Milliyetçilik
Milliyetçilik” sözlüklerde “ulusçuluk” diye geçiyor. “Ulusalcılık” diyenler de var. Millicilik değil, milliyetten geldiği için “ulusçuluk” daha uygun düşüyor. Önemli olan kullanma amacı ve anlatım gücü, bir de alışkanlık. Millliyetçiliğin değişik tanımları yapılabilir. Ben “ideoloji mi, psikoloji mi, karma bir kurum mu?” ayrıntıya bilimsel ağırlığa girmeyeceğim. “Bergson, Anderson şöyle dedi. Marks böyle dedi, Gellner ile A. Smith şunları anlattı, Ziya Gökalp şunu savundu, şimdiki siyasal amaçlı yorumcular ve parti yandaşı bilimciler ise şöyle yazıyor.” diye yollamalı bir anlatımdan da uzak kalacağım. İçten, yalın ve daha çok günümüzle ve özellikle ülkemizle ilgili durumlara, bunun için de öncelikle nasıl açıklanabileceğine değinmeyeceğim. Türlerine, örneğin “liberal milliyetçilik, tarihi milliyetçilik” gibi girmeyeceğim. Şimdi “saldırgan milliyetçilik, savunan milliyetçilik” gibi türlerden de söz ediliyor. Milliyetçilik, kanımca, bağnazca bir soy güdüsü değildir. Aynı zamanda bir disiplindir. Soyunun üstün değerlerini koruyarak ve güçlendirerek ulusal yapıyı her yönden daha iyi duruma getirmektir. Bizim için, Devrimin değerlerini geliştirip sürdüren bir anlayış olarak da tanımlanabilir. Türkiye için bir güç kaynağıdır. Bu bağlamda Atatürk milliyetçiliği, Türkiye’de yaşayan herkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumunda tam eşitlikle birleştirip soy ve inanç özelliğini özgürce açıklama olanağı veren bir ilkedir. Tüm ayrımları dışladığı, akılcı, ilerici, uygar ve gerçekçi olduğu için “çağdaş milliyetçilik”tir. Toplum yapısını özellikleri ile kavrayan sağlıklı bir anlayışa oturtmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk, hangi soy ve inanç bağından olursa olsun, ulusu oluşturduğuna göre açılımları bu yapıya göre tanımlayıp yönlendirmek gerekir. Ulusal birliğin temel öğesi, dil ve ortak yaşam istenci ile tarihsel değerlerdir. Din nedeniyle acılar çekilmiş, saldırılara uğranılmış olsa da din, milliyetçiliğin gerçek öğesi sayılamaz. Irkla din karıştırılmışsa da, milliyetçilikte, ulusalcılıkta din dayanak olamaz. Ulus yapısında olması ayrıdır. Uluslaştıktan sonraki aşama için değildir. Irkçılık, ulusal birliği dil, gelenek, ülkü öğelerine, insanlık ilkelerine değil de ırk temeline bağlamak isteyen kafatasçılık, bana göre çağdışı bir akımdır. Ulusçuluk yayınları da ulusalcılık, “soy” ağırlığını da geride bırakan, dinsel birlikteliğe karşın ortak değerlerde yükselen, bu değerlerden kaynaklanan bir olgudur. Sanayileşmeyle başlayan uluslaşma süreci, bağımsızlık tutkularıyla aşama kazanmıştır.
Milliyetçiliğin, bizde, laiklikten çok dinciliğe dayandığını görmek istemeyen, siyasal ve etnik kimliklerin savaşımı gibi sunan, savaşımcıları vardır. Çağın gerçeklerini kavrayamayanlar, ümmetten ulusa, kapıkulu-kölelikten-tebalıktan bireyliğe geçmeyi anlayamamışlardır. Milliyetçilik, tutuculuk; tutuculuk da milliyetçilik değildir. “Milli-manevi değerler” ile “milliyetçi muhafazakarlar” sözlerini dillerinden düşürmeyenlerin çoğu, bu kavram ve sıfatların ne olduğunu bilmediği gibi adlarının karıştığı çirkin olaylar, çete-mafya ilişkilerine uzanan durumlar, siyasal çıkar aracı türü kullanmalar da sözde kaldıklarını göstermekteir. Milliyetçilik, geriye çeken, gereksizleri, yarasızları da koruyan bir tutum değil, ilerici atılımcı, insana ve değerlerine saygılı bir anlayıştır. Aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluklarının bu birlikteliği koruma amacı, ayrılıkçı duygu ve düşünceleri geçersiz kılar. Geçmişi özetleyen tarih ortaklığı; toplumsal varlığın en güçlü dayanağıdır. Dil, düşünce, ahlak, kültür-gelenek ortaklığıyla geleceğe ilişkin amaçla birleşmek, tüm bunları koruma güçlendirme, yüceltme çabasında yoğunlaşmak, çağımızın milliyetçiliği olarak algılanmalıdır.
