Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen bezgin » Çrş May 25, 2011 13:42

Kimse başını kuma sokmasın! İnsanların ve de Kemalistlerin bunları bilmeye ve ona göre tavır almaya hakkı vardır! Bu ”DAVA” en küçük bir hatayı kabul etmez, kaldıramaz! Yetmiş yıldır Atatürkçülüğü sulandıranların ve bundan sebep günümüz koşullarına gelinmesini sağlayanların ya toplumun karşısına geçip ‘biz zamanında böyle düşünüyorduk ama şimdi tüm bunları hata olarak yorumluyor ve gerçek Kemalizm’de buluşmak istiyoruz’ demeleri şarttır! Ama tüm bu söylencelere ve fotoğraflara bakanlar, o sözleri söyleyenlerle birlikte bizleri de mahkum etmekte ve haksız davalarını bir kaç fotoğrafla destekleyerek bizleri de o bataklığın içindeymiş gibi lanse etmektedirler!Biz hiç bir şekilde bu görüş ve fotoğrafların bizim üzerimize yapışmasına izin vermeyeceğiz, arınması gerekenler arınsın… Kimse bizim bu komediye seyirci kalmamızı beklemesin! Serdar’ın dediği gibi; ”BÖYLE Mİ OLUYOR CUMHURİYETİ SAVUNMAK! BU MU YURTSEVERLİK!‏”…

Gerçekleri halktan saklamak, halkı cehalet bataklığında boğmakla eş değerdir!.. Kimsenin Atatürkçüleri bir sürü gibi yönetmesine izin vermeyeceğiz, tüm kapılar yüzümüze kapansa da, Haldun Dormen gibi bir sistem adamına sayfalarını açanların ne kadar Atatürkçü olduklarını bu millete anlatacağız! Haldun Dormen video izleyin!







Cem Yağcıoğlu




BÖYLE Mİ OLUYOR CUMHURİYETİ SAVUNMAK! BU MU YURTSEVERLİK! / Serdar Ant

Resim

DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir. ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir.” (Aydınlık, 13 Eylül 2009)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili)

“Yanlış anlaşılmasın. ‘Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın’ demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beş bin, altı bin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.” (22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı bir yazısı…)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizm’in tarihe ayak bağı olan yönünü oluşturdu.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Aslında İkinci Cumhuriyetçiliğin temelleri 1930’larda atılmıştır. Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 16-19)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Kemalistlerin zorba diktatörlüğünü faşizmle karıştırmayalım” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 80)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur.

Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler.

Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991)


FERİT İLSEVER (İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı)

“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

İŞÇİ PARTİSİ’NİN 1995 YILINDA CUMHURBAŞKANI DEMİREL’E SUNDUĞU ANAYASA TASLAĞI’NDAN…

“Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”

“Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”

“Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet’in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır.”

“…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır.”

“Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir.”


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili)

Siirt’teki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını bekleyemeyiz. (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili)

“…Biz her iki milletin de ulusal değerlerine saygılıyız. Her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmeliyiz. Bunu aslında 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında yapıyorduk. Bir milletin ulusal değerlerine sahip çıkmak, diğerlerini görmezlikten gelmek veya reddetmek, düşmanlık konusu yapmak bizim tutumumuz olamaz. Her iki milletin ulusal değerlerini, ulusal şahsiyetlerini, ulusal sembollerini savunmak durumundayız.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili)

“Türklerin ulusal değerleri Bayrak, Mustafa Kemal, Marş; bütün bunlar Kürtler için ne ifade ediyor? Bir Türk gibi Türklerin ulusal değerlerini savunmalarını bekleyemeyiz Kürtlerden, beklemek de gerekmiyor, ayrıca doğru da değil. Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz, Türklerin ulusal değerlerine saygıyı da Kürtlerin içerisinde propaganda ederiz.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili)

“Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir. Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Sait’i bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)

Serdar ANT, edebiyatgazetesi, 24.05.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş May 25, 2011 22:49

SERDAR ANT'A YANIT

İnternet ortamında farklı platformlarda ikide birde çıkıp aynı teraneleri tekrar etmek belliki bir amaca yönelik faaliyetler kapsamında.

İnsanda biraz vicdan olur, ar olur. Sende bunların hiçbirini göremedim. Bu yazıyı beğenen arkadaşlara da eğer bir art niyet yoksa vicdanlı olmaya davet ediyorum. Sana daha önce de verilen yanıt aşağıdadır.

Yusuf Tunçer

26 Ağustos 2009

Sayın Serdar Ant,

İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin’in 18 Haziran 1994’te Ankara’da İşçi Partisi Genel Merkezinde yaptığı bir konuşmanın bazı bölümlerini alarak, Mustafa Kemal’in “Kürtlere katliam yaptığını” söylediğini, Şeyh Sait konusunda Kürt gericileri karşısında boynu bükük, suskun bir tavır aldığını iddia etmişsiniz.

Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli sayısında yayınlanan bu konferans, başlığından da anlaşılacağı gibi, 1990’lardan sonra Türk solu içerisinde gelişmeye başlayan “Ulusal İnkârcılık” düşüncesini gündeme getirmek ve buna karşı alınacak tutuma belirlemektir.
Teori Dergisinde yer alan bu konferansın amacı şöyle açıklanmıştır:

“Ulusal İnkârcılığa Karşı Bizim Tutumumuz Ne Olmalıdır? Ulusal İnkârcılık Nedir? Konferansın adını bu şekilde daha da netleştirebiliriz.

Yakın geçmişte birkaç olay oldu. Birincisi şu: İstanbul 1 Mayıs Mitinginde ve İzmir mitinginde meydana gelen ve basına da yansıyan birtakım sol grupların tutumlarıdır. İstiklal Marşı okunurken bazıları arkalarını döndüler, slogan attılar ve ıslıkladılar. Bu ilk defa karşılaştığımız manzara değildir. Ulusal simgelere karşı solun önemli bir kesiminin inkârcı bir yaklaşım içerisine girmesi aşina olduğumuz bir tutumdu, ama son 1Mayıs’ta, ülkemizde özellikle son birkaç yıldır yaşanan milliyetçi kabarış koşullarında ve milli temalarla gericilerin halkı artık peşleri sıra sürüklemeye başladığı bir dönemde, bu tutumun tekrarlanması, konunun üzerinde durmamızı gerektiriyor.”

Mehmet Bedri Gültekin, bu konferansta ulusal değerler ve ulusal sorunlar konusunda özetle şu görüşü dile getirmiştir:

“Tartıştığımız mesele nedir? Bayrağa saygısızlık olayı var ve sol adına yapılıyor… Mesele sosyalistleri ulusal değerlerin düşmanı olarak gören anlayışı yıkmaktır. Ulusal Değerleri biz savunuyoruz. Gerçek savunucusu biziz. En samimi savunucusu biziz, kitlelere bu mesajı vermektir. Mesele, ulusal sorunların ancak sosyalistlerin önderliği ile çözülebileceği mesajını vermektir.”

Mehmet Bedri Gültekin, yine bu konferansta henüz bugünkü gibi ABD emperyalizminin Ortadoğu’da stratejik oyuncağı durumuna gelmemiş, Kürt sorunu konusunda da şunları söylemiştir:

“Bizim aynı zamanda her iki milletin içerisinde olan milliyetçi önyargılara karşı mücadele etmek, düşmanca eğilimlere karşı mücadele etmek gibi bir görevimiz vardır.”

Görüldüğü gibi, Mehmet Bedri Gültekin, ta 1994’lerden düşmanca olmayan çözümlerin ilk ışıklarını vermiştir.

Şeyh Sait meselesine gelince “Mustafa Kemal’le kıyaslanma içerisinde alınırsa bir ulusal önder olarak kıyaslanmayacak bir şahsiyettir. Mustafa Kemal’e saldırırken diğer yandan Şeyh Sait’i yüceltmek Marksist olma iddiasındaki PKK’nın büyük bir tutarsızlığıdır.” görüşlerine yer vermiştir.

Gene aynı yazıda Atatürk açıkça savunulmuş Şeyh Sait hareketinin bir irtica hareketi olduğu da belirtilmiştir.

Sayın Ant,

Bu yanıtı yalnızca size tatmin etmek amacıyla yazmıyorum. Sizin kısa alıntılarla karalamak istediğiniz konferansın başka insanlar tarafından yanlış anlaşılması ihtimalini göz önünde tutarak yazıyorum.

Sizin yazınızı okuyan internet okuyucularını da Ağustos 1994 tarihli TEORİ dergisini okumalarını öneriyorum. Orada gerçeği göreceklerdir.

Sayın Ant,

İşçi Partililer 1960’lardan beri bu konu ile ilgili olarak düşündüler, tartıştılar ve çözüm önerilerini yazdılar. Elbette bu görüşlerini dile getirirken bazı yanlışlar da yaptılar. Örneğin Şeyh Sait’in niteliği doğru olarak konulmasına rağmen yanlış fikirlerden etkilenen Kürt kökenli insanlarımızla diyalog ve birlik kapısını açık tutabilmek için onların bu konudaki fikirlerine saygı duymak şeklindeki ifade amacı aşan ifadelerdir ve doğru değildir.

Aynı şekilde Atatürk ve Kürtler hakkındaki ifadeler de amacı aşan ifadelerdir.

Bugün Kürt sorununu artık bütün Türkiye tartışıyor. Çünkü tartışmayı isteyen ABD ve Avrupa’dır. Oysa 1990’lara kadar Türkiye’nin kendi dinamikleri ile konuyu çözüme ulaştırma şansı çok daha fazlaydı. O gün İşçi Partisi’nin çabalarına kulaklarını tıkayanlar, bugün Batı’nın işaret fişeği üzerine ortalığa çıkmış bulunuyorlar.

Sayın Ant,

Mehmet Bedri Gültekin’in söz konusu yazısı olsun, İşçi Partililerin diğer yazılarında olsun baştan sona kadar hâkim olan anlayış antiemperyalizm temelinde etnik kökeni ne olursa olsun bütün halkımızın birliğidir. Irkçı milliyetçiliğe karşı çıkılmaktadır. Birlik savunulmaktadır. Bunun nasıl olabileceği tartışılmaktadır.

