Dünden Bugüne Çin Devrimi 1-3 / Metin AYDOĞAN

Dünden Bugüne Çin Devrimi 1-3 / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Eki 13, 2013 17:45

Dünden Bugüne Çin Devrimi -1

1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.

Devrimin Kökleri

20.yüzyılda, ilki Türk devrimi olmak üzere çok sayıda ulusal kurtuluş savaşı ve devrimi yaşandı. Emperyalizmin boyunduruğu altındaki yoksul uluslar birer birer bağımsızlık savaşımına (mücadelesine) girişti ve sömürgecilik düzenine son verdi. Kurtuluş savaşları, kararlı tutumları ve anti-emperyalist uygulamalarıyla son derece rahatsız etti, onları politika değiştirmek zorunda bıraktı.

Çin Devrimi, yalnızca 1949 yılında Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını kapsayan bir olgu değil, 1830’da Avrupalı misyonerlerin sınırdışı edilmesiyle başlayan ve günümüze dek süren çok uzun bir dönemi içine alan devrimci bir süreçtir.

Afyon Savaşları, halkına yabancılaşarak soysuzlaşan imparatorluk hanedanı, savaşçı birlikleri olan buyurgan (despot) feodaller, büyük devletlerin istila ve kışkırtmalarıyla yaşanılan acı dolu yıllar, 20.yüzyılda Çin’i nelerin beklediğini açıkça gösteriyordu. 1894 Japon yenilgisi, bu yenilgiye karşı gelişen halk eylemi, 1898 Boxer ayaklanması ve Mançu hanedanlığına duyulan nefret, savaşımın artık iç çatışmaları da içereceğinin göstergeleriydi.

Batılılar ve Çin

İlk gelenler İngiliz ve Portekizli tüccarlar oldu. Bunlar Çinliler’e afyon satıyor, karşılığında onlardan çay ve ipek alıyordu. Çin toplumunu giderek zorunlu afyon tüketicisi durumuna getirdiler. Avrupalılar Çinliler’e afyon içirmekte kararlıydı. Pekin hükümeti 1839 yılında afyon dışalımını yasaklayan bir yasayı uygulamaya soktu. Ve ele geçirilen afyon depolarını yok etti. Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Kanton’u bombaladı (1841), Sanghay’ı elegeçirdi ve Nankin’e yürüdü. Çin yenilgiyi 1842’de kabul etti ve afyon ticareti yeniden serbest bırakıldıktan başka, beş büyük Çin Limanı İngilizler’in denetimine girdi ve Hongkong İngiltere’ye bırakıldı.

Çin, Osmanlı imparatorluğu gibi kapitülasyonlar ve yabancıların baskısı altındaydı. Batılılara tanınan ayrıcalıklar; bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve ekonomik gelişmenin önünde ‘aşılmaz’ engeller durumundaydı. Limanları, ayrıcalıklı özel bölgeleri ve dolaysız devlet gelirlerini, yabancılar denetliyordu. Merkezi yönetime bağlı olmayan yerel yönetimler oluşturulmuştu ve yabancılar buralarda; vergi vermiyor, Çin yasalarına uymuyor, dilediği gibi davranıyordu.

Türkiye ve Çin

Ayrımlı yöntem ve stratejik anlayışla yürütülmesine karşın, Çin Devrimi ile Türk Devrimi, benzer toplumsal ve siyasal bir temel üzerinde, aynı düşmana, emperyalizme karşı gelişmekteydi. Bu iki devrim özgün ve evrensel yanlarıyla birlikte incelendiğinde, bugün ileriye yönelik belirleyici sonuçların ortaya çıkacağı görülecektir.

Nesnel belirlemelerle başarılmasına karşın Türk Devrimi, kısa sürede, kendi karşıtına dönüşme sürecine girdi. Öznel değerlendirmelerle başlayan Çin Devrimi ise, daha sonra nesnel ve gerçekçi bir anlayışa ulaşarak, yüzyıl sonlarında büyük başarı elde etti. Bunun nedeninin açıklanması gerekir. Doğru biçimde yapılacak bu açıklama, küresel sorunlarla çevrilmiş birçok ülke için de, anlamlı olacaktır.

Çin Devriminin Özellikleri

Çin Devrimi’nin birinci özelliği, ulusçu olmasıdır. Bu ulusçuluk, uzun süre yabancı düşmanlığına bürünmüş ve kendiliğinden gelme bir direnme içgüdüsü oluşturmuştur. Çinliler yabancılara karşı ilk tepkiyi, 1830 yılında Hırıstiyanlaştırma çabalarını yoğunlaştıran misyonerleri sınır dışı ederek gösterdi. Tepkilerin, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilince ulaşması ise yaklaşık yüz yıl sürdü. 1911 Demokratik devrimi ile cumhuriyetçi eğilimlerin artması ve özellikle de Kuomintang’ın (Ulusal Halk Partisi) 1923’de yeniden yapılanmasıyla bu bilinç Çin’de yayılmaya başladı.

Çin Devrimi’nin ikinci özelliği, feodalizme karşı olmasıdır. Toprak sorununa dayalı olarak yüzyıllar süren toplumsal gerilimin, bilince ve örgütlü savaşıma dönüşmesi, 1923’den sonra olmuştur. Hükümetlerin yabancılara karşı uzlaşmacı tutuma tepki gösteren ulusçular, ulusal bağımsızlığın aynı zamanda bir iç savaşımı da içermesi gerektiğine inandı ve emperyalizmin işbirlikçisi konumundaki feodallere karşı savaşıma girişti. Bu savaşımı demokratik devrimi tamamlayacak bir eylem olarak gördü.

Çin Devrimi’nin üçüncü özelliği, bir köylü devrimi olmasıdır. Nüfusun yüzde 90’dan çoğu kırda yaşamaktadır. Tarım ürünleri pazara açılamamıştır, sanayi yetersiz, işçi sınıfı güçsüzdür. Buna karşın, 1930’dan sonra, ulusal savaşım üzerinde etkisini arttıran Komünist Parti, sınıfsal savaşımı öne çıkarmaya başladı.

Oysa, Çin ‘komünistleri’ nesnel anlamda ulusçu bir savaşım sürdürüyor ve devrimciliği ulusçulukla bağdaştırıyordu. Bu nedenle Komünist Parti’nin adı komünist, yaptığı iş ulusçuydu. Çin Komünist Partisi’yle Kuomintang arasındaki ayrım, özünde, siyasi olmaktan çok, örgütseldi. Bu nedenle Komünist Parti’nin, yönetime geldiği 1949’dan sonraki sosyalizme yönelik uygulamaları, uygulamacıların umduğu sonucu doğuramamıştır.

1899-1949: Çin’de İç Savaş ve Anti-Emperyalist Savaşım Dönemi

20.yüzyıla girerken ortaya çıkan Boxer ayaklanması Çin’i, çatışmalarla dolu yeni bir dönemin beklediğini göstermişti. Bu ayaklanmadan sonra İmparator, birtakım yenileşme girişimlerinde bulundu. Japonya’daki Meiji Düzeni biçiminde bir anayasal iyileştirme yapmaya söz verdi; eğitim, ordu ve yönetim işleyişinde düzenlemeler yapıldı.

1908 yılında, parlamentoyu yalnızca bir danışma meclisi sayan bir anayasa çıkarıldı. Ancak bu tür cılız reform girişimleri, özellikle Güney Çin halkının nefretini üzerinde toplayan Mançu Hanedanı’nı kurtarmaya yetmedi. Aynı yıl, İmparator, nedeni anlaşılamayan bir biçimde öldü. Ve yerine 3 yaşındaki Puyi, imparator yapıldı. Son Çin imparatoru olan Puyi’yi tahta oturtan ve naipliğini üzerine alan sarayın güçlü kadını Tsişi de aynı yıl öldü. Saray varlığını sürdürmeye çalışırken, aydınların öncülük ettiği ve halkın katıldığı devrimci bir karşıtçılık yükseliyordu. İmparatorluğun sonu gelmişti.

10 Ekim 1911’de Hankov’da genç subayların başını çektiği bir ayaklanma oldu. Kendiliğinden gelişen ve tekerkçi (monarşist) General Yüen Şikai’in başına getirildiği ayaklanmada, imparatorluğun ejderhalı bayrağı bütün büyük şehirlerde indirilmeye başlandı. 29 Aralık 1911’de ulusal önder Sun Yat Sen Cumhurbaşkanı seçildi. Saray 12 Şubat 1912 de, ünvanlarını korumak, sarayda oturmak ve yılda dört milyon dolar aylık almak koşuluyla imparatorluk haklarını bıraktı ve Cumhuriyet ilan edildi. Sun Yat Sen, 13 Şubat 1912’de Cumhurbaşkanlığından çekildi ve yerine General Yüen Şikai getirildi.

