Yeni CHP'nin Yeni Yönetimi - 4Süheyl Batum; Genel Sekreter.Yeni CHP’nin yeni yönetiminde Genel Sekreter ve Parti Sözcülüğü görevini üstlenen Süheyl Batum, Anayasa Hukuku Profesörü. Kısa süre önceye kadar Demokrat Partiye Genel Başkan olacağı söylenen Batum, CHP’deki hızlı değişim sürecinde 22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan kurultaydan (belki) bir gün önce üye olduğu CHP’ye Genel Sekreter oldu.
Batum, Önceki YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in koordinatörlüğünde TÜSİAD’ın 1992 yılında hazırlattığı Anayasa taslağı yazan ekipte yer alıyor. Söz konusu taslak, AKP tarafından Ergun Özbudun’a hazırlatılan Anayasa taslağına olan yakınlığı ile de biliniyor. “İdeolojilerden arınmış, liberal Anayasa” olarak adlandırılan taslağın hazırlayıcılarından olan Batum, TÜSİAD’ın Görüşler dergisinde yazdığı yazılar ve TÜSİAD için hazırladığı AB raporları ile de dikkat çekiyor.
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyas ... beri-35438Süheyl Batum’un içinde yer aldığı TÜSİAD’ın taslağında 1961 ve 1982 Anayasalarında yer alan değiştirilemeyecek maddelerin de değişmesi öneriliyor. Konuyla ilgili olarak taslağın giriş bölümünde, “TBMM, 1982 Anayasası’nın “değiştirilemez hükümler” arasında saydığı hükümleri yok saymak ya da değişik formülasyonlara büründürmek hak ve yetkisine sahip midir?” sorusuna cevap aranıyor.
“Türkiye devletinin cumhuriyet” olduğu yönündeki hükmün değiştirilemezliğinin Türk anayasa geleneğinin temel unsuru olduğu belirtilen taslakta, bunun dışındaki maddelerin değiştirilmezlik kapsamına 12 Eylül rejimi şartlarında hazırlanan 1982 Anayasası’yla alındığı kaydediliyor. Bu hükümler arasında değiştirilebilecek kurallar da olabileceği belirtilirken, şu açıklama yapılıyor: “Bu konuda asli kurucu organ yetkisini kullanan bir meclisin kendini bağımsız hissetmesi doğal ve gereklidir. Bu açıdan önerilebilecek ideal formül, yeni bir Anayasa hazırlama girişiminin başında, TBMM’nin bir anayasa değişikliği yaparak, değişmezlik hukukunu daha önceki Cumhuriyet Anayasalarında olduğu gibi ‘Cumhuriyet’ ilkesi ile sınırlı tutması olacaktır. Sonuç olarak çalışma grubumuz, TBMM’nin yeni bir anayasa taslağını oluşturma aşamasında kendisini ‘cumhuriyet hükümet şekli’nin değişmezliği dışında özgür ve bağımsız hissetmesi gerektiğine inanmaktadır.”
Resmî ideoloji olmamalı;Erdoğan Teziç ve arkadaşlarının, AKP Mersin Milletvekili Prof. Dr. Zafer Üskül’ün ideolojisiz anayasa fikrine 15 yıl önce hazırladıkları TÜSİAD’ın anayasa taslağında yer vermeleri de dikkat çeken noktalardan biri. “Liberal demokratik rejimlerde devletin resmî bir ideolojisi olmaz” denilen taslakta yeni anayasanın ideolojik hükümlerden mümkün olduğu kadar arındırılması gerektiği savunuluyor. Buna örnek olarak da Türk milliyetçiliği ya da Atatürk milliyetçiliği şeklindeki ideolojik anlam verilebilecek kavramların anayasadan çıkarılarak bunun yerine hukuki bir deyim olan ‘milli’ sıfatının koyulması isteniyor.
Anayasa’da resmi ideolojinin yer almamasına ilişkin önerinin gerekçesi ise şöyle: “Atatürk’ün nihai hedefi Batı tipi liberal demokrasidir. Liberal demokratik rejimlerde ise devletin resmî bir ideolojisi olmaz. Türkiye’de 1946 seçimleri ile Atatürk’ün nihai hedef olarak belirlediği çoğulcu demokratik rejime yönelmiştir. Bu aşamadan sonra gerçekleştirilmesi gereken liberal demokratik toplumların ilkeleri olan çoğulculuk, özgürlük ve eşitlik olmalıdır.”