Doğal olarak İşçi Partililerin konu ile ilgili yaklaşımı zaman içinde giderek olgunlaştı. Kimi yanlışlardan arındı. Dünyamızın 1990’larda yaşadığı kimi tecrübeler (Yugoslavya, Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği) ile Türkiye’nin 1990’larda iki binlerde yaşadığı sürecin de bu olgunlaşmanın yaşanmasında önemli bir katkısı oldu.

Sayın Ant,

Eleştirileriniz için teşekkür ederiz. Ama İşçi Partisi’nin ve Doğu Perinçek’in ABD AKP ve Fethullah koalisyonunun azgın saldırısının hedefi olduğu bugünlerde sizin işi gücü bırakıp İşçi Partisi’ne nasıl saldırırım diye arşivlere dalmanızın ve kimi cümleleri yazının bütününden kopararak ele almanızı iyi niyetle açıklamak mümkün değildir.

İşçi Partisi’ne ve Doğu Perinçek’e bugün ABD ve Fethullah saldırıyor. Çünkü İşçi Partisi ve Doğu Perinçek bu güçlerin Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi uyarınca etnik temelde yeniden yapılandırmak ve Fethullah’ın Ilımlı İslam diktatörlüğünü gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engeldir. Bu büyük gerçeği unutmayın.

Saygılarımla.

Halim Yurdakul
İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen İrfan Tuna » Prş May 26, 2011 9:53

Serdar Ant'tan konuyla ilgili olarak aldığımız iletiyi üyelerimizle paylaşıyoruz.
------------------------------------------------------------------------------------------------------

Güncel Meydan Yönetimi’ne…

Forumunuzda “Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlığı altında yayınlananlarla ilgili olarak bir açıklama yapmak istiyorum.

Öncelikle belirtmeliyim ki, ben Güncel Meydan forumuna üye değilim. Bu derlemeyi de bu ortamda yayınlanması amacıyla göndermedim. E-posta listemde kayıtlı olan İRFAN TUNA ve birkaç başka kişiye de İşçi Partisi Genel Başkan ve yöneticilerinin çeşitli konularda ileri sürdükleri görüşleri içeren bir derleme iletmiştim. Ayrıca Edebiyat Gazetesi de bu derlememi, Cem Yağcıoğlu’nun sunuş yazısıyla beraber yayınlamış. Cem Yağcıoğlu’nun bu konuda benden bir onay almasına gerek yok. Geçmişte Edebiyat gazetesinde yazılarım yayınlandığı için buna gerek görmüyorum. Ama Güncel Meydan sitesinin en azından bu derlemeyi yayınlayacaklarını bana bildirmelerini beklerdim. Bunu yapmadan yayınladıkları gibi, verilen yanıtlar konusunda da bana herhangi bir bildirimde bulunmamalarını kınıyorum. Yusuf Tunçer ve Halim Yurdakul isimli İşçi Partisi üyelerinin söylediklerinden tesadüfen haberim oldu. Bu açıklamayı da bu nedenle yapmak gereğini hissettim.

Yusuf Tunçer adıyla yazan kişi, “İnsanda biraz vicdan olur, ar olur. Sende bunların hiçbirini göremedim” demiş.

Yusuf Tunçer, “Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlıklı derlemenin ilk iki alıntısını yeniden okusun. Doğu Perinçek ve Mehmet Bedri Gültekin bu sözleri söylerken, PKK’lı katiller 17 yaşındaki lise öğrencisi, SERAP ESER’i İstanbul’da babasının gözleri önünde yakarak katlettiler! Oysa bu tür terör olaylarının olduğu dönemde, İşçi Partisi’nin en üst düzeydeki iki yöneticisinden biri, Genel Başkanı, bahsettiğim yazısında PKK teröristlerini, millete “Kürt halk kitleleri” olarak yutturmaya çalışıyor ve “ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir.” çağrısı yapıyorken, onun vekili olan şahıs da PKK katilleri için bir anlamda genel af talep ediyordu!

Şimdi bana “vicdan”dan ve “ar”dan bahseden Yusf Tunçer isimli kişi, önce dönüp aynaya bakmalıdır!

Daha ilginci bu tarihten sonra da PKK katliamları devam etti. Askeri lojmanlardan çıkan servis aracına saldırıldı, Taksim’de Çevik Kuvvet noktasına bombalı saldırı düzenlendi! Doğu ve Güneydoğu’daki terör olaylarını ise hiç saymıyorum!

Doğu Perinçek ve Mehmet Bedri Gültekin’in, (İşçi Partililerin PKK’ya alkış tuttukları 1990’larda olduğu gibi) 2009 yılı içinde bile PKK’ya hoşgörü gösteren, onun yaptıklarını görmezden gelerek terörle mücadeleden vazgeçilmesini ve genel af ilan edilmesini talep eden sözleri yanında, birinin “vicdan” ve “ar” gibi sözcükleri ağzına alabilmesi için utanma duygusundan yoksun olması gerekir.

Güncel Meydan sitesi İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı Halim Yurdakul’un 26 Ağustos 2009 tarihli açıklamasını da yayınlamış! Oysa bu yazıdan sadece iki hafta sonra Doğu Perinçek Aydınlık dergisinin 13 Eylül 2009 tarihli sayısında PKK teröristlerini, millete “Kürt halk kitleleri” olarak sunarak, “ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir” çağrısı yapıyordu! Yaklaşık bir ay sonra da (22 Ekim 2009’da) Mehmet Bedri Gültekin, PKK’ya genel af talep eden yazısını yazıyordu! Benim “Böyle mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak” başlıklı derlemede ilk iki sırada yer verdiğim bu alıntılar bile, Halim Yurdakul’un yaptığı açıklamanın nasıl göstermelik olduğunu kanıtlamaya yeter!

Ey vicdan ve ar sahipleri! PKK’ya genel af talep eden Gültekin, 1994’te “Atatürk Kürtlere katliam yapmış biridir, bu da doğru” demiyor muydu? Bir insan bu sözleri söyledikten sonra, çıkıp “yaşasın Türklerin ve Kürtlerin kardeşliği” diye bağırsa ne yazar! Türk ve Kürtler arasındaki kardeşlik, büyük Atatürk’ü karalayarak mı olacak!

Kaldı ki Kürtlere katliam masalını söyleyen sadece Mehmet Bedri Gültekin değil ki… İşte Doğu Perinçek de aynı teraneleri yineliyor:

“Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. KEMALİZM, BURJUVA SINIFSAL KARAKTERİ NEDENİYLE KÜRT HALKINA ULUSAL BASKI UYGULADI. BU BASKI, AYAKLANAN KÜRT KİTLELERİNE KARŞI KIRIMLARA VARDI. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizm’in tarihe ayak bağı olan yönünü oluşturdu.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)

Şimdi vicdan ve ar sahibi olarak ortada dolaşanlar yanıt versinler: Doğu Perinçek bu sözleri söylerken amacı ulusal inkârcılığa karşı tavır almak mıydı?

Ben de herkese Teori Dergisinin 1994 yılında 56. sayısında yayınlanan o makalenin tamamını okumasını öneririm. Güncel Meydan yönetimine de Mehmet Bedri Gültekin’in sözlerinin tamamını eleştirdiğim “İşçi Partisi ve Ulusal Değerler” başlıklı yazımı gönderiyorum. Madem Halim Yurdakul’un açıklamasını yayınladınız, bu açıklamanın yapılmasına neden olan yazıyı da yayınlayın ki, herkes ikisini de okuyarak kararını ona göre versin.

Saygılarımla,

Serdar ANT
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen İrfan Tuna » Prş May 26, 2011 10:59

Sayın Serdar Ant'ın yanıt hakkına saygı göstererek, göndermiş olduğu iletiyi noktasına, virgülüne dokunmadan yayımladık.

Bu konuda bizim de söyleyeceklerimiz elbette var.

Ama bundan önce; Doğu Perinçek'in, 2 Haziran 2003 tarihinde Ankara'da, "Türkiye yeniden Kemalist Devrim rayına girmenin sancılarını yaşamaktadır. Zorluklar aşılacak, aydınlıklara çıkılacaktır.Bizi AB kapısına bağlayan "Küçük Amerika" süreci tıkanmıştır. Türkiye yeniden Kemalist Devrim rotasına girecektir." mesajlarını verdiği, "Kemalist Devrim'in Düşünsel Kaynakları" konulu toplantıdaki konuşmasının videosunu ilgilerinize sunuyoruz.

Lütfen aşağıdaki linki tıklayın ve izleyin:

http://www.doguperincek.info/2003-06-02 ... devrim.htm
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Prş May 26, 2011 11:28

İŞÇİ PARTİSİ VE ULUSAL DEĞERLER...

Serdar Ant

Milli Mücadele’nin önderi, Ulusal Bağımsızlık Savaşımızın Başkomutanı ve Cumhuriyet’in kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Kürtlere katliam yapmış bir insan” mıdır?

Bu sorunun ne kadar itici ve insanı isyan ettirici olduğunun farkındayım. Ama ne yazık ki, bu iddialar bir zamanlar Türkiye’de savunulabildi! Daha acısı da şu ki, bu iddia sahipleri “Kürt ulusu” şeklinde tanımladıkları ayrılıkçı-bölücü bir kesimin, “ulusal değerler” adını verdikleri amaçlarını hoş gösterebilmek için Mustafa Kemal Atatürk’ü “katliam yapan bir insan” olarak sunabildi. Oysa emperyalizmin maşası olmuş bir avuç bölücüyü saymazsak, bu iddia sahiplerinin “Kürt ulusu” olarak tanımladıkları “Kürt” kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ne Atatürk ile ne de Cumhuriyet ile bir alıp veremedikleri vardı. Ama o günkü koşullar, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu şekilde nitelenmesini gerektiriyordu ve öyle davranıldı!

