25 Mart 1995-Aydınlık
BATIDAN ÖZGÜRLÜK GELİR Mİ ?
Doğu Perinçek
Bugün Türkiye'de en gerici tez şudur: " Demokrasi ve özgürlük Batı'dan gelir."
Büyük bir yanılsama yaşanıyor. Batı'dan ne geldiği bellidir. 150 yıllık tarihimiz bir yana, şu son yıllara bakalım. Batı'nın dayattığı ekonomik program demokrasi açısından başlıca iki maddeden oluşuyor.
Bir: Milyonlarca işçiyi ve kamu çalışanını işten atacaksınız.
İki: Sendikalı işçi sayısını aşağı çekeceksiniz.
Dünya Bankası'nın ve IMF'nin programı gereği, sendikalı işçi sayısı 6,5 milyondan 1,5 milyona düştü. Yalnız geçen yıl Eylül ayına kadar işten çıkarılanlar, Başbakan'ın verdiği bilgiye göre 700 bin.Eylül 1994 sonrasını da hesaba katarsak, bu sayı çoktan 1 milyonu geçti ve önümüzdeki özelleştirme uygulamasıyla iki milyona varacak.
Siz hiç Batılı bir hükümet adamı veya "İnsan Hakları" temsilcisi duydunuz mu, bu sokağa atılan işçinin çalışma hakkını veya sendikasızlaştırılan işçi sınıfının sendika özgürlüğünü savunuyor olsun. Göremezsiniz, duyamazsınız. Çünkü emekçi halkın büyük mücadelelerle kazandığı özgürlük mevzilerini yıkıma uğratan programın arkasında Batılı emperyalist devletler var.
Siyaseti belirleyen ekonomidir. Demokrasiyi belirleyen de her zaman toplumsal ve ekonomik ilişkilerdir. Demokrasinin ve özgürlüklerin kendisi, dünyamıza toplumsal ve ekonomik bir devrimle geldi. Demokrasi, tarihsel olarak bir toplumun ortaçağ ilişkilerinden, krallıktan, derebeylikten kurtulmasının ürünüdür.
Batı, bize dünya sermayesiyle bütünleşme programını dayatıyor ve uygulatıyor. Özelleştirme bu programın merkezinde yer alıyor. İşçi kıyımı, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma bu programın diğer temel maddeleridir. Programın toplum hayatına yansıması ise, milyonlarca insanın sokağa atılması, yüzbinlerce çocuğun daha sokaklarda tiner çekmesi, yüzbinlerce kadının vücudunu satar hale getirilmesi, toplumumuzun büyük çoğunluğunun yoksullaşmasıdır.
Peki, o zaman bu ekonomik ve toplumsal program , hangi siyasetle tamamlanır? Bunun yanıtını sermaye sınıfının açık sözlü temsilcileri vermişlerdi. Eski DPT Müsteşarı Yıldırım Aktürk, geçen yıllarda özelleştirmenin ancak "polis rejimiyle" uygulanabileceğini belirtmişti.
Gerçekten de, milyonları sokağa atan, sendikasızlaştıran ve yoksullaştıran bir rejim, kitlelerin direncini copla, kurşunla bastırmak zorundadır. Nitekim öyle oluyor. Yürüyen madencinin önünü Mengen'de polis barikatı kesiyor. Memurun haklı eylemi polis copuyla karşılaşıyor.Batı'nın dayattığı programın milyonlarca emekçiye getirdiği özgürlükler bunlardır. İşten atılma özgürlüğü, sendikasızlaşma özgürlüğü, cop yeme özgürlüğü vb.
Yoksa Batı'ya haksızlık mı yapıyoruz ? Öyle ya, ABD hükümetinin dilinden "İnsan Hakları" sözcüğü düşmüyor. Bütün dünyaya "İnsan Hakları" ideali ve dernekleri ihraç ediyorlar; ezilen ülkeleri gözlemliyor; gerekirse ambargolar koyuyor, çeşitli baskılar uyguluyor ve dünyanın her yerine " İnsan Hakları" jandarması bile gönderiyorlar. "İnsan Hakları" sopası hiçbir zaman insan haklarını sürekli ayaklar altına alan Suudi Arabistan, Körfez Şeyhlikleri, Latin Amerika Diktaları gibi rejimlere çarpmıyor. Sopa; Çin, Kore, Küba, Irak, Libya gibi ABD'ye karşı koyan ülkelere sallanıyor.
Dikkat edilsin, Batı'nın dayattığı iki özgürlük var:
Bir: Dinciliğe, mezhepçiliğe özgürlük.
İki: Milliyetçiliğe, etnik parçalanmaya özgürlük.
Bu "özgürlükler" aslında emekçinin özgürlüğünü katletmek içindir. Zenginler Kulübü'nün amacı, insanları sınırsız tahakküm altına almaktır.Yeni dünya düzeni, bu düzenin programı. Stratejileri ise Ezilen Dünya ülkelerini din ve milliyet savaşlarıyla yıkıma uğratmak, onları devletsiz bırakmak, böylece dünya sermayesiyle sınırsız bütünleşmenin siyasal koşullarını yaratmaktır.