Başlangıç bölümü demokratik düzenle bağdaşmaz;Bu çerçevede Anayasa’da başlangıç bölümüne de gerek olmadığı, böyle bir bölüm olacaksa bile bunun çok temel hukuk ilkelerine ayrılmasının gerekli görüldüğü vurgulanıyor. Dolayısıyla, “1982 Anayasası’nın ideolojik yönü ağır başlangıç bölümünün bağlayıcı sayılmadığı” ileri sürülüyor. Bir hukuk kuralı olmaktan çok, ideolojik bir yapıya sahip olan başlangıç kısmının 1961 ve 1982 anayasalarında sorun çözmek yerine sorun ürettiğinin altı çiziliyor. Bu konuda şu görüş dile getiriliyor: “Üslup açısından son derece ağır ve bir tek cümleden oluşan ve Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeler yığınını içeren 1982 Anayasası başlangıç metni otoriter bir devlet ideolojisi çağrıştırır biçimde düzenlenmiştir. Nitekim yargı organlarınca da böyle yorumlandığı olmuştur. Devleti soyut bir varlık olarak yücelten, ona ‘kutsal’ sıfatını ekleyen bir anlayışla, özgürlükçü ve çoğulcu bir demokratik düzenin bağdaştırılması imkânsızdır.”
Genelkurmay, Milli Savunma’ya bağlansın;
TÜSİAD’ın taslağında bir diğer önemli değişiklik de, Genelkurmay Başkanlığı’nın statüsünde göze çarpıyor. Taslakta, bütün NATO ülkelerinde genelkurmay başkanının başbakana değil, Milli Savunma bakanına bağlı olduğu belirtiliyor. Bu sebeple ilgili maddenin, “Genelkurmay başkanı Milli Savunma bakanına karşı sorumludur.” şeklinde değiştirilmesi öneriliyor.
http://www.stratejikboyut.com/haber/199 ... gi-anayasa–270.html
Süheyl Batum, 2000-2003 yılları arasında Bahçeşehir Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi Dekanlığı, 2003 yılından 2007 yılına kadar da Rektörlük görevinde bulundu.
Süheyl Batum’u irdelerken Bahçeşehir Üniversitesine de yakından bakmamız gerekir. Bahçeşehir Üniversitesinin Brookings Enstitüsü ile yakın ilişkisi var.Brookings Enstitüsü Amerikan demokrasisini (!) güçlendirmek, Amerikalıların sosyal refah, güvenlik ve fırsatlarını kollamak, güçlendirmek, daha açık, güvenilir (ABD açısından), işbirlikçi uluslararası bir sistem yaratmak için kurulmuştur.
http://www.brookings.edu/about.aspxYeni CHP operasyonundan kısa süre önce İstanbul Atatürk Havaalanında Kemal Kılıçdaroğlu ile Brookings Enstitüsü’nün Küresel Ekonomi ve Kalkınmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’in ilginç bir rastlantı sonucu karşılaşmaları ve kırk beş dakikalık bir görüşme yapmaları da bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir.
Brookings Enstitüsü ile Bahçeşehir Üniversitesi arasındaki ağı (şebeke/network) çözümlemek için değerli araştırmacı, yazar Erol Bilbilik’in “Açılım Kıskacı” kitabında önemli ipuçları var.
Projenin hayata geçirilmesi amacıyla, Bahçeşehir Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve George Washington Üniversitesi Rektörü arasında ‘Amerikan Araştırmaları Programı’ adlı bir yapılanma için Haziran 2006’da bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversite’ndeki ‘Küresel Liderlik Forumu’na katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman, Marc Paris ve Alan Makovsky İstanbul’a gelmiştir.
Toplantıya Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Burak Kuntay, Koç Holding’ten Can Kıraç, Alarko Holding’ten İshak Alaton, Doğan Medya Grubu’ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Acar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Daha sonra Amerikalı heyet, TÜSİAD eski başkanı Halis Komili’yle; Koç Holding’ten Rüşdü Saraçoğlu’yla; ertesi gün de İlhan Kesici’yle baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda, Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanması aşamasına gelinmiştir.”
