Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

Tartışma Alanı

Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Türk-Kan » Prş Oca 08, 2009 23:47

Dün;
Bekirağa Bölüğü, Malta Sürgünleri
İngiltere, Vahdettin, Damat Ferit


Bugün;
Silivri Cezaevi, Ergenekon
AB, ABD, Gül, Tayyip


Bu kadar da benzemek olmaz. Tarih geçmişini bilmeyen toplumlar için tekerrür eder.

Bilal Şimşir'in 1985'te yapılan "Malta Sürgünleri" isimli kitap önsözünden:

"Malta sürgünleri olayı Kurtuluş Savaşı'yla bütünleşir. Olayın arkasında çetin bir Türk-İngiliz boğuşması yattığı apaçıktır… Türkiye'nin, işbirlikçiler dışındaki tüm yönetici kadrosunun sürülmesi amaçlanmıştır. Koskoca bir ulusun başını gövdesinden ayırmayı amaçlayan böylesine iddialı, böylesine acımasız bir sürgün harekatının eşine Britanya İmparatorluğu tarihinde bile rastlanmaz."

Sultan Vahidettin, on gün sonra 21 Ocak 1919 günü eniştesi Damat Ferit Paşa aracılığıyla İngiltere Yüksek Komiserliğine bir mesaj daha iletir. Damat Ferit Paşa henüz sadrazam değildir ama sadrazamlığa hazırlanmaktadır. İngiliz Yüksek Komiserliği Birinci Siyasi Müsteşarı Mr. Hohler ile görüşür, Padişahın mesajını şöyle aktarır:

"Kayınbiraderi(Vahidettin) suçluları cezalandırmak niyetindedir, yeteri kadar enerjik olmayan şimdiki kabine yerine daha güçlü bir kabine atamayı düşünmektedir. Suçlular, memleketteki en güçlü, en yaygın örgütün üyeleridir; kendilerine karşı ciddi eyleme geçildiğini görürlerse umutsuzluğa kapılabilirler. Padişah, bu yüzden, kendi görüşlerini paylaşanlara karşı bir patlamadan korkmaktadır. Böyle bir patlamada İngiltere'nin tutumunun ne olacağını bilmeyi arzu etmektedir."

* * *

İngiltere Savunma Bakanlığı, 3 Ocak 1919'da İstanbul, Bağdat ve Kahire'deki İngiliz Başkumandanlıklarına uzunca bir şifre tel çeker. Cezalandırılmak üzere ilk ismi verilenler Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa ile Yakup Şevki Paşa'dır.

15 Ocak 1919'de yine İngiliz Başkumandanlıklarına şifre telgrafla 9 Türk komutanının adları verilir. Bu Türk komutanlarının adları ve sözümona suçları şöyle sıralanmıştır:

Nuri Paşa: Kafkasya'da eski İslam Ordusu komutanı; Azerbaycan"a asker sokmak, Ermenilere zorbalık etmekten suçludur.

Mürsel Paşa (General Mürsel Baku): Kafkasya'da Azerbaycan Kuvvetleri Komutanı. Nuri Paşa'yı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanmaktadır.

Şevki Bey (Yakup Şevki Subaşı Paşa): Kafkasya'da 9. Ordu Komutanı. Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmekle suçlanmaktadır.

Nihat Paşa (Anılmış): Pozantı'da 2. Ordu Komutanı. Mülki makamları ayaklanmaya kışkırtmak, Kilikya'yı boşaltmamakla suçludur.

Ali İhsan Paşa (Sabis): Mezopotamya'da 6. Ordu Komutanı. Cerablus'ta İngiliz Komutanına hakaret etmekten ve yağmacılıktan suçludur.

Fahri Paşa (General Fahrettin Türkan): Hicaz Ordusu Komutanı. Teslim olmamakla suçlanmaktadır.

Galip Paşa: Yemen 40. Tümen Komutanı. Teslim olmuyor.

Tevfik Paşa: Yemen'de 7. Kolordu Komutanı. Teslim olmuyor. Asir'deki 23. Kolordu Komutanı da teslim olmuyor.

İngilizlerin ilk kara listesi budur.

* * *

Lord Curzon'un Amiral Calthorpe'a gönderdiği 5 Şubat 1919 günlü talimat şudur:

"158 ve 170 sayılı telgrafınızdan anladığıma göre, Türk Hükümetini arzuladığımız yönde harekete geçirmek için herhangi bir baskıya gerek yoktur. Sadece kendisine destek vaadinde bulunmamız yetecektir. O halde, aşağıdaki nedenlerden dolayı, sizce ya da ilgili komutanlarca teslim alınmaları gerekli görülecek Türk subayları ile görevlilerinin size ya da en yakın Müttefik komutanına teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat vermelisiniz….. 158 sayılı telgrafınızın son fıkrasında önerdiğiniz gibi kendisini destekleyeceğimiz konusunda Padişaha güvence veriniz."

İstanbul Hükümetinin "suçlu"dan kastı, İttihatçıdır. İngiliz'in gözünde ise suçlu "Türk"tür. Reşit Paşa, İngilizlere dayanarak, İttihatçılara karşı eyleme geçmeyi düşünmektedir. İttihatçı düşmanlığı Osmanlı Dışişleri Bakanını, düşmanla işbirliğine gidecek kadar körleştirmiştir.

* * *

Padişah Vahidettin, bu alanda daha da ileri gider. 10 Ocak 1919 günü, güvenilir bir adamı aracılığıyla İngiliz Yüksek Komiserine bir mesaj iletir. Yüksek Komiser bu mesajı Londra'ya şöyle bildirir:

"(Padişah)….uzun zamandan beri, aslında 1908'den beri, İttihat ve Terakki Komitesi'nin hafiyeleriyle sarılmış olduğunu, onlardan çok çektiğini söyledi. Kendisi, her zaman İngiliz taraftarı olmuştur…Şimdi de bütün umudunu İngiltere"ye bağlamaktadır…Komiteye karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır…İngiltere Hükümetinin İngiliz savaş tutsaklarına karşı barbarca davrananlar ile kırımdan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve İngiltere'nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere'nin arzusuna göre, yakalatıp, cezalandırmaya hazırdır. Ancak, geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip, öldürülebileceğinden korkmaktadır. Sert biçimde eyleme geçince, Müttefiklerin desteğine güvenip, güvenemeyeceğini, Müttefiklerin bunu Türkiye'nin bir iç işi olduğunu, söyleyip, kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. Asıl İngiltere'den gerçek destek, ilerde de dostluk beklemektedir…."

Amiral Calthorpe, Padişahın bu sözlerinin, Sadrazam Tevfik Paşa'nın söyledikleriyle aynı olduğunu bildirir.

* * *

Vahidettin'in İttihatçı düşmanlığının içten olduğunu, bundan yararlanmak ve suçluları yakalatmak için Türk makamları aracılığıyla eyleme geçmek gerektiğini söyler, şöyle der:

"Bu bakımdan, suçluların yakalanmaları isteğinde bulunmadan önce, isteklerimizi yürütme çabası güçlükler yaratırsa, kendisini destekleyeceğimiz yolunda Padişaha özel olarak vaatte bulunma yetkisinin bana verilmesi gerekir diye düşünüyorum."

* * *

İstanbul'da insan avı başlamıştır. Zemberek boşanmıştır….Osmanlı İçişleri Bakanı kara listeler hazırlar, bunları önceden İngiliz Yüksek Komiserine gösterir. Listedeki kişileri nasıl bir ani baskınla yakalatacağını anlatır, İngiliz ajanları haber toplar. Osmanlı İçişleri Bakanı İngilizlerin topladığı haberlerle, jurnallerle beslenir.

* * *

Lord Curzon'un Amiral Calthorpe'a gönderdiği 5 Şubat 1919 günlü talimat şudur:

"158 ve 170 sayılı telgrafınızdan anladığıma göre, Türk Hükümetini arzuladığımız yönde harekete geçirmek için herhangi bir baskıya gerek yoktur. Sadece kendisine destek vaadinde bulunmamız yetecektir. O halde, aşağıdaki nedenlerden dolayı, sizce ya da ilgili komutanlarca teslim alınmaları gerekli görülecek Türk subayları ile görevlilerinin size ya da en yakın Müttefik komutanına teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat vermelisiniz…..158 sayılı telgrafınızın son fıkrasında önerdiğiniz gibi kendisini destekleyeceğimiz konusunda Padişaha güvence veriniz."


BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

1919 yılının ilk günlerinde, Tevfik Paşa hükümeti zamanında İstanbul'da bazı kişilerin tutuklanmasına başlandı…Ülkede yaman bir yıldırma başlatılmıştır. İstanbul'da tutuklananlar çoğunlukla Bekirağa Bölüğü adı verilen Harbiye Nezareti Cezaevine tıkılıyorlardı. Ocak ayında başlayan tutuklamalar, Şubat, Mart aylarına doğru gittikçe artarak korkunç bir "insan avı" biçimine dönüşecek, Bekirağa Bölüğü de günden güne tıklım tıklım dolacaktı. Bu cezaevine tıkılan sözde "savaş suçluları" ileride ya Malta'ya sürülecekler ya da düzmece sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüleceklerdi. İçlerinden ipe çekilenler bile olacaktı.

5 Ocak 1919'da Kırklareli Mutasarrıfı Hilmi Bey İstanbul'da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Ertesi gün Çorum Jandarma Komutanı Mehmet Tevfik Bey, Trabzon Gümrük Memuru Mehmet Ali Bey ile tüccardan iki kişi daha tutuklanır.

7 Ocak günü İngiliz Yüksek Komiseri, Osmanlı Dışişleri Bakanıyla görüşür, "Türk savaş suçlularını"nın cezalandırılmasını ister. "İyi niyet yetmez, sonuç bekliyoruz" der.

Aynı gün Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey İstanbul'da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Bu genç Mülkiye amiri birkaç ay sonra, Ermeni yalancı tanıklarının sözlerine dayanan düzmece Sıkıyönetim Mahkemesince idama mahkum edilerek, Bayezit Meydanında asılacaktır.

13 Ocak günü üç sivil memurla bir teğmen Bekirağa Bölüğüne yollanır. Derken tutuklamalar daha yüksek görevlilere sıçrar.

14 Ocak'ta eski Sivas Valisi Sabit Bey, 18 Ocak'ta eski Musul Valisi Mehmet Memduh Bey, 21 Ocak'ta yine eski Sivas valilerinden Ahmet Muammer Bey tutuklanır.

30 Ocak günü eski Bursa valisi Ali Osman Bey Bekirağa Bölüğüne yollanır. Arada 5 kişi daha yakalanıp Bekirağa Bölüğüne yollanmıştır.

* * *

İngiliz Yüksek Komiseri, Bekirağa Bölüğünün hemen her gün yeni yeni sanıklarla dolmasını sevinçle karşılar. Padişah hükümetinin tutumunu "pek memnuniyet verici" gördüğünü Londra'ya bildirir:

Calthorpe, Londra'ya şunları teller:

"Tutuklamaların etkisi, her bakımdan fevkalade oldu. Hiç değilse İstanbul'da İttihat ve Terakki Komitesi'nin yıldırıldığını sanıyorum. Reşit Bey 6 Şubat'ta tekrar yakalandı ve onun üzerine intihar etti"


KARA LİSTELER

Kara liste deyimi ilk kez 17 Ocak 1919 günü resmen kullanılmaya başlanmıştır. Bundan önce de İngilizlerin "Suçlu Türkler" listeleri hazırladıkları görülmüştür ama bunlara resmen kara liste adı verilmemiştir.

İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliğinde kara liste hazırlamakla görevli bir şube vardır. Ermeni-Rum Şubesi adını taşır. Türkler aleyhinde ihbarlarda bulunmaları için Ermenilere, Rumlara, hatta İngilizci Türklere yeşil ışık yakılmıştır. Azınlık örgütleri, "Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Muhibler Cemiyeti" kara listeler hazırlanmasında İngilizlere yardımcı olurlar. İngilizlere ihbarlar yağar. Bunların büyük çoğunluğu pek saçma sapan şeylerdir ama İngilizlerce resmi işleme konur.

Amiral Calthorpe, bir raporunda Şubenin çalışmaları ile ilgili olarak özetle şu bilgileri verir:

"Ermeni-Rum şubesi iki çeşit fiş tutar; kişi fişleri, olay fişleri. Kişi fişlerinde 600-700 "suçlu" Türk'ün adları bulunmaktadır. Kişilerle ilgili ihbarlar, bilgiler kısaca bu fişlere işlenir. Olay fişlerinde, "suç" olayının yeri, buna karışanların adları bulunur. Bütün bilgiler İstanbul'da "Ermeni Haberleri Bürosu"ndan ya da İstanbul dışındaki Ermenilerden toplanır. Şubenin kendisi, ancak pek seyrek durumlarda mahkeme önünde tanıklık edebilir, mahkemelerde ifade verebilir. Ama mahkemelere kimlerin tanıklık edebileceklerini gösterir. Şube dışarıyla ilişkisini "Ermeni Haberler Bürosu" aracılığıyla sağlar; öteki haber kaynaklarıyla doğrudan doğruya ilişki kurmaz. Şube, "suçlu" kişilerle ilgili fişlerinin sayısını çok artırabilir."

Bu şubeden başka, İngiliz Askeri Haber alma örgütü de kara listeler hazırlar. 1919-1920 yıllarında İngiliz makamlarının, Türk hükümetine verdikleri kara listelerin bir bölümü Yüksek Komiserlikçe, bir bölümü de İngiliz Askeri makamlarınca hazırlanmıştır.


ATATÜRK KARA LİSTEDE

İngilizlerin kara liste furyasından Mustafa Kemal Paşa da kurtulamaz. Daha Samsun'a çıkışından 80 gün önce Mustafa Kemal İngilizlerin kara listesine girmiştir. Paşanın adı İstanbul'da bulunan ve "azledilip sürülecek" kişilerin başında yer almaktadır. Onun arkasından başka kişilerin adları sıralanmıştır: Mustafa Kemal Paşa'nın yaveri Cevat bey(Gürer), Yarbay Kel Ali(Çetinkaya), Halil Paşa(Killi), Kazım Karabekir Paşa, İsmet Bey(İnönü) ve daha birçok Türk subayının adları gelir. Bu kara liste İstanbul'daki İngiliz Haberalma Merkezinden, Londra'ya, Askeri Haberalma Başkanlığına yollanmıştır. Oradan 12 Nisan 1919 günlü bir yazıyla İngiltere Dışişleri Bakanlığına iletilmiştir.

