BÜYÜK Ortadoğu mu? Yeni BİZANS mı? Tarihe Dönelim,Bugünü Anlayalım

BÜYÜK Ortadoğu mu? Yeni BİZANS mı? Tarihe Dönelim,Bugünü Anlayalım

İletigönderen Başkomutan » Prş Mar 31, 2011 1:04


BÜYÜK ORTADOĞU MU? YENİ BİZANS MI?

Medyada son zamanlarda tartışılan “Büyük Ortadoğu Projesi” aslında yeni bir proje değildir. Osmanlı İmparatorluğu geri çekildikten sonra emperyalizmin Ortadoğu'ya hâkim olma projesinin eski adıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu proje İngiliz-Fransız ortaklığıyla yürütülmüş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise, Fransa ve İngiltere'nin yollarının ayrılması neticesinde Amerika, İngiltere’yle birlikte Ortadoğu'ya girmiştir.

Bu dönemde bölge ülkelerinin bir araya gelmesini temin etmeye yönelik kurulan; Bağdat Paktı, CENTO ve RCD gibi paktlara Amerika ve İngiltere de dahil olmuş ve Anglo-Sakson Atlantik İttifakı bölgede yeni kurulan İsrail devletine şemsiye vazifesini yürütmüştür.


Osmanlı İmparatorluğu'nun geri çekilmesinden sonra Ortadoğu’da meydana gelen otorite boşluğu, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan soğuk savaş döneminde Sovyet Bloğu ile Batı Bloğu arasında dengelenmiştir. Bilindiği gibi dönemde Türkiye bir NATO ülkesi olarak Batı Bloğu ile beraber hareket etmiş, Ortadoğu'da Sovyetler'in hâkimiyetine karşı bir denge unsuru olmaya çalışmıştır.

Sovyetler Birliği’nin geri çekilmesi ve küreselleşme sürecine girilmesine müteakip bölgede meydana gelen otorite boşluğunda, Amerika'nın örgütlediği bir provokasyonla, Irak önce Kuveyt'i işgal etmiş, daha sonra da Amerika Kuveyt'in işgalini bahane ederek I. Körfez Savaşı ile bölgeye askerî bir varlık olarak girmiştir. I. Körfez Savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler Amerika’nın bölgedeki hâkimiyetini artırmıştır. I. Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak istikrarsızlığa sevk edilmiş ve böylece bölgesel bir yeniden yapılanmanın önü, bölgedeki istikrar düzeni yıkılarak, açılmıştır. II. Körfez Savaşı ile de ABD bölgedeki askerî varlığın daha da artırma imkânına kavuşmuştur.

ABD’nin Ortadoğu’daki askerî varlığını artırmasındaki ana hedefi, İsrail'in önünü açmak ve İsrail merkezli büyük bir yapı oluşturmaktır. Kudüs'ün başkent olduğu, İsrail'in Ortadoğu'nun merkezinde yer aldığı bu büyük yapı, “Büyük Ortadoğu” olarak adlandırılmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında Büyük Ortadoğu; Ortadoğu üzerinden Kafkasya'ya ve Orta Asya'ya yönelerek petrol coğrafyasını-İslâm coğrafyasını, ki bunun içerisine Mısır ve Kuzey Afrika'yı da dahil edebiliriz, Kuzey Atlantik İttifakı’nın yâni Amerika ve İngiltere'den meydana gelen Anglo-Saksonlar ile Yahudiler’in ortaklığından meydana gelen Atlantik İttifakı’nın ve daha da ileri gidersek, bugün New York'ta üslenmiş olan “dünya devleti”nin, hâkimiyeti alanına sokma projesidir.

Günümüze kadar dolaylı yollardan gerçekleştirilmeye çalışılan Büyük Ortadoğu projesi, günümüz koşullarında olayların hızlanması ve bir çok yönünün açığa çıkmasından dolayı Amerikan kaynakları tarafından bütün dünyaya açıklanmıştır.


Fiilen açıklanmış olan bu proje günümüzde sâdece Türkiye’de değil bütün dünyada tartışılmaktadır. Tarihî olarak dünyanın jeopolitik merkezî olma konumunu her zaman koruyan Ortadoğu’nun önemi yeni dünya düzeninin kurulması aşamasında daha da artırmıştır. İçinde yaşadığımız zaman diliminde Amerikan merkezli dünya yapılanması çerçevesinde, İsrail lobilerinin güdümündeki Amerika; Ortadoğu'ya yerleşerek, bu yapılanmayı bütün dünya ülkelerine dayatmaktadır. Amerika, özellikle Avrupacı ve Asyacı güçlerin dünyanın jeopolitik bölgesine girerek, petrol coğrafyasına ve İslâm coğrafyasına müdâhalelerini engellemek üzere, bu projeyi harekete geçirmiştir de diyebiliriz.

Kamu Yönetim Temel Kanunu ve Büyük Ortadoğu

Bu bağlamda değerlendirildiğinde “Büyük Ortadoğu Projesi”, “Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı”, “Kıbrıs” ve Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin tartışmaların aynı zaman diliminde gelmesi de bir tesadüf değildir.
Bu dünya konjonktürünün olaylara kazandırdığı bir aşamanın ürünüdür. Türkiye’nin elindeki güç, köşeye sıkıştırılarak, kuşatılarak, tasfiye edilerek alınmak istenmektedir. Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı'na bakılırsa, Türkiye'deki merkezî devletin, ulusal devletin, tasfiye edilmesinin hedeflendiğini görülür.

Küreselleşmenin temel ideolojisi olan “yönetişim” anlayışını idarede hâkim kılmaya yönelik bu tasarı, yerel güçlerin öne çıkarılması görünümü altında, aslında sermayenin yerel birimler aracılığıyla Türkiye'nin içine sızması ve yerel yönetimleri kullanılarak Türkiye'nin dışarıdan sermaye aracılığıyla yönetilmesi demektir. Böylesine bir yapılanmanın önü Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı ile açılmakta ve merkezî devletin elindeki otoritenin yüzde 6O'ı tasfiye edilerek, bakanlıkların yarısından fazlası kapatılarak, devletin ve merkezi idarenin elindeki güç yerel yönetimlere verilmektedir.

