Atatürk’ün Ermeni Konusuna Bakışı!… "Kürt meselesi"
Atatürk’ün Ermeni Konusuna Bakışı!…
Atatürk’ün yazışma ve konuşmalarından Ermeni konusu üzerine neler dediğini tarayıp, bir kitapta topladım. Karşımıza önemli bir bilgi ve değerlendirme zenginliği çıktı. Bunlar konu başlıkları halinde şöyle sıralanabilir:
* Tehcir bir zorunluluktu.
* Tehcir’de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
* Tehcir edilenler hayattadır.
* Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin hayatını kurtarmıştır.
* Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan, asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
* Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu’da önce Ruslar, sonra İngilizler, Güney’de Fransızlar kışkırtmışlardır.
* Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır, İngiliz propagandasıdır.
* “Ermenilere kırım yaptınız” konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasi emellere dayanmaktadır.
* Siyasi emel topraktır, Türkiye’nin Doğusunda “Kafkas Seddi” oluşturmaktır.
* Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer vasıtadır ve paralel kullanılmaktadırlar.
Bunlardan sadece son üçünü ana hatları ile ele alabileceğiz.
Türk ulusu, Ermenilere soykırım yaptınız iddialı saldırılara üçüncü kez muhatap olmaktadır. İlki 1915 Tehciri’nden sonra 1916′da başlar, 1918 Mondoros Mütarekesi’nden sonra yoğunlaşır. İkincisi 1920′dedir. Türk ulusunun canını, namusunu, toprağını kurtarmak için Çukurova’da Antep, Maraş ve Urfa’da Fransız-Ermeni işgalcilerine karşı direnmesi üzerine ve özellikle Şubat 1920′de Maraş’tan Fransız-Ermeni işgalcilerini kovuncadır. Üçüncüsü de 1965′te başlatılır ama asıl saldırı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin PKK terör örgütü ile ABD’nin ve AB’nin istediği şekilde bir diyaloğa girmeyip siyasi çözümü reddederek silahlı mücadeleyi sürdürme kararlılığı üzerine 1995′te başlatılır.
1995′e kadar, 30 yılda Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır şeklinde karar alan veya bildiri yayınlayan sadece altıdır(1). 1995′ten 1998′e kadar karar alanlara dokuz ilave daha olur. 1999′da PKK başarısız olunca, Güneydoğu’yu Türkiye’den kopartamayınca yani PKK’ya verilen görev gerçekleşmeyince soykırımlı saldırılar bunaltıcı şekilde yoğunlaşır. Sadece 2000 yılında 7 karar çıkar. 2001 2006′da bunlara 17 karar daha eklenir.
1965′ten 2007′ye kadar toplam 39 karar çıkar, bunlara eyalet kararları dahil değildir. 39 kararın 6’sı 30 yılda, 1965-1994 arasında çıkar. 1995′te saldırılar yoğunlaştırılır, 4 yılda (1995-1998) 9 karar, 2000′de 1 yılda 7 karar, 2001 ve sonrasında ise 17 karar çıkartılır. 39 kararın 24′ü 1999 sonrasında, yani PKK başarısız kılındıktan, Türkiye AB’ye aday yapıldıktan sonradır. 1997′de adaylığı reddedilen Türkiye’nin 1999′da yani PKK başarısız kılındıktan sonra aday yapılmasının anlamı ve arkasından aday yapılan Türkiye’ye Ermeni soykırımı kartı ile siyasi saldırıların yoğunlaştırılması dikkat çekici ve uyarıcıdır. Ayrıca 2000 yılında, soykırım suçlamasıyla yapılan siyasi saldırıların yanı sıra, Batılı sermayedarlarının çıkarttığı Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizleri ve sonuçları da göz önüne alındığında, Türkiye’nin planlı bir siyasi-ekonomik-sosyal tehditle karşı karşıya olduğu anlaşılmaktadır.