Ulus olmadan, uluslaşma, ulusallaşma söz konusu olamaz. Ulus, hepimizin bildiği gibi, ülke, ilke ve ülkü birlikteliği ile kaynaşmış yurttaşlardan oluşan siyasal ve toplumsal bir yapıdır. Yurttaşlar arasındaki bağları kuran öğeler bu kavramlar içindedir. Etnik öncelik, üstünlük ve ağırlık savıyla ayrıcalık istemi, ırkçılığa götürür. Gerçek, içtenlikli milliyetçilik, tutsaklığa, sömürgeciliğe ve her tür bağımlılığa temelden karşıdır. İçte, soy ve inanç ayrımı gözetmemeyi; dışta uluslararası eşitliği benimser. Tersine tutum kavgacıdır, barışçı değildir.
Çevremize baktığımızda milliyetçiliği ırkçılıkla eş tutmaktan ötede, özdeşleştiren eğilimler görmekte, kimi sakıncalı durumlara tanık olunmaktadır. Hatta dinselleştirenler vardır. Türbanla ve dinsellikle ilgisi olmayan, sıkmabaş, başbohçalama, kara örtünme olaylarında “Tebkir!” çığlıklarına uyarak kargaşa çıkaranların elleriyle yaptığı işaretler bu durumu açıklamaktadır. Böyle olursa yani dinleşirse ulus, ümmet olur. Milliyetçilik ümmetçilikle birleşemez ona destek veremez. Ümmetçilik, Arap milliyetçiliğidir. Ülkede, bir ırkın, bir etnik grubun üstünlüğü savına dayanan tutum, ulusu daraltmak, bölmek, milliyetçiliği küçültmektir. Milliyetçiliğin ahlakla ilgisi, ıranın (karakterin) belirginleşmesidir. Ekonomik amacı olmayan milliyetçiliğin kültürel temelini savunmak da inandırıcı olmaz. Milliyetçilikte ekonomik amaç, bağımlılığın önlenmesidir. Ekonomik bağımlılık, milliyetçiliği gölgeler ve engeller. Belirgin özellik, eşitlik özgürlük, birliktelik, geçmişe bağlılıkla gelecekte de var olmak amacıdır.
Atatürkçülükte Milliyetçilik
Az önce belirtmeye çalıştığım anlayışla özetlenebilir. Sunuşlarım, benim kişisel görüş ve düşüncelerimdir. Şimdi böyle düşünüyorum, böyle görüyorum. Katılmayanlar olabilir, doğaldır. Toplumsal barış, ulusal dayanışmanın temelidir. Soylu bir ulusun bireyi olarak kıvanç duymak başka, bu bağı baskı, üstünlük aracı olarak kullanmak başkadır. Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı tam birliktelikle zafere ulaştırmıştır. “Büyük işleri büyük uluslar yapar. Türk ulusu dünya uygarlığı ve insanlığı için örnek çalışmalar yapmıştır. Devrimler yapan yetenekli bir ulustur. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğruna ölmesini biliriz.” sözlerinde yansıyan anlayış, bugün için de en iyi örnektir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişinin “Ne mutlu Türk olana!”dan ayrılığı açıktır. Hangi soy kökeninden olursak olalım “vatandaşlık” bağımız hepsinin üstünde, hepsi bu bağın altındadır.
Her Türk’ün özgür doğup özgür yaşadığı gerçeğine uygun yaşam, en çağdaş milliyetçilik olduğunu söylediğim Atatürkçülüğün, her alandaki tam bağımsızlık ilkesine uygun ereği (hedefi) dir. Türk ulusu, insanlığa karşı sorumluluğunun bilincinde, insanlık ailesinin bağımsız ve onurlu bir üyesidir. Kurtuluş ve ilerlemenin özgücü olan özgürlük, Türk milliyetçiliğinin değişmez doğrultusudur. Türk milliyetçiliği halkçılıkla içiçedir. Halkın sorunlarına sırtını çeviren milliyetçi olmaz, milliyetçi olan halkçı, halkçı olan milliyetçi olur, tersini düşünmek yanlıştır. Milliyetçilik, gerçek, bilimsel ve en olumlu anlamıyla ulusal yaşam ve yönetim sürekliliğidir. Ulusun üstün niteliklerini, güzel geleneklerini koruyarak varlığını barış içinde, uyum ve uzlaşma ile sürdürmesi, ulusun gücüne inanıp dayanmayı, ulusunu sevip saymayı, varlığıyla övünmeyi, ahlak ve adaletle yönetmeyi bilgi ve bilimle çalışıp ilerlemeyi gerektirir.
