Suriye ve Güneydoğu’da gerilim...Neçirvan Barzani ile kahvaltı masasından kalktık. Tam vedalaşmaya hazırlanıyordum ki, kendisine gelen telefona cevap verdikten sonra, “Mam Celal geldi. Mesut Barzani, o ve ben bir toplantı yapacağız şimdi. İstersen onu gör, bir ‘merhaba’ de, öyle git” dedi.
Öyle yaptım. Erbil’e yarım saat uzaklıktaki, Kürdistan dağlarının başladığı Selahaddin’de Mesut Barzani’nin Başkanlık Sarayı’ndan birkaç kilometre ötedeki “Darüzziyafe”ye (Konukevi) geçtik. Birkaç dakika sonra, arabadın Celal Talabani ve Mesut Barzani indi, Neçirvan Barzani’nin yanında ‘sürpriz konuk” olarak beni gördüklerinde, kısa bir “merhaba”nın ötesine geçtiler, “Gel, bir çay iç, öyle dön Türkiye’ye” dediler.
Öyle yaptım. Yarım saate yakın Irak Cumhurbaşkanı ve Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Suriye konuştum. Bir ay kadar önce, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Şam’a gittiğimi, hafta başında ise Beyrut’ta bulunduğunu öğrendiklerinde, konu ve sohbet kendiliğinden Suriye’ye kaydı.
Kaderin ya da raslantılar cilvesi, haftaya Beyrut’ta, düzenleyicilerinden birini Tesev olduğu “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Arap Dünyasındaki Son Gelişmeler” başlıklı konferans için girmiştim; Can Paker’i alıp, Şam’ın yanıbaşına. Bekaa Vadisi’ne gittim, bir dizi Arap entelektüeli Suriye konuştum. Haftayı, Suriye’nin diğer yanında, Irak Kürdistanı’nda, Irak Cumhurbaşkanı ile Suriye konuşarak kapattım.
Suriye’de ne görünüyor?
Sohbetten çıkan sonucu üç ana başlıkta toplayabilirim:
1. Rejim sonuna kadar –şiddet kullanarak- direnecek, yıkılması kolay değil.
2. Rejimin arkasında “azınlıklar” var; başta iktidardaki ailenin temel dayanığı olan Nusayri-Aleviler, bir Sünni-İslamcı iktidar alternatifinden ürken Hristiyanlar ve bir de güneyde Suveyda çevresindeki Dürziler.
3. Duruma bakınca, Suriye, kendine özgü bir “iç savaş”a sürükleniyor; rejim tanklarla, kurşunlarla direndiğine ve direneceğine göre, bastırılan kitle gösterilerinin yanısıra suikastlar, güvenlik güçlerine yönelik baskınlar, terör, vs. ile sürecek türden bir “iç savaş”.Suriye’nin bundan böyle kolay dikiş tutmayacağı sezilebiliyor.
Suriye’yi –doğal olarak- “bir numaralı” konu olarak ve çok yakından izleyen Lübnan’da –ki, Suriye-Lübnan sınırı delik deşik ve Lübnanlılar, Suriye’de ne olup bittiğine ilişkin en ayrıntılı haberleri alabilir durumdalar- genel kanı, rejime fazla uzun ömür biçilmediği yolunda.
Biri bana “rejimin daha ne kadar devam edeceğini” sorduğunda, cevabımı beklemeden, kendi kanaatini “bir yıl sürmez” diye yapıştırıverdi.
Suriye Kürtleri: Hem “sokakta” hem de beklemede...Tabii, Suriye nüfusunun onda birinin, Irak Kürdistanı’na ve Türkiye-Suriye sınırına yapışık bölgede yaşıyan Kürtler olduğunu unutmamak gerekiyor. Kürtler gösterilere katılmakla birlikte, bir “Arap-Kürt çatışması”ndan uzak bir siyasi davranış ortaya koyuyorlar. Her iki sonuca da, yani rejimin yıkılması ya da devamına, uyabilecek bir hat üzerinde durmaya çalışıyorlar.Gerçi, büyük Kürt merkezleri Kamışlı, Amude, Derbesiye ve Haseki de gösterilere tanık oldu ama Kürt göstericiler, genellikle, “Hürriyet” ya da Dera’a ile dayanışma sloganlarının ötesine geçmediler.