Yerel yönetimlerin merkezin kontrolünün dışarısına çıkartılarak merkezin zayıflatılması, yerel yönetimlerin, geleceğin “şehir devletleri” olarak, dış dünyanın denetimine açılmasına hizmet etmektedir. IMF ve Dünya Bankası öncülüğünde başlatılmış olan, geleceğin şehir devletleri projesi Türkiye’de Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı ile gündeme getirilmektedir. Bu tasarının benzerleri bütün dünya ülkelerine, uluslararası finans kapitalin “dünya devleti” adına dayatılmaktadır. Bu tasarı ile ulus devletlerin tasfiye süreci ve “dünya devletine” bağlanacak olan “şehir devletleri” yaratma projesi başlatılmıştır.

Tasarının Meclis'ten geçmesi hâlinde Türkiye’nin hızla Amerika'daki eyalet yapısına dönüşeceğini söyleyebiliriz. Bu anlamda düşünüldüğünde Büyük Ortadoğu Projesi ile Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı birbirini tamamlayan iki olgudur.


Büyük Ortadoğu Projesi'ni gerçekleştirmek isteyen Atlantik İttifakı, Amerika - İngiltere ve İsrail üçlüsü, Türkiye'yi “müttefik” olarak yanlarına çekerken, NATO üyesi olan Türkiye yavaş yavaş Ortadoğu'ya kaydırılmakta ve Türkiye'nin devlet yapısını da Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında biçimlendirmeye çalışmaktadırlar. Büyük Ortadoğu Projesi'nin merkezinin Kudüs olacağı ve giderek Ortadoğu sınırları içerisinde yer alan devletlerin parçalanacağı, eyaletlere dönüşeceğini düşünülürse, Meclis'ten çıkacak Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı'nın da aynı amaca hizmet ettiği görülür.


    ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından Irak’ın şu an 3'e bölünmüş olduğu ama gelecekte 5 eyaletten oluşacak bir Irak yapılanmasının öngörüldüğü bilinmektedir. Bu süreç içerisinde Suriye'nin Dürzi, Manini, Asuri ya da Süryani, Şîi, Sünnî olmak üzere 5 ayrı yapıya bölüneceği çeşitli kaynaklarca ifâde edilmektedir. Yâni bölgenin geleceğinde bir Büyük Irak yoktur, bir Büyük Suriye yoktur. İran için de böyle bir süreç gündemdedir.


    Ortadoğu'nun genişletilmesi süreci içerisinde bu bölgenin içerisine çekilecek olan İran'ın da yine Azeri, Farsi, Türkmen, Beluci ve Kürdi olmak üzere 5 eyalete bölüneceği ifâde edilmektedir. Aynı şekilde Türkiye'nin de ilk aşamada 7 ayrı parçaya bölüneceği dile getirilmektedir.

    Karadeniz’de Pontus, Doğu Anadolu'da Ermenistan, Güneydoğu'da Kürdistan, Ege’de Iyonya şeklinde Türkiye’nin bölünmesidir... Bu oluşum gerek Avrupa güçleri gerek küresel güçler gerekse de Ortadoğu'nun merkezi olmak isteyen İsrail’in hâkim olduğu medya aracılığıyla Türkiye'de desteklemektedir.

İşte bu noktada Türkiye'nin Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısıyla merkezî devlet yapısının yavaş yavaş tasfiye edildiğini ve devlet gücünün yerel yönetimlere kaymasıyla Büyük Ortadoğu Projesi’nin eyaletleri olacak şekilde “eyaletleştirme” çalışmalarının gerçekleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Eğer Büyük Ortadoğu Projesi gerçekleşirse bunun içerisine; 7 tane Türkiye'den, 5 tane İran'dan, 5 tane Suriye'den, 5 tane Irak'tan, 3 veya 5 tane Suudi Arabistan'dan ve birkaç tane de Mısır'dan olmak üzere eyaletlerin katılacağı ve yaklaşık 35-40 eyaletten oluşacak bir Ortadoğu Birleşik Devletleri’nin hedeflendiği görülmektedir.

Bu proje aynen Amerika Birleşik Devletleri gibi bir projedir. Fransa ve Almanya, ortak pazardan başlayan süreçle birlikte, ABD'ye rakip olarak daha güçlü bir yapı kurmak için, Avrupa Birliği’ni, Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüştürmeyi hedeflemişler ve bunun için de belirli plânları uygulamışlardır. Bu bağlamda Avrupa Birleşik Devletleri’nin Doğu'ya yayılarak dünyanın jeopolitik merkezi olan eski Osmanlı hinterlandını kontrol altına almasını, Almanya merkezli Avrupa'nın petrol coğrafyası olan Kafkasya ve Orta Asya'ya yönelmesini, gelecekte kendinin hâkim olmayı plânladığı Ortadoğu'ya Hıristiyan Avrupa'nın girmesini önlemek için İsrail’in, Ortadoğu Birleşik Devletleri yapılanmasını, Atlantik İttifakı’nın ordularıyla gerçekleştirmek üzere, gündeme getirdiğini görüyoruz.

Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı Türkiye'yi Ortadoğu'nun yeni yapılanmasına uygun yapılandırmak ve Türkiye'yi devlet olmaktan çıkararak “araziye” dönüştürmek amacını gütmektedir. Bu arazi Ortadoğu'da kurulması düşünülen çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü, kozmopolit bölgesel federasyona dahil edilecektir. Türkiye'de sâdece Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı ile değil buna bağlı 16 ayrı kanun tasarısıyla bu projeye hazır hâle getirilmek istenmektedir.

Okyanus ötesinden dünyanın anakarası -jeopolitik merkezi- olan Ortadoğu'ya gelmeye hazırlanan “Dünya Devleti” için, sâdece bölgenin başkenti yapılmaya çalışılan Kudüs değil aynı zamanda bölgenin Osmanlı ve Bizans'tan kalma başkenti İstanbul da ön plâna çıkmaktadır. Özellikle Amerikan Hıristiyanları’nın İstanbul'u bölgenin başkenti yapmaya çalıştıkları ama buna karşı bu ittifak içerisinde yer alan İsrail lobilerinin Siyonist çizgide Kudüs'ü öne çıkararak Kudüs'ü önce İsrail'in sonra Ortadoğu'nun sonra da dünyanın merkezi, başkenti, yapmayı hedefledikleri gündeme gelmektedir.

