Kara Çarşaf Okulda!

Kara Çarşaf Okulda!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Eyl 27, 2014 19:02

Kara Çarşaf Okulda!


Çocukken, ders kitabında görmüştüm ilk kez kara çarşafı. Sokakta, okulda, çevremizde çarşaflı, türbanlı, peçeli bir kadın hiç görmeden büyüdük. Büyüklerimiz kadın erkek halkevlerinde çalışmışlar uzun yıllar, Cumhuriyetle birlikte. Onların başı açık, güzel giyimli, Avrupalı’dan farksız saç kesimli, şık elbiseli resimleri fotoğraf albümlerimizde duruyor. Özal döneminde bir ara Arap gezgincileri sarmıştı ortalığı, bilenler anımsar. Onlarda görmüştük kara çarşaf nedir, ne değildir… Ecinni gibi giyinip erkeğin arkasında yürümek, yüzünü gözünü kafeste maymunmuşsun veya namussuz sayılan bir zavallı kadınmışsın gibi saklamak, kadın olarak ikinci sınıf insan sayılmak…

Bu konuda cumhuriyetimizin kurucusu yüce önderimiz Atatürk’ten anlatılan bir anı, unutulmaz. Hani Atatürk’ün bir yurt gezisinde (Mart 1923) kendisini karşılayanlar arasındaki, ayağına kapanan Türk kadını için dedikleri:

"Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."

“Dünyada her şey kadının eseridir!” sözü de Atatürk’ün sözüdür. Kadınları her sözüyle, eylemiyle yücelten Atatürk, Türk kadınlarının seçme seçilme haklarını da bazı Avrupa ülkelerinden çok önce vermiştir.

Cumhuriyet çizeri Turhan Selçuk çizerdi bir de eskiden, kara çarşaflıların seri öykülerini, Osmanlı’nın son dönemindeki toplum yaşamını. Uzaydan gelmiş birilerinin yaşam öyküsü gibi gelirdi bizlere o tür giyinen insanlar… Gülümseyerek izlerdik, bir masalmışçasına okuduğumuz yaşamlarına, kadının çarşaflı tutsaklığına, görüntülerinin ürkütücülüğüne, bunca yıl aşağılanmaya ses çıkarmamalarına şaşardık.

Türk masallarında adları kara böcüydü çarşaflıların. Korkulacak, gerçek dışı varlık anlamındaydı. Cadı, hortlak demekti. İnsanı böceğe benzeten, içine gireni kadın mı erkek mi ayırt ettirmeyen, Türk toplumuna yabancı, bizim olmayan bir giyimdi çarşaf.

Çalıkuşu romanı ilk okuduğumuz romanlardan biriydi. Feride öğretmenin gittiği köydeki kara çarşaflılar, başı örtülü kız çocukları, köyün kadın hocasının, eski okulların durumu bizleri çok şaşırtmış, o dönemlerdeki (Osmanlı’nın son dönemi) bilgisizliğe, eğitimsizliğe, kızların durumuna içimiz yanmıştır. Biri şöyle deseydi bizim okuduğumuz, yetiştiğimiz o zamanlar:

“ Ülkemiz, bir gün bu duruma yeniden düşecek, yine kızları okutmayacaklar, başlarını kapatacaklar, kara çarşafa girilecek, kara çarşaflı öğretmen dönemi yeniden açılacak, kızlar erkekler ayrı okutulacak, kızlara başka gözle bakılacak, erkeklerden ayrı davranılacak, Atatürk ilkelerinden kopulacak, eğitimde ortalığa yeniden eski karanlık çökecek…”

Bunları söyleyeni akıl hastanesine yatırırlardı. Bunamış, ne dediğini bilmiyor, salak!” derlerdi…

Cumhuriyetten önce, Cumhuriyetten sonra diye ikiye ayırırdık anlatmak için o dönemi, bilirsiniz. Kitaplarımızda alt alta, yan yana çizimlerle karşılaştırılırdı iki dönem arasındaki derin uçurum.

