Mısır’da Neler Oluyor?Çok kısa bir zaman sonra iktidarı kaybedeceği gözüken ve ülkeyi çeyrek yüzyıldan fazladır demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek Mısır’ın dördüncü cumhurbaşkanıdır.
Biliyorsunuz Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın dördüncü kuşaktan torunu olan Kral Faruk’un 1952’de Cemal Abdülnasır liderliğindeki ‘’ Hür Subaylar Hareketi ’’ sonunda görevden uzaklaştırılması üzerine önce 6 aylık oğlu Fuat kral ilan edildi, daha sonra 1953’de cumhuriyetin ilan edilmesi ile üzerine ailesi ile birlikte sürgüne gönderildi. Büyük dede Osmanlı Askeriydi Osmanlı’ya baş kaldırdı, beşinci kuşaktan torununa da kendi askerleri.
Gelelim günümüze, Mısır halkı bugüne kadar benzeri görülmemiş bir ayaklanmayla Hüsnü Mübarek rejimine baş kaldırdı. Geçen salı başlayan ve dördüncü gününde Cuma namazının ardından tüm büyük şehirlerde bir araya gelen yüz binlerce kişi polisle çatıştı ve devlet binalarını ateşe verdi.
Mısır’da ki gösteriler bir türlü durulmuyor. Polis’in uyguladığı şiddet gösterileri durduramadığı gibi daha da azdırdı. Önce ekonomik sıkıntılara ve yıllarca uygulanan baskıya tepki olarak başlayarak daha fazla özgürlük talebi ile ortaya çıkan ve gittikçe büyüyerek ülkeyi kargaşaya sürükleyen bu gösterilerin, artık bu isteklerinin ötesinde Mübarek cumhurbaşkanlığından çekilmeden bitecek gibi gözükmüyor.
Mübarek yönetimi olayları kontrol altına alabilmek için her yolu deniyor. Ekonomik ve siyasi reformların yapılacağının açılanması, kabinede değişiklik, sokağa çıkma yasağı, muhalifler arasında eşgüdümü sağlayan internet ile telefonun kesilmesi ve son çare olarak askerin güvenliği sağlamak üzere polisin yerine görevlendirilmesi gibi. Mısır halkı askeri sokaklarda en son 1986 yılında polislerin maaş protestolarının bastırılmasında görmüştü.
Gösterilerin başlangıcında sessiz kalan Müslüman kardeşler geçen hafta sonu itibarı ile ilk kez göstericilere destek verdiğini açıkladı. Bu destek esasında gösterilerin durulmayacağının ve artarak devam edeceğinin en büyük işaretidir.
Mısır yönetimini korkutan diğer önemli bir olay, Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumunun eski başkanı, ABD’nin de destek verdiği, muhalefetin en tanınmış ismi olan Muhammed El Baradey’in Viyana’dan Mısır’a gelerek gösterilere katılması ve Mübarek devrildikten sonra ‘’ Geçici yönetimin başına geçmeye hazır olduğunu ‘’ söylemesiydi.
Şimdilik Mısır muhalefetinde bölünme yok. Bu durum Mübarek için kötü, hesaplaşma Mübarek devrildikten sonra yapılacağı kesin. Bu arada facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin muhaliflerin ve göstericilerin örgütlenmesindeki etkisini gözden kaçırmamak gerekir.
Mısır’da ki olayları günü gününe hatta dakikası dakikasına medyadan izlemek mümkün, biz sadece bir göz atmak istedik. Esas sorun olayı değerlendirebilmek. ABD, AB ve özellikle İsrail olayları çok yakından takip etmesine hatta yönlendirmiş olmasına rağmen erken açıklamada bulunmak istemiyorlar ve gelişmeleri takip etmekte yetindiklerini ifade ediyorlar.
En yetkin siyaset uzmanları bile erken yorum yapmaktan kaçınıyor ya da ne gibi olası gelişmeler olabileceği yönünde senaryolar üretiyorlar.