Bugün tam tersi görüşlerin bayraktarlığını yapan bu kesimin, o günlerde neleri savunduğunu aydınlatabilmek için şimdi biraz gerilere gidelim. Şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan Mehmet Bedri Gültekin, 18 Haziran 1994 tarihinde, Ankara’da, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde bir konferans verdi. Bu konferansta yapılmış konuşmanın metni, İşçi Partisi’nin yayın organı Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli 56. sayısında “Ulusal İnkârcılık Üzerine” başlığıyla yayınlandı. Dergide yayınlanan metinde önce Mehmet Bedri Gültekin’in konferansta yaptığı konuşma yer almakta, daha sonra da konferansı izleyen kimi partililerin görüşleri ve yapılan tartışmalar aktarılmaktadır. Mehmet Bedri Gültekin’in konuşması, Türk ve Kürt halklarını birleştirmek için onların ulusal değerlerine ne şekilde saygı gösterileceği üzerinedir. (“Türk ve Kürt halkları” ifadesi Gültekin’e aittir.) Bu çerçevede İşçi Partisi’nin ne Türk milliyetçisi ne de Kürt milliyetçisi olmaması gerektiği vurgulanmakta, partinin kendi ideolojisinin olduğu belirtilip, ama uzun vadede bu ideolojiyi egemen kılmak amacıyla her halkın ulusal değerlerine saygı gösterilmesi gerektiği söylenmektedir. Kimlerin ya da nelerin Kürt halkının “ulusal değeri” olarak görüldüğüne aşağıda değineceğiz. Ama hangi etnik kökenden olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes için, kısacası Türk milleti için Mustafa Kemal Atatürk’ün bir ulusal değer, vazgeçilemeyecek bir ulusal sembol olduğu, daima bir yol gösterici olarak kalacağı inkâr edilemez. O zaman, İşçi Partisi’nin o yıllarda Atatürk’ü nasıl değerlendirdiğini şimdi Mehmet Bedri Gültekin’in ağzından dinleyelim:

    “Bu memlekette iki millet yaşıyor. Başka küçük azınlık milliyetler de var, fakat esas olarak Türklerin ve Kürtlerin varlığı konuyu önemli kılıyor. Türk ulusal değerlerinin Kürtler açısından pek bir önem taşımadığı, hatta olumsuz anlamda önem taşıdığı gerçektir. Aynı şekilde Kürt ulusal değerlerinin de Türkler açısından çok fazla değer taşımaması bu tartışmayı gündeme getirmiştir. Gerçekten de Mustafa Kemal’in sokaktaki Türk insanı açısından ifade ettiği anlam, sokaktaki Kürt açısından aynı anlamı taşımaz. Hatta tam tersini taşır. Diyelim ki, Ankara sokaklarında, Çankırı sokaklarında dolaşan insan için kimdir Mustafa Kemal? Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önderidir, bağımsız Türk ulusal devletinin kurucusudur. Feodal sultanlığı devirmiştir, laik bir toplumun kuruluşuna önderlik etmiştir vb… Ama Siirt’teki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını bekleyemeyiz.
Buram buram ayrılıkçılık kokan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını sokaktaki “Türkler” ve “Kürtler” diye iki ayrı kategoride değerlendiren yazar, en sonunda baklayı ağzından çıkarıyor:

Mustafa Kemal Atatürk, Siirt’teki bir Kürt açısından “Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insan”dır.

Doğru mudur peki bu?

Yazarımız yanıtlıyor:

“Bu da doğrudur!”

Dahası, “Mustafa Kemal’in Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını” bekleyemezmişiz!

Mehmet Bedri Gültekin, “Siirt’teki Kürtler” diyerek, o bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız adına pervasız bir şekilde konuşmaktadır! Yabancı güçlerin maşası olmuş bir avuç işbirlikçinin imalatı olan “Mustafa Kemal Kürtlere katliam yapmış bir insandır” yalanı, “Bu da doğru” diyerek benimsenmekle kalınmıyor, bu yalanın Kürt kökenli vatandaşlarımız tarafından da kabul edildiği iddia ediliyor!

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin’e göre, Mustafa Kemal Atatürk’ü “Kürtlere katliam yapmış bir insan” olarak görmek “Kürtlerin ulusal değeri”; bu yalanı, “bu da doğru…” diyerek kabul etmek ise ulusal değerlere saygıdır!

Bu çerçevede bir parantez açıp belirtmeliyiz ki, bu yaklaşım sadece İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Bedri Gültekin tarafından savunulmamaktadır. Örneğin İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de “Kemalist Devrim-1, Teorik Çerçeve” isimli kitabında benzer görüşleri dile getirmektedir:

“Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı.” (s.9)

Peki, İşçi Partisi’nin tavrı ne olmalıdır bu “ulusal değerler” konusunda? Mehmet Bedri Gültekin’i dinliyoruz:

“…Biz her iki milletin de ulusal değerlerine saygılıyız. Her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmeliyiz. Bunu aslında 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında yapıyorduk. Bir milletin ulusal değerlerine sahip çıkmak, diğerlerini görmezlikten gelmek veya reddetmek, düşmanlık konusu yapmak bizim tutumumuz olamaz. Her iki milletin ulusal değerlerini, ulusal şahsiyetlerini, ulusal sembollerini savunmak durumundayız.”

Görüldüğü gibi işin püf noktası, koşulların elverişli olmasıdır! Bugün İşçi Partisi olarak örgütlü olan siyasal hareket, “89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında” her iki milletin de ulusal marşını söylemiştir!

Nedir o elverişli olan koşullar?

PKK terörünün kol gezdiği, kimi bölgelerde gece sokağa çıkılamadığı bir dönem…

İşçi Partisi, koşullar elverişli olduğu için başka hangi “ulusal değerlere” saygı göstermiştir, bilmiyorum. Belki Doğu Perinçek’in PKK lideri Öcalan’ı Bekaa’da ziyaret ettiğinde kameralara gülümseyerek çiçek vermesi, PKK teröristlerini tören kıtası denetler gibi denetlemesi ve selamlaması da hep “Kürt ulusunun ulusal değerlerine saygı” çerçevesinde ele alınmalıdır! O zaman belki Türk bayrağının yanına, Kürt bayrağını koymakta bir sakınca da görmezsiniz! Ne de olsa amaç, “ulusal değerlere saygı”! Öcalan da ulusal değer olur, “kırmızı-yeşil-sarı” renkli paçavralar da…

Ne var ki, İşçi Partisi’nin geçmişteki bu davranışlarının bugün açısından bir önemi var. Bugün koşullar, 89-90-91 döneminden farklı artık! Onun için parti mitinglerinde sadece İstiklal Marşı söyleniyor ve belki başka hiçbir partide olmadığı kadar Türk bayrağı görüyoruz İşçi Partisi’nin eylemlerinde ve mitinglerinde…

İnandırıcı mı peki? İkna edici mi?

Geçmişteki o koşulları dikkate almazsanız, gayet inandırıcı ve ikna edici!

Peki, koşullar yeniden değişirse, İşçi Partisi o zaman nasıl bir tutum alacaktır? Yine parti mitinglerinde Kürt marşı (artık bu neyse!) mı söylenecek? Ay-yıldızlı Türk bayrağının yanında “Kürt bayrağı” denilen PKK flaması da mı taşınacaktır? Kürtlerin ulusal değerlerine saygı adına Öcalan’a selam mı gönderilecek, bugün DTP’nin “Sayın Öcalan” dediği gibi?

Bayrak konusunu ele alalım... İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Bedri Gültekin, bu konuda şunları söylüyor o konferansta:

“Türklerin ulusal değerleri Bayrak, Mustafa Kemal, Marş; bütün bunlar Kürtler için ne ifade ediyor? … Bir Türk gibi Türklerin ulusal değerlerini savunmalarını bekleyemeyiz Kürtlerden, beklemek de gerekmiyor, ayrıca doğru da değil.
…Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz
, Türklerin ulusal değerlerine saygıyı da Kürtlerin içerisinde propaganda ederiz.”


Diğer bir ifadeyle Kürtler, Türklerin ulusal değerlerini, yani bayrağı, milli marşı, Mustafa Kemal’i savunsa bile, Kürt kökenli vatandaşlarımızdan bu tür bir davranış beklememek gerektiğini düşünen Gültekin, “ayrıca bu doğru da değil” diyor!

Neden doğru değil?

Çünkü o zaman “Kürt-Türk” ayrımının ne kadar yapay olduğu ortaya çıkmış olacak!

“Kürtler ve Türkler içinde ulusal değerleri propaganda” ettiğini söyleyenler bunu hangi amaçla yapıyorlar? Örneğin bugün ay-yıldızlı bayrağımız İşçi Partisi mitinglerinde neden dalgalandırılıyor? Bunun yanıtını da yine aynı toplantıda görüşlerini bildiren parti üyesi –belli bir dönem “parti yöneticisi” de oldu sanırım- Ali Kalan açıklıyor:

Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. Ama pilavı pişirmek için suyu, yağı, bulguru bir araya getirmek lazım. ‘Pilav yapacağım, pilav yapacağım’ diye bağırarak bu malzemeleri bir araya getiremezsin. Onun için sen sınıf bayrağını istediğin kadar salla dur. Kürt Kürt’ün bayrağının peşine takılmış, Türk’ün emekçileri de Türk’ün bayrağının peşine takılmış gidiyorlarsa sen ancak uzaktan gazel okuyan bir konuma gelirsin. Hedef sınıf bayrağı altında bu halkı toparlamaktır. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz.

Artık bu kadar açık sözlülük üstüne daha ne söylenebilir ki?

Ama İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı’nın ağzından dile gelen partinin bu görüşleri sadece bayrak, milli marş ve Atatürk ile ilgili değerlendirmeleri kapsamıyor. Mustafa Kemal Türklerin “ulusal değeri” ise, Kürtlerin “ulusal değeri” kimdir peki? Mesele Şeyh Sait olabilir mi? Konferansın katılımcılarından biri soruyor:

“Şeyh Sait’e nasıl bakacağız?”

Yanıtı, “Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda” eden Mehmet Bedri Gültekin veriyor:

Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir. Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Sait’i bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.”