46 gün Cumhurbaşkanlığı yapan Sun Yat Sen, 1866 yılında Kanton da doğmuştu. Honolulu’da Amerikan Koleji’nde ve Hong Kong’da İngiliz üniversitesinde okudu. Hekim diploması aldıktan sonra Amerika ve İngiltere’de öğrenimini sürdürdü. 1900 de Ulusal Halk Partisi’ni (Kuomintangı) kurdu. 1904-1910 arası birçok araştırma yayınladı ve konferanslar verdi. Kuomingtang’ı tanıttı. Girişimleri, ticaret ve sanayi kesiminde çok tutuldu. Partisinin üç temel ilkesi vardı. Ulusçuluk, demokrasi ve toplumsal adalet... Bu ilkelere, Sun Yat Sen’in ünlü Üç Halk İlkesi adı verilmiştir.

Devrimci Dalga Yükseliyor

4 Mayıs 1919 da, hemen tüm büyük Çin kentlerinde büyük boyutlu öğrenci gösterileri başladı. Kendiliğinden gelişen kitle gösterileri, yeni bir devrimci yükselişin başlangıcı oldu. Ve gelecek dönem üzerine belirleyici bir etki oluşturdu. Özellikle Japonların 1915 yılında imza ettirdiği onur kırıcı 21 Dilek Anlaşması’na duyulan sessiz tepki açığa çıktı ve Çin ulusçuluğu tüm ülkeye yayıldı.

1920’de Şanghay’da işçi ve aydınların oluşturduğu bir devrimci parti, bir yıl sonra da Çin Komünist Partisi kuruldu. Kuomintang 1923’de Sun Yat Sen tarafından yeniden açıldı. Ulusçu eğilimlerin yükselmesine, Sovyet yardım ve desteğiyle Türk Devrimi’nin yarattığı etki de eklenince, özgüvene sahip, daha atak bir devrimci siyaset tüm Çin’e yayıldı.

Az sayıdaki aydın ve öğrencinin bir araya gelerek, Komintern’in desteğiyle kurduğu, Komünist Partisi’nin Çin toplumuna yapacağı etkinin boyutunu o günlerde kimse düşünmemişti. Önceleri Şanghay’ın Fransız bölgesindeki bir kız okulunda, daha sonra bir güney gölünde kiralanan gemide gizli olarak toplanan, sayıları az düşünceleri çok delegeler, 28 yıl sonra tek başına yönetime gelecek bir “Marksist” partinin çekirdeğini kuruyordu.

1921 Temmuzundaki ilk parti kongresine elli üyeyi temsilen yalnızca oniki delege katılmış ve bunlar Pekin Üniversitesi profesörlerinden Çen Tu Şiu’yu, parti başkanı seçmişti. Kurucular arasında okumayı yazmayı seven ve üniversitede asistanlık yapan Mao Çe Tung adlı bir akademisyen de vardı.

Komünist Parti ve Çin

Çin Komünist Partisi’nin kurulmasını, birçok kimse siyasal düşlem (fantezi) olarak değerlendirdi. Sanayisi ve işçisi olmayan büyük bir köylü ülkesinde sosyalist siyasetin yürümeyeceği, partinin yaşamak için sosyalist değil demokratik bir program uygulamak zorunda kalacağı söyleniyordu.

Ayrıca, Sovyet desteğiyle kurulan bu partinin ister istemez desteği veren ülkenin etkisine gireceği bunun da siyasi bağımlılığa yol açacağı ileri sürülüyordu. Nitekim Sovyet desteği beraberinde siyasi istekleri de birlikte getirmişti. Rusya’daki siyasi çatışmalar (özellikle Troçki ve Stalin arasındaki) aynısıyla Çin’e yansıyor ve parti birliği açısından son derece zararlı oluyordu. Ayrıca Partinin kurulmasına destek veren Sovyetler, Kuomintang’ın önemine daha çok inanıyor, ulusçularla iyi ilişkiler kurmak için Komünist Partisi’ni “harcamaktan” çekinmiyordu.

Program ve erekleri ne olursa olsun bu parti, ağırlıklı olarak ulusçu bir savaşım yürüttü. Üyeleri, Kuomintang’a katıldı, kitle içinde örgütlendi. Öteki partilerden ayrımlı olarak savaşım yeteneği yüksek, kararlı ve özverili kadrolar yetiştirdi, halkla kalıcı bağlar kurdu.

Atak ve eyleme dönük tutumu, köylülerce benimsendi. Komünist Parti, Kuomintang’ın programına benzer bir çalışma anlayışı ve strateji uygulayarak hızla güçlendi. Ancak, Marksizm’i temsil etme isteği, öznel bir anlayışın partiye egemen olmasına yol açarken, Sovyetler Birliği’ne bağlılık, politik yaratıcılığı uzun süre köreltti. Bu iki eğilim, Çin Devrimi’nin gerek yönetim öncesinde ve gerekse yönetim sonrasında uzun ve kanlı olayların yaşanmasına neden oldu.

1923’den sonra, Sovyet danışman ve uzmanlar Çin’e gelmeğe, Kuomintang ve Komünist Parti üyeleri de, eğitilmek üzere Rusya’ya gönderilmeye başlandı. Moskova’ya giden ilk küme içinde Dr. Sun Yat Sen’in yardımcılarından, genç bir subay olan Çang Kay Şek’de vardı. Çang, örgütlenme tekniği okumuş hırslı bir ulusçuydu. Troçki dahil birçok bolşevik önderle tanıştı, Çin’e döndüğünde Askeri Akademiye atandı ve burada Komünist Parti üyesi Çu En Lai ile 1926’ya dek birlikte çalıştı.

Japon İşgali ve Mao

1931 yılında, Japonlar Mançurya’yı elegeçirmeye başladı. Zengin doğal kaynaklara sahip bu bölgenin tümü Japonların eline geçti. Aynı yıl, Mao Çe Tung Güney eyaletlerinden Kiangsi’de bir Çin Sovyet Cumhuriyeti kurdu ve bu Cumhuriyetin ilk başkanı oldu. Avrupalı marksistlerin çalışma yöntemlerinden sıyrılarak köylü kitlesine dayanmaya karar vermişti. Sömürünün ve yoksulluğun beslediği hoşnutsuzluğu savaşçılığa, Çin köylüsünün başkaldırma gizilgücünü (potansiyelini) eyleme dönüştürmek istiyordu. İç savaş süresince bu isteğinde başarı sağladı ve öldüğü 1976 yılına dek tam 45 yıl Çin toplumu üzerine belirleyici düzeyde etkili oldu.

Mao, bir köylü çocuğuydu. Güney Çin’de bereketli toprakları olan bir köyde 1896 yılında doğdu. 1913-1918 arasındaki öğrencilik yılları, politik çalışmalara katıldığı yıllardı. 1918’de Pekin’e gitti. Üniversite Kütüphane yönetici yardımcılığına atandı. Önce Bakunin ve Kropotkin’in yapıtlarını okudu. Daha sonra Marksizme yöneldi. Marksizmi benimsediğinde 27 yaşındaydı. Mao’nun iki erkek ve bir kız kardeşi vardı; üçü de 1930-1943 yılları arasındaki devrimci savaşım içinde can verdi.

Çang Kay Şek ve İçsavaş

Çang Kay Şek, 1933’de Kiangsi’deki Çin Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı saldırıya geçti. Ordusuna, Alman askeri uzmanlar danışmanlık yapıyordu. Kızıl Ordu ve köylü milisler geri çekilmek zorunda kaldı ve bu geri çekilme, 1934 deki on bin kilometrelik ünlü Uzun Yürüyüş’ün başlangıcı oldu. Daha sonra, zafere giden yolun bir simgesi olan Uzun Yürüyüş, tam bir yıl sürdü ve kuzeyin yoksul bölgelerinde bulunan doğal barınaklarda sona erdi.

1936 yılında komünist güçler, Çang Kay Şek’ı ele geçirdi. Ancak, Stalin’in isteğiyle salıverildi. Çang Kay Şek, özeleştiri yaptı ve komünist güçlerle çarpışmayacağını açıkladı. Bu açıklama, Japon işgaline karşı ulusal birliğin başlangıcı oldu.

