Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Şub 19, 2011 2:49

Mustafa Kemal Paşa ve Bekirağa Bölüğü

Mustafa Kemal Paşa ve Bekirağa Bölüğü- Gebze Boğazı'nda Mavzer Sesleri- Umudun Gözyaşları...

Kolay mı olmuştu Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatması. İhanetler, namussuzluklar, ihanet ve namussuz takımı az mı idi ki? "...Elveda Rumeli..." demeye başlamamız, sonra giderek genişleyen zamanın emperyalizmin siyaseti, elimizde son kalan Vatan Anadolu ve Trakya... Ve sonra Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali...

MÜTAREKE ZENGİNLERİ...

Hani şu 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması var ya.

Payitaht İstanbul'un onun ardından gelen Serv ile birlikte işgali. Anadolu'ya yayılan emperyalist işgal. O zamanlara "Mütareke Dönemi" denilmektedir. Mütareke Dönemi'ni, Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkışında bitirmişti. Ama esir İstanbul Mütareke Dönemi'ni yaşamaktaydı. İşte o zaman içinde yerli işbirlikçi "...Mütareke zenginleri..." de ortaya çıkmaya başlamıştı.

Anadolu'da savaş sürerken onlar Avrupalı işgal komisirleri ile al takke ver külah ticaret peşindeydiler. Onlar için Vatan ve Namus pek de önemli olmamıştır....

MUSTAFA KEMAL VE ONLAR...

Biraz geriye dönersek, Padişah Damadı Sadrazam Damat Ferit, sadrazam olur olmaz, İngilizler'in isteği ile İttihat ve Terakki'nin bütün önde gelenlerini tutuklattırmaya başladı. Kimler yoktu ki, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde görev alacak olanlar, sonra Cumhuriyet'in ilk bakanları arasında bulunacaklar...

Bekirağa bölüğü koğuşları dolmuş taşmıştı. Ve o günleri bana Bekirağa Komutan Vekili Yüzbaşı Şadi bey anlatmıştı. Yüzbaşı Şadi Bey'i de Mustafa Kemal Paşa kurduğu bir düzenle oraya yerleştirmişti. Komutan Albay Ali zaten Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde Çanakkale'de vuruşmuştu.

NOVOTNİ CİVARI...

O zamanlar İstanbul'un ünlü semti Novotni vardı. Oradaki birahane ünlüydü. Bir gece Rumlar orada iyice tütsünlenmişler Türkler'e saldırmışlardı. O gece Bekirağa'da görevli birkaç genç zabit (subay) oradan geçmekteydiler... Neler mi olmuştu?

Şadi Bey'den dinleyelim: "...Bekirağa Bölüğü hapishanesinde öğlen olmuştu. Birden Albay Salih Bey geldi. Albay Ali Bey'e duyduk ki seninkiler Novotni'yi yangın yerine döndürmüşler. İtilaf devletleri komiserleri şaşkın haldeler, herifler işgal altındaki bir yerde bu nasıl olur diye Saray'ı da Sadrazam'ı da ayağa kaldırırlar..."

GÖBEK TAŞI ÇENGİSİ...

O zamanlar, sulu, işbirlikçi, yalaka tiplere de her zaman kullanılan bir tabirle "...Göbek taşı çengisi..." denilmişti. Salih Bey öyle diyince Albay Ali Bey, Sadrazam'ı da kastederek "Ne yapalım göbek taşı çengileri öfkelenmişler..." demişti. Salih Bey cevap verdi: "...İyi dersin göbek taşı çengileri... Ben olsam şeddelisi de derdim..." Şeddeli demek katmerlisi demekti. Salih Bey'in bu sözleri Albay Ali Bey'in hoşuna gitti. "...

Şimdilik vaziyeti kapattık ama, bizimkiler o Novotni'yi bellediler... Bir daha olursa yangın yerinin de katmerlisini yaparlar..." dedi. Salih Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın Bekirağa Bölüğüne zaman zaman gelip gittiğini duymuştu. Yüzbaşı Şadi bey bunları ayakta dinliyordu...

"YILGINLIK KABUL ETMEZ"...

Mustafa Kemal Paşa'nın gidişleri tutuklular arasında konuşuluyordu. İttihat ve Terakki'nin Kâtib-i Umumisi (Genel sekreteri) de tutuklular arasındaydı. Tutuklanmış olan Doktor Tevfik Rüştü ile konuşuyorlardı. Doktor Tevfik Rüştü daha sonra Anadolu'ya kaçacaktı. Cumhuriyet Döneminde ise Hariciye Vekili (Bakanı) olmuştu. Cumhuriyet bakanları o ateş çemberinden geçmiş insanlardı. Neyse konuşmaya dönelim. Yüzbaş Şadi yine onların yanındaydı...

MİTHAT ŞÜKRÜ DİYORDU Kİ...

Mithat Şükrü ile Doktor Tevfik Rüştü Mustafa Kemal Paşa'dan söz ediyorlardı. Mithat Şükrü Bey şöyle diyordu. "...Mustafa Kemal Paşa'da siyaseti de iyi bilir, harp etmeyi de, Talat Paşa birgün O'nun için şöyle demişti:

Mustafa Kemal harp etmeyi de iyi bilir. Harp düşüncesi yılgınlık kabul etmez. Düşman sıkıştırdı mı elinden alamazlar. Çanakkale'de de öyle olmuştur, öteki cephelerde de. İşi şansa bırakıp zar atanlardan değildir, aklını kullanır..." Mithat Şükrü'nün sözünü ettiği Talat Paşa İttihat ve Terakki'nin kurucusudur...