Ülkemizde neler olup, bitiyor… Anlamak isteyenlerin mutlaka ama mutlaka Malta Sürgünleri"ni okuması, okuyanların bir daha okuması gerekiyor. Bir "büyük sınav"da "zirve ve çukur"un ibretlik örnekleriyle dolu. "Kara listelerle" sürgüne gönderilenler arasında, müttefiki Fransızları bile çileden çıkaran hukuksuzluklara imza atan İngiliz'den himmet dileyen de, İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon'a, "Kanımca yanlış bir yoldasınız ekselans… Kuşkusuz yüzeyde bazı başarılar kazanırsınız, ama dipteki taban, canlı ve kinci kalacaktır. Çünkü, Türk ulusunun milliyetçilik ateşini ve yüce onurunu söndürebilecek hiçbir kuvvet yoktur" diye haykıran da var.

Malta'da çile doldurmuş, görmüş, geçirmiş ve kıssadan hisse çıkarmış olan ünlü Göz Doktoru Esat Paşa, tarihin sayfaları arasından bize şöyle sesleniyor.

Reçete gibi;

YENİLMEYECEKSİN!…



Kaynak
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen İlteriş » Cum Oca 09, 2009 0:15

Evet, Turk milletinin basi, govdesinden ayrilmak isteniyor!

Adliye'de mulkiye'de, emniyet'te kadrolasma calismalarinin ulastigi sonuc f-tipi acisindan mukemmel.

Ecevit'in "herkes devleti mesru yollardan ele gecirme hakkina sahiptir" diyerek bunlara arka cikmasi, Cumhuriyetin alnina sıkılmıs bir kursun imis! Bu gercek bugun cok daha iyi anlasiliyor!

Necip Hoca bosuna sehit edilmedi! O tek kisilik ordu'yu rahmetle aniyorum!

Silivri'deki aydinlarimizin can guvenligiyle ilgili endise duyuyorum. Turkiye'nin uretken beyinlerni, Turk halkinin aydinlatma fiseklerini sondurmek isteyebilirler.

"Canim bisey olmaz asker var, ordu var" diyen zavalli sozde Ataturkcu, ozde korkaklar da kendi korkakliklarinda bogulsunlar! Onlar yuzunden de geldik bu gunlere!

Sirada dusunen, cesur Turk Gencligi ve onderleri var, onlari da tek tek tutuklamaya calisacaklar, bunun fiziksel altyapisini olusturmak icin tecavuzcu, katil ve pkk hainlerine af cikartip cezaevlerini bizler icin bosaltabilirler bugunlerde bekliyorum.

Bursa Nutkunu okutmaliyiz, elden dagitmaliyiz. Kisa ve oz olarak Gencligin ne yapmasi gerektigini acikliyor.

Saygilarimla.
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir"

Mustafa Kemal Ataturk
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş
Üye
Üye
 
İletiler: 1197
Kayıt: Cmt Eki 20, 2007 23:05

İletigönderen Türk-Kan » Prş Oca 22, 2009 14:45

gokturkmehmet yazdı:Bursa Nutkunu okutmaliyiz, elden dagitmaliyiz. Kisa ve oz olarak Gencligin ne yapmasi gerektigini acikliyor.

Insallah TÜRK gencligi sorumlulugunun bilincindedir!
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Türk-Kan » Pzr Eki 11, 2009 13:50

Kürt Açılımı, Malta Sürgünleri Ve Ergenekon...

1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır bugün. Ülkemiz ABD, AB ve yerli ortakları tarafından kuşatılmıştır.

Birliğimiz, bütünlüğümüz, üniter yapımız yok edilmek istenmektedir.

Sevr gündemdedir.


Ordu, yargı, tüm ulusumuz ateş altındadır.

Vatanımız ateş altındadır.

Bugüne değin ulusalcılara, ulusal düşünceye, Atatürk devrimlerine bu denli pervasızca, açıktan dil uzatılmadı. Bu denli yüksek perdeden sövülüp sayılmadı. Bağımsızlık düşüncesi bu denli aşağılanmadı.

Adalet, hukuk bir karmaşa içerisine sokulmuştur günümüzde. Bu ülkeye yıllarca hizmet etmiş generaller, politikacılar, sendikacılar, yazarlar çizerler ruh hastalarının, eski PKK’lı katillerin tanıklığı ile dört duvar arasına atılmakta, çile çektirilmektedir.

Bu haksızlıklara, yasa dışı uygulamalara karşı çıkan, direnen yargıçlara, savcılara, mahkemelere ise çeşitli yıldırma, sindirme, korkutma yöntemleri uygulanmaktadır. Ta Amerika’lardan tozlu mektuplar gönderilmektedir.

İktidar yasama, yürütme, yargı erklerini tekeline alıp, Türkiye’yi dilediği gibi yönetme sevdasına düşmüştür.

Dinci faşizmin ayak sesleri giderek artmaktadır… İşbirlikçi, taraf basın “Mütareke Basını”na dönüşmüştür. Emperyalizmin sözcüsü durumundadır bugün. Giderek daha da saldırganlaşmaktadır.

Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır. Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.

ABD’nin hedefinde ulus devletler vardır. Çünkü ulus devlet demek bağımsızlık demektir. Ülke çıkarlarını korumak demektir. Ulus devletlerin parçalanıp, devletçiklere dönüşmesi Amerika’nın dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Uluslar parçalanmalı, etnik, dinsel, cemaatler temelinde yeniden düzenlenmelidir.

Bu amaçla ilk girişim Irak’ta gerçekleştirilmiştir. Sıra Türkiye ve İran’dadır.

Şu günlerde, ekonomik krizle boğuşan ve çöküntüye giden ABD’nin elini çabuk tutması gerekiyor. Çin, Hindistan, Rusya, Latin Amerika gibi ülkeler daha da güçlenip dünya politikasına ağırlığını koymadan ve Avrasya birliği gerçekleşmeden Ortadoğu teslim alınmalıdır. Ondan sonrası kolay. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir nasıl olsa!… Asya’nın merkezine, kalbine doğru bir yürüyüş… Kafkasların işgali ve yeni dünya imparatorluğu…

Bu bir Amerikan rüyasıdır. Bu bir dünya egemenliği savaşımıdır. ABD’nin sömürgeciliğini sürdürmesi, Amerikan rüyasının gerçekleşmesi bu savaşımın kazanılmasına bağlıdır.

BOP YÜRÜRLÜKTEDİR

Bu nedenle BOP hâlâ yürürlüktedir ve Amerika’nın yüksek çıkarları için yürürlükte kalmak zorundadır.

Bizim bazı safdil aydınlarımızın ve yazarlarımızın sandığı gibi, ne Atatürkçü, laik (!) Obama ne de ABD’li bir başka demokrat (!) başkan bu yürüyüşü durdurabilir. Çünkü bu hedef ABD’nin patronları ve uluslararası sermaye tarafından çok önceden belirlenmiştir.

Amerika ve yerli uşaklarının ülkemizde istedikleri gibi at oynatıp, saltanatlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’nin de Irak ve Yugoslavya gibi parçalanması gerekmektedir.

Çünkü bir düşmanı yok etmenin en kestirme yolu mezhepleri, dinleri, etnik grupları birbirine düşürerek, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamaktır. Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da yapılan budur. Türkiye’de de şimdi bu oyun sahnelenmektedir. Bu bir “Böl, Yönet” oyunudur.

Yoksul ülkelerin bazı işbirlikçi eşbaşkanları da bu oyunda figüran rolündedirler. Görevlerini büyük bir çaba ve bağlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadırlar…

Çünkü onlar da bu planın bir parçasıdırlar. Bu savaşım, ABD ile birlikte onların da “var olma” ya da “yok olma” savaşımıdır. Gelecekleri buna bağlıdır.

ABD’nin Ortadoğu’dan elini eteğini çekip, kendi ülkesine dönmesi, yani emperyalizmin yenilgiye uğraması, işbirlikçilerin de yok olması demektir. O zaman ne Talabani kalır, ne Barzani ne de Öcalan… O zaman AKP’nin esamisi bile okunmaz…

Bu açılımlar, saçılımlar ABD’nin Yeni Dünya Düzenini oluşturmak için yapılmaktadır. Kürt açılımı bir ABD açılımıdır. Kürt açılımı bir ABD tasarımıdır. Bu tasarımın temelinde, çatısında, her noktasında Amerika vardır. Demokrasi, kardeşlik, özgürlük, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kulağa hoş gelen sözler bu gerçekleri gizlemek içindir.

Kürt açılımı, Lozan’ın yadsınmasıdır. Sevr’dir.

LOZAN, TAM BAĞIMSIZ BİR ULUS DEVLETİN İLANIYDI

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini hiçbir zaman kabullenemeyen ABD, Kurtuluş Savaşındaki yenilgiyi hiçbir zaman içine sindiremeyen Batı, hep bir Sevr özlemi ile yaşamıştır.

Churchill, Lozan görüşmelerinden sonra duyduğu ezikliği şu sözlerle dile getirmişti:

“İngiltere’nin tarihinde bundan daha büyük hezimet yoktur. Bundan daha büyük bir başarısızlık olmamıştır…”

Lozan’da Osmanlının küllerinden yeni bir ülke yaratılmıştı. Lozan, Türkiye Cumhuriyetinin tescili, varoluşuydu. Tam bağımsız bir ulus devletin ilanıydı. O, Türk, Kürt, Çerkez, tüm yurttaşların tek çatı altında, kardeşlik temelinde oluşturduğu bir ulus devletti. İşte onun için Mustafa Kemal, “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demişti.

Bu kaynaşmış, bütünleşmiş ulus devlet tüm dünyaya örnek olmuş, öncülük yapmıştı.

Çok çetin tartışmalardan sonra Türkiye, kendi koşullarını sömürgeci uluslara kabul ettirmişti. Emperyalist ülkelerin tüm direnmelerine karşın kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Bu sonucu alana dek konferans zaman zaman ertelenmiş, durma noktasına gelmişti. Ama yine de Kemalist Hükümet, Lozan’dan başı dik, zaferle ayrılmasını bilmişti.

Bundan böyle Türkiye büyük, küçük tüm dünya devletlerinin tanıdığı, onlarla aynı haklara sahip, egemen, üniter bir ulus devlet sayılacaktı. Lozan bunu gerçekleştirmişti. İsmet Paşa, Batılı emperyalistlere karşı ikinci bir “İnönü Zaferi” kazanmıştı

Bütün bu zorlu oturumlardan sonra İngiliz dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet Paşa’yı yanına çağırmış, tehdit edici bir tavırla şunları söylemişti:

“Paşa” demişti, “senden hiç memnun değiliz. Biz ne istersek reddediyorsun. Ne istersek itiraz ediyorsun. Savaş olsa bile sonunda geleceksin önümüzde diz çökeceksin ve ülkenin kalkınması için bizden borç isteyeceksin ve işte o zaman şimdi reddettiğin tavizleri teker teker cebimizden çıkarıp önüne koyacağız.”

Aynı şeyi I. Dünya Savaşından hemen sonra 1918’de Wilson da vurgulamıştı:

“Amerika’nın çok büyük bir mali gücü var ve savaştan sonra biz bu mali gücümüzden yararlanarak bütün ülkeleri istediğimiz gibi yönlendireceğiz…”

Şimdi bu sözler yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Türkiye’de bir “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” kurmak isteyen Batı kolları sıvamıştır. Ortam elverişlidir. Siyasal İslamcı iktidar, bölücüler, mütareke basını bu oluşumu büyük bir şevkle desteklemektedirler.

Batı, Atatürk’lere, İnönü’lere kabul ettiremediği koşulları bugün yerli ortaklarını kullanarak tüm Türkiye’ye dayatmaktadır. Kürt açılımları, Ermeni açılımları birbirini izlemektedir.

Bu tasarımlara, emperyalizmin Ortadoğu ve Türkiye’yi ele geçirme girişimlerine direnenler ise düzmece senaryolarla, çeşitli ayak oyunları ile dört duvar arasına atılmakta, ortalık dikensiz gül bahçesine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Ne zaman emperyalizmin oyununu bozan birileri çıksa, ne zaman tam bağımsızlıktan, iyi komşuluk ilişkilerinden söz eden bir yurtsever grubu ile karşılaşılsa hemen tutuklamalar, tehditler, tertipler birbirini kovalamakta, antiemperyalist direniş kırılmaya çalışılmaktadır.

TAM BAĞIMSIZ BİR TÜRKİYE İSTEMEK SUÇ

Aramalar, taramalar, baskınlar, yargıya, yargıçlara saldırılar, gözdağı vermeler, korku imparatorlukları, hep bunun içindir. Ulusalcılık lafını ağzına alanları bunun için içeriye atılmaktadırlar.

Tutuklananların geçmişte verdikleri demeçlere, yazdıkları yazılara bakarsak, neyi savunduklarını, niçin tutuklandıklarını, yani asıl gerçekleri daha iyi görebiliriz. Örneğin Hurşit Tolon, 2004 yılında yazdığı kitabının önsözünde şunları söylemişti:

“Bu kitapla, günümüzde, ülkemizin bütünlüğüne, ulusal birlik ve beraberliğine yönelik oluşumların tarihi geçmişinin anımsanmasına bir ölçüde yardımcı olmak amaçlanmıştır.

Bir başka yazısında:

“Türkiye’mizin jeopolitik konumu dolayısı ile tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de gelecekte de birçok düşmanları olacaktır. Bu düşmanlar Kurtuluş zaferimizden sonra rafa kaldırdıkları, Sevr Barış Antlaşması`nı tekrar gündeme getireceklerdir. Zira bugün bölücü unsurların vatanımızı parçalama ve akabinde de ele geçirme faaliyetleri Sevr Antlaşması`nın günümüze uygulanması çalışmalarından başka bir şey değildir.`

Tuncer Kılınç Paşa da şunları söylemiş:

“Avrupa Birliği, Ermeni soykırımını ve Kıbrıs’ta Rum yönetimini tanımamızı, limanları Rumlara açmamızı, terör örgütü ile masaya oturmamızı, Kürt ve Alevi vatandaşlarımızı azınlık olarak nitelememizi istiyor. Avrupa Birliği böylece, birliğimizi, bütünlüğümüzü bozarak, kolayca teslim olmamızı bekliyor”.