Bunda,
Irak’taki Kürt yönetiminin önemli payı var. Çok sayıda Kürt örgütü bir “Konsey”de birleştiler ve Erbil’e gelerek, Irak Kürt yönetimi ile görüştüler. Erbil, ihtiyatlı ve mesafeli tutumunu Suriye Kürt örgütlerine aktardı. Onlar da öyle ve Erbil ile eşgüdüm içinde davranıyorlar. Söz konusu Konsey’e, PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) katılmadığını da bu arada not edelim.Suriye Kürtleri, Başşar Esad rejiminin durumu bir “Arap-Kürt çelişkisi” üzerinden kurgulayarak, arkasına Arap desteğini seferber ederek, gösterileri önleme planını ve dolayısıyla “Suriye’nin bölünmesi tehlikesi” görüntüsünü önlemiş durumdalar.
Bununla birlikte, Türkiye’nin tam 911 kilometre uzunluğunda ortak sınırı bulunan Suriye’de bir “şiddet ortamı”nın yerleşmesi, ülkenin belirsiz ama kısa olmayan ve üstelik “iç savaş” diye tanımlanabilecek bir süre istikrarsızlığa girmesi, Türkiye’nin güneydoğusundaki gelişmeleri, Türkiye’nin seçim dönemi iç siyasetinin aptalca polemiklerinin ötesinde değerlendirmeyi gerektiriyor.
Güneydoğu ve İran boyutuOrtadoğu’da Suriye’de zirvesine ulaşacak kitlesel değişim çalkantısının, Cilvegözü ve Mürşitpınar sınır kapısında gümrükte takılabileceğini düşünmek pek safça olur.
O dalga, belki Konya’yı, Denizli’yi, Tokat’ı, vs. etkilemeyecek ama
güneydoğu o anlamda Türkiye’nin “yumuşak karnı” ve “Aşil topuğu” gibi duruyor. Çünkü unutmayalım ki, -Erbil’de sağlam kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla- Suriye rejimi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son açıklamaları üzerine Türkiye’yi müthiş öfkeli.
Kendi karışıklıklarını Türkiye’ye ihraç edecek “araçlar”a tekrar geri dönebilirler. Ayrıca, Türkiye ile Ortadoğu coğrafyasının her karışında adı konmamış ama hayati bir rekabet içindeki İran, zaten o “araçları” elde tutuyor ve kullanabiliyor.
İran, şu ara Suriye’nin temel dayanağı.
New York Times’da dün çıkan Suriye değerlendirmesinin şu satırlarını dikkate alıyorum:“... Misillemeden kortuğu için isminin verilmesini istemeyen ve Suriye’nin içinden konuşan bir analist, (rejim için) ‘Kendilerini sonuna kadar destekleyeceğine güvendikleri tek ülke İran’ dedi. Suriye hükümetinin protestoculara karşı eylemleri, muhalefetin kollektif olarak hareket edemediği, Cuma gününden beri daha da sertleşti. ABD ve AB, Esad dışında kalan yetkililere sınırlı yaptırımlar uygulama kararı almış olmakla birlikte, birçok yetkili muhalefetin bir alternatif olabilmek için çok zayıf olduğuna inanıyorlar. Suriye hükümeti de bu görüşü kuvvetle öne çıkarıyor. Ya biz, ya kaos şeklindeki argümanı, Hristiyan ve oradaki heterodoks Müslüman mezheplerin oluşturduğu azınlıklarda belirli bir yankı buldu.
‘Şu anda bir geçiş dönemi üzerinde odaklanmış değiliz” dedi Washington’da Obama yönetiminin bir yetkilisi. ‘Kimle konuşmamız ve kiminle çalışmamız gerektiğini bilmiyoruz.’”
Suriye’nin yakın geleceğinin, Türkiye içi yansımalarını düşünmeden, Güneydoğu’daki gelişmeleri anlamaya çalışmayın.
Hele, yıllardır klişeleşmiş cümleler ve tahlillerle polemik yaparak vakit yitirilmesin.