Geniş Avrupa Projesi

Bu çerçevede Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne giremeyeceğini görüyoruz. Türkiye 2O. yüzyılın ikinci yarısından bu yana yarım yüzyıldır Avrupa kapısında bekletilmektedir. Ne Avrupa'nın içine alınmaktadır ne de Avrupa'nın dışında bırakılmaktadır. Bir anlamda Türkiye Avrupa sopası ile sürekli dövülmektedir.

Türkiye Avrupa'nın içine alınmamaktadır çünkü çok büyük bir ülkedir. Avrupa'nın iç dengelerini bozabilecektir ve bugünkü büyüklüğü ile Avrupa yöneliminde etkin olabilecektir. Bu ise Fransız-German ittifakına dayanan merkezî Avrupa yapılanmasının çıkarlarına terstir. Bu çerçevede ne Almanya ne Fransa bugünkü büyük yapısıyla Türkiye'yi Avrupa'nın içerisinde istememektedirler. Ama Türkiye'yi kendi başına da bırakmak istememektedirler. Çünkü Avrupa, Ortadoğu yapılanmalarının ve Avrasya stratejilerinin merkez ülkesi konumundaki Türkiye'yi, kendi başına bırakarak kendisinin dışında Asya ya da Atlantik İttifakı’na dayanan yeni yapılanmalarda yer almasını önlemek istemektedir.

Avrupa Türkiye’yi üyelik vaadi süreci içerisinde kontrol altında tutmuş, Kopenhag Kriterleri ve diğer uyum paketleriyle de Türkiye'yi kendi istediği yapıya dönüştürerek zayıflatmıştır.

Bu doğrultudaki Avrupa inisiyatifini bir yönüyle Atlantik İttifakı da desteklemiştir. Soğuk savaş döneminde Sovyetler’e karşı Avrupa’nın tutumu Atlantik İttifakı tarafından desteklenmiştir. Küreselleşme sürecinde ise, kamu oyundan saklanan Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye'nin Ortadoğu yapılandırılması çerçevesinde “araziye” dönüştürülmesi plânı, İttifak tarafından AB’ye üyelik sürecinin kullanılmasıyla uygulanmıştır.

Avrupa Birliği aslında büyük Avrupa'yı hedeflemektedir. Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı “Geniş Avrupa Projesi” gündeme gelmektedir. Avrupa 1958 De Gaulle’ün ilân ettiği, “Atlantik'ten Urallar’a kadar Büyük Avrupa”yı gerçekleştirmek iste­mektedir. Bu noktada AB, yavaş yavaş Gürcistan ve Ermenistan'ı da içine alarak Kafkasya’yı bir Avrupa eyaleti­ne dönüştürmeye çalışmaktadır.

Anadolu’yu ise Büyük Ortado­ğu'da yapılmak istendiği gibi eyaletleşme ve Hıristiyanlaşma süreci ile içine almaya hazırlanmaktadır. Aynı şekilde AB'nin Ukrayna ve Rusya'da da bölücü çalışmaları, küçük devlet yapı­larını gündeme getiren oluşumları destek­lediğini görüyoruz.

Rusya ve Türkiye gibi büyük devletlerin içine girerek dengelerini boz­masını önlemek isteyen Avrupa; Türkiye, Ukrayna ve Rusya gibi ülkeleri böle­rek, parçalayarak, küçük devletler hâline getirerek Avrupa eyaletleri biçiminde içi­ne almak istemektedir. Atlantik'ten Urallar’a kadar Bü­yük Avrupa hedefine yönelerek, ABD’yi devre dışı bırakarak, Avrupa merkezli bir dünya kurmaya yönelen Avrupa, Türkiye üzerinden Kafkasya ve Orta As­ya'ya girmek istemektedir. Bu poli­tikanın temelleri Almanlar’ın “Ospolitik” dediği­ ve 1870'li yıllarda II. Wilhelm zama­nında hazırlanmış olan Büyük Almanya projesine dayanmaktadır.

Büyük Alman­ya projesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu, İran'ı, Kafkasya’yı ve Orta Asya'yı içine alan bir Alman-İslâm İmparatorluğu kurmaya ve oradan Hindistan'a müdâhale ederek Doğu'daki İngiliz üstünlüğünü devre dışı bırakmaya yönelikti. Almanya'nın kendi başına ger­çekleştiremediği Alman-İslâm İmparatorluğu projesini Avrupa'yı arkasına alarak gerçekleştirmek istediğini, önce bir Büyük Avrupa kurup ondan sonra da bunu Avrasya'ya taşımayı hedeflediğini görüyoruz.

İşte bu süreç içerisinde Türkiye'yi parçalaması anlamına gelen “Yugoslavya mo­deli”nin Avrupa tarafından Türkiye'ye uygun görüldüğüne şahit oluyoruz. Avrupa hiçbir zaman Müslüman, ulusal ve üniter Türkiye Cumhuriyeti devletini içine almayacak­tır. Nitekim Alman Hıristiyan Birliği Başkanı Angela Merkel Türkiye'yi ziyaretinde bunu açıkça ifâde etmiştir.

Al­manya ancak bir II. Endülüs projesi çerçevesinde Anadolu’ya ilgi duyar. Orada nasıl Hıristiyanlaştırarak Müslümanlar dışlanmışsa bugünde Avrupa Birliği Kilisele­ri’nin desteğindeki misyonerlik faaliyetleri ile Anado­lu Hıristiyanlaştırılmak istenmektedir. İkinci bir Endülüs projesi çerçevesinde Anadolu'daki Türk ve Müslüman yapı tasfiye ettikten sonra AB Anadolu’yu içine alacaktır. Yâni Anado­lu'nun üzerinde yaşayan Hıristiyanları içi­ne alacaktır. Anadolu'yu, Orta Asya, Kaf­kasya, Avrasya ve Ortadoğu'ya uzanan bir arazi olarak içine alacaktır ama hiçbir za­man Anadolu'nun üzerinde bağımsız bir devlet olarak varolan Türkiye Cumhuriye­ti’ni ulusal, üniter, Müslü­man ve Türk kimliği üye olarak al­mayacaktır. Avrupa’nın Türkiye ile olana ilişkilerini bu çerçevede görmek lâzım.

