Bu bir savaştırÜlkemizde yaşananlara hala boş gözlerle bakıp eğer haklılarsa kazanırlar falan gibi laflar edenlere çok açıkça söylüyorum…
Böyle bir şey yok.
Olamaz da.
Bu gün ülkemizde yaşananları tek kelimeyle adlandırmak gerekseydi sanıyorum bu koşullara uygun sadece bir tane kelime bulunabilirdi.
O da savaş.
Bu yargılamaların sonucunda adaletin gerçekleşebileceğine inanmak demek…
Aslında ABD ilk olarak Irak’ta kitlesel imha silahları olduğunu iddia ettiği zaman gelip arasınlar demekle neredeyse eşdeğer konumdadır.
Bunu şunun için söylüyorum geçtiğimiz günlerde Guardian gazetesine açıklama yapan bir Iraklı Kimya mühendisi diyor ki : “Irak’ta Kitlesel imha silahları bulunduğunu ben söyledim.”
“Benim sözüm üzerine ABD Irak’ı işgal etti.”
Elbette bu bilgi doğru mudur?
Yanlış mıdır?
Bu gün için çok fazla bir önemi yok.
Ama bilinen bir gerçek var, o da ABD’nin Irak’ı işgal ettiği ve bu güne kadar iki milyon insanın öldürülüp en az bir o kadarının da yaralanıp sakat kaldığı ve tecavüze uğradığı.
Mühendisin açıklaması bu kadarla sınırlı değil devamı da var. Diyor ki : “Ben ve oğullarım Irak’a bir parça da olsa demokrasi gelmesinden onur duyuyoruz.”
Aslında tam da üstüne basmış
Onursuzluktan onur duymak…
Neyse ki bu özellik sadece bizdeki bazı yazarlara özgü değilmiş.
Bunların benzerlerinden dışarıda da varmış…
Yani demem o ki…
Irak’a nasıl bir demokrasi geldiğini bugün hepimiz biliyoruz.
Kendi kaynakları üzerinde kontrol hakkını yitirmiş…
Petrolunu çok uluslu şirketlere teslim etmiş…
Kendi içinde de etnik ve dinsel çatışmalara girip, üçe bölünerek tamamen emperyalizmin denetimine girmiş bir ülke…
İşte son dört yıldır ülkemizde yaşananlar önemli ölçüde bu konuyla benzerlik göstermektedir.
Hem zaten başta da belirttiğim gibi, bu bir savaştır ve bu günkü savaş aslına bakarsanız…
Ülkemizi tamamen küresel sermayenin bir parçası yapmak isteyenlerle…
Buna karşılık ulus devletini, üniter yapısını korumak isteyenler arasındadır.
Zaten biraz dikkatle baktığınızda olay daha net görünecektir
Ulus devlet ve üniter yapı savunucularını Ergenekon ve benzeri yaftalarla suçlayanların
Açık söylüyorum
Ulus çıkarlarını göz önünde bulunadurmak gibi hiçbir düşünceleri yoktur.
Onlar tamamen beslendikleri efendi emperyalizmin ülkedeki çıkarlarını en iyi şekilde savunmakta ve bekçilik yapmaktadırlar.
Aslında bu tür olayları ekonomik ve siyasi gelişmeleri dikkate almadan yorumlamak hiçbir zaman doğru sonuca götürmez onun için olayları dikkatle izlemek gerekmektedir.
Onun için söylüyorum bu günkü olaylar adı her ne olursa olsun, üniter yapı ve ulus devlet yanlılarının tasfiye edilmesidir.
Onlar ortadan kaldırılmalıdır ki seçimlerin akabinde kusursuz bir anayasa hazırlanabilsin
Zaten bundan sonra da geriye tek bir şey kalıyor.
Federasyon
O da tamamlanırsa…
Nusret KEBAPÇI18 Şubat 2011
Süreç devam ediyorBir süredir çok fazla ortada konuşulmayan hani şu açılım sürüyor mu? Sürmüyor mu? tartışmalarından çok ses çıkmıyor ama…
Hem zaten açılımın da bir parçası olduğu ülkenin federasyonlara ayrılmasını öngören süreç, bir ileri iki geri yürüyüşüyle alıştıra alıştıra da olsa devam etmektedir.
