Kürdistan Üzerine Hayaller
...‘Avrupalı olmak uğrunda’,
Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak’ta şu ‘önemli’ tespiti yapıyor: “Demokrat kesim Kürtleri görmek istemeyen, Kürt sorununu terör ve isyana indirgeyen anlayışla yıllardır mücadele ediyor.” Ali Bey’in de bu ‘Demokrat’ kesimin önde gelenlerinden biri olduğunu söylemeye tabiî ki gerek yok. Kürtçü taifenin bile ‘29. İsyan Hareketi’ olarak tavsif ettikleri bu eşkıyalık, bizim ‘demokratlara’ göre asla bir terör ve isyan hareketi değildir.
Bu ‘Demokrat’ kavramının nasıl bir psikolojik harp kavramı olarak kullanıldığını biliyoruz. Fakat ne yazık ki, birçok saf aydınımız bazı kavramların hangi karanlık amaçların hizmetinde olduğunun farkında değildir. Bu ‘Demokrat’ aydınlarımızın kutsal hedefleri ‘ülkede demokrasinin tüm kurumlarıyla yerleşmesidir.’ Varsa, yoksa demokrasi; her şey demokrasi için!
“Peki, ya devlet?”
Devletin varlığının karşı karşıya bulunduğu tehlikeler umurlarında bile değildir. Onlara göre önemli olan demokrasinin güçlenmesidir. Güçlü bir demokrasi için güçlü bir devlet yapılanmasının olması gerektiğini bir türlü kafaları almaz. Küresel ağabeyleri onlara ‘devlet zayıfladıkça demokrasinin güçleneceği’ masalını ezberlettikleri için bir ülkede demokrasinin yaşamasının her şeyden önce güçlü bir devletin varlığına bağlı olduğunu ne çare ki bir türlü anlayamazlar.
Bu ‘Demokrat’ bayların askeri ve yargıyı ‘Demokrat’ olmamakla suçladıkları da bir vakıadır. Evet, ‘Demokrat Asker’ ve ‘Demokrat Yargı’! Ne güzel değil mi? Doğrusu nasıl bu kadar komik oluyorlar anlamak mümkün değil.
Asker demokrat olacak, yargı demokrat olacak! Salaklığın bu kadarına da pes doğrusu. Allah aşkına, ne demek ‘Demokrat Asker’ ve ‘Demokrat Yargı?’ Asker ülkeyi savunur. Eğer bu ülkenin bütünlüğüne karşı bir tehdit varsa; elindeki her türlü silahı kullanarak bu tehdidi ortadan kaldırmak için uğraşır. Yargı, kanunları hakkaniyetle uygular ve adaleti sağlar.
Dünyanın bizden başka hiçbir ülkesinde aydınların, askerin ve yargının demokrat olmasını istedikleri görülmüş şey değildir.
“Canım, boş verin, bunlar işte hep böyledir” diyebilirsiniz. Nasıl boş verilebilir ki? Bunlar, bu zehirli fikirlerini kendilerine tahsis edilen gazete köşelerinde ve televizyon programlarında papağan gibi tekrarlayıp durarak, ülkenin hangi tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunun farkında olmayan insanların kafalarını iyice karıştırıyorlar; ‘Bu terör kaç yıldır devam ediyor, her gün şehitler veriyoruz.
- Kürtçülerin taleplerini kabul edelim de ülkeye barış gelsin’ gibi çok tehlikeli bir düşünce bunların sayesinde hızla yaygınlaşıyor.
PKK ile müzakere edilerek ülkeye barış geleceğini zanneden zavallılar, PKK’nın emperyalist odakların maşası olduğunu nereden bilsinler ki! Bu odakların ana hedefi, Türkiye’nin, bölgemizdeki çıkarları için tehdit oluşturamayacak kadar güçsüz bir duruma getirilmesidir. Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail devletinin yaratılması ve Türkiye’nin Güneydoğusunun da bu ülkenin topraklarına katılmasıdır.
Terör örgütü mensupları her türlü kalleşliği yapmaktadır. Dünyanın hiçbir terör örgütü PKK mensupları kadar alçakça ve hunharca yöntemler uygulamamıştır. İRA’nın ve ETA’nın bir yere patlayıcı koyduğu zaman bunun hangi yöreye konulduğunu ilgililere ilettiği; güvenlik güçlerinin bu ihbarlar üzerine hemen o bölgeyi boşaltarak en azından can kaybını önledikleri bilinir.
PKK’lı teröristlerden böyle insanca davranışlar görmek mümkün değildir. Fakat yine de bu ülkenin kime ve neye hizmet ettikleri ‘anlaşılamayan’ sözde aydınları bu kalleş saldırıları yapan katillerin ‘özgürlük mücadelesi’ verdiklerine inanmayı sürdürürler!
Ne yazık ki, son derece sistemli bir şekilde devletimiz çok derin bir zafiyetin içine düşürülmüştür. Televizyonlarımızın ve basınımızın tamamına yakın bir bölümünde ve ne acıdır ki, devletimizin resmî kanalı olan TRT’de bile, ‘millî devlet yapımızın, sorunların temel kaynağı olduğu’ şeklinde yayınlar yapılabilmektedir. ‘Terörün daha fazla demokrasi ile sona erdirileceği’ safsatası en yetkili ağızlar tarafından seslendirilmekte, yine ülkenin TÜSİAD gibi önemli kurumları PKK ile müzakereden söz edebilmektedir!