"EMİR DİNLEMEZ"...

İstanbul işgal altındadır.Bekirağa Bölüğü Hapishanesi dolmuştur. Aralarında "Ne olacak?" sorusunun cevabı aranmaktadır. İşte kalabalık bir sohbet sırasında Mithat Şükrü'nün şöyle bir sözü geçmişti:

"...Mustafa Kemal Paşa bizleri gelip görmekte, ancak ne yapacağını henüz söylemedi. Fakat benim düşüncem şudur: Durmaz. öteki komutanlar emre uyarlar. Mustafa Kemal böyle hallerde emre uymaz, uyacak komutan değildir...Herhalde aklında da birşeyler vardır, öyle anlıyorum..."

VE SON GELİŞ...

Mustafa Kemal Paşa'nın o "satranç oyunu" tutmuş, kendisini Anadolu'ya tayin ettirmişti. O günlerde idi. Yüzbaşı Şadi Bey'in odasına posta çevuşu girdi. -Aman komutanım yetiş ki Mustafa Kemal Paşamız gelmiştir- dedi.

Mustafa Kemal Paşa yanında yaveri Cevat Abbas ile onlara doğru yürüdü. Biraz sonra Albay Ali Bay'in odasına, Mithat Şükrü, Fethi Bey, Yunus Nadi Bey çağrıldılar. Hüseyin Cahit Bey de birazdan gelmişti. (Yalçın)... Bir müddet konuştular... İşgalden söz edildi... Konuşmalar bitmişti... Mustafa Kemal Paşa ayağa kalktı. Hepsinin elini teker teker sıktı, ve -Yine görüşeceğiz- derken Mithat Şükrü'nün gözlerinin içine bakmıştı...

"GALİBA BAŞLIYORUZ"...

Mustafa Kemal Paşa gittikten sonra odadakiler koğuşa döndüler. Kapıyı iyice kapattılar. Ötekiler de gelmişlerdi. Bekirağa'da Damat Ferit'in casusları vardı. İcab eden tedbirler alındıktan sonra, Mithat Şükrü şöyle dedi. "-Mustafa Kemal Paşa galiba tahmin ettiğimize başlayacak...-" Ertesi gün geçti. Heyecan... Ve bir gün sonra Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a doğru yola çıktığı duyuldu. O gece kimse uyumamıştı... Ben bunu günlerce Şadi Bey'den dinlemiştim... (Geniş bilgi için bak: Taylan Sorgun. Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

"YAPMAYIN BİTER"...

İstanbul İnzibat Komutanlarından Dayı Maksut acele Gebze'ye koştu. Doktor Fahri Bey ile Yenibahçeli oturmuşlar konuşuyorlardı. Dayı Maksut Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a doğru yola çıktığını söyleyince Yüzbaşı Yenibahçeli şöyle dedi: "...Yahu şimdi anlarım Mustafa Kemal Paşa'nın bana sen Gebze yolunu tut demesinin maksadını. Aklıma bunların hiçbirisi gelmemişti..." Yenibahçeli sonra adamlarını topladı. Ellerinde mavzerleri vardı...

Yenibahçeli onlara şöyle dedi: "...Mustafa Kemal Paşa Samsun yolundadır. Bize bu yolun tutulması emri verilmiştir. Gebze yani boğazdan O'nun geç dediği geçmeli. Geçmesin dediği geçmemeli. Bunu yapamayanı bitiririm. Bitti ne demektir...? Bizim ittihatçı sözdür..." Bunları, son cümleyi öylesine söylemişti. Çünkü adamlarını bilirdi zaten... (Bana bunları anlatan Dotor Fahri Bey'dir. Babam'ın arkadaşı.) Ben bu kitapları yazarken birgün beraberce Bayar'a gitmiştik. O gün de bunlar hatırlandı...

"...VER ŞU MAVZERİ..."

Yenibahçeli'nin bir mavzeri vardı. Kimseye el sürdürmezdi. Doktor Fahri mavzere uzandı, keyiften birkaç tetik düşürecekti. Lakin Yenibahçeli dedi ki, "Yooo doktor olmaz... öncelik bendedir..." Sonra o şaheser mazveri aldı bir şarjörü havaya boşalttı... Keyiflenmişti. Gebze boğazında ses yankılandı. O yankıya Dayı Maksut ile Doktor Fahri'nin silahlarının namlularından çıkan yankılar katıldı...

Hepsinin gözlerinde umudun ilk yaşları... Yanaklarına süzüldü... Ve Mustafa Kemal başlıyordu... Onlar başlıyorlardı... Hey benim tarihim. Bizim tarihimiz... İşte size o zamanlardan bir kesit daha...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.






Toros Dağları Etekleri'nde Mustafa Kemal Paşa'nın Karargahı


Toros Dağları Etekleri'nde Mustafa Kemal Paşa'nın Karargahı- Tarih'in Yazılışı- Ve Şimdi...