Konuşmalar, yazılar, demeçler ortada. Komutanlar, tam bağımsızlıktan yana. “Birlik ve beraberliğimizi parçalamaya yönelik oluşumlardan, Sevr’in tekrar gündeme gelmesinden, terör örgütü ile aynı masaya oturma tehlikesinden söz ediyorlar ve rahatsızlıklarını belirtiyorlar. Hepsi bu.

Suçları antiemperyalist olmak, ülkenin tam bağımsızlığını savunmak, ülkenin içişlerine başka devletlerin burnunu sokmasına engel olmak…

Bunlar Atatürk’ün kırmızı çizgileri değil miydi? Bunları savunan kişiler hain olabilir mi? Bunlar suç sayılabilir mi?

Ya da şöyle soralım:

Bir Türk politikacısı çıkıp da ABD’ye “Sen şu eyaletlere toprak ve özgürlük vereceksin, Kızılderililere ve zencilere ayrı devlet kurma hakkını sağlayacaksın, sınırları ayıracaksın…” diyebilir mi? Bu mümkün müdür? ABD ya da AB bu türden isteklere, yönlendirmelere izin verir mi? Peki biz niye izin veriyoruz? Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet değil midir?

Kendi sınırları içerisinde böyle girişimlere asla ve kesinlikle izin vermeyen ABD’ye, AB’ye “sen de bizim işlerimize burnunu sokamazsın” demek suç mudur? Suç sayılabilir mi bu?

ERGENEKON TERTİBİ

Elbette Sayılmaz. Yeryüzünde böyle bir suç yoktur. Yeryüzünde vatan savunmasını cezalandıracak bir yasa da yoktur. Ama Türkiye’yi bölmek, parçalamak isteyen sömürgeci devletler için bu, büyük bir suçtur!… Onun için Bağımsızlık isteyenlerin hemen engellenmesi gerekir.

Peki, nasıl olacak bu iş? Nasıl engellenecek yurtseverler? Ulus devleti ve tam bağımsızlığı savunanlar nasıl susturulacak?

Kolay. Hem de çok kolay, işin uzmanları (!) için çocuk oyuncağı bu…

Önce ETÖ adlı bir örgüt yaratırsın. Bu örgütü emperyalistlerin korkulu rüyası Türk Ordusu ile özdeşleştirirsin, sonra da orduyu darbecilikle suçlarsın. Amaç sindirme, halkın gözünde onu küçük düşürmektir… Ardından yargıya saldırılar düzenlersin. Yargı siyasallaştırılmaya, hizaya getirilmeye çalışılır. Gelmeyenlere korku, baskı yöntemleri uygulanır. Yargı kalesi de teslim alındıktan sonra at atabildiğin kadar yurtseveri içeri. Böl, bölebildiğin kadar vatanı. Parça parça, bölge bölge… Sat satabildiğin kadar…

Kurtların dumanlı havayı sevmesi gibi, işte tam böyle bulanık ortamlarda ve zamanlarda ABD’nin “Our Boys”ları (Bizim Oğlanlar) da çıkar ortaya, kendilerine verilen görevleri yerine getirirler.

Bizim tarihimiz “Our Boys”larla doludur.

Nemrut Mustafa’lar, Vahdettin’ler, Damat Ferit’ler birer İngiliz “Our Boys”u idiler. Bugünkü ABD’nin “Our Boys”ları gibi onlar da Kurtuluş Savaşını engelleyebilmek için ellerinden gelen çabayı ortaya koymuşlar, düşmanla işbirliğine kadar gitmişlerdi. Emperyalizme karşı kelle koltukta savaşan, dişe diş mücadele veren yurtseverleri bastırmak için, İngilizlerden destek ve yardım istemişlerdi.

İngiliz Yüksek Komiseri kendisinden yardım isteyen Vahdettin’i desteklemek amacıyla Londra’ya şu mesajı göndermişti:

“(Padişah)… Uzun zamandan beri, aslında 1908’den beri, İttihat ve Terakki Komitesinin hafiyeleriyle sarılmış olduğunu, onlardan çok çektiğini söyledi. Kendisi her zaman İngiliz taraftarı olmuştur… Şimdi de bütün umudunu İngiltere’ye bağlamaktadır. Komiteye karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır… İngiltere hükümetinin İngiliz savaşı tutsaklarına karşı barbarca davrananlar ile Kırım’dan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre, yakalatıp, cezalandırmaya hazırdır. Ancak geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip, öldürüleceğinden korkmaktadır. Sert biçimde eyleme geçince, müttefiklerin desteğine güvenip, güvenemeyeceğini, müttefiklerin bunu Türkiye’nin bir iç işi olduğunu, söyleyip kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. İngiltere’den gerçek destek, ilerde de dostluk beklemektedir…”

Elbette İngiltere, ülkesini altın tepsi içerisinde kendisine sunan ve emrine girmeye can atan bir işbirlikçiye elinden gelen desteği verecekti.

İngiltere’den “yardım” sözü alınınca geniş çaplı bir tutuklama, işkence, yargılama eylemi başlatıldı. Ok yaydan çıkmıştı artık. Geriye dönüş olamazdı. Baskı, sindirme, korkutma hareketi sonuna dek götürülmeliydi.

İngiliz ajanları, Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ortaklaşa çalışarak, kara listeler hazırladı. Soyut suçlar, soyut düşmanlar yaratıldı. Düzmece ihbarlarla, yalancı tanıklarla işgale direnenler toplanmaya başlandı.

Bugün olduğu gibi, o günlerde de İpe sapa gelmez, sudan nedenlerle insanlar dört duvar arasına atılıyor; ailesi, yakınları çoluğu çocuğu ile bağları koparılıyor, yaşamla ilişiği kesiliyordu. Amaç, vatanseverlerin susturulması, gerçeklerin gizli kapaklı kalmasıydı. Tutuklananların tümünün ortak özelliği düşmana teslim olmamaları, işgale karşı çıkmaları idi.

MALTA SÜRGÜNLERİ

İstanbul’un yabancılar tarafından alınmasından sonra 1919-1920 yıllarında hapishanelere atılanlar arasında emekli generaller, profesörler, milletvekilleri, valiler, gazeteciler, ordu komutanları vardı. Sayıları 145 kadardı ve tümü de aydın, yönetici, liderlik özelliği olan kişilerdi. Bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürgün edilmişlerdi. Bunlara sonradan “Malta Sürgünleri” adı verildi.

Bu arada İngiltere kendisine direnen, karşı koyan komutanlar hakkında kara listeler hazırlamayı sürdürüyor ve yakalanmaları için İstanbul hükümetine emirler yağdırıyordu. Bunların adları ve suçları şöyle sıralanmıştı:

Nuri Paşa: Kafkasya’da eski İslam Ordusu Komutanı; Azerbaycan’a asker sokmak, Ermenilere zorbalık etmekten suçludur.

Mürsel Paşa (General Mürsel Bakû): Kafkasya’da Azerbaycan Kuvvetleri Komutanı. Nuri Paşayı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanmaktadır.

Yakup Şevki Subaşı Paşa: Kafkasya’da 9. Ordu Komutanı. Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmekle suçlanmaktadır.

Nihat Paşa (Anılmış): Pozantı’da 2. Ordu Komutanı. Mülki makamları ayaklanmaya kışkırtmak, Kilikya’yı boşaltmamakla suçludur.

Ali İhsan Paşa: Mezepotamya’da 6.Ordu Komutanı. Cerablus’ta (Güneydoğu) İngiliz komutanına hakaret etmekten ve yağmacılıktan suçludur.

Fahri Paşa (General Fahrettin Türkan): Hicaz ordusu Komutanı. Teslim olmamakla suçlanmaktadır.

Gazi Paşa: Yemen 40. Tümen Komutanı. Teslim olmuyor.

Tevfik Paşa: Yemen’de 7. Kolordu Komutanı. Teslim olmuyor. Asir’deki 23. Kolordu Komutanı da teslim olmuyor.

İngilizlerin kara listesinin başında Mustafa Kemal vardı. Onun yanında yaveri Cevat Bey (Gürer), Yarbay Kel Ali (Çetinkaya), Halil Paşa (Killi), Kazım Karabekir Paşa, İsmet Bey (İnönü) ve daha onlarca Türk subayı…

Ayrıca Ulusal Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal paşa, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Kazım Özalp ve daha birçok komutanın yokluğunda ve arkalarından idam kararları alınıyordu. Böylece işgale karşı direnişi durduracaklarını, 100-150 kişinim tutuklanması, üç beş kişinin idam edilmesiyle Anadolu İhtilalının son bulacağını sanıyorlardı.

Ama yanılıyorlardı. Çünkü özverili halkımız, hemen tutuklananların yerine başka vatanseverler, liderler, komutanlar çıkararak, ulusal direnişin sürekliliğini sağlıyordu.

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Aslında onların unuttuğu en önemli şey, Mustafa Kemal Atatürk gibi yetenekli bir komutanın hareketin lideri olmasıydı. Onun “Ya istiklal, ya ölüm” parolasını duymamışlar, bu mücadeleye nasıl baş koyduğunu, bilmiyorlardı.


Tutuklamalar son sürat devam ediyordu. İngilizlere, Osmanlıya asılsız ihbarlar yağıyor, onlar da bu suç duyurularını işleme koyarak evlerden, işyerlerinden adamlar topluyorlardı. Tutuklananları mahkûm edebilmek için ilanlar yoluyla yalancı tanıklar aranıyordu. Sözün gerçek anlamıyla, yurt yüzeyinde bir yurtsever avı başlatılmıştı. Vahşet, acımasızlık, korku kol geziyordu.

İstanbul’da tutuklananlar “Bekirağa Bölüğü” denilen Harbiye Nezareti Cezaevine atılıyorlardı. Komutanlardan sonra sıra valilere, kaymakamlara gelmişti.

Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, genç yaşında, Ermeni yalancı tanıklarının ifadelerine dayanılarak, sıkıyönetim mahkemesince idama mahkûm edilip, Beyazıt Meydanında asılmıştı. Ayağının altındaki sandalyeyi tekmelerken şöyle haykırıyordu:

- Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim… Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet.

Halk bir ağızdan cevap veriyordu:

- Kahrolsun böyle adalet!

- Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin!

Kemal Bey, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:

- Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!

Fertler ölür, milletler yaşar… “


Daha sonraları Mehmet Kemal Bey’in babası Arif Bey’i Konya’da kabul eden Atatürk’le arasında şu konuşma geçer:

Atatürk – “Gel bakalım devletin babası”.

Arif Bey – “Aman Paşam devletin babası sizsiniz”.

Atatürk – “Sen öyle bir evlat yetiştirdin ki oğlun bu meşaleyi tutmasaydı biz ateşi yakamazdık. Işık tutan senin oğlundur”
der.

Bugün, yalancı Ermeni tanıklarının yerini PKK’lı teröristler aldı. Onların ifadelerine dayanılarak vatanseverler cezalandırılmak istenmektedir. Bazıları uzun bir süredir içeride yatmaktadır

Malta Sürgünleri de o yıllarda, suçlarını bilmeden, mahkeme önüne çıkarılmadan aylarca, yıllarca içeride tutulmuşlardı. Tutsak alınmışlardı. Amaç Kurtuluş Savaşını başsız, komutansız bırakıp, “Anadolu İhtilal”ını engellemekti.

KÜRT NEMRUT MUSTAFA PAŞA

O yıllarda, Türkiye halkını ve Mustafa Kemal’i tanımayan, yanılgı içine düşen ve antiemperyalist direnişi korku, zorbalık, idam kararları ile kıracağını sanan hayınlardan birisi de Mustafa Nazım Paşa idi. Öteki adıyla (nam-ı diğer) Kürt Nemrut Mustafa Paşa. Beyazıt Meydanında nice yurtseveri haksız yere astırdığı için, “acımasız, can yakan” anlamına gelen bu adı ona halk vermişti. Ayrıca o, bu yargılamaların dışında, on günlük Bursa Valiliği sırasında çeşitli olaylara karışmış, I. Dünya Harbinde şehit olan askerler için, ‘Onlar şehit değil, köpek ölüsünden farkları yoktur’ diyerek tepkisini ortaya koymuştu.

Yalancı tanık ifadeleriyle, hukuksal hiçbir dayanağı olmayan gerekçelerle, Nemrut Mustafa tarafından idama mahkûm edilen Bayburt Kaymakamı Urfalı Nusret bey’in arkasından ulusumuz günlerce gözyaşı dökmüş, yas tutmuştu.

Aslında Nusret Bey, daha önce İstanbul’a getirilip yargılanmış ve beraat etmişti. Ama Patrik Zaven Efendi onun cezalandırılmasını istiyordu. Yabancıların isteklerini “emir” sayan Damat Ferit, hiç düşünmeden onu Nemrut Mustafa’ya havale etmiş o da hemen idam kararını vermişti. Böylece Patrik Zaven Efendinin dileği yerine getirilmiş, bir tatsızlığın (!) çıkması önlenmişti.

Nusret Bey, 25 Aralık 1921’de henüz Ulusal Kurtuluş Savaşı sürerken, Mustafa Kemal Paşanın başkanlığındaki TBMM tarafından “milli Şehit” ilan edilmiş, ailesine nafaka bağlanmıştı.

O, hücresinden kardeşi Cevdet Bey’e yazdığı son mektubunda şunları söylüyordu:

“…Küçük çocuklarımı, karımı, yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklara bırakma…”

O zamanki kaymakamların yaşantıları ile bugünkü han, hamam, gemicik sahibi politikacıların yaşantılarını karşılaştırdığımızda Kurtuluş Savaşının niçin başarıya ulaştığını, nasıl bir özveri ve yoksulluk içerisinde düşmanların yurdumuzdan kovulduğunu anlayabiliriz.