“Mustafa Kemal, Kürtlere katliam yapmış bir insandır” yalanını, “Bu da doğru” diyerek onaylamak Türklerin ulusal değerlerine saldırı olmuyor, ama “tarihi kişilik” olarak tanımlanan Şeyh Sait konusunda Kürt gericileri karşısında boynu bükük, suskun bir tavır almak, Kürtlerin ulusal değerlerine saygı oluyor!

Kimin kucağına oturursa onun sakalını okşayan bu tavır, ulusal değerlere saygı değil, açık bir fırsatçılıktır! Bu tür bir tavır İşçi Partisi’ni kimseyle birleştirmez, birleştirmemiştir de…

Örneğin Mustafa Kemal, 1994’de de aynı tarihsel şahsiyetti, bugün de öyledir. O zaman İşçi Partisi’nin Atatürk hakkındaki değerlendirmesi ve Kemalizm’e bakışı değişmişse, acaba bu koşullardaki değişmenin bir sonucu mudur, yoksa Atatürk ve Kemalizm hakkında 1994’te bilinmeyen kimi şeylerin artık bugün biliniyor olmasından mı kaynaklanmıştır? Ve daha önemlisi yarın koşullar yeniden değişirse, o zaman şimdiki değerlendirmeler de gözden mi geçirilecektir?

Bütün bunların bugün açısından anlamı ise şudur: İşçi Partisi’nin samimiyeti konusunda derin bir kuşku vardır. “Federasyon” konusunda sözde “özeleştiri” yapan İşçi Partisi, geçmişte dile getirdiği ve savunduğu bütün bu görüşleri konusunda da bir özeleştiri yapmış mıdır?

Yoksa koşulların uygun olmasını mı bekliyor hâlâ?

22.8.2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Prş May 26, 2011 11:34

İŞÇİ PARTİSİ VE KEMALİZM…

Serdar Ant

İşçi Partililerle, bu partinin geçmişteki hatalı politikaları konusunda konuşulduğunda iki tür tepki ile karşılaşılıyor. Parti adına söz söyleyen bir kesim, söylenenleri çarpıtarak hakaret, yalan ve iftiralarla karşısındakini susturmaya; eğer ellerinde imkân varsa, sizin söz hakkınızı kısıtlayıp tek yanlı olarak gerçekleri gözlerden saklamaya çalışıyor. Bu tavır, aslında bir kabulün işaretidir, belgeleriyle ortaya konan gerçeklerin itirafının kaba bir şeklidir.

Diğer bir kesim ise “o gün koşullar öyle gerektiriyordu, o günün şartları ile bugünküler çok farklıdır” türünden bir savunma içinde oluyor. Örneğin İşçi Partisi’nin, geçmişte Kürt sorununun PKK ile görüşülerek, federasyon (ve daha sonraki aşamalarda da bağımsızlık) yoluyla çözülmesini savunduğunu inkâr edemiyorlar. Ama yukarıda da değindiğimiz gibi bir “koşullar edebiyatı” ile bu hatalı tavırlarına kulp bulmaya çalışıyorlar.

Ne var ki, bir bütün olarak İşçi Partisi’nin çok övündüğü ve sürekli yinelediği bir başka konu daha var. Buna göre parti sadece bugün değil, geçmişte de Kemalizm’i savunmuştur, İşçi Partisi (ya da Aydınlık hareketi) geçmişte Kemalizm’e karşı bir tavır içinde olmamıştır!

Gerçekten böyle midir? Aydınlık hareketinin geçmişte Kemalizm’e ve Atatürk dönemine bakışı olumlu ve destekleyici bir içeriğe mi sahip olmuştur? Kısacası, şimdi Kemalizm’i dillerinden düşürmeyen Aydınlıkçılar, yakın geçmişte Kemalizm’i ve Atatürk dönemini nasıl değerlendiriyorlardı acaba?

Bu sorulara yanıt vermeden önce bir noktayı vurgulamak istiyorum. Aydınlıkçılar, biraz aşağıda parti liderinin yazılarından örneklerle ortaya koyacağımız geçmişteki Kemalizm değerlendirmeleri konusunda, “koşullar edebiyatı” yapamazlar. Diğer bir ifadeyle “o gün Kemalizm konusunda böyle düşünüyorduk, çünkü koşullar böyle gerektiriyordu” diyemezler. Çünkü Kemalizm ve Atatürk dönemi, 1980’lerin ya da 1990’ların bir olgusu değildir, tarihimizdir. Partinin dönemsel politik tavrını meşru kılmak ve halka benimsetmek için her niyete yenen bir muz değildir Kemalizm ve Atatürk!

Şimdi gelelim, Aydınlıkçıların, Kemalizm ve Atatürk dönemi değerlendirmesine… Bu konuda başvurulacak en geçerli kaynak, Doğu Perinçek’in şu anda 4 kitap halinde yayınlanmış olan “Kemalist Devrim” serisidir. Bu serinin birinci kitabını oluşturan “Kemalist Devrim-1, Teorik Çerçeve” isimli çalışma aslında “1975 yılında TKP-ML TİKKO örgütünün inkârcı tezlerini eleştiri temelinde yazılmıştır.” Doğu Perinçek’in kitabı tanıtırken yaptığı tanım budur. Gerçekten de kitap okunduğunda, önce TİKKO ve İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm ve Atatürk dönemi hakkındaki görüşlerinin aktarıldığını, sonra da bunları eleştiri temelinde Doğu Perinçek’in ve lideri olduğu hareketin bakış açısını yansıtan değerlendirmelerinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla kitap bu şekliyle, 1970’li yılların ideolojik ve siyasal atmosferinin şekillendirdiği bir bakış açısıyla akıp gidiyor. Ne var ki, kitabın 1992’de Kaynak Yayınları tarafından yapılan 3. Baskısını Doğu Perinçek bir “Önsöz” ile sunuyor okuyucuya. O önsözde de hem kitabın hikâyesi özetleniyor, hem de Perinçek’in Kemalizm anlayışı!

Bu önsöz, Kemalizm’in Türkiye’nin geleceğinde bir rol oynama şansına sahip olup olmadığını tespit etmekle başlıyor. Şöyle diyor Perinçek:

“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir. (s.9)

Kemalizm’in “1920’lerde emperyalizm ve Ortaçağ kurumlarıyla belli bir hesaplaşma içine” girdiğini ve “bu yönüyle tarihi ilerleten bir rol oynadı”ğını vurgulayan Doğu Perinçek daha sonra şöyle devam ediyor:

“Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizm’in tarihe ayak bağı olan yönünü oluşturdu.” (s.9)

Görüldüğü gibi İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, CIA ajanı Graham Fuller ile Kemalizm’in Türkiye’nin geleceği üzerinde bir rol oynama şansının olmadığı konusunda buluşuyor! Fuller ve onun türünden emperyalist ideologlar, geçmişte de aynı şeyleri savunuyorlardı, şimdi de aynı şeyleri savunuyorlar! Peki, birkaç yıl önce böyle konuşan Doğu Perinçek, bugün Kemalizm’i gerçekten benimsiyor ve savunuyor mu? Yoksa bugün içinde bulunduğumuz koşullar mı böyle davranmasını gerektiriyor?

Dahası Perinçek ile Fuller türünden emperyalist ideologların bakışı, sadece Kemalizm’in Türkiye’nin geleceği üzerindeki rolü konusunda uyuşmuyor. Perinçek, Kemalizm’i bir “diktatörlük” olarak niteleyerek “Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı.” görüşünü ileri sürüyor. Bugün de emperyalist ideologlar ve onların yerli işbirlikçileri, sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile Kurtuluş Savaşı'nı kirletilmeye çalışmıyorlar mı? Örneğin DTP Genel Başkanı Ahmet Türk de Kürtlere soykırım uygulandığından bahsetmiyor mu? Türlü çeşit numaracı cumhuriyetçinin, mandacı liboşun Kemalizm’e ve Atatürk’e yönelttikleri en hafif hakaret “diktatörlük” değil mi? Ama bu benzerliğe de şaşmamak gerekir, çünkü Doğu Perinçek’e göre “aslında İkinci Cumhuriyetçiliğin temelleri 1930’larda atılmıştır” (s.16) “Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” (s.19) diyor Doğu Perinçek!

Ama bugün bakıyoruz ki Doğu Perinçek ve lideri olduğu siyasal hareket herkesten fazla “Kemalist”! Doğu Perinçek’in geçmişteki görüşlerini ortaya koyanların ne hainliği kalıyor, ne ajanlığı, ne de “Fettullahçılığı”… Gerçekleri söyleyenleri susturmak için hakaretin bini bir para!

Dahası “yavuz hırsız” misali sadece bugün değil, Aydınlık hareketinin geçmişte de Kemalizm’i savunduğu iddia ediliyor. Oysa Doğu Perinçek, Kemalizm’e “diktatörlük” sıfatını sadece 1992’de yakıştırmıyordu, 1970’lerde de bu görüşteydi. 1975 yılında kitabın ilk baskısı yapıldığında TİKKO’culara şöyle sesleniyordu Doğu Perinçek:

“Kemalistlerin zorba diktatörlüğünü faşizmle karıştırmayalım” (s.80)

Ve sadece bugün değil, geçmişte de Kemalizm’i savunduğu söylenen Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıların, Kemalizm hakkındaki gerçek görüşlerini şu satırlar tüm açıklığı ile ortaya koyuyor:

“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz, işçi sınıfının devrimci ideolojisini savunuyoruz. Ama biz, Kemalistlerin önderlik ettikleri Milli Kurtuluş Savaşımızı halkımızın devrimci tarihinin bir parçası olarak görüyor ve bu devrimci mirası savunuyoruz” (s. 87)

Hepimiz biliyoruz ki, Kemalizm’in özü tam bağımsızlıktır, ulusal egemenliktir, halkçılıktır, laikliktir ve bütün bu ilkeler Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde şekillenmiş ve Kemalizm’in temelini oluşturmuştur. Bugün Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nı savunmayan mı var? Aydınlıkçıların, Kemalizm’e karşıtlıklarını yumuşatmak için, “biz Kemalizm’i değil, Kurtuluş Savaşı’nı savunuyoruz” diyerek sığındığı bahane bu nedenle inandırıcı değildir.