BOP’un Türkiye Enstitüsü: Bahçeşehir Üniversitesi;Brookings Enstitüsü Başkanı, ABD Eski Dışişleri Bakan yardımcısı Strobe Tallbott; “Türkiye 2007 Projesi“ni yürütmek üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman, Eric Edelman, ve Marc Parris’ten oluşan bir grup oluşturdu ve ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Parris’i, 1 Şubat 2007 tarihi itibariyle bu projenin direktörlüğüne getirdi. Proje kapsamında TÜSİAD, Brookings Enstitüsü ve Bahçeşehir Üniversitesi Türkiye ve Washington’da ortak konferans ve toplantılar düzenledi. Yapılan dizi toplantılarla Türkiye ve çevresindeki gelişmeler irdelenerek ABD medyasında yer alması sağlandı.
Proje kapsamındaki ilk toplantılar Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesinden yakın dostu Zaman gazetesi yazarı Fehmi Koru, Soli Özel ve Murat Yetkin’in katılımıyla Washington’da başladı. Brookings Enstitüsünden toplantılarla ilgili olarak yapılan açıklamada 2007 yılının Türkiye için önemli bir yıl olacağı ve bu seçimlerin Türk siyasal sisteminin yakın geleceğini şekillendireceği, seçim sürecinin yanı sıra Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin de Türkiye’nin, ABD, İslam dünyası ve İsrail ile ilişkilerine yön vereceği vurgulandı.
“Brookings Enstitüsü’nün dizi toplantılarından biri de 9 Mayıs 2009’da düzenlenen 4. Sakıp Sabancı Üniversitesi Konferansı ve ardından yenen akşam yemeğiydi. Yemekte AKP’nin kapatılması davası ile daha pek çok konu tartışıldı. Yemekte Brookings Enstitüsü’nün Başkanı, Strobe Talbott, aynı enstitüden uzman Philipp Gordon, Daniel Benjamin, Ömer Taşpınar, ATC Başkanı James Holmes, TÜSİAD-ABD Başkanı Abdullah Akyüz, (Fethullah Gülen destekli) TUSKON-ABD Temsilcisi Hakan Taşçı, Türk medyasının Washington temsilcilerinin yanı sıra Hasan Cemal gibi kişiler yer aldı.
ABD Dışişleri Bakan yardımcılığı görevinden ayrıldığı hâlde toplantıya katılan Nicolas Burns görüşlerin şu başlıklar altında dile getirdi:
* ABD-Türkiye ortaklığı yeniden: Yeni dönemde ABD Başkanı kim olursa olsun (ister Barack Obama, ister Hillary Clinton, ister John McCain) Türkiye ile müttefiklik ilişkilerine öncelik tanımalı. Türkiye, terörizm sorununu Irak hükümetini ve bölgesel Kürt yönetimini de işin içine katarak ortadan kaldırmaya çalışmalı, böylece fiili bir durum yaratılmamalıdır.
* Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan konusunda yeni bir açılım yapabilir. Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik sorununa çözüm yolu bulunmalı; Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması sağlanmalıdır. 2009’un Kıbrıs’ta çözüm yılı olması kimseyi şaşırtmamalıdır.
* İran ve Suriye’ye baskı: Türkiye, İran ile bir 28 yıl daha görüşmeme politikası sürdüremez.
* NATO amacına daha fazla destek: Türkiye’nin Afganistan’da büyük katkısı oldu. NATO’nun amacına da katkıda bulunmalıdır.
* Siviller tarafından idare edilen hükümet yapısı, Türkiye’nin geleceği açısından çok önemlidir. Bu şehirde Gül ve Erdoğan’a büyük saygı var. Türkiye dünya sahnesinde iyi oynuyor, bu iki lider de güvenilir ortaklar.
* Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın 1 numaralı yardımcılığına getirilen Philip Gordon, “dava sonunda AKP için kapatılma kararı verilmesi, askeri darbeden farklı olmayacaktır” dedi.
* Brookings Entitüsü’nün Türkiye Masası Direktörü Dr. Ömer Taşpınar da “ABD, Türkiye’nin AB’ne üyeliğini daha güçlü biçimde desteklemelidir” demiştir.
* Brookings Enstitüsü’nde Küresel Ekonomi ve Gelişim Programı Başkan Yardımcılığı’na atanan, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi Kemal Derviş ise “Türkiye artık on yıl önceki Türkiye değil, daha güçlü, paradigmalar değişti. Üyelik süreci tek tarafın yöneteceği bir şey olmayacak artık. Türkiye daha aktif olacağı bir aşamaya gelmek zorunda” dedi.