Bir yan aydınlık, bir yan karanlıktı.

Karanlık yan, kara çarşaflı böcüyle, diğer yan, başı açık aydın Türk kadını resmiyle gösterilirdi.

Devrimlerimizi gururla, sevinçle dolup taşarak öğrenirdik. Giyim kuşamda yenilikleri anlatan bu tür ders kitabı sayfalarını bir an gözünüzde canlandırınız:

Sayfanın bir yarısında çağdaş kadın, çağdaş erkek, eli kitaplı gülen çocuk resmi olurdu. Kız – erkek ayrımı yapılmazdı, çocukların başı açık, giyimleri çağdaştı. Kitaplara okul giyimleri resmedilecekse önlüklü resim konulur, kız erkek aynı giyinilirdi. Cinsiyet ayrımı yapılmaz, artık insanın insana kul değil, Cumhuriyetle ülkemizde herkesin birey olduğu işlenirdi derslerde. Sayfanın diğer yarısına kara çarşaflı kadın, o olmazsa tek gözü açıkta, her yeri kapalı kadın, bir de içimizi iyice kaldıran, tiksinti verici peçeli kadın resmi koyarlardı Cumhuriyetten önceki geriliği, çağdışılığı, geri kafalılığı, yobazı, dini kullanan, kadını –kızı köle sayanı anlatmak için...

Dini kullanan dincilerin, bunların çıkardığı isyanların, eski düzenin iç yüzünü de öğrenirdik tarihimizi öğrenirken.

Devrim yasalarına aykırı giyinmeye kimse kalkışamazdı. Toplum bu yasalara kayıtsız uyardı yakın zamana kadar. Dinciler hocaları Erbakan’la meclise girmeye başladıktan sonra o günlerde ilk kez başı kara örtü kaplı kadın yazarlar, kara çarşaflı böcüler boy göstermişlerdir basında yayında. Kara çarşaflı giyimden, baştaki kara örtülerden sonra, ne olduysa bir anda Türban modası çıkartmışlardı… Hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir baş örtme türü. Üniversiteli genç kızlara el atılması, onların türbana sarılma eylemleri birden patlak vermiştir. Yine de kamusal alanda buna cesaret edemezlerdi. Cumhuriyetimizin koruyucusu askerdi çünkü. Dinci yobazın en büyük korkusu, gözümüzle görürdük, saklamazlardı, Atatürk’ün askerleriydi…

Kız imam hatiplerde yalnızca Kuran derslerinde kızların örtündüğünü bilirdik, diğer derslere baş açık girilirdi Cumhuriyet okullarının yasasına uyularak… Kimse aklına bunun tersini getiremezdi. Kadını kızı insandan saymayan, onlara miras hakkı bile tanımayan, okutmayan, eve kapayan, dış güçlere yaranan, ulusuna düşman bu örümcek kafadan ürkerdik, tiksinirdik, eski dönemlerde yaşayanlara, eğitimsiz bırakılan insanımıza acırdık… Ayağı poturlu, sırtı cüppeli, başı sarıklı molla kılıklı adamları, etekli Rum askerinin başlığı olan fesi, Mısırlı Arap gibi fesli o pek gülünç kafalı erkekleri gözümüzle hiç görmedik. Türk denilince günümüze kadar Avrupalı biz Türkleri hep böyle resimledi o ayrı bir konu. Cumhuriyet öncesini eski resimlerden, o konuda çevrilen filmlerden, yazılan kitaplardan öğrenirdik. Yere diz çökerek, kafa sallayarak eski yazıyla rahlede ezber okuyan öğrenci, ayağı falakada dövülen çocuk, eli sopalı, kara sakallı hain, kinli bakışlı yobaz hoca, başı takkeli erkek çocuk, başı örtülü küçük kız çocuk resimleriyle eskinin korkunçluğunu gösterirlerdi, aydınlanmadan geçen, Atatürk devrimleriyle yolları ışıldayan, açılan Türk çocuklarına… Cumhuriyetimizle, Cumhuriyeti bize armağan eden yüce Atatürk’le övünürdük…