Müsaade ederseniz bizde aklımızın erdiği kadar Mısır ve diğer Arap ülkelerinde meydana gelen olayları özet olarak değerlendirmeye çalışalım.
1.ABD’nin Mısır’ı da içine olan Ortadoğu bölgesinde ki çıkarları yaşamsaldır. Bu nedenle bölgeyi bugüne kadar kendi haline bırakmamış olup görünen bir gelecekte de buradaki gelişmeleri kendi haline bırakması düşünülemez. Bunun dışındaki görüşleri biraz safça olarak nitelemek yanlış olmaz.
2.Mısır ve Ortadoğu da bulunan ülkelerin hemen hemen tamamı otoriter ve baskıcı rejimler tarafından yönetilmektedir.
3. ABD bugüne kadar bölgedeki hayati çıkarları nedeniyle bu baskıcı rejimleri desteklemiş, bölgenin demokrasi ve insan hakları sorunlarını umursamamıştır.
4.Bu baskıcı rejimlerin desteklenmesi, bu ülkelerdeki halk arasında Amerikan karşıtı akımların yükselmesine ve özellikle soğuk savaşın bitmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra radikal İslami akımların güç kazanmasına neden olmuştur.
5.Bu ülkelerdeki radikal İslami akımların en büyük özelliği anti-amerikancı ve anti-emperyalist olmasıdır.
6. Esasında ABD’de uzun zamandır bu gelişmeden memnun olmadığı, bu durumu değiştirmenin fırsatını kovaladığı bilinmekteydi. ABD mevcut durumu, bölgeye daha demokratik bir görüntü kazandırarak, kendisi ve batı ile işbirliğine devam eden, Amerikan karşıtı görüş ve hissiyatın yeşermeyeceği bir iklimle değiştirme peşindeydi.
7. ABD’nin önemli hedeflerinden biri bölgedeki radikal İslam’ı kendisi ile işbirliği yapan ve yönlendirilebilen ılımlı İslam haline getirmek ve getiremediği bölümünü de marjinalleştirmektir.
8. İsrail’in Mısır’da ki en önemli çıkarı radikal İslam’ın iktidara gelmemesi ve 1979 tarihli Mısır-İsrail anlaşmasının olası iktidar değişimiyle de devamının sağlanmasıdır.
9. Bu belirtilenlerin ışığında Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde olanları Domino Etkisi olarak değerlendirmek yerine Amerikan etkisi olarak değerlendirmek daha gerçekçi olur. Çünkü bu gelişmelerin olması için yıllarca çalışılmıştır.
10.
Mısır’da ki muhalefetin en güçlü kanadı Müslüman Kardeşler dönüşebildiği, iş birliği yapabildiği, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına ters düşmediği, BOP’a uyumlu olabildiği, Ortadoğu tipi demokrasiye monte edilebildiği ve ılımlı olabildiği ölçüde iktidara yaklaşacak ve hatta AKP gibi tek başına iktidar bile olabilecektir.
Her şey bu kadar kolay ABD’nin istediği gibi olabilir mi? Bilirsiniz sosyal olayları kurgulamak mümkündür ama kurgulandığı gibi gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Sosyal bilimlere de 2 kere 2 her zaman 4 etmiyor.
Gelişmelerin Mısır’a ve bölgemize hayırlı olması dileklerimle,
Saygılar sunarım.
Türker ERTÜRK01 Şubat 2011 Salı
BOP ve Değişen AtlarAnadolu’da “Dere geçilirken at değiştirilmez” derler. Ama belli ki Ortadoğu’da ABD’nin yıllardır güttüğü atlar o kadar yoruldu ki, iç dinamiklerin de zorlamasıyla at değiştirmek kaçınılmaz oldu. Mısır, Tunus ve Yemen’de iç ve dış dinamiklerin iç içe geçtiği kitlesel gösteriler gündemdeki yerini korurken, diğer bölge ülkelerinde de liderler, aynı akıbeti yaşamamak için, kendilerince önlemler almaya başladılar. Ancak her şartta, Arap rejimleri arasında değil ama Arap halkları nezdinde hızla itibar kazanan İran’a karşı, Türkiye’yi “ılımlı İslam” modeline örnek olarak pazarlayan bir BOP parmağının olduğunu söylemek mümkün.