* 20 Ekim 2009 tarihinde Conrad Oteli’nde Brookings Enstitüsü ile TÜSİAD ortak toplantısında Enstitü Başkanı Strobe Talbott, Başkan Yardımcısı Martin İnydik de Afganistan ve Pakistan konusunda birer konuşma yaptı. (Açılım Kıskacı, Erol Bilbilik, Kırmızı Kedi Yayınevi, 1. Basım, Ağustos 2010. s.55-58)
Şimdi de Bahçeşehir Üniversitesinin web sitesinden Süheyl Batum’un da, aktif biçimde yer aldığı bir dizi organizasyon ve etkinliğe daha yakından bakalım.
Siyaset Okulu Amerika
Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu’nun geleneksel programı “Siyaset Okulu”nun yurtdışı uzantısı olan “Siyaset Okulu Amerika” sertifika programı 2006 yılında başlamıştır ve ilk Siyaset Okulu öğrencilerinin katılımıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bir başarı elde ederek gerçekleştirilmiştir. Programımız her sene olduğu gibi bu sene de Amerika Birleşik Devletleri başkenti Washington, DC eyaletinde gerçekleşecektir.
Programımızın maksadı Türk dış politikasının en önemli unsurlarından ve en önemli diyalog alanlarından biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi, sosyal, idari, ekonomik dinamikleri hakkında birinci dereceden bilgi alarak bu konuları ve Amerika Birleşik Devletleri siyasi sisteminin işleyişini öğrenmektir.
Program “Siyaset Okulu“nun diğer yurtdışı programlarından farklı olarak siyasi kuruluşların yanı sıra iş dünyası, enstitüler, ABD Temsilciler Meclisi ve Kongresi, “Think-Thank” kuruluşları ve lobiler ile çeşitli yuvarlak masa toplantılarının düzenleneceği bir program olarak dizayn edilmiştir.
Program esnasında Amerika’da lobilerin önemi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin sistematik farklılıkları, Senato ve Temsilciler Meclisi arasındaki güç dengeleri, Başkanın fonksiyonu, sistemin işleyişi esnasında karar alma sürecinin oluşturulması, Amerika’daki lobilerin ve sivil toplum örgütlerinin iç ve dış politikaya etkisi gibi birçok konuda toplantılar yapılmaktadır.
İki hafta sürecek olan programın katılımcıları daha önce gerçekleştirilmiş olan ‘Siyaset Okulu’ programlarına katılmış olan kişilerdir. Öğrencilerin, programda amaçlanan konularda gelecekte Türkiye’ye liderlik yapabilecek uluslararası ilişkiler uzmanları olmaları beklenmektedir.
Program esnasında Washington Institute, Hudson Institude, ATAA (Assembly of Turkish American Association), FDD (Foundation for Defence of Democracies), CATO, The Century Foundation, TUSIAD USA, Livingston Group, Southfive Halkla İlişkiler gibi birçok think-tank kuruluşunun yanı sıra Amerikan Senatosu, Temsilciler Meclisi, Amerikan Yüksek Mahkemesi, Amerikan Kongresi, Türkiye Büyükelçiliği gibi resmi kurumlar ziyaret edilerek, işlevleri hakkında bilgi alınmaktadır.
http://www.bahcesehir.edu.tr/amers/program/id/02#Süheyl Batum’un da Danışma Kurulu içinde yer aldığı Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmalar Merkezi’nin partnerleri ise CIA’nın yan kuruluşu RAND Corporation (
http://www.rand.org) ve Neoconların kurduğu Demokrasi Savunma Vakfı (Foundation For Defense Of Democracies). Bu küresel ortak ilişkilerini, açık seçik web sitelerine koymaları da çok ilginç.
http://www.bahcesehir.edu.tr/amers/partnerBahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırma Merkezi’nin Danışma Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem. Kurulda Süheyl Batum’un yanı sıra G. Lincoln McCurdy, Clifford D. May, Jason Epstein, Mark Dubowitz, Michael Makovsky, David Mack, David Araon, Eser Karakaş, Nilüfer Narlı, Sami Kohen, Nüzhet Kandemir gibi isimler yer alıyor.