30 Ekim 1918 günü, Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ne Mondros Teslimiyet Anlaşması imzalattırılmıştı. Hem de İngilizler'in Agamemnon savaş zırhlısında. O sırada Mustafa Kemal Paşa Toros dağları eteklerindeki Adana'da Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirilmişti. Karargah Adana'daki Musul Palas Oteli idi. Otel karargah yapılmıştı.

İLK ADIMIN ATILIŞI...

Mondros Mütarekesi metni bütün komutanlara olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa'ya da gönderilmişti. Anlaşma metni Mustafa Kemal Paşa'nın eline 1-2 Kasım 1918 gecesi geçmişti. O sıralarda yanında daha sonra Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali cephelerinde paşalık rütbesine kadar ulaşacak olan Albay Fahrettin vardı.

Çanakkale cephesinde de beraber olmuşlardı. O sıralarda Ali Fuat Paşa da Yıldırım Orduları Grubu komutanlarındandı ve Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeydi, Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa'yı acele olarak karargaha çağırttı...

7 KASIM 1918 GECESİ...

1-2 Kasım 1918 gecesinden başlayarak o geceye kadar İstanbul'daki yani, artık esir İstanbul'daki Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasında bir dizi şifre gelip gitmişti. Ama o 7 Kasım 1918 gecesi bir başkaydı... Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderilecek bir şifre yazdırmaya başlamıştı.

ŞAHİD'İN ANLATTIĞI...

Şimdi "o gece orada bulunan" ve belgeselini yazdığımı Altay Paşa'dan yani o gece henüz Albay olan Fahrettin Paşa'dan dinledim. Şöyle anlatmıştı bana: "...Atatürk, Mustafa Kemal Paşa şifreyi yazdırırken odada dolaşıyor, bir kahve söylüyor, bir sigara yakıyor, düşünüyor ve şifre subayına yazdırmaya devam ediyordu... Ali Fuat ile ben sanki koltuklarımıza gömülmüştük. Mustafa Kemal Paşa eli ile saçlarını karıştırıyor sonra yine yazıyordu..."

OKU ÇOCUK...

Mustafa Kemal Paşa şifre subayına -oku çocuk- diyip yazılan kısmı okutturuyor ve sonra yazdırmaya devam ediyordu. Biz Ali Fuat Paşa ile birbirimize bakıyorduk. Çünkü, o şifre Payitahta karşı yani Saray'a ve sadrazamlığa karşı bir isyanı ortaya koyuyordu. O sırada odada vazifeli genç subaylar vardı.

Onlar teslimiyet emri ile sanki yıkılmışlardı. Fakat, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk'ün yazdırdığı şifrenin satırları devam ettikçe yüzlerindeki memnuniyet çizgilerini görebiliyorduk.

"GECİKTİREN İDAM OLUNUR..."

Altay anlatmaya devam etmişti: "...O zamanlar böyle önemli şifreler gönderilirken o şifreye -geciktiren idam olunur- ikazı konulurdu. İşte o şifrenin yazdırılması bitince de başına, geciktiren idam olunur ikazı konulmuştu. O şifre yazdırılırken, Ali Fuat Paşa ile ben gelecek bir tarihe şahit oluyorduk... O geceyi anlatmak öyle kolay değildir. Mustafa Kemal Paşa bir tarihe hazırlanıyordu. Öyle anladık ve öyle de olmuştu..."

"KARAKTERİME UYAN..."

Ve işte tarihi kararın verildiği ve o şifre şöyle demekteydi. "...c. 781-782 numaralı şifreye cevaptır: İskenderun'a çıkacak İngiliz askerlerine karşı ateş açılması için ordularıma emir vermiş bulunmaktayım." Şifrenin bu satırları yazıldığında Albay Fahrettin ile Ali Fuat Paşa bir tarihi yaşamaya başlamanın şahitliği ile birbirlerine bakmaya başlamışlardı. Ama işin öteki tarafı şuydu:

Mustafa Kemal Paşa teslimiyeti, yani Mondros anlaşmasını reddettiği gibi Saray'a ve Hükümet'e karşı da isyan bayrağını açmış oluyordu. Tabii o zaman İtilaf Devletleri denilen ve adı "...Yedi düvel..." diye anılan en güçlü ordulara karşı da.

TARİH VE KARAR...

Mustafa Kemal Paşa o son şifresini şöyle bitirmişti: "...İçtahatlarıma karakterime uymayan hususlarda, memleketimin selameti için nefsimi alıkoymaya muktedir değilim..." Yine Ali Paşa bana anlatmıştı ve şöyle demişti: "...Şifre subayı ne yapılmak istediğini anlatmış, şifreyi göndermek üzere odadan çıkmıştı. Odada derin bir sessizlik oldu. Mustafa Kemal Paşa, Atatürk bir kahve söyledi... Yüzlerimize bakıyordu. O geceyi nasıl anlatacağımı bilemiyorum... Ali Fuat , birden Mustafa Kemal Paşa'ya -Paşam bu bir isyan- dedi. Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı şuydu: -Evet diyelimki öyle olacaktır. Memleketin selameti...-"

BİR HARİTA VE TARİH...

