Mustafa Kemal Atatürk'ün 1936 yılındaki Meclis açılışındaki konuşması:
'Dahili iç işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir.'Dersim isyanı ve gerçekler Evet, Dersim isyanı askeri bir harekâtla bastırılmıştır, ancak bu harekâtta iddia edildiği gibi büyük katliamlar falan yaşanmamıştır. Kriptoların “90 bin kişi öldürüldü, 100 bin kişi zorla göç ettirildi” iddiaları bir hayalden başka bir şey değildir. Yalnızca nüfus rakamlarına bakmak bile bu yalanı ortaya koymak için yeterlidir.
İsyan öncesi Tunceli nüfusu 1935 rakamlarına göre 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bindir. Aradaki 5 bin fark da isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan aşiretlerin nüfusudur. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskana tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470’tir! Üstelik, 1940 yılı sayımındaki 95 bin nüfus o dönem için çok büyük bir rakamdır. Tunceli’de bugün bile, 2008 rakamlarına göre, 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar.
Atatürk isyana hazırlıklıydı.
Müfteriler Dersim’de sistemli bir katliam yaşandığını iddia ediyor. Halbuki durum böyle değil. Dersim isyanı için Kürt aşiretleri yıllarca hazırlık yapmış, Atatürk liderliğindeki Türk devleti de isyan başlayana kadar askeri hiçbir harekâta girişmemiştir. Kemalist iktidarın 30’lu yıllarda Tunceli’de yaptıklarını incelersek gerçeği görebiliriz. 1930’daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan hainlerin Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30’ların başlarında tespit edilmiş; Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla dolu. Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935’te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.
Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle “medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür... Zalim aşiret reislerinin silahlarına el konulur... Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır. Ve... 1937 yılının 21 Martında, yani, bugün asala’dan dönme eşkıyanın ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruz da, Seyit Rıza liderliğinde Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü’nü yakarak isyanı başlatır.
Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit edilir. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.
Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti’nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri...
Tabii Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan’ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir. “Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla temin ve tesis edilir.
Müfterileri, dönme- devşirme ve kriptoların yalanları ve gerçeğin belgeler!
Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi. Kendini solcu, ilerici ve sosyalist olarak tanıtan bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir.
İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, sözde Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini unvan, Müslümanlara iftira ve iğrenç yalandır.
Anlayacağınız, Dersim isyanı, aslı Ermeni olan bir derebeyinin, sözde bir dini liderin, bir şeytan tarikatı şeyhinin, zalim ve ceberut bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne ve Türk İnkılâbına karşı, düşman devletlerin yardım ve yataklığı ile “alçakça ayaklanmasından” başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur.
Mustafa Nevruz SINACI05 Haziran 2011
Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi. Bütün diğer sözde Kürt isyanları gibi Dersimde emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başladı. Nasıl ki, Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü kritik dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersimde, Hatay’la ilgili çok nazik bir dönemde Fransızlar tarafından kullanılmış; isyancıların üzerinden de Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün, Dersim’de katliam yaşandı yalanlarının; AB para ve himayesi ile yapılan hain şebeke sempozyumlarında dile getirilmesi “bu nedenle” bir tesadüf değildir.
Varan 3: Seyit Rıza İngiltere’den destek istedi?.. İsyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup sözde Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Yıllardır, Türk Hükümeti asimilâsyon faali yapıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayın ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak yapılan anlaşma gereği işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağı, Zilan vadisi ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın ve zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında köyler bombalanıyor, ateşe veriliyor, savunmasız kadın ve çocuklar öldürülüyor. Böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler ağzına kadar Kürtlerle dolu. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya ücra köşelere sürülüyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım. Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıkmıştı:
Dönemin Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti: “İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki aşiretlerin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisi dışında kalmaktadır. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi, vergi toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır.
Dersim’in hâkim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (...) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını B.Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arifesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti.
İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”
Mustafa Nevruz SINACI06 Haziran 2011
Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye'nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile sahte din adamlarının etkisinden kurtarmak için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, 2. olarak feodal ağalar, 3. olarak sahte din adamları ve 4. olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”
Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil; Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı. 21 Mart 1937'de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını ilga ile Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki haksız zulüm ve feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler. Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen sahte din adamları Türk İnkılâbı ve Atatürk’ün idaresine, karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başladı. İsyancıların ilk hedefi devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur tarafı iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü uçuruldu. Yani, medeniyetin bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edilmemişti!
SONUÇ VE ÖNERİLER:Öncelikle altının çizilmesi gereken bir hakikat var ki, o da şudur.
1560 – 1600 yıllarında Osmanlı Devleti’nin nüfus idaresini ele geçiren Ermeniler, kısa sürede Taşnak ve Hınçak zihniyetinin temellerini oluşturan bir ihanet şebekesi oluşturmuşlar ve Nüfus İdaresi’nin ellerinde olmasından yararlanma yollarını aramışlardır. Sonuçta karar kıldıkları yöntem çok vahşi ve alçakçadır.
Buna göre: Van ile Silifke arasındaki bütün yerleşim yerleri gizlice basılarak, yerleşik halk sessizce katledilip yerine; Din ve kimlik değiştirmiş gibi görünecek Ermeni nüfus ikame edilecek. Bu plân ve katliam, çok sessiz, gizli ve sinsi bir şekilde yıllarca sürdü. Değiştirilen ve dönüştürülen nüfus, özellikle Kürt ve Alevi olarak kendini açıkladı ve tanımladı. Yıllar sonra 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı sistematik jenosidin farkına vardı ve açıkça bilinen ve belli olan “mukayyet” Ermeniler nezdinde, tehcir dâhil olmak üzere; Bazı haklı, mutlak doğru ve yerinde, lâkin çok gecikmiş bazı tedbirler aldı. Bu nedenle:
1. Ülkemizde, adı bilinen ve Türk Medeni Kanunu’na tabi, eşit haklara sahip, 1. sınıf vatandaş Ermeniler; Etnik kimliklerini kesinlikle gizlemek lüzumunu hissetmeden, son derece güvenli, sadık-samimi ve özgür vatandaşlarımız olarak baş tacıdırlar. Nadir istisnalar hariç; Hiç kimse bunlardan müşteki değildir. Bilakis gayrimüslim azınlık, herkesten hürmet gören, bulundukları yörenin mümtaz, müstesna ve muhabbet timsalidirler.
2. Fakat sorun, etnik kimliklerini sır gibi saklayıp; Türkçüden Türkçü, milliyetçiden milliyetçi, sufi, sıddık, seyit, şeyh ve dede rollerine bürünmüş mukallitler, sahtekârlar, mürai ve münafıklar olarak aramızda dolaşanlardır. Bunlardan mürekkep gizli cemiyetler olduğu gibi; Örtülü Taşnak, Hınçak, Megalo İdea, Arz-ı Mevhut yapılanmaları ve diyasporalar; esası “Milli Devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti parçalamak, bölmek, AB’ye peşkeş çekmek, Türk insanını Amerika’ya kul, köle, uşak yapmak için olağanüstü bir çalışma ve çaba içindedirler.
3. Bu menfur odaklar aynı zamanda bilumum hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, anarşi, terör ve tedhiş unsurlarının organize liderleridir. Devleti etkisizleştirmek için her kılığa girer ve hiçbir melâneti icradan geri durmazlar.
MUTLAK ÇÖZÜM VE ÇARE:Devlet bunları bilmek; Bilinçle acil önlem ve ‘karşı tedbir’ almak zorundadır.
(*) Yararlanılan Kaynak: Onur Öymen ve Özgür Erdem makaleleri. Ankara-2011
Mustafa Nevruz SINACI 07 Haziran 2011