1937’de Japon ordusu Pekin’e girdi ve güneye doğru ilerledi, Şanghay’a çıkartma yaptı. Ancak, Komünistlerin gerilla savaşına başlaması nedeniyle ülke içlerine giremedi. İşgale karşı ulusal savaş, Japonların yenilgisi ile 1945 yılında sona erdi. İşgalci birliklerin çekilmesi, Komünist Parti’yle Kuomintang’ı, yeniden karşı karşıya getirdi. ÇKP, 1946 yılında Çan Kay Şek güçlerine karşı Halk Savaşı başlattı. 1948’de Mançurya’yı, 1949 başında Şanghay’ı aldı. Buna karşın, yılın sonuna doğru iç savaşın sonu belli olmuştu. Egemen olduğu bölgelerde uyguladığı tarım politikasıyla köylülüğün desteğini alan Çin Komünist Partisi, Ekim 1949’da, kuruluşundan 28 yıl sonra yönetime gelerek Çin’in tümüne egemen oldu. Çan Kay Şek, Formoza (Tayvan) adasına çekilerek orada ABD destekli küçük bir devlet kurdu.

Metin AYDOĞAN, 10 Ekim 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Dünden Bugüne Çin Devrimi 1-3 / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Eki 13, 2013 18:18

Dünden Bugüne Çin Devrimi -2

1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.

1949 Sonrası: Çin’de Yönetim Dönemi

Çin Devrimi, 2.Dünya Savaşı sonrasının en önemli olayıdır. Birinci savaştan sonra Rusya’yı yitiren emperyalist ülkeler, 2.Dünya Savaşından sonra da Çin’i yitiriyordu. Uzun yıllar, Batıdaki varsıllığa kaynaklık eden bu büyük ülke, tarihsel geçmişine denk düşmeyen bir yoksulluk ve sefalet içine düşmüştü ancak şimdi kendisini sömürgecilerden kurtarıyordu.

Halk Cumhuriyetinin kurulduğu 1949 yılında Çin, dünya gelişme çizelgelerinin en altında yer alan bir ülkeydi. Düzensiz ve kalabalık kentlerin ürkütücü yaşam koşulları, uçsuz bucaksız kırlardaki sonsuz yoksulluk, yüzyıllara dayalı feodal egemenliğin doğurduğu sosyal gerilik ve giderilmesi olanaksız görünen ulusal ayrılıklar, büyük boyutlu toplumsal sorunlar olarak ortada duruyordu.

Emperyalist sömürü ve uzun süreli iç çatışmalar, Çin halkını yaşam savaşı verme noktasına getirmişti. Çin köylüsü o denli yoksul ve umarsız hale gelmişti ki, elindeki toprağı bile işleyemiyordu. Toplam yüzölçümünün ancak yüzde 10’unu tarıma açabilmişti. 1  1950 yılında bir hektar ekilebilir toprağa düşen insan sayısı, açlıktan yüzbinlerce insanın öldüğü 1917 Rusyası’ndakinden on kat daha çoktu. 2 

1949 yılında Çin nüfusunun yüzde 90’dan fazlası kırlarda yaşıyordu. Birbiriyle ilişkisi olmayan birçok bölge, kendi silahlı güçlerine sahip büyük savaşçı feodallerin denetimi altındaydı. Ellibeş ayrı ırk, başta Budhacılık, Lamacılık ve İslamiyet olmak üzere birçok din, onlarca dil ve yüzlerce yaşam biçimi vardı. Beş özerk bölge, 29 özerk il ve 69 özerk yönetim birimi varlığını sürdürüyordu. 3 

Dağlarda ve vahalarda klanlar halinde, feodalizm öncesi ilişkilerle yaşayan göçebe insan toplulukları bulunuyordu. Sanayi, ulusal varsıllığa hemen hiç katkıda bulunmuyordu, çünkü yoktu. Oysa kullanabileceği hammadde kaynakları sınırsız işgücü vardı. Çalışan az sayıdaki işletme sömürge tipi işletmeydi. Genellikle yabancı sermayeye ait bu işyerlerinde Çinli işçiler, on iki saat işgünü, çift vardiya koşullarında, düşük ücretle, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere çalıştırılıyordu.

Sovyet Etkisi ve Öykünme (Taklit)

1949-1952 arasında Sovyetler Birliği’ni örnek alan bir ekonomik kalkınma düşünüldü. Ortaklaşacılığa ve sanayileşmeye ağırlık verilecekti. Üretim araçlarının tümü kamu mülkiyetine alınacak ve hazırlanacak kalkınma planlarında; makinalı toplu tarım, ağır sanayi ve üretim makinaları üretimi öncelikli olacaktı.

Devrimden hemen sonra, kitle baskısıyla yapılan ve ideolojik belirlemelerle uyuşmayan toprak dağıtımı ‘olumlu’ bir sonuç vermedi. 350 milyon köylüye 460 bin kilometrekare toprak dağıtılmış 4  ancak kullanım hakkıyla sınırlı kalan, eşitsizlikleri gidermeyen ve ürün artışı sağlamayan bu dağıtım, çağdaş tarıma geçme amacına herhangi bir katkı sağlamamıştı.

Toprak dağıtımına son verildi ve tarımda sosyalist uygulamaya geçildi. Altı yıl içinde 178 milyon köylünün toplandığı 26 000 adet halk komünü kuruldu. 5  Tarıma açılmamış bölgelerde, toplam yüz ölçümün yüzde 5’ini oluşturan devlet çiftlikleri oluşturuldu.

Tarımsal gelişmeyi amaçlayan bu uygulamalar, köylünün gerçek istemiyle uyum göstermiyordu. Küçük bir toprağın özel kullanım hakkını sağlıyor olsa da, köylüler bununla yetinmek istemedi ve komün yaşamını benimsemedi. Tarımda amaçlanan gelişme sağlanamadı.

1953-1957 arasında birinci beş yıllık kalkınma planı hazırlandı ve uygulamaya sokuldu. Önemli sayılabilecek gelişmelere karşın, sanayide de istenilen ereğe ulaşılamadı. Elde edilen ekonomik büyüme, nüfus artışıyla hemen hemen sıfırlanıyor, tarımdaki durgunluk sürüyordu. Sovyet kalkınma modeli Çin’de başarılı olamamıştı.

Halka Yönelme

1957 yılında, Sovyet Rusya’da Stalin’e karşı yapılan suçlamaların sosyalist dünyayı birbirine kattığı günlerde, ortaklaşacı (kolektivist) uygulamalarda yumuşamaya gidildi. Merkezi ve yerel yöneticiler, köylünün hükümetle işbirliği kurmada süren çekingenliğini ortadan kaldırmak için, alınacak önlemleri araştırmaya ve halkın istemlerine eğilmeye karar verdi. Sayıları 750 bine varan tarım kooperatifi kuruldu. Köylülerin, kooperatif topraklarından kişisel olarak kullanma payı yüzde 5’den yüzde 10’a çıkarıldı. Onlara buralardan elde edeceği ürünü kullanma hakkı tanındı.

Ancak, yumuşamadan beklenen sonuç alınamadı. Bu kez köylü, kendine ait topraklardan elde ettiği ürünü arttırıyor, ortaklaşacı girişimleri savsaklıyordu. Emeğini yalnızca kendine ait topraklarda kullanma ve sağladığı ürünün tümüne sahip olma isteğindeki köylüleri, ortaklaşacı çiftliklerle ‘mutlu etmek’ olanaklı olmuyordu.

Aydınları Kazanmak

Tarım sorunlarını aşmadaki tıkanıklık sürerken, “yüz çiçek açsın” olayı başlatıldı. “Yüz çiçek yan yana açsın, yüz fikir akımı tartışsın” bir Çin atasözüydü. Düşünce ve sanatın özgür bir ortam içinde tartışıp yarışmasını anlatan bu eski Çin geleneği, özellikle iç savaş sırasında yitirilen aydın desteğini yeniden kazanmak için ileri sürülmüştü. ‘Yüksek düzey aydınlar’, sanatçılar, bilim adamları; alt yapısı oluşmamış ideolojik belirlemelerin ulusal savaşımın önüne geçirilmesi nedeniyle Komünist Parti’den uzaklaşmıştı. Sosyalist düzenin kuruluşu karşısında da ilgisizliğini sürdüren bu kesim, kazanılmak isteniyordu.