Atatürk “Türk milliyetçiliği, ilerleme gelişme yolunda uluslararası ilişki ve görüşmelerle, tüm çağdaş uluslara koşut ve onlarla yanyana yürümekle birlikte Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.” demiştir. “Türkiye halkı, ırksal yayınları da dinsel ve kültürel yönden birleşmiş, birbirine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, kaderi geleceği ve çıkarları ortak bir toplumdur.” Serüven, düş ve gerçekdışılık Atatürk’ün anlayışında yoktur. Milliyetçiliğin başka yerlere çekilmesi, başka nedenlerle kullanılması, sakıncalı eğilim ve akımlara araç kılınması da Atatürkçülükle bağdaşamaz. Atatürk, Turancılığı “Büyük ve boş hayaller peşinde koşup yapamayacağı şeyi yapacak gibi gösteren sahtekarlardan değiliz” sözleriyle eleştirirken Suriye’de, Yemen’de yitirdiği binlerce evladının acısını çeken Anadolu halkına nasıl kıyıldığını vurguluyordu. Ana-babaların çektiği acıyı yüreğinde duymayan, milliyetçi olamaz. Enver Paşa’nın 1915’te Sarıkamış yöresinde, Allahuekber Dağları’nda, Rusları arkadan çevireceğini sanarak, aralık ayının buzlu gecelerinde, yazlık giysili 65-85 bin evladımızı şehit vermesi unutulamaz. Halkına karşı sorumluluk duymayan da milliyetçi olmaz. Atatürk “sorumluluk duygusu, ölüm duygusundan ağırdır” sözleriyle bu gerçeği belirtmiştir. “Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hatta bu savaşa atılırken bile tutsak ulusların özgürlük ve bağımsızlık uğraşlarıyla ilgilenmeyi, o çabalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlığına ilgisiz kalması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava biçiminde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası siyasal bir savaşım (mücadele) konusu olmadan önce bilinçli bir ülkü (ideal) sorunudur. Bilinçli ülkü demek, bilimlere, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir ve amaç demektir.” yaşamında tek onur kaynağı ve servetinin Türklükten başka bir şey olmadığını söyleyen Atatürk, Medeni Bilgiler kitabının 376-378. sayfalarında görüşlerini şöyle sürdürmektedir: “bugünkü Türk Ulusu’nun siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik düşüncesi ve hatta Lazlık düşüncesi yayınları da Boşnaklık düşüncesi propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve yurttaşlarımız vardır. Fakat geçmişin, bu keyfi yönetim zamanlarının sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici beyinsizden başka hiçbir yurttaşımız üzerinde üzüntü yapmaktan başka bir etki yapmamıştır. Çünkü, bu ulusun bireyleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar yazgılarını ve geleceklerini Türk Ulusu’na vicdani istekleriyle bağladıktan sonra yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, uygar Türk Ulusu’nun soylu ahlakından beklenebilir mi?”
Yine Atatürk, 1931’de, “Ülkenin ve Devrimin içerden ve dışardan gelebilecek tehlikelere karşı güvenliği için tüm Cumhuriyetçi ve milliyetçilerin bir yerde toplanması gerekir.” demiştir. Bu sözüyle cumhuriyetçilikle milliyetçiliğin ayrılmaz birlikteliğine değinmiştir. Altıok’un birbirinden ayrılması olanaksız, birbirini tümleyen anlamı daha iyi anlaşılmıştı.
Şu sözler de Atatürk’ündür: “Türk Ulusu, ulusal duyguyu, dinsel duyguyla değil, insancıl duyguyla düşünmekten zevk alır. Vicdanında, ulusal duygunun yanında insancıl duygunun onurlu yerini sürekli korumakla övünür. Türk Ulusu’nun uygarlık yolunda tüm uygar uluslarla ilişki kurması gereklidir. Ulusumuz her uygar ulus gibi uygarlığa hizmet etmiş insanların ve ulusların değerini bilir ve anılarını saygıyla korur.” 1929’daki bu sözlerini, aşırılıktan kaçınma ve inançla sarılma yönündeki şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Biz doğrudan doğruya ulusseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Bu toplumun bireyleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet deo kadar güçlü olur. Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı duyarız. Onların milliyetlerinin her gerçeğini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, bu durumda, bencil ve gururlu bir ulusseverlik değildir.”