Av­rupa'nın Türkiye’ye bakış açısı kesinlikle Sevr hari­tası ve Sevr Antlaş­ması’ndaki ilkelere dayanmaktadır. Ama Türkiye Cum­huriyeti, Sevr Antlaşması’nı yırtan Türk milleti­nin, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucunda kurmuş olduğu bir millî devlettir. Bu durumda Tür­kiye, millî devlet olarak, ulusal, üniter ve cumhuriyetçi yapısı ile Avrupa Birliği içerisinde yer almalıdır. Bu­nun için çaba sarf edilmelidir. Avru­palılar bunu gör­mek istememekte­dirler. Yâni Türkiye Lo­zan'dan gelen sta­tüsüyle Avrupa'nın içerisinde yer almak istemektedir.

Avrupa­lılar ise kesinlikle Sevr'i uygulayarak, Lozan'ı tasfiye ederek Türkiye'yi AB'nin içine almak istemektedir. Bu çerçevede Türkiye ile Avrupa'nın ba­kış açıları birbirine karşı olduğu için, çakıştığı için yakın bir gelecekte Türkiye'nin AB'ye üye olamayacağı söylenebilir. Olağanüstü büyük değişiklikler gündeme gel­medikçe Türkiye Avru­pa'nın içinde yer almaya­caktır. Türkiye bu nedenle “AB üyeliği” diye oyalanmamalıdır. Mutlaka alternati­fini kendisinin merkezinde yer aldığı Avrasya bölge­sinde Türk ülkeleriyle, Türk dünyasıyla yakınlaşa­rak gündeme getirmelidir.


Türkiye Ne Yapmalı?

Türkiye bu koşullarda somut bir plânı kendi çı­karları doğrultusunda uygulayabilirse ayakta kalabilir. Türkiye'nin geleceği için geliştireceği ulusal strateji kesinlikle Avru­pa veya Ortadoğu merkezli olmayacak; Türk dünyası merkezli olacaktır. Böyle bir noktada Türkiye için Kafkasya Ortado­ğu'dan daha fazla önem taşımaktadır. Tür­kiye, Azerbaycan'ın köprü olarak yer alaca­ğı, Orta Asya - Ön Asya ittifakının oluşu­munu, Türk ülkelerinin çekirdeğinde yer ala­cağı bir Avrasya sürecini bir an önce baş­latmalıdır.

Türkiye, Kafkasya ve Orta As­ya'ya yakınlaşarak, Rusya ve İran'la geliştirile­cek işbirliği çerçeve­sinde Kafkasya ve Orta Asya'nın öne çıkacağı, kendisinin de bir Ön Asya ülkesi olarak yer alacağı Avrasya yapılanmasını, Avru­pa ve Atlantikçi güçlerin Bü­yük Ortadoğu proje­lerine alternatif ola­rak gündeme getir­mek zorundadır. Türkiye özellikle ge­çenlerde İstanbul'a gelen Rusya'daki Avrasya Partisi Başkanı Aleksander Duge'nin ortaya koy­muş olduğu gerçek­ler doğrultusunda Avrasya gerçeğini izlemek zorundadır. Bu bağlamda Aleksandr Dugin’in Avrasya stratejisi çerçevesinde yazılmış olduğu “Rus Jeopolitiği” isimli kitabını Türkiye'nin ulus-devlet olarak ayakta kalmasını isteyen ve Türkiye'nin geleceğe yö­nelik alternatifini arayan çevrelerin okuması ve tar­tışması gerekmektedir.

Bu kitabın da ortaya koydu­ğu gibi Avrasya bölge­sinde sâdece Atlantik güçlerinin, sâdece Ame­rika'nın, sâdece Avru­pa'nın bir yapı­lanması söz konusu de­ğil. Avrasya'nın en büyük ülkesi olan Rus­ya'nın da geleceğe yöne­lik bir Avrasya yapılan­ması gündemdedir. Aynı şekilde Çin'in merkezin­de yer aldığı Şanghay Örgütü’nün de Çin merkezli bir Avrasya yapılanması içinde olduğunu görüyoruz.

İşte bütün bu projele­rin ortasında yer alan merkezî ülke konu­mundaki Türkiye’nin de Avrupa, Atlantik, Rusya ve Çin'in geliştirmiş olduğu Avrasya proje­lerine karşı mutlaka Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk ülkeleriyle bir araya gelmeyi kapsayan Türk merkezli bir Avrasya yapılanmasını gündeme getirmesi gerekmektedir. Bu nokta­da Türkiye, Avrupa-Amerika, Atlantik İttifakı-Asya, Rusya-Çin, Hindis­tan-İslâm dünyası, Arap dünyası-İsra­il arasındaki ilişkilerini son derece dengeli bir şekilde götürmeli, kesinlikle bu süreç içerisinde Türkiye hiçbir çatışmaya girmemelidir.

Türkiye savaşa girerse kendisi üzerinde daha büyük güçlerin kontrolü altına gi­receği için Türkiye - Avrasya yapı­lanmasında kendi ulusal stratejisini geliştiremeyecektir. Bu çerçeve­de bakarsak, Türkiye'nin geleceğe yönelik Türk dünyası merkezli bir Avrasya yapılanmasını uzun vade­de hedeflemesi gerektiği kesinlikle yakın vadede bölgeye hâkim ol­mak isteyen emperyal güçlerin sa­vaşına alet olmaması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Rusya'nın Türkiye'ye yönelttiği Avrasya yapılanması çerçevesinde Türkiye, Rusya ve İran ile yakın iş­birliğini deneyebilir. Bu çerçevede Karadeniz İşbirliği ile başlayan Karadeniz Ortak Pazarı, bu çerçe­vede İran'la ilişkilerle başlayan Orta Asya'yı içine alan Ekonomik İşbirliği Anlaşması bir araya getiri­lerek; Rusya, Türkiye ve İran öncü­lüğünde bir Avrasya Ortak Pazarı, Avrupa Ortak Pazarı gibi gündeme getiri­lebilir. Bu çerçevede İran, Rusya ve Türki­ye gibi Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin de içinde yer alacağı geniş bir Avrasya Or­tak Pazarı Türkiye'nin Türk dünyası ülke­leriyle yakınlaşmasına yardımcı olacaktır. Aynı şekilde bölge dışı ülkelerin emperyal saldırılarına karşı bölge ülkelerinin arasın­da kurulacak dayanışma çerçevesinde AB'ye giden yolu açan, Avrupa Konseyi çerçevesinde bir konsey yapılanması Av­rasya içinde düşünülebilir. İstanbul mer­kezli bir Avrasya Konseyi, Rusya'nın, İran'ın Kafkasya ülkelerinin içerisinde yer alacağı bir şekilde ve Avrupacı ve Atlantikçi güçlerin emperyal saldırılarına karşı bir denge unsuru olarak gündeme gelebilir.