Aydınlar, bu kampanyaya olumlu yanıt verip katılmada pek gönüllü olmadı. Bir süre sonra 27 Şubat 1957’de Mao, çağrıyı birkez daha yineledi ve aydınlar sorununun mutlaka çözülmesi gerektiğini söyledi; “Çin’in sosyalizmin kurulması gibi dev bir görevde, olabildiği kadar çok aydına gereksinimi vardır. Aydınlarla ilişkilerimizi düzeltip, onların karşılaştıkları sorunları çözümlemelerine yardım etmeli, yeteneklerini tam olarak ortaya koymalarını sağlamalıyız. Parti üyelerinin çoğu aydınlarla anlaşmayı, onlarla geçinmeyi pek beceremiyor. Onlara sert davrandıkları gibi, işlerine de saygı duymuyorlar. Bilimsel ve kültürel konulara, yerli yersiz burunlarını sokuyorlar. Bu eksiklikleri mutlaka ortadan kaldırmalıyız...” 6 

Eksiklikler bir türlü ortadan kaldırılamadı. Gerçekleştirilmeğe çalışılan sınıfsız topluma hazır olmayan bir toplum, uzun erimli umutların gündeme sokulmasını sindiremiyor ve bu uğurdaki büyük çabaya karşın istenilen sonuç elde edilemiyordu.

“Büyük Sıçrama” ve Başarısızlık

Birinci beş yıllık planın başarısız olması üzerine yumuşama dönemine son verildi. ‘Sosyalist düzenin yerleştirilmesi’ için ‘daha bütünsel’, ‘daha köklü’ yöntemler yürürlüğe konuldu ve ‘Büyük Sıçrama’ adı verilen yeni bir politik döneme girildi. 1958, gerek ‘Büyük Sıçramanın’ ve gerekse de ikinci beş yıllık planın başlangıcı oldu. On beş yılda İngiltere’yi geçmeyi amaçlayan bu iddialı planla, önce kırsal işgücü devinime geçirildi. Yüz milyonu aşkın kadın ve erkek büyük hidroelektrik santrallerin yapımında canla başla çalıştı. 67 milyon köylüye, ülkenin yeniden ağaçlandırılması projesinde iş verildi.

İlk yıl umut verici sonuçlar alındı, üretim arttı sanayi gelişti. Ancak, sevinç 1959 başında yerini endişe ve üzüntüye bıraktı. Tarımda, iki yıl art arda düşük ürün elde edildi. Tarım ürünleri dışsatımı durduruldu, dışalıma gidildi. Bu kez döviz yetersizliği nedeniyle sanayi için gerekli donanımın dışalımı yapılamadı. Tarımdan sonra sanayide de gelişme durdu. Çin, kendi halkını besleyemez duruma düştü. Büyük umutlarla girişilen ‘Büyük Sıçrama’ döneminde, 20 milyon Çinli açlık ve yoksulluktan öldü. 7  Dönem başında kentlere göçmüş olan milyonlarca köylü, köylerine geri gönderildi.

Başarısızlık kesindi. Ancak, yöneticiler başarısızlığın gerçek nedenini göremedi. Tarımdaki kötü sonuçlar elverişsiz doğa koşullarına bağlandı. Sanayideki durgunluğun nedeni olarak da, Sovyet uzmanlarının siyasi nedenlerle geri çekilmiş olması gösterildi. Bu arada birçok yerde, akıl dışı uygulamalar yapıldı. Tarım ürünlerine zarar veren kuşlar yok edildi. Bu kez yok olan kuşların yediği zararlılar olağandışı arttı. İyi araştırılmadan yapılan dev sulama yatırımları, toprağın alkalilenmesi ya da tuzlanmasına yol açtı.

Başarısızlıkta etkisi olsa da bu tür uygulamalar olumsuzlukların gerçek nedeni değildi. Sovyetler Birliği’ndeki ‘sosyalizmi kurma’ girişimi hemen aynısıyla alınıp uygulanmıştı. Köylü kendine ait toprak ve ürün peşindeyken, inatçı bir ortaklaştırma (kolektifleştirme) uygulanıyordu. Çağdaş tarımcılığı yerleştirmek için gerekli olmamasına ve köylünün isteksizliğine karşın, “halk komünlerinin” kurulması sürüyordu.

Sanayileşmede devletin öncülüğüne kimsenin karşıtçılığı olmamasına karşın, özel girişimciliğe hiçbir alanda izin verilmiyordu. Aynı tutum ticaret için de geçerliydi. Aydın desteği, politik nedenlerle yitirilmişti. Uygulanan politikalara eleştiri yönelten yöneticiler, bulunduğu yer ve konuma bakılmaksızın görevinden uzaklaştırılıyordu. O günlerde ve daha sonra Cumhurbaşkanı Liu Şao Çi, Pekin Belediye başkanı Peng Çen, savunma bakanı Ping Di Huay ve Komünist Parti sekreteri Teng Hsiao Ping, ‘revizyonist’ suçlamasıyla görevlerinden uzaklaştırılan üst düzey yöneticilerdi.

Kültür Devrimi ve Sonuçları

Ekonomideki başarısızlık, ideolojik davranış ve eylemlerin daha da öne çıkarılmasına yol açtı ve 1965’de Çin için gerçek bir felaket olan, Büyük Proletarya Kültür Devrimi denilen kampanya başlatıldı. 1965-1969 yılları arasında sürdürülen ancak olumsuz etkileri uzun yıllar sürecek Kültür Devrimi’nde, düşünceleri ve davranışları nedeniyle aydınlar, bir kez daha saldırıya uğradı. İyileştirme (reform) yanlısı ne kadar yönetici varsa tümü görevlerinden uzaklaştırıldı.

Oysa bunlar, tarım sorununa özel önem vermiş, halk komünlerini sorgulamış, tarımı geliştirecek yeni uygulamalar getirmişti. Örneğin, her köylü ailesine, 100 metrekare arazi sahibi olma ve bahçesinden, kümesinden, zanaatından elde edeceği ürünleri serbestçe satabilme hakkı vermişlerdi. Bu uygulama bile tarıma oldukça önemli bir canlılık sağlamıştı. Ancak, bu gelişmelere Kültür Devrimi’yle son verildi ve özellikle öğrencilerden oluşan kümeler, denetimsiz bir coşkuyla gözden düşürülmesi istenen siyasi kişilere saldırdı. Kızıl Muhafızlar denilen bu kümelerin davranışlarındaki aşırılık, Çin’i neredeyse bir içsavaşın eşiğine getirmişti.

Kültür Devrimi’nden 1976 yılında Mao’nun ölümüne dek, çağdaşlaşma yanlılarıyla, yöneticiler arasında sert bir savaşım yaşandı. Mao’dan sonra, Hua Guo Fing, Ye Cien Ying ve Teng Hsiao Ping etkin oldu ve bu ekip 1977 yılında, tarım, sanayi, ulusal savunma ile bilim ve tekniği içeren Dört Çağdaşlaşma Kampanyası başlattı.

Teng Hsiao Ping ve Hızlı Kalkınma

Teng Hsiao Ping önderliğindeki yenilikçiler, devlet yönetimine geldiğinde, ‘sosyalizme geçmeyi’ başaramamış ancak sanayi, ulaşım, eğitim ve halk sağlığı alanında gelişmeler sağlanmış bir Çin buldu. Hızlı kalkınma için gerekli olan bir ekonomik alt yapı oluşmuştu ancak mülkiyet ilişkileri üretici güçlerin gelişimi üzerinde engelleyici bir baskı oluşturmayı sürdürüyordu.

Köylülerle halk komünleri, girişimci unsurlarla ortaklaşacılık, tüccarlarla ticari yasalar arasındaki çelişkiler; toplumsal kalkınmayı sağlamanın önündeki engel durumundaydı.

Kendi toprağına sahip olma özlemiyle yaşayan köylüler, devlet fabrikalarında ücretli olarak çalışmak zorunda kalan gizil (potansiyel) girişimciler ve serbestçe ticaret yapma umudunu yitirmemiş tüccar adayları; Çin nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. Çin, sahip olduğu ekonomik alt yapı, yeraltı zenginlikleri ve eğitilmiş iş gücüyle, çağı yakalamaya aday bir ülke haline gelmişti ama bunu yapacak siyasi önderliğe sahip olması gerekiyordu. Çin kendisini yönetecek “becerikli” yöneticiler bekliyordu.