Belli ki ABD, ülkemizdeki kimi yandaş kalemlerin “Orada teokratik demokrasi var” gibi ne anlama geldiği belli olmayan sözlerle yücelttikleri İran’ın öne çıkmasındansa, Türkiye modelinin benimsenmesini istiyor. Bu nedenle de, kimi eski adamlarını feda etme, Mısır örneğinde olduğu gibi İsrail’i kızdırma pahasına, henüz tam bir doğrultu tutarlılığına kavuşmayan ve çok da türdeş olmayan iç dinamiklerle ters düşmemeye özen gösteriyor.
Büyük Ortadoğu Projesi’nde yeni bir aşama mı söz konusu? Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan, Yugoslavya örneklerinden bildiğimiz Soros bu işlerin neresinde? İç dinamikler ne kadar örgütlü? Doğru bir program, kadro ve önderliğe sahipler mi?
İslamcı hareketler, Mısır örneğinde olduğu gibi oyların üçte birini alan Müslüman Kardeşler gibi örgütler süreçten radikalleşerek mi yoksa uzlaşarak mı çıkacaklar?
Süreç onları ılımlı İslam’a mı, radikal İslam’a mı, yoksa laik- aydınlanmacı- toplumcu seçeneklere mi yöneltecek? Tüm bu soruların yanıtlarını önümüzdeki günlerde de tartışacağız. Bugün sıkışan kapitalizmin, tökezleyen küreselleşmenin durumuna bakmakla yetinelim.
Görünen o ki ABD, dünya üzerindeki 700’ü aşkın askeri üssüyle bile egemenliğini pekiştirmekte zorlanıyor. Sözde düşmanlar yaratıp, müdahalelerine, işgallerine psikolojik altyapı hazırlamaya çalışsa da, artık yükselen değil, zayıflayan bir güç. Dünya ölçeğinde iktisadi ve siyasi kuvvet Doğu’ya kayıyor. Bir yandan kendisine bağımlı rejimler kurmaya çalışırken bir yandan da kendisine yıllardır bağımlı olan liderlerin yorulduğunu görüyor. Onları değiştirmek, yerlerine yeni atlar, yeni suratlar getirmek zorunda kalıyor.
Ülkemizde de yakından tanınan ünlü tarihçi Prof. Dr. Bernard Lewis’in kuramcıları arasında olduğu, 2000’li yıllarda Dick Cheney’in dilinden düşmeyen, ABD Başkanı Bush tarafından sahiplenilen, Zbigniew Brzezinski gibi ABD’nin önemli isimlerinin katkısıyla olgunlaşan projede yeni bir safhaya giriliyor.
Petrol Bu İşin Neresinde?BOP’u kabaca anımsayalım. Kapsama alanına 35 ülke giriyor. Bunlardan 22 tanesi Arap ülkesi. Beş ülke Ortadoğu ülkesi ama Arap değil. Beş ülke Orta Asya, üçü de Trans Kafkasya ülkesi. Ortadoğu üç semavi dinin doğduğu toprak, üç kıtanın birleştiği stratejik bölge ve petrol yatağı. 600 milyonu aşkın nüfusun ezici çoğunluğu Müslüman. Bölgenin Balkanlaştırılması emperyalizm açısından şart olduğundan kukla Kürt devletinin, bir tür “Müslüman İsrail” olarak kurdurulması kesinleşti.
Nüfusu 7.5 milyonu geçen İsrail’in güvenliği de ABD için çok önemli. Dünyadaki 13 milyon Yahudi’nin yaklaşık 6 milyonu İsrail’de yaşıyor. Tüm bunların yanında, yılda ortalama yüzde 10 büyüyen Çin’in yükselişinin ve Rusya’nın yeniden güçlenişinin önlenmesi de amaçlanıyor.