Mustafa Kemal Paşa, son şifre yazıldıktan sonra emir vererek haritayı getirtti. Ali Fuat Paşa ile Albay Fahrettin haritanın başında idiler. Mustafa Kemal Paşa elini harita üzerinde dolaştırdı. Altay Paşa bana o anı şöyle anlattı: -Gözlerinden sanki bir ateş çıkıyordu.- Mustafa Kemal Paşa elini harita üzerinde dolaştırırken şöyle diyordu: "...Bakınız elimizde kalan bu Anadolu topraklarını işgale hazırlanıyorlar. Zaten başlamışdır bile. Bu toprakları paylaşacaklardır. Bizim milletimizin hayat hakkı da böylece ortadan kalkacaktır..."

"AMA YAPAMAYACAKLAR... "

Mustafa Kemal Paşa, başını harita üzerinden kaldırdı. Ve şöyle dedi. "...Fakat bilesiniz ki, bunu yapamayacaklar. Buna izin alamayacaklardır. Göreceksiniz..." O sırada Albay olan Fahrettin Paşa bana o anları anlatırken şöyle dedi: "...Şimdi bu kolay gelebilir. Bunu anlamayanlar olabilir. Ama düşün, işgale uğruyorduk.

Teslimiyet anlaşması imzalanmıştı. Karşımızda, Mustafa Kemal Paşa'nın karşısında o an Saray, Hükümet ve işgal devletleri vardı. Üstelik Orduların terhis emri de gelmişti..."

"SİLAHLAR GÖNDERİLDİ..."

İşte, Mustafa Kemal Paşa harita üzerindeki anlatmasını bitirmişti ki, odaya savaşta pişmiş, tunç yüzlü genç bir zabit girdi. Topuklarını öyle birbirine vurdu ki mahmuz sesleri çınladı. Ve Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle dedi:

"...Emrettiğiniz gibi yeni silahlar emrettiğiniz yerlere gönderilmek üzere yola çıkarılmıştır..." Meğerse, Mustafa Kemal Paşa daha orduların terhis emri geldiğinde yani ilk şifre geldiğinde yeni silahların Anadolu içlerindeki bazı merkezlere kaçırılmasını emretmişti.

"ANKARAYA GÖTÜR..."

Saray ve Hükümet, Mustafa Kemal Paşa'nın "Kendi karekterime uyanı yapacağım" şifresinin ne demek olduğunu anlamışlardı ve 8-9 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa'ya Yıldırım Orduları Grubu'nun lağvedildiği (ortadan kaldırıldığı) şifresi gelmişti. Kendisi de İstanbul'a çağrılıyordu.

Mustafa Kemal Paşa bu şifreyi okuduktan sonra Ali Fuat Paşa'ya şu emri verdi: "...Paşam kuvvetlerinizi Ankara civarına naklediniz..." İşte o an Ankara'nın Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin merkezi yapılmasının kararının verildiği andır. Şahit: Altay Paşa.

İSTANBUL- ANKARA...

Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 günü esir İstanbul'a gelmiştir. Hemen de teşkilatlanma işlerine başlamıştır. Zaman zaman Harbiye Nezareti'ne gidiyor, orada Vatansever eski bazı arkadaşlar ile görüşmeler yapıyordu. Ve işte o görüşmeler sırasında Ali Fuat Paşa'nın kolordusunu Ankara içine naklettirmeyi başarmıştı. Yani, Adana'da verilen karar artık yerine geliyordu. (Geniş bilgiler ve şifrelerin tam metinleri için bak: Taylan Sorgun. Bekirağa Bölüğü ve Mütareke Dönemi. Kum Saati Yayınları.)

BİLMEDEN KONUŞMAK...

Şimdi bunları bilmeden kimileri kendi maksatlarına göre Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçişini başka yerlere mal etmek telaşındalar. Kimileri de yine kendi maksatlarına ve zihinlerine göre Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin başlangıcını başkalarına mal etmek istemektedirler. Geçiniz...

KİMİN İÇİNE SİNEBİLİR...?

Ey tarih! Şu hale bakınız. Şimdi Brüksel'in bir komiseri Lagendijk TBMM giderek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasası'nın nasıl olması gerektiği yolunda ahkam kesmektedir. Mustafa Kemal Paşa'nın yani, Gazi Paşa'nın, yani Atatürk'ün kurdurduğu o Meclis'teki bu durum kimin içine sinebilir, İçine sindiren varsa beri gelsin... Ah benim tarihim. Ah ruhumdaki çalkantı. Size şahitleri ile birlikte tarihten bir kesit anlatmaya çalıştım.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Şub 19, 2011 2:52

Esir İstanbul'da Yaşanan Günlerden

Esir İstanbul'da Yaşanan Günlerden- Dramalı Bıçkın Rıza- Bir Kulüpte Ali Kemal- Ve Enosis

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması sonrası günlere "Mütareke Dönemi" denilmişti. Lakin, Mustafa Kemal Paşa için o söz yoktu. Ne yapacağına da daha 7-8 Kasım 1918 günü Toros dağlarının eteklerindeki Adana'daki Yıldırım Orduları Komutanlığı Karargahı'nda karar vermişti ya.

O Mütareke günlerinin başlaması ile birlikte İstanbul artık "Esir İstanbul" olmuştu. Emperyalist devletler yani, Düvel-i Muazzama'nın donanması artık İstanbul Limanı'nda idi.

YANAN SAHİLLER...