Politika Değişimi

Teng Hsiao Ping önderliğindeki yenilikçiler, bu beceriyi gösterdi. Önce siyasal alanda bir dizi iyileştirme yapıldı. Örneğin parlamentoda işçi-köylü-asker milletvekili oranı düşürüldü. Toplumsal ve kültürel alanda kişi hakları genişletildi. Geçmiş dönem uygulamaları, Mao’nun kişiliği dahil tartışmaya açıldı.

1978’de anayasada değişiklikler yapıldı. Köylünün topraktaki iyelik (mülkiyet) hakkını genişleten, sanayi ve ticarette özel girişimciliğe olanak veren yasalar çıkarıldı. 1979’da ABD ile ulusal bağımsızlığa zarar vermeyen bilimsel ve teknik anlaşma imzalandı. Yatırım biçimi, kazanç aktarımı (kâr transferi), işçi ve mühendis çalıştırma, devir süreleri gibi konularda; koşulları Çin’in belirleyeceği biçimde, kapılar yabancı sermayeye açıldı.

Çin Devlet Bankası, 1978’de Tokyo’da çalışmaya başladı. Kısa sürede kendini finanse edecek üretken sanayi yatırımlarında kullanmak üzere, Japonya’dan 1,5 milyar dolar borç alındı. Bilim, teknik, savunma, tarım ve sanayi alanlarında çağdaş atılımlar gerçekleştirildi. Uygulamaya koyulan 1976-1986 on yıllık planda, yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 10 olması, çelik ve petrol başta olmak üzere belirlenen sanayi alanlarıyla; ulaşım, enerji ve limanların donatılmasını içeren on iki büyük proje hazırlandı. Çin yalnızca bu projeler için dış kredi aldı. Dış kredi koşullarının siyasi ve ekonomik bağımlılık doğurmasına izin verilmedi.

Bugün, kamu mülkiyetinin Çin ekonomisindeki oranı yüzde 50’ye düşmüştür. yüzde 20 kamu-özel ortak girişimi, yüzde 30’u ise özel sektöre aittir. 8  Ekonomide kamunun belirleyiciliğini sürdürmekte ancak özel girişimciler kendilerine ayrılan alanlarda yatırım yapmakta, bu yatırımlarından kazanç elde etmektedir. Petrol, demir-çelik, enerji, iletişim, ulaşım gibi stratejik sektörler, büyük oranda kamu iyeliği ve denetimi altındadır.

Üretime Yatırım

Ulusal ya da yabancı sermaye yatırımları, Çin’in planlı kalkınma ekonomisine katkı koyacak biçimde üretime yönlendirildi. Yatırım koşulları üstelik sıkı biçimde Çin hükümetince belirlenmesine karşın, yoğun bir yabancı sermaye girişi oldu. Dünyanın bütün az gelişmiş ülkelerinde hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyen uluslararası şirketler, Çin’de hükümet kararlarına uygun davrandı ve birbirleriyle yarışırcasına yatırım yaptı.

İlk on yıl içinde, 395 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu. 9  Bu miktar, 2000 yılında 1 trilyon dolara; 2009 da ise 1,63 trilyon dolara çıktı. Dünyanın en büyük 500 uluslararası şirketinden (Global Top 500) 480’i Çin’e yatırım yaptı. 10 

Gerek ulusal ve gerekse uluslararası sermaye yatırımlarıyla Çin bugün büyük bir şantiye durumundadır. Küreselleşmenin ideologlarından Amerikalı gelecek bilimcisi John Naisbitt, Çin’e yaptığı gezide şu belirlemeleri yapıyor: “Hayatımda böyle bir şeyi hiç görmemiştim. 160 kilometre boyunca kesintisiz süren inşaatlar... Çin şu anda bile dünyanın üçüncü büyük ekonomisi, Almanya’yı geride bırakıyor. Yalnızca ABD ve Japonya’nın arkasında. Bazı ölçülere göre Japonya’yı bile geçmiş durumda... IMF, satın alma gücü paritesini (PPP) kullanarak Çin’in 1992’de, daha önceki tahminlerdeki gibi 400 milyar dolar değil, 1,7 trilyon dolarlık mal ve hizmet üretmiş olduğunu buldu.... Çin şu anki ekonomik konumunu geliştirebilirse 2000 li yıllarda dünyanın en büyük ekonomisi haline geleceğine inanmamak için hiçbir neden yok...” 11 

Yoksulluktan Kurtulma

The Economist Dergisi, Çin mucizesiyle ilgili kapsamlı araştırmalar sonucunda şu yorumu yapıyor: “1978 yılında 270 milyon Çinli’nin ‘mutlak yoksulluk’ içinde yaşamakta olduğu düşünülüyordu. Tarımla ilgili reformların büyük oranda başarıya ulaştığı 1985 yılında ise bu sayı 100 milyona düşmüştü. 1991 yılında ise Çin’de, bir Japonya, iki İngiltere ya da yarım Amerika edecek kadar insan yoksulluktan kurtarılmıştı...” 12 

Öngörüler

Economist dergisinin Dünya Bankası verilerine dayanarak 1994 yılında yaptığı bir araştırmada, 2020 yılında mutlak üretim değeri olarak en çok mal ve hizmet üretecek 15 ülke sıralanmaktadır. Bu çalışmaya göre, ABD’nin toplam üretimi 100 olarak alındığında 2020 yılındaki Japon üretimi 45, Alman üretimi 30, Çin üretimi ise 140 olacaktır. 13  Dünya Bankasının verilerine göre 1997 yılındaki 4 trilyon 383 milyar dolarlık satın alma gücü paritesi ve gayri safi milli hasılasıyla Çin, ABD den sonra ikinci büyük ekonomik güç durumuna gelmiştir. 14 

Yine dünya Bankası verilerine göre, 1980-1997 dönemi yıllık ortalama büyüme hızı sürerse, 2025 yılında dünyanın en büyük ekonomik gücü Çin olacak. Bugün, 1.05 trilyon dolarlık GSMH’la 7. olan Çin, toplam verimini 18.64 trilyon dolara çıkaracak ve ABD’nin önünde birinciliğe oturacak. 15 

Öngörüler Gerçek Oluyor

Çin bugün, dünyanın ikinci büyük ekonomisidir. 2000 yılında İtalya’yı geçerek altıncı, 2005 de Fransa’yı geçerek beşinci, 2006 da İngiltere’yi geçerek dördüncü, 2007 de Almaya’yı geçerek üçüncü, 2010 ise Japonya’yı geçerek ikinci büyük ekonomik güç oldu. 16 

Çin, dış ticaret büyüklüğü olarak, 1978 de dünya 32.’si iken; 1989 da 15., 1997 de 10., 2001 de 6., 2003 de ise 1978’e göre yirmi beş kat artarak 4.’sü olmuştu. 17  Bugün (2012) Çin’in dış ticaret hacmi 3,86 trilyon dolardır. 2.05 trilyon dolar dışsatım yaparken, 1,82 trilyon dolar dışalım yapmaktadır. Dış ticaret fazlası yıllık 231 milyar dolardır. Dışsatımda dünya 1.’si, dışalımda dünya 2.’sidir. Çin bugün 124 ülkenin en büyük ticaret ortağı durumundadır. 18 

Yabancıdan Yararlanma Kendi Gücüne Dayanma

Çin bugün büyük bir dış yatırımcıdır. ABD, Japonya, Almanya dahil dünyanın her yerinde yatırımları vardır. Afrika ve Güney Amerika’nın gelişmesinde itici güç durumuna gelmiştir. Yurt dışındaki yatırımlarını çoğunlukla birleşme ve satın alma yoluyla yapmaktadır. Dış yatırım Çin’li işletme sayısı 20 bine ulaşmıştır. 13 ülkede toplam 16 ekonomik ve ticari iş birliği bölgesi kurmuş, bu alandaki yatırımları 4 trilyon doları aşmıştır. 19 

Devletçiliğin Başarısı

Gerçekleştirilen hızlı ekonomik gelişmenin dayandığı temel güç, izin verilen yabancı sermaye yatırımları değildir. Bu yatırımlar, ulusal ekonominin gelişmesinde zaman ve sermaye öncelikleri olmayan ikincil yatırım alanlarına kaydırılmıştır. Ekonomik gelişmenin gerçek motoru, temel sanayi dallarındaki devlet tekeli konumundaki KİT’lerin başarısıdır. Çin 1980’den sonra devletin belirleyiciliği altında karma ekonomiyi ustalıkla uygulamış ve sosyal devleti her boyutuyla yaşama geçirmeyi başarmıştı.