Cengiz ÇANDAR 10 Mayıs 2011
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17746142.asp?yazarid=215&gid=61
AKP'nin Ortadoğu'daki rolüYine Suriye, yine Güneydoğu....Bir hafta önce Beyrut’ta “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Arap Dünyası’ndaki Son Gelişmeler” başlıklı panelde konuşurken, “Arap Devrimi”nin, Libya ve özellikle Suriye’de ortaya çıkan manzara sayesinde, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını “cicim ayları”ndan çıkardığını ve bu politikaya sınırlama getirdiğini söylemiştim.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun adıyla anılan “komşularla sıfır sorun” politikası, artık Türkiye içindeki ve dışındaki muhalifleri ve eleştirmenler tarafından bıyık altından alaycı yorumlara zemin teşkil etmeye başladı.
Davutoğlu, bir “ideal”i ifade etmişti ve o “ideal” sonuç vermedi değil. En azından, Türkiye’nin Ortadoğu’ya esaslı ve bölge tarafından hoş karşılanan bir “partner”, bir “güç merkezi” olarak dönüşünün kulağı okşayan sloganı olarak değer kazandı.
Bununla birlikte, “Arap Devrimi” ve özellikle onun “Suriye ayağı”, Türkiye’nin Ortadoğu politikasına “Realpolitik”in sınırlarını da hatırlatmış oldu. Türkiye, Tunus ve Mısır’da hızla yapabildiğini, Libya ve Suriye’de yapamadı.
Yapamazdı da.
Libya ve Suriye politikasında özel olarak eleştirilecek bir yön de yok. Tunus ve Mısır’da hızla yaptığını, aldığı tavrı Libyave Suriye’de aynı hızla ve kararlılıkla gösteremedi.
Gösteremezdi de.
Suriye’nin özel durumu
Kaldı ki, göstermemeliydi de. Suriye ile Türkiye’nin çoğu yerde delik deşik, tam 911 kilometre uzunluğunda sınırı var. Sınırın öte tarafından, Hatay, Urfa ve Mardin illerimizde yaşayan insanlarımızın Arap soydaşlarının yanısıra, Türkmenler ve yine Hatay, Gaziantep, Kilis, ama özellikle Urfa ve Mardin’e bitişik Kürtler yaşıyorlar.
Suriye’nin büyük Kürt merkezi Kamışlı’yı, militan bir havanın estiği bizim Nusaybin’den sadece bir demiryolu ayırıyor.
Suriye nüfusunun yüzde 75 dolayı Sünni. Halka katliam boyutlarına oluşacak bir zulüm, 1982’de Hama’da birkaç gün içinde 20 bin kişinin öldürülmesini, şehrin yerle bir edilmesini zihinlerinden asla çıkartmamış olan Türkiye’nin dindarlarını mutlaka harekete geçirir.
Söz konusu kitle, Türkiye’nin iktidar partisinin kitle tabanının belkemiğidir. Bu da bir olgu.
Gelgelelim, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, bölge satranç tahtasında “Suriye karesi” üzerine yerleşerek oluşturuldu. İki ülke arasında vizeler kaldırıldı. Lübnan ile Ürdün, “Suriye siyasi havzası” mütalaa edilerek, dört ülke arasında bir “serbest ticaret bölgesi” kuruldu. AB’nin “Schengen”ine karşıt, “Şamgen”den belirgin bir gururla söz edilir oldu.
Söz konusu alan, Osmanlı “Şam Vilayeti” idi çünkü. Ayrıca, Suriye ile ortak askeri manevralar yapıldı, Halep ve Antep’te ortak hükümet toplantıları düzenlendi. Türkiye Başbakanı ile Suriye’nin otokratik Devlet Başkanı arasında kişisel muhabbet ve ailevi yakınlığa dayanan ilişkiler geliştirildi.
Komşularla sıfır sorun mu; sıfır ilkeler mi?
“Arap baharı” ya da “Arap isyanları” veya Arap entelektüellerinden (Mısırlı, Filistinli ve Lübnanlı) ortak biçimde Beyrut’ta işittiğime göre “Arap Devrimi” Türkiye sınırlarına dayanacak şekilde Suriye’yi kapsama alanına alınca, “komşularla sıfır sorun politikası” sloganını öne almak, Şam rejimini desteklemekten, ayağa kalkan ve yüzünü “Arap sokağının sevgilisi” Recep Tayyip Erdoğan’a çeviren Suriye halkına sırtını dönmekten başka bir anlam taşımayacaktı.
