Büyük Oyun Büyük Kürdistan (11)‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ birleştiriciliğin formülüydü...Cumhuriyet kurulduktan sonra art arda çıkan Kürt başkaldırıları, Mustafa Kemal’i “Ne mutlu Türk’üm diyene!” formülü ile Kürtleri de, diğer yirmi küsur etnik topluluk gibi Türklüğün erime kazanı içinde entegre etmek politikasına yöneltmişti. Bir Türk-Kürt Federasyonu kursa veya bu diğer etnik grupların da benzeri istekleri karşısında devleti çok “etnisiteli” bir federasyona dönüştürse idi, Sevr parçalanması gerçekleşir ve bu da felaket olurdu.
Milli mücadele Türkiye’deki bütün etnik grupların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Çerkezlerin, Lazların vb. birlikte yaptıkları bir mücadele idi.
Kürtlerin büyük çoğunluğu, dış tahriklere kapılmadan bu mücadelelere katıldılar. Hâlâ sorulur; Mustafa Kemal, Milli Mücadele esnasında, Türklerin yanında “Kürt halkından” da söz ettiği halde, sonra neden “Üniter Türk Devleti’ni” kurmuş da bir Federasyon kurmamış ve Türk adını ve kimliğini üste çıkarmış, hatta Kürt kimliğini bastırmıştır diye.
“Kürtlerin Modern Tarihi” kitabının yazarı David McDowall da soruyor:
“Mustafa Kemal’in yeni Cumhuriyet’inde, ’Türk-Kürt halkları’yerine veya üstüne Türk kimliğini ortaya çıkarması önceden düşündüğü bir şey mi idi?” diye.
Türklüğün erime kazanı...Bence, Mustafa Kemal’in o dönemin şartları gereği Türk kimliğine ve milliyetçiliğine sarılmaktan başka bir alternatifi yoktu. Ancak bunun sebebi ırkçılık ve Kürt kimliğini silmek ve ezmek niyeti değildi. Ne var ki, Cumhuriyet kurulduktan sonra art arda çıkan Kürt ve Nasturi başkaldırıları, Mustafa Kemal’i “Ne mutlu Türk’üm diyene!” formülü ile Kürtleri de, diğer yirmi küsur etnik topluluk gibi Türklüğün erime kazanı içinde entegre etmek politikasına yöneltmiş ve bu politikanın gerekleri de yapılmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal pragmatik bir liderdir. O zaman Türkiye’nin bir “mozaik” olduğunu düşünse ve buna göre mesela bir Türk-Kürt Federasyonu kursa idi veya bu diğer etnik grupların da benzeri istekleri karşısında devleti çok “etnisiteli” bir federasyona dönüştürse idi, bir pandora kutusunun kapağı hemen açılır, Sevr parçalanması gerçekleşir ve bu da felaket olurdu.
Mustafa Kemal’in maksadı “Kürt’leri kimlikleri ile Cumhuriyet’e veya bir federasyona ortak etmemekti. Maksadının arkasında önemli bir faktör daha vardı. İngilizler, Güney Kürdistan dedikleri bugünkü Kuzey Irak’taki petrol çıkarlarını korumak maksadıyla Kürtlere çeşitli şekillerde ” bağımsızlık “ vaat ederek de Türkiye’deki Kürtlere bağımsızlık ve özerklik emelleri telkin edecekti. Nitekim İsmet Paşa, Lozan Konferansında Lord Curzon’un ısrarlı olarak Kürtlere Türk Devleti içinde azınlık statüsü talep etmesinden de kuşkulanmış ve çok haklı olarak bunun arkasında Türkiye’ye karşı büyük bir Kürt Devleti kurulması tasavvurunu sezmişti. Bunun için de Curzon’un teşebbüsüne şiddetle karşı çıktı ve Kürtlere Lozan Anlaşması’nda azınlık statüsü verilmedi. Bu durumla bugün Kürtlere özerklik ve kimlik tanınması arasında bir göbek bağı görmemek mümkün değil.Kürt BaşkaldırılarıGüçlü bir Türk Devleti’nin oluşumunu kendi çıkarlarına ters gören Batı devletlerinin ve özellikle İngiltere’nin tahrikleriyle Milli Mücadele esnasında ve Cumhuriyet kurulduktan sonra, Doğu’da ve Güneydoğu’da çıkan 7 önemli ve 10 daha küçük Kürt ve Nasturi başkaldırıları Mustafa Kemal’in bu görüşünde ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
Gerçek şu ki özellikle İngiltere güçlü bir Türkiye istemiyor, hem Kürtleri Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak, hem de onları Mezopotamya’da, özellikle petrol çıkarlarının bekçisi olarak ellerinde tutmak istiyorlardı. Ancak, İstiklâl Harbi’nin yeni Türk devletinin zaferi ile sona ermiş olması, Batı devletlerinin, Fransa’nın ve İngiltere’nin bu devletin kayıtsız şartsız bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü kabul etmelerini ve yeni Türkiye Cumhuriyeti ile kerhen de olsa barışmalarını, uzlaşmalarını gerektiriyordu. Hem de, ticari ve ekonomik çıkarları açısından artık Ankara ile uzlaşmak ve bu ilişkileri, eskiden olduğu gibi Kapitülasyonlar anlayışı ile olmasa bile normal ve eşit düzeye oturtmak zorunda idiler. Batılıların ve özellikle İngiltere’nin bir başka sebeple de Türkiye ile kavgayı bırakması zorunlu olmuştu. Büyük savaşın İngiliz maliyesine yüklediği ağır yük yüzünden içinde bulunduğu mali bunalım, ordusunun büyük kısmını terhis etmek zorunluluğu, artık Orta Doğu’da büyük bir askeri güç bulundurmasına imkân vermiyordu.