Neler yaşanmamıştı ki. O işgal donanmaları Yalova, Karamürsel sahillerine doğru top ateşleri ile tatbikat yapıyorlar sahiller cayır cayır yanıyordu. Bir taraftan da İstanbul'a Rusya'dan muhacirler vapurlarla taşınıyordu. Onlar da artık yersiz yurtsuz insanlardı ve onlara Beyaz Ruslar denilmişti. Bahtsız insanlardı. Meyhanelerde, otellerde iş bulabilirlerse buluyorlar, barlarda, mayhanelerde Rus müzikleri ile karınlarını doyuruyorlardı....

BEYAZ ATLI ADAM...

İşte o ateş ve teslimiyet zamanları idi. İşgal devletlerinin başında gelenlerden Düvel-i Muazzama'nın devletlerinden Fransa'nın generali D'Esperey Beyaz atı ile artık İstanbul caddelerinden bir fatih edası ile geçiyordu. Elinde kırbacı etrafında askerleri kurum kurum kurunmakta caka satmakta idiler... Sokakları, caddeleri donuk bakışlı İngiliz askerleri, tüylü şapkalı İtalyan askerleri, subayları tutmuşlardı.

KOMİSERLER ZAMANI...

İşgal devletlerinin İstanbul'daki temsilcilerine "Yüksek Komiser" denilmekteydi. Yüksek Komiser tabiri de emperyalizmin müstemlekecilik zamanında ortaya çıkmıştı. Yüksek Komiserlerin astıkları astık kestikleri kestikti. Zaten Damat Ferit Hükümeti de artık o yüksek Komiserler'in emrindeydi. Onlar emir veriyorlar Damat Ferit uyguluyordu.

BIÇKIN RIZA...

O zamanlar nam yapmış iki Rıza vardı. Birisi Dramalı Rıza Bey'dir, adı tarihe kaydedilmişti. Vatanseverdi. Bir de başka Dramalı Rıza vardı ki, İstanbul bıçkınlarındandı. O bıçkınları o zamanı yaşayanlardan dinlemiştim. Omuzdaki ceket, beldeki Trablus kuşak, bol paça pantolon. Öne doğru eğilmiş yürüyüş, yavaş adımlar... Fakat o Bıçkın Rıza artık eski Bıçkın Rıza değildi. Sonradan İstanbul Kuvvası'nın önde gelen isimlerinden Bıçkın Rıza olmuştu artık.

DAYI MAKSUT TEŞKİLATI...

Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelince işler değişmeye başlamıştı. İttihat ve Terakki'nin şefi Talat Paşa 1-2 Kasım 1918 gecesi İstanbul'dan ayrılmadan önce teşkilata "...Artık Mustafa Kemal Paşa'nın emrindesiniz" de demişti. Zaten, artık Vatanseverler Mustafa Kemal Paşa'nın ne yapacağına bakmaya başlamışlardı bile. İşte o günlerden bir andır. İstanbul İnzibat Komutanlarından Dayı Maksut, Bıçkın Rıza'yı çağırtmıştı. Bıçkın Rıza bilirdi Dayı Maksut'un sertliğini. Gitti. Dayı Maksut'un yanında Doktor Fahri de vardı. Dayı Maksut Bıçkın Dramalı Rıza'ya şöyle dedi "...Artık o bıçkınlık zamanı geçti. Şimdi işgale karşı bıçkın olmak zamanıdır..."

UÇAN ŞAPKA...

Dramalı Bıçkın Rıza "...Elveda Rumeli..." denilen zamanda İstanbul'a göç eden aileden gelmişti. Zaten ruhen öfke içindeydi. Şimdi artık kıvamına da gelmişti. Dayı MAksut'un yanından çıktıktan sonra o zaman Pera denilen Beyoğlu'na doğru yürüdü. Galatasaray Lisesi köşesine gelmişti ki artık hafif karanlık bastırıyordu. Karşısına iki İtalyan asker çıktı. Dramalı Rıza'nın belindeki kuşağını aramak istediler. Dramalı Rıza ilk vukuatını yaptı. Birden iki İtalyan'ın tüylü şapkası havada uçtu. O sırada sarhoş Rumlar Dramalı Rıza'nın üzerine yürüdüler. Dramalı Rıza bir ikisini ayaklarından vurdu ve karanlıklarda kayboldu...

ESİR ŞEHİR...

Payitaht, yani Osmanlı'nın Başşehri artık Esir İstanbul olmuştu. Esir şehirde Vatanseverler vardı. İşbirlikçiler de vardı. O zaman "Matbuat" denilen basın ikiye ayrılmıştı. İşbirlikçi matbuat bir yanda, esirliği sindiremeyen matbuat öteki yanda idi. İşbirlikçi matbuat "...Oh olsun bize... Ama artık Avrupalılaşırız..." yazıları ile üstüne düşeni yapıyordu. Karşısındaki matbuat ise kara başlıklarla çıkıyor sansüre rağmen elinden geleni yapıyordu.

İZMİR MİTRALYÖZLERİ...

Ve ikinci esir şehir İzmir olmuştu. Öteki şehirler de hep esir şehir olmuşlardı. Düvel-i Muazzama İzmir'i Yunanistan'a vermişti. Yunan tetikçi ordusu İzmir'e çıktığında İzmir'deki Rumca gazeteler şöyle manşetlerle çıktılar "Artık ENOSİS oldu..." Enosis demek "İlhak" demekti. Yani İzmir artık Yunanistan'a İlhak edilmişti. Ve işte o gün İzmir sokaklarından Yunan mitralyözlerinin sesleri duyuldu İzmir Türkleri ve Türk askerleri o ateşler altında kaldılar.

