Recep Erdoğan, partisinin grup toplantısında Necip Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabını gösterdi, İskilipli Atıf Hocanın “düzmece bir mahkemeyle” idam edildiğini söyledi.
Erdoğan ve ekibi, “tarihimizle yüzleşelim, mağdurlardan özür dileyelim” diyerek, bölücülük ve cumhuriyet düşmanlığı yapanları savunuyor.
Madem öyle, gelin şu “mağdur, şehit” dediğiniz kişilerin gerçek yüzleriyle yüzleşelim, onları daha yakından tanıyalım.
İskilipli Atıf Hoca (1876-1926)
19 Ocak 1919’da Şeyh-ül İslâm Mustafa Sabri, Said-i Nursî gibi kişilerle “Cemiyet-i Müderrisin”i kurmuş, cemiyete ikinci başkan seçilmiştir. Sonra cemiyetin adı “İslâm Teali Cemiyeti” olarak değiştirilmiş, Mustafa Sabri’nin Şeyh-ül İslâm olması üzerine Atıf Hoca cemiyet başkanı olmuştur.
Aynı zamanda Mustafa Sabri 20 Mayıs 1920’de kurulan İngiliz “Muhipleri Cemiyeti”nin de üyesidir. İngiliz Muhipleri cemiyetinin kurucusu ve başkanı İngiliz casusu Rahip Robert Frew’dir. Mustafa Sarpi bu cemiyetin de üyesidir.
Atıf Hoca bir taraftan da Alemdar gazetesinin yazardır. Mustafa Sabri-Vahdettin ikilisinin “Atatürk ve Kuvay-ı milliyecilerin ölüm fermanı fetvası” 11 Nisan 1919 günü Alemdar’da yayınlanınca, Ankara Müftüsü Rifat Börekçi ve çevresindeki ulemanın karşı fetvasıyla İstanbul’un fetvası hükümsüz kalır. Bunun üzerine Mustafa Sabri, Mustafa Kemal ve Kuvay-ı milliyeciler aleyhine bir bildiri hazırlar ve bu bildiriyi Teali-i İslâm Cemiyeti’nin yönetim kurulu üyelerine imzalatır. Sonra bu bildiri Yunan uçaklarınca vilayet ve yerleşim birimlerimize dağıtılır. Atıf hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin bu beyannameyi imzalamadıkları anlaşılıyor.
O günlerde İngiliz Muhipleri Cemiyeti halkımızı “hilafet-din” adına kuvay-ı milliye aleyhine ayaklandırırken, İslâm Teali Cemiyeti, padişah ve İngiliz işbirlikçileri ile aynı safta olmuştur.
Teali-i İslâm Cemiyeti’nin bildirisi
Yunan uçakları tarafından dağıtılan o bildiri çok uzun olduğu için tamamını alamıyor, parçalar veriyorum. Bakınız neler yazılmış:
- “Mustafa Kemal ve Kuvay-ı milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden namerdane bir surette kaçarken,… Bu yankesiciler, …
Mustafa kemal gibi beş on şâkinin vücudunu ortadan kaldırmak için,… İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olamaz.
Kuvay-ı milliye eşkıyası İstanbul’u elimizden çıkarmak için uğraşıyorlar.
Bu bağileri, bu asileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek (terbiye ve yok etmek) cümlemiz için bir farizadır.
Elinize aldığınız feteva-i şerife ki, halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır.
Bu katil canavarları daha fazla yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz.” 1
***
Bu bildiride Atatürk için: “Selanik dönmesi, yankesici, fitne, hain, işgalci, haydut, eşkıya, alçak, melun, cani, zalim, hırsız, canavar” gibi çok çirkin ve ağır ifadeler kullanılmış. Halkımız işgalcilerle savaşırken, Atıf Hoca’nın başkanı olduğu cemiyet bu bildiriye imza atmış, Atıf Hoca da cemiyetin başkanlığına devam etmiştir. Atıf Hoca’nın devam ettiği bir şey daha var: “İslâm kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur” (14 Temmuz 1919 Alemdar) diye yazan gazetenin yazarlığı!
Necip Fazıl’ın bir yazısı ve Recep Erdoğan
Tayip Erdoğan’ın “üstadımız” dediği Necip Fazıl’dan da bir alıntı yapalım, biraz da Necip Fazıl ile yüzleşelim. 17 Temmuz 1959 günü, Büyük Doğu mecmuasında, “Amerika, Dünya ve Biz” başlıklı yazısında bakınız Necip Fazıl neler yazmış:
“Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik doğru yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz…” 2
ABD’ye teslim olmak, ABD’ye “nazlı bir sevgili olmak” onur kırıcıdır, insanlık dışıdır. Erdoğan ve ekibi ABD’ye yönelmede Necip Fazıl’ı örnek almıştır. Zaten bunların, yazdıkları özel mektuplarla ABD yetkililerinden yardım dilenmeleri bundandır. 3
Recep Erdoğan-Bülent Arınç ekibinin arkalarından gittikleri, savunup özür diledikleri Şeyhleri (Sait), hocaları (Atıf), “üstat”ları (Necip) işte böyle İngiliz casusu, Yunan destekçisi, din sömürücüsü, Amerikan aşığı kişilerdir.