Nemrut Mustafa divanında Ziya Gökalp de yargılanmıştı. Suçu Türk milliyetçiliğini savunup, bölücülük yapmaktı. Mahkeme başkanı Nemrut Mustafa ile Ziya Gökalp Arasında şu konuşma geçmişti:

“Yazılarınızda savunduğunuz Türk milliyetçiliği Müslüman veya Türk olmayan Osmanlı vatandaşlarını değişik duygulara düşürmez mi?

“Hayır, efendim, her unsur…”


Mahkeme başkanı onun açıklamalarını dinlemiyordu bile. O papağan gibi kendi görüşlerini sıralamayı sürdürüyordu.

Tarih 29 Mayıs 1919’du. Ve Ziya Gökalp milliyetçilik yaparak Ermenilerin, Rumların kalplerini kırmakla suçlanıyordu.

NEMRUT MUSTAFALAR, DAMAT FERİTLER YOK ARTIK

Nemrut Mustafa, Kurtuluş Savaşı zaferle sona erince yurt dışına kaçtı. Daha sonra gizlice yurda dönerek Şeyh Sait İsyanını hazırladı.

O, Atatürk ve Milli Mücadele liderlerine idam kararı veren mahkemenin reisiydi. Lozan Anlaşması gereği 150′likler listesine alınmış ve yurtdışında ölmüştü.

Türkiye’yi yabancı güçlerle birlikte bölmek, parçalamak, manda yapmak isteyen vatan satıcıları hedeflerine ulaşamadılar.

Damat Ferit’ler, Vahdettin’ler, Nemrut Mustafa’lar yok artık. Onlar tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Ne İngiliz Muhipleri Cemiyeti kaldı, ne Kürt Teali cemiyetleri ne de Şeyh Sait isyanları…

Tarih çarkını geriye döndürmeye bugüne değin kimsenin gücü yetmedi.

PKK’lar, AKP’ler de günü geldiğinde tarihin tozlu sayfalarında hak ettikleri yeri alacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Şunu da aklımızdan hiç çıkarmayalım: Günümüzde çekilen tüm acılara, haksızlıklara, ihanetlere son verecek güç halktır. Halkın örgütlü gücüdür. Nazım’ın deyişiyle onlar, “Bir şafak vakti, karanlığın kenarından, ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” tüm kötüler ve kötülükler yaşantımızdan silinip atılacak, son bulacaktır…

Hiçbir faşist kendini ülkenin tek egemeni, durdurulamayacak, engellenemeyecek tek gücü sanmasın. Nemrut Mustafalar, Damat Ferit’ler, Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler nasıl yok oldularsa, bugünkü zalimler de günü geldiğinde ABD’si, AB’si, liboşları ile birlikte çekip gidecek, toz olacaktır…

Tarih halk düşmanlarının kırık dökük mezar taşlarıyla doludur.


Ali ERALP, 11 Ekim 2009, Müdafaa-i Hukuk
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen alamancı » Pzr Eki 11, 2009 15:20

istedigi kadar dünyanin askeri imparatorluguna soyunmus olsun ABDyi de büyütmemek lazim. istedigi kadar zengin olsun sonuçta 350 milyonluk bir ülke. son yillarda orta dogu kasabi bush sayesinde bütün dünyayi kendinden nefret ettirdi. yakin gelecegin siyasi gücü cin hindistan asya bloku. o zaman dünya daha güzelmi olacak o da ayri bir soru. ABD bizim gibi ülkeler için bu kadar senaryolar yaziyor bu kadar alicengiz oyunlari düzüyor biz de elimiz bos mu duracagiz? en basiti bir internet sitesi açilmali ve ABDnin yandasi AKPyle birlikte türk vatanseverlerine karsi oynadiklari bütün bu oyunlar ergenekon yargi darbesi falan belgeleriyle birlikte dünya kamuoyuna ciddi bir sekilde ingilizce anlatilmalidir. bütün bir türk milleti bir naomi klein kadar olamayacakmiyiz? bu kanadali gazeteci bayan sok doktrini kitabinda ABDnin sagci yönetimlerinin güney amerikada yaptiklarini anlatiyor ve ABDnin neoliberallerini yerin dibine batiriyor. biz de aynisini yapmaliyiz ama bos sloganlarla degil ciddi belgelerle. bütün dünya ABDnin kuklasi AKP eliyle türkiyede yaptiklarindan haberdar olmali. bu konuda kitaplar basilmali filmler toplantilar açilislar açilimlar yapilmali. mesele sadece bilgi verme meselesi degil. bu konuda örgütlü bir yaygara koparmak gerekir. ABDye açik açik sorulmali. kardesim senin ergenekon hikayesinde parmagin nedir? orta dogu kasabi bushla erdogan ne konustu? hangi casuslarini bu isle görevlendirdin? bu iste fethullahi nasil kullaniyorsun? AKPyi nasil kuklalastirdin? bizzat AKP liderlerine santajmi yapiliyor? bütün bu gerici islamci yapilanmanin günün birinde nüfus ve sorgulamayan ilkel fanatizm gücüyle bütün dünyayi tehdit edebilecegide vurgulanmali.
Kullanıcı küçük betizi
alamancı
Üye
Üye
 
İletiler: 241
Kayıt: Pzt Mar 02, 2009 13:45

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen alamancı » Pzr Eki 11, 2009 15:33

bir önceki yazima ek: talibani da tayibani da yaratan ABDdir.
Kullanıcı küçük betizi
alamancı
Üye
Üye
 
İletiler: 241
Kayıt: Pzt Mar 02, 2009 13:45

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Başkomutan » Pzr Şub 07, 2010 17:53

Mehmet Âkif’i şaşırtacak benzerlik

Milli şair Mehmet Âkif’e soruyorlar, “Tarih tekerrür eder mi?” Şair şöyle yanıt veriyor: “Hiç ibret alınsa tekerrür eder mi?” Mehmet Âkif bugün hayatta olsaydı, son yıllarda yaşadığımız olaylar hakkında ne düşünürdü? Ergenekon soruşturması, darbe iddiaları, ıslak imza, kozmik oda, Balyoz planları, EMASYA tartışmaları vs... Şair kuşkusuz derdi ki, “Ama biz bunların benzerini aynen yaşadık.” Nasıl mı? Okuyacağınız bugün yaşadıklarınızdır...


Resim

KAFAMIZI Türkiye topraklarına sokarak olan biteni anlamamız zor.

Dünyaya bakacağız; bir yaprak kımıldasa, bunun rüzgârının Türkiye’ye etkisini analiz etmeye çalışacağız. İşte o zaman çok karışık gibi gelen meselelerin ne kadar basit sebepleri olduğunu kavrayabiliriz.

Gelin, Mehmet Âkif’in yaşadığı 20’nci yüzyıl başına gidelim. Tarihin tekerrür edip etmediğine bir bakalım.
Biliyoruz ki büyük emperyal güçler arasındaki yeni sömürge pazarlarını kapma mücadelesi, Birinci Paylaşım Savaşı’na/Birinci Dünya Savaşı’na neden oldu.

Osmanlı bu savaştan yenik çıktı.

Galiplerin arasında en güçlü olan İngilizlerdi.

İngilizler, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan’ı Osmanlı’dan koparıp almak istiyordu. Kurmayı planladıkları kukla devletler arasında Ermenistan ve Kürdistan da vardı.

Osmanlı idari yapısını, milliyet esasına göre parçalayıp federatif hale getirmeyi planladılar.

Siyasi emellerinin yanında İngilizlerin, iktisadi amaçları da vardı. Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı’nın tek yanlı olarak kaldırdığı kapitülasyonları yeniden uygulamak istiyorlardı.

Osmanlı maliyesini tümüyle Düyun-u Umumiye’nin denetimine vermek amacındaydılar.

İngilizler biliyordu ki, Osmanlı siyasi yaşamında İttihatçılarla birlikte ordunun da büyük etkisi vardı. Ordunun siyasal düşüncesi belliydi; milliciydi.
O halde tüm bunları yapabilmeleri için ordudaki ulusçu/milliyetçi komutanların tasfiyesi gerekiyordu.

Önce bir kurnazlık yaptılar:

Bir süre İttihat ve Terakki Hükümeti’yle çalıştılar. Ağır şartları onlara kabul ettirip, nüfuzlarını kırıp, bir daha iktidar olma olanağını ortadan kaldırmak için!
Tam başarılı olamadılar.

İçinde İttihatçıların bulunduğu İzzet Paşa Hükümeti’ne ağır şartları kabul ettiremediler; ancak bazı tavizler koparabildiler.

Bunlardan en önemlisi Mondros Ateşkes Antlaşması’ydı. İngilizler, savaşta Hamidiye zırhlısıyla olağanüstü başarılar kazanan Rauf (Orbay) Bey’in imzaya gelmesini özellikle istediler. Başarılı komutanları halkın gözünden düşürmek istiyorlardı. Sonra tutuklayacaklar, sürgüne göndereceklerdi. Hepsini adım adım yapacaklardı...


Resim

Darbe iddiasıyla başlayan tutuklamalar

İngilizler, İttihatçıları kolay kullanamayacağını anlayınca, sertleşme politikası güttüler. Bunda İttihatçılara kin duyan Sultan Vahdettin’in de etkisi vardı.

Sultan Vahdettin, İngilizlerin tertiplediği gerici 31 Mart (1909) olayının hazırlayıcılarından Derviş Vahdeti’nin kurduğu İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin üyesiydi.

Bir dönem perde arkasındaki ilişki artık açıkça ortadaydı. Vahdettin, İngilizlerin desteğiyle iktidarını güçlendireceğini ve düşman gördüğü ulusalcılardan tamamen kurtulacağını düşünüyordu.

Bu nedenle İngilizleri de arkasına alarak İttihatçı hükümeti yıkıp, Tevfik Paşa Hükümeti’ni kurdurdu.

Şimdi sıra İttihatçıların cezaevlerine tıkılmasındaydı.

İngiliz ve Saray ittifakının elinde önemli bir gerekçe vardı: Savaş dönemindeki Ermeni ve Rum tehcirleri.

Tehcir kararının altında imzası olan-olmayan tüm İttihatçılar cezalandırılmalıydı. 2500 kişilik bir tutuklama listesi hazırlandı.

Ama önce...
Meclis feshedildi. Basına sansür getirildi. Harp divanı kuruldu.

Ve ardından gözaltılar, tutuklamalar başladı. Bunlar kısa sürede “cadı avına” dönüştü.

Yeniden kurulan liberal-dinci ittifak partisi Hürriyet ve İtilaf, daha çok kişiyi tutuklamadığı için hükümeti uyuşuklukla itham eden bildiri yayınladı.

Bu partinin yayın organı Peyam, Sabah ve Alemdar gazeteleri, daha çok İttihatçının tutuklanması için var gücüyle çalıştı. Sürekli hedef gösterdiler; İttihat ve Terakki’nin hemen kapatılmasını; partinin ileri gelenlerinin hemen tutuklanmasını istiyorlardı.

Tehcire izin veren Diyarbakır Valisi Dr. Reşid’in cezaevinden kaçması bu çevreleri daha da saldırganlaştırdı. Yaptıkları mitingle bu kaçışı protesto ettiler.

Sonunda bu kaçışla ilgili inanılmaz bir iddiayı ortaya attılar:

İttihatçılar darbe yapacak!

Vahdettin’in has paşası Ömer Yaver Paşa, İstanbul’daki İngiliz Yarbay Murphy’ye giderek, darbe olacağını, aman İstanbul’dan ayrılmamalarını rica etti. Murphy, Osmanlı paşasını gülerek dinledi.

Zavallı Yaver Paşa bilmiyordu ki, bu iddianın ortaya atılmasını sağlayanlar İngilizlerdi.

Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı; 30 kişi daha sorgusuz sualsiz cezaevine konuldu.

Milli Kongre’nin başkanı Dr. Esat (Işık) gibi saygın ulusalcılar gece yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar.

İttihat ve Terakki’nin tüm mallarına el konuldu.

Sonra sıra subaylara geldi.

İngilizler savaş tutsaklarına eziyet ettikleri iddiasıyla 23 subayın hemen tutuklanmasını istedi.

Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca, İngilizler bu kez bazı kurumların “darbeyi planladıklarını” gündeme getirdi.

Bunların başında Enver Paşa’nın kurdurduğu istihbarat örgütü Müsellah Müdafaa-i Milliye vardı. Savaş döneminde İngilizlere zorluklar yaşatan Osmanlı istihbarat örgütü küçültülüp etkisizleştirilerek Harbiye Nezareti’ne bağlandı.

Osmanlı’nın deniz kuvvetlerini güçlendirmek için kurulan Donanma Cemiyetleri Bahriye Nezaretleri’ne bağlandı.

Jandarma, ordudan koparılarak Dahiliye Nazırlığı çatısı altına sokuldu.

İleride tehlikeli olacağı düşünülen genç mektepli subayların rütbeleri indirildi. Amaç, istifaya zorlamaktı.

İttihatçılar döneminde emekli edilen alaylı subaylar tekrar orduya alındı. Etkin görevlere getirildi. Emekli askerlerin kurduğu Nigehban Cemiyeti, basına verdikleri demeçlerde mektepli subaylara ağır hakaretler ettiler. Hukuk-u Beşer Gazetesi mektepli subaylar için “Haydut Başları” başlığını bile atacak kadar ileri gitti.

İngilizler, Tetkik-i Hesabat ve Seyyiat Komisyonu kurdurarak, Harbiye Nezareti’nin kozmik odalarına girip tüm belgelerini didik didik ettirdi.

Amaçları belliydi, orduyu küçültmek, halk üzerindeki etkinliğini kırmak.

Orduyu sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız kıtaları seviyesine getirmek istiyorlardı.

Bu arada İngilizler ile Fransızlar arasında Jandarma’nın yönetimi kimin kontrolünde olacak tartışması çıktı.

İnanması güç ama Saray’ın bırakın bunlara karşı çıkmasını, Vahdettin ve Damat Ferid Paşa ikilisi, ordu komutasını İngiliz subaylarına verme talebinde bile bulundular. İngilizler reddetti.