İzmir'in ilk şehitleri olmuşlardı.

KIBRIS VE ENOSİS ...

Ah tarih insana neler yaşatmaktadır. Kıbrıs'ta Türkleri katleden EOKA Rum Teşkilatı'nın karargah duvarlarında da ENOSİS yazılar vardı. Yani İlhak. Yunanistan'a ilhak. Bugün de Kıbrıs Rum Kesiminin siyaseti hala ENOSİS'tir. Şimdilerde ENOSİS siyaseti yeniden gündemdedir. Bakalım ne olacaktır...?

"HESAPLAŞIRIZ"...

İzmir'in işgal edildiği zaman başlangıcında Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Samsun'a doğru yola çıkıyordu. İşte o an artık Mustafa Kemal Paşa'nın "Mütareke Dönemi"ni bitirdiği andır. Zaten hiç kabul etmemişti ki. Kendisini rıhtımda uğurlamaya gelen Rauf Bey, İzmir katliamından söz edince Mustafa Kemal Paşa şöyle dedi:

"...Hesaplaşacağız Rauf hesaplaşacağız..." Hesaplaştık da...

ALİ KEMAL'İN KARTI...

Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul'dan ayrılmamıştı. İyi bir haber alma teşkilatı kurmuştu. Harbiye Nezareti'ndeki genç subaylardan o teşkilata dahil olanlar vardı. Her akşam geç saatlerde Mustafa Kemal Paşa'nın o zamanki Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahına Harbiye Nezareti'nde ne olmuş ise onun haberi geliyordu. İşbirlikçi yazar Ali Kemal de, Doktor Fahri'nin takip ettiklerindendi. Ali Kemal yine Beyoğlu Serkldoryan kulübünde İşgal Devletleri'nin Yüksek Komiserleri ile beraberdi.

"ŞUNU DA YAZ"...

Doktor Fahri de o Kulüpte tanındığı için kolaylıkla Ali Kemal ile Yüksek Komiserlerin masasına yakın bir masaya oturdu. Onlar şampanya içiyorlardı. Doktor Fahri bir rakı söyledi. Ali Kemal cebinden bir kağıt çıkardı ve yazdığı yazıyı okumaya başladı. Fransız Yüksek Komiseri o yazıya ilaveler yaptırıyordu. Doktor Fahri Tıbbiye'de Fransızcayı iyi öğrendiği konuşmalarını anlıyordu.

ÇEKİP VURSAM MI...?

Aradan yıllar geçmişti. Doktor Fahri Babam'ın arkadaşı idi. Ama yaşça küçüktü. Ben O'na Fahri amca derdim. Yakın tarih belgesel araştırmalarımı yaparken birgün Arnavutköy'de öğlen yemeği yiyorduk bana işte o geceyi de anlatmış ve şöyle demişti: "...Bir ara aklımdan çekip şu herifi vur diye geçmedi değil. Lakin pis herif erken kurtulurdu. Daha da mühimi takip için emir almıştık. Mustafa Kemal Paşa öyle istemişti..."

NELER YAŞANMADI Kİ...?

İşte size tarihten, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin bir başka günlerinden esintiler. Neler yaşanmamıştır ki. O yaşananları hiç unutmamak gerekmekte. Tarih sahnesinde yaşadıklarımız, yaşananlar şimdi bir başka hatıra olarak durmakta. Ve Şair'in Nazım'ın dediği gibi "...Ateşi de İhaneti de görmüş bir milletiz..."


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.






8-9 Kasım 1918: "Ağlama Fahri, Burası Türk Yurdu"


8-9 Kasım 1918: "Ağlama Fahri, Burası Türk Yurdu"- Bir Çavuş, Mustafa Kemal Paşa'ya Dedi Ki, "Biz Gidiyoruz" Toroslar Ve Beşparmak Dağları...

"Mondros Anlaşması'nın emperyalistleri" İstanbul, Anadolu, Trakya'yı işgal etmişlerdi. Anadolu'nun her yerinde işgal devletlerinin "Komiserleri" vardı. İstanbul'dakilere de "Yüksek Komiser" denilirdi. Mustafa Kemal Paşa Toros dağları eteklerindeki Adana'daki Yıldırım Orduları Grubu Karargahı'ndan 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelmişti.

BAYRAK VE AĞLAMAK...

Ah benim tarihim. Bizim tarihimiz. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali. Başında Mustafa Kemal Paşa. Zaten, Adana'daki Karargahı'nda 7-8 Kasım 1918 gecesi, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmaya karar vermişti. Esir İstanbul'daki Sadrazamlık, Yıldırım Orduları Grubu'nu lağvetmişti. Yani ortadan kaldırmıştı. Çünkü, emperyalizm oralarıda işgal edecekti. Ateşi yeniden görmeye başladığımız zamanlardı.

Ama, Şair Nazım'ın dediği gibi "...Ateşi ve ihaneti beraber görmüştük..." İhanetçiler Batı Avrupa devletlerinin emperyalist siyasetinin yardakçıları ve çıkarcıları idi.

VE O BAYRAK...