Saldırıların sürecine ve yoğunlaşma dönemlerine dikkat edilirse konunun tarihi bir hesaplaşma değil, siyasi bir hesap olduğu ortaya çıkmaktadır. Birinci ve ikinci saldırılar Sevr öncesidir. Üçüncü saldırı ise Kürdistan kurma öncesidir. Sözde Ermeni soykırımı konusu ile Kürdistan kurma konusunun ne ilgisi var denilebilir. İkiz konulardır. Tarihimizde paralel yürütülmüştür. Bu günde paralel yürütülmektedir.
Soykırımlı saldırılara Atatürk’ün bakışı, tarihi bir konu şeklinde değil, siyasi hedefleri gerçekleştirmede bir vasıta olarak kullanma şeklindedir. Yani mücadele alanı tarih değil, siyasettir demektedir. Ki kendisi de tarihle değil, siyasetle ve güçle çözmüştür.
Atatürk’ün sözde soykırım iddiaları üzerine tespit ve değerlendirmelerini sorularla açıklığa kavuşturalım. Biz soralım, O yanıtlasın.
Türkiye’ye yapmadığı ve yapmadığını bildikleri halde neden “Ermenilere soykırım yaptınız” suçlamaları ile saldırıyorlar. Bunları neden yapıyorlar?
“… Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak, istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyor…” (24 Nisan 1920-TBMM)
O günlerde Sevr Anlaşması gündemdeydi. Sevr ile istediklerini kabul ettirmek için, “Ermenilere kırım yaptınız, yapıyorsunuz” saldırısı ile Türkiye’yi suçlu duruma düşürüp dıştan destek görmesini önlemeyi, hayır deme direncini kırmayı amaçlamışlardı.
Şimdi 1995′te yoğunlaşan, 2000′de doruğa çıkan saldırıların amacı daha iyi anlaşılmaktadır. 1995 yılı için Ata’nın açıklamasındaki, “barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda” ifadesinin yerine “PKK ile silahlı mücadeleyi bıraktırıp, siyasi çözümün dayatıldığı şu sıralarda” ifadesi konularak okunması yeterli olmaktadır. 2000′li yıllar için konulacak ifadeler çoğalmaktadır.Birkaçını sıralayalım.
* “Kendisine verilen görevi PKK başaramayınca, PKK’nın yapamadığını bizzat yaptırmak için AB adaylığına kabul edilen Türkiye ile adaylık koşullarının belirleneceği şu sıralarda…”
* “AB’ye uyum paketleri adı altında verdirilecek ödünlerin Türkiye’ye kabul ettirileceği şu sıralarda…”
* “İncirlik Üssü kullanım koşullarının görüşüleceği şu sıralarda (2000 Baharı-ABD için)…”
* “BOP’un gerçekleştirileceği şu yıllarda…”
* “Kuzey Irak’ta bir devlet yapılanmasına başlanacağı şu sıralarda (2002)…”
* İran’a karşı ABD’nin yanında yer almasının sağlanacağı şu sıralarda…”
* “Kuzey Irak’taki devlet ilanının yapılacağı şu sıralarda…”
Atatürk’ün aynı konuşmasında sorumuzla ilgili iki yanıtı daha vardır.
“Geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bütün unsurlar, tümüyle yalan olan en son Ermeni kırımı uydurmasını (1920′yi kastediyor) düzenlediler… İngilizler, dış durumumuzu yani toplu öldürme iftiraları ile sarsarak, … tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı…” (24 Nisan 1920-TBMM)
Başka bir konuşmasından bir alıntı daha yapalım.
“… Düşmanlarımız hakkımızda icat ettikleri iftiralarını bir Aralık Paris Konferansı’na da kabul ettirir gibi oldular. İhtimal bunun neticesi olarak, daha savaş esnasında birbirleriyle yaptıkları gizli anlaşmaların ve karşılıklı verdikleri sözlerin tatbikatına başlanmış idi. İzmir, Antalya, Adana, Antep, Urfa ve Maraş’ın işgalleri hep bir karşılıklı taahhütler neticesi…” (31 Aralık 1919 Ankara)
Ata’nın bu üç açıklamasından, Ermeni kırımı konulu saldırıların basit bir suçlamadan çok öte bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye üzerine niyet besleyenler, bunu araç olarak kullanmışlar. Güncel çıkarlarını sağlamak için bir tehdit aracı, uzun vadeli planlarını gerçekleştirmede de bir alt yapı aracı olarak kullanmışlar. Bugün de Türkiye’ye yönelik planlarını ki planlarını gizlemeye de gerek görmüyorlar, gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Peki, bu soykırım iddiaları doğru mudur?
“Türkler tarafından Ermeniler aleyhinde katliam (İddiaları), uydurulmuş rivayetler ve bir takım yalan ve iftiralardan ibarettir.” (17 Ocak 1921-Demeç)
O halde Ermeni sorunu nedir?
“Ermeni sorunu, Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenen sorun(dur).” (1 Mart 1922-TBMM)
Ermeni sorununu dayandırdığınız Emperyalistlerin ekonomik çıkarları nedir?
“Ermeniler Van ve Bitlis’i ele geçirince, Irak’taki İngilizlerle birleşeceklerinden dolayı bütün Yakındoğu’da İngilizlerin yeri çok sağlamlık kazanacaktır.” (1 Aralık 1920)
“Ermenistan’ı Mezopotamya’da yerleşmiş İngilizlere yaklaştıracak surette uzatmak, Moskova ve Ankara hükümetlerine pek çok nahoş sürprizler yaratmak demek olur.” (27 Aralık 1920)
“Taşnakların, İtilaf devletlerinin entrikalarına alet olmaktan vazgeçmeyip… Sevr’de İstanbul hükümetine imza ettirilen anlaşma hükümlerine dayanarak Doğu vilayetlerimizi işgal için fırsat kollamaları, bu suretle Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında itilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getirip Yunanistan’ın Rumeli ve Batı Anadolu’da oynadığı rolü Kafkasya, Doğu Anadolu ve İran’da oynamaya azmetmiş olmaları …” (6 Ekim 1920)
“Musul (Vilayeti-bugünkü Kuzey Irak) bizim için çok kıymetlidir… Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim hududumuz dâhilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. ” (16 Ocak 1923)
Atatürk’ün bu dört açıklamasını, Sevr haritasını ve 1918′den sonraki bilgileri yan yana getirdiğimizde emperyalistlerin ekonomik çıkarları ortaya çıkmaktadır.
İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın elindeki tüm petrol yataklarını; Arabistan Yarımadası, Basra ve Musul’u; ele geçirir. Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra, Osmanlının 1918 yazında işgal etmiş olduğu Bakü petrol bölgesini, Osmanlıya boşattırarak işgal eder.
Ele geçirdiği Hazar petrol bölgesi ile Ortadoğu petrol bölgesi arasını kendi kontrolünde tutup, iki bölge arasında fiziki bağı kurmak için, 1918′de kendisi tarafından kurulan Ermenistan’ı, Karadeniz kıyılarından Van Gölü’ne kadar uzatmak, Van Gölü güneyi ile Irak arasındaki boşluğu doldurmak için burada bir Kürdistan kurmak ister. Sevr haritasının doğusu işte bunu gerçekleştirmektedir.
Atatürk, bu planı anladığı içindir ki; Moskova’yı birkaç kez uyarır, uyarıları sonuç doğurur, Ankara – Moskova işbirliği gelişir ve senaryonun Ermeni ayağı kırılır.
Kürdistan’ın kurulmasını önlemek için de, Musul vilayetini Misak-ı Milli içine alır ve Türkiye’ye dâhil etmek ister. Musul alınamaz ama Sevr ile kurulmak istenen Kürdistan oyununu bozar.
Görüldüğü gibi emperyalistlerin ekonomik çıkarı, petroldür, Karadeniz’de egemenliktir. Diğer öğeler figürandır, kullanılandır. 1920′lerde bu senaryoyu Atatürk bozmuştur. Günümüzde de aynı senaryo oynanmakta, aynı figüranlar kullanılmaktadır. Sadece filmin esas oğlanı değişmiştir. O yıllarda İngiltere idi, bugün ABD’dir. İngiltere yardımcı oyuncu olmuştur. Amaçları arasına “su”ilave olmuştur.
Atatürk’e sorularımızı sürdürelim. Bu senaryo içersinde Ermenilerin rolü nedir?
“Rum ve Ermeni, Batı emperyalistlerinin hizmetçisi olan uluslar(dır).” (1 Aralık 1920-Ankara)
“Ermenistan, Doğu’da büyük bir inkılâp gayesi için çalışan mazlum milletler arasında, … bozguncu bir unsur vazifesi yapıyordu. Doğu milletlerinin temasına engel oluyordu. Doğu’da İngiliz emperyalistleri için bir dayanak noktası hizmeti görüyordu…
Ermenistan, Doğu ihtilal makinesinin iyi işlemesine mani olmak için, bu ihtilalden etkilenecek olacaklar tarafından makinenin çarkları arasına sıkıştırılmış ecnebi bir cisimden başka bir şey değildir…” (13 Kasım 1920-Hakimiyeti Milliye)
Atatürk, Ermenilerin emperyalistlerin bir maşası olduğunu, kullanıldıklarını tespit ediyor; ki bu tespitini sıkça tekrarlar, gerçeği gören Ermeniler de bu yönde açıklamalar yapar; kullanılma amaçlarının da bir siyasi hedefin gerçekleşmesi için olduğunu belirtiyor. Bu siyasi hedefin tam açıklamasını, hedefi belirleyenin ağzından verelim.
Sevr Anlaşması’nı hazırladıkları konferanslarda İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 16 Şubat 1920′de şöyle diyor:
“Müttefiklerin uğrunda savaştıkları… Amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.”
Aynı kişi, bu devletin kurulma amacını da, 22 Nisan 1920′de şöyle belirtir :
“Büyük bir Pan-İslam ya da Pan-Turan hareketi ortaya çıkabilir ve böyle bir halde, Londra Konferansı, genellikle dünya barışı bakımından, Türkiye Müslümanları ile daha doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da yeni bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.”
Atatürk; bu toplantı tutanaklarından haberi olmaksızın, emperyalistlerin Ermeniler üzerine neden oynadıklarını, siyasi hedeflerinin ne olduğunu tam isabetle tespit etmiş ve buna göre cephe tutmuş, bu plandan Türkiye kadar zarar görecek olan Rusya ile işbirliği yapmış ve planın gerçekleşmesini engellemiştir.
Bugün de Ermeni kartının tekrar Türkiye’nin önüne konulması, Ermenilerin tekrar kullanılmaya başlanmasının arkasında, daha önce açıklanan ekonomik çıkarlarının yanı sıra, L. Curzon’un ikinci sözündeki amaç aranmalıdır. Bundaki doğru tespit, Atatürk’ün yaptığı gibi, doğru cephe tutmayı, doğru hedefe saldırmayı sağlayacaktır.
“Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, … Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır.” (16 Haziran 1919)
“… Kürtleri Osmanlı (Türk) camiasından ayırmak, İngiliz boyunduruğuna sevk etmek, neticede Doğu Anadolu’muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak(tır).” (9 Kasım 1919)
“… Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında İtilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getir(mek)…” (6 Ekim 1920)
İngiltere, Hazar ile Basra petrol havzaları arasını kendi kontrolünde bir coğrafi bağ ile birleştirmek ve Anadolu Türklüğünün Kafkas ve Orta Asya Türkleri ile fiziki bağını kesmek için, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketini paralel yürütmüştü. Her iki hareketi kendi emperyalist politikaları için bir vasıta olarak kullanmıştı.
Atatürk, sözünü ettiği “Doğu ile Türkiye arasında büyük bir sed meydana getirme” projesini görmüş, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketlerinin bu seddi oluşturmak için İtilaf devletleri (yani İngiltere) tarafından tezgâhlandığını ve Türkiye için tehlikelerini anlamış, inşa aşamasında seddi yıkmıştır.
Bu seddin yapılmasını önlemedeki kesin kararlılığını şöyle ifade eder :
“Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp, bu seddi İtilaf devletlerine yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.”
Bugün de emperyalizmin bu iki vasıtası, Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde aynı kaynaklardan, aynı amaçlarla ve yine paralel yürütülmektedir ve 2007 yılı itibarı ile önemli mesafe kat etmiştir. Türkiye, Atatürk’ün kesin kararlılığını gösterme zamanını geçirmektedir. Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi içinde oluşturulmak istenen Doğu Seddini önlemek için “her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetinde” olduğunu anlamalıdır. Varlığını devam ettirmek için buna zorunludur. Geç kalmanın bedelini halkına kanla ödettirmemek için zorunludur. Doğu Seddini önlemek zorundadır. Önlemenin nasılı, ne yapılacağı da Atatürk’tedir. Atatürk gibi önce bağımsızlığımızı kurtarmak gerekmekte ve bunu yapabilecek teslimiyetçi olmayan bir hükümeti iş başına getirmek, yurttaşlık görevimiz olmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bunları Unutmayın!
'Kürt Meselesi’ denilerek geldiğimiz aşamada hiç de iyi bir noktada olmadığımız meydandadır. Ne yazık ki, ‘Avrupa Birliği’ni bu ülkenin birliği ve bütünlüğünden daha önemli gören’ iktidarların bugüne kadar vermiş oldukları tavizler sebebiyle dış destekli Kürtçülük hareketi bir hayli mesafe almıştır. İktidar Partisi sözcülerinin söylemlerinden Kürtçü harekete daha başka yeni tavizler de verileceği anlaşılıyor.
Bilindiği gibi bu iktidar Kırmançi lehçesiyle yayın yapan TRT ŞEŞ’i televizyon yayın hayatımıza kazandırmıştır. Kürtçe televizyon gelecekteki ‘İki dilli’ bir devletin ilk adımlarıdır. Her ne kadar sayın Başbakan “Efendim, resmi dil Türkçe olacakmış, ikinci dil Kürtçe olacakmış. Yok böyle bir şey. Kim söyledi bunu? Yalan söylüyorsunuz yalan. Yok böyle bir şey” diyerek ‘İki dilliliğe’ gidildiği iddialarına şiddetle karşı çıkıyorsa da gidiş o doğrultudadır.
Adamlar resmen bu devletin bir ‘Türk-Kürt devleti’ olduğunun tescil edilmesini istiyorlar. Biz paranoya içinde filan değiliz. Burada sadece gerçeklerden söz ediyoruz; hayal aleminde yaşayanların bir türlü görmek istemedikleri gerçeklerden! Unutanlar için yeniden hatırlatalım: Geçenlerde DTP milletvekillerinin Irak’ın kuzeyindeki bir kampa yaptıkları ziyarette bakınız Şırnak milletvekili Sevahir Bayındır neler söylemiş:
“Yüz yıldır her Kürt, yaşadığı coğrafyada sürekli zulümle, inkarla karşı karşıya kaldı ama her zaman nurlu bir direniş sergiledi. Güney Kürdistan’da nasıl ki özgür bir Kürdistan varsa, kuzeyde de bu özgürlük bir gün olacaktır. Kuzey Kürdistan’da yüz yıldır mücadele veriliyor. Son 30 yıldır verilen mücadele sayesinde şu anda yaklaşık 100 belediye bizim yönetimimiz altında Bizim mücadelemizi tasfiye etmek istiyorlar ama başaramazlar. Halkımız derdinin ilacını bir doktor gibi biliyor. Halkımızın derdinin dermanı Öcalan’dır.”
Aynı geziye katılan Van milletvekili Özdal Üçer ise, ‘Yaşasın Kürdistan’ın birliği’ diyerek başladığı konuşmasına ‘Kuzey Kürdistan’da da Güney Kürdistan’da olduğu gibi özgürlük gelmezse, biz bu davadan asla vazgeçmeyiz. Ne yaparlarsa yapsınlar, Öcalan’ı ve dağdaki gerillayı bırakmayız.”
Dün “29 Mart seçimlerinde Kürdistan’ın haritasını belirledik” diyenler de bunlardı. Bu küstahlıklarına karşı hiçbir şey yapılmadığı için Diyarbakır’ın -APO tarafından tayin edilen- PKK’lı Belediye Başkanı Osman Baydemir de o sinkaflı sözleri söylemek cesaretini kendinde bulabilmiştir. PKK’nın ve yandaşlarının bu kadar azgınlaşmasının müsebbibi AKP iktidarıdır. Maalesef AKP iktidarında PKK meşruiyet kazanmıştır ki bunu bizzat bazı AKP milletvekilleri de doğrulamaktadırlar.
İşte, Malatya’daki bir öğrenci yurduna asılan Türk bayrağına karşı başlatılan densiz gösteriler de verilen bu tavizlerin bir sonucudur.
Malatya’da, Battalgazi Erkek Öğrenci yurdunda kalan bazı öğrencilerin, kaldıkları odanın penceresine Türk bayrağı asmalarına, -karşıt görüşlü- bir öğrenci grubu tepki göstermiş ve tartışmalar kavgaya dönüşmüş. ‘Karşıt görüşlü öğrenciler’ ‘Malatya faşistlere mezar olacak’ diye slogan atarak gösteri yapmışlar.
Türk bayrağının asılmasına karşı çıkan bu grup kendilerini görüntülemek isteyen basın mensuplarına da saldırmışlar. Basın, bu protestocuları özellikle ‘karşıt görüşlü öğrenciler’ olarak yansıtmaktadır. Her nedense bunların PKK sempatizanı oldukları gizlenmektedir.
Bu öğrenci yurdunun, II. Kolordu Komutanlığının hemen karşısında olduğunu da belirtelim!
Şu hainliğe bakar mısınız? Bu ülkenin topraklarında, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait bir yurda asılan Türk Bayrağına tepki gösteriliyor ve indirilmesi isteniyor! Bu ne cürettir ve bu hainler bu cüreti kimden almaktadırlar?
Yakın zamana kadar yakalarında ampul rozeti taşıyan AKP’lilerin, AYYILDIZLI rozetler takmaya başlamalarından sonra bu ülkede böyle küstahlıkların artmaya başlaması düşündürücüdür.
İktidarın, PKK yandaşlarına gösterdiği müsamahadan cesaret alanlar olmadık yerde olmadık densizlikler sergiliyorlar. Yeni Meclis binasının açılışının yıldönümüne kim tarafından ve ne maksatla davet edildiğini anlayamadığımız Yönetmen Sinan Çetin’in, bir de kürsüye davet edilerek kendisine ‘bilinen’ düşüncelerini ifade imkânı verilmesi perişan halimizin resmidir.
Bu ‘büyük’ yönetmen, konuşmasında Meclis Başkanı’nın, Bakanların ve onca milletvekilinin önünde “Kendi ülkemizi, kendi insanlarımızı bombalıyoruz. Ölen çocukların üzerinde T.C. kimliği var” diyebilmiştir!
İşte ‘aydın’ dedikleri bunlar. Ülkenin tarihine ne kadar Fransız olursanız o kadar aydın oluyorsunuz! Türklüğe ne kadar küfrederseniz o kadar itibar görüyorsunuz!
Bre densiz! Sen nasıl bu devlete isyan ederek dağa çıkan, Mehmetçiğe kurşun sıkan haydutları ve canileri ‘TC kimliği taşıyan çocuklar’ diyerek aklamaya kalkarsın? Katillerle Mehmetçikleri nasıl aynı kefeye koyarsın?
Fakat biz yine de Sinan Çetin’e kızamıyoruz; çünkü bu zatın düşünceleri bellidir; bizim anlayamadığımız bu anayasa üzerine yemin edenlerin bu zihniyette insanlara bu fırsatları vermeleridir.
*
Gözümüz aydın olsun! İstanbul 2010 Dünya Kültür Başkenti ilan edildi! Bu ne büyük bir şeref bu millet için değil mi? Hayır değil! Şeref meref yok bu işte! Kandırılıyoruz o kadar! İşte böyle yalanlarla milleti oyalıyorlar. Avrupa Birliği –ucu açık- müzakere tarihi verdiğinde de güpegündüz Ankara’da Kızılay Meydanı’nda havaî fişekler atılarak kutlamalar yapılmıştı! Aynı kutlamaları daha önce 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması imzalandığında da yapmıştık.
Prof. Ayhan Songar’ın Gümrük Birliği anlaşması imzalandığında zil takıp oynayanları uyarmaya çalıştığı bir yazısının başlığı şuydu: “Müjde, sonunda manda oluyoruz!”Uyandık mı? Uyanabildik mi? Ne gezer! Uyanmış olsaydık ‘Dünya Kültür Başkenti’ gibi masallara kendimizi kaptırır mıydık hiç?
Yılmaz Özdil, Hürriyet’te işin doğrusunu yazmış. Sadece yandaş medyayı takip edenler bu ödülün sadece İstanbul’a verildiğine inandırıldılar. Halbuki bu ödül İstanbul’a gelene kadar ismini bile duymadığınız bir sürü şehre bizden daha önce verilmiş ve bu sefer sadece İstanbul’a da değil bizden başka iki şehre daha verilmiş!
İstanbul’da bu nedenle olağanüstü gösteriler düzenlendi. Muhteşem bir havaî fişek gösterisi yapıldı. Kutlama programlarının bütçesi 8.5 milyon liraymış! Bu paralardan yandaşlara nasıl bol keseden dağıldığını yandaş olmayan basın yazdı. Tabiî sadece TRT’yi ve ma’lûm basını izleyen vatandaşlarımızın bunlardan haberdar olmaları mümkün değildir. İstanbul’un 7 ayrı noktasında pop konserleri verildi. Tarkan ve Nil Karaibrahimgil gibi ‘büyük’ sanatçılar yoz kültürümüzden örnekler verdiler. İstanbul demek ki bu kültürün başkenti olmuş! Bu gösterileri düzenleyenlere bizim bir de millî bir kültürümüz olduğunu hatırlatmak gerekmez mi?
*
Alçakça bir cinayete kurban giden Hrant Dink’in üçüncü ölüm yıldönümünde AGOS gazetesi önünde bir anma toplantısı düzenlendi. Bazı düşüncelerini hiç paylaşmadığımız Hrant Dink ölmeden önce bir televizyon kanalında yaptığı bir konuşmada Kürtçü geçinenlere önemli mesajlar vermişti. Onlara söylediği mealen şuydu: “Emperyalist devletler I.Dünya Harbi’nde Ermenileri kullandılar. Onlara inanan birçok Ermeni, devletine karşı ayaklandı. Sonra emperyalistler bir kenara çekilince bu topraklarda büyük acılar yaşandı. Şimdi Amerika aynı şeyi Kürtler üzerinde oynuyor. Amerika bu topraklardan çekip gittiğinde bu sefer de aynı acıları Kürtler yaşayacaktır!”
Hrant Dink emperyalist güçlerin oyunlarına alet olan Kürtçüleri uyarıyor ve onlara ‘akıllı olun, kendinizi kullandırmayın’ diyor. Peki, Hrant Dink’i anma toplantısına katılarak ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ diye bağıranlar acaba Hrant Dink’i anlamışlar mıydı?
Bugün, sözde Gladyo’nun tasfiye edildiği ve ülkenin demokratikleşme yolunda ilerlediği masalına inanan bu insanların Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın ve Hrant Dink’in katillerinin aynı odak olduğunu hala daha fark edemediklerine kuşku yoktur. Onlara göre katiller ya ülkücüdür ya da dincidir. Halbuki katiller birer kukladan başka bir şey değildir! Peki, düşünün bakalım bu kuklacı acaba kimdir?
İsmail Şefik AYDIN
toplumsalhaber.com