İslâm’da düşmanlara kuryelik yapmak yoktur
Mustafa Sabriler, İskilipli Atıflar, Konyalı Zeynel Abidinler İslâm âlimi olarak düşmanlarla işbirliği yapmışlardır. Oysa böylesi bir durum gerçek İslâm’da yoktur. İslâm’da düşmana kuryelik yapmakta yoktur. İslâm tarihinden bir örnek alalım.
Hz Muhammed Mekke’yi geri almak için Medine’de hazırlık yapıyormuş. Eşi ve çocukları Mekke’de yaşayan Hatıp Bin Ebu Beltea adındaki sahabe ailesine yararı olur diye, Peygamber’in Mekke planını “gizli” bir mektupla Mekkeli müşriklere bildirmek istemiş. Mektup yolda iken Allah durumu Peygamber’e bildirmiş. Suçüstü yakalanan Hatip’i Hz Ömer öldürmek istemiş ama Peygamber’in engin hoşgörüsü buna engel olmuş. Bu arada: “Ey inananlar! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar edinmeyin… Onlar sizi yenerlerse hepinize düşman olurlar…” (Mümtehine:1,2) ayetlerini göndermiş. 4 Demek İslâm’da kâfirlerle dostluk, kâfirlerle işbirlikçilik yasak! Durum bu iken, bizdeki “Şeyh-ül İslâm/Hoca/üstat” kılıklılar Müslümanların düşmanlarıyla nasıl olur da işbirliği yaparlar? Demek din kisvelilere de çok dikkat edeceğiz. Allah bir daha peygamber göndermeyeceğine göre, kimin ne olduğunu aklımızı kullanarak öğreneceğiz.
***
Atıf Hoca’nın rüyası
Türkiye’nin dincileri tarihimizin lekeli insanlarını temizlemek, Müslüman halkımızı can evinden yakalayabilmek için uydurmalara da başvuruyorlar. Atıf Hoca için de böyle bir uydurmaları var. Diyorlar ki:
“Atıf Hoca mahkemede yapacağı savunmasını hazırlamak için çok uğraşınca, bir gece Hz Peygamber rüyasına girmiş. “Ümmetim Atıf! Bana kavuşmak istemiyor musun” demiş. Hoca uyanınca savunma yazmaktan/yapmaktan vazgeçmiş. Darağacında şahadet mertebesini içerek Peygamber’e kavuşmuş.”
Ankara İstiklâl Mahkemesi tutanaklarına bakarsak; Atıf hoca’nın mahkemede çok uzun bir savunma yaptığını öğreniriz. Aynı mahkemede yargılanan Tahir-ül Mevlevi’nin hatıralarında; “Atıf hoca savunmasını çok uzattı. Bitirse de sıra bana gelse” diye yazdığını görürüz. Zaten özü doğru olmayanın sözü de doğru olmaz.
Mustafa Sabri, Atıf Hoca, Necip Fazıl ve hayranları hakkında biraz bilgi verebildiysem, sizleri biraz düşünmeye zorladıysam yeter.
_____________________________________________
1. Bu bilgiler ve Teali-i İslam’ın bildirisi için bakınız:
Turgut Özakman’ın Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele s. 368. Bilgi Yayınevi, 1997 İstanbul.
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler. C.2, s. 388-390. İletişim Yayınevi, 1. baskı 1999 İstanbul.
2. Cengiz Özakıncı’nın Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı atlı kitabından naklen, s. 155. Otopsi Yayınları, 4. baskı 2005 İstanbul.
3. Recep Erdoğan’ın ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz’e gönderdiği 4.Kasım.2011 tarihli mektubu 17.Ocak.2005 tarihli Star Gazetesi’nde Hayrullah Mahmut’un imzasıyla yayınlanmış, bugüne kadar yalanlanmamıştır.
4. Bu önemli olay hakkında daha geniş bilgi edinmek için verilen ayetlerin tefsirine bakınız.
Yusuf DÜLGER, Konya, 1 Aralık 2011
Emekli Din Dersi Öğretmeni
Dipçe: NFK'nın bahsi geçen yazısının tamamı:
AMERİKA, DÜNYA VE BİZ
Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.
İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan hegemonyası altına girmişlerdir.
İmparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden şahsiyetli İngiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde, ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.
Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek istemesinden başka bir maksada yorulamaz.
Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.
Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya tükürsem sakalım...
Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs ettirici bir durum arzetmektedir.
Bize gelince:
Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...
Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.
Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta... Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.
Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.
Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.
Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...
Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.
Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!
Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.
Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.
İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.
Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...
Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.
Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.
Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere çekilebilirler.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
AMERİKA, DÜNYA VE BİZ
Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.
İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan hegemonyası altına girmişlerdir.
İmparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden şahsiyetli İngiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde, ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.
Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek istemesinden başka bir maksada yorulamaz.
Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.
Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya tükürsem sakalım...
Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs ettirici bir durum arzetmektedir.
Bize gelince:
Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...
Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.
Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta... Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.
Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.
Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.
Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...
Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.
Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!
Bir Amerikan gemisinin İstanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.
Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.
İktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.
Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...
Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.
Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.
Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere çekilebilirler.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959