Sovyet faktörüTürkiye’ye gelince, İstiklâl Harbi’nde silah vs. yardımlar yapmış olan Sovyetler Birliği şimdi bu yardımların diyetini istiyor, Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi nüfuz sahasına katmaya yani bir peyk yapmaya teşebbüs ediyordu. Ankara da bu ” ayı sarması “ baskılarının karşısında dış politikasını Batı’ya doğru yönlendirmek ihtiyacını duyuyordu. İngiliz ve Fransız dostluk yaklaşımlarına lakayıt kalamazdı. Yeni Türk devletini tanımak ve onunla uzlaşmak gereğini daha İstiklâl Harbi esnasında duyan ilk Batı devleti Fransa olmuş, Antep ve Maraş’taki yenilgilerden sonra Ankara Hükümeti ile 1922’de, daha Batı Cephesi’nde savaşlar sürerken de Ankara Anlaşması’nı imzalamıştı.
İngiltere güçlü bir Türkiye’yi hiç istemediLozan’dan sonra hele Türkiye’ye hasım Lloyd George ve Lord Curzon sahneden çekildikten sonra, Türk-İngiliz ilişkilerinde İngiltere’nin inisiyatifi ile bir yumuşama başladı. 1926’da Irak’taki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry Dobbs Ankara’ya Mustafa Kemal’i ziyarete geldi ve anlamlı sözler söyledi:
“Milletlerin kendi mukadderatlarını tayin etmelerinden ve azınlık haklarından söz etmek iyi idi de, bunlar mevcut devletlerin haklarından üstün tutulmamalı idi... Kürtler daha nesiller boyunca kendi kendilerini idareden aciz bulunacaklardı...” yani açıkça, Kürtlerden uzun süre ellerimizi çekeceğiz demek istiyordu. Sonraları daha birçok İngiliz şahsiyetleri ve heyetleri önceleri yeni devletin başkenti olarak tanımak istemedikleri ve sefaretlerini İstanbul’dan taşımamak için direndikleri Ankara’ya, sıkça gelip gitmeye başlayacaklardır...
Atatürk ‘lütfen’ kabul etmiştiBaşvekil İsmet Paşa’yı, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras)’yü ziyaret edecekler ve Kürt konusunda iyi niyetlerini belirtip, İngiliz dostluğu hususunda teminatlar vereceklerdi. Mustafa Kemal Paşa ise bu heyet ve kişilerden bazılarını “lütfen” kabul edecekti.
Ancak bütün bu “uvertürlere” rağmen, özellikle İngiltere, yeni Türk devletinin fazla güçlenmesinden ve ileride Orta Doğu’daki hatta Orta Asya’daki çıkarlarına karşı bir tehdit oluşturmasından endişeli idi.
Batılılar özellikle İngiltere, yeni Türkiye’nin gücünden, bu yeni devletin ve bağımsızlığının, sömürgeler ve Hindistan halkını bağımsızlığa teşvik etmesinden de korkuyor ve bu sebeple de önce Ankara’daki yeni Türk hareketini, sonra da kurulan Cumhuriyet hükümetini bir yerinden zayıflatma gereğini duyuyorlardı. Artık Ermeni kozu da (hiç olmazsa bir süre için) kalmadığına göre en müsait koz Kürt kozu idi.
1920’li yıllar çok nazik bir süreçti...
Türkiye dışındaki Kürtlere meskûn bölgelerde, şöyle veya böyle özellikle petrol kaynaklarını güvence altına alacak özerk tampon Kürt birimleri kurmak tasavvuru da hâlâ sıcak tutuluyordu. Gerçi Ankara’ya artık Kürtlerle ilgili olmadıkları hususunda güvenceler veriliyordu ama ajanlar hâlâ bölgede faaliyette idiler.