İlk amaç ülkedeki çeşitli etnik kimliklerin ortaya çıkarılmasıydı ki televizyonlar, radyolar ve çeşitli yasalarla etnik kimliklerin önü yeteri kadar açıldı.
Bu arada ulus devlet ve üniter yapı taraftarları kanıtlanması çok uzun yıllar alabilecek suçlamaklarla karsı karşıya bırakıldı.
Yani ülke bir anlamda federatif yapı özlemcileri için dikensiz gül bahçesine çevrildi.
Ve tüm bu süreç milli kimliği, ulusal değerleri, Atatürk’ü hedef alarak gerçekleştirildi.
Bunun bir başka yolu var mı diye aklınıza herhangi bir soru da gelirse ki ben söyleyim…
Başka bir yolu yok.
Ülkenin etnik kimlik temelinde federasyonlara ayrılabilmesi için onu bir arada tutan bir başka anlamda da, toplumsal harç görevi gören yapıyı sarsmak durumundasınız…
Bunu gerçekleştirmeden parçalara ayılmanın imkân ve ihtimali yoktur.
İşte bunlar da milli kimlik, yani Türk milleti kimliği…
Onun sembolleri ve…
Atatürk’tür…
Toplumda bunları çeşitli tartışma konuları sonucunda değersizleştirmeden yani yıpratmadan başarıya ulaşabilme şansları da yoktur.
Bunun için bugüne kadar çeşitli adımlar atıldı.
Bunların ilki iki tane Birleşmiş Milletler sözleşmesinden oluşur ki federasyonun alt yapısını oluşturmaktadır.
Ardından ABD ile imzalanan ve iki sayfa dokuz maddeden oluşan anlaşma ki bu güne kadar yalanlanamadı, içinde bulunduğumuz durumun yol haritasıdır.
Bu anlaşmada atılacak tüm adımlar, yapılacak tüm çalışmalar adım adım yer almıştır.
Şimdi de sıra, bazı partilerimizin üzerinde çok yoğun olarak çalıştığı “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na kadar gelmiştir.
Bu özerklik şartı 11 ana madde ve 7 uygulama maddesiyle toplam 18 maddeden oluşmaktadır.
Türkiye bu anlaşmayı 1988 yılında bazı çekinceler koyarak imzalıyor. Anlaşmanın Resmi Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girmesinin tarihi de 1991
Son günlerde bazı partilerimizin yaptığı hazırlıkla beraber bu anlaşmanın daha önce çekinceler yüzünden uygulamayan bazı maddelerinin de uygulanması isteniyor.
Yani kısacası özerklik asıl şimdi daha yakıcı olarak gündeme getiriliyor.
Aslında sadece çekinceli, maddelere bile birazcık göz atmak, işin boyutunu, varacağı yeri göstermek açısından son derece önemlidir…
Bu anlaşmaya göre “Yerel yönetimler kendi iç örgütlenmelerini gerçekleştirebilecekler” Apo’nun özel milis gücü isteği şimdi anlaşılabildi mi?
“Yerel yönetimler yabancı ülkelerdeki yerel yönetimlerle işbirliği yapabilecekler, onlardan çeşitli mali yardım da alabilecekler.”
Şimdi burada sorun şu:
Yapılan düzenlemelerin neredeyse tamamı yerel yönetimlerin, merkezi devletle bağını ekonomik bağlılık da dahil olmak üzere azaltmayı amaçlamaktadır…
Böyle olunca da o yerel yönetim Ankara’dan daha çok Brüksel’den destek alacaktır ki işin aslı bu…
Bu durumdaki bir devlete ulus devlet denilebilir mi?
Denilemezse bu istenilenin gerçek adı nedir?
Nusret KEBAPÇI05 Mart 2011
OperasyonAslına bakarsanız yapılanlar yeni şeyler değil. Ülkemizde bu operasyon neredeyse üç yılı aşkın bir zamandır yürütülmektedir.