http://www.bahcesehir.edu.tr/amers/kurulSon olarak Süheyl Batum’un Fethullah Gülen’in en stratejik organizasyonu “Abant Platformu” toplantılarının “Vesayet ve Demokrasi” başlığıyla 3-4 Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirilen “Brüksel Abant Platformu” toplantısının katılımcıları arasında yer aldığını hatırlatmak istiyorum. Süheyl Batum ile birlikte Brüksel Abant toplantısına katılanlar arasında Ali Bulaç, Eser ve Işıl Karakaş, Mehmet Altan, Nilüfer Göle, Soli Özel, Doğu Ergil, Mehmet Sağlam, Zeyno Baran, Ali Müfit Gürtuna, İngmar Karlsson gibi kişiler bulunuyordu.http://www.abantplatform.org/index.php/ ... content/96CHP’nin Atlantik ötesi ve AB’deki güç odaklarıyla hemhal olmuş yeni yöneticilerini incelediğim dizi yazının dördüncüsü burada tamamlanmış oluyor. Yazımın beşinci ve son bölümünde bu bilgiler ışığında küresel işbirlikçi Neo Kemalist yeni CHP yapılanmasıyla ilgili genel bir değerlendirme yapacağım
Dr. Ali Rıza ÜÇER
Yeni CHP'nin Yeni Yönetimi – 5Yeni CHP’nin Yeni Yönetimi dizinin ilk bölümünün giriş paragrafında; “CHP’deki son operasyonla ilgili olarak Kemal Kılıçdaroğlu “Partide korku imparatorluğuna son verdik şimdi sıra Türkiye’de” müjdesini verdi. Yeni CHP’nin Batıya (AB/ABD) daha başarılı biçimde eklemlenebilmesi için yönetime taşınan yeni yöneticilerinin çoğunluğunun ortak özelliği CHP’nin geleneksel Cumhuriyetçi/Devletçi/Devrimci/Milliyetçi/Halkçı/Laik çizgisi “Altı Ok” dışında olmaları.
CHP’nin ekseninin Kemalizm’den Yeni Kemalizm’e (Neo Kemalizm) kaydırılmasında rol alacak yeni aktörlerin tanınması, sürece ışık tutması bakımından da önem taşıyor” demiştim. Süreç o kadar hızlı gelişiyor ki CHP’nin yeni yöneticileri ileri sürdüğüm iddiaları kanıtlamak için adeta birbiriyle yarışıyor.
:arrow: Yeni CHP'nin Yeni Yönetimi - 1CHP’nin yeni Genel Sekreteri Süheyl Batum’un BDP’den gelen sol blok (!) önerisine sıcak yaklaşmasının ardından CHP tabanından gelen sert tepki nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu şimdilik ittifakın söz konusu olmadığını söylemek zorunda kaldı, iyi de oldu. Hatırlayacağınız gibi 1991 genel seçimlerinde HEP ile yapılan ittifakta SHP oyların yalnızca % 20′sini alarak DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü parti olmuş ve yalnızca 88 milletvekili çıkarabilmişti.
http://www.belgenet.net/ayrinti.php?yil_id=11Erdal İnönü’nün başında olduğu SHP’nin 1989 yerel seçimlerdeki büyük başarısının ardından gelen bu hezimetin temel nedeniyse, Cumhuriyetimizin temel değerlerine, ulusal bütünlüğümüze açıkça tavır alan ve PKK ile organik bağı olan HEP ile yapılan ilkesiz ittifaktı. Şimdi CHP’nin BDP ile ittifakı için Atlantik ötesi ve AB’den akıl alan yeni CHP yöneticilerinin1991 deki başarısızlık tablosunu hiç unutmamalarını dilerim.
1991 seçimlerinde DSP’nin % 10 seçim barajını aşarak meclise milletvekili sokmasının, CHP’nin geleneksel seçmeninin sandığa küstürülmesinin ve CHP oylarının DYP’ye kaymasının temel nedeni de CHP’yi rotasından saptıran bu ilkesiz ittifaktı. HEP, bu ittifak ile meclise 18 milletvekili sokmuştu. Leyla Zana’nın TBMM’nin açılışında Kürtçe yemin teşebbüsü, HEP’li milletvekillerinin SHP’nin onayı olmaksızın Paris Kürt Konferansı’na katılmaları ve 21 Mart 1992′deki Nevruz olayları sonrasında bu talihsiz ittifak kısa sürede sonra sona ermiş, başta Erdal İnönü olmak üzere SHP yöneticileri bedelini halka ödettikleri hatalarıyla baş başa kalmışlardı.