Devlet işletmelerinin başarılarına, mülkiyetinin tümü devlete ait, 1,8 milyar dolar değerindeki Pekin merkezli Shougang Demir-Çelik İşletmesi iyi bir örnektir. Bu kamu kuruluşu, özkaynaklarına dayanarak yaptığı atılımlarla üretimini 1995 yılında yüzde 100 arttırarak 10 milyar tona çıkarmıştı. 1993 yılında Peru’daki bir demir madeni ile miktarı açıklanmayan bir bedel karşılığı bir çelik işletmesini satın alarak söküp ülkesine götürdü. Aynı işletme 175 milyon dolar sermaye ile kendi bankasını kurdu ve şu anda yalnızca Çin’in değil dünyanın sayılı işletmeleri içinde yerini aldı. 20 

Çin’in Akçalı (Mali) Gücü

Çin bugün çok büyük döviz stokları olan bir ülkedir. Gelişmiş ülkeler dahil her ülkeye borç vermektedir. Döviz rezervi 2010 yılında 2,85 trilyon doları bulmuştur ve bu miktar her yıl ortalama 200 milyar dolar artmaktadır. 21 

ABD hazine bonolarının yüzde 25’ini satın almıştır 22  ve bu bonoların değeri 900 milyar doları aşmaktadır. 23  Tümünü elden çıkarması durumunda ABD ekonomisi karmaşık sorunlarla karşılaşacaktır.

Çin’in Kalkınma Yöntemi Daha Önce Uygulandı Mı

1949 yılında ulusal devrimiyle dünyayı şaşırtan Çin, aynı şaşkınlığı bu kez, ekonomik büyümedeki başarılarıyla yapıyor. Teng Hsiao Ping’in 20 yıllık ekonomik devriminin, Mao’nun sosyal devriminden daha köklü olduğuna inananlar hiç de az değil.

“Çin’in kaderini doğmalar değil ekonomi-politik belirlesin” diye vasiyet bırakan Teng’in ekonomik kalkınma politikası yeni bir buluş ve yöneliş değildir. Bu yöntem tam 57 yıl önce 1923 de, “ekonomi herşey demektir... Ulusal bağımsızlığın korunması ancak ekonomik başarıyla mümkündür... Biz gücümüzü doğmalardan değil gerçek yaşamdan alıyoruz...” diyen Mustafa Kemal tarafından Türkiye’de 1923-1938 arasında uygulanmıştır. Çin’de 1980 den sonra uygulanan ekonomik kalkınma politikası, aynı konudaki Türk Devrim uygulamalarının yinelenmesi gibidir.


 1  “Çin Halk Cumhuriyeti” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.2707
 2  “Çin Devrimi” “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklope-disi” Gelişim Yay., Sayı 1, sf.33
 3  “Çin Halk Cumhuriyeti” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.2706
 4  a.g.e. sf. 2708
 5  a.g.e. sf. 2708
 6  “Çin Devrimi” “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklope-disi” Gelişim Yay., Sayı 1, sf.33
 7  “Çin Halk Cumhuriyeti” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.2721
 8  “Amerika Kendisi Dünyanın Jandarması Olarak Görüyor” Wu Keming, Aydınlık, 23 Mart 1996, Sayı 457, sf.8
 9  a.g.e. sf.8
 10  TC Pekin Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği; “Çin Halk Cumhuriyetinde Doğrudan Yabancı Sermaye Uygulamaları ve Sağlanan Teşvikler”
 11  “Global Paradoks” John Naisbitt, Sabah Yay., sf.142-143
 12  “Economist” 01.10.1994 ak. Gencay Şaylan, “Değişim, Küreselleş-me ve Devletin Yeni İşlevi” İmge Kitapevi, 1994, sf.183
 13  a.g.e. sf.183
 14  “Cumhuriyet” 20.11.1998
 15  “Dünya Ekonomisinden” Cumhuriyet 16.02.1999
 16  CIA Wold Fact Book; Fortune “Çhina is richer, but most Chinese are still poor” Feb.17, 2001
 17  http://www.ekodiyalog.com/konular/cin_ekonomisi_sektor.html
 18  CIA Wold Fact Book; Fortune “Çhina is richer, but most Chinese are still poor” Feb.17, 2001
 19  http://tr.euronews.com/2013/09/09/cin_den_dis_yatirim_rekoru
 20  “Global Paradoks” John Naisbitt, Sabah Yay., sf.151
 21  Bloomberg “China’s Currenoy Reserves Rise to Record, domestic Lending Exceeds Target” Jan.11,2011
 22  Redif Business Online, Novenber 2010, http://www.cindeyasam.com/2013/01/09/cin_ekonomik_verileri
 23  Factbox: China leads of biggest U.S. Creditors; Jan.10.2011


Metin AYDOĞAN, 11 Ekim 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Dünden Bugüne Çin Devrimi 1-3 / Metin AYDOĞAN

İletigönderen TÜRKGENCİ » Pzr Eki 13, 2013 22:08

Metin hocam değerli bilgilerinizle ufkumuzu aydınlattığınız için teşekkürler, 3 cü bölümü de merakla bekliyoruz.

Kurucumuz Mustafa Kemal ATATÜRK ün cumhuriyet kazanımları tek tek tırpanlamışken, özellikle ekonomik alandaki dev adımların silindiği bir dönemdeyiz, ulusculuktan çok bireyciliğin aşılandığı bir dönem 2002 den bu yana maalesef, ülkenin siyasilerinin sebebsiz zenginleşmesi ile halkın kuru ekmeğe muhtaç olması paradoksunu yaşıyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarını arar durumdayız her alanda ve özellikle sanayi ve mali anlamda.

Bir diğer tarafta ise bizle eşdeğer hatta birkaç sene sonra sanayi ve mali hamlelere başlayan bir çinin son durumu, ne mutluki onlara devlette devam esası ile politikalar gerçekleştirilmiş, siyasiler kendi şahsi çıkarlarının önünde temsil ettiği milletin çıkarlarını esas alarak onurlu davranmışlar, atalarının yadigarını temel alıp geliştirerek, büyüterek dünyanın en büyük 2 ci ekonomisi haline geldiler. Yakın gelecekte hepberaber göreceğizki dünya lideride olacaklar.

Bir yanda ata mirasının üzerine koyan Çin siyasi kadrosu, diğer yanda ata mirasını çöp yapan bir sözde Türk siyasi kadrosu...
Kullanıcı küçük betizi
TÜRKGENCİ
Üye
Üye
 
İletiler: 8
Kayıt: Pzr Eki 13, 2013 21:56

Re: Dünden Bugüne Çin Devrimi 1-3 / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Eki 21, 2013 14:53

Dünden Bugüne Çin Devrimi -3

1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.

Çin Devrimi’nin Türk Devrimi’yle Benzerlikleri ve Ayrılıkları

Birçok bakımdan ayrımlılıkları olmasına karşın Türk ve Çin toplumu, 20.yüzyıl başında, ortak sorunlar ve sıkıntılarla karşılaşmıştı. Dünyanın her yönüne ulaşmayı başaran güçlü Batılı devletler yalnızca bu iki ülkeyi değil, pek çok az gelişmiş ülkeyi, neden oldukları sorunlarla birbirlerine yakınlaştırmıştı.

Sömürgeci ve emperyalist işgalin doğurduğu çıkar çatışmaları, ayrımlı tarihsel mirasa sahip, ayrımlı coğrafyalarda yaşayan milyonlarca insanın gelecek umutlarını, savaşım biçimini ve toplumsal çıkarlarını aynı kanalda birleştirmişti. Küreselleşen sömürü ve şiddet, kendisine karşı tepkiyi de küreselleştiriyor, ezilen yoksul ülkeleri birbirine yakınlaştırıyordu.