Amaç tamamen bellidir…
BOP doğrultusunda Türkiye’yi sözüm ona demokratik özerklik söylemi altında federasyonlara ayırmaktır.
Bu operasyonda kullanılan argümanlara bakın…
Ya da bu konudaki başrol oyuncularını biraz yakından izleyin göreceğiniz manzara üç aşağı beş yukarı şu olacaktır…
Bir yanda ılımlı İslam adı altındaki ABD’ciler.
Diğer yanda ise AB ve ABD’den maddi ve manevi destek alan sözüm ona liberaller…
Tabi bunların ortak buluşma noktası da ulus devlet…
Her iki kesimde ulus devlet düşmanlığında buluşmaktadır.
Çünkü dini kimliklerin önünü açmak ve ülkenin bir din devletiyle yönetilmesini sağlamak için ulus kimliğinin ve ulus devletin onu koruyan her türlü organının ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Diğerleri için de aslına bakarsanız aynı şeyleri söylemek pekâlâ mümkün…
Etnik kimliklere ayrılmış bir federe devletin de yolu yine ulus kimliğini tahrip etmekten onun sembol ve değerlerini ortadan kaldırmaktan geçmektedir.
Çünkü ulus devlet olduğu sürece hedeflerine ulaşabilmelerinin hiçbir yolu bulunmamaktadır.
Bu nedenle ulus devlet, onun sembolleri, koruyucuları ta işin basından hedefin önüne konulmuştur…
Ulus devlet yıpratılmalı…
Artık bu yapıyla birlikte yaşama olanağı kalmadığı konusunda toplum ikna edilmeli ki yeni yeni seçenekler ortaya çıkarılabilsin.
İşte o seçeneğin adı iki partili sistem…
Daha açıkçası federe devletlerden oluşan birleşik bir devlet…
Bir zamanlar bazılarının diline pelesenk ettikleri “Büyük Anadolu Devleti” ancak böyle kurulabilecektir.
Hem bu durumda adında Türk ‘de olmayınca bazılarına göre daha da birleştirici olabilir kim bilir?
Hem yıllardır onun için söylemiyorlar mıydı?
Siz “Ne Mutlu Türk’üm diyene.” Derseniz, bazıları da “Ne Mutlu Kürt’üm, Çerkez’im, Abhaz’ım, Gürcü’yüm.” Der…
İşte Türk adı olmayan bir ülke ismi sanıyorum özelikle bu iki kesimi ziyadesiyle mutlu edecektir.
Hani ardı arkası kesilmeyen darbe söylemleri var ya tüm bunların arkasında da…
Türk ordusunun sivil otoritenin emri altına sokulması yani…
Ordunun cumhuriyeti koruma ve kollama göreviyle ilgilenmemesi…
Ulus devlet ve üniter yapının savunuculuğundan vazgeçmesi….
Bu tür konularda herhangi bir açıklama yapamaması
Kısacası tamamen sivil otoritenin emri altına girmesi amaçlanmaktadır.
Hem zaten neredeyse tüm AB belgelerine göz attığınızda göreceğiniz uyarılar hep birbirinin aynıdır
“Ordu iç politikaya karışmasın…”
“Ordu üniter yapı, ulus devlet konularında açıklama yapmasın tamamen sivil otoritenin emrine girerek kendisinden ne isteniyorsa onu yerine getirsin…”
İşte bu süreç ne yazık ki bir anda kendiliğinden olamıyor. Yani bir anda sen sivilin emrindesin, o ne isterse onu yapacaksın denilince olamıyor…
Onun üstlendiği görevleri suç unsuru haline getireceksiniz…
Yapılan hazırlıkları darbeyle özdeşleştireceksiniz…
Ülkesine sahip çıkarak AB ve ABD’ye karsı olanları da suç işlemiş duruma getireceksiniz ki adım adım sivil otoritenin emrine girilsin…
Yani süreç bu…
Bilmem anlatabildim mi?
Nusret KEBAPÇI11 Mart 2011