Resim

Güvenilir başsavcı aranıyor

Dönemin partisi Hürriyet ve İtilaf idi.

Ülkenin dört köşesinde şubeler açan bu liberal-dinci ittifak partisi, artık hükümet olmak istiyordu. Ve nihayet, 4 Mart 1919’da Damat Ferid Paşa başkanlığında hükümeti kurdular.

Bu hükümete, İngiliz ajanı Hüseyin Hilmi’nin gazeteci dostlarıyla kurduğu Sosyalist Fırka da destek verdi!

Damat Ferid Paşa hükümetinin ilk yaptığı icraat, ulusalcıları yargılayan Divan-ı Harp mensuplarına yüksek maaş ödemek oldu.

Bu arada Divan-ı Harp’in üyeleri sürekli değişti. Damat Ferid Paşa, Takvim-i Vekayi Gazetesi’ne “güvenilir bir başsavcı bulmakta zorlandıklarını” açıkladı.
Yeni hükümetle birlikte yandaş medyadaki “Tutuklayın”, “Kapatın”, “Neden cezalandırmıyorsunuz” yayınlarında artış oldu.

Alemdar gibi yandaş gazeteler, “Sehbalar bile bu adamlara layık değildir; kafalarının koparılması gerekir” diye yazdı.

Liberal gazeteciler, Alemdar’da Refii Cevat (Ulunay), Peyam’da Ali Kemal “daha ziyade şiddet” diye makaleler kaleme aldılar. “Bu adamlar için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor” diye yazdılar.

Kamuoyu oluşturulduktan sonra istekleri yerine getirildi.

Ermeni tehcirinde kusurlu bulunan Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey idam edildi.

Fakat umulmadık bir olay gerçekleşti; yandaş medyanın “cani” olarak gösterdiği Kemal Bey’in cenazesine on binler katıldı.

Hükümet cenazeye gidenler hakkında soruşturma açtı, içlerinde toplumun çeşitli katmanlarından doktor, tıp öğrencisi, subay, imam, tekke şeyhinin de olduğu bazı kişiler tutuklandı. Üsküdar mevki kumandanı cenaze törenini dağıtmadığı için görevinden azledildi.

Resim

Eski defterler açılıyor

İngilizler gündemi hep sıcak tuttu. Tehcir ve darbe iddiaları gündemden düşünce hemen yenisi bulundu; “eski defterler” açıldı. Örneğin, intihar eden veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’yi Enver Paşa’nın öldürttüğü iddia edildi! Adliye Nazırı Sıtkı Bey hemen soruşturma açtırdı.

Bu olay sıcaklığını kaybedince hemen yeni bir gündem yaratıldı:

Sultan II. Abdülhamid tahtan indirildiğinde, içinde 1 milyon liralık mücevher bulunan çanta kaybolmuştu. Çantanın peşine düşüldü.

Ayrıca Yıldız Sarayı’nı kimlerin yağma ettiği konusunda spekülasyonlar yapılmaya başlandı.

Partiler, gazeteler bu suni gündemlerle oyalanırken, İngilizler emellerini tek tek gerçekleştirdi. Kapitülasyonları yeniden uygulamaya koydu. Osmanlı maliyesini tümüyle Düyun-u Umumiye’nin denetimine verdi.

İttihatçıların yerli sermaye oluşturmak için kurdurduğu milli şirketlerin bazılarını tasfiye etti; bazılarının müdürlüklerine liberal isimleri getirdi.

Levant Limited gibi şirketler kurdular; Vickers, Metropolitan Carriage, British Trade Corparation gibi şirketleriyle Osmanlı pazarına daldılar. Şirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğunu kaldırdılar.

Türk bankalarına İngiliz denetçi gönderdiler. Denetleme işi bitinceye kadar bankaları kapattılar. Türk Milli Bankası’nı ele geçirdiler. Kendileri yeni bankalar kurdular.

Hıristiyanlara ait “emval-i metruke” sayılarak satılan mallar gibi birçok konu gündeme getirildi.
Sultan Vahdettin o aralar Toros Tüneli’ne kafayı takmıştı. Tüneli yapmak için anlaşma yaptığı Alman ve Avusturyalılar kaçmıştı; “Ah İngilizler şu tüneli bir yapsa” diyordu. Tünel yapılıp bitirilince ne olacaksa?

Diğer yanda...

Osmanlı münevverleri olan biteni seyrediyordu; şaşkındı. Kurtuluş “reçeteleri” arıyordu. Çoğu bağımsızlığın Batı eliyle gerçekleşeceğine inanıyordu!
Kimi ABD’nin sömürgeci olmadığına inanıp, Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurdu.

Kimi kurtuluşu İngilizlerin Osmanlı yönetimine el koymasında görüp İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne girdi.
Halkına güvenen münevver sayısı parmakla sayılacak kadar azdı...

Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar Osmanlı topraklarını işgal etti.

Taktik hep aynıydı:

İngiliz basını, İzmir ve çevresinin uyduları Yunanistan tarafından ilhak edilmesi için yoğun bir “Barbar Türk” kampanyasına başladı. Bu yayınlara göre Türkler, Rumları yok etmek için gizli planlar yapıyordu!

Ve hep ekliyorlardı: “Zaten bu barbar Türkler Ermenileri de katlettiler!” Bu gerekçe Batı basınının en etkili propaganda silahıydı.

Sonra Yunanlılar İzmir’e çıktı.

Batı basını yine Türkleri suçladı: “Türkler inatçı bir direnme gösterdi!”

Peki İzmir işgali konusunda yandaş medya ne yazdı: “İngilizleri İstiyoruz.”

Bu başlığı Alemdar Gazetesi başyazarı Refii Cevat attı. Osmanlı’yı her türlü beladan kurtaran İngilizlerin, bu işgalden de İzmir’i kurtaracağına inanıyordu!

Teali-i İslam Cemiyeti ise işgalin hemen sonrasına rastlayan ramazan ayında, bazı memurların oruç yediğine, kimi kadınların tesettüre uymadığına dikkat çekip zabıtaların daha uyanık olmasını istedi.

Saray ile Hükümet ise Paris Konferansı’na hangi bakanların gidip gitmeyeceği tartışmasını yaptı.

Bu arada bir “anket” yayınlandı ve Müslüman halkın yüzde 60’ının İngiliz yönetimini istedikleri ortaya çıktı!

Memnun olmayan birileri vardı: Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşı.

Samsun’a çıktılar.


Onu kısa bir süre sonra Mehmet Âkif gibi yurtseverler takip etti.

Şimdi Mehmet Âkif hayatta olsaydı ve Türkiye’nin yaşadığı son yıllardaki olayları görseydi ne söylerdi acaba?
Hiç ders alınsa tarih tekerrür eder mi?

Soner YALÇIN / 7 Şubat 2010 - HÜRRİYET
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen İlteriş » Pzr Şub 07, 2010 17:57

Guncel durumu iyi okumak ve halka anlatmak lazim. Turkiye ile Abd soguk savastadir. Dikkat ediniz TSK degil, Turkiye dedim. Cunku bu soguk savas dogrudan Turkiye'nin varligini, bagimsizligini ve butunluklu yapisini tartismaya acarak zayiflatmaktadir.
Bu savasin oncu harekatlari abd'nin iceride etki edebildigi unsurlari, etki edemedigi unsurlarla catistirmasidir. Abd, eger Turkiye'deki ic cephenin yeterince zayifladigina kanaat getirirse bir isgal hareketine girisecektir.
Su an icin elde bir ordu vardir. Akp kullanilarak alternatif bir ulke ici ordu olusturulmaktadir. Bu ordular catistirilmak istenmektedir. Memleket sevgisi olmayan veya memleketi nasil sevecegini bilmeyen, kafasi cemaatlerde yikanmis bir takim hain ve cahiller debu plana gonullu hizmet sunmaktadirlar.
Bizim yapmamiz gereken Turkiye'yi boyle bir ic savasin bekledigini anlatmak ve bu catismanin gerceklesmemesi, gerceklesmeden yeterli uyaniklik saglanarak onune gecilmesi icin toplumu, siyasi kesimleri ve hatta iceride bizi kendilerine hasim bilen kesimleri bile uyarmaktir. Bu ahmaklarin hayatlarinda, isgal kuvvetleri tarafindan kendilerine bahsedilmis bir somurge valiliginden ote bir hedefleri, bundan daha genis ufuklari yok gibi gorunuyor. Onlarin ufkunu acmaliyiz.
Abd kuresel capta uyanikliklarla savasiyor esasen, ve yarisi (ki bu buyuk bir orandir) Abd'nin planlarinin farkinda olan bir Turk toplumu Abd icin buyuk bir engeldir. Oyle ki, bu topluluk, yani bizler dunya duzeninin terazisinin agir basacagi kefeyi bile tayin edebiliriz. Bu gucumuzun onlar farkindadir (cogumuz kendimizdeki bu gucun farkinda olmasak bile).

Buyuk Britanya Imparatorlugu'nu 10 Milyonluk yarisi Kemalist Turkiye yikmistir. 72 Milyonluk, yarisi Kemalist Turkiye gunumuzun imparatorlugu icin yasamsal bir tehdittir.
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir"

Mustafa Kemal Ataturk
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş
Üye
Üye
 
İletiler: 1197
Kayıt: Cmt Eki 20, 2007 23:05

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Şub 24, 2010 18:11

Malta Sürgünleri gibi

Kırk kadar paşanın, albayın gözaltına alındığını öğrendiğim ve olup biteni televizyondan seyrettiğim zaman Malta Sürgünlerini hatırladım.

1919-20 yılları... Sakarya Meydan Savaşına da rast gelen günler. Ali İhsan Sâbis Paşa’nın Irak’tan çekilmesiyle İstanbul’daki İngiliz işgal kumandanlığı 145 kadar aydını, paşayı, devlet adamını toplayarak sömürgesi Malta’ya sürer.

Bir yandan da yargılama başlar ama yargılama İngilizlerin aleyhinde gelişmektedir. İşe bir de Ermeni tehcirini yamamak isteyen İngilizler, en sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın ustaca bir siyasetle yaptığı esir değişimi teklifini kabul ederek, adada kalan son Osmanlıları da memleketlerine yollarlar.

Ama arada kalan, bir “sığır gemisiyle kaçış” bölümü vardır. Bir İtalyan gemisiyle anlaşan Türkler elbise değiştirerek gemiye girer ve Sicilya’ya çıkarlar. Ankara hükümeti pasaportlarını hazırlamıştır. Geri kalan 16 kişiyi de başta söylediğim gibi Atatürk, İngiliz esirleriyle mübadele eder.

Ali İhsan Paşa’nın Irak’tan geri çekilmesi deyince, aklıma Amerikalıların demokrasi götürmek için Irak’ı işgali geldi. Getirdikleri demokrasi nasıl bir demokrasidir ve kaç milyon Iraklının canına, üstelik mâmur bir ülkenin mahvına sebep olmuştur.

Bize de başka türlü getiriyorlar demokrasiyi işte. Nelere mal oluyor, ne onur kırıcı muamelelere, ne haksızlıklara, ne acılara, yanlışlara, ne büyük veballere...

Amerika, hedefindeki her ülkeye demokrasi (!) götürüyor ama beraberindeki hukuksuzlukları da götürüyor. Afganistan’a demokrasi götürmeye kalkıyor. Sivilleri öldürüyor, sonra yanlışlıkla oldu diyor. Irak’ı, demokrasi götürme ayaklarıyla baştan başa yakıp yıkıyor, iki buçuk milyon Müslümanı öldürüyor. Güney Amerika’da, Güney Asya’da başka haltlar ediyor ve hep, daima demokrasi götürüyor. Bizim payımıza da böylesi düştü. Amerika hukuksuz olmaya mecburdur. Çünkü onun hedefinde -petrol metrol boş laf- vâdedilmiş topraklarda kurmayı kafalarına koymuş oldukları Siyonist İsrail devleti vardır. Bu hedefin yanında hukukun, “usul”ün lâfı mı olur. Öze bakın siz öze!

* * *
“Bir tökezlersek...” AKP’li Avni Doğan

Avni Doğan’ın bu sözleri tarihidir ve çok önemlidir. Diyor ki; “Onlar bizi nasıl fişlediyse biz de onları fişliyoruz.” Eğer yaptılarsa onlar fişlemeyi ülkenin güvenliği için yapıyorlardı herhalde. Siz niçin yapıyorsunuz? Şimdi niçin yaptıkları ortaya çıkıyor. Harika şeyler söylüyor Avni Doğan:

“Biz tökezlersek bunlar, Ergenekoncular fena intikam alırlar.”

Neler söylemiyor bu itiraf, neler! Demek ki bu yapılanlar bir intikam almaymış. Neyin intikamı? Bana 28 Şubattan bahsetmeyin. 28 Şubat sizi iktidara getirmek için yapılmıştı

* * *
Tek temiz hava alınabilen yer TEKEL çadırları

Yandaş televizyonlar dışındakilere baktım da bütün haberciler üzgün, sarsılmış görünüyorlardı.

Türkiye’nin bu bulanık, sisli havasında temiz hava alınabilecek tek yer TEKEL çadırları. İnsanca duygular sadece orada yaşanıyor. Herkes bölünmüşken, onlar sendikaları dahil, daha da kenetleniyorlar. Konfederasyonlar pazartesi günü süreklilik getiren bir eylem takvimi belirlediler.

Türkiye’nin anneleri, nineleri; ihtiyar dedeler, çocuklar, onlara dua ediyorlar.


Afet ILGAZ, YENİÇAĞ, 24 Şubat 2010
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 21, 2010 17:58

Bugün mütareke basını tekerrür ediyor...


Bu gazeteci üslubu kimden miras kaldı

Bugün Türkiye’de, herkesi küçümseyen, sürekli aşağılayan, her şeyi bildiğini sanan ve hep haklı olduğunu düşünen kibirli bir gazeteci-yazar grubu var. Bunların demokrasi, açılım, Ergenekon, Balyoz vb. konularda kafalarında bir şablonları var, buna karşı çıkanlara akla gelmeyecek ithamlarda bulunuyorlar. İyi eğitimli, entelektüel, Batı’yı görmüş-Batı’da yaşamış, üniversitelerde ders veren bu aydınlar, bu kaba üslubu kimden miras aldı?