Bu nedenle Türk ve Çin devrimlerinde var olan benzerlik ve ayrılıkların incelenmesi gerçekte, 20.yüzyıldaki tüm ulusal bağımsızlık savaşımı önderlikleriyle Kemalist önderliğin incelenmesi demektir. Okuyucu burada yapılan belirlemeleri genel çizgisiyle, önceki bölümlerde incelenen bütün ulusal hareketler ve bunların önderlikleri için de irdelemeli ve bunları Kemalizmin temel ilkeleriyle karşılaştırmalıdır. Bu çaba, günümüze yönelik geçerli ve uygulanabilir sonuçlar çıkarmayı olanaklı kılacaktır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı Dönemi Karşılaştırması

Örnek Olma


Her iki devrim de, dağılan feodal imparatorlukların yıkıntıları ve emperyalist işgal altından çıkmıştır. Türk Devrimi başarılan ilk anti-emperyalist devrimdir ve birçok ezilen ülkeye olduğu gibi Çin’de de özellikle 1920’li yıllarda, Kuomintang’a örnek olmuştur. Kuomintang, Türk Devrimi’nin ulusal birlik ilkesine uygun hareket ettiği dönemlerde başarılı olmuş, dış etkilere açıldığı oranda başarısızlığa uğramıştır. Türk Devrimi’nin Çin’deki etkisini general Ho You Su 1936 yılında şöyle dile getirmiştir: “Türk Devrimi’nin bütün Doğu dünyasının ilerleme ve gelişmesindeki rolü, Batı dünyasını kültür ve uygarlık yoluna yönelten Fransız devrimi kadar önemli ve etkilidir.” 1 

Siyasi Bağımsızlık

Politik bağımsızlık, karar ve uygulama yeteneği, içişlerine kıskançlıkla sahip çıkma; Türk Devrimi’nin temel öğeleridir. Ulusal konularda, hiçbir koşulda hiçbir gücün etkide bulunmasına izin verilmemiştir. Bu ilke, düşmanları olduğu kadar dostları da kapsar. İşbirliği ve yardım ilişkileri bu tutumu değiştirmez. Sovyetler Birliği’nden, akçalı ve askeri destek alınmıştır ancak başta ideolojik olmak üzere hiçbir anlamda etkisi altında kalınmamıştır. Ulusal özgür istenç (irade) tam anlamıyla gerçekleştirilmiştir.

Çin bu konuda, uzun süre başarılı olamadı. İşçi sınıfının uluslararası dayanışması adıyla alınan Sovyet yardımına ayrımlı anlamlar yüklenmiş ve özellikle Çin Komünist Partisi Sovyetler Birliği’nin siyasi ve ideolojik etkisine açık olmuştur. Savaş sürecindeki bu girişimgücü (inisiyatif) paylaşımı, yetkesi yüksek, güçlü, özgüvene sahip merkezi bir önderliğin yaratılmasını geciktirmiştir. Sovyetler Birliği’ndeki siyasi ayrılıklar Çin’e taşınmış, Stalin-Troçki çatışması bütün boyutlarıyla ÇKP saflarında da yaşanmıştır. İç çelişkilerin çözülerek ulusal birliğin sağlanması gerekirken, yersiz ve anlamsız, dış kaynaklı siyasal sorunlarla uğraşılmıştır.

Ulusal Birliği Sağlama

Türk Devrimi’nde Kurtuluş Savaşı süresince iç siyasal çatışmalara izin verilmemiştir. Feodal ilişkilere bağlı toplumsal ve kültürel geriliğin neden olduğu bölünme ve parçalanma eğilimi; güncel, somut ve geçerli yöntemlerle önlenmiştir. Sınıfsal, dinsel, etnik ya da siyasal ayırımlar öne çıkarılmamış, belirlenen ulusal kurtuluş stratejisine uyum gösteren herkes savaşıma kabul edilmiştir. İttihatçılar, sosyalistler, din adamları, bir kısım aşiretler, eşraf ve ayan meclis çatısı altında savaşa katılmış ancak bunların ayrı ayrı örgütlenmelerine izin verilmemiştir. Bu konuda gösterilen başarı Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın 3,5 yılda kazanılmasını sağlamıştır.

Aynı başarı Çin Devrimi’nde sağlanamadı. Yüzyıl başındaki kendiliğinden gelişen eylemlerin dağınıklığı yanında, ulusçu güçler, devrimin hiçbir döneminde tam olarak bir araya gelemedi. Ne Kuomintang’ın ulusçu programı, ne değişik partilerin Kuomintang içinde çalışması ve ne de emperyalist işgalin yayılması, bu birliği gerçekleştirmeyi sağlayamadı.
Mao’nun Komünist Parti’si ve Çang Kay Şek’in Kuomintang’ı, kuruldukları günden beri ideolojik ve örgütsel iç çatışmalarla uğraştı. Ayrıca bu iki büyük örgüt, 1921 den 1949 yılına dek tam 28 yıl boyunca, artan azalan şiddetlerle birbiriyle de çatıştı. Bu durum, ulusal kurtuluş savaşının hem uzun sürmesine, hem de ağır savaş yitiklerine neden oldu.

İmparatorluk Kalıtı (Mirası)

Her iki devrim de, çöken imparatorlukların yıkıntıları üzerinde yükselmiştir. Ancak, Türkiye’de dağılan imparatorluğun devlet aygıtından yararlanılmış; ordu, silah, bürokrasi, iletişim vb. devrim amacıyla kullanılmıştır. İmparatorluk kurumları kurtuluştan sonra ortadan kaldırılmış, savaş içinde oluşturulan Meclis ve ona bağlı bir kısım yapılanmalar dışındaki tüm yeni devlet organları Cumhuriyet’den sonra kurulmuştur.

Çin’de ise, imparatorluk kurumlarından yararlanılamamış; ordu, yönetim birimleri, eğitim, kültür vb. ileride kurulacak devletin temel organları, uzun savaş dönemleri içinde oluşturulmuştur. Geçici ya da kalıcı, kurtarılmış kızıl bölgelerde kurulan örgütsel yapılar, ileride kurulacak Çin Halk Cumhuriyeti’nin küçük ve yerel öncüleri olmuştur. Yıkılan devletin kalıntılarından yararlanamamak, başarı süresini uzatmış, insan yitiğini arttırmıştır.

Feodallere Karşı Tavır

Değişik özellikleri olmasına karşın her iki devrim de, kendine özgü feodal ilişkilerin egemen olduğu bir toplumsal yapı içinde oluşmuştur. Türk feodalleri genellikle, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Sahiplendikleri toprakların mülkiyetine yasal olarak 1839 Tanzimat Fermanı’yla kavuşan eşraf ve ayan sınıfının önemli bir bölümü, yeni elde ettiği mülkiyet haklarını yabancılara kaptırmak istememiş, yanlarına ulema takımını da alarak işgale karşı direnmiştir. Kemalist önderlik bu kesimleri, devrim stratejisine uygun hareket etmelerini sağlayarak saflarına almada başarılı olmuş ve bu başarı, hem iç isyanların bastırılmasını, hem de savaşın kısa sürede kazanılmasını sağlamıştır. Türk Devrimi’nde, anti-emperyalist bilinçten uzak toplum kesimlerinin anti-emperyalist bir savaşta yer almasının yöntemi bulunmuş ve başarıyla uygulanmıştır.

Aynı başarı Çin’de gösterilemedi. Koumintang’ın etkin olduğu dönemlerdeki ulusal ağırlıklı politik tutumun yerini, Komünist Partisi’nin etkisini arttırmasıyla sınıfsal öncelikli politikalar ve dış kaynaklı ideolojik önermeler aldı. Ülke koşullarıyla tam olarak uyuşmayan III.Enternasyonal kararları, ulusal birliğin gerçekleştirilmesinin önünde, günün koşullarına uygun düşmeyen yapay sorunlar durumuna geldi. Emperyalist işgal ve buna karşı yürütülen ulusal bağımsızlık savaşı sürerken, büyük toprak sahiplerinin arazilerine el koyularak yaygın bir anti-feodal savaşım başlatıldı. İç savaş yaygınlaştı, anti-emperyalist savaş ile anti-feodal savaş birbiri içine girdi. Kendi askeri gücüne sahip savaş beyleri ve feodallerin hemen tümü Çin Komünist Partisi’ne karşı tavır aldı, büyük bir bölümü de emperyalizmle işbirliği içine girdi. İç çatışmalar ve emperyalizmle işbirliğine varan gelişmelerden rahatsızlık duyan aydınlar savaşımdan uzaklaştı. Nesnel olarak ulusal bağımsızlık savaşına katılabilecek unsurların tümü, bu amaç çevresinde biraraya getirilemedi.

Önderlik Sorunu

Türk Devrimi, ulusal bağımsızlığın evrensel boyutunu, yerel toplumsal özelliklerle birleştiren ve nesnelliği önde tutan bir önderlikle gerçekleştirmiştir. Savaşta ve yönetim döneminde, kişisel öncelikler politik uygulamalara yansıtılmamış, toplumsal kalkınmayı amaçlayan sürekli devrimcilik her aşamada temel alınmıştır.