Sonuçta, İşçi Partisi’nin, Kemalizm ve Atatürk dönemi konusundaki bugünkü düşünceleri ve tavrı samimi ve kalıcı mıdır, yoksa bugünkü koşulların ürünü müdür? İşçi Partisi, rüzgâr nereden eserse, yönünü oraya dönen bir siyasal akım mıdır? Bu soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için sadece bugün söylenen ve yapılanlara değil, geçmişte neler savunulduğuna da bakmak zorunludur. Çünkü “geçmiş geleceğe ışık tutmuyorsa, akıl karanlıklar içinde yürür."

29.10.2008
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen avrasya » Cum May 27, 2011 1:21

Cumhuriyet Güçbirliği'nin başarısını görüyorlar ve bundan çok rahatsızlar.
Cumhuriyet Güçbirliğinin Mecliste olmasından kimler rahatsız olur ?
Başta ABD_AB Fetullah, BOP eşbaşkanlığı , pkk ve CHP ye yerleştirilen "Yeniler" yani truva atları ..
Yani emperyalistler ve emperyalizmin güttükleri .
Seçimden sonra Anayasa değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti federasyonla şekillendirilmek istenmektedir.
ABD Emperyalizmi için AKP ve CHP (2 partili ) ve BDP li gruptan oluşacak bir Meclis olmazsa olmazdır.
Nitekim MHP ye yapılan operasyonlar, MHP yi baraj altına çekme, hatta Bahçeliyi istifaya zorlama vb. hepsi aynı emperyalist merkezin operasyonunun bir parçasıdır.

Operasyon ve saldırı, Cumhuriyet Güçbirliğine de yönelmiştir.
İşçi Partisi düşmanlığının artık "F" tipi kanaldan direk yapmak etkili olmuyor, sonuç vermiyor.
Cumhuriyet Güçbirliği düşmanlığını da yine "F" tipi kanaldan yaparak etkili olamazsınız.
Bu durumda yapılacak olan , Sahte ulusalcıları devreye sokmaktır !
Işıklar içinde yatsın Attila İlhan'ın dediği gibi emperyalizmin üretip kullandığı bu sahteler bir kenarda bulundurulur ve zamanı gelince düğmesine basılıp devreye sokulur.
Ve operasyon yani saldırı başlatılır.
Operasyonu yapan emperyalist merkez, ırkçılıklarına "ulusal "maskesi taktığı piyonlarını öne sürmektedir.
Nitekim, hiçbir kitlesel varlığı ve halk bağı olmayan, kurumsal bir gücü de bulunmayan , adı "Ulusal" söylemleri ırkçı olan bir partinin işlevi ve oynadığı rol de açıkça sırıtmaktadır.
Ancak Milletimizin sağduyusu bu piyonlara prim vermemekte, söylemleri kabul görmemektedir.
Milletimiz Cumhuriyet Güçbirliğini yani Yurtseverleri bağrına basmaktadır.

Bunların görevi, ayrılığı körükleyerek , emperyalizmin parçalama ve bölme işlemine diğer koldan hizmet etmektir. Kürt ırkçıları bir yandan, onlar diğer yandan sonuçta her ikisinin de görevi bölmeye hizmet olup, düğmesi aynı merkezin elindedir.

[mod="Yönetici"]Süre doldu.

duyuru-kanitsiz-kaynaksiz-one-surulen-nitelemeler-tanimlamalar-hakkinda-t28455.html#p146321[/mod]
Kullanıcı küçük betizi
avrasya
Üye
Üye
 
İletiler: 279
Kayıt: Prş Oca 15, 2009 23:08

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen sarıçizmelimehmetağa » Cum May 27, 2011 4:24

DOĞU PERİNÇEK: ADAY, AMA HÜCRE’DE!

Resim

Balbay ve diğer gazeteci arkadaşlarımızı yazıyoruz... Medyadan bazı arkadaşlar da sadece Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı gündeme getiriyorlar; medyadan bazılarına göre ise, Ergenekon davasında her şey doğru, ama nasıl olduysa “yanlışlıkla” ve “kaza” ile bu iki arkadaşımız davaya bulaştırılarak “hata yapıldı” ve dava “yolundan saptı”! Onlar serbest bırakılırsa herşey yoluna girecek yeniden!

Tabii, Odatv çalışanları da hiç akla getirilmiyor.. Onlar da gazeteci! Ama, Ergenekon davasını eleştirerek ve iktidara sürekli karşı çıkarak, çifte standartçıların gözünde çoktan hakketmişlerdi içeri atılmayı!

Ama bir gazeteci meslektaşımız daha var içeride: Doğu Perinçek!

Perinçek’i herkes İşçi Partisi Başkanı olarak bilir, 40 yıldır sarı basın kartı sahibidir aynı zamanda!

Gazeteci olsa da, siyasi parti lideri ve üstelik sosyalist olması nedeniyle, medyacılar onu da silerler! “Tehlikeli”, “sakıncalı” bulunur! Hukuku, insan hak ve özgürlüklerini, öz ve eşit olarak savunmaktan yan çizerler..

***
Doğu Perinçek, hapishanelerin gedikli, çileli insanıdır. Geçmişte özellikle örgütlü sosyalistlerin başına gelen herşeyi yaşamıştır ve yaşamaktadır Perinçek.

Arkadaşlarının tuttukları notlara, yaptıkları hesaplara bakıyorum: Hayatının 11 yılını ve son 10 seçimin 8’ini hapiste geçirmiş. 3 nesille ve askeri ve sivil darbeci dönemde hep hapis yattı, 12 Mart, 12 Eylül ve “12 AKP” dönemi!

Silivri’nin, ve Silivri’nin sahibinin 3 yılı aşkın tutuklusudur Perinçek! Dünyanın demokratik hiç bir ülkesinde, uyduruk bahanelerle insan böylesine büyük bir kin ve nefretle içeri atılmaz ve üstelik bu kadar uzun süre asla tutulmaz!..

Ama burası Türkiye’dir!

Hukuk, siyasetin emrindedir!

“İktidar bana, eşeği aday gösterdik oyunu ona vereceksin dese, eşeğe veririm” diyen hakimlerin varolduğu ve üstelik bu tutumu “şereflendirilerek” yukarılara tırmandırılmış gugukçuların yaşadığı ülkedeyiz!

Başbakana parasız eğitim pankartı açarak gösteri yapan öğrencilerin 14 aydır hapiste yatırıldıkları, savcı tahliye istemesine rağmen yargıçların tahliye reddi kararı verdikleri bir ülkedir Türkiye!

Perinçek, hukuk doktorudur. 40’dan fazla değerli kitabı vardır. Buna bile saygı sıfırdır! Üstelik ne kadar çok kitabın var o kadar tehlikeli olabilirsin, anlayışı çok yaygındır buralarda!..

***
Doğu Perinçek, üstelik İzmir’den bağımsız adaydır!

Ama, sen misin adaylığını koyan! Hâlâ içeride bile politika yapan! Üstelik Aydınlık gazetesini günlük yayınlamaya başlayan!

2 ay kadar önce hücreye kondu Perinçek! Yaşadığı mekân, tuvaleti dahil 3.5 metrekareliktir.

Hücre yetmemiş; 4 hafta duruşmalara katılmama cezası verilmiş kendisine!

Bu da yetmemiş!

Eşi Şule ile haftada bir yaptığı yasal telefon görüşmelerine de yasak konmuş 4 kez!

Bu da yeterli görülmemiş ve Şule ile 4 hafta görüş yasağı almış!

Doğu Perinçek, İzmir 2. Bölgeden bağımsız aday.

Ama hücrede tutuluyor!

Bu ancak bir vicdansızlık uygulaması olabilir, milletvekili adayı olması bile utandırmıyor kimseleri!

Perinçek, milletvekili olarak Meclis’e girmeyi en fazla hak eden insanlarımızdan biridir.. Dahası, onların ilk başlarında gelir!

Hem emekçinin sesi olur, hem de Türkiye’nin!

Ve Türkiye’nin ne kadar iyi ve güzel kazanımı varsa, hepsinin! Kurtuluş Savaşı’nın ve Atatürk’ün!

“Ermeni soykırımı yoktur” diyenleri cezalandıran İsviçre’ye kafa tutmuştur! Bu iktidara karşı da tutarlı bir mücadele sürdürmüştür.

Arkadaşları, milletvekili adaylığının kendisini hapishaneden kurtulmak amacını taşımadığını vurguluyorlar.. Onu “cesur yürek” olarak nitelendiriyorlar! İki yıldır tahliye talebinde bile bulunmuyor Perinçek!

Silivri, günümüzün Bastille’idir, Diyarbakır’ıdır!

Oradan seslerin Meclis’i çok farklı kılacağını düşünüyorum!




ORHAN BURSALI, 26 Mayıs 2011
Kullanıcı küçük betizi
sarıçizmelimehmetağa
Üye
Üye
 
İletiler: 18
Kayıt: Pzr Nis 03, 2011 21:55

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Cum May 27, 2011 8:53

Orhan BURSALI'nın Doğu PERİNÇEK Aşkı

Serdar Ant

TÜPRAŞ, Türk sanayiinin amiral gemisidir. Kâr eden, vergi rekortmeni olan, istihdam yaratan, devletin sırtında kambur olmayan bir KİT idi TÜPRAŞ... Aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana ikmal kaynağı olan TÜPRAŞ, Ortadoğu ve Balkanların önde gelen rafinelerinden biridir.

TÜPRAŞ, 2005 yılında 4,5 milyar dolar civarında komik bir fiyatla özelleştirildi. Aslında söz konusu olan peşkeş çekmedir! Çünkü bu fiyatın karşılığında İzmit Tesisleri yanında Aliağa ve Batman tesisleri de elden çıkarılmış oluyordu. Artık Türk Silahlı Kuvvetleri’nin barışta ve savaşta ikmalini yapacak kuruluşun ortaklarından biri de bir yabancı tekeldi. Zira TÜPRAŞ’ı satın alanlar, KOÇ-SHELL ortaklığı idi ve bu ortaklıkta emperyalist tekel SHELL de yüzde 10 hisseye sahiptir!