Güya Kuzey Irak’ta Mezopotamya ile ilgili bu faaliyetlerin bugün olduğu gibi Türkiye’ye sarkmaması ve İngilizlerin de bilgileri dahilinde Türkiye’deki Kürtleri de ilgilendirmemesi düşünülemezdi.
TahriklerI. Dünya Harbi’nde de İstiklâl Harbi’nde de Kürtler ve Türkler, omuz omuza savaşmışlardı ama Kürt aşiretleri, şeyhleri ve ağaları, dini ve siyasi sebeplerle bağımsızlık ve özerklik hevesleri ile tahriklere açıktılar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olması, hilafetin ilga edilmesi özellikle Nakşibendî şeyhlerini hatta Alevi şeyhlerini tedirgin etmişti...
İngilizler, Mark Sykes’in ve Binbaşı Noel’in ötedenberi istedikleri veçhile Kürtlere millet olmak ve milliyetçilik şuurunu telkin etmek için ortamın müsait olduğu kanısında idiler.
İngiltere hükümetinin kararı ve Irak krallığına öncelik verilmesi ile bağımsızlık isteyen Kürtler, hayal kırıklığına uğramışlardı; ama gene de Noel’in deyimiyle “biraz iterek” Türk Devleti’ne karşı Kürt ayrılıkçılığı canlandırılabilirdi. Batılılar Amerika, İngiltere ve Fransa Kürtlere verdikleri sözleri ve yaptıkları vaatleri tutmamışlar, onları hayal kırıklığına uğratmışlar ve kızgınlıklarına sebep olmuşlardı; ama hâlâ Türkiye’ye karşı bir koz olarak hem de Mezopotamya’nın güvenliğini sağlamak için onlara ihtiyaçları vardı.
Dışarıda yaşayan Kürt aydınlar da yeni Cumhuriyet daha da kuvvetlenince, emellerine hiç nail olamayacaklarını biliyorlardı ve bunun için de 1920’li yıllar hem Ankara için hem de Kürt ayrılıkçıları için nazik yıllardı.
Altemur KILIÇ 22.03.2011
Fotoğraf(*) Lozan imzalanıyor 24 Temmuz 1923
Büyük Oyun Büyük Kürdistan (12)Kürt isyanlarının arkasında Fransa ve İngiltere vardı
I. Dünya Harbi’nde İngilizlerle işbirliği yapan, mütarekede ve Sevr Konferansı döneminde İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapmış olan sürgündeki Kürt liderleri, Bedirhan ailesi, Kürt Şerif Paşa, Şeyh Abdülkadir vs.. bağımsız Kürt Devleti kurmak hayaliyle hâlâ İngiltere ile temaslarını sürdürüyorlardı.Kürtlerin nasıl kullanılacakları konusunda ise Londra’daki “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmeleri” ilkesine inanmış ve bu hususta sözler vermiş olan yöneticilerle bölgedeki reel politika koşullarını bilen Bağdat’taki Yüksek İngiliz Komiseri Arnold Wilson, Binbaşı Ely Soanes, Binbaşı Noel gibileri arasında görüş farklılıkları vardı. Daha önce Binbaşı Hay’in raporunda geçtiği gibi İngiliz ajanlarının Kürtlerin kendilerini idare etme kabiliyetiyle ilgili tereddütleri, hatta olumsuz görüşleri vardı. Ve şunu da ekliyorlardı:
“Kürtler ikiye ayrılırlar: İyi ağalar ve kötü ağalar. Her havalide bir kötü ağa vardır. Olayları çıkaranlar da bunlardır ve bu kötü ağaları her şekilde bastırmak gerekir. Bunlar sadece kişisel açgözlülük ve egoizmdir. Onları tedip etmekle hem kendi çıkarlarımıza hizmet etmiş, hem de genellikle Kürdistan’a hizmet etmiş oluruz.”
Cumhuriyet’ten sonra...İngiltere’nin bir taraftan dostluk teminatları verirken, o yıllarda hatta 1938’e kadar, ajanlarının ve mesela Binbaşı Noel’in faaliyette bulunduğu ve bu dönemde çıkan veya çıkarılan Kürt ve Nasturi isyanlarında parmağı olduğu, sonradan ele geçen belgelerden anlaşılmıştır. Açıkça, Kürtlerin Lawrence’ı diye anılan Binbaşı Noel, 1940’da öldükten sonra, London Times gazetesinde yayımlanan biyografisinde şunlar yazmaktaydı;
“Dünya Savaşı boyunca Mardin’de ve Kermanşah bölgesinde icrayı faaliyette olduğu anlaşılıyor. İngiltere hükümetinin zaman zaman hiçbir resmi ilgisi olmayan Binbaşı Noel’e, aşağı rütbelerdeki subaylara verilmesi mutad olmayan DSO nişanını vermiş olması, Kürtler konusunda yaptığı hizmetin önemini gösterir.”