Bir taraftan da “PKK’yı TSK’dan emir alan bir ‘Ergenekon Çetesi’ ele geçirdi” gibi manyakça bir söylem ma’lûm yayın organlarında dile getirilebilmektedir. Amaç olabildiğince bilgi kirliliği yaratmak değil mi? Nasıl olsa hesap soran da yok; yalanları peş peşe sıralayın! Zaten karışık olan vatandaşın kafası daha da karışsın.
Yaşadığımız terör belâsının küresel odakların bir kurgusu olduğuna inanmayanlar için
ABD’deki ‘dost’ bir düşünce kuruluşu olan Atlantik Konseyi’nin, ‘Türkler ve Irak Kürtleri arasında Güven Tesisi’ başlıklı raporundaki önerilere bir göz atalım; bakalım bize neler önermişler?
“Türklüğü vatandaşlık olarak tanımlayan ve ‘Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez’ diyen anayasa maddelerini değiştirin.
(Yargının bağımsızlığından rahatsızlar. İstiyorlar ki bütün yetki Meclis’te, yani iktidarda olsun; Anayasa değişikliği ile sağlanan da budur!).
PKK liderleri için af çıkarın.
Aşırı tutucu olan hesap sorulmaz yargıyı ıslah edin. (Avrupa’da yargıya hesap mı soruluyor?)
Türkler federalizmi bölünmeyle eş anlamlı gördüklerinden daha az göze çarpan ademi merkeziyet, yani yerinden yönetim planlarını devreye sokun.
AB ile entegrasyondan vazgeçmeyin. AB üyeliği yolundan sapmaların önüne geçin.”
Evet, Batılı ‘dostlarımız’ bu güzelim ülkenin nasıl bölünebileceği konusunda bize işte böyle yol gösteriyorlar. AB ile entegrasyon faaliyetlerinin sürmesine son derece önem veriyorlar çünkü ülkemizin parçalanmasının yolu ‘AB üyeliği hayali ile’, AB ile müzakerelerin sürmesinden geçmektedir!
Haklarını yemeyelim; müzakerelerin kesilmemesi için gerçekten de ‘üstün bir gayret’ sarf edilmektedir! Bazı AB üyesi dostlar da bu konuda bize ‘yardımlarını’ esirgememektedir. Meselâ basınımızda yer alan bir haberden, “AB Dönem Başkanlığını Belçika’ya devreden İspanya’nın, ‘AB ile entegrasyonda’ 13. Fasıl’ın açılmasını sağlayarak AB’ye son dakika golü attığını” öğreniyoruz! Bravo İspanya’ya! Ne de olsa ‘Medeniyetler İttifakı’nda birlikte Eşbaşkan değil miyiz?!
AB standartlarını ve AB’nin dayattığı uyum yasalarını kabul ettikçe terör güç kazanmaktaymış ne gam! Bir Allah’ın kulu da çıkıp sormamaktadır: ‘Yahu bu AB’nin bize dayattığı standartlar iyi güzel de; bunların hepsi Avrupa’nın kendi şartlarına uygun şeyler; Avrupa’nın hangi ülkesinde bizdeki gibi terör var?
Avrupa’da terör sebebiyle günde kaç kişi ölüyor? Acaba Almanya’da, İngiltere’de ya da Fransa’da, PKK gibi eli kanlı bir terör örgütü olsaydı; bu ülkeler bize önerdikleri ‘demokratik standartları’ kendi ülkelerinde uygularlar mıydı?
İngiliz polisinin Londra’da, üzerindeki kalın kıyafetler sebebiyle, patlayıcı taşıdığından şüphelenilen zavallı bir Pakistan kökenli İngiliz vatandaşını nasıl alnından vurduğunu hatırlatalım!
İşte o bazılarının hayran oldukları ‘Avrupalı’, terörist olduğundan şüphelendiği vatandaşına böyle davranıyor; bizim ülkemizde ise, ‘Avrupalı olmak uğrunda’, onların istekleri doğrultusunda Terörle Mücadele Kanunu’nu değiştirdiğimiz için, güvenlik kuvvetlerimiz, savcıdan izin almadan şüphelendiği bir aracı bile arayamıyor!
Bu anlayışın sonunda geldiğimiz nokta hazindir. Bakınız terörist çete başlarından Cemil Bayık efendi ne buyuruyor: “Kürt sorununu Türk Devletiyle demokratik özerklik temelinde çözmek istedik. Çabalarımız sabote edildi. Onun için şimdi kendi mücadelemizi pratikte gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yakında bunun resmî ilanını da yapacağız.”
Eğer ‘dostlarımızın’ ve yerli işbirlikçilerinin ‘Özerk Kürdistan hayali’ gerçekleşirse, daha sonra olacakları da şöyle sıralayabiliriz:
- “Güneydoğu’da kurulan Özerk Kürdistan, Kuzey Irak’ta kurulan devletle birleştirilir.
Diyarbakır’da bir ‘Kürt Soykırımı’ anıtı açılır; ‘dostumuz’ ve dahi ‘müttefikimiz’ olan ülkeler ‘Ermeni Soykırımı’nı kabul ettikleri gibi, ‘Kürt Soykırımı’nı da kabul ederler; sonra sıra bu Kukla Kürdistan’a tazminat ödemeye gelir!"
Bu hayallerin kurulmasını sağlayan ortamı yaratan AKP iktidarıdır!
İsmail Şefik AYDIN
toplumsalhaber.com
02 Temmuz 2010
Hayal mi görev mi?..