Peki, Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, bu satışı nasıl yorumladı?

15 Eylül 2005 tarihli yazısında aynen şunları söyledi Bursalı:

“TÜPRAŞ, KOÇ’A HAYIRLI OLSUN. CESARETİ VE KARARLILIĞI İÇİN KUTLARIM. STRATEJİK DAVRANDIĞI İÇİN DE… ”

Emperyalist tekel SHELL ile ortaklık kurup kamu malı TÜPRAŞ’ın üzerine oturan KOÇ Holding’i kutlayan Orhan Bursalı, şimdi de Doğu Perinçek’in adaylığın destekliyor?

Neden?

Orhan Bursalı, son üç yıldır Silivri’de olan Perinçek hakkında tek bir yazı yazmış mı acaba?

“Yaşasın Orhan Bursalı da Perinçek’i destekliyor” diye sevinenler, biraz soğukkanlı düşünüp önce neden diye sorsunlar kendilerine…

Bertan Onaran, İzzettin Önder, Emin Gürses, Korkut Boratav gibi yurtsever aydınları bir bir gazeteden uzaklaştırırken, Mine Kırıkkanat gibi AB mandacılarına, Kürşat Başar gibi İkinci Cumhuriyetçi liboşlara kucak açan yeni Cumhuriyet gazetesinin, bu değişimi destekleyen kalemleri bugün neden Doğu Perinçek hayranı kesildiler birden?

Çok liberal olduklarından mı, yoksa (çok uzak bir ihtimal ama) Perinçek Meclis’e girerse bir kenar süsü rolünü gayet iyi oynayacağı için mi? Perinçek ya da 31 tane Cumhuriyet Güçbirliği adayı, milletvekili olduklarında figüran gibi davranmak istemeseler bile, sahip oldukları sayısal güç daha fazlasın yapmaya imkân vermeyecek ve ancak göstermelik bir muhalefet yapabilecekler, o kadar…

Gerçekten de, Cumhuriyet Güçbirliği adaylarından kimileri, eğer 12 Haziran seçimlerinde başarılı olup (çok uzak bir olasılık olmasına rağmen) Meclis’e girerse, sahip oldukları güçle ne bir milli hükümetin kurulması mümkün olacaktır ne de AKP’nin iktidardan indirilmesi… Bu durumda da o 31 milletvekili, belki Meclis oturumlarında 5-10 dakika konuşma imkânı elde edecektir. Ama hepsinden önemlisi, varlıklarıyla AKP-Yeni CHP egemenliğinde şekillenecek bir Meclis’e meşruiyet kazandırmış olacaklardır. Yeni dönemde, Yeni CHP’nin de desteğiyle yapılacak yeni bir anayasa ile Cumhuriyet’in temel nitelikleri ortadan kaldırılır, “Türk milleti” ifadesi bile anayasadan silinirken, bu girişimlere karşı yapılan muhalefet muhtemelen şöyle yanıtlanacaktır:

    “Bu değişiklikleri yapan, milletin yasal seçimlerde seçilmiş temsilcilerinden meydana gelen TBMM’dir. Milletin iradesi tecelli etmiştir. İşte en muhalif kesimler bile Meclis çatısı altındadır, istediklerini söylemekte, özgürce muhalefet yapmaktadırlar. Ama demokrasilerde en nihayetinde çoğunluğun tercihi yönünde karar verilir. Meclis’in tercihi de bu yöndedir. Yapılanlar yasal ve meşrudur!”
“Cumhuriyet için Güçbirliği” adaylarının seçimlerde başarılı olup Meclis’e girmeleri durumunda işlevleri işte bu olacaktır: Yeni anayasaya ve bir dönem daha sürecek AKP iktidarına meşruiyet kazandırmak!

Orhan Bursalı ya da Emre Kongar gibi Cumhuriyet’in emperyalizmle uzlaşan kalemlerinin Doğu Perinçek aşkının ardında yatan da budur işte…

26.5.2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Cum May 27, 2011 8:57

Emre KONGAR'ın Doğu PERİNÇEK Aşkı (ya da KATIR CİLVESİ)‏

Serdar AntSusan bir bilgin, tek kelime

söylemeyen aptaldan farksızdır.

Moliere

Siyaset insana neler yaptırıyor neler! Aydınlık gazetesi, en sonunda Emre Kongar’ı da keşfetti! 23 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık’ın manşetlerinden biri de Emre Kongar’ın sözlerine ayrılmış:

“Perinçek Türkiye’nin ilerici ve aydınlık yüzü…”

Liboşların kanalı NTV’de, Mehmet Barlas ile demokrasicilik oynayan “Yeni Cumhuriyet”in güçlü adamlarından Emre Kongar, 22 Mayıs tarihli yazısında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i övdüğü için, hemen ertesi gün Aydınlık Emre Kongar’ın satırlarını manşete taşıyor.

Oysa bugün Doğu Perinçek’e ya da herhangi bir Cumhuriyet için Güçbirliği adayına “Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyor musunuz?” diye sorsak ne yanıt alırız acaba?

Tabii ki hayır!

Peki, “bölücü terör örgütü PKK ile müzakere için masaya oturulması ve bir genel af ilan edilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorsak, “Atatürk’te birleşen” Cumhuriyetçiler ne yanıt verir acaba?

Yine tabii ki hayır!

Oysa liboş Memo’nun kankası, Cumhuriyet’in AB hayranı yazarlarından Emre Kongar, 2 Haziran 2008 tarihli “AB-Türkiye İlişkileri: Yeni Emperyalizmin Çifte Standardı” başlıklı yazısında şunları söylüyordu:

“Ben Türkiye’nin AB ile ikinci sınıf, sömürge gibi bir ilişki kurmasından değil, eşit ve adil, çağdaş ve gerçek bir AB üyeliğinden yanayım. Ya siz?”

İktidar borazan Sabah gazetesinin yazarı liboş Memo’nun kankası Emre Kongar,

10 Ağustos 2009 tarihli “Kürt Açılımında Üç Yanlış İki Eksik” başlıklı yazısında da Kürt açılımı konusunda aynen şunları söylüyor:

“Konunun çözümlenmesinde ve müzakere edilmesinde aktif taraflar olan Washington ve Brüksel’i dışlayıp ‘Açılım’ adı altında sorunu on beş Türk gazeteci ile müzakere etmeye başlamak büyük yanlıştır. Ciddi bir çözüm çabası Washington’un ve Brüksel’in de masada olmasını gerektirmektedir.”

Olur, ama bu kadar mı açık sözlülük olur? “Ne yaparız ne ederiz de Türkiye’nin ocağına incir dikeriz” diye atmadık takla bırakmayıp, olmadık kalıba giren cümle mandacı-liboş takımı bile “Washington’un ve Brüksel’in de masada olması” gerektiğini söylemeye cesaret edemezken, liboş Memo’nun kankası Emre Kongar, Allah için hepsini gölgede bırakacak önerilerde bulunuyor!

Emre Kongar Washington ile Brüksel’i masaya oturttuktan sonra, bu sefer de sorunun tanımının yapılmamasının ya da müzakerenin sınırlarının çizilmemesinin ikinci yanlış olduğunu ileri sürüyor ve soruyor:

“Çözümleme ve müzakerelerin ana hedefi nedir? Sorunun çözümü hangi sınırlar içinde gündemdedir? Örneğin federasyon ve ayrılma ya da bunlara yol açacak siyasal haklar ve gelişmeler söz konusu mudur?”

Emre Kongar haklı! Öyle ABD ve AB gibi süper güçlerle masaya oturup çay-kahve sohbeti yapılır mı? “Müzakerenin ana hedefi” ve sorunun “hangi sınırlar içinde” çözüleceğini önceden belirlemek gereklidir! Kısacası, Türkiye’nin kendisini hangi sınırlar içinde pazarlık masasına süreceğinin belirlenmemiş olması Kongar’a göre ikinci yanlıştır!

Bu aşamada “ayrılıkçı terör örgütü PKK için bir genel affın gündeme gelmesi de söz konusudur.” Kongar, bu durumda kendi tutumunu açık bir şekilde belirliyor:

“Ona da tamam!”

Ne ilginçtir ki bugün Emre Kongar’ın sözlerini manşete taşıyan Aydınlık, liboş Memo’nun kankası AB’ye tam üyelik ve sözde “Kürt açılımı” konusunda yukarıdaki incileri yumurtlarken dut yemiş bülbül gibiydi!

Neden peki?

Yanıt için bütün bu lafların edildiği tarihlere dikkat edelim.

Emre Kongar “Washington’un ve Brüksel’in de masada olması” gerektiğini ilan ettiği ve PKK’ya genel af talep ettiği yazısını hangi tarihte kaleme almıştı?

10 Ağustos 2009…

Ne ilginçtir ki Emre Kongar’ın bu parlak fikirleri yumurtlamasından sadece bir ay sonra, Doğu Perinçek, 13 Eylül 2009 tarihli Aydınlık dergisinde yayınlanan yazısında “Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir” diyerek yıllardan beri kan döken, can alan PKK teröristlerini “Kürt halk kitleleri”, terörle yapılan mücadeleyi de “Kürt halk kitlelerini bastırma…” olarak tanımlıyor ve şu çağrıyı yapıyordu:

“ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!”

Ve yine ne ilginçtir ki Emre Kongar’ın PKK için genel af talep etmesinden yaklaşık iki ay sonra, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin, 22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı bir yazısında aynen şunları söylüyordu:

“Yanlış anlaşılmasın. ‘Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın’ demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beş bin, altı bin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.”

Oysa şimdi bir bakıyoruz ki, henüz daha 1,5 yıl önce “Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir. ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir” diyen Doğu Perinçek “ulusal devletimizi yıkıcılardan kurtarmak, ulusumuzu birleştirmek, vatanımızı bütünleştirmek, halkımızı özgürleştirmek” iddiasıyla “Cumhuriyet için” bağımsız milletvekili adayı olmuş!

Ve henüz daha 1,5 yıl önce “Washington’un ve Brüksel’in de masada olması” gerektiğini ilan edip ve PKK’ya genel af talep eden Emre Kongar ise Perinçek’i “Türkiye’nin ilerici ve aydınlık yüzü” diyerek destekliyor!