Bu arada gene sonradan ele geçen belgelerden anlıyoruz ki, ünlü T. E. Lawrence’in de bölgeye fiilen gelmemiş olsa bile Kürt isyanlarının çıkarılmasında parmağı vardır. Zira Türkiye’nin II. Dünya Harbi’ne Almanya’nın saflarında girmesi ihtimaline karşı, Kürtler ve Kürt bağımsızlığı kozu, İngiltere’nin gözardı edemeyeceği bir kozdu. Diğer taraftan Almanya’nın da, Türkiye’nin Harbe müttefikler safında katılması ihtimaline karşı gene Kürtler arasında ajanlar bulunduğu da bir gerçekti.
Fransızlara gelince, onlar da Türkiye’yi kendi sömürgeciliklerine karşı bir tehdit olarak gördükleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Hatay’ı ilhak etmekte ısrar edeceğini bildikleri için, Kürtler arasında faaliyette bulunuyorlardı.
1937 yılına kadar bölgede başgösteren çeşitli ayaklanma ve isyanların, Koçgiri (1920-21), Şeyh Sait (1925), Nasturi (1920), Dersim (1935-37), Ağrı (1926-27-1930), Sason (1935) isyanlarının kahramanları Türk ordusundan kovulmuş İhsan Nuri (Paşa), Baytar Nuri (Dersimî) İngiltere ile daima temasta idiler ve para yardımı alıyorlardı.
Türkiye’nin İngiliz büyükelçileri ve konsolosları ve diğer resmi kişileri her başkaldırı esnasında, bunlarla hiçbir ilgileri olmadığı hakkında teminat üzerine teminat verirlerken, her ne hikmetse, bölgede büyük miktarlarda İngiliz yapısı silahlar ve İngiliz parası, sterlin dolaşmaktaydı.
Yurt dışındaki faaliyetGene o sıralarda, I. Dünya Harbi’nde İngilizlerle işbirliği yapan, mütarekede ve Sevr Konferansı döneminde İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapmış olan sürgündeki Kürt liderleri, Bedirhan ailesi, Kürt Şerif Paşa, Şeyh Abdülkadir vs.. bağımsız Kürt Devleti kurmak hayaliyle hâlâ İngiltere ile temaslarını sürdürüyorlardı. Şerif Paşa’nın ve Şeyh Abdülkadir’in liderliğini yaptıkları Hoybun Cemiyeti bu faaliyetlerin odağını teşkil ediyordu. Elde edilen belgelere göre Dersim ve Ağrı İsyanları’nı bu cemiyetin üyeleri olan İhsan Nuri (Paşa) ile Baytar (Binbaşı) Nuri Dersimî organize etmişlerdir. Hoybuncuların büyük bir çabaları da iki eski düşmanı, Kürtler ve Ermenileri Türklere karşı bir müşterek cephe haline getirmektir.
AyaklanmalarCumhuriyetten hemen önce, Milli Mücadele sürerken 1920 Ekim’inde, Dersim’deki Koçgiri başkaldırısı Kürt sorununun Cumhuriyet’in başına bela olacağının ilk işareti oldu. Ermeni intikamı korkusu dolayısı ile Türkler ve Türkiye ile dayanışma içinde olan Kürt aşiretlerinin dışında, yabancı tahriklerine en müsait olan Kürtler acıdır kı Alevi Kürtlerdi. Dersim’in, Ermeni emellerinin hedefi olan bölgelerden uzak olması, tarihte, yabancı misyonerlerin Kürtlerle Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı uzlaştırma teşebbüslerinde Alevi Kürtlerin daha açık olması 1920’li yıllarda da tahriklere daha müsait kılıyordu. Bir de Sünni Kürtlerle Alevi Kürtler arasındaki ezeli ihtilaf vardı. Gerçi Alevi ve Sünni Kürtler zaman zaman (o da aydınlar düzeyinde) birlikte hareket etmişlerdi.
Mesela mütareke döneminde İstanbul’da kurulan Kürt Teali Cemiyeti’nde... Bu oluşumun başında, Sünni şeyhlerle Batı Dersim’deki Alevi Koçgiri aşiretinin başı Mustafa Paşa, oğlu Alişan Bey ve sonraki Dersim isyanında da başrolü oynayacaklardan (Baytar) Nuri Dersimi vardı.