Türk Ulusu’nda kimi yapı değişikliklerinin doğal olduğunu, binlerce yıl kaynaşmış, eski bir toplumun birbirine tam benzemesi de çocuklarının aynı kök, uzun ve ortak geçmişin belirli tipi olduğunu söyleyip Türk! Övün, çalış, güven!” buyruğuyla da varlığıyla övünürken çalışmayı, kendine ve ulusuna güvenmeyi öğütlemiştir.
Görülmektedir ki Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı gerçekten insancıl ve barışçıdır. Ulusal birliğin ve ülke tümlüğünün harcı ve güvencesi olduğunu 57. hükümetin programında da saptıyoruz. Evrensel boyutla da barışçı, insancıl ve laiktir. “Ne zaman İslam birliği, Türk birliği oldu?” sorusu da günümüzdeki gerçeklere uygundur. Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve son olarak SSCB. Dayanamadı, uluslaşmaya karşı çıkmada başarı sağlayamadı. Bağımsızlık ve özgürlük ateşi sonuç aldı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonundaki ulus devlet yapımız bu nedenle gerçekçi, sürekli ve sağlıklıdır. Tito, küçük kültürleri bağımsızlaştırarak, birlikteliği sağlayacağını sandı, aldandı. Atatürk onları birleştirip uluslaştırarak birlikteliği sağladı ve başarılı oldu. Yalnız din bağı etkili olsaydı İran-Irak savaşmaz, yalnız soy bağı olsaydı Sırplar’la Boşnaklar çatışmazdı.
Güneydoğu sorunu, Türkiye’yi güçlendirmemek, engellemek çabasının ürünüdür, yapaydır. Ama, içte barışı ve birlikteliği koruyamazsak başka örgütlerle, başka kukla ya da maşalarla biz uğraştıracaktır. Demokrasimiz diktatörlükleri, laikliğimiz köktendinci yönetimleri için kötü örnek olan ülkeler de bizi zayıf kılmaya çalışmaktadır. Atatürk’ün Amasya’dan Cafer Tayyar’a “Tüm milleti mahvetmeden Kürt devleti kuramazlar.” dediğini unutmamalıdır.
Ekonomi önemli bir katkıdır. Sanayileşme, kaynaşmayı sağlar. Ekonomide kendinize özgü gücünüz olmalı. İnsan kaynaklarıyla desteklenmeli sosyal adalet gerçekleşmeli, emek ve alınteri, karşılığını hakça almalı.
Ayrıca, Rusya’yı karşımıza geçiren, bağımsızlıklarını yeni kazanan Türk Cumhuriyetlerini çekingenliğe ve duraksamaya düşünen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar...” sözleriyle “Türk Ulusu” ya da “Türk halkı” yerine “Türkiye Halkı” denilmesini de yararlı bulmuyorum. Atatürk nasıl “TBMM’de yalnız Türk yalnız Kürt, yalnız Çerkez yok demişse ülkemizde değişik kökenden toplulukları vardır. Ve hepsinin ortak adı, ulusal kimliği “Türk”tür. Ulusal kimliğini yadsıyan, yurttaş olamaz. Yurttaşlıkta birleşince de sorun kalmaz. Kışkırtmalarla söylenen yalanlara kimse inanmaz. Hakkari’deki Mehmet’le Ankara’daki Yekta’nın Anayasal ve yasal hak özgürlüklerde, yurttaşlık olanaklarında hiçbir ayrımı yoktur. Bu topraklara “Türkiye” adını da 10. yüzyılda Avrupalılar koymuştur. Çoğunluğun dili dilimiz, adı adımızdır. Çağdaş, özgür bireylerinden ayrılan oluşan toplum hepimizin amacıdır. Atatürk, 1927’deki Büyük Söylev’inin sonunda “Bu sözlerimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş devletin nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.” derken yurt tümlüğüne duyarlı, birlikteliğe özen gösteren tutumunu ulusal düzeyde açıklamıştı. 10. yıl söylevindeki “Türk Milleti” vurgulamaları ile “Ulusal Ülkü” ve “Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” sözleri boşuna değildir. Bunlarla “Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve çok büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa, yokolsun daha iyidir. Bu nedenle, ya bağımsızlık, ya ölüm!” sözleri birleştirilip değerlendirilirse ulusal amacı tüm açıklığıyla ortaya çıkar. Bilge Kağan da Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, biliniz ki Türk ulusu, Türk yurdu, Türk devleti, Türk töresi bozulmaz demişti. Usu (aklı), bilimi, gerçeği ve karakteri dışlamadıkça, çağdaş milliyetçilikten uzaklaşılmaz.
Atatürk’ün, Misak-ı Milli sınırları içinde ve tam bağımsızlık temelinde, tüm yurttaşları özgür ve her yönden eşit yaşatan, yayılmacılığa, sömürgeciliğe yaşamsal olmayan savaşlara, siyasal ve ekonomik bağımlılıkları karşı çıkan ulusal egemeliği ve birliği üstün tutan yapıyı amaçladığını Recep Peker’in 9-16 Mayıs 1935’teki CHP 4. Kurultayı’ndaki şu sözler de doğrulamaktadır: “Atatürk ulusçudur. Ulus devletçidir. Bu nedenle de sosyalist değildir. Karmaşık devlet yapısının zararlarını yaşayan Atatürk’ü 5.2.1937’de TBMM’de yaptığı konuşmayla Şükrü Kaya da desteklemiştir. “Uygarlık düzeyine ulaşmak, bunun için de millici olmak gerekir. Ama dar ve tekelci değil. Tüm dünya için, insanlık için erinç ve mutluluk amaçlayan bir milliyetçilik.” Atatürk’ün birleştirici ve tümleyici ulus devletini benimsediği milliyetçilik kökenci değildir, sınıf ve zümreci değildir. Ulusal egemenliğe karşı değildir. Tersi olursa ulusun değil, sınıf zümre ya da ırkın egemenliği olur. Dinsel de değildir. Dinsel olursa bir din ya da mezhebin egemen olma kavgası-savaşı gündeme gelir. Gerici ulusalcılık (daha önce değindiğim siyasi ninni ve masallarla) da milliyetçilik olamaz. Donmuş ve kalıplaşmış 19. yüzyıl milliyetçiliği (Cemal Kutay Gözlem, 17.05.1999), Ziya Gökalp’in “pantürkizm”ini yenilenmiş göstererek gündeme getirmek sakıncalıdır. Tarihsel ve toplumsal temellere dayanan uygar bir anlayışı soy ve yapı özelliği ile ayrımcılığa dönüştürüp, uygar dünyadan soyutlamak büyük yanlıştır. Öbür uluslarla uyumu ve karşılıklı saygıyı gözeten anlayıştan ayrılmamalıyız. Atatürk 1933’te “Doğu’dan yükselecek güneşe bakınız. Bugünün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan tüm Doğu uluslarının uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak çok kardeş ulus vardır...” sözleri çağdaş, uygar, barışçı milliyetçiliğin, akılcı milliyetçiliğin açıklanışıdır. Ulusun, soyların karıştığı bir tümlük; toplulukların, halkların, soyların, kucaklaşması olduğu, yayılmacılık ve kavganın anlamsızlığı anlatılmaktadır. Kültürleri ayrıştırmak yerine birleştirmeyi seçen Atatürk, siyasal, ekonomik, hukuksal, yepyeni bir örgüt oluşturdu. Anlayışından bireylerine, ilkelerinden kurumlarına yepyeni, milliyetçi, demokratik, laik, sosyal Türkiye Cumhuriyeti.
Anayasalarda Milliyetçilik
1921 Anayasası’nın laikliğin de temeli olan 1. maddesi egemenliğin bağsız koşulsuz Ulus’un olduğunu öngörmektedir. Bu madde 1923’teki değişiklikte de korunmuştur. 1924 Anayasası’nın 3. maddesine alınan ulusal egemenlikten sonra 1937 değişikliğiyle bu Anayasa’nın 2. maddesinde devletin “milliyetçi” olduğu belirtilmiştir. 1961 Anayasası başlangıcında ulusal özellikler, ulusal bilinç ve ülkü, ulusal birlik, “Milli Mücadele Ruhu”ndan sonra, ulusal dayanışmaya yer verilmiş, 2. maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin öbür nitelikleri yanında “ulusal (milli)” bir devlet olduğu öngörülmüştür. 1982 Anayasası’nın birinci paragrafında “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı...” beşinci paragrafında”.. milli menfaat...” , “Atatürk milliyetçiliği...” altıncı paragrafında “milli kültür...”, yedinci paragrafında “.. milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerle, milli varlığa karşı hak ve ödünlerde...” belirlemeleri yer almıştır. “Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2. maddesinde “... milli dayanışma... Atatürk milliyetçiliğine bağlı...”anlatımları bulunmaktadır. 4. maddesi bu niteliklerin değiştirilmesinin önerilemeyeceğini pekiştirmektedir. 42. maddede eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı açıklığından sonra, milletvekili andında (Madde 81) ve Cumhurbaşkanı andında (Madde 103) “Atatürk ilke ve devrimleri” yinelenmiştir.
Anayasa’nın konuyla ilgili “Türk vatandaşlığı” başlıklı 66. maddesi, anlatımlarımızı doğrulayacak bir biçimde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” açıklığını içermektedir. Bundaki “Türk Devleti” 1. ve 3. maddedeki “Türkiye Devleti”, 2. maddedeki “Türkiye Cumhuriyeti”dir.
Milliyetçilik, soyun “en üstün soy” olduğunu, başka ulusların aşağılanmasını öngörmez, ulusun varlığına, bağımsız yaşamına tutkunlukla, üstün değerlerini yükseltip güçlendirmeyi amaçlar. Özseverlik değil, özgüvenle çağdaşlaşıp başka uluslarla kendi kendi özgünlüğüyle yarışmaktır. “Soydaş”lıkla “yurttaşlık” aynı değildir. Atatürk milliyetçiliği ayrılıkçı “soydaşlığı” değil, birleştirici yurttaşlığı seçmiştir. Üstelik ulusal “Türk” kimliğiyle çoğunluğu tartışmasız biçimde odağa yerleştirerek. “Kavm-i necip” üstün soy anlayış, çağdaş milliyetçilikle bağdaşmaz. Ayrılıklarla savaş ve bölünme yerine birleşerek büyüme ve güçlenme yeğlenir. Milliyetçilikte kültür de evrensel kültüre ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle alt kültürleri bağımsızlaştırmak değil, ulusallaştırarak evrenselleştirmekten sözedilir. Bu gelişmelerle birlikte öz, özellik korunur, yitirilmez.
Anayasa Mahkemesi Kararlarında Milliyetçilik
Geçmişi yadsımadan geleceğe tüm varlığıyla koşmak olarak da tanımlanabilecek milliyetçilik konusunda Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararı vardır. Atatürk milliyetçiliğinin vurgulandığı bu kararlardan Esas 1984/9, Karar1985/4; Esas1989/1, Karar 1989/12 ile Esas1993/3, Karar 1994/2 sayılı olanları ve şu ortak yargıyı belirtmekle yetiniyorum: “Atatürk milliyetçiliği, gelişme ilerleme yolunda, uluslararası uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yeteneklerini ve bağımsız kimliğini koruma olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin, Türk olmak mutluluğunu duyan herkesi kapsayan biçiminin adıdır. Atatürk milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan; dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder.”
Ulusu oluşturan öğeler dil birliği, ulusal duyguyla yanyana insanlık duygusu, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği, tarihsel birlik, ahlak, gelenek ve geçmiş ortaklığı, geleceğe yönelişte birliktelik milliyetçiliğe de yansır. Medeni Yasa’nın gerekçesinde, laikliğin siyasal ve hukuksal birliğin yanında ulusal birliğin de harcı olduğunun belirtilmesi, yurttaşlık bağının gücünü ortaya koymaktadır.
Milliyetçilik, bölücülüğe, ayrılıkçılığa, köktendinciliğe, ırkçılığa, Turancılığa, faşizme, komünizme de karşıdır. Yargı kararlarında devletin tek’liğinin, ülkenin tüm’lüğünün, ulusun bir’liğinin ödünsüz korunacağı yinelenmiştir.
Ziya Gökalp’in deyişiyle “Orduyu yeniçerilerle, yargıyı kadılarla kotaracak kara ve kızıl tehlike”nin silahlı kuvvetlerine karşıtlığı da içerdiği, millliyetçilikle uyuşmadığı gözardı edilmemelidir. Söz milliyetçiliği değil, öz milliyetçiliği gerekir. Hiçbir yararlı davranışı olmadan, çığırtkanlıkla bir yere varılamaz. Soygun, çete-mafya, çıkar oyunları, gözdağı, işkence ve öldürme olayları milliyetçilikle bağdaşmaz. Ezmeyen, ezilmeyen soylu duruş, milliyetçiliğe yaraşır çizgidir. Ayrılıkçı tezler ileri sürülerek milliyetçi olunamaz, milliyetçilik yapılamaz. Milliyetçilik, ulusa hizmetle olur, eziyetle olmaz. Milliyetçilik yalnız “ad”a değil, tüm varlıklara sahip çıkmaktır, geleceği güvenceye almaktır. “Küreselleşme, globalleşme” adıyla yürütülen dış ekonomik dayatmalara, “özelleştirme” adıyla gerçekleştirilmek istenen gelişigüzelliğe, yağmaya-talana, her tür yolsuzluğa, haksızlığa, “uluslararası tahkim” adıyla ulusal yargıyı dışlamaya, borç bağımlılığına karşı çıkmayı gerektirir. Bunlar kafatası ölçüsüyle değil, kafa içi aydınlığı ve yürek gücüyle olur. Siyasal simge olarak kullanılan, inançla ve dinsel gereklerle ilgisiz örtü ve giysilerin, sarı-kırmızı-yeşil bölücü simgeden ayrılığı yoktur. Amaçta ve sonuçta ikisi de ayrılıkçı, bölücü ve yıkıcıdır. Milliyetçiliği ırkçılıkla özdeşleştiren anlayış da böyledir. Ulus-devlet, ulusun devletinin sahibi olması, ulusallığın hukuksal aşamasıyla somutlaşmasıdır. Barışçılığı, gerçekçiliği, ırkçılık ve Turancılığa kaymaması nedeniyle Atatürkçülük, Atatürk milliyetçiliği, bizim ulusal ülkümüzdür. Jeopolitik konumumuz da bunu zorunlu kılmaktadır. Söyleyecek bir şeyi bulunmayan kimileri telaşa kapılıp köktendinciliğe destek vermeye hatta ona sarılmaya başlamışlardır. Bu çarpık tutumun milliyetçilikle ilgisi yoktur. Ülke sevgisi, ulus saygısı, laikliğe bağlılık içermeyen milliyetçilik, geçerli olamaz.
Bir bez parçasını için laik cumhuriyete karşı çıkanların milliyetçilik anlayışına gülünür. Bayrağa, İstiklal Marşı’na ayağa kalkmayanlar, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşı çıkanlar milliyetçi olamazlar. En büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e saldıranlar, insan olamazlar ki inançlı olsunlar, Türk olamazlar ki Türk Milliyetçisi olsunlar. Benim için günümüzdeki Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik akıl, bilgi, ahlak, bilinç, yürek ve kişilik ister.
Şimdilerde başkalarından daha yurtsever ve inançlı olduğunu, bayrağa, ezana saygılı olduğunu söyleyen sözde, yapay, sanal milliyetçilere rastlanmaktadır. Özü olmayanın sözüne de inanılmaz. Dış baskılara, ekonomik-siyasal bağımlılıklara karşı uyanık olmalı, Sevr özlemcilerini sevindirmemeliyiz. İçimizdeki barış, karşılıklı sevgi, saygı ve güven duygusuyla dokunan ulusal dayanışma, en etkin gücümüzdür.
Etnik Sorun
Ülkemizde Lozan Barış Antlaşması’nda belirtilenlerle Bulgaristan’la imzalanan anlaşmada gösterilenler dışında “azınlık” yoktur. PKK davasında hiç kimseye göstermediği anlamsız ilgiyi örgüt başına gösteren Batının kışkırtması, demokrasi ve insan hakları savıyla yürütülen siyasal oyunlar düşmanın uyumadığının belirtileridir. Etnik sorun yoktur, çıkarılmaya çalışılmaktadır. “Kürt sorunu” yoktur, “Güneydoğu sorunu” vardır, işsizlik, yargı, üniversite sorunları gibi.
Alparslan Türkeş’in adıma gönderdiği 19.09.1991 günlü yazısından şu bölümü aktarmakla yazımı bağlıyorum:
“Ulus birliği-ülke bütünlüğü üzerindeki açıklamalarınız, yaşamakta olduğumuz şu karanlık dönemde her yurtseverin çoşkuyla sarılacağı kutsal bir ülküdür. Bunun için yaşamakta ve savaşmaktayız. Yüce Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü yolumuzu aydınlatmaktadır. Yüce konuşmanız içinde “çağımız özgürlük, vs, bilim ve adalet çağıdır” ve “her siyasal çıkarın üstünde ülke yararı vardır” görüşleri hayranlıkla kabul edebileceğimiz düşüncelerdir. Baştan aşağıya memleketimize huzur ve yükseliş yolunu gözeten konuşmanız...”
Umarım, kimilerinin, kimi düşünceleri daha saydamlaşacaktır. Boş yere zaman ve güç yitirmeden kurtulacaklardır.
Gelelim, sonuca... söylenecek çok şey var. Altı büyük kentimizin en zenginleri Kürt kökenli yurttaşlarımız, Cumhurbaşkanı oldular, Başbakan oldular, Meclis Başkanı oldular, bundan iki dönem önceki mecliste 160’tan fazla Kürt kökenli milletvekili vardı. Neyi olamadılar? Hepsi yalandır. Onun için Türkiye’de hiçbir etnik ayrım yoktur. Neredeyse ben kuşkulanacağım, acaba ben mi azınlığa düşüyorum diye.
Türkiye’de Musevi inancında olan yurttaşlarımızın, Hıristiyan yuttaşlarımızın şikayeti yok. Geçen gün Ermeni Patriği söyledi, hiçbir şikayet yok da Türk adını kıvançla taşıması ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” derken göğsü kabarması gereken Kürt kökenlilerin mi mi sorunları var? Hiçbirinin yok... burada açıkça söylüyorum, etnik köken ayrımcılığı ve dayatmacılığı Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarmak isteyen, sözde Batılı dostlarımızın oyunlarından başka bir şey değildir. Biz de toplumsal ve ekonomik önlemlerle, katkılarla Güneydoğu’yu kalkındırmalıyız.
Aynı şey küreselleşme, globalleşme adı altında Türkiye’ye dayatılan ekonomik ilericilik ve yenilikte vardır sözde. Ama kendileri yapıyorlar. Kutsal toprakta baldırı çıplak Amerikalı kadın askeri nöbet bekliyor ama demiyorlar ki Suudi Arabistanlılar’a “demokrasiyi kurun!”.
Sözü Türkiye’ye getiriyorlar. Nereye getirdiler? DGM dayatmasına getirdiler. Peki, Türkiye’nin adaletinden kuşku duyanlar, Türkiye’den şeffaf adalet beklediğini söyleyenler, Türkiye’ye akıl öğretmeye kalkışanlar ne yaptılar? Bader-Mainhof Çetesi’ni bir gecede kim ortadan kaldırdı Almanya’da? Ağzı bantlı Amerikalı yurttaşlarını duruşma salonlarına, üstelik ayaklarında demirlerle kim soktu? Bakın medya burada. Amerika’daki duruşma salonlarına bir tane gazeteci girebiliyor mu? Peki, Korsikalılar’ın yurttaşlığını Fransız yurttaşlığı kapsamında saymak isteyen yasayı, toprağı ayrı, ırkı ayrı, inancı ayrı Korsikalılar’ı bu ek tanımı bile kendi anayasalarına aykırı bulup iptal eden anayasa konseyi Fransa’da değil mi? Niye Türkiye’ye bunu söylüyorlar? İtalyanlar Apo’yu dolaştırıp dolaştırıp baş konuk gibi ağırladılar. Kendi üzerlerine düşen “iade” görevlerini yerine getirmedikleri gibi yargılamaktan da kaçındılar. Ondan sonra bizden şeffaf yargı bekliyorlar. ETA ne yaptı? İspanya’da nasıl karşılandı?
İRA İrlanda’da nasıl işlem gördü bana söyleyebilir misiniz? Türklerin adaleti yansızdır, bağımsızdır, şanlı ve şereflidir. Bize söylemek isteyenler önce kendilerine dönüp bakmalıdırlar. Onu söylemek istiyorum.
Şimdi burada milletvekili arkadaşlarımda var ben isterdim ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tutanaklarına geçsin ama vekillerimizin tutanağa geçirtmediklerini millet geçirtsin istiyorum. Biz, DGM yasasındaki değişikliği, “askeri yargıçlarımız bağımlıdır, komuta altında, emirle karar verip uygulamıştır” diye değiştirmiyoruz. İmza koyduğumuz anlaşmaların gereğini, onlar kötüye de kullansa, ona uyum sağlamak için yapıyoruz. Yoksa DGM’de çalışan askeri yargıçaların kimilerinin, sivil yargıçlardan çok daha yürekli olduğunu buradan hukukçu olarak söylüyorum. Onun için kimse kimseyi kandırmasın.
Değerli İzmirliler, son sözlerim şudur. Biz en az Avrupalılar kadar demokratız. Birbirlerine Haçlı Seferlerinde kıyanlar, “Doğu-Batı” diye ayıranlar, komünizmi yaşayanlar, işte Mussolini unutuldu, Stalin gitti, Salazar gitti, Franco gitti. Hepsi gitti ama Atatürk kaldı. Daha iki yıl evvel Küba’nın lideri Castro, “Yeniden Atatürk” dedi. Düşünebiliyor musunuz? Onlar biliyor ama içimizde bunu anlamak istemeyenler var. İnşallah onların kulağındaki paslar, dillerindeki kirlikler, beyinlerindeki küfler bir an önce çözülür, aydınlığa kavuşurlar.
Her şeyin üzerinde insanlık vardır. İnsan olarak birleşebiliyorsak, anlaşabiliyorsak, soydaşlığın üzerindeki yurttaşlık kavramında da el ele tutuşabiliyorsak, hangi etnik kökenden olursak olalım, hiçbir önemi yoktur.
Ama bir şeyin önemi vardır: Atatürkçü olmanın...
Yekta Güngör ÖZDEN, Ağustos 2002