REFİK Halit Karay...
Refii Cevat Ulunay...
Cenab Şahabettin...
Rıza Tevfik Bölükbaşı...
Mevlanzade Rıfat...
Abdullah Cevdet...
Ömer Feyzi...
Ali Kemal...

Ve benzerleri devrin önemli gazetecileri, yazarlarıydı.

Hepsi iyi yetişmiş Osmanlı münevveriydi.

Birkaç dil biliyorlar, üniversitede ders veriyorlardı.

Hasta Adam Osmanlı’nın iyileşmesi için hepsinin kafasında benzer “kurtuluş reçeteleri” vardı. Bunun Batı’nın el vermesiyle olacağına inanmışlardı.

Burunlarının dibine kadar sokulan, İstanbul’u Anadolu’yu işgal eden ve ettiren İngilizlere emperyalist gözüyle bakanlara düşmandılar.

Kuvayı Milliye’nin yok edilmesi için İngilizlere yalvardılar. Bunun nedeni, Ankara Hükümeti’nin kafalarındaki “kurtuluş şablonuna” uygun hareket etmemesiydi.

Yani, aynı bugün olduğu gibi...

Örneğin, dün işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele veren bir eski solcu gazeteci, gün geldi “Şimdi zamanı mı” diye Tekel işçilerine kızdı. Çünkü Tekel işçisinin mücadelesi bu köşe yazarının kafasındaki teoriye uymuyordu! Arkasından bildik itham geldi: “Bu işçiler Ergenekoncuların oyununa geliyor!”

Kafa bildik o kafa...

Hiç değişmiyor aslında.

Örnekleri o kadar çok ki...

Gelin bu yazdıklarımızı somutlaştıralım. Yukarıdaki isimlerden birinin, Ali Kemal’in işgal günlerinde neler yazdığına, tarih sırasına bağlı kalarak göz atalım.


Resim

Kurtuluşun reçetesi

Tarih 2 Ağustos 1919.

Ali Kemal, Peyam Gazetesi’ni çıkarmaya başladı.

İlk yazısından başlayarak Ankara’daki Kuvayı Milliye’ye çattı.

Kafasındaki kurtuluş reçetesi somuttu:

“Bu memleket ancak siyaseten savunulabilir, kuvvetle değil. Kuvvete başvurulursa düşmanın eline fırsat verilmiş olur, bir kat daha zarar görürüz.”
Padişah Vahdettin’in “Ben daima İngiliz siyasetinin dostuyum” demeci üzerine, 7 Ağustos’ta “Ulu Hakan’ımızın ulvi sözleri” diye destek çıkıp rahatladı.
Osmanlı’nın bazı münevverleri “İngiliz mandası mı, Amerikan mandası mı daha iyidir” tartışması yapıyordu! Ali Kemal “demokrat” olduğunu bakın nasıl ortaya serdi: “Hangi devleti istediğimizi tek tek değil, milli ve umumi bir tarzda belirtmeliyiz. Tarihimize, geleneklerimize uygun olana reyimizi veririz.” (9 Ağustos)

Ona göre, Osmanlı, Osmanlılara bırakılmayacak kadar önemli bir ülkeydi.

İran Şahı’nı örnek gösterdi:

“İran Şahı’nın İngilizciliğini örnek almalıyız. Şah, saltanatının talihini İtilaf Devletleri’ne rapteyledi. Her dolaba, oyuna rağmen bu siyasetten dönmedi, doğru yoldan ayrılmadı. İran cidden istiklal sahibi bir devlet oldu.” Peyam’ın bir diğer yazarı Hüseyin Daniş, İngiltere-İran ilişkilerini övüp, Şah’a manzume bile yazdı!
Ali Kemal’e göre, güçlü devletlerden biriyle anlaşmamızı zora sokanlar vardı: Anadolu’daki milli hareket.

Önce, o pek tanımadığı Anadolu halkını ulusalcılara karşı uyaracağını düşündü:

“Anadolu Türk’ü, Anadolu’da Türklük namına yapıldığını bildiğimiz hareketlere külliyan ilgisizdir. Ne kadar bön, saf olursa olsun, akıl ve fikre sahiptir. O dalaverelerin gerçeğini çabuk keşfeder.” (18 Ağustos)

Yardakçılık tartışması

Ali Kemal, İngilizlerle iyi ilişkiler içinde olan Damad Ferid Hükümeti’ne çok güvendi. Damad Ferid’le aynı görüşteydi; işgalden barışçıl yollarla İngilizler sayesinde kurtuluşun gerçekleşeceğini umdu. Savaşarak kurtulacağına inanan Anadolu güçlerine kin duydu:

“Acaba bir işe yaramayan, bizi felaketten felakete sokan kuvvet kanununu bırakıp, siyaset düsturuyla hareket ettik mi? Ne gezer! Bu izmihlal içinde yine dört elle sarıldığımız, kılıç, top, tüfektir.” (7 Ekim)

Kuşkusuz Ali Kemal’in bu yazdıkları İstanbul basınından da tepki aldı. Onlara yanıt vermekten de geri durmadı:

“Bizi ecnebilere yardakçılık, millete ihanetle suçluyorlar. Yabancıların yardakçıya ihtiyaçları yok; millete ihanet edenler Anadolu’yu baştan aşağıya vuranlar, Anadolu’yu soyup sovana döndürenleri alkışlayanlar mı, yoksa hiç tehditten korkmayarak Allah hesabına bu gerçekleri mertçe söyleyenler midir?”
(15 Kasım)

‘Yontulmamış kafalar’

Ali Kemal, işgalcileri kızdıran her protesto eylemine karşı çıktı. Örneğin İzmir’in işgaline karşı çıkan mitingleri eleştirdi:

“İttihat ve Terakki milli birliği istismar ediyor. Mesela İzmir işgali karşısında kemal-i sükûn ve itidal ile davranmak lazımdı, kargaşalığa boğdular.” (19 Kasım)
Çünkü mitingler Ali Kemal’in kafasındaki “kurtuluş şablonuna” uymuyordu. Bu nedenle görüşlerine karşı çıkanlara demediğini bırakmadı, hakaretler etti:
“Hâlâ kırmakla, dökmekle, vurmakla bu devleti kurtarabileceğini sanan yontulmamış kafalar var. Bu zırtopuzların kafasına hakikati sokmak mümkün değil. Bunlar, sizi düşmana satılmakla suçlar.”(14 Aralık)

Fakat bu tavır, bu üslup pek alıcı bulmadı; Peyam Gazetesi tiraj almadı.

1 Ocak 1920’de Peyam ile Sabah birleşmek zorunda kaldı.

Ali Kemal Peyam-ı Sabah’ta yine başyazı yazmayı sürdürdü...

“TÜRKLER ADAM OLMAZ BİZİ İNGİLİZLER KURTARSIN”

ALİ Kemal 1869’da İstanbul’da doğdu. Mülkiye’de okudu. Paris ve Cenevre’de öğrenimini sürdürdü. Mülkiye ve Darülfünun’da (üniversite) dersler verdi. İttihatçılara karşıydı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucularından oldu. İkdam’ın başyazarıydı. Peyam’ı çıkardı. Peyam-ı Sabah’ta yazdı. Damad Ferid hükümetlerinde Maarif Nazırı ve Dahiye Nazırı olarak görev yaptı. İlk eşi İngiliz’di: Winifred Brun. İkinci eşi kendinden 26 yaş küçük, Müşir Zeki Paşa’nın kızı Sabiha idi. Londra Belediye Başkanı Boris Johnson, Ali Kemal’in İngiliz eşinden torunudur.

YANILDIĞINI ANLADI AMA...

ALİ KEMAL Anadolu’daki milli harekete hiç inanmadı. Olabilir. İnsan hata yapar. Ancak Ali Kemal’in benzerlerinden farkı vardı, üslubu çok çirkindi.
“Bu türediler, bu serseriler yüzünden Anadolu baştan başa harap türap oldu. Anadolu yarın yine istilalara maruz kalır. Bütün bu suret-i haktan görünen nasihatlar, bu halkı esarette yaşatmak için bir nevi afyondur, esrardır.” (12 Şubat 1921)

“Ankaralı hoppaların derdiyle yine fırsatı kaçırdık; bu idrakte bu irfanda bu kıratta adamlar bir hükümeti değil, ufak bir aşireti bile idare edemezler.”
(13 Şubat)

İlk kez...

Ali Kemal ilk kez 29 Haziran’da olumlu bir yazı kaleme aldı: “Ankara’nın hiçbir siyasetini tasvip etmiyorum. Fakat Yunanistan’a karşı bu gazada Kuvayı Milliye’nin en coşkun bir ferdi gibi elimizden gelen her fedakârlığı ifa etmeyi bir namus vazifesi sayarız.”

Birkaç gün ardı ardına benzer makaleler kaleme aldı. Fakat, Yunanlılar tamamıyla yenilmeyince Ali Kemal tekrar eski görüşüne döndü. Yunanlılar ilerledikçe aleyhteki yazılarını yine şiddetlendirdi.

“Bolşeviklik çukuruna yuvarlanan Ankara’nın arkasından ayrılmalıyız. Büyük devletlerle, özellikle İngiltere ile uzlaşmalıyız. O zaman Yunanlılar Anadolu’dan çekilir.” (2 Ağustos)

“Yunanlılar Ankara kapılarına dayandılar. Konya isyan içindedir. Kastamonu ve Kocaeli düşmüş sayılır. Düşman Karadeniz sahiline asker çıkarırsa Mustafa Kemal’e barınacak yer kalmayacak. O hiçbir yerde dikiş tutturamaz. Hesap sorma zamanı geldi.” (19 Ağustos)

Uzatmaya gerek var mı?

Ali Kemal’in benzer üsluptaki yazıları Büyük Taarruz’a kadar sürdü.

9 Eylül 1922’de Yunanlılar denize dökülünce, bir kez daha döndü ve “Türk’ün Bayramı” makalesini yazdı. Bir gün sonra da “Gayeler Bir İdi ve Birdir” yazısını kaleme aldı: “Yurdunu ve ulusunu seven muhaliflere düşen başka konularda görüşlerini korusalar bile- bu konuda yanıldıklarını itiraf etmelidirler.”
(10 Eylül 1922)

Son yazısı bu oldu. Artık inandırıcılığını yitirmişti.

Yargılanmak üzere İstanbul’dan kaçırıldı. Fevri hareketleriyle bilinen Nurettin Paşa’nın tezgâhıyla İzmit’te linç edildi. Yazık oldu.

İlhan Selçuk diyor ki: “Ali Kemal bugün gözlerini açıp bizleri görse şaşırıp kalırdı!..”

Resim

MUSTAFA KEMAL’E ‘BERDUŞ’ DİYORDU

PEYAM-I SABAH ilk sayısında “Kuvayı Milliye’nin içyüzü” manşetiyle yayın çizgisinin ne olacağını belli etti.

Ali Kemal İstanbul Hükümeti’ni, kuvvetli bir devletin yardımıyla kurtuluşu sağlayamadığı ve Mustafa Kemal hareketine bir türlü öldürücü darbeyi vurmadığı için eleştirdi.

Mustafa Kemal’e “Anadolu’yu dolaşan berduş” benzetmesi yapıp, “hâlâ İttihat ve Terakki zihniyetiyle konuştuğunu” yazdı. (12-13 Ocak 1920)
Benzer görüşlerini bıkmadan tekrar etti: “Düvel-i Muazzama ile eski dostluğumuzu devam ettirseydik, değil İzmir’den hiçbir taraftan mahrum kalmayacaktık. İtilaf Devletleri’nin itimadını mütarekeden beri cidden kazansaydık, artık bu topraklarda İttihatçı olmadığını ispat edebilseydik, daha uygun sulh şartları elde edecektik.” (19 Şubat)

Bunun başlıca nedeni olarak Anadolu’daki milli hareketi gördü:

“Kuvayı Milliye medeniyet dünyasını aleyhimize çevirmek üzere Anadolu’da havsalaya sığmaz cinayetler işledi.” (4 Mart)
Liberaldi ama gericileri destekledi

Ali Kemal liberaldi; hayatı boyunca gericilikten nefret etti ama Anadolu’daki gerici ayaklanmaları destekledi. Bu çevreleri kışkırttı: “Kuvayı Milliye zuhur edeli beri, biçara Anadolu tahribin en korkuncunu gördü. Yaralarını saracağı sırada yeniden asker, vergi, iane vermeye mecbur oldu.” (24 Mart)

“Anadolu Türkleri, şeriat hükmüne, padişah fermanına dayanarak bu şaklabanlara hadlerini yakında bildirecektir.” (13 Nisan)

“Ankara ile uzlaşmak boşuna emektir. Konyalılar ayaklanarak bize en kestirme yolu gösterdi.”

Anadolu’daki Kürtleri de kışkırtmak için Kürt Teali Cemiyeti’nin bildirilerini yayınladı: “Ey Müslüman kardeşlerimiz! Teşkilat-ı Milliye’ye aldanmayınız. Bolşeviklerin kafasını taşıyan yurtsuz serserilerdir bunlar.” (31 Mart)

Ankara’ya, Kuvayı Milliye’ye katılmaya gidenler de, Ali Kemal’in hışmına uğradı: “Ankara’yı boylayan Celalettin Arif’ler, Adnan’lar, Halide Edip’ler milli hâkimiyetle küstahça oynuyorlar. Foyaları şimdi ortaya çıktı.”(14 Nisan)
‘İpsiz sapsızlar’

Her geçen gün üslubu sertleşti:

“Kuyucu Murad Paşa, Celalilere nasıl muamele etmişse Kuvayı Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir. Saltanata bağlı halim selim Anadolu halkı Mustafa Kemal şakisine haddini bildirecek.” (20 Nisan)

Ankara TBMM’yi açtığı gün Ali Kemal bakın ne yazdı:

“Teşkilat-ı Milliye sergerdeleri, bu mahluklar kadar başları ezilmek ister yılanlar tasavvur edilemez. Düşmanlar onlardan bin kere iyidir.” (23 Nisan)
Gün geldi baş istedi:

“İdam. İdam. İdam... Mustafa Kemal haydudu, Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Sami gibi çete reisleri haydutlar İttihatçılardan daha adi, daha kötü oldukları için cezalarını daha evvel bulacaklar.”(25 Nisan)

Mustafa Kemal, Ali Kemal’in yazılarının hedefi oldu: Yazılarının seviyesi her geçen gün düştü, küstahlaştı:

“Hükümet önce, Anadolu’nun henüz istilaya uğramayan yerlerini Mustafa Kemal’lerden; o ipsiz sapsız, akılsız, fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir.” (6 Ağustos)

Yazılarında öve öve bitiremediği halka yabancıydı. Avrupalılar onun gözünde yenilmezdi.