Kürtler arasındaki ayrılıklarDersim, İstanbul’dan gelen Kürt liderlerinin de katkılarıyla ve tabii Noel’in de tahrikleriyle Kürt milliyetçiliğinin merkezi haline gelmişti. Bedirhanlar da buraya el atmışlardı. Hasta Kürtlerle meskûn bütün Doğu bölgesine özerklik verilmesi dayatılmaya başlanmıştı. Bunlar karşısında, bu sefer üç ateş arasında, Batı’daki Yunan cephesi ve Doğu’daki Ermeni ve Kürt saldırıları arasında kalan Ankara vardı. Diğer bir taraftan meclisteki Kürt kökenli milletvekillerinin de desteğini kaybetmemek için asi Kürtlerin topladığı 40.000 kadar atlıya karşı çıkaracak gücü olmadığı için Dersim konusunda oyalama siyasetine devam ediyor ve diğer Kürtleri de tutmak istiyordu. Ama yabancı tahrikleri ve Kürt kıpırdanmaları gene de durmuyordu.
Ankara Hükümeti’nin o sırada saltanatı ve sonra da hilafeti ilga etmesi, özellikle Sünni Kürtlerin Ankara’ya sadakatini sulandırmaya başlamıştı.
Milli mücadele sona erdikten sonra da Ankara Hükümeti Doğu’da çok zayıf durumda idi. Ancak diğer taraftan da Kürtlerin yer yer kıpırdanmalarına rağmen, Alevi ve Sünni Kürtler arasındaki tam bir birlik olmaması Ankara’ya nisbi bir hareket sahası sağlıyordu.
Alevi aşiretler Koçgiri isyanına katılmadılar
1920-21’deki Koçgiri İsyanını, Alişan Bey başlattı ve yönetti. Daha önce kardeşi Haydar’la birlikte bölgede, Sivas ve Erzincan yolu üzerindeki Refahiye ve Ümraniye kaymakamlıklarında da bulunmuş olan Alişan Bey ve silahlı atlıları ile Binbaşı Noel’in, Mustafa Kemal’i Sivas’ta kaçırma teşebbüsünün içinde de Kamuran ve Celadet Bedirhan kardeşlerle birlikte bulunmuştu. Alişan Bey, Milli kuvvetlere sevkedilen bir silah ve cephane kolunu basmış, külliyetli miktarda silah ve cephaneye el koymuştu.
O sırada Milli Kuvvetler bir taraftan Batı cephesinde Yunanlılarla ve Doğu’da da yeni bir Ermeni saldırısı ile başa çıkmaya çalışıyorlardı. Daha evvel de Koçgirili çeteler bazı milli karakollara saldırmışlar, silah ve cephane ele geçirmişlerdi. Alişan Bey bu silah ve cephane ile 20 Ekim’de harekete geçti. Ankara hükümetine bir ültimatom vererek, Kürt Teali Cemiyeti’nin önceki taleplerini yeniden ileri sürdü.
Küstah tehditlerSevr Antlaşmasında öngörülen Kürt özerkliğinin tanınması, hapishanelerde bulunan Kürt “tutsakların” salıverilmesi, Kürt çoğunluğunun bulunduğu bölgelerden Türk idaresinin, Koçgiri bölgesinden de Türk askeri birliklerinin çekilmesi. Alişan Bey, eğer bu talepler kabul edilmez ise, isyanını bütün Dersim’e yayacağı tehdidini savuruyordu. İki cephede çarpışan Milli Hükümet, bölgedeki güçlerini toplayıncaya kadar, Alişan Bey’i oyalamaya çalıştı. Hatta Alişan Bey’e TBMM’de milletvekilliği bile teklif etti. Alişan Bey de aday olmayı kabul etti.
Ankara hükümeti, Sünni Kürtlerin çoğunun Alişan’ın cazip tekliflerine rağmen asilere katılmasını önlüyordu. Çoğu Alevi aşiretler de Koçgiri ayaklanmasına katılmadılar. Alişan ve taraftarlarının Kürt milliyetçiliği talepleri de Kürtleri onun yanına çekememişti. Kış geçip karlar eriyince, Nureddin Paşa komutasındaki milli kuvvetler, diğer Sünni Kürtlerin de yardımıyla Koçgiri İsyanı’nı bastırdılar. Bu başarıda, Sakarya Savaşı’ndan sonra oraya kaydırılan Topal Osman Ağa’nın Giresun Alayı da büyük bir rol oynamıştı. Nureddin Paşa (Sakallı) isyandan sonra hükümete çektiği bir telgrafta; “Bu olaylardan ders alınmasını, felaketlerin, ihanetlerin tekrarlanmaması için bölgede daha esaslı ve ciddi bir operasyon yapılmasını” önemle tavsiye ediyordu.