Yıldırım Orduları Grubu'nun lağvedildiği şifresi Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştığında yanında Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeki Ali Fuat Paşa ile, Albay Fahrettin vardı. Albay Fahrettin, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali cephelerinde Orgeneralliğe yani paşalığa kadar yükselecekti. Yıldırım Orduları Grubu lağvedilmişti. Ordu dağıtılıyordu.

Karargah binasının önünde Türk Bayrağı, bayrağımız, gözümüz canımız, herşeyimiz, Karargah boşaltılacağı için indirilecekti...

"AĞLAMA FAHRETTİN"

Bana belgeselini yazdığım Altay Paşa anlatmıştı. O karargahın boşaltıldığı gündü. Kimbilir kaç cephede dövüşmüş komutanları Mehmetçikler, Bayrak gönderi önünde selam durmuşlardı.

Genç bir suvari zabiti gözleri dolmuş Bayrağımızı indiriyordu. O sırada Mustafa Kemal Paşa'nın mavi gözlerinin üzerindeki gür sarı kaşları çatılmıştı. Albay Fahrettin, o cephelerde çelikleşmiş komutan ağlıyordu. Bayrak indirme töreni bitmişti. Mustafa Kemal Paşa, Albay Fahrettin'e dediki: "...Ağlama. Burası Türk Yurdu'nun terkedilmeyecek topraklardır, birgün mutlaka ve mutlaka bu bayrak yeniden burada dalgalanacak..."

"SİZ MEHMETÇİKLER..."

Mehmetçiklerin gözlerinde öfke vardı. Bir çavuş ağlıyordu. Mustafa Kemal Paşa O'nu Çanakkale'den tanırdı. Mustafa Kemal Paşa bu defa Mehmetçiklere "...Yılmak, yılgınlık hiç olmamalı... Sizinle mutlaka ve muhakkak yine beraber olacağız. Vatan toprakları için harb ettiniz. Ve yine harb edeceksiniz. Zamanı gelecektir... Bu benim size sözümdür..." Kederli yüzler birden güneş vurmuş gibi aydınlanıverdi...

"...BİZ GİDİYORUZ..."

O ağlayan onbaşı, birden Mustafa Kemal Paşa'nın önüne geldi. Topuklarını birbirine öfeke ile vurdu. Selam çaktı. Ve dedi ki, "...Paşam madem harb olacaktır dediniz... Müsaade et... Biz gidiyoruz..."

Mustafa Kemal Paşa sordu:

"...Nereye çocuk...?" Onbaşı hazırolda idi. Başı ile Toros dağlarını gösterdi: "...Aha oralara paşam..." dedi. On kişi idiler... Mustafa Kemal Paşa emir subayına dödü: "...Çocuklara bol cephane..." emrini verdi. Toros dağları ile Mehmetçikler hasret olmadan kavuşacaklardı...

BEŞPARMAK DAĞLARI...

O zamanı yaşayanlarla aylarca günlerce konuştum. İşte tam bu sırada yani o Onbaşı'dan sonra bir başkası gitti Mustafa Kemal Paşa'ya selam çaktı ve dedi ki, "...Paşam gayrı iznin olursa biz şu üç argadeş Beşparmak dağlarına gideriz..." Beşparmak dağları Ege'nin dağları idi. Çakırcalı Mehmet Efe'nin adı ile ünlenmişti o dağalar. Mustafa Kemal Paşa, emir subayına döndü: "...Çocuklara bol cephane..." emrini verdi.

İLK KUVVACILAR...

Ve sonra onlar Şair Nazım'ın dediği gibi karınca misali çoğalacaklardı. Ve o gidenler Mustafa Kemal Paşa'nın ilk Kuvvcıları olacaklardı. Pedişah ferman etmişti: "Harp bitmiştir. Ordular terhis olunacaktır." Lakin ferman Padişah'ındı ama, dağlar Kuvvacılar'ın olacaktı. Olmuştur da. Şimdi düşününüz. Bu Vatan evet bu mübarek Vatan toprakları... Ve uğruna ölünecek Bayrağımız. Namus. İstiklal. Hepsi onda yazılıdır. İmzası şehit kanlarıdır.

SONRAKİ ZAMAN...

Ve sonraki zamanda Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Anadolu'ya geçmiş Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne başlamıştır. Lakin Anadolu Ordusu'na cephane ve silah lazımdır. Oysa silahlar toplanmış önünde, İngiliz, İtalyan, Yunan askerlerinin beklediği depolara konulmuştur. Evet ve lakin onlar Anadolu'ya lazımdır.

SALİH REİS...

Eski İttihatçı, İttihat Ve Terakki'nin ünlü ismi Kara Kemal Bey'in İttihat ve Terakki zamanında teşkilatlandırdığı "Mavnacılar" vardır. Salih Reis onların başıdır. Haliç'te, yani İstanbul'un Haliç'inde bir askeri depo vardır. Önünde İngiliz askerileri nöbettedir. Salih Reis'e Dayı Maksut'tan Ankara haberi ulaşmıştır.

Emirdir. Emir şöyledir: "...O silahlar Anadolu'ya gelmelidir..." "Salih Reis, bu emri Dayı Maksut'tan alır almaz, Hemşinli Mehmed, Mustafa Kaptan, piyade teğmeni Eyüplü Kuvvacı Nazmi'yi bulmuştur. Emri iletmiştir. Ve bir gece o depoyu Kuvvacılar basmışlardı. İngiliz nöbetçileri bağlamış, depoyu boşaltıp, silahları Karadeniz takalarına doldurmuşlardı.