Türkiye'nin Avrasya’nın yeniden yapılandırılmasında etkin bir rol oynayabilmesi için kültürel, ekonomik ve merkezî ulusal devlet yapısıyla ayakta kalması sağla­nmalıdır. Ancak güçlü ve kendi ayakları üzerinde duran bir Türkiye acil ola­rak gerçekleştirmesi gereken Ön Asya Türkleri ile Orta Asya Türkleri’nin bir ara­ya gelmesi projesini hayata geçirebilir.

Yine Türkiye’nin böylesine bir Avrasya ya­pılanmasını kısa sürede gerçekleştirebilmesi hâlinde Ön Asya'da, Anadolu'da Türkler ayakta kalabilir. Aksi taktirde geniş Avrupa stra­tejisi, Büyük Ortadoğu stratejisi, Ameri­ka'nın Avrasya'ya yönelik İstanbul'u mer­kez yapan stratejisi, Hıristiyan dünyasının bu bölgede yeni Bizans stratejisi, unutmayın Fener Rum Patriği Ye­ni Roma'nın Ekümenik Patriği olarak imza atmaya devam etmek­tedir Yeni Roma’dan kastedilen ise Yeni Bizans'tır, Türkiye’nin varlığını tehdit etmeye devam edecektir. Türkiye’nin Ana­dolu'da ayakta kalabilmesi, Ön Asya'da Türk varlığının ve Türk devletinin devam ettirebilmesi; Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk dünyası ile Türki­ye'nin hızla bir böl­gesel ittifaka gitmesiyle sağlana­bilir.

Aksi taktirde Türkiye stratejik konuma sahip bir ülkeyi, Avrupa ve Ameri­ka gibi, dünya hege­monyasına yönelen güçler kullan­mak isteyeceklerdir. Bölgenin en büyük askerî varlığına sahip olan Türkiye'nin bu gücü birçok senaryo uyarınca emper­yal güçler tarafından komşu ülkeler üstünde kullanılmak istenilebilecektir. Bütün bunlara karşı Türkiye'nin Türk dünyası ülkeleriyle başlamış olan yakın ilişkilerini hızla sıklaş­tırarak Türki ülkelerinin öncülük yapacağı bir Avrasya seçeneğini yapılan­masını dünyanın gündemine getirmesi ge­rekmektedir. Ancak bu şekilde Türkiye varlığını koruyabilir, ancak bu şekilde Anadolu'da bir Türk devleti, devam edebi­lir, ancak bu şekilde Ön Asya'da, Orta As­ya'dan kopup gelen Türkler, varlıklarını koruyabilirler.

A.Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
04 Şubat 2010


Pentagon ve The Atlantic

2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetleri Pentagon dergisinde yayınladı

Resim



The Atlantic Dergisi -Şubat 2008

[img]http://www.kahvemolasi.net/mkportal/resimler/images/6692A0785_evet.jpg[/img]





Türkiye hazırlıklı olmalıdır

ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşananları bağımsızlıklardan hatta Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden bu yana yaşanan en büyük dalga olarak nitelendirerek “iki ayda en olağanüstü değişimi gördük” diyerek değerlendirmiş.

Stratejist Brezizenski, “ABD, bu olayların arkasında değilse de önünde olmalıdır” demişti. ABD de gerçekten bölgedeki olayların Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesinde öngörülen biçimde şekillenmesi için gerekeni yapmış bulunmaktadır.

Olaylar Türkiye sınırına gelip dayanmıştır

Olaylar Sudan, Tunus, Mısır, Cezayir, Yemen, Bahreyn, Ürdün hattını izleyerek Suriye’ye ulaşmış bulunmaktadır. Bugün olaylar Türkiye sınırına (Suriye’ye) gelip dayanmış durumdadır.


İmralı’daki hükümlü ellerini ovuşturarak dalganın bir an önce Türkiye’ye sıçramasını beklemektedir. Bunun için de BDP’nin “öncü” rol oynaması gerektiğini söyleyip durmaktadır. Öcalan’ın talimatları doğrultusunda BDP’liler de organize tahrik ve kışkırtmalara başlamış bulunmaktadır. Güneydoğu’nun çeşitli yörelerinde “sivil itaatsizlik” adı altında yapılanlar, gerçekte kitlesel bir başkaldırı için test niteliğindedir.

Halkın sağduyusu BDP’nin tahrik ve kışkırtmalarına kapılma konusunda BDP’li tahrikçileri hayal kırıklığına uğratmış bulunmaktadır. Ancak bundan sonra da BDP’nin tahrik ve kışkırtmalarının etkisiz kalacağına dair herhangi bir garanti yoktur. Türkiye’nin Güneydoğu illerinde BDP’nin tezgâhladığı olayların nereye doğru evrileceği henüz belli değildir.

Batılı merkezlerin öngörüleri

AB ve ABD’nin çeşitli mahfillerinin yaptıkları değerlendirmelerde olayların Türkiye’yi de içine alacak şekilde gelişeceğine yönelik öngörüler mevcuttur. Bu konuda London School of Economics’in Orta Doğu Merkezi’nin yöneticisi Robert Lowe, Suriye’nin Irak ve Türkiye sınırında yoğunlaşan, nüfusun da yüzde 10’unu oluşturan Kürtlerin, “en haklı davaya sahip oldukları için sokaklara inmeye hazır halde yaşanan gelişmeleri izleyip beklediğini” dile getirmiştir.

Londra merkezli düşünce kuruluşu Levant Enstitüsü’nden Obeyda Nahas da, Suriyeli Kürtlerin Esad hanedanlığından önce bir sorunu olmadığını söyleyip, “Şimdi ise kendi dillerinde konuşma ve hatta yazı yazma hakları bile tanınmıyor, onlara Arap isimleri kullanmaları söyleniyor” diye konuştu. Nahas, Beşar Esad yönetiminin bu yıl Nevruz’un kutlanmasına izin vermesini, Kürtlerin protestolara katılmaması için verilen bir ’rüşvet’olarak niteledi.