Asiler cezalandırılamadılarNe var ki, Meclis’teki özellikle Kürt kökenli milletvekilleri bu tavsiyelere şiddetle karşı çıktılar. Hatta Nureddin Paşa’nın görevden alınmasına sebep oldular ve asilerin cezalandırılmalarına da engel oldular.
Altemur KILIÇ23.03.2011
Fotoğraf(*)İdam edilen Şeyh Sait
1925 yılında patlak veren İngiliz destekli Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Kürtçülükle mücadele politikası en kararlı ve sert şekilde yürütülmüştür. 25 Şubat tarihli Örfi İdare Kanunu, 25 Şubat 1925 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklik ve 4 Mart 1925’de yapılan Takrir-i Sükun görüşmeleri, 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu görüşmeleri, Cumhuriyet idaresinin bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır. Atatürk’ün kararlı tavrı sonucu, Meclis içindeki Kürtçü muhalefete rağmen bu kanun maddelerinin hepsi teker teker onaylanmış ve hemen ardından da uygulamaya konulmuştur.
Atatürk’ün Kürt bölücülüğüne karşı yürüttüğü mücadele tartışmaya yer bırakmayacak derecede nettir.
Büyük Oyun Büyük Kürdistan (13)Cumhuriyetin hedefi eyalet değil, tek ulus, tek devlettiKoçgiri İsyanı’ndan sonra anlaşılmıştı ki, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi adem-i merkeziyet -bugünkü BDP/PKK deyimiyle demokratik özerklik eyalet sistemi diye ülkenin parçalanması değil, tek ulus devlette, entegrasyon olacak ve Kürtler de Türklüğe asimile değil, entegre olacaklardı. Ancak, Koçgiri isyanından sonra da, Cumhuriyet’in 1923’te ilanından sonra da, yurt dışından tahrik edilen Doğu’daki bölücülük hareketleri durmadı.
Kendisi de Kürt olduğu halde milliyetin, milliyetçiliğin sosyal ve kültürel birlikten ve yetiştiriliş tarzından, tarihte birlikte yaşamış olmaktan kaynaklanan bir olgu olduğu tezini savunan ve böylece, Atatürk’ün; “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ilkesinin de fikir babası olan Ziya Gökalp, başını çektiği Türkçülük hareketi de başlangıçta samimiyetle ifade edilen Kürt, Çerkez vs.. halkları tasavvuruna karşı kuvvetlenmiş yeni devletin fikri temelini teşkil etmişti...
Koçgiri İsyanı’ndan sonra gene anlaşılmıştı ki, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi adem-i merkeziyet -bugünkü BDP/PKK deyimiyle demokratik özerklik eyalet sistemi diye ülkenin parçalanması değil, tek ulus devlette, entegrasyon olacak ve Kürtler de Türklüğe asimile değil, entegre olacaklardı. Ancak, Koçgiri isyanından sonra da, Cumhuriyet’in 1923’te ilanından sonra da, yurt dışından tahrik edilen Doğu’daki bölücülük hareketleri durmadı.
Yeni isyanlar planlanıyorTürkiye dışında Avrupa’da, Kahire’de, Lübnan’da, Suriye’de yaşayan Bedirhanlar, Şeyh Abdülkadir, Bitlis eşrafından Yusuf Ziya ve 1923 seçimlerinde TBMM’ye seçilemeyen Cibranlı Halit, Nakşibendî Şeyhi Palulu Şeyh Sait, Yüzbaşı İhsan Nuri’nin kurdukları Azadi Cemiyeti’nin merkezi Dersim’e intikal etmiş ve havalide şubeleri açılmıştı. Hem Sünnileri, hem de Alevileri kapsayan hareket Doğu’ya ve Güneydoğu’ya çabucak yayılmıştı 1923’te Erzurum’da kurulan Azadi Cemiyeti ve hemen her yörede kurulan şubeleri yeni isyanları planlıyorlardı. Daha sonra ele geçen belgelerden Azadicilerin Mustafa Kemal’in Ankara’daki bazı muhalifleri ile Terakkiperver Fırkası ile irtibatları olduğu anlaşılıyor.
Azadi’nin İhsan Nuri Dersimi ile eski TBMM üyesi Yusuf Ziya’nın kardeşi Rıza’nın, ordudaki beşyüz kadar Kürt kökenli subay ve eri isyana teşvik ederek başlattıkları teşebbüs, asiler arasındaki iletişim eksikliği ve disiplinsizlik yüzünden akamete uğradı. Ne var ki, hükümet artık Azadi hareketini deşifre etmiş; Yusuf Ziya Bey, Cibranlı Halit Bey, Mutkili Hacı Musa Bey tevkif edilmişlerdi.