http://www.turkcebilgi.com/sosyaldemokr ... nsiklopediAncak bu ilkesiz girişim günümüze kadar etkisini sürdürerek CHP’ye güven soruna yol açtı. Deniz Baykal’ın en büyük başarısı CHP’yi böylesi marjinal bir konumdan, Türkiye partisi konumuna geri getirmesiydi. Şimdi yeni CHP’nin yeni yöneticileri 20 yıl önce yapılan hataları küresel güç odaklarının telkinleriyle yinelemek için sabırsızlanıyor ne yazık ki. Velev ki böylesi bir ittifak CHP’nin oylarını artıracak olsun (ki asla böyle bir durum söz konusu değildir) sırf oylarımız artsın diye CHP’nin ulusal bütünlük, laiklik gibi temel ilkelerinden gözünü kırpmaksızın ödün vermesi siyasal etiğin hangi ilkesiyle bağdaştırılabilir? Rotasından saptırılan böyle bir CHP, Türkiye Cumhuriyetinin temellerini sarsan ağır sorunlara nasıl çözüm üretebilir?
Deniz Baykal’ın kaset komplosuyla genel başkanlıktan uzaklaştırılmasının temel nedeni, ABD ve AB ittifakının (NATO) Irak’ı vahşi biçimde işgali sürecinde Türkiye’ye dayatılan 1 Mart Tezkeresinin ret edilmesinde başrol almasıydı.
AKP Hükümeti ve TSK’ya rağmen Baykal’ın CHP grubunu tezkerenin ret edilmesi için harekete geçirmesi ve bu çıkışın AKP’li milletvekillerini de etkilemesi nedeniyle tezkere ret edildi. Burada hükümet ve TSK’nın taleplerine rağmen tezkerenin desteklenmesi için Milli Güvenlik Kurulu’na tavsiye kararı çıkartma girişimine engel olan dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer‘in etkisinin de hatırlanması gerekiyor. Küresel güç odakları o gün Baykal’ın kontrol edemedikleri bu onurlu duruşunun hesabını sormak için not aldılar ve günü gelince de gereğini yerine getirdiler. Bülent Ecevit’in 2002 yılında tasfiye edilmesinin nedeni de Irak konusundaki tavrıdır.
Irak’ı parçalamak için tezgâhlanan ve demokrasi alalamasıyla dünya kamuoyuna yutturulan ABD/AB emperyalist işgalinden kısa süre sonra Irak Geçici Hükümet Konseyi Başkanlığına getirilen işbirlikçi Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani, şimdi Irak Devlet Başkanı. Paris’te Kemal Kılıçdaroğlu ile Celal Talabani arasındaki süpriz(!) görüşmeyi (tıpkı Atatürk Havaalanındaki Kemal Derviş, Kemal Kılıçdaroğlu sürpriz görüşmesi gibi) değerlendirmek için 2003 yılı kasımında yazdığım “Irak Trajedisi ve Çifte Standartlar” yazımı hatırlatma gereği duydum. Bu nasıl bir demokrasi harekâtıdır ki, masum 1 milyon Iraklı hayatını kaybetmiş, 4 milyon Iraklı yerinden yurdundan olmuş, Irak yerle yeksan olduktan sonra, üç parçaya ayrılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğünü de ağır biçimde tehdit eden BOP planı domino etkisi ile komşu ülkeleri sarsacak etkiler yaratmıştır. Sosyalist Enternasyonal gibi kulağa hoş gelen örgütlerin altını kazıdığınızda ortaya çıkan gerçek yalnızca, emperyalizmdir. O nedenledir ki emperyalist güçlerin Paris’teki cicili bicili toplantılarında sözde sosyalist özde feodal bir düzenin işbirlikçi aşiret reisi Celal Talabani gibi aktörlerin parlatılması ve yeni CHP’nin yeni yöneticileriyle buluşturulması hiç de sürpriz değildir.
http://kamyon.politics.ankara.edu.tr/de ... ydd/65.pdfYakında Mesud Barzani ile Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin diğer yeni yöneticileri arasında da sürpriz bir görüşme olursa şaşırmayın. Her şey çağdaş sosyal demokrat-sol yeni yapılanmanın başarıyla hayata geçirilmesi için nasılsa. Sakın Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi Anayasası’na, “çıkarılacak yasalar şeriata aykırı olamaz” diye hükümler koydu, erkekler için şeriatın tanıdığı haklar doğrultusunda çok eşli evlenmelerin yolu açıldı” diye muhafazakâr yorumlar yapmaya kalkmayın. Yeni CHP’nin yeni yönetiminde bu türden modası geçmiş görüşlere yer yok artık.