Kurdukları Helsinki girişimlerine, İnsan Hakları Derneklerine ve diğer mandacı örgütlere bakınız, özgürlüğün içeriğini emperyalizm belirliyor:Nakşibendiliğe, Süleymancılığa, Hizbullahçılığa, Nurculuğa özgürlük; Vahdettin'e, Abdulhamit'e, Saidi Nursi'ye özgürlük; mezheplere, tarikatlara, tekkelere özgürlük, etnik boğazlaşmaya özgürlük..Emperyalist kurumlar, on yıllardır Türkiye'nin dinsel ve etnik yapısını inceliyorlar. Bizim kültür zenginliğimizi keşfetmek için değil, parçalayarak küreselleştirmek için.
Pratiğe bakalım. Sokağa atılan işçinin, sendikasız bırakılan emekçinin özgürlüğü için uğraşan bir insan hareketi göremiyoruz.Batı'nın "insan" sınıflamasına girebilmek için mezhepçi veya gerici miliyetçi olmak gerekiyor.
Batı'nın örgütlenme özgürlüğü karşısındaki tavrına bakınız. Dinci, tarikatçı, mandacı örgütlere özgürlük; emekçi örgütlenmesine ve sendikalara ölüm!
Aydınlar da bu açıdan sınıflandırılmıştır. Batı, mandacı aydına sahip çıkıyor, kurumlarını ve medyasını mandacılar için seferber ediyor. Emekçi sınıfların aydınlarına yapılan baskılara gelince, getirin suskunluk örtüsünü. O nedenle Batı'dan "özgürlük dayanışması" istiyorsanız, etnik parçalanmayı destekleyecek ve Batı'yı okşayacaksınız, emperyalizm sözcüğünü zinhar ağzınıza almayacaksınız. O zaman Helsinki girişimlerine başkan bile yaparlar sizi.
Aslında yüz elli yıllık bir tarih dersidir bu. 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Sözleşmesi'yle ve tanzimatla başlar. Gülhane Hattı Hümayunu, yabancı tüccarın özgürlüğünü ve güvenliğini sağlar ve Osmanlı devletini parçalamak için "azınlık haklarını" güvence altına alır.Özgürlük mücadelesi veren Yeni Osmanlılar iste hapislere atılır, sürülür. 1908 Hürriyet Devrimi, Batı işbirlikçisi padişahı hedef alır. Batı, özgürlüğün karşı safhındadır.
Batılı emperyalist devletler, Birinci Dünya Savaşı'nı Türkiye'ye özgürlük getirmek için değil, ülkemizi paylaşmak için yaptılar. İstanbul'a , İzmir'e , Antep'e , Adana'ya çıkan emperyalist orduları demokrasi getirmiyordu. Osmanlı devletini yıkarak en büyük demokrasi atılımını gerçekleştirmek için emperyalizmi yenmemiz gerekti. Türkiye, bu tarih dersini İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir kez daha yaşadı. ABD, elinde "hürriyet " meşalesiyle Türkiye ekonomisini ele geçirdi. ABD işbirlikçilerinin kurduğu partinin adına dikkat ediniz: Demokrat Parti! Liderleri Bayar, "Türkiye'yi Küçük Amerika yapacağız " diyordu. Yaptılar da. Ticaniler, nurcular, tarikatçılar özgürlüğe kavuştu; emekçiler, aydınlar, sosyalist hareketlisi ezildi. Türkiye'yi 1960'ın eşiğinde Amerikancı bir tek parti diktasına sürüklemeye kalktılar.
Ülkemizde Batı'nın denetimi ne zaman güçlenmişse, baskı ve şiddet gelmiştir. İşte 12 Mart, işte 12 Eylül! İnsan Hakları raporları yazan o CIA ajanları, Kenan Evren cuntası için "our boys" ( bizim çocuklar ) diyorlardı.
Dünya'da da öyledir. Vietnam, Laos ve Kamboçya faşist rejimleri, Küba'nın Batista'sı, Endonezya'da bir milyon insanın kanına giren Suharto rejimi, İspanyanın Franko'su, Portekizin Salazar'ı, Yunan faşist cuntası, Şİli'nin Pİnoşe'si, Arjantin'in Videla'sı ve diğer Latin Amerika cuntaları, Filipinlerin Markos'u, dünyada ne kadar faşist rejim varsa ABD desteklidir. İşte bu Batı işbirlikçisi zorbalık rejimleri, ülkelerine ne kadar özgürlük getirdilerse, Batı da o kadar özgürlükçüdür.
Çağımızın bu büyük gerçeğinin teorisi de yapıldı elbette. Batı, artık büyük Fransız Devrimi'nin özgürlükçü batısı değildir; emperyalist değerler kazanmıştır ve dünya ölçeğinde gericiliğin , baskının şiddetin merkezi haline gelmiştir. DÜnyada özgürlük düşmanlığı batı ekseninde varolabilmektedir. Bu nedenle, çağımızda demokrasi ve özgürlük mücadelesinin özü, emperyalizmle hesaplaşmaktır. Emperyalizme karşı mücadele, demokratikleştirir. Emperyalizme karşı mücadeleden koparılmış bir "demokrasi" veya "İnsan Hakları" söylemi ise mandacılığın, yeni dünya düzeninin perdesidir.
Batı'ya direndiğin ölçüde demokratlaşır ve özgürleşirsin.
Batı'ya teslim olduğun ölçüde ezilir, parçalanır, boğulursun.
Neoliberalizmin ve soldaki mandacıların üzerini örtmeye çalıştıkları çağımızın büyük gerçeği işte budur.
Aydınlık, 25 Mart 1995
(Doğu Perinçek-Avrasya Seçeneği, Kaynak Yayınları, Genişletilmiş İkinci Basım, Nisan 2000, s.133-137)