Şeyh Sait isyanıAzadi Cemiyeti yöneticileri 1925 Mayıs’ında bağımsız Kürdistan’ı kurmak için harekete geçmeyi planlamışlardı. İsyanı, Azadi hareketinin içine sonradan çekilen Palu’lu Nakşibendî Şeyhi Sait başlatacaktı. Bu hareketin, laik cumhuriyet’e karşı “Şeriat elden gidiyor” diye başlatılan dini bir hareket olduğu söylenir. Bu bir dereceye kadar doğrudur da. İsyan beyannamesinde de bu gerekçe ortaya atılmıştır ama gene de arkasında Kürt milliyetçisi Azadi hareketi ve yöneticileri vardır.
Noel yine işbaşındaydıAşiretleri Kürt milliyetçiliği söylemlerinden ziyade şeriatın ihya edilmesi ve halifenin geri getirilmesi gibi dini temalarla tahrik eden Palu’lu Şeyh Sait, başkaldırısında kararlı idi. Ne var ki, bu hareketi Piran’daki plansız bir çatışma sonunda bir oldu-bitti ile başlamış oldu. Bundan önce Hakkâri’de, Noel’in kışkırttığı Hıristiyan Nasturiler ayaklanmış ve ayaklanma güçlükle bastırılmıştı. Bu isyan esnasında üç Kürt kökenli subay, silah ve cephaneleri ile Şeyh Sait isyanına katılmak üzere birliklerinden firar etmişlerdi. Mahalli idare amirleri Ankara’ya bunun yeni bir başkaldırının hazırlığı olduğu hususundaki şüphelerini bildirdiler.
Nitekim Şeyh Sait’in Emir’ül Mücahidin Muhammed Said Nakşibendî imzası ile 14 Şubat 1925’te yayınladığı bildiri ile isyan patlak verdi ve ancak Şeyh Sait ve avanesinin 14 Nisan’da bozguna uğratılarak yakalanmaları ile bastırıldı. Tenkil hareketi bir süre daha devam edecek bu arada isyancılar Yusuf Ziya, Cibranlı Halit vb.. kurulan İstiklâl Mahkemesi tarafından yargılanıp idam edileceklerdi. Şeyh Sait ve başka isyancılar da yargılanarak 29 Haziran 1925’te idam edildiler. Bu sırada çıkarılan Takrir-i Sükûn kanunu ile Kürtçülüğe karşı geniş operasyonlar başlatıldı.
Kıpırdanmalar durmuyordu...Şeyh Sait İsyanı bastırıldıktan sonra alınan tedbirler ve çok sayıda Kürt şeyh ve ağalarının aileleri ile birlikte Batı Anadolu’ya nakledilmelerine rağmen Kürtçülük hareketleri durmadı. 1927’ye kadar küçük başkaldırılar devam etti. Ne var ki, Şeyh Sait isyanının başarısız olması, Kürtler ve aşiretler arasında birlik ve iletişim olmadığını da göstermişti. Eğer Zazaların dışında kalan bütün Kırmanço konuşan Kürt aşiretleri ve Aleviler bu harekete katılsalardı, isyanın başarı şansı daha yüksek olabilirdi. Kürt ayrılıkçıları bunu telafi etmeye, bir de Ermenilerle birlik olmaya çalışacaklardı.
Son zamanlarda açıklanan İngiliz belgelerinden, İngiliz Büyükelçiliğinin ve bölgedeki ajanların raporlarından, İngiltere’nin Kürt hareketlerini ne kadar yakından -fazla yakından- izlediği anlaşılıyor.
Yurt dışında Paris’e, Kahire’ye, Şam, Beyrut, Halep ve İran’a kaçmış olan Kürt liderleri ve aydınları, 1925-1927 arasında yeni ayaklanma hazırlıklarına giriştiler. Bu, yeni hareketlerin odağı, Mütareke İstanbul’unda, Türklere karşı bir Ermeni-Kürt dayanışması gerçekleştirmek için İngiltere’nin yardımı ile kurulmuş olan Hoybun Cemiyeti olacaktı.