Küçücük bir Karadeniz kasabasının çocuklarıydık ama kara çarşaf giyen bir kişi göremezdik çevremizde. Uzak dağ köylerinde, okutulmayan kadınların yaşadığı uzak yerlerde tek tük böyle giyinildiğini ama ilçeye kimsenin böyle inemediği söylenirdi. Annelerimiz dışarda eşarp bağlarlardı, manto giyerlerdi. Okumuş, çalışan, memurluk yapan kadınların, kızların zaten başları doğal olarak açıktı. Babalarımızın başı açıktı, yüzleri traşlıydı, tertemizdi. Hafta pazarında, çarşıda gördüğümüz köylülerimiz de çarşafsızdı, şalvarlı, başları yemenili, atkılı kadınlar, başları açık, kasketli, pantolon giyinmiş, temiz yüzlü erkekler…

Okula giden tüm çocuklarımızın tek tip giyimi olurdu. Yoksul varsıl ayrımını kaldırmak için, eşit yurttaşlık için genç cumhuriyetin koyduğu bir kuraldı bu. Severek uyardık. Böyle giyinmekten yakınan tek bir kişiyle bile karşılaştığımı anımsamıyorum. İlkokullar kara önlük, beyaz yaka. Sonra bu maviye başka renklere de döndürüldü ama beyaz yaka hiç değişmedi. Ortaokullarda kızlar önlüklü veya tek tip okul giyimli, erkekler şapkalı, kravatlı, gömlekli. Devletin yatılı okullarının giyimleri de ayrı ayrıydı, yine tek tip giyinilirdi, her okul kendi giyimini seçerdi.

Bu iktidar, önce okullardaki bu tek tip giyimi kaldırdı. Bunu yapmalarının amacı belliydi, yurtsever yazarlarımız o günlerde uyardılar, arkasından çocuklarımızın başlarını kapattıracaklar, çarşafa büründürecekler dediler, kimse inanmadı.

Çok değil, son birkaç yıla kadar dokunamamışlardı Anayasanın laiklik ilkesine. Türban, diye diye yol alıyorlardı.

Türban, Türk toplumunun, Türk köylüsünün tanıdığı bir kapanma türü değildi. Bu tür baş kapama Yahudilerde, Hıristiyan azizelerinde olurmuş. Manastır rahibeleri boyunlarını, kafalarını böyle örterlermiş. Bizdeki türbancılar, bu tür bezi bağlamayı bir siyasi simge olarak seçince, ortalık bu tür baş bağlayanlardan geçilmedi. Her yanı sardılar. Kafaları arkadan topuz yapmış gibi süngerle desteklerler, alına tek bir saç kılı göstermeyecek şekilde kara bir bant sarılır, üstüne bu örtü geçirilirdi. Çene, boyun, yanak, mumyalanır gibi bu bezle sarılırdı.

Bu tür kapanmanın siyasi simge olduğunu da yine bu iktidarın başı, ta İspanya’dayken (2008) kendi ağzıyla ilan etmişti.

Çok yol aldılar, Cumhuriyetin ilkelerini 2002’den beri çok yıprattılar ama yine de son tepeye çıkamamışlardı gerici Atatürk düşmanları…

Yasaya karşı gelmeye cesaret edememişlerdi. Önce üniversitelerde geçen yıl (2013), CHP’nin de yardımıyla, işbirliğiyle, hatta öncülük etmesiyle bu işi kıvırdılar.

Yetti mi?