Türban, çarşaf açılımları, laikliğin tehdit altında olmadığı söylemleri, cemaat ve tarikatlara sıcak mesajlarla CHP yelkeni iktidar rüzgârıyla şişiriliyor. Bakın Kemal Derviş’in, Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe, Taner Berksoy’la birlikte “düşünsel takım”ında yer alan, Sencer Ayata’nın kayınbiraderi neoliberal iktisatçı ve yeni CHP’nin yeni Genel Başkan Yardımcısı Hurşit Güneş de, muhafazakârlar (yani bizim gibi dinozorlar) kenara çekilse halk akın akın CHP’ye koşar diyor. CHP’nin önünü tıkıyormuşuz. Bu nedenle de aşılmamız gerekiyormuş.
Son zamanlarda medyada sıkça gündeme gelen ABD’nin AKP hükümetinin İran ve İsrail ile ilgili tutumu nedeniyle rahatsızlık duyduğu, bu nedenle ABD ile uyumlu bir CHP’yi destekleyebileceğine ilişkin yazı ve yorumlar oldukça dikkat çekici. Cumhuriyet gazetesinde Eylül ayından beri art arda yazıları yayımlanan İsrail ve ABD’nin Ortadoğu girişimlerine siyasal ve düşünsel taban oluşturmak amacıyla kurulan WINEP Türkiye Araştırma Programı Direktörü Soner Çağaptay’ bu bağlamda dikkat çekici. Çağaptay’ın gerek CHP, gerekse AKP için Atlantik ötesi telkinleri dillendirdiği yazıları Cumhuriyet gazetesinde o kadar “kör gözüm parmağına “bir hal aldı ki, sonunda Cumhuriyet gazetesi Çağaptay’ın yazılarındaki “WINEP” kimliğini kaldırmak zorunda kaldı.
http://www.ilk-kursun.com/2010/10/winep ... una-girin/“WINEP”, İsrail ve ABD’nin Ortadoğu girişimlerine siyasal ve düşünsel taban oluşturmak üzere kuruldu. T.C. yöneticileri bu örgüte sıkça konuk olur. WINEP elemanları İstanbul’da, ARI ve TESEV konuğu olurlar. Her yıl Özal’ı ve onun Ortadoğu “aktif” politikasını anarlar. Alan Makowsky, Ortadoğu işgalinde ABD’ye danışmanlık yapmıştır. İstanbullu Musevi, istihbarat görevlisi Kürt destekçisi Henry Barkey (Fuller ile Öcalan için İtalya yollarına düşmüştü) de etkindir. Henry Barkey siyasal yaşamımızın değişen dinci siyasetçilerini, liberallerini evinde ağırlamış; Hakan Yavuz’u, Şerif Mardin’i, Sabancı Üniversitesinden Ahmet Evin’i, RAND’dan Sabri Sayarı’yı ABD Deniz (Kuvvetleri) Kulübünde buluşturmuştu.
WINEP Türkiye Bölümü’nün başına 2003 yılında Soner Çağaptay, yardımcılıklarına Ayca Arıyörük, Düden Yeğenoğlu, Nuray Nazlı İnal ve danışmanlığa Mark Parris getirildi. WINEP’te eğitime Alb. Haluk Sahar, Alb. Salahattin İbaş, Yüzbaşı Orhan Babaoğlu, Alb. Bertan Nogaylaroğlu, emniyetten Emrullah Uslu, Duygu Sezer ve Ersel Aydınlı (Bilkent Ünv) katıldı.”
(Mustafa Yıldırım, project democracy, sivil örümceğin ağında, 20. Özel Basım, s. 147, Ulus Dağı Yayınları-UDY, Ankara 2009)
Cumhuriyet gazetesinde 17 Kasım 2010′da manşetten verilen Eski ABD Büyükelçisi Eric Edelman’ın “AKP’yi şımartmaya artık son vermeliyiz” açıklamasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Şimdi bu haberi dikkatle okuyalım.
Eric Edelman, Washington’ın AKP hükümetini şımartmaktan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. ABD’deki muhafazakâr düşünce kuruluşu Dış Politika Girişimi’nin yıllık konferansında Ortadoğu’ya yönelik bir panelde konuşan Edelman, AKP’nin giderek otoriter eğilimler gösterdiğini ve Türkiye’de yargı, medya ve ordunun saldırı altında olduğunu ifade etti.