Çin Devrimi’nin 1901-1921 arasındaki ilk yirmi yıllık döneminde, Sun Yat Sen’in Kuomintang’ı dışında ulusal devrime öncülük yapabilecek politik bir yapılanma görülmüyor. İmparatorluğun dağılmasında etkin rol alan general Yuen Şikai kendisini imparator ilan etti. 1921’de kurulan Komünist Parti Sovyetler Birliği’nin etkisinden kurtulamadı. Sun Yat Sen’den sonra Kuomintang’ın başına geçen Çang Kay Şek, kendisini Çin’in tek sahibi ve temsilcisi olarak görmeye başladı.

Çin’de bir Mustafa Kemal çıkamıyordu. Mao 1940’dan sonra, “artık ikinci bir Kemalist Türkiye’nin olamıyacağını”; Türkiye’nin, Mustafa Kemal’den sonra İngiliz-Fransız emperyalizmiyle bütünleştiğini belirterek; “1927’deki büyük devrimin (Çin’de) başarısızlığa uğramasından sonra, Çin burjuvazisinin bazı unsurları büyük haykırışlarla Kemalizm’i istedi. Fakat Çin’in Kemal’i nerede?” diye sormuştur. 2 

Çin, ulusal kurtuluş döneminde bir Mustafa Kemal bulamadı ancak O’nun öngördüğü ve uyguladığı kalkınma yöntemini, 1980’den sonra, yoğun ve yaygın bir biçimde tüm ülkede başarıyla uyguladı.

Çin ve Türk Devrimlerinde İktidar Dönemlerinin Karşılaştırması

Yöntem Ayrımı

Türk Devrimi’nde bağımsızlıktan sonra uygulanan ve altı ilkeyle anlatılan kalkınma yönteminde, devletçilik belirgin bir biçimde temel alınmıştır. Ancak, devletçiliğe verilen önem, özel girişimciliğin yadsınmasına ve yabancı sermayenin tümden reddedilmesine yol açmamıştır.

Ulusal bağımsızlığı zedelemeyen, tekelleşme eğilimi göstermeyen her tür ekonomik etkinlikten yararlanılmış, 15 yıl gibi kısa bir sürede büyük gelişme sağlanmıştır. Sömürgeci bağlardan kurtulan azgelişmiş bir ülkenin, tekelci bir dünyada, doğal ömrünü tamamlamış liberalizme takılmadan nasıl kalkınabileceği gösterilmiştir. Kemalist kalkınma yöntemi 23 yıl sonra 1945’den sonra bırakılmış ve Türk Devrimi, karşı devrimcilerin yönetimde etkin hale gelmeleriyle sona ermiştir.

Çin, 1949’dan sonra katı bir devletçi politika uyguladı. Toplumsal yapıya uygun düşmeyen ideolojik yaklaşımlar kalkınmayı sağlamadığı gibi, Çin halkını açlıkla karşı karşıya getirdi. Ekonomik kalkınmada Sovyet yardımına bel bağlandı.

Sovyetler Birliği, 1961 yılında, Çin’de yürüttüğü bütün yatırımları yarım bırakarak, yatırım planlarını bile yanlarında götürerek geri çekildi. Siyasal nedenlere dayalı bu hareket, Çin’i, önemli miktarda sermaye yatırılan, bitirilmesi olanaksız, harabeye dönmüş onlarca yatırımla başbaşa bıraktı. Ekonomik başarısızlık siyasal söylemlerle aşılmaya çalışıldı. 1965’de başlatılan Büyük Proleterya Kültür Devrimi Çin için gerçek bir yıkım oldu. Çin, düzen sorunuyla karşı karşıya gelmek üzereyken Teng Hsiao Ping’in öncülük ettiği çağdaşlaşma uygulamalarına girişildi.

1978; Yönetim Değişikliği

1977’den sonra geliştirilen ekonomik kalkınma uygulamaları, Kemalist kalkınma modelinin uygulamalarıyla büyük bir benzerlik gösterir. Devlet öncüdür ve sosyal niteliklidir. Kalkınmanın temel gücü ulusal kaynaklardır. Bağımlılık doğurmamak ve üretime yatırmak koşuluyla dış kredi alınır. Kalkınma planlarına uyumlu biçimde özel girişimciliğe yer ve destek verilir. Dışarıya açılıp, dışsatım arttırılırken, ulusal pazar gümrük koruması altında tutulur. Gelişmiş ülkelerle, ulusal sanayiye zarar verecek ikili ya da bölgesel ticari anlaşmalara girilmez. Barışçı dış politika ile silahlanma harcamaları düşürülmeye çalışılır. Laik eğitime, özellikle teknik eğitime özel önem verilir. Köy ve tarım sorunları devlet desteğinde birinci sırayı alır.

Çin’de uygulanan ekonomik politikanın, belirgin özellikleri bunlardır. Çin’in 1980’lerde uyguladığı ve büyük başarı elde ettiği bu uygulamalar, elli yıl önce ilk kez Türk Devrimi’nde uygulanmıştı. Ancak, kalkınma atılımına doğru yöntemle başlayan Türk Devrimi sonunu getiremedi. Yanlış başlayan Çin ise bu yöntemi daha sonra uyguladı ve başarılı oldu.

Kemalist Kalkınma Biçiminin Önemi

21.Yüzyıla bir dünya ekonomik devi olarak girmeye hazırlanan Çin, Kemalist kalkınma yönteminin, az gelişmiş ülkeler için, evrensel düzeydeki önemini gösteren açık ve çarpıcı örneği durumundadır. Yeni Dünya Düzeni’nin görünen tüm güçlerine ve karşı çıkışlarına karşın bu gerçek değiştirilememekte, emperyalist yıkımın her geçen gün daha açık olarak ortaya çıkan sonuçları, az gelişmiş ülkeleri bu yola girmeğe zorlamaktadır.

20.yüzyılın başı, ortası ve bugünü; ekonomik, askeri ve akçalı bağımlılıklar, geçerli stratejik yöntemler ve uygulanabilir politik ilişkiler açısından; büyüyen rakamlar ve yetkinleşen teknolojiden başka, öze yönelik bir ayrım göstermemektedir.

Mali sermaye egemenliğinin, metropollerde ve denizaşırı pazarlardaki baskısı, 1910 ile 1990 yılları arasında, niteliksel bir ayrım göstermez. Ne ulusal mali sermayeye şirketler aracılığıyla uluslararası boyut kazandırma çabaları, ne de yerkürenin geometrik biçimini anlatan sıfatlarla üretilen ‘yeni kuramlar’, bu gerçeği değiştirmiyor. Emperyalist işleyiş değişmedi, sömüren ülkeler birkaç değişiklik dışında aynı ülkeler.

Türkiye’de Başlayan Çin’de Süren Kalkınma Biçimi

Emperyalizme karşı savaşımlarla dolu 20.Yüzyılda, savaşım sürecini başlatan Türk Devrimi’nin önemi, 21.yüzyıla girerken daha çok öne çıkıyor. Bu önem, az gelişmiş ülkelerin dünyanın her yanına gerilmiş emperyalist sömürü ağına takılmadan, ulusal haklarından ödün vermeden, nasıl ve ne biçimde kalkınacağını göstermede yoğunlaşıyor.

Türk Devrimi’yle başlayan Çin Devrimi’yle süren bağımsız kalkınma uygulamaları, çözülme noktasına gelmiş olmasına karşın güçlü görünen birkaç büyük devletin yıkıcı etkisinden kurtulmanın tek yoludur. 20.yüzyılın sonlarında daha iyi anlaşılmaya başlanan Kemalist ideolojinin, 21.yüzyılda dünya siyasetindeki etkisini, belirleyicilik düzeyine çıkaracak olmasının maddi temelini bu yol sağlayacaktır.


 1  “Kemalizm” 1936 sf.335 ak. Selahattin Çiler, “Atatürk için Diyor-lar ki” Varlık Yay., 4.Basım, 1981, sf.103-104
 2  “La Nouvelle Democratie” Mao Tse-Toung, Pekin 1968 ak.Prof. Taner Timur “Türk Devrimi ve Sonrası” İmge Kit., 1994, sf. 299


Metin AYDOĞAN, 20 Ekim 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 12 konuk

x