Lider Celadet Bedirhan’dıKürt liderleri geçmişteki tecrübelerinden ders almışlardı. Aralarındaki iletişimi kuvvetlendirecekler, küçük hesap ve ihtilafları bir tarafa bırakacaklardı. Merkezi Halep’te olan bu hareketin liderliğini de Celadet Bedirhan üstleniyordu. Şimdiye kadar Kürt olayına karışmamış olan Sovyetler de bu sefer Türkiye’yi peyk yapmak umutları azaldıkça Hoybun’la ilgileniyordu. Ve bu sefer nizami bir Kürt ordusu kurulması ve Anadolu’nun doğusundaki dağlık bölgelerde konuşlandırılması, bu “ordunun” başkomutanlığına bir süre önce Beytüşşebab’taki ayaklanmanın lideri, Türk ordusundan kovulma İhsan Nuri’nin tayini kararlaştırılmıştı. Ve bu yeni isyan teşebbüsünde de Noel’in parmağı vardı. Hatta Hoybun organizasyonunda İngiltere’nin Irak’taki başkomiseri Edmonds’un rolü olmuştu. Ancak İngiltere ve Fransa o sıradaki Ankara ile uzlaşma ve yakınlaşma sürecinde, pek fazla ortalıkta görünmek istemiyorlardı. Buna karşılık Sovyet Rusya’dan para ve silah yardımı talep edilmiş, alınmıştı. Diğer taraftan Ermeni-Kürt dayanışması gereği yeni Türkiye Cumhuriyeti’nden intikam almak isteyen Ermeni Taşnak Cemiyeti de Hoybun’un kurulmasında aktif rol oynamıştı ve şimdi de yardıma hazırdı.
Ağrı isyanlarında İngiltere-Rusya-İran işbirliği vardı16 Mayıs 1926’da Yusuf Taşo adlı eşkıyanın elebaşılığında başlayan ve 17 Haziran 1926’da bastırılan Birinci Ağrı ayaklanması, 13-20 Eylül 1927’deki İkinci Ağrı hareketi, asıl Ağrı isyanına hazırlık mahiyetinde idi. İhsan Nuri, Türkiye’nin mukavemetini denemek istiyordu. Bastırıldıktan sonra asıl Büyük Ağrı İsyanı, 1930 Haziran ayında İhsan Nuri’nin 5.000 kişilik modern silahlarla teçhiz edilmiş, eğitimli Kürt “ordusunun” saldırıya geçmesi ile başladı. Nuri bu sefer Celali Şeyhi Talu’nun da desteğini almış ve Ankara’ya da bir ültimatom vermişti. Hükümet nihayet, Alevi aşiretlerinin de katılması ile bir isyan halini alan hareketleri kökünden ezmek için büyük kuvvetlerle hatta İran arazisine girerek asilere tenkil etti, bölgeyi tamamıyla asilerden temizledi (7 Eylül 1930-14 Eylül 1930).
Ağrı isyanlarında İngiltere’nin, Sovyet Rusya’nın ve İran’ın büyük rolleri, Ermeni derneklerinin yardımları olmuştur. Bu isyanların Bağdat’tan yönetildiğine ve ünlü Lawrence’in o sırada bölgede bulunduğuna dair kuvvetli deliller vardır. İsyanın bastırılmasında hükümet çok stratejik davranarak kuvvetlerini, İran’ın direnmesine rağmen, İran topraklarına sokup Ağrı Dağı’nı ve burada konuşlanan asileri çevirmesinin büyük etkisi olmuştur. Nitekim hezimetten sonra İran’a sığınan sözde başkomutan İhsan Nuri “Paşa” ya, İran hükümeti İran ordusunda görev vererek bu olaylarda parmağı olduğunu belli etmiştir. “Dersim isyanını ve bunda rol oynanayan Baytar Nuriyi bır Pazar-lık köşemde yazmıştım.”
Dersim ve Ağrı’dan sonra1938’de Kürt isyanlarının sonuncusu Dersim (Tunceli) isyanının Türk ordusunun başarılı operasyonları neticesinde bastırılmasından sonra 1970’li yılların sonuna kadar mahalli eşkıyalık olayları dışında önemli Kürt başkaldırıları olmadı. Ama gene de devlet, ordu ve istihbarat birimleri bu bölgedeki Kürtçülük hareketlerine karşı teyakkuz halindeydiler. Bir takım kıpırdanmalar oluyor ve yakından izleniyordu. Atatürk ve İsmet İnönü bu konuda çok duyarlı idiler ve bölücülük hareketlerine müsait zemin bırakmamak için Doğu’ya, Güneydoğu’ya özel tedbirler ve yatırımlar götürülmesini öngörüyorlardı.
Ancak, Batı’da entegrasyon gerçekleşip Kürt kökenliler diğer etnik gruplarla kaynaşırken ve gerek hükümette gerek iş alanında en yüksek düzeylere engel olunmadan çıkarlarken Doğu’ya, Güneydoğu’da öngörülen reform ve entegrasyon hareketlerinin başarı ile uygulandığı söylenemez. O bölgenin ağır coğrafi ve iklim şartları yatırımların oraya götürülmesine, Türkçe eğitiminin yaygınlaşmasına da engeldir.
Altemur KILIÇ24.03.2011