Edelman, “AKP hükümetini şımartmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum. AKP’nin, ABD için, ABD’nin AKP’ye olduğundan daha fazla önem taşıdığına inanmalarına izin vererek kendimiz için büyük siyasi ve ahlaki bir tehlike yarattık. Bu saçmalık çünkü bir dizi konuda Türkiye kesinlikle ABD’nin desteğine ihtiyaç duyuyor” diye konuştu.
ABD’nin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile dostluk kurmaya çalışması gerektiğini söyleyen Edelman, Kılıçdaroğlu’nun parti içinde bazı değişikliklerin ardından gerçek bir muhalefet lideri olabileceğini de belirtti. Türkiye’nin bugün temel kimliği ile ilgili büyük ve çekişmeli bir tartışma içinde olduğunu ifade eden Edelman, bunun ülkenin uluslararası sahnede kendini nasıl gördüğü konusunda önemli bir faktör olacağını vurguladı.
Edelman, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “temel ideolojik eğilimlerinin Türkiye’yi mevcut yola soktuğunu ve bunun devam edeceğini” söyledi. Türkiye’nin 1950’lerden bu yana “kusurlu bir demokrasi” olmayı sürdürdüğünü ifade eden Edelman, Ergenekon, Balyoz gibi davaların hükümet karşıtlarını mahkemeye göndermek için kullanıldığını, Fethullah Gülen cemaatinin polis ve istihbarata sızdığını, on binlerce insanın dinlendiğini ve ülkede bir “korku iklimi” oluştuğunu vurguladı. Politikadan sorumlu eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı, “Bu davalarda olabilecek zerre kadar doğruluk payı da kanıtların imal edilmesi yüzünden geride kaldı” dedi.
Türkiye Cumhuriyetini böylesi korkunç bir uçuruma yuvarlayan dış güçlerin timsah gözyaşlarına bakar mısınız? Günaydın, yeni mi fark ettiniz olan bitenleri. Ne oldu da durup dururken at değiştirme ihtiyacı duydunuz? Oysaki dere geçerken at değiştirilmez biliyorsunuz. Yoksa AKP’ye, “Sözümüzden dışarı çıkarsan CHP’ye destek veririz” mesajı mı veriyorsunuz?
Bu haber ve yorumlar CHP’deki “İkinci Cumhuriyetçi” dönüşümün (metamorfoz) dış dinamiklerini göz önüne seriyor. CHP’nin Cumhuriyetçi, Kemalist, Altı Ok ilkelerini benimseyen tabanı ve örgütleri tırpanlanacak, küresel işbirlikçi, post modern, neoliberal bir yapılanma ile ABD/AB emperyal sistemine eklemlenmesi sağlanacak. CHP’ye iktidar yolu açılacak. Uyusun da büyüsün ninni, tıpış yürüsün ninni.
Cumhuriyet mitinglerine akan CHP’nin gerçek tabanı yüz binlerin “Ne ABD Ne AB, Tam Bağımsız Türkiye!” haykırışları bastırılacak, CHP düzenin dümen suyuna sokulacak. Bakın küresel efendilerimiz AKP’yi azarlıyor, CHP’ye yol açıyor diye zil takıp oynayacak yeni CHP’ye destek veren yeni mütareke aydınları. MHP’nin oyunun dışına itildiği, BDP sosuyla zenginleştirilen AKP/CHP ikili sisteminin ince ince tezgâhlandığı yeni dönem kurgusuna tanık oluyoruz. Bir sosyal mühendislik laboratuarında Türkiye dış güçlerin plan ve programıyla yeniden biçimlendiriliyor.
Oyunun amacı açık seçik görülüyor. Irak’taki operasyonun ABD ve müttefiklerine bedeli oldukça ağır oldu. Şimdi Türkiye için kansız, savaşsız bir bölme, ayrıştırma, parçalama operasyonu devreye sokuluyor. Türkiye Cumhuriyeti tasfiye ediliyor ve Anadolu Türk-Kürt İslam Federasyonu tezgâhlanıyor.
Bu oyunu bozmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya sarılmak, örgütlenmek ve direnmek gerekiyor. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni bir kez daha okuyup yaşama geçirmenin tam sırasıdır.
http://www.ataturkungencligehitabesi.com/Dr. Ali Rıza ÜÇER