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi yazarı Aluf Benn ise Orta Doğu’daki halk ayaklanmalarının bölge haritasını yeniden çizeceğini ve Iraklı Kürtlerin de bağımsız bir devlet kuracağını yazdı.

Benn, “Dikkat: Bölge inşa halinde” başlıklı yazısında halk ayaklanmalarının, 1. Dünya Savaşı’nın sonunda bölgenin sınırlarını çizen Sykes-Picot Anlaşması’nın son günlerinin habercisi olduğunu belirtti.

Küresel odaklar da Arap dünyasında meydana gelen olayların “domino etkisinin” süreç içinde Türkiye’yi ve İran’ı da içine alacak şekilde gelişmesi için yönlendirici faaliyetlere hız vereceği anlaşılmaktadır. Gelen ya da getirilecek olan yüzyılın en büyük dalgasıdır. Türkiye uyanık, İran ise tayakkuz halinde olmalıdır.

Özcan YENİÇERİ
30 Mart 2011







AÇIN KAPILARINIZI HAÇLI ORDULARINA

Son günlerin moda tabiri “Haçlı Seferleri” olmuştur. ABD, Fransa, İtalya önderliğinde Libya’ya başlatılan saldırı sonrası önce Libya Lideri Kaddafi "Bu ikinci Haçlı Seferidir. Kuzey Afrika ve Akdeniz savaş alanına döndü.” açıklaması yapmış, ardından da Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Libya’ya karşı düzenlenen harekât için "Ortaçağ'daki Haçlı Seferi’ne benziyor"demiştir.

Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant’te, hem Kaddafi’yi, hem Putin’i, hem de bu yönde düşünen kamuoyunu haklı çıkaran şu açıklamayı yapmıştır: “Şu an herkes, Sarkozy'nin orada olduğuna şükrediyor. Herkes televizyonlardan Kaddafi'nin yaptığı katliamı izlemeye hazırlanıyordu. Tanrı’ya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi'nin önderliğini yaparak önce BM'i, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği'ni harekete geçirdi".

ABD, Fransa ve İtalya üçlüsü, Libya konusunda tam bir ikiyüzlülük örneği göstererek saldırıları başlatmıştır. Libya’ya silah satan ABD, Kaddafi’nin elini öpen İtalya Başbakanı Berlusconi, 10 Aralık 2007’de Paris’te Kaddafi’nin ayaklarına kırmızı halılar sererek karşılayan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, bu ikiyüzlülüğün baş aktörleridir.

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin diktatörlüğünü işine geldiğinde görmeyen, işine geldiğinde görenlerin başlatmış olduğu saldırının “Haçlı Seferleri” olarak adlandırılması gayet normaldir. Çünkü aynı ittifak yine ABD’nin önderliğinde bir araya gelip, Afganistan ve Irak’ı işgal ederken Bush’un ağzından “Terörizme karşı yürütülen ‘Haçlı Seferi’ olacak bu savaş zaman alacaktır.” ifadeleriyle niyetlerini göstermişti.

Yıllardır Ortadoğu Bölgesi’nde kan akıttılar, milyonlarca masum Müslüman’ın canını aldılar ama doymadılar, doymak da bilmiyorlar. Müslümanların vatanlarını işgal etmeyi, Müslümanları öldürmeyi milli ve dini bir vazife olarak görüyorlar. O yüzden tarihi nostalji yaparak sürekli “Haçlı Seferleri” vurgusunu ön plana çıkarıyorlar. Vahşetin, barbarlığın ve ikiyüzlülüğün adı olan Batı’nın, Ortadoğu Bölgesi’nde tekrarladığı “Tarih tekerrürden ibarettir.” sözünün bir yansımasıdır.

Batı özüne, karakterine uygun davranışlar içindedir. Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da gördüğümüz manzaralar bunun eseridir. Bu gidişatın duracağı da şimdilik yok gibidir. ABD’nin BOP projesi adım adım ve kanlı bir şekilde işlevini sürdürmektedir. BOP günümüzün “Haçlı Seferleri” olmaktadır.

ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde” olduğunu vurgulayarak tarif ettiği Büyük Ortadoğu Projesi, bugün son halk ayaklanmaları, isyanları ve Libya’ya yapılan saldırıyla, planlanmış aşamalarını gerçekleştirmektedir. Bölge sil baştan ve kanlı bir şekilde dizayn edilmeye başlanmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ara sıra “BOP’un ölü doğduğunu” söyleyerek kendisine yönelen tepkileri azaltmaya çalışsa da, bu proje “Ben ölmedim dimdik ayaktayım.” duruşunu en son Libya’da göstermiştir. Tunus ve Yemen başına gelecekleri bildiği için ABD’nin iradesine kendisini bırakmıştır. Libya direniyor ama nereye kadar direneceği meçhul…

Bölgedeki tüm gelişmelerde Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin “duyu organı” gibi davranmaya devam ediyor. Obama “konuş” demeden konuşamıyor, “sus” demeden susamıyor. Hal böyleyken “bölgeye şekil veriyoruz” diye AKP’nin afrasından tafrasından yanına yaklaşılmıyor.

Haçlı Seferlerini "Tarih boyunca, Doğu ile Batıyı, Müslümanlar ile Hıristiyanları ayrıştıran en büyük çatışmaların, Haçlı seferleri olduğu iddia edildi. Haçlı seferleri, aynı zamanda tüm bu tarafların birbirini tanıdığı, birbirleriyle iletişime geçtiği, birbirleriyle ittifaklar kurduğu, en önemlisi de, çok yoğun bir şekilde bilim ve sanat noktasında alışverişte bulunduğu dönemlerdir." şeklinde geçmişte öven ve yücelten Recep Tayyip Erdoğan’ın günümüz Haçlı Seferlerine destek vermesi tarihe geçecek büyük bir nottur. Hıristiyan Putin bile ABD, Fransa ve İtalya’nın saldırısını "Ortaçağ'daki Haçlı Seferi’ne benziyor" şeklinde eleştirirken, Müslüman Recep Tayyip Erdoğan’ın Haçlı Seferlerini öven biri olarak, ABD, Fransa ve İtalya’nın Libya’ya saldırısını meşrulaştıracak eylem ve söylem içinde olması İslam âlemine yapılan bir ihanet değil de nedir?