Yeter mi? Arkasından kamuda türbanı serbest bıraktılar. İşin en korkunç yönü türbanlı öğretmenlerin bir anda ortaya çıkıvermesiydi. Başları bezli, kafalarının arkası aynı biçim yumrulu, kocaman kafalı, uzun pardesülü kadınlar, çocukların öğretmeni oldular. Cumhuriyet öğretmenlerinin yerini sözde dinsel simgeyle dolaşan, başlarının içi dışı kapalı, düzene boyun eğen, sorgulamayan, kendi türünü yani kadınları ikinci sınıf sayan bu kadınlar aldı. Başı türbanlı kadınların neredeyse hepsi, bu özellikleri nedeniyle okullara müdür yapıldılar. Bu gerçeği küçücük çocuklar bile gördüler. Din Bilgisi ve Ahlak dersi verenler okullara müdür oluyormuş diyordu bir küçücük çocuk geçen gün. Kaç yıllık müdürümüzü değiştirdiler, başı türbanlı “Din Dersi” öğretmenini müdür ettiler okula diye yakınıyordu, bir diğer çocuk. Onlar bile sorgulamaya başlamış durumumuzu. Bu kadın müdür modasının ayırdındalar…

23 Eylül’den beri başka bir dönemde ülkemiz Türkiye.

Önce hükümet sözcüleri durumu basit mi basit, sıradan bir duyuru yapıyormuşçasına söyleyiverdi. Kahraman teğmenimizin (Kubilay) Menemen’de başını kesen yobaz dervişin(1930) torunu diyorlar bu açıklama yapana:

“Yönetmelikteki “başı açık “ ibaresi kaldırılmıştır. “ deyiverdi Bülent Arınç. “Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardaki öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelikte yer alan “başı açık” sözünü kaldırmışlar anlayacağınız… Değişen maddenin ilgili bendi şu:

“Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapılamaz, bıyık ve sakal bırakılamaz.”

Bu habere şöyle ilginç bir yorum yazılmış, haberin altına koymuşlar, bizim insanımızın gülmeceye ilgisi, yeteneği doğuştandır:

“Artık eski başbakanın oğlu gibi başörtüsü yasak olduğu için yurt dışında okumak zorunda kalan erkek çocukları Türkiye’de okuyacak mı?”

Bu durum böyle alayla, gülmece yoluyla ince kınamalarla geçiştirilecek bir konu değil elbette. Anne babaların, Cumhuriyet aydınlığından geçen insanımızın bu “oldu bitti” ye bir yanıtı olmalıydı. Aydınların öncülüğünü görmeliydik. Kem küm etmekten öte bir şeyler denmeliydi, bir şeyler yapılmalıydı…

Bu “başı açık” ibaresi kaldırıldı açıklamasının ardından gazeteler olayı şöyle duyurmuşlardı:

“Türban ve çarşaf lisede serbest.” Hemen arkasından:

“Ortaöğretimde baş örtüsü yasağı kalktı.” Baktılar ortalık süt liman, açıklamalar ardı ardına geldi. Bir süre sonra, aynı gün içersinde:

“Türban ilkokula indi.” denildi haberlerde.

“Türban on yaşa indi.” Anaokuluna da indi mi? sorusu akıllara takılınca, yetkililere aynen böyle sorulunca bakanın açıklaması haberlere şöyle geçti:

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “5. Sınıf itibariyle isteyen öğrenciler bu uygulamadan yararlanabilir. Anaokulu söz konusu değil!” dedi.

İş burada da durmadı. Bakana hemen o gün sormuşlar:

“Peçe de serbest mi?”

Muhalefet partisinin(CHP) gaz alıcısı Muharrem İnce bunlar olurken susar mı? Partisi susacak, parti sözcüleri biz bu olaya karşı değiliz, taraf tutmayız diyecekler, acar vekilleri ise partisine tek söz etmeyecek, ortalığa kükreyecek:

“Aldığınız karar Cumhuriyete meydan okumaktır.” Yazılı açıklamasının sonunda şunu diyecek:

“Okul, tarafsızlığın ve eşitlik idealinin merkezidir.” Bunları dedikten sonra herkesin bildiği gerçekleri sayacak ve susacak, çünkü böyle ortaya atılıp ileri geri konuşmakla görevini yaptığını, toplumu kandırdığını sanacak!

“Seçmeli ve zorunlu din dersleriyle, okullarda açılması zorunlu hale getirilen mescitlerle, şimdi de başörtüsüyle okul; inanan ve inanmayan ayrımının yapılacağı bir ortam haline getirilmiştir.”

Bu konuda diğer muhalefet partisi MHP’den de acar vekiller konuşacak:

Zühal Topçu (MHP genel başkan yardımcısı):

“Karara baktığınızda yaşantı tarzımıza, örfümüze, ananelerimize, milli değerlerimize uygun olduğunu görüyoruz. “ demiş. Endişesi şuymuş bu Atatürk milletçisi olduğunu sandığımız, aslında yobazların yoldaşı olan partinin başkan yardımcısının:

”İlerde bunun baskı aracı olarak kullanılmaması lazım.”

"Emriniz olur Zühal Topçu. Baskı aracı yapmazlar bunu. Hiç yaparlar mı, aşk olsun size!"

Milli değer deyince, bundan Arap modasını, rahibenin türbanını anlayan anlayışa ne diyeceksiniz başka? Boşuna mı bölücüler, dinciler bu kadar yol aldılar… İktidara karşı duracak bir parti kalmış mı Meclis’te?

Yine bu partinin en acar vekili, Yeniçağ gazetesi yazarlığından tanıdığımız, televizyonlarda çan çan laf ebeliğini kimselere kaptırmayan, iki saat konuşup tek anlaşılır söz etmeyen Özcan Yeniçeri’nin dedikleri akıl almaz türden! Ya biz aklımızı yedik, ya da bunların hepsi akıllarını çoktan yemişler. Atatürk ilke ve devrimlerine ihanette yarışıyorlar:

“ Kişinin istediği kıyafetle derslere girmesi laik demokratik sistemi imha etmez, aksine demokrasi ve özgürlükleri inşa eder.”

Hay maşallah aslan milliyetçiye! Kızlarda kara çarşaf, peçe, erkeklerde sakal, bıyık, istenirse cüppe, fes, sarık laik demokratik sistemi yıkmazmış ha… Kişi istediği giyimle derse girebilirmiş öyle mi? Bu özgürlükmüş…

*

Çarşafa dolandık ulusça.

Önderimiz, yol gösterenimiz tek kişi:

“Atatürk!”


Banu Avar yıllar önce bir söyleşisinde, önderimiz yok, bizi yönlendirecek kimsemiz yok diyenlere, zırıldayanlara, satılmış partilerine sarılanlara şöyle karşı çıkmıştı:

“Ben Mustafa Kemal’im! diyeceksiniz!

Önder sizsiniz!”


Bu ayaklarımıza dolanan çarşaftan çıkmamızın tek yolu da bu gözüküyor.

Her birey kendine güvenecek. Atatürk’ü iyi öğrenecek, çevresine öğretecek!

Bıkmadan usanmadan çalışacak…

Direnmeyi bırakmayacak!

Aydınlık yenilmez çünkü. Aydınlanan toplumu geriye döndüremezler!

Çarşafa dolanan çıkamaz diye bir kural yok!

Yeter ki düşüp kalmayalım… Ayağa kalkmayı bilelim!

Dün en son şu haberi okuduk:

“Kara çarşaf” okulda!”

İstanbul’da Gültepe’de Çok Programlı Anadolu Lisesi adlı bir okulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni kadın, derse kara çarşafı ile girmiş, bu giyimle de ders anlatmış. Fotoğraflarını çekip yayınlamışlar, görmeyenin gözüne sokmuşlar.

Şimdi benim merakım şu:

Madem Cumhuriyeti yıkmazmış bu kara çarşaf, yüz yıl öncesine dönme, kafayı gövdeyi karartma özgürlükmüş. Şimdi soralım:

Bundan böyle kılık kıyafet devrimini okullarda çocuklara nasıl anlatacaksınız?

Bu devrimi kaldırmadan nasıl konuşacaksınız bu yaptıklarınızı Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin okullarında?

Anayasa’yı koruyan kurumlarımız yerinde durmuyor mu yoksa?

Feza Tiryaki, 27 Eylül 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1007
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x