Christian Science Monitor, dünkü başyazısında “Tarihin bu döneminde, sıfır sorunlar, artık, sıfır ilkeler anlamına gelmiyor” diye yazdı. Doğru.
Türkiye, Beyrut’ta söylediğim gibi, “Arap Devrimi” sayesinde “Ortadoğu romantizmi”nden “Realpolitik”in “gerçek dünyası”na, ister istemez, dönüş yapmak mecburiyetindedir.
Ama bunu yaparken, “Ortadoğu açılımı”na yol gösteren, dış politikasının “felsefi dayanakları”ndan, bir demokrasinin sahip olması gereken –bugünlerde Batı’da pek az bulunur hale gelen- “ahlaki ölçüleri” de kaybetmeden.
Kısacası, “Realpolitik” ile “Moralpolitik” arasında bir ince ayar yakalamak zorundadır.
Tayyip Erdoğan sessiz kalamazdı
Başbakan Erdoğan’ın, Suriye rejiminin canını sıkan on gün önceki çıkışını böyle anlamak ve yorumlamak gerekiyor. “Bir daha Hama görmek istemediğimizi” söylerken ve Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad’ın bir türlü “reformcu adımları” atamamasını anlayamadığını vurgular ve “acaba çevresini mi aşamıyor” diye sorgularken, “demokratik-moral değerler”e gönderme yapmıştır.
Türkiye gibi, demokratik olmakla, diğerlerinden farklılığını sürekli tekrarlayan bir ülke, burnunun dibindeki Suriye’de silahsız göstericilere kurşun yağdırılmasına sessiz kalabilir mi?
Sessiz kalmaması, Suriye’nin mevcut rejimi ile şu anda tüm köprüleri atması gerektiği anlamına da gelmiyor. Unutmayalım, Suriye üzerinde Türkiye’den de fazla bir İran etkisi söz konusu. Suriye üzerinde Türkiye’ninkinden daha eski bir etki bu. 1979’dan bu yana kurulmuş olan bir Suriye-İran ekseni var ve bu, Hizbullah üzerinden Lübnan’a uzatılıyor. Filistin’e Hamas üzerinden uzatılan kolunu ise, Türkiye’nin de desteklediği Fetih-Hamas uzlaşması ile Mısır kaptı.
Türkiye, şu anda “Suriye havzası”nı tümüyle İran’a da terkedemez.
Rejimle ilişkisini korumaya devam edecek; ama “adım at, halkına karşı silah kullanma” diye bastırmaya devam ederek.
Hükümet Güneydoğu’da, Suriye’deki Baas’a benzeyemez
Christian Science Monitor’un başyazısının başlığı “Suriye, Türkiye için bir sınav niteliğinde” idi.
Bir ay kadar önce, Ahmet Davutoğlu, bunu Başşar Esad’a söyledi ama. Suriye Devlet Başkanı’nı reform yönünde adım atmaya teşvik ederken, “Sizinle ilişkilerimizin düzeyinden ötürü Türkiye’de ağır eleştiriler almaya başladık. Bu eleştirileri yapanlar haklı. Biz de sizin üzerinden sınanıyoruz” demişti.
Atmazsa –artık atabileceği daha da kuşkulu- demokratik Türkiye’nin, otokratik Suriye’yi sırtına taşıması, Ak Parti hükümetinin bir Baas rejimine ilanihaye kefil olması mümkün değildir.
Ancak, Türkiye’nin bu “moral ağırlığı” kaldırabilmesi için, kendi ülkesinin Güneydoğu’sunda, Suriye’ye benzer görüntüler yaşatmaması da şart.
BDP’ye, ona-buna sorumluluk yükleyerek, durumu kurtaramazsınız. Şam rejimi de onu-bunu suçluyor zaten. O zaman o da haklı. Şam rejiminden farksız bir Ankara hükümeti olamazsınız.
Provokasyonu –devlet içinden- kimin yaptığını iyi biliyorsunuz; önleyin!
Cengiz ÇANDAR 11 Mayıs 2011
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17756350.asp?yazarid=215&gid=61
Açılımı'ın mimarı BARKEY: İç savaş yaşanabilir