ABD’nin Yemen’i, Tunus’u, Libya’yı kaosa sürüklemeden önce, yani geçen sene, Libya’ya gidip Kaddafi’nin elinden "Kaddafi İnsan Hakları Ödülü" alan ve ödül töreninde "Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz. Bu vesileyle bölgesel ve küresel ölçekte işbirliğinin geliştirilmesi yönünde gösterdiği gayretlerden ötürü Libya Lideri Muammer Kaddafi'ye şükran ve takdirlerimi ifade etmek isterim.” konuşmasını yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın "Kaddafi gitmeli mi?" sorusuna verdiği "O safhayı geçti bile. Şimdi burada Kaddafi, kendi kendiyle çelişki içinde. Resmi bir görevle Libya'nın başında olmayana düşen, resmi bir görevle Libya'nın başında olana Libya'yı teslim etmekti." cevabı nasıl bir çelişki içinde olduğunu gösterdiği gibi, ABD’nin sınırları dışında hareket edemediğini de göstermektedir.

AKP’nin dış politikasının tamamı çelişki içindedir. Figüranlar kahvehanesinde bekleyen oyuncu gibi davranmaktadırlar. ABD ne rol verirse onu oynamakta ama Türk halkını da idare etmek için her yolu denemektedirler.

Recep Tayyip Erdoğan bir konuşmasında “Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da?” diyordu, sonra tam tersini söyleyerek “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.” ifadelerini kullanıyor. İran’a yönelik Türkiye’de yerleşecek Füze Kalkanı meselesinde ve Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri seçilmesinde de aynı çelişkileri sergileyip ABD ve Avrupa ne dediyse onu yapmamışlar mıydı?

AKP kurulduğu ilk günden itibaren “Haçlı Seferleri” düzenleyenlere hizmet sunan ve Haçlı Ordusu gibi davranan ABD askerlerine dua eden tavırlar içinde olmuştur. Bu Haçlı Ordularının gelecekteki en önemli hedeflerinden birisi de Türkiye olacaktır. Condolezza Rice zaten bunu ABD adına resmi bir şekilde duyurmuştur. Böyle bir hedefte ABD’nin BOP Eşbaşkanı sizce ABD’nin mi yoksa Türkiye’nin mi tarafında olur? Bu sorunun cevabını son 8 yılı gözünüzün önüne getirerek verin…

Bu “Haçlı Seferlerinin” bir gün, bir bahane ile Türkiye’ye de bulaşacağına dikkat çeken tek kişi MHP Lideri Devlet Bahçeli olmuştur. Ve hiç kimsenin akıl edemediği önemli uyarıyı şu şekilde yapmıştır: Özellikle Türkiye açısından ele alınırsa MHP olarak hassasiyetlerimiz vardır. Şu an için bazı illerimizde PKK terör unsurlarının sürekli ayaklanma provalarının yapıldığı, Şemdinli, Yüksekova, Hakkari veya diğer bazı illerde buna benzer provaların yaygınlaştırıldığı, İmralı'da bulunan caninin, Mısır olaylarına benzer bazı tavsiyelerde bulunduğu ortamda Türkiye'yi bölmek isteyen iç ve dış unsurlarının eline Libya örneğinin verilmesine rıza göstermeyecek hassasiyetin korunması lazımdır. Bugünkü siyasi iktidardan beklentimiz budur.”

“22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde” olduğunu söyleyen Haçlı Ordularına yön tayin eden ABD olduğuna göre bu uyarıyı herkes çok dikkate almalıdır. Türkiye’nin başında da ABD’nin projelerine hizmet eden bir Başbakan olduğuna göre her şeyin yaşanması mümkündür.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Bush ve Obama ile yaptığı tüm başbaşa yapılan ve telefon görüşmelerinin kayıtları kamuoyuna açıklasın, neyin ne olduğunu tüm dünya görecektir. Bush-Obama hangi talimatları vermiş, acaba Recep Tayyip Erdoğan bu talimatlar karşısında nasıl bir duruş sergilemiştir?

Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam dünyası tehlike altındadır. Haçlı Ordularının saldırısı için Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi sadece bir bahane lazımdır. İslam dünyası için en acı olanda Haçlı Cübbeler giyen, Haçlı Ordularına dua eden, Haçlı ordularına her manada destek veren içimizdeki Lavrenslerdir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam dünyası gaflet uykusundadır. Bu gaflet sayesinde Haçlı Orduları ilerlemeye devam etmektedir.

Türkiye’nin başındaki Müslüman Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD askerlerine duası nasıldı? Aynen şöyleydi: ABD’nin Irak’ta savaşan kahraman bay ve bayan askerlerin en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en az zamanda dönmeleri temennisi ile duacıyız.”(31 Mart 2003)

Bu dua üzerine neyi tartışıyor, neyi konuşuyoruz daha… Açın kapılarınızı Haçlı Ordularına…

YILDIRAY ÇİÇEK
24 Mart 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: BÜYÜK Ortadoğu mu? Yeni BİZANS mı? Tarihe Dönelim,Bugünü Anlayalım

İletigönderen Başkomutan » Cmt Kas 05, 2011 6:30

HAFIZALARIMIZI YENİLEYELİM. TARİHE DÖNELİM,
BUGÜNÜ ANLAYALIM, GELECEĞİ GÖRELİM


Etrafımız adeta ateşten bir çember. Hem içeride hem dışarıda milli hassasiyetlerimizi ve haysiyetimizi koruyan ve kollayan bir siyaset anlayışından uzaklaşılmıştır. Bunun yerine, devletin varlığını muhafaza eden iradenin gittikçe tersine derinleşen ve millet olarak gittikçe aleyhimize artan krizlerle sonu meçhul açmazlarla karşı karşıyayız.

Siyasal iktidarın toplumun eline-ayağına vurduğu kelepçelerin anahtarı da, maalesef; bölgeyi adeta mahpushaneye çeviren ABD denilen başgardiyanın elindedir. Kara kara düşünmekteyiz.Düşündükçe insanın kanı donacak gibi oluyor.
Dolayısıyla uykuların kaçmaması, beyninizden düşünmeyi dışlamak, onu durdurmak mümkün mü? Elbette ki özünde insanlık mesuliyeti hissedenlerin, İslam ruhu ve Türklük şuuru taşıyanların yaşananlar karşısında; duyarsız kalmaları mümkün değildir.