Çin’in büyük doğal kaynak kullanması, ABD ile rekabet etmesi ve kapitalizm dışı bir modelle büyümesi de Washington’u endişelendiriyor.
ABD, kitle imha silahlarını, uyuşturucu trafiğini, etnik çatışmaları, terörü, insan hakları ihlallerini, demokrasinin olmayışını bahane ederek Afganistan ve Irak’ı işgal etmişti. Ama “başıbozuk devlet” ilan ettiği İran’a diş geçiremedi. Dahası Irak’ın işgali sonrasında en kazançlı çıkan bölge ülkesi İran oldu. ABD karşıtlığı da dünya genelinde ve bölge özelinde tavan yaptı.
Şii-Sünni çatışmasının da, Arap-Kürt çatışmasının da Irak’ı böleceğini bilen ABD, ülkede federasyon istediğini söylese de, ülkeyi fiilen üçe böldü. Federal bir Irak’ın bütünlüğünü koruyamayacağını da biliyordu zaten.
Beyaz Saray Irak’ın kuzeyinde Kürtleri destekliyor. Ortadaki Sünni Araplarla ters düştü. Güneydeki Şiilerin İran’la yakınlaşmasından endişeli ama onlarla uzlaşmadan bölgede başarılı olamayacağını da görüyor. Dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip ülkelerinden biri olan İran’ın ürettiği gazın Avrupa ve Uzakdoğu’ya ulaştırılmaması için Türkiye dahil aracı ülkelere baskı yapıyor.
Çin ise İran gazının en büyük müşterisi. Ama Çin’e giden güzergâh, ABD baskısı nedeniyle sıkıntılı. Afganistan ABD işgali altında. Buna karşılık İran ise Pakistan ve Hindistan’la temaslarını sıklaştırıyor.
Ortadoğu: Küresel Rekabet AlanıABD, Türkiye’nin laik, aydınlanmacı, Cumhuriyetçi bir model olarak öne çıkmasını, örnek alınmasını istemiyor. İslam alemini elini altında tutmak istiyor. “Radikal İslam’ı” da “ılımlı İslam”ı” da kendisi üretip, yönlendiriyor. Almanya ile Rusya’nın yakınlaşmasından, Şanghay İşbirliği Örgütü’nden rahatsız oluyor.
Türkiye’nin Avrasya’ya yönelmesinden, Rusya, Çin, Hindistan, İran ile yakınlaşmasından çekiniyor. Latin Amerika’da dizginleri elinden kaçırdıktan sonra, Ortadoğu’daki bir tökezlemenin telafisi olmayacağını biliyor.
ABD, dünyanın kalbi olan Avrasya’da egemen olmak için, Ortadoğu’da güçlü olmak zorunda. Petrol ve doğalgazın zengini bu coğrafyayı yönetmek zorunda hissediyor kendini. Zira dünyadaki petrol ve doğalgazın dörtte birini tek başına tüketiyor ve 2020’de tüketiminin yüzde 65’ini ithal edecek.
ABD, Batı Bloku üzerindeki etkinliğini sürdürmek, AB ve Japonya’nın kendi denetiminden çıkmasını önlemek için de Ortadoğu’da etkili olmaya çalışıyor. ABD dahil Batı kapitalizminin bunalımda olması ve ABD’nin 1.4 trilyon doları bulan bütçe açığı da bu ülkeyi zorluyor. Öte yandan dünyada en çok silah üreten ve kullanan ülke olan, GSMH’sı 14 trilyon doları geçen ABD, dünya egemenliği için Ortadoğu’ya yüklendikçe yükleniyor.
Avrupa- Atlantik sisteminin vurucu gücü olan 28 üyeli NATO’nun, ilk alan dışı operasyonunu Balkanlara, ikincisini de Afganistan’a yapması, ABD’nin elinde Ortadoğu’da yeni işgaller için kullanılmak üzere ne tür araçlar olduğunu ortaya koyuyor. Bize ise başımıza geçirilen çuvalın tarihini ve derinliğini anımsatıyor.
DR. BARIŞ DOSTER3 Şubat 2011