GECENİN KARANLIĞINDA...

Karadeniz takaları gecenin karanlığında Haliç'ten süzüldüler. Liman'da kara dumanları savrulan emperyalizmin donanması vardı. Onların önünden geçtiler, eksozlarını denize vermişlerdi ki ses yapmasın. Ve Karamürsel'e gittiler. Silahlar oradan Anadolu'ya gönderildi. Dayı Maksut, ertesi gün bir Kuvva gizli merkezinden Anadolu'ya şifreyi gönderdi: "...İstenilenler yola çıkarılmıştır... Yeni emirlerinizi bekliyoruz..."

"KOMİSERLER" ÖFKELİ...

İşgalci emperyalizmin İstanbul'daki "Yüksek Komiserleri" öfke ile Sadrazam'ı çağırdılar. Onlar Sadrazam'a gitmediler. Sadrazam onlara geldi. Ateş püskürüyorlardı. "Yüksek Komiser"ler. Sonra Haliç'teki bir balıkçı yakalandı. Söyletmek istediler, söyletemediler. Yüksek Komiserler İstanbul'da işgal devriyesi sayısını artırdılar.

ZEYNELABİDİN VE FRO...

"Zeynelabidin Hocaefendi" Saray'ın muteber kişilerindendi. Damat Ferit'in işbirlikçi Sadrazam Ferit'in sadrazam olmasında da rol oynamıştı. O sıralarda İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurulmuştu. Damat Ferit o cemiyete aza olmuştu. Tabii Zeynelabidin Hocaefendi de Damat Ferit kabinesindeki (Bakanlar Kurulu) zamanın Hürriyet ve İtilaf Fıkrası mensupları da o Cemiyet'in azası idiler. Bir kısmı da Amerikan mandasından yanaydılar. İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin asıl başı ise meşhur Rahip Fro idi.

FRANSIZ MUHİPLERİ...

Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Anadolu'da devam ederken, İstanbul'da bir de "Fransız muhipleri Cemiyeti" kurulmuştu. İstanbul'daki Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşı olanlar "İngiliz mandasına mı girsek, Amerikan mandasına mı girsek" diyorlardı. Fransa'nın mandasını isteyenler azdı.

"DÜRZÜ GİDİYOR"...

Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'da kurduğu haber alma teşkilatı M.M Grubu'na bağlanmıştı. Doktor Fahri Haber alma teşkilatında idi. İşbirlikçi yazar Ali Kemal takip altına alınmıştı. Haliç baskını gecesi Ali Kemal'i gördü. Redingotunu giymiş, süslenmiş, püslenmiş, "Yüksek Komiser"lerin gece eğlendikleri, işbirlikçilerle ticaret pazarlıkları yaptıkları Serkaldoryan Kulubü'ne gidiyordu.

O sırada Doktor Fahri, Ali Kemal'i gördü. Dürzü gidiyor diye söylendi. Tam o sırada İstanbul'un eski bıçkını, yeni Kuvvacısı "Kehribar Ali" ile göz göze geldi. O bıçkına "Kehribar Ali" denmesi, elinden düşürmediği dede yadigarı kehribar tesbihten ötürü verilmişti. Kehribar Ali, Doktor Fahri'ye baktı. Doktor Fahri başı ile "evet" işareti yapsaydı Ali Kemal yok olurdu. Yapmadı. Çünkü emir "Takip edilecek" şekilinde idi. Evet dostlar şimdilik bu kadar.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Sürecek...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Şub 19, 2011 22:50

Mustafa Kemal Paşa Ve Bekirağa Bölüğü

Mustafa Kemal Paşa Ve Bekirağa Bölüğü- Üsküdarlı Yanık Şeref Ve Bir Gece- Ve Duatepe Köyleri Ve Yüzleşmek...

Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali kolay mı olmuştur? Cumhuriyet'in ilanı kolay mı olmuştu? O zamanların derinliklerini bilmeyenler, ya da sade ve kendi ufuklarındaki gözlükle o zamanlara bakanlar, şimdi Cumhuriyet üzerine kendilerine göre laflar etmekte, söz söylemektedirler.

Savaşların ne getirdiklerini hesap etmeden "Yurta sulh, cihanda sulh" sözünün derinliği olmadığını da Prof. Mardin söylemiş. Bunun derinliği olmadığını iddia etmek için en azından İkinci Dünya Savaşı'nın ortaya çıkardığı kan gölüne bakmak yetmez mi? Yugoslavya nasıl parçalandı, nasıl kan gölüne döndürüldü? Etnik çatışmaları ortaya çıkaran yeni emperyalizmin oradaki kan gölüne bakmak lazım değil mi? Neyse geçelim bunları. Sonra yine döneriz...

DAMAT FERİT ZAMANI...

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması ardından Sadrazam Ahmet İzzet Paşa bir ay sonra Saray'ın, zamanın Düvel-i Muazzaması yani Anadolu'yu işgal etmeye başlayan emperyalist Batı Avrupa devletlerine ve isteklerine "ram olması"nı sindiremedi ve istifa etti. Yerine de işte o "ünlü işbirlikçi Damat Ferit" