Bağımsızlık Savaşı
Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK, olağanüstü yetkilerle donatılmış, -özetle Rum çetecileri (Pontusçular) savunup bunlara karşı gelen halkı dizginlemek göreviyle- Anadolu'ya gönderilmiş, böylece usundaki tasarımı gerçekleştirmek için bir fırsat yakalamıştır. Bu fırsatı değerlendirmiş, Bağımsızlık Savaşı'nı başlatmış ve halkın örgütsüz kısmını da örgütlemiştir.
Öncesindeki örgütlenmelerdeki çabaları, bir fırsat yakalamak için başkaca yöntemler düşünmesi veya usundaki tasarımın çok eskiye dayanması gibi önemli konuları bu yazıda anlatmadan günümüze geçelim.
Bugün halkımız birkaç partiye dağılmıştır. Öyleyse sıfırdan örgütlenme yerine bu partiler denenemez mi? Partilere girip partileri değiştirmenin olanağı var mıdır? Bu soruları, "şu anki durumdan ve hatta daha da kötüsünden partilere üye olarak, oy vererek veya destekleyerek kurtulabilir miyiz" sorusu izleyecektir.
Başka başka sorular da soralım:
Kaç kişi bir partiye üye olup benimsemediği görüşleri savunarak bir yerlere gelebilir?
Kaç kişi işleyen o dizgeyi değiştirmek için kendini -amacını belli etmeden- gizleyebilir?
Bütün bunları başaran kişiler, -işleyen dizgeyi değiştirmek için- topluca öne çıkabilir mi?
Partilerde çatlak sese katlanılmıyor; uyaran, yumruklanıp yuhalanıyor; amacını açıkça belirten dışlanıp atılıyor. Kimileri "böylesine ince tasarılara gerek yok, parti yönetimlerini doğru yola itmek için uğraşalım" diyerek çıkışabilir. Çıkışabileceklere bugünkü parti yönetimlerine neden güvenilmeyeceğini de anlatmadan geçelim. Dileyenler, genel ağda bulunabilecek yüzlerce salık, yazı, izlence vb. gibi bilgi ve belge içeren ögeleri inceleyebilir.
Peki, halkın bütününü kapsayabilecek buna karşın devrimlerden ödün vermeyecek ve Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK'ün gösterdiği yolda sapmadan yürüyecek bir örgüt var mıdır? Elbette yoktur. Öyleyse, şu durum ve koşullarda sıfırdan örgütlenmek tek çıkar yol olarak gözükmektedir.
Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK
Günümüzde halk nasıl örgütlenir? Temel soru da, sorun da budur. Örgütlenmekten söz ederken birkaç televizyonun, birkaç yetersiz örgüt veya kişinin çağrılarıyla yapılan ve bayrak sallayarak slogan atan kalabalıklardan oluşan bir yapıdan söz etmiyoruz. Unutmadan belirtelim; bayrak sallayıp slogan atıp yeri göğü inletmek önemsiz değil, önemli ancak sonuç getirmeyecek bir eylem türüdür. Ayrıca toplanılacak yer, zaman gibi önceden belirlenmiş birkaç öge dışında örgütlülüğü çağrıştırmamaktadır -ki örgütlülüğün en temel göstergesi olan bir çatı yapısı da yoktur. Oysa söz ettiğimiz gibi bir örgütün bir çatısı olacağı gibi, böylesine bir örgüt bir iki eylem türüne de sıkıştırılamaz.
Öyleyse ne yapmalı? Bir çatı kurulmalı, bu çatı altında yavaş yavaş örgütlenilmeli, halkla bütünleşilmeli ve halk kendi kendini örgütleyecek duruma gelene kadar çalışılmalıdır.
Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK, halkı örgütlediği gibi, emrindeki orduları (elbette komutanlarını da) örgütlemiş, halk ve orduyu olabildiğince birbirine bağlamıştır. Halkımızın, ülkemiz askerî işgâle uğramadığından, henüz bir komutana ve orduya Ulusal Savaşım için doğrudan gereksinimi yoktur. Bu, halkın bir gün bir komutan ve orduya gereksinim duymayacağı anlamına gelmediği gibi içinde bulunduğumuz savaş durumu da göz ardı edilemez. Otuz yıldır, birçok devletin desteğiyle ulusumuza savaş açmış eşkıya-câni örgütü, bugün hiç olmadığı kadar amacına ulaşmaya yakındır. Gene de, işin bu kısmı, bozulmuş olsa da -ilk önce- Türk Silâhlı Kuvvetlerini ilgilendiren bir konudur. Ancak halkın da bilinçsiz, önlemsiz veya hazırlıksız olarak bir savaşın ortasında kalması bağışlanamaz bir yanlış olacaktır. Ola ki ordu etkisiz kaldı; halk, savaşmanın yaşamsal olduğunun bilincinde, hazırlığını tamamlamış, önlemini almış olmalıdır.
Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK, o günkü örgütlenmeyi şöyle özetliyor:
Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddî ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır.
Bu nedenle teşkîlâtımızda Kuva-yı Milliye’nin etken ve Millî İradenin hakim olması ilkesi kabul edilmiştir. Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Millî Hakimiyet...
Teşkîlâtın diğer ayrıntılarına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani, kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderilebilirler.
Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan fazla, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır.
Birincisinin şekillenmesinde bütün insanlık için amaca ulaşma etkili olmuş olurdu. Böyle olmanın maddî ve pratik olabilmesi henüz bulunamadığından bazı girişimciler, milletlere verilmesi gereken yön hakkında yol gösteriyorlar. Bu şekilde yukarıdan aşağıya şekillendirilebilir. Biz memleketimiz içindeki gezilerimizde doğal olarak birinci şekilde başlamış olan millî teşkîlâtımızın gerçek başlangıcının, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru şekillenmelerin başladığını sevinerek gördük. Bununla birlikte mükemmel dereceye ulaştığını söyleyemeyiz. Bunun için özellikle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin olmasına özellikle çalışmamız bir millî ve vatanî görev kabul edilmelidir.
1920 (Nutuk III, s. 1185)
Bu nedenle teşkîlâtımızda Kuva-yı Milliye’nin etken ve Millî İradenin hakim olması ilkesi kabul edilmiştir. Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Millî Hakimiyet...
Teşkîlâtın diğer ayrıntılarına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani, kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderilebilirler.
Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan fazla, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır.
Birincisinin şekillenmesinde bütün insanlık için amaca ulaşma etkili olmuş olurdu. Böyle olmanın maddî ve pratik olabilmesi henüz bulunamadığından bazı girişimciler, milletlere verilmesi gereken yön hakkında yol gösteriyorlar. Bu şekilde yukarıdan aşağıya şekillendirilebilir. Biz memleketimiz içindeki gezilerimizde doğal olarak birinci şekilde başlamış olan millî teşkîlâtımızın gerçek başlangıcının, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru şekillenmelerin başladığını sevinerek gördük. Bununla birlikte mükemmel dereceye ulaştığını söyleyemeyiz. Bunun için özellikle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin olmasına özellikle çalışmamız bir millî ve vatanî görev kabul edilmelidir.
1920 (Nutuk III, s. 1185)
Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK, aşağıdan yukarıya örgütlenmenin sağlamlığından söz ediyor ve ekliyor: "Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan fazla, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır."
Ancak, bireylerin kendi kendine örgütlenemeyeceğinden ve yukarıda (yetkili ve yetkin kurumlar, bilgin ve aydın kimseler) oluşmuş bir çatının yokluğundan söz ediyor (Halife-Padişah ve İstanbul hükumetinin Büyük Millet Meclisi'nin yoluna taş koyması, işgâlciyle işbirliğinde bulunması, bu sorunun başat nedeni olsa gerekir): "Böyle olmanın maddî ve pratik olabilmesi henüz bulunamadığından bazı girişimciler, milletlere verilmesi gereken yön hakkında yol gösteriyorlar. Bu şekilde yukarıdan aşağıya şekillendirilebilir."
Görüldüğü gibi, Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK, -ulusa yön vermesi gereken asıl kurum veya kimseler dışında- birtakım girişimcilerin bu görevi üstlendiğini ve böylece -somut ve resmî bir çatının başarabileceği kadar etkili olmasa da- yukarıdan aşağıya biçim verilebileceğini ekliyor.
Günümüzle çok örtüştüğü bir gerçek. Yıllardır yazıp çizen, gözdağını önceden görebilmiş az sayıdaki aydınlarımız -ki kimisi şehit olmuştur DAVA uğrunda- dışında, ulusumuza sürekli yön vermeye çalışan, doğruyu gösteren yok gibi. Bilinçli yurttaşların azar azar ve yeni yeni ortaya çıkması bunun acı bir göstergesidir. Okumayanların veya az okuyanların ülkesindesiniz ve yalnızca sayılı aydınlarınızca bilinçlendirilebiliyorsunuz. Oysa bugün olanak çok, -genel ağ gibi- bilgiye anında ulaşılabilecek bir araç da yurttaşların elinin altında. Ne var ki bu ağ çoğunlukla eğlenmek veya yazışmak için kullanılıyor. Ayrıca bu ağ, -birçok kişice bilgi sanılan- çöplerle dolu birbirinin benzeri amaçsız yerlerle, iç ve dış düşmanın yaymacasını yapan kuruluş ve kişilerce doludur. Dolayısıyla bu olanak yarar sağlamıyor.
Neler Yapılabilir?
Öncelikle, madem yetkili kuruluş ve kimseler toplumu bilinçlendirme görevini üstlenmiyor ve hatta bilinçlenmemesi için uğraşıyor, öyleyse bu görevi üstlenmiş veya üstlenecek aracılar yapay bir çatı oluşturacak.
Ancak; başka başka kimselerin, bugüne kadar birikmiş ayrımlı deneyimleri gösteriyor ki, falanca örgütten filanca kimseden yardım ummak veya onunla bununla birlikte ilerlemeyi istemek ile bir sonuca varılamıyor. İş ya başından bozuluyor ya ortasında bozuluyor.
Örneğin birtakım onurlu kimseler, söz konusu Ulusal Dava olunca, bu davaya katılmak istediklerini belirtenlere yahut bu davaya öyle veya böyle destek vermiş gözükenlere, -onları da kendileri gibi onurlu saydıklarından- doğrudan güvenirlerse, bu güvenin olası acı sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalabilirler.
Yine örneğin birtakım onurlu kimseler, söz konusu Ulusal Dava olunca, bu davaya onu da bunu da katmaya çalışmanın yararını düşünürken, davaya katmak istedikleri kimselerin veya kuruluşların saçma sapan istekleriyle karşılaşabilir yahut bunların Ulusal Dava'ya aykırı söylem veya eylemlerinden bir türlü caymaması sorunuyla uğraşabilirler.
İşte bu nedenle, yapay çatıyı oluşturacak ve ulusa yön verecek olan aracılar ancak ve ancak yükümlü olduklarının bilincinde olanlardır. Yükümlü kişi, yurdun kurtuluşu için herhangi bir karşılık beklemeden çırpınan kişidir. Yükümlü olanlar birbirini iyi tanımalı, anlamalı ve birbirleriyle iletişimde olmalıdır. Böylece yapay da olsa bir çatı oluşacaktır. Bugünkü ilerleyiş de bu yöndedir. Gönül ister ki yapay olan somuta dönüşsün. Ancak bunun için en başta belirtilen ve çelişki gibi görülen düğümün çözülmesi gerekir: Halk olmadan örgütlenilemez, örgüt olmadan halkla bütünleşilemez
Gene de, ilk önce oluşacak yapay çatının eksikliklerini tamamlamak gerekmektedir.
Bilinçli yurttaşlar azar azar ve yeni yeni de olsa ortaya çıkıyor ve bu, yapay olanın somuta evrilmesi için gereken güç kaynağıdır; zinciri bağlayacak olan halkadır. Bilinçli yurttaşlar çevrelerindekini, özellikle kendini bilinçli sanan binlerce bilinçsiz yurttaşı bilinçlendirecek; aslında bilinçli olmadığının ve ortada dönen dolabın ayrımına varan binlerce yurttaş da kendi çevrelerini bilinçlendirmeye başlayacak ve böylece yavaş yavaş bütünleşme başlayacaktır. Yapay olan çatı da ancak böyle, halkın genel isteğiyle somuta evrilebilir.
Usumuza şu sorular takılıyor: "Peki ya bunun güvencesi var mı veya bu uzun zaman almaz mı?"
Yarın yaşayacağımızın güvencesi olmadığı gibi, bunun da güvencesi yok; ancak halka dayanarak örgütlenmenin tarihte örneği var. Bu zaman alabilir; ancak partilerin içine girip kendini gizleyerek bir yerlere varıp işleyeni değiştirmek gibi zorluğu yok.
Üstelik ilgili doğrudan yurttaş olacak, partili değil. Üstelik sıfırdan olacak. Üstelik parti ayrımı olmayacak ve "partili" denilerek geri çevrilme sorunuyla karşılaşılmayacak. Uzar gider.
Şöyle bir soru sorulabilir: "Peki devletimizin organları veya yetkilileri yerine aydınlarımız, yetkili ve yetkin gördüklerimiz yapay bir çatı yerine somut bir çatı oluşturup halkı doğrudan bilinçlendirme görevini üstlenip örgütlenmeye çağırsa olmaz mı?"
Şunlar sıralanabilir:
1) Ulusun bir bölümünün benimsediği aydınların kesin ve ortak görüşü yok
2) Birbirinden ayrımlı nedenlerden ötürü bir araya gelmiyor veya gelemiyorlar
3) Ulusun -en azından ilgili aydınları benimseyen veya benimseyebilecek bir bölümünün- böyle bir örgütlenmeye gerçekte eğilimi az
4) Aydın görünümlü kimseler ortada cirit atıyor ve bunlar ilgi görürken, gerçek aydınlara çoğunlukla kayıtsız kalınmış
Bu koşullarda azar azar ve yeni yeni de olsa ortaya çıktığını düşündüğümüz bilinçli yurttaşlar, hem daha çok çalışacak hem de daha çok bilgilenecek ki -her biri birer aydın gibi- ulusumuzu bilinçlendirme görevinde üstlendikleri görevi hakkıyla yerine getirebilsin.
Unutulmasın ki, bu yazının yayımlanacağı genel ağ, bilinçlendirmek için iyi bir yol ancak en etkili yol değildir. Bilinçlendirme görevini üstlenenler, birebir insanlarla yüzleşmelidir; sıkıntılarını dinlemeli ve kendi sıkıntılarını anlatmalıdır. Ancak bu da yetmeyecektir. Karşılaşılabilecek türlü sorulara yanıt vermek de bir görevdir. Bu görevi hakkıyla yerine getirmek için de önemli bir birikim gerekmektedir.
Dil, din ve tarih, ulusal ekinimizin (kültürümüzün) üç temel desteğidir. Din konuları her zaman, tarih konuları ise bugünlerde halkın gözdesidir. Bu konular, güncel siyâset kadar ilgi çekebilmekte ve tartışmalara neden olmaktadır.
Dil, ulusumuzca -ne yazık ki- önemsenmemiş ve önemli yaralar almıştır. Ancak bu konuda, dilin "anlatım" kısmı öne çıkmaktadır. İnsanlara doğru ve yanlışı güzel bir dille, akıcı bir konuşmayla anlatmak gerekir. Öfkelenmemek için dayanmak gerekir. Onlara ayak uydurmak, sıcakkanlı olmak ancak ağırbaşlılığı da bozmamak gerekir. Karşıdakini olabildiğince sessizce dinlemek ve kendini de dinlettirmek gerekir.
Gelgelelim, din ve tarih konularında karşıdakini bilgilendirecek kadar bilgili olmak yetmeyebilir. Olmadık sorularla, beklenmedik çıkışlarla karşılaşılabilinir. Bu nedenle, din ve tarih konularında yalnızca bilgili değil, yetkin olmak için uğraşılmalıdır. Ancak zaman daraldığından, öğrenilen güvenilir bilgileri -biriktirmek yerine- hemen aktarma yoluna gidilmelidir. Ayrıca, yüz yüze gelinmeden önce, anlatılacak konunun yanında, karşıdakinin sorabileceği sorular kestirilmeye çalışılmalıdır.
Örneğin "Vahdettin bir vatan hainidir" denildiğinde, bunun nedenlerinin bir bir anlatılması gerektiği gibi uydurulmuş tarihi de bilip gelebilecek sorulara yanıt vermek gerekir. Gene örneğin "dinde zorlama yoktur" denildiğinde, bunun -gerek güncel örneklerle gerekse de kutsal kitaptan âyetlerle- altı doldurulmalı ve uydurmalara yanıt verilebilmelidir.
Ulusal ekinimizin bozulan diğer ögelerini belirlemek, içine giren yabancı ögeleri temizlemek için uğraşmak, kısa sürede değişen şişirme veya yapay gündemlerle değil yabancı devletlerin güdümündeki sivil örümcek ağıyla ilgilenmek ve bu ağın bünyesindeki yerli yabancı irili ufaklı örgütlerin etkinliklerini izlemek bilinçli yurttaşların yükümlülükleri arasındadır.
Özetin özeti: Bilinçli yurttaşlar, kendilerini Türk Ulusu'na adamış birer aydın olmak için uğraşmalıdır.
"Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddî ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz."
Edebiyat Gazetesi - Güncel Meydan