Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen bezgin » Sal May 31, 2011 21:27

DOĞU PERİNÇEK’İN ÖZERKLİK PAZARLAMACILIĞI… / Serdar ANT


Önce İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek “Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir” dedi.


Ne zaman dedi? 1990’larda mı?


Hayır! 13 Eylül 2009 tarihli Aydınlık gazetesindeki yazısında…


Böylece eli kanlı katiller güruhu PKK, “Kürdümüz” oldu!


Sonra İşçi Partisi Genel Başkan vekili Mehmet Bedri Gültekin, PKK militanlarının Habur’dan giriş yapmasından hemen sonra PKK için genel af talep etti!


Ne zaman? 1990’larda mı?


Hayır! 22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı yazısında…


Ne var ki Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarının yarattığı dalgalanma arasında bu çıkışlar dikkatlerden kaçtı.


Bölücülüğe ulusal cephe içinden verilen örtülü destek son iki gündür yazılanlarla yeniden canlandı.


Doğu Perinçek, iki gün önce, 28 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde, bu sefer de “Birleşik Türkiye”den bahsedip “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”ın nasıl olabileceği konusunda ayrılıkçı Kürtçülere çağrıda bulunurken, “gönüllü birlik ve eşitlik temelinde yeniden inşa” ve Kürtlere “yerel düzlemde iktidar” vaat etti!


Liderlerine bağnazlıkla iman etmiş parti üyeleri ve sempatizanları, Perinçek’in “birleşik Türkiye” ve “bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan” çıkışını eleştirenleri, “Gladyocu” ya da “filancanın paralı adamı” türünden yalanlar söyleyerek artık kabak tadı veren bir sığlıkla susturmaya çalışırken, “şeyhimiz” Aydınlık’taki köşesinden yeniden keramet buyurdu ve Kürtlere özerklik talep ederek dilinin altındaki baklayı da en sonunda çıkardı!


Doğu Perinçek soruyor:


“Özerklik kimin programı?” (Aydınlık, 31.5.2011)

Aslında merak eden sokağa çıkar ve ilk karşısına çıkan kişiye bu soruyu sorar. O kişi, ister politikayla ilgili olsun ister olmasın alınacak yanıt bellidir:


“PKK ve yasal uzantısı BDP’nin…”


Gerçekten de bugün Türkiye’de özerklik programını destekleyenler, ayrılıkçı Kürtçüler ve onların kuyruğuna takılanlardır. Zaten PKK-BDP ve onlara kuyruk olanlar da kimseden bir şey saklamıyor, açıkça özerklik (hatta federasyon) talep ediyorlar!


Peki, bu özerkliği Türk toplumuna nasıl kabul ettireceğiz? İşte asıl sorun budur… Öyle çıkıp kabak gibi söylemekle olmaz. Hoş bir şekilde paketlemek ya da şekere bulamak ve millete öyle sunmak gerek ki kabul görsün, muhalefet edilmesin!


İşte özerklik, CHP tabanına “Avrupa Özerklik Şartı’nı çekincesiz olarak uygulayacağız” denilerek sunuluyor. Malum CHP ve ona oy verenlerin büyük bir kısmı AB hayranıdır, Batı’dan gelen her şeyi benimseye açıktır. Çıkıp “AB Özerklik Şartı’na hayır” demek dinozorluk olacağı için, CHP seçmeni özerklik programına bu şekilde bağlanır. Hesap budur!


Ne var ki bir de yurtsever, ulusalcı, Kemalist bir kesim var. Onlar öyle AB falan takmıyorlar, Cumhuriyet’e de ulusal bağımsızlık ve egemenliğe de yürekten inanmışlar. Ve özerklik projesi yürürlüğe sokulmaya çalışıldığında “pişmiş aşa su katmaları” da yüksek olasılık… Onları nasıl ikna etmeli peki?


İşte bu noktada Atatürk’ü devreye sokarsınız! Devrimci ve ulusalcı bir söylemle, Kurtuluş Savaşı yıllarından örnekler verip sapla samanı birbirine karıştırarak özerklik pazarlamacılığını ulusal saflarda yaparsınız!


“Özerklik kimin programı?” diye soran Perinçek’i okuyalım şimdi:


“Özerklik çağımızda tek başına bir program değildir; başka programlara eklemlenir. Örneğin İngilizler Cihan Savaşı’nın sonunda Kürtlere özerklik vaat ettiler. Sevr anlaşması bunu öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa da İngiliz’in özerklik vaadinin karşısına, Türkiye’nin ‘Şuralarla Özerk İdare’ programıyla çıktı. Bunun en önemli resmi belgesi TBMM Vekiller Heyetinin ‘Kürtlere Mahalli İdare’ kararıdır. 27 Haziran 1920 tarihlidir ve TBMM Gizli Celse Zabıtlarında yayınlanmıştır. Tam metni ve açıklaması, Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası başlıklı kitabımdan incelenebilir. Atatürk 1921 Anayasası’nın Şuralar yönetimini de ‘Ahalisi Kürt olan vilayetlerin kendi kendilerine muhtar olarak idare etmeleri’ diye açıklamıştır.


İngilizlerin Kürtlere özerkliği ile Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği birbirine karşıt programlardı. İngiliz emperyalizmi bölmek için özerklik vaat ediyordu; Mustafa Kemal yönetimi ise birleştirmek için! Özerklik, tarihte emperyalist programının da parçası olmuştur; emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi programının da… İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de… Nitekim sömürge yönetimlerinde de yerel özerklik uygulamaları görülüyor. Buna karşılık Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve halen Çin Halk Cumhuriyeti’nde de özerklik deneyimleri yaşanıyor.” (Aydınlık, 31.5.2011)



Şimdi sapla samanı birbirine karıştıran bu satırlardan sonra hangi “alçak”(!) çıkıp artık “özerkliğe hayır” diyebilir ki? İşte Atatürk de özerkliği savunmuş ve uygulamış! Hadi o zaman biz de özerkliği kabul edelim! Verilen mesaj da budur.


İşte ulusalcı ve Kemalist saflarda özerklik pazarlamacılığı böyle yapılıyor! Atatürkçü bir sosla, yurtsever nutuklarla, devrimci bir edayla…

Yersen tabii…


Oysa Doğu Perinçek’in “Kürt sorunu" konusundaki politikalarına tarihsel temel olarak sunduğu Mustafa Kemal'in yaklaşımı, tamamen Kurtuluş Savaşı yıllarının özgün koşulları ve güçler dengesi çerçevesinde şekillenmiştir.


Nedir o günkü koşullar?


Ülke işgal altındadır. Emperyalist güçler ve maşaları Türkiye’nin üstüne çullanmıştır! Türk adı tarihten silinmek istenmektedir. İstanbul hükümeti ve Saray açıkça işgalcilerle işbirliği halindedir. Ülkenin dört bir yanında iç ayaklanmalar çıkmıştır. Devlet adına bir otorite kalmamıştır. Ne düzenli bir ordu vardır ne polis ne de adalet teşkilatı… Ne bir ekonomik yapı vardır, ne de tarım ve ticaret hayatı... Sanayi zaten yoktur! Siyasi parti yoktur, sivil toplum örgütü yoktur, ne kadar eksik ve antidemokratik de olsa halkın yönetimde bir temsili söz konusu değildir. Yerel yönetim bile yoktur! Ortada tam anlamıyla “milli bilince” sahip bir halk da yoktur aslında… Hâlâ padişaha ve halifeye sadakat başattır. Yurttaşlıktan ziyade tebaa ve ümmet bilinci baskındır. Ülkenin doğusundaki askeri birlikleri Batı cephesine getirecek yol bile yoktur! Merkezi idarenin ve TBMM hükümetinin 1920-21 döneminde bütün Anadolu üzerinde gerçek bir iktidarı var mıdır gerçekten? İç isyanları bastırmak için bile çetecilere dayanılmıyor muydu? 1921 başına kadar gayri nizami kuvvetlerle işgalciye direnilmeye çalışılmıştır!


İşte “Şuralarla Özerk İdare” programı da 1921 Anayasasının ilgili hükümleri de bu koşulların ürünüdür. Ve ağırlıkla da SSCB’nin desteğine şiddetle ihtiyaç duyulan bir dönemde, bu desteği alıp emperyalist Batı’yı dengelemek ve iç politikada da bir Bolşevik girişimini boşa çıkarmak amacı çerçevesinde bir yere oturur. Bilindiği gibi bu dönemde Atatürk bir resmi “Komünist Fırkası” da kurmuş ve başta İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak gibi yakın silah arkadaşlarını da bu fırkaya üye kaydettirmişti! Şimdi buna dayanarak Mustafa Kemal’in aslında bir “komünist” olduğunu ve komünizmi amaçladığını iddia edebilir miyiz? Bu ne kadar mantıksız ve gerçek dışı ise, özerklik konusu da o derece mantıksızdır! Sormak gerek Kürtlere verilmesi planlanan özerklikten sonra neden vazgeçilmiştir peki?


Kısacası “O gün Mustafa Kemal özerklik konusunda bunları savundu, bu tür görüşler ileri sürdü” diyerek bugün de benzer düşüncelerle ortaya çıkmak dogmatizmin daniskasıdır. Mustafa Kemal, 1919-1922 sürecinde bilinen nedenlerden ötürü "hilafet ve saltanatın kurtarılması" gerektiğini, Milli Mücadele'nin amaçlarından birinin de bu olduğunu söylemekteydi! Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında böyle söyledi diye, bugün de hilafet ve saltanatı mı savunacağız peki?


Perinçek ve İşçi Partisi'nin kendi siyasal stratejisi koşutunda Mustafa Kemal'i kullanmasını bu millet ne yutar ne de affeder!


Ne var ki asıl acı olan, ülkemizin bugün geldiği noktadır. Bugün neyi konuşuyoruz artık? Türkiye’nin ulusal birliğini, devletin üniter yapısını mı? Diğer bir ifadeyle milletin egemenliğini mi?


Kimse yanılgıya düşmesin, tartıştığımız bunlar değildir aslında. Artık egemenlikten, bölünmez bütünlükten vazgeçtiğimiz açıktır! Özerklik konusu toplumun gündemine taşındı, siyasetin ana motiflerinden biri haline sokuldu. Özerkliğin olup olmamasını değil, NASIL OLMASI gerektiğini tartışıyoruz artık!


CHP’nin ve AKP’nin benimsedikleri yol belli… Bu süreçte İşçi Partisi ve Perinçek gibilere düşen de, “Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği” adı altında tarihsel koşulları çarpıtarak ulusalcı ve yurtsever saflarda özerklik projesi pazarlamaktır!


Doğu Perinçek, “İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de…” diyor.


Peki, bugün Perinçek ve partisinin önerdiği yöntem kabul edilirse özerklik kime verilecek?


BDP ya da AKP’yi destekleyen Kürt kodamanları “emekçi halkı temsil eden yönetimler” mi? Leyla Zanalar, Hatip Dicleler, Selahattin Demirtaşlar, Ahmet Türkler, Emine Aynalar, Sabahat Tunceller, Şerafettin Elçiler, Kemal Burkaylar mıdır “emekçi halkı temsil eden yönetimler”? Öcalan ve Kandil’deki eli kanlı katiller midir?


Perinçek’in tarihi çarpıtarak bugün için ürettiği sözde “özerklik modeli”, işte bu ayrılıkçı Kürtçülere hizmet ediyor!


Ne ilginçtir ki, Perinçek’in Aydınlık gazetesinde yazısının yayınlandığı gün, Akşam gazetesinde de, Hakkâri’den bağımsız milletvekili adayı olabilmek için BDP Genel Başkanlığı’ndan göstermelik olarak ayrılan Selahattin Demirtaş ile yapılan bir söyleşi yayınlandı. Selahattin Demirtaş şunları söylüyor:


“Şu anda bulunduğumuz noktada PKK ile BDP’nin talepleri birbirine yakınlaştı. Biz de PKK da sorunun demokratik özerklikle çözüleceği kanaatindeyiz. Anadilde eğitim, anayasal vatandaşlık, özel ekonomik yatırımlar, geçmişin araştırılması, Öcalan’ın ve bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması (Dikkat! “Af” değildir talep edilen, “serbest bırakılma”dır! S.A) gibi başlıklar ortada…” (Akşam, 31.5.2011)


Peki, İşçi Partisi’nin anayasa önerisi olarak Cumhurbaşkanı’na da sunduğu “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü” neler içeriyor?


“Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”


“Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”


“Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır."


“…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır."


“Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir."


“Genel af…”



PKK-BDP ikilisi ile İşçi Partisi’nin sözde “çözümü” arasında ne fark var peki? Biri özerkliği, dağdaki teröriste dayanıp iç savaşla tehdit ederek dayatıyor, diğeri “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında savunduğu da özerklikti” diye tarihi çarpıtarak… Yöntem farklı, ama hedef aynı!


Doğu Perinçek’in iki gün önce “birleşik Türkiye”den bahsetmesi, sözde “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”a yeşil ışık yakması, “gönüllü ve eşitlik temelinde yeniden inşa” diyerek Kürtlere “yerel düzeyde iktidar” vaadinde bulunması rastlantı ya da dil sürçmesi değildir. 1990’larda federasyonu savunan, PKK ile görüşülmesini talep eden Aydınlık grubu ve Perinçek, bugün de ulusal söylemlerle gizlenmiş bir şekilde, Kurtuluş Savaşı yıllarının gerçeklerini çarpıtarak, yine 1990’larda olduğu gibi PKK çizgisinde bir tavır benimseyip bu sefer de özerkliği savunuyor! Tabii işin ambalajı olarak “gerçekten birlik için tek yol budur” ya da “Atatürk’te 1920’lerde böyle yapmıştı” türünden bahaneler ileri sürülüyor!


Kısacası artık maskeler çıkarılmıştır. Doğu Perinçek ve İşçi Partisi de ne kadar “değiştiğini” göstermiştir!


Her türden ayrılıkçı ve bölücüye karşı, Kemalist ve yurtsever herkes tavrını net bir şekilde belirlemelidir. Özellikle yurtsever ve Kemalist aydınların tarihin bu şekilde çarpıtması karşısında suskun kalmaması yaşamsal önemdedir. Ulusal Kanal’da programa çıkmak, Aydınlık’ta kendileriyle ilgili bir haber ya da yazı yayınlanması veya röportaj yapılacak beklentisi gibi küçük hesaplarla hareket edip suskun kalanlara artık ne “aydın” denilir ne de “yurtsever”!


Özerkliğin her türüne hayır!
Atatürk’ün ve Ulusal Bağımsızlık Destanımızın ayrılıkçı projelere alet edilmesine hayır!
Milleti ve ülkeyi bölmeye çalışanlara hayır!



“ULUSAL SINIRLAR İÇİNDE VATAN BİR BÜTÜNDÜR VE BÖLÜNEMEZ!”


Serdar Ant, bellek2009, 31.05.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen bezgin » Prş Haz 02, 2011 0:50

DOĞU PERİNÇEK yazdı:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur.

Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler.

Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991)



Her seyi anlarim da, bundan hala niye kacarsiniz? Ne yazdigi acik.
"Elestiri-özelestiri-uygulama"ya ne oldu, devrimciliginize ne oldu? Bu sorular da acik. Ve bu gidisle hep acik kalacak. Ama sunun da bilinmesi gerekir: Öz-elestiri, özür konusundaki basarisizliginizla veya yetersizliginizle Türk Milleti'ne samimi bir umut vermekten uzaksiniz. Üzgünüm.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Çetin Taş » Prş Haz 02, 2011 21:20

Perinçek'in geçmişte Kürt meselesi ile ilgili yanılgılarının da, doğru tespitlerinin de olduğu ortada. Fakat bu hatalardan döndüğü ve dile getirdiği dönem tabu olan şeylerin bugün çoluk-çocuğun ağzında olduğu da gerçek.

Ama konu o kadar hassas bir konu ki dışarıdan İP'i ve Aydınlık hareketini takip edenler içerisinde haklı olarak bir güvensizlik oluşuyor.
Burada insanlar geçmişi ve bugünü bir arada değerlendirerek vicdanlarının sesini dinlemelidir.

Kendi adıma hiçbir zaman Kemalist olmaktan vaz geçmeyecek olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Türk'üm.
Türkiyelilik diye bir kavramı kabul etmem mümkün değil. Öyle bir hareketin içinde olmam da mümkün değil.
Bir insanın, bir düşüncenin geçmişteki hatalarını terk edip doğruları savunabileceğine inandım, hala da inanıyorum.
Çevremizde bu kadar çok olumsuz yöne dönen DÖNEK varken doğruları fark eden insanların da olabileceğine inanmalıyız diye düşünüyorum.

Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada kim-neyi savunuyor, kim-hangi noktada? Bunların sorgulamasını iyi yapmak lazım.

Ayrıca her seçim öncesi birisinin ortaya çıkarak 20 sene önceki bu söylemleri, yazıları ortaya dökmesi de her zaman anlamlı.
Aynı kişiler Ermeni Soykırımı iddialarına karşı Perinçek'in yaşayan en büyük Türk olan sayın Rauf Denktaş ve birçok değerli aydınla yaptıkları mücadeleyi nasıl yorumladıkları; Perinçek'in özellikle son 15 senedir sürekli birlik ve beraberlik mesajları vermesini nasıl değerlendirdikleri; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıllarca terörle mücadele etmiş birbirinden değerli komutanlarının Perinçek ve Aydınlık hareketine karşı samimi sempatileri hakkında ne düşündükleri ve aynı İP'in 22-24 Kasım 1996'da CUMHURİYET KANUNLARI VE DEVRİM YASALARI UYGULANSIN kampanyasını başlatması...o günden beri de sürekli bu tavrını sürdürmesi hakkında ne düşündüklerini merak ediyorum.

Neticede bu ülkenin birliğini savunan insanların bir arada hareket etmesi her zaman milli birlik ve bütünlük için esas olmalıdır.
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Ram » Cum Haz 03, 2011 1:35

Kimi İşçi Partililer bu duruma kızıyorlar (hakaret edenleri demiyorum); ancak Perinçek şöyle diyor:

Alıntı: "Bir kere şunu söyleyeyim yani; bir kere halkımın beni didik didik didik etmesi ve basının bu konuları araştırmasını ben memnuniyetle karşılıyorum. İyi bir şey yani, benim her şeyimin bilinmesini isterim, içim dışım... Zaten açık bir insanım, hayatımda gizli-saklı bir şey yok ve yanlışlarımı da mert bir şekilde kabûl ederim..."
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Güncel Meydan » Cum Haz 03, 2011 22:31

DOĞU PERİNÇEK VE "KIBRIS MESELESİ"

Serdar Ant

Kıbrıs sorununun, 1974’deki Barış Harekâtından önceye uzanan boyutları da olmakla beraber, 1974 tarihini esas alırsak en azından 36 yıllık bir geçmişi var. Bu çerçevede Doğu Perinçek’in Kıbrıs sorununu 1970’li yıllarda ele alışı, gerçekten unutulmayacak ve ders alınacak bir içeriktedir. Bu satırları, dogmatizm ve siyasal saplantıların bir insanı ne hale sokabileceğinin somut kanıtı olarak okuyun.

Doğu Perinçek, Kıbrıs konusunda “Kıbrıs Meselesi” isimli bir kitap da yazmış ve bu kitap, 1976 yılında Aydınlık Yayınları’nda basılmıştır. Kimi İşçi Partililer, kendileri için sanki çok övünülecek bir dönemmiş gibi, neden 1980 öncesi parti kaynaklarından alıntılar yapmadığımdan yakınıyordu. Onları kırmayalım ve Aydınlıkçıların Kıbrıs meselesine, daha müdahalenin dumanı tüterken nasıl baktığını birkaç ufak alıntı ile gösterelim o zaman...

Doğu Perinçek, Tercüman gazetesinden Rauf Tamer’in sözlerini aktararak başlıyor kitabına. Şöyle diyor:

    Tercüman gazetesinin faşist yazarı Rauf Tamer, bu duruma bakıp şöyle yazmaktaydı:

      ‘Ne büyük bir milletiz biz. Milli bir mesele oldu mu, hepimiz aramızdaki çelişmeleri bırakıp yekvücut oluyoruz. Bu meselede artık sağcı, solcu yok. Bu meselede faşistlerle komünistler el ele…’

    Tabii Rauf Tamer’in son cümlesinde geçen ‘komünistler’ sözcüğünü ‘revizyonistler’ olarak anlamak gerekiyor. Çünkü KIBRIS’IN İŞGALİ konusunda faşistlerle el ele verebilmek için mutlaka revizyonist ve sosyal şoven olmak gerekmektedir. Gerçekten de burjuvazinin faşist, reformcu ve revizyonist kesimleri, Türkiye hakim sınıflarının ortak menfaati söz konusu oldu mu, aralarındaki çelişmeleri bırakıp yekvücut oldular. İzledikleri müdahaleci ve emperyalist işbirlikçisi politikaya ‘milli politika’ adını verdiler.
    (s. 10)


Böyle diyordu Doğu Perinçek… Hani uçulur da, bu kadar mı uçulur! Bu satırların yazılmasının üzerinden 35 yıl geçti. 35 sene bir insanın yaşamında uzun bir süredir, ama bir toplumun tarihinde damla bile değildir. Oysa “devrim lideri” olarak ortaya çıkanların, topluma öncülük etmeye soyunanların en azından daha öngörülü olmaları ya da daha ayağı yere basan bir anlayış sergilemeleri gerekmez miydi? Politik hırslar ve dogmatizm insanın gözünü bu derece mi kör eder?

Ne mutlu ki, Doğu Perinçek, o zaman eleştirdiği şeyleri, 35 sene sonra bugün savunuyor artık… Doğu Perinçek, “Milli bir mesele oldu mu”, hepimizin “aramızdaki çelişmeleri bırakıp yekvücut” olmamızı, artık “emperyalist işbirlikçiliği” olarak nitelemediğine ve “Kıbrıs işgali” demediğine göre, anlaşılan Tercüman yazarı Rauf Tamer gibi şimdi o da bir “faşist” olmuş!

Doğu Perinçek’in sözleri ile soralım:

Kim “işgal etti” Kıbrıs’ı?

Türkiye ordusu…” (Dikkat! "Türk ordusu" değil! S.A)


O “Türkiye ordusu”nu şimdi Doğu Perinçek’ten dinliyoruz:

    Unutmamak gerekir ki, Kıbrıs müdahalesini yapan Türkiye ordusu, NATO’ya bağlı bir ordudur. Ordunun teçhizat, istihbarat ve ikmali ABD emperyalistlerinin kontrolü altındadır. Bu nitelikte bir iktidar ve bu karakterde bir ordu bazı konularda ABD emperyalistlerinden bağımsız hareket edebilse dâhi, eninde sonunda ABD emperyalistlerinin denetimi altına girmeye ve onun menfaatlerine hizmet etmeye mecbur kalmaktadır. Nitekim Kıbrıs meselesinde de durum böyle olmuştur.” (s. 14)


Bugün biri çıksa, Doğu Perinçek ya da İşçi Partililere bu sözleri söylese acaba ne yanıt alır? Örneğin, “Türkiye ordusu, NATO’ya bağlı bir ordudur. Ordunun teçhizat, istihbarat ve ikmali ABD emperyalistlerinin kontrolü altındadır” dese ve “ordu bazı konularda ABD emperyalistlerinden bağımsız hareket edebilse dâhi, eninde sonunda ABD emperyalistlerinin denetimi altına girmeye ve onun menfaatlerine hizmet etmeye mecbur kalmaktadır” diye eklese, ne vatan hainliği kalır bu kişinin, ne satılmışlığı, ne de orduyu yıpratmaya soyunmuş bir etki ajanı olduğu… Oysa bunları Perinçek söylediğinde “devrimci” oluyordu!

Doğu Perinçek’e göre, “Türkiye ordusu”nun günahı, “Kıbrıs’ı işgal etmek” ile sınırlı da değildi. “Türkiye ordusu” aynı zamanda “katliamların esas sorumluları”ndan da biriydi! Doğu Perinçek’i dinleyelim:

    Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi, Yunan askerilerinin de adada kalmasına sebep olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaşatılmaktadır. KATLİAMLARIN ESAS SORUMLUSU, Kıbrıs’ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte ADADAKİ YABANCI ASKERİ KUVVETLERDİR.” (s.32)


Daha ilginç olan da şu ki, Doğu Perinçek, 1988’de bile bu düşüncelerini değiştirmemişti. 2000'e Doğru dergisinin 28 Şubat- 5 Mart 1988 tarihli 10. sayısında yer alan bir haberde şu satırlar yer alıyordu:

    "Kıbrıs Barış Harekâtında kaybolan Rumlar 14 yıldır yoklar. 1619 Rum kayıp 14 yıldır… 1008'i asker, 611'i sivil... 112'si kadın… 1974'te 26'sı 16 yaşından küçük, 315'i 60 yaşından büyükmüş… Son kez esir kampında, cezaevinde görülmüşler. Kuzey Kıbrıs'ta ya da Türkiye'de…"


2000'e Doğru'nun haberi, "kahrolsun sebep olanlar…" diyerek bitiyor!

Doğu Perinçek’e göre “Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs’ın bağımsızlığı yok edilmiştir. KIBRIS TOPRAKLARININ NEREDEYSE YARIYA YAKINI TÜRKİYE’NİN İŞGALİ ALTINDADIR. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye’nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır.” (s.33)

Doğu Perinçek, bugün Talat Paşa Komitesi’nde beraber olduğu Kıbrıs Türk halkının liderlerinden Rauf Denktaş’ı o yıllarda “faşist”, “emperyalizm işbirlikçisi” gibi sıfatlarla anıyordu! Perinçek’e göre, “nasıl Türkiye’deki sömürü, emperyalistlerin ve onların bir avuç işbirlikçisinin kasasını dolduruyorsa, Kıbrıs’taki durum da farklı değildir. RAUF DENKTAŞ GİBİ EMPERYALİST İŞBİRLİKÇİSİ FAŞİSTLERİN baskısı altındaki Kıbrıs’ın Türk emekçileri üzerindeki sömürü de devam etmektedir.” (s. 66) (Kitabın bu bölümü, Doğu Perinçek’in Rauf Denktaş’ı bu tür sıfatlarla nitelediği cümleler dolup taşıyor!)

Ayrıca Doğu Perinçek’e göre Türk-İş, DİSK, TÖB-DER ve kimi Mühendis Odaları’nın Kıbrıs Harekâtına parasal yardımda bulunmaları da “sendika ağalarının gerici savaşa bağış toplaması” idi. (s.72)

Bilmem ki Doğu Perinçek, bu sıfatları kullandığı için daha sonra Denktaş’tan özür dilemiş midir? Perinçek’in 1970’lerin ikinci yarısında Denktaş’a yönelttiği “emperyalizm işbirlikçisi bir faşist”(!) nitelemesi eğer gerçeği yansıtmıyorsa, o zaman 1970’lerdeki Doğu Perinçek’i nasıl tanımlanmak gerekir acaba?

İşçi Partililer arasında bu soruya yanıt verecek bir “aslan parçası” var mı acaba?
Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Güncel Meydan » Pzt Haz 06, 2011 23:48

KOLLUK GÜCÜNÜN DE YEREL OTORİTEYE BAĞLI OLDUĞU GÜÇLENDİRİLMİŞ BİR YEREL ÖZERKLİK...

Serdar Ant

Diyarbakır Barosu Başkanı Emin Aktar, 6 Haziran 2011 tarihli TARAF gazetesinde yayınlanan söyleşide Neşe Düzel’in sorularını yanıtladı. Neşe Düzel’in “peki demokratik özerklik dendiğinde Kürtler tam olarak nasıl bir yönetim kastediyor?” şeklindeki sorusunu Emin Katar şöyle yanıtlıyor:

(Taraf, 6.6.2011)“Kürtler bunu söylerken klasik anlamda olmayan bir tür federatif yapıyı kastediyorlar. Kısacası kolluk gücünün de yerel otoriteye bağlı olduğu güçlendirilmiş bir yerel özerklik talep ediyorlar. Kendi parlamentolarını oluşturmak ve kolluk gücünden (polis-jandarma) sağlığa, okullarda eğitimin müfredatının belirlenmesinden nüfus ve tapu hizmetlerine kadar kendilerine yön vermek, kendi kurumlarının yönetiminde bulunmak istiyorlar.”


Demek ki Kürtler ne istiyorlarmış?

    “Kolluk gücünün de yerel otoriteye bağlı olduğu güçlendirilmiş bir yerel özerklik…”


Şimdi İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1995’te Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü” başlığı ile sunduğu ve bugün de hâlâ savunduğu anayasa taslağı önerisinde yer alan aşağıdaki satırları okuyalım.

Doğu Perinçek“Türkiye’nin bugün yürürlükte olan, merkezi idare ve yerel idareler denilen ikili yönetim sistemi kaldırılarak, yerel yönetimlerden merkeze kadar tek bir demokratik yönetim sistemi kurulmalıdır. Buna göre valilik, kaymakamlık gibi merkezden atanan ve şifrelerle yönetilen merkezi idare kurumları kaldırılmalıdır. Bunun yerine köylerden mahallelerden başlayarak merkeze kadar, köy ve mahalle meclisleri ve yönetimleri, ilçe meclisleri ve yönetimleri, il meclisleri ve yönetimleri; merkezde TBMM ve merkezi hükümet biçiminde, her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi kurulmalıdır.”


Bugün Kürtlerin talep ettiği söylenerek Diyarbakır Barosu Başkanı’nın ağzından formüle edilen isteklerle, İşçi Partisi’nin önerdikleri arasında ne fark var?

Bu soruyu “Doğu Perinçek Meclis’te olmalı” diyen tüm ulusalcı-yurtsever aydınlar yanıtlamalıdır öncelikle!

Doğu Perinçek, kendisinin de savunduğu Kürtlerin bu taleplerini gerçekleştirmek için mi Meclis’te olmalıdır?

6.6.2011
Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x