“Mustafa Kemal ve yandaşları, Yunanlılara karşı büyük bir saldırıya hazırlanıyor. Bu çılgınca teşebbüsün amacı yine izmihlal, yine izmihlal, yine izmihlal. Çünkü Yunanistan’ın orduları var, mühimmatı var, teçhizatı var. Nihayet İngiltere gibi büyük bir yardımcıları var. Bu sergerdeler ise her hususta yoksul. Fazla olarak da gaddar haydut. Anadolu halkı, Allah’ını dinini sever. Onlar ise zındık, münafık.”(7 Ağustos)

Ali Kemal bıkıp usanmadan kafasındaki kurtuluş şablonunu yazdı: “İtilaf Devletleri’nin Şark siyasetini anlayamadığımızdan belimizi doğrultamıyoruz. Kendi düşen ağlamaz. Topla, tüfekle iş görülecek zaman çoktan geçti.”(31 Ekim)

SONER YALÇIN / 21.03.10 - Hürriyet
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 28, 2010 4:37

BUNLAR DÜNÜN İŞBİRLİKÇİSİ Mİ DİYE SORMAYIN...


İşbirlikçilere ne oldu?


MUSTAFA Kemal Paşa, 31 Temmuz 1920 günü Afyon Orduevi’nde, genç subaylara şöyle sesleniyordu:

“Dünyada insanca yaşamak için bağımsızlık şarttır. Bağımsız olmak için bir kuvvete sahip olmak gerekir. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat kaynağı, hürriyet isteyen millettir.

Yabancılar milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için Mondros Mütarekesi ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün savunma araçlarımızı elimizden almaya çalıştılar.

Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza saldırmaya başladılar.

Askerlik onurunu yok etmeye çalıştılar. Ordumuzu lağvederek milletimizi, bağımsızlık için muhtaç olduğu dayanaktan mahrum etmeye çalıştılar. Milletimizin onuruna, her türlü hak ve hukukuna saldırarak, milleti alçaltarak ‘boyun eğmeye alıştırma’ planını uyguladılar ve uyguluyorlar. Ordu, düşmanlarımızın birinci saldırı hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, küçük düşürmek lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta bir sakınca görmeyecekler!”



Atatürk’ün, genç subaylara bunları söylediği günlerde İstanbul’da işgal kuvvetlerini destekleyen işbirlikçi Peyam-ı Sabah Gazetesi, Atatürk ve arkadaşlarına ateş püskürerek “Ankara’daki şımarık herifler! Artık durun! Haddinizi bilin! Bu şarlatanlık bitsin!” diye manşetler atıyordu.

Yabancı uşağı Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığını yaptığı mahkeme Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i ve Urfa Valisi Nusret Bey’i idam ettirmiş, Mustafa Kemal Paşa için de gıyabında “idam” kararı vermişti.



Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra, 150 işbirlikçi, vatandaşlıktan çıkarılarak ülke dışına sürüldü. Ancak bu 150’liklerin neredeyse tamamı 1 Haziran 1924’teki yasa çıkmadan çok önce Türkiye’den kaçmış bulunuyordu.

İşbirlikçi gazeteci Ali Kemal’in İzmit’te linç edilerek öldürülmesi, işbirlikçileri büyük bir telaş ve paniğe sürüklemişti. Bu yüzden sürgün kararı çıkmadan çok önce, bir vapurla Türkiye’den kaçmışlardı.

Kaçaklardan bir bölümü Yunanistan’ın Pire limanında, diğer bölümü de Mısır’ın İskenderiye limanında karaya çıktılar. Onlar için acı, çileli, meşakkatli bir hayat başladı.



Sürgünler arasında, ülkesini seven insanları insafsızca idama yollayan Mahkeme Başkanı Nemrut Mustafa Paşa, Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Padişah ve işgal kuvvetleri yanlısı olan ünlü yazarlar, Refik Halit Karay, Ref’i Cevat Ulunay, şair-filozof Rıza Tevfik ile “Mütareke Basını” denilen 12 gazetenin sahibi ve başyazarı da vardı.

1938 yılında çıkarılan yasa ile sürgündeki “150’likler” affedildi ama pek azı Türkiye’ye döndü. Çünkü çoğu, yabancı ülkelerde zor şartlarda yaşayıp, sefalet içinde can vermiş, bazıları da din değiştirerek Hıristiyan olmuştu.

Filozof Rıza Tevfik ile iki ünlü yazar Refik Halit Karay ve Ref’i Cevat Ulunay, Atatürk’e dualar ederek ülkeye döndü. Güçlü bir kalemi olan Refik Halit Karay, öldüğü 1965 yılına kadar birçok roman yazdı. Rıza Tevfik de öldüğü 1949 yılına kadar şiir ve felsefeyle uğraştı.

Ref’i Cevat Ulunay ise öldüğü 1968 yılına kadar Milliyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Tatlı bir üslubu olan Ulunay, hayatının sonuna kadar hiçbir politik yazı ve siyasi yorum yazmadı.


RAHMİ TURAN
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Başkomutan » Sal Mar 30, 2010 15:00


Temiz bir Türk milliyetçisi

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, grup konuşmasında Nemrut Mustafa Paşa mahkemeleri ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in idamından bahsedince Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli eşsiz eserini yeniden gözden geçirdim. Mutasarrıf Nusret Bey’le aynı kaderi paylaşan Hayran Baba’nın hazin öykülerini Atay’ın anlatımıyla sizinle paylaşmak istedim...

***

Terbiyeli, özü sözü birbirinden temiz bir Türk milliyetçisi idi. Tehcir sanığı olarak bizim koğuşta yatıyordu. Bir gün kendisini acele Merkez komutanlığı’na istemişlerdi. Malta’ya sürüleceği havadisini duyduk ve sevindik.

Sapsarı geri döndü:

- Benden hayır yok, beni öldürecekler... dedi.

Sonra anlattı:

- Kulağımla duydum. Yan odada İngilizlerden gelen subaya Mustafa Paşa yalvararak: “Onu bırakınız. Birkaç güne kadar idam edeceğiz” diyordu. Bu söz üzerine beni tekrar aranıza yolladılar.

Birinci Divan-ı Harbde muhakeme edilerek, sadece vazifesini kötüye kullanmak suçu ile 3 yıla mahkum edilmişti.

Yeni Reis Mustafa Paşa üyelerden bir ikisiyle birleşerek Nusret’in idamını istemiş. Ötekiler muhalif kaldıklarından on beş yıl kürek cezası üzerinde anlaşmışlar. İkinci tutanak böyle yazılmış. Fakat Divan-ı Harb katibi tutanağı bir türlü beyaza çekmez, soranlara :

- İşlerimiz çok, birkaç güne kadar çıkartırız, cevabını vermiş...

Mustafa Paşa arada kendiliğinden bir şahit daha icad eder. Kararın yeniden ağırlaştırılmasına karşı koyan üyelerle kavga çıkar. Bir iki gün sonra bu üyelerin değiştirildiğine dair Nezaret’ten emir gelir. Merkez komutanlığı vakası bu sırada olmuştur.

Nusret’i tekrar mahkemeye çağırdılar. Patrikhaneden dört yeni kadın şahit getirilmişti. Nusret hakimlerin karşısında iken, ezberlediklerini söyleyen kadınlara:

- Nusret Bey burada mı? Tanıyor musunuz? diye sorulunca kadınlar:

- Tanıyoruz ama burada değil! Cevabını vermeleri üzerine, tekrar dışarıya çıkarılmışlar, bir müddet sonra dönerek:

- Nusret budur, diye göstermişlerdir.

Hükümetin düşmesi üzerine Mustafa Paşa aleyhine kovuşturma yapıldığı zaman bu çift tutanaklar meydana çıkmıştı.

Nusret, kullanılmaktan kayış haline gelen iskambil kağıtları ile fal açarak ölümünü bekliyordu. Nihayet bir akşam locaya indirmek üzere aramızdan aldılar. Bize ağlayışlı bir sesle veda etti. Sanki hayattan kopup gittiğine değil de dostlarından ayrıldığına yanıyordu.

Kapıdan çıkarken pantolonunun yamasını gördüm.

Sabaha doğru koridorda süngülü muhafızların ayak seslerini duyduk. Nusret, sehpaya gidiyordu.

İbrahim Fevzi karyolasının ucuna çıktı, ezan okumaya başladı.

Karısına ve çocuklarına bile gösterilmemişti. Göğsüne asılan yaftada, “para çalmak için kıtal (-öldürme- H.K) yaptığı” söylenen Nusret’in yamalı pantolonunun cebindeki cüzdanında yalnız bir kağıt lira bulmuşlardı.

Sabahın ilk saatlerinde tevkifhane avlusundan, zavallı karısının çığlıkları geliyordu.


İdama giderken sevindi!

Hayran Baba, Erzincan eşrafından Hafız Avni Efendi’nin saz şiirlerinde kullandığı ismi idi. Olgun bir ehl-i dil olduğundan bütün derdi, gamı kendi içinde idi.

Tevkifhanede içkiye vurmuştu. Gitgide sinir muvazenesi iyiden iyiye bozulduğu için doktor raporu üzerine hastaneye yolladılar. Ertesi gün Divan-ı Harb Reisi Hayran Baba’yı istedi. Hastanede olduğundan getirmediler. Mustafa Paşa müdürü çağırarak:

- Bu adamı niçin getirmediniz?

Diye sordu. Hastanede olduğunu söylediler:

- Ben bu adamı asacağım! Nasıl şuraya buraya gönderirsiniz? diye bağırdı.

Nihayet iş Muhafız komutana geldi. Muhafız, Doktor Necip Beyi yanına çağırıp:

- Hayran Baba’yı niçin hastaneye gönderdiniz? diye sordu.
Doktor:

- Bu emirle! diyerek cebinden hasta mevkuflar hakkındaki tamimi çıkarıp okudu, ve:

- Ben rapor vermeye mecburum, gönderip göndermemek makama aittir, dedi.

Merkez Komutanı, Hayran Baba’nın Divan-ı Harbe yollanmasını emretti. Muhakeme günü hastaneye bildirildiyse de hastane doktorları Hayran Baba’nın bir yere çıkamayacağı hakkında bir rapor verdiler.

Daha hiçbir muhakemeye çağırılmayan Hayran Baba’nın idam olunacağı ağızdan ağıza söylenmekte idi. Bu sırada bütün hasta mevkufların ancak Selimiye Hastanesi’nde tedavi olunacağı hakkında bir karar verildiğinden Hayran Baba da Selimiye’ye gönderilmek üzere raporu ile beraber tevkifhaneye teslim edilmiş, fakat Selimiye’ye gönderilmeyip hapsedilmişti.

Hayran Baba’nın sağlık durumu gitgide fenalaştığından doktor yeni bir rapor daha verdiyse de okumadılar bile.
Bir gün Hayran Baba’nın çektiği ıstıraba kalbi dayanamayan doktor her türlü tehlikeyi göze alıp bir rapor daha vermeye cesaret etti. Hayran Baba’yı muhafaza altında Selimiye Hastanesi’ne gönderdiler.

Divan-ı Harb Reisi vakayı haber alır almaz gece yarısı bir zabit yolladı, hastanın bileklerine kelepçe vurdurdu. Hayran Baba’yı sürükleye sürükleye Haydarpaşa iskelesine indirdiler, zavallı adam doğruca sehpaya gittiğini sanıyordu:

- Beni asmaya götürüyorsunuz, biliyorum, sabaha kadar sabretseniz ne olur? diyordu.
Hayran Baba’yı getirdiler, o bitkin halinde taş locaya attılar. Eline kelepçe vurulduğunu ve omuzuna bütün eşyasının yüklendiğini gören Hayran Baba:

- Ölüm eziyeti dediğin beş dakikalıktır. Bu cevrü cefaya ne lüzum var? diye inliyordu.

Hayran Baba idam olunacağını bilerek yirmi gün yirmi gece taş locada aç ve ilaçsız yattı. Biraz merhamet duygusu bulunan gardiyanlar bile aynı locanın yanındaki locada yatan bir öğretmene:

- Şu pencereden zavallıya biraz süt veriniz! diye yalvarıyorlardı.

Hayran Baba bu yirmi günün ölüm bekleyişi içinde kıvrandı.

“Şu kapıyı bir lahza açınız, biraz hava alayım!” diyordu.

Ve böylece loca rutubeti ve açlık içinde yirmi gün işkence çektikten sonra, bir gece sabaha karşı kendini asılmak için uyandırdıkları zaman, tıpkı hürriyete kavuşuyor gibi sevindi, subayın omuzlarını okşadı....

HAYRİ KÖKLÜ / YENİÇAĞ



"Her şeyin cevabı tarihte gizli"

BAŞKOMUTAN
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Başkomutan » Pzt May 10, 2010 2:28

Gazi Mustafa Kemal bugün için cevap veriyor

Esir Şehir Zamanları...


Bahriye Binbaşısı Muhiddin, Piyade Binbaşısı Cemal, Topkapılı Yüzbaşı Rıza, Yüzbaşı Dayı Maksut, Dr. Fahri Kadıköy rıhtımından Üsküdar'a doğru yürüyorlardı. Binbaşı Cemal birden durdu. Limandaki donanmaya baktı: "...Mondros belası..." derken uzaklardan bir silah sesi duydular. Dayı Maksut: "...Sanırım bizim deli Ömer, Kehribar Ali vazifeyi tamamladılar..." Binbaşı Cemal "...nasıl bir vazife?..." Dr. Fahri: "...Şu arka yanlardan Rahip Fruuu'nun bir jurnalcisi vardı. Artık yoktur..."