Bugün Emre Kongar ile Aydınlık arasındaki bu paslaşmaya “katır cilvesi” denmez de ne denir peki?

Ey bu ülkenin aydınlık insanları, yurtseverleri, Kemalistleri, Cumhuriyetçileri!

Sizler de bu manzara karşısında susmaya devam edin hâlâ!



23.5.2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56


Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Pzr May 29, 2011 14:55

PERİNÇEK’İN “BAĞIMSIZ, ÖZGÜR, ÇAĞDAŞ KÜRDİSTANI…”‏

Serdar Ant

28 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde yayınlanan Doğu Perinçek’in “İlkokul Bahçelerine Şeyh Sait ve Saidi Nursi Heykelleri” başlıklı yazısı herkesin dikkatle okuması ve üzerinde düşünmesi gereken satırlar içeriyor. Türkiye’de “yurtseverlik” adına nasıl bir oyun oynandığının belgesi olan bu yazı, kesilip saklanacak niteliktedir.

Doğu Perinçek yazısında, CHP’nin -eğer iktidar olursa- Meclis’te kabul edilirken konulan çekinceleri kaldırarak uygulamaya başlayacağını vaat ettiği Avrupa Özerklik Şartı’nı eleştiriyor, özerklik şartı uygulanmaya başlandığında “üç-beş ay içinde karşılaşacağımız manzaraları” sözde mizahi bir dille özetliyor.

Perinçek’e göre Avrupa Özerklik Şartı uygulanmaya başlanırsa neler olacak peki?

Belediyelerin aldığı kararlarla okulların bahçelerine Şeyh Sait, Seyit Rıza, Said-i Nursi heykelleri dikilecek…

Okullarda “Piran, Ağrı, Dersim katliamları” ile sözde Ermeni soykırım yalanları okutulmaya başlanacak…

Atatürk’ün “diktatör ve Deccal” olduğu öğretilmeye başlanacak…

Her yıl 3 Mart günü Öğretim Birliği Yasası’nın ruhuna hatim indirilip Mevlidi Şerif okutulacak…

Artık PKK yerine bölgede vergi koyan ve toplayan birim belediyeler olacak…

Belediyeler silah ithal etmeye başlayacak…

PKK’nın ARGK (Arteşeye Rızgariye Gele Kürdistan: Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) isimli birimi yasallaşacak… (Perinçek ARGK’nın açılımını yazma ihtiyacını neden hissetti acaba?)

Güneydoğu belediyeleriyle Kuzey Irak belediyeleri birleşip “Kürdistan Belediyeler Birliği”ni kuracaklar ve açılışı da Recep Bey ile Kemal Bey birlikte yapacak…

Doğu Perinçek bu yazının hayal ürünü olmadığını, bütün bunların Avrupa Özerklik Şartı’nda madde madde yazdığını iddia ediyor.

Ne ilginçtir ki bugün eleştirdiği ve karşı çıktığı birçok uygulamayı geçmişte Doğu Perinçek’in kendisi ve partisi hararetli bir şekilde savunmuyor muydu?

Örneğin 1990’larda “Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir” diyen ya da “Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz” şeklinde böbürlenen İşçi Partisi yöneticileri değil miydi? Hatta “Her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmeliyiz. Bunu aslında 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında yapıyorduk” şeklinde konuşanlar da İşçi Partisi yöneticileriydi!

Ama bugün okul bahçelerine Şeyh Sait heykelleri dikilecek olmasından yakınılıyor!

Ya da geçmişte “Mustafa Kemal, ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur” şeklinde konuşan ve “Kemalizm, Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı” görüşünü savunanlar da İşçi Partisi lideri ve yöneticileriydi! Daha ilginci, bugün bile “Piran, Ağrı, Dersim katliamları” diyerek konuşuyorlar!

Ama geçmişte söylenen bütün her şeyi unutalım. Gerçi İşçi Partisi bugüne kadar halkın karşısına çıkıp bu konularda en ufak bir özeleştiri bile yapmadı, Doğu Perinçek ve arkadaşları Atatürk’e ettikleri hakaretler ya da terör örgütü lideri ve militanlarıyla çektirdikleri resimler nedeniyle milletten bir kere bile olsun özür dilemediler. Buna rağmen, biz Doğu Perinçek’in artık geçmişteki bu düşüncelere sahip olmadığını ve Aydınlık’ta mizahi bir dille dikkat çekmek istediği tehlikeler konusunda samimi olduğunu varsayalım. Bu aşamada akla gelen ilk soru şudur:

“Peki, ne yapmalı? İşçi Partisi bu konuda somut olarak ne öneriyor o zaman?”

Zurnanın zırt dediği yer de işte tam burasıdır. Doğu Perinçek Aydınlık’taki yazısının son paragrafını çözüm önerisine ayırmış. Aynen şunları söylüyor:

“İlkokulların bahçelerine Şeyh Sait ve Saidi Nursi heykellerinin dikildiği arazi Birleşik Türkiye olmaz! Atatürk’ü ‘katil’, Şeyh Sait’i milli kahraman ilan eden Kürdistan da bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan olmaz. ABD’nin Türkiye, İran, Irak ve Suriye üzerine sürdüğü bir Kürdistan’da en çok ezilen, en çok kırılan da yoksul Kürt emekçisi olur. Avrupa Özerklik Şartı, Türkiye için bir iç savaş davetiyesidir; Kürdümüz için de Ortaçağ karanlıklarında boğulmak ve Ortadoğu karanlıklarında ayak altında kalmaktır. Tek çözüm, Türkiye halkının Türkü ve Kürdüyle hükümet olduğu milli devlettir ve Atatürk cumhuriyetini gönüllü birlik ve eşitlik temelinde yeniden inşa etmektir. Bir Kürdümüze ayak altında kalmayı değil, halk hükümetini vaat ediyoruz; Türkiye halkının parçası olarak Türkiye’de ve elbette yerel düzlemde iktidar olmaya çağırıyoruz. (Vurgular bana ait… S.A)

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Doğu Perinçek’in “arazi” dediği yer bizim vatanımızdır! Vatanın hiçbir parçası, ister Hakkâri’de olsun ister Gökova’da “arazi” diye nitelenemez!

İkincisi “Birleşik Türkiye” ne demektir? Bugün Türkiye Cumhuriyeti zaten birdir, bütündür ve bölünemez. “Birleşik Türkiye” gibi bir hedefiniz varsa, öncelikle o “birleşik” yapıyı oluşturacak unsurların varlığını kabul etmeniz gerekir. Örneğin işte bir “Kürdistan parçası”, bir “Türkistan parçası” vs… Onlar birleşince de “birleşik Türkiye” olur!

Doğu Perinçek’in dilinin altında bu tür bir alt bölünme mi vardır? Daha açık konuşalım, birleşik Türkiye’nin bir parçası olacak bir “Kürdistan” hayali mi var Perinçek’in?

Bu soruya “evet” diye yanıt verebiliriz. Zira kendisi de yazısında açıkça ifade etmektedir:

“Atatürk’ü ‘katil’, Şeyh Sait’i milli kahraman ilan eden Kürdistan da bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan olmaz.”

Peki, Atatürk’e “katil” demeyen, Şeyh Sait’i “milli kahraman” ilan etmeyen bir KÜRDİSTAN olur mu Doğu Perinçek?

Perinçek gibi “bağımsız, özgür ve “çağdaş KÜRDİSTAN”ı bağrımıza mı basacağız?

Niyeti gizlemeyi ve hoş göstermeyi amaçlayan bu lafları bir yana bırakalım ve açıkça soralım:

HANGİ KÜRDİSTAN!

Perinçek’e göre Atatürk’ü “katil”, Şeyh Sait’i “milli kahraman” ilan eden KÜRDİSTAN kötüdür, ama Atatürk’ü “katil”, Şeyh Sait’i “milli kahraman” ilan etmeyen KÜRDİSTAN bağımsız, çağdaş, özgür müdür?

Yalınkat bir şekilde baktığımızda “birleşik Türkiye” savunuluyor hesapta! Kardeşlik, gönüllü birlik ve eşitlik lafları havada uçuşuyor. Ama bu örtünün altında bir KÜRDİSTAN hayali var! Bu sözde KÜRDİSTAN da “bağımsız, özgür ve çağdaş” olacak! Malın ambalajı da bu…

Doğu Perinçek, bir taraftan Avrupa Özerklik Şartı’na karşı çıkar görünerek sözde ulusalcı bir tavır alırken, öte yandan Kürtçülere, KÜRDİSTAN’IN nasıl olması gerektiği konusunda akıl veriyor aslında…

Tabii ki Avrupa Özerklik Şartı’nın dayattığı ve başta PKK olmak üzere bütün Kürtçülerin amaçladığı, Türkiye’yi bölmektir. Ama bunun alternatifi, Doğu Perinçek’in örtük olarak savunduğu sözde “bağımsız, özgür ve çağdaş bir KÜRDİSTAN” mıdır?

Doğu Perinçek, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor, o kadar!

Perinçek, “Atatürk cumhuriyetini gönüllü birlik ve eşitlik temelinde yeniden inşa etmek” gerektiğini vurgulayıp, “Kürdümüze yerel düzlemde iktidar” vaat ediyor!

Buradaki “Atatürk Cumhuriyeti” sözü yumuşatıcıdır, yatıştırıcıdır, acı ilacın tatlandırıcısı, niyeti gizleyen örtüdür!

“Gönüllü birlik ve eşitlik” ne demektir?

Akla gelen ilk soru şudur: gönüllü olunmazsa ne olacaktır peki? 1990’larda savunulduğunu gibi İşçi Partisi yine “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmelidir” mi diyecektir?

Ayrıca sormak gerek hangi “eşitlik”!

Bugün Türkiye’de bir eşitsizlikten bahsedilecekse (ki edilmelidir) bu ancak ekonomik ve sınıfsal bir eşitsizliktir. Etnik ve kültürel anlamda eşitlik yok mu ki, hâlâ “eşitlik temelinde inşa”dan bahsediliyor!

