” olarak tanıtılmaktadır. Yakıştırılan bu nitelikler, konu Türklere karşı ayaklanan Yunanlılar, Sırplar ya da diğer Avrupalılar olduğunda geçerlidir.

Hugo, Türklere ve diğer dünya halklarına karşı Avrupalıların, Avrupalılara karşı da Fransızların haklarını savunmaktan asla ödün vermemiştir. Avrupa’yla sınırlı olan “evrenselliği”, Fransa’nın çıkarları gündeme geldiğinde hemen koyu bir milliyetçiliğe dönüşür.

1871 yılında ortaya çıkan Fransız-Alman savaşında çatışmanın, düşünü kurduğu ve sürekli savunduğu Avrupa Birleşik Devletleri ülküsü adına durdurulmasını ister. Ancak, Almanlar Paris kapılarına dayandığında “barışsever” Hugo, herşeyi göze alan, su katılmamış ve savaşkan bir bağnaz durumuna gelir ve şu çağrıyı yayınlar: “Fransızlar bütün halklara ve bütün insanlığa karşı Paris’i korumakla yükümlüdür; bu görev Paris için değil dünya içindir. Bütün komünler ayaklansın; bütün köyler ateşe verilsin; bütün ormanlar yangın var, yangın var çığlıklarıyla çınlasın; her evden bir asker çıksın; varoşlar; alay ve kentler ordu haline gelsin. Gece gündüz demeyip savaşalım, dağlarda ve ovalarda savaşalım. Ayağa kalkınız, kalkınız ayağa. Ateşkes yok, dinlenme yok, uyku yok...” 27 

Victor Hugo’nun yaşadığı dönem, Fransız sömürgeciliğinin dünyaya yayılıp yerleştiği bir dönemdir. 1827’den başlayarak 1870 yılına dek, Fransa Cezayir’e yerleşmesini tamamlamıştır. 1881’de Tunus ele geçirilmiş, 1883’te Fransız birlikleri Hindi-Çini’de Annam’ı (Orta Vietnam) ele geçirmiş ve Tankin’i (Kuzey Vietnam) elde etmek için Çin’le savaşa tutuşmuştur.

Hugo, bu gelişmelerle “ilgilenmez” ve yapıtlarında bu konulara eğilmez. Ancak 1876 yılında Osmanlı yönetimine karşı başlayan Sırp ayaklanmasında, büyük bir istek ve coşkuyla Sırpların yanında yer alır; “Türklerin uyguladığı baskı ve şiddete” karşı çıkar ve tam bir “özgürlük savaşçısı” olur. 1876 Ağustos’unda şunları yazar: “Bu kahraman küçük ulusun (Sırpların y.n.) çırpınışı ne zaman sona erecek? Sırbistan’da olanlar (Türk zulmü y.n.), Avrupa Birleşik Devletlerinin gerekliliğini gösteriyor. Katil İmparatorluktan (Osmanlı İmparatorluğu y.n.) yakamızı sıyıralım. Bağnazlığı ve despotizmi susturalım! Elde kılıç dolaşan boş inançların ve dogmaların silahlarını kıralım (Türklerin y.n.). Savaşlar, kıyımlar, boğazlaşmalar olmasın; özgür düşünce, serbest ticaret, kardeşlik olsun; barış bu kadar zor mu?” 28 

İngiliz Şair; George Gordon Byron

Victor Hugo’nun “mezarından Navarin’i alkışladığını” söylediği ve Batıda “açıklık, neşe, hoşgörü ve özgürlüğün ozanı” olarak tanımlanan 29  İngiliz şair George Gordon Byron (1788-1824), Türk karşıtlığını neredeyse bir yaşam biçimi durumuna getirmişti. Karşıtlığını yalnızca yapıtlarına değil, sahip olduğu büyük serveti kullanarak eylemlerine de yansıtıyordu.

Türk düşmanlığında o denli kararlı ve hırslıydı ki, dengesiz yaşamını bu uğurda harcamıştı. Türklere karşı savaşan Rum çeteleri arasındaki ayrılıkları gidermek ve onları tek bir çatı altında toplamak için Yunanistan’a gelmiş ve 1824 yılında burada ölmüştü. Byron’dan ayrı olarak Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’da (1809-1849) aynı duygularla, Türk-Yunan savaşına gönüllü olarak katılmış, ancak o ölmeden ülkesine dönmüştü.


 1  “Crusading Commonplaces : La Nove Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Michael J.Heath, Genevre, Droz, sf. 9
 2  a.g.e. sf.10-11
 3  a.g.e. sf.31
 4  a.g.e. sf.31
 5  “Memoire des sages et royales econnomies d’Estat domestiques, politiques et militaries de Henri Le Grand Maximilien de Sully, Nouvelle Coollection Memoires pour Servir a L’histoire de France”, 1837, Böl. C
 6  “Alman Kültüründe Türk İmgesi” Prof. Onur Bilge Kula, Gündoğan Yay., 992 ak, Deniz Som Cumhuriyet 15.12.2002
 7  “Crusading Commonplaces: La Nave Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Michale J. Heath, Genevre, Droz, Sf. 31
 8  “Türkler Müslümanlar ve Ötekiler” Voltaire, derleyen Osman Yenseni, İş.Bank Yay., 2.Baskı, sf.87-93
 9  “La Turquie Dans Les Romans” et les Contes de Voltaire, Dr. Cemil Göker, Ankara Üniversitesi Yay.1971, sf.33
 10  a.g.e. sf.33
 11  “Lettres Choisies de Voltaire” Librainie Garnier Freres–Paris-VII., sf.150
 12  “Sur les observations sur la religion, les lois, le gouvernemet et les moeurs des Turcs” M.Porter; ak. http:www.teteturc.com/prejuges/prejuges.htm
 13  “Batı Düşünde Türk ve İslam İmgesi” Prof.O.B.Kula, Büke Yay., sf.37-42
 14  a.g.e. sf.63-76
 15  a.g.e. sf.76 ve 77
 16  “Felsefenin Temel İlkesi” G.Politzer, Sol Yay., 3.Bas.1971, sf.39
 17  “Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi” Prof. O.B.Kula, Büke Yay., sf.13
 18  a.g.e. sf.95, 107 ve 116
 19  a.g.e. sf.179
 20  a.g.e. sf.145 ve 149
 21  “Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi” Prof. O.B.Kula, Büke Yay., sf.135
 22  “Türkler” Stephane Yerasimos, Doruk Yay.-2002, sf.32
 23  “Doğulular için Önsöz” Victor Hugo, Le Livre de Poche Yay., sf.6
 24  http://www.tetedeturc.com/prejudes/prejudes.htm
 25  “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2332
 26  “Çağdaşımız Victor Hugo” Server Tanilli, Adam Yay., 2002, sf.76
 27  a.g.e. sf. 210 ve 211
 28  a.g.e. sf. 232, 233
 29  “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2103


Metin AYDOĞAN, 25 Nisan 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 8 konuk

x