Karanlık iyi bastırmıştı. Bahar mevsimi ha geldi ha gelecek...

TEĞMEN FARUK'A EMİR...

Vakit gece yarısına yaklaşmaktaydı. Dayı Maksut, Dr. Fahri Teğmen Faruk, Mustafa Kemal Paşa'nın Şişli'deki evinin çalışma odasındaydılar. Biraz sonra Mustafa Kemal Paşa oraya girdi. Dayı Maksut ile Dr. Fahri kendilerine verilmiş vazifedeki neticeleri anlattılar.

Mustafa Kemal Paşa Teğmen Faruk'a baktı. "...Size bir vazife. Bandırma üzerinden Manisa'ya ineceksiniz. Albay Bekir Sami Bey o civara gönderildi. Teşkilat yapmaktadır. Adana'dan ayrılmadan önce Eşref Kuşçubaşı'nın Manisa civarındaki çiftliğine silahlar göndertmiştim. Önce çiftliğe gidecek size verilecek zarfı ulaştıracaksınız. Tehlike ile karşılaşırsanız canınız pahasına da olsa zarf imha edilecektir..."

GECİKMESİ OLMAMALI...

Mustafa Kemal Paşa emri sürdürdü: "Yanınızda ikinci bir zarf olacak. Bilirsiniz Kuşçubaşı Eşref Bey Teşkilat-ı Mahsusa'mızda mühim vazifeler yapmıştır. Oradaki vazifenizi bitirdikten sonra bu ikinci zarfı Albay Bekir Sami Bey'e ulaştıracaksınız. Tehlike olursa canınız pahasına da olsa zarf imha edilecektir. Bekir Sami Bey'i bulabilmeniz için Eşref Bey'in çiftliğinden size yardım edilecektir. İstanbul'dan hareketiniz hemen yarın akşamdır..."

"İDAMI MUCİPTİR"...

Yüzbaşı Dayı Maksut, Dr. Fahri, Teğmen Faruk, Mustafa Kemal Paşa'nın yanından ayrıldılar. Teğmen Faruk: "...Zarfın üzerinde gecikmesi idamı muciptir yazmakta..." Dayı Maksut tecrübelerden geçmişti. "...Bak teğmen o zarfın üzerindeki yazı göstermektedir ki vazifen tarifi mümkün olmayan bir ehemmiyettedir. Demektir ki zarf gecikmeden yerine ulaşacak. Tehlike halinde ölünecek fakat zarf verilmeyecektir. Allah muvaffak etsin seni teğmen..."

"DEMEDİM Mİ PATRİYOT"...

Yüzbaşı Dayı Maksut Yenibahçeli Şükrü'ye haberi salmıştı. Dr. Münir'in Erenköy'deki evinde olacaklardı. Dr. Fahri, Binbaşı Cemal, Yüzbaşı Rıza da orada olacaklardı.

Dr. Münir'in evinde perdeler sıkı sıkıya kapanmıştı. Rumelili Deli Ömer Zeybek, Kehribar Ali dışarda sokak başında tehlike nöbetine yattılar.

Patriyot Ömer Teğmen Faruk'u görememişti. "...Maksut sipahi şu teğmen nerede? Gözüm tutmuştu benim onu..." Dayı Maksut: "...Mustafa Kemal Paşa emri icabı önce Kuşçubaşı Eşref Bey'in çiftliğine ulaşacak. Sonra Manisa civarında Albay Bekir Sami Bey'i bulacak..." Odada birden derin bir sessizlik oldu. Dr. Münir "...Bana bak Patriyor, demedim mi sana ben koca İttihatçı, Sarı Paşa durmaz. Manastır'dan beri tanırım. Bizi, cümleyii memleketi bu bataktan çıkarsa çıkarsa o çıkarır demedim mi?..."

VURUP YARIP ÇIKMAK...

Patriyot Ömer, Dayı Maksut'a döndü: "...Emirde gecikmesi idamı muciptir dendi mi?..." "...Denmiştir..." Patriyot ayağa kalktı: "...Şu odada İttihatçı'dan gayrısı yok... Öyle olmasaydı Dayı Maksut'u salıncağa bindirsen söylemezdi. İpini de kendi çekerdi de sır çıkmazdı... Demek ki, Sarı Paşa başlayacaktır. Cephelerden de bilirim. Karara varmış ise yedi düvel gelse nafile..." Yübaşı Rıza Bey "...Demek ki vurup yarıp çıkacağız bu bataktan..."

O gece bir müthiş heyecanla tamamlandı...

"SEVDAYA VAKİT YOK..."

Teğmen Faruk gece Üsküdar Ayazma'daki Nihat Hala'nın konağına gitti. Silahların saklandığı mahzene indi. Kendi silahını bıraktı. Bir parabellum aldı. Salona çıktı. Parabellum'u aldığını söyledi. Sevdalısı Selvinaz kahveleri getirmişti. Nihat Hala durumu sezmişçesine,

"...Hayırlısı olsun evladım nedir vazife...?"

Teğmen Faruk, "...Mustafa Kemal Paşa emridir. Manisa'ya doğru yola çıkmak var..."

Selvinaz iki damla yaşla dışarı çıktı. Nihat Hala, "...Ne yaparsın duracak zaman değil. Lakin Selvinaz çok üzülecek..." Teğmen Faruk başını önüne eğdi.

"...Ben demiştim Nihat Hala Vatan bu halde iken sevdaya vakit yok demiştim..."

Ve Teğmen Faruk Nihat Hala'nın elini öptü. "Hakkını helal et" dedi ve emir üzere Anadolu yoluna düştü...

Selvinaz bir bardak suyu arkasından dökmüştü... Teğmen Faruk'un iç cebinde Selvinaz'ın işlediği mendil vardı...

ESİR ŞEHİR VE HAPİSHANE...

Esir şehir İstanbul'un Babıalisi'ndeki matbuat (gazeteler) o gün sabah yine esir şehrin ayakları çıplak yoksul çocuklarına veriliyordu.

Yüzbaşı Şadi bir kaç gazete aldı. Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ndeki Tevfik Rüştü Bey (Aras), Yüzbaşı Şadi'ye "...Dışardan haberler icab eder bize temin ediniz..." demişti. Yüzbaşı Şadi gazeteleri götürdü.

Tevfik Rüştü, Ali Kemal'in yazısına baktı. "...Rezil, pespaye herif yine Damat Ferit'in verdiği talimatla yazmış herhalde. Baksanıza bizlere sövmekte..."

Bekirağa Bölüğü Hapishanesi dolmuş taşmıştı. Damat Ferit'in işgalcilerin istekleri ile Nemrut Paşa Harp Divanı'na yeni listeler göndermekte Nemrut Paşa Harip Divanı Mahkemesi de emirleri yerine getirmekteydi.

Tevfik Rüştü ve mahpuslar Mustafa Kemal Paşa'nın kendilerini ziyarete geldiğini öğrendiler. Mustafa Kemal Paşa hapishanenin bir odasında arkadaşları ile görüşmekteydi. Yüzbaşı Şadi Bey Mustafa Kemal Paşa'ya her gelişinde olduğu gibi yine istenilen bilgileri verdi. Tevfik Rüştü Bey Ali Kemal'in yazısından söz etmişti. Mustafa Kemal Paşa "...Sanıyorlar mı ki böyle devam edecek? Uşaklar ve efendileri bu böyle sürer diye düşünmekteler. Ama tarih bakalım ne diyecek?...


Taylan Sorgun
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: CIA Parmağı / Uğur MUMCU

İletigönderen gcicek » Cum Ara 21, 2012 22:59

:hosgeldin: Parsellenmiş topraklarda insanca yaşama hakkı elinden alınmış olan biz Türkler'in ;kökten sarsılmış olan ;yasama yürütme ve yargı sistemi içinde oynanan oyunların ve komplo teorilerinin ardı arkası kesilmedi ki bu ihtilal gerkli midir mücadelesine girilsin.İhtilal bir ülkeyi en az elli yıl geriye götürür :dinsiz toplumuysa dinlendirmek gerekir ;ulusumuzda korku ve merak duygusu öyle bir doruğa çıkarılmıştır ki;giyim kuşamdan spora kadar her yerde vurgulanmıştır...kendisiyle barışık olmayan ulusumuzu milli bütünlük ve beraberlik içinde yaşamaya çalışan biz Türkler; Atatürk adından korkar olduk...gerçi bizim Atatürk'ün heykellerini yıktırmak gibi düşüncelerimiz hiç olmadı ama açıkçası Atatürk'ün gülümseyen fotoğrafını ilk Türk Lirası'nda görmek beni oldukça kızdırdı....ekonomi ve din bütünleşti herkes gereksiz ön yargılarla birbiriyle selamlaşmadan yürümeye ve daha iyi olmaya çalışmaya başladı.Geriye dönüp baktığımda ki bu doksanlı yıllardır:Harun Yahya (.....) gibilerinin kitapları sınıf ayrımını ortadan kaldırmaya çalışan bizlerin; bilimsel ya da sanatsal çabalarını açıkta bırakacak kadar hızlı ve çabuk yayılmış; üretebilecekken tüketen toplum olduk:kurşun kalem uçlarımız:Çin'den gibi...Düşününce; 'Türk Malı yazılı hiç bir şey aklıma gelmiyor'....Dil Din ya da şive farkları ...aslında temel eğitimden sarsılıyor...bilimsel tüm çalışmalar denek olarak kullanılan biz Türkler'in kanından geldi geçti:anımsar mısınız Oktar Babuna'ya aktarılan kanları .....kültürel ayrımlar bir de Medya aracılığıyla gözümüze çarpık çurpuk bir sürü ayrım koyuyor yani eğitim Y.Ö.K.'dan sarsılıyor-Televizyon Programları da işin tuzu-biberi:öğreten TV:kayıp insanları bulup belki de kaçırmayı öğretiyor.......görücü usulü TV'de meşrulaşıyor.......;Medya mı toplumu toplum mu medyayı yönetiyor? giyim kuşam yemek içmek ve özllikle de reklam:kuş pisliğine umudunu bağlamış bir toplum olduk çıktık; tıpkı bize gösterilip vurgulanan bunlar böyle yapılıyor:''Çıplak Vatandaş,Dön Gel Karhanesi 'filmlerinde olduğu gibi.... biraz okumalı insan, düşünmeli ve üretmeli:bana öyle geliyor ki düşünmeyen toplum hedef kitlesi artık düşünen bir toplum olmaya başladı en azından büyük çoğunluk buradan takip edebildiğim kadarıyla durumun farkında;algı ve farkındalık artmış....Peki Y.Ö.K'nun temel ilkesi eğitimde fırsat eşitliği gibi bir kavram mıdır?Diyanet işleri diye bir başkanlık olmak zorunda mıdır ve herkes birbirine nerelisin diye sormalı mıdır?Toplumsal normlar temelden sarsılmış:12 sene zorunlu eğitim bu güzel; peki yetiştirecek okul ya da okulcuklar yeterli midir:Kanun yapıp bozmakta üstüne tanımadığım T.B.M.M iç savaşı soğuk sularla yıkıyor askerlerimizi bölüp...yeni oyunlarıyla Mandacılığı kabul etmekle kalmayıp Tekke ve Zaviyeleri de açıyor insanlar düşünüp tartışmaktan yoksun bir halde....;o halde biz Türk Gençliği'ne emanet edilen her şey bir şekilde ortadan kaldırılıyor; artık -izmleri bırakıp bütünlük içinde yaşamamız ve köklerimizi araştırmayı bırakmamız gerekiyor ki ulusumuzun bir çoğu;ihaleler(ilaç zinciriyle başlayıp konutlara kadar) karapara aklıyor başbakanımız para kazanmayı biliyor da ülkemizi satıyor.....çocuklar çocukluklarını baby-tv gibi kanallarda yaşıyor o zaman okuyup yazdıkça güçlenecek olan dilimizi kitaplar mı paralar mı kirletiyor?bence hepimizin NUTUK ya da SÖYLEV'i bulup okumamız gerekiyor:Mustafa Kemal Atatürk'ün söylevinden günümüze kadar oynanan bütün oyunlar tek tek yüzümüze çarpacaktır....ve Uğur Mumcu hangi araştırması sırasında faili meçhullere girmiştir:tabi ki derin devlet- devlet ilişkisini araştırırken.....olmak-olmamak ya da okur yazar olmak.....ürten ve üretebildikçe tükenmeyecek olan bizlerin daha çok üretme ve sanatla da bir yerlere gelinebileceğinin farkına varması gerekiyor :lutfen: :ban: :tesk: :iyi geceler:
Kullanıcı küçük betizi
gcicek
Üye
Üye
 
İletiler: 6
Kayıt: Prş Ara 13, 2012 23:48

Re: Dün; Malta Sürgünleri, Vahdettin - Bugün; Ergenekon, Tayyip

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Şub 16, 2013 1:28



İNSAN AVI, KEYFİ TUTUKLAMALAR, SÜRGÜNLER...

Siyasi entrikalar, örtülü ve açık yabancı işgalleri, yerli ihanetler, alçaklıklar, kahramanlıklar, masum vatan evlatlarının ipe çekilmesi, kara listeler, insan avı, subay avı, baskılar, zulümler ve sürgünler..

Ordu komutanları, genelkurmay başkanları, yazarlar, profesörler ve gazete başyazarlarının başına gelenler ve neden yakalandığını bilmeyenler..

Geçmişin hesabını sorma, Kemalistlerin tek tek avlanması, ulusal hareketi boğma girişimleri, keyfi tutuklamalar, sürgünler, hukuk cinayetleri ve bir iki yıl özgürlükten yoksunluk..

Tarihe mal olan gerçekler ve alınacak dersler canlı yayında Ceviz Kabuğu’'nda.

Konuklar: "Malta Sürgünleri" isimli kitabın yazarı, Emekli Büyükelçi - Dr. Bilâl ŞİMŞİR

http://www.guncelmeydan.com/pano/ceviz-kabugu-13-subat-09-bilal-simsir-t19008.html
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Sonraki

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x