Dokuz yılda nerden nereye geldik. Aç ki açabilesin bu kelepçeleri. Çöz ki çözebilesin bu kördüğümü. Hele hele karşımızda duran bu devasa problemleri kendi elleriyle bina eden, bu siyasi zihniyetten medet ummak da, şüphesiz ki, nafile bir umuttur. Zira atalarımızın dediği gibi; "beceriksiz adam ata binince kendini bey sanır. Şalgam aşa girince yağ oldum sanır" sözünde olduğu gibi; AKP denilen bir siyasal oluşum altında bütünleşen nice özüne yabancı adamlar; milli servetlerimizi peşkeş çektiler, milli geleceğimizi ipotek altına aldırdılar.

Başta Erdoğan ve kadrosu olmak üzere tüm AKP'li taife, ABD'nin genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi gereğince lâyık olmadıkları yere, yani İktidara gelince kibirleri hat safhaya ulaştı. Kendilerini milletin, siyasi zihniyetlerini de devletin üstünde gördüler. Etrafta olup bitenlerin neye mal olacağını hep görmezden geldiler ve milletimize göstermemektedirler.


Hâlbuki Dünya genelinde ve bölgemizde yaşanan krizleri iyi okumaya mecburuz. Artık güvenlik stratejilerinin belirlediği bir dünya düzeninin inşa edildiğini bilmek-görmek ve buna göre tedbirler geliştirmek zorundayız. Güçler arası paylaşım savaşının nedenlerini iyi tahlil edemez isek, ülkemizi de her geçen gün içine alan kuşatma, bölme, parçalama, küçültme ve yönetme çemberini yarmamız asla mümkün olamayacaktır. Bu vesileyle her milli şuur sahibi siyaset ve devlet adamı, Balkanlar ve Kafkaslardaki krizlerden, Ortadoğu'daki son gelişmelere, Türkiye'de her geçen gün tırmandırılan terör olaylarına, küresel ticaret savaşlarından boru hatlarına ve özgürleştirme adı altındaki etnik temelli iç savaş senaryolarına kadar birçok planlı-programlı oyunun bir hâkimiyet mücadelesinden kaynaklandığını bilmektedir.

Adını açıkça koymak gerekirse bunun ABD'nin küresel güç kavgasında tek başına kalmak, dünyayı tek başına idare etmek stratejisinden kaynaklandığının bilincedir.

Bu anlamda içinde bulunduğumuz yüzyılda nasıl bir dünya dengesi kurulacağını, ekonomik ve siyasi gücün nasıl paylaşılacağını, Ortadoğu ve Asya'da ne tür gelişmelerin yaşanacağını öngörebilmenin en isabetli yollarından birisi ama en önemlisi; yakın tarihimizin en önemli kesiti olarak karşımızda duran I. Dünya Savaşıdır. Bu dönemi çok dikkatli tahlil edebilirsek ve o dönemdeki İngiliz imparatorluk stratejisini kavrayacak olursak, o günkü hâkimiyet kavgasının başrol oyuncusu İngilizlerin uyguladığı politikaların bugünkü mirasçısı ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin hedeflerini çok daha net görebiliriz.


Dolayısıyla bugün içimizdeki etnik-bölücü terörün varlık sebebini de, yanı başımızdaki ülkelerde patlayan bombaların arkasında da nasıl bir savaşın yaşandığını en küçük teferruatına kadar görmek şansını elde etmiş oluruz. Bu anlaşıldığı zaman Birinci Dünya Savaşı ve İngiliz politikalarının muhteviyatı daha açık bir şekilde ortaya çıkmış olur.Kısacası AB, Rusya ve Çin'in durumunu, Kıbrıs'ın önemini, Karadeniz'in geleceğini kavramak için, ABD'nin küresel güç stratejisinin şimdilik bölgesel adı olan Büyük Ortadoğu Projesi'nin anlamını bilmek gerekir.

Afganistan'ın ve Irak'ın neden işgal edildiği, AKP zihniyetinin ve Erdoğan öncülüğündeki iktidar kadrolarının neden Türkiye'nin başına getirildiği ve neden Türkiye'nin çıkmazlara sürüklendiği daha iyi anlaşılır. Hele hele hangi stratejiler uğrunda Libya'nın, Mısır'ın, Tunus'un ve Suriye'nin başında felaket rüzgârlarının estirildiği tüm çıplaklığıyla görülmüş olur. Evet, o zaman görülecektir ki; ABD'nin bugünkü BOP politikası, o dönemin İngiliz imparatorluk stratejileriyle tıpatıp örtüşmektedir. İngilizlerin ABD'nin egzozu gibi neden hareket ettiği ve onun peşini neden bırakmadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.


Tabii ki Osmanlı'nın kaderinin İngilizlerin Ortadoğu Projesi çerçevesinde nasıl çizildiğini bugünkü yaşadıklarımızla bütünleştirdiğimizde şaşırmamak elde değil.Zira o zaman tespit edilen ve uygulanan İngiliz Emperyalist stratejisi, bugün ABD tarafından daha da geliştirilerek tatbik edilmektedir.


Kral 7. Edward döneminde hazırlanan bu siyaset çerçevesinde Arabistan, Güney İran, Fırat-Dicle bölgesi ve Osmanlı vilayetleri birer birer ele geçirilmiş, İngilizler bu bölgeleri "özgürleştirme" adı altında kan ve göz yaşına boğmuştu.Şimdi ABD Afganistan ve Irak'tan sonra, sırayla diğer ülkelerde özgürleştirme (!) adımları atıyor. Peki, stratejinin merkezinde yer alan Türkiye için nasıl bir özgürleştirme stratejisi var? Hafızalarımızı yenileyelim, tarihe dönelim, bugünü anlayalım, geleceği görelim. Türkiye'nin, Ortadoğu'nun ve Asya'nın geleceğine bakalım.

Hülasa bütün bunların tam merkezinde yer alan Türkiye'nin başındaki Başbakan Erdoğan'ın BOP eş başkanı olarak neden görevlendirildiği daha net bir şekilde anlaşılmıyor mu?


Abbas BOZYEL
2 Kasım 2011, ORTADOĞU
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x