Kürt kökenli yurttaşlarımızın günlük yaşamlarında anadilini konuşması yasak mı? Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi dillerinde televizyon izlemesi, radyo dinlemesi, kitap, dergi okumaları yasak mı? İsteyen kurs da açıyor, dershanede… İsteyen kitap yayınlıyor, isteyen gazete ve dergi… Bu alanlarda bir engel var mı? Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi kültürel değerlerini yaşamaları, çocuklarına istedikleri isimleri koymaları, gelenek ve göreneklerini devam ettirmeleri önünde bir engel var mı? Kürt kökenli yurttaşlarımızdan hangisi “Kürt” oldukları için bu toplumda engelleniyor, dışlanıyor? Milletvekili de olabiliyor, bakan da… Vali de olabiliyor, asker de… Terör örgütü lideri örgütünü İmralı’dan yönetiyor, 1 Mayıs’ta Taksim’de Atatürk anıtına BDP afişi bile asılıyor, özerklik ilanı bile talep edilebiliyor!

Daha hangi “eşitliktir” talep edilen? Doğu Perinçek neyi pazarlamaya çalışıyor “eşitlik” adı altında?

Bu sorunun yanıtını da İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1995 yılında Cumhurbaşkanı Demirel'e, partisinin Anayasa önerisi olarak “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü” başlığı altında sunduğu taleplerde buluyoruz. Doğu Perinçek'in "Kemalist Devrim-4: Kurtuluş Savaşı'nda Kürt Politikası" (Kaynak Yayınları, Kasım 1999, 1. Basım) başlıklı kitabında yer alan bu sözde çözüm önerisi okuyucuya şu şekilde sunuluyor:

    "Gelişmeler, Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü'ndeki tahlil ve programı doğrulamıştır. 1995 yılında yazılanlar bugün de geçerlidir. Tarihi bir belge olması nedeniyle noktasına, virgülüne dokunmadan aynen yayınlıyoruz."
İşte o çözüm önerisi ana başlıklarıyla şunlardan oluşuyor:

    “Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”

    “Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”

    “Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır."

    “…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır."

    “Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir."

    “Genel af…”
İşte bugün PKK uzantısı, emperyalizm koruması altındaki ayrılıkçı BDP’nin gerçekleştirmeyi hedeflediği talepler de bunlardır.

Doğu Perinçek’in Avrupa Özerklik Şartı’nı eleştirirken, “gönüllü ve eşitlik temelinde inşa” diyerek pazarlamaya çalıştığı da “Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır" ibaresidir.

Doğu Perinçek’in Kürdümüze yerel düzlemde vaat ettiği iktidar da “…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi” kurulmasıdır.

Bir taraftan Avrupa Özerklik Şartı kabul edilirse “belediyeler silah ithal etmeye başlayacak… PKK’nın ARGK isimli birimi yasallaşacak…” diye sözde gözyaşları dök, diğer yandan da “o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden” bir yönetim sistemi öner!

Perinçek aslında belediyelerin silahlanmasından daha ileri bir öneride bulunuyor: mevcut güvenlik güçlerini yerel yönetimlere devretmek!

Tabii ortak kimliğin Türkiyelilik olması, Kürt realitesinin anayasa hükmüyle kabul edilmesi, anadilde eğitimin anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmesi ve genel af ilan edilmesi, Perinçek’in “gönüllü ve eşitlik temelinde yeniden inşa”sının aşamalarıdır. Eğer bunlar olursa “bağımsız, özgür ve çağdaş bir KÜRDİSTAN”, sözde “birleşik Türkiye”nin bir parçası olur!

Doğu Perinçek ve İşçi Partisi’nin ulusalcı bir söyleme bulayarak millete yutturmaya çalıştıkları sözde “çözüm önerisi” budur işte!

Emperyalizmin Türkiye’yi bölerek kurmayı amaçladığı “kukla Kürdistan”a karşı, Perinçek’in sözde “Birleşik Türkiye”nin parçası olacak “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”ı…

“Kırk satır”a karşı “kırk katır”!

1991 yılında Yüzyıl dergisinde yayınlanan “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı yazısında "Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. Cumhuriyet'in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak'taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak'ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur." (Yüzyıl, 17.3.1991, sayı:6) diyen Doğu Perinçek, bugün aynı görüşü ulusalcı bir maskeyle, “eşitlik”, “gönüllülük” vb. laflarla pazarlamaya çalışıyor.

İster emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Atatürk’e hakaretler yağdıran “kukla Kürdistan”ı olsun, ister Doğu Perinçek’in sözde “Birleşik Türkiye”nin parçası olacak “bağımsız, özgür ve çağdaş KÜRDİSTAN”ı… Kısacası ister sopa, ister havuç… Sonuçta hepsi Türkiye’nin bölünmesi demektir!

Gerçek yurtseverlerin ve Kemalistlerin, bu sopa-havuç ikilemine verecekleri yanıt açık ve kararlı olmalıdır:

“ULUSAL SINIRLAR İÇİNDE VATAN BİR BÜTÜNDÜR BÖLÜNEMEZ.” Bu ülkenin etnik kökeni, dini ya da siyasi görüşü ne olursa olsun bütün gerçek yurtseverleri, hiç kimseyle Türkiye’nin bütünlüğünü, birliğini, bağımsızlığını ve egemenliğini müzakere etmezler. 1920’lerde olduğu gibi, bugün de artık “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır”. O zaman “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM…”

28.5.2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt May 30, 2011 0:13

Sayın Serdar Ant, ya okuduğunu anlamamakta, ya da okuyucuyu aptal yerine koymaktadır. İşçi Partisi'ne ve Doğu Perinçek'e karşı yürüttüğü sistemli karalama kampanyasıyla ilgili ayrıntılı açıklamayı gerek görürlerse parti yetkilileri yaparlar. O benim konum değil.

Ben burada, yaptığı somut bir çarpıtmayı gözler önüne sermek istiyorum.

Önce yapyığı alıntıyı nasıl yorumlamış görelim:

Serdar Ant yazdı:Zurnanın zırt dediği yer de işte tam burasıdır. Doğu Perinçek Aydınlık’taki yazısının son paragrafını çözüm önerisine ayırmış. Aynen şunları söylüyor:

“İlkokulların bahçelerine Şeyh Sait ve Saidi Nursi heykellerinin dikildiği arazi Birleşik Türkiye olmaz! Atatürk’ü ‘katil’, Şeyh Sait’i milli kahraman ilan eden Kürdistan da bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan olmaz. ABD’nin Türkiye, İran, Irak ve Suriye üzerine sürdüğü bir Kürdistan’da en çok ezilen, en çok kırılan da yoksul Kürt emekçisi olur. Avrupa Özerklik Şartı, Türkiye için bir iç savaş davetiyesidir; Kürdümüz için de Ortaçağ karanlıklarında boğulmak ve Ortadoğu karanlıklarında ayak altında kalmaktır. Tek çözüm, Türkiye halkının Türkü ve Kürdüyle hükümet olduğu milli devlettir ve Atatürk cumhuriyetini gönüllü birlik ve eşitlik temelinde yeniden inşa etmektir. Bir Kürdümüze ayak altında kalmayı değil, halk hükümetini vaat ediyoruz; Türkiye halkının parçası olarak Türkiye’de ve elbette yerel düzlemde iktidar olmaya çağırıyoruz. (Vurgular bana ait… S.A)

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Doğu Perinçek’in “arazi” dediği yer bizim vatanımızdır! Vatanın hiçbir parçası, ister Hakkâri’de olsun ister Gökova’da “arazi” diye nitelenemez!


Elinizi vicdanınıza koyup okuyun dostlar, Doğu Perinçek, bu sözlerde vatanımıza arazi mi diyor?

İlkokulların bahçelerine Şeyh Sait ve Saidi Nursi heykellerinin dikildiği arazi Birleşik Türkiye olmaz!“ diyor.

Biraz vicdanı ve zekası olan hiç kimse, bu sözlerden, vatanımıza arazi dendiği anlamını çıkarmaz! Perinçek, birlik ve bütünlük içindeki bir Türkiye için değil, bölünmüş bir Türkiye için arazi demektedir. Ülkemizin emperyalist projelerle bölünmesini değil, birliğini, bütünlüğünü savunmaktadır...

Peki, Sayın Serdar Ant'a, şunu soralım o zaman, İlkokullarının bahçelerine Şeyh Sait ve Saidi Nursi heykelleri dikilen, bölünmüş bir Türkiye'ye kendisi vatan diyebilir mi?
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen holosko.cihan » Pzt May 30, 2011 0:21

Sayın İrfan Tuna, Serdar Ant'ın bu uzun yazısının küçük bir bölümünü eleştirerek tüm yazıyı çöpe atma girişiminizi hayretle izliyorum. Bir aydın her zaman doğruların peşinden koşmaz mı? O vakit Serdar Ant'ın kaynaklarıyla birlikte yazdığı yazıyı paragraf paragraf çürütmek durumundasınız. Bunu yapamazsanız yazının içeriğini kabullenmelisiniz.
"Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur."
Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Paşa Atatürk
Büyük Önder Atatürk
Başbuğ Atatürk
Kullanıcı küçük betizi
holosko.cihan
Üye
Üye
 
İletiler: 27
Kayıt: Cum Haz 04, 2010 14:23

Re: Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? / Serdar ANT

İletigönderen fetihnesli » Pzt May 30, 2011 7:32

tamamen hayal ürünü...
hiç böyle birşey olabilir mi?
söylenen o kişilerin takipcisi olanlar,liderlerinin heykelinin dikilmesini ister mi?
farz edelimki said nursi cumhuriyetindeyiz, böyle bir durumda bile heykelini dikmezler
doğu perincek boş yere korku ortamı oluşturuyor,
mantıksız bir teori üzerinden varsayımlar...
"Akla ne işle uğraşacağını gönül öğretir,
Gönül gelişmezse akıl kötülüklerle uğraşır.
Onun için düsturumuz Bilim+Gönül'dür "

Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu
Kullanıcı küçük betizi
fetihnesli
Üye
Üye
 
İletiler: 41
Kayıt: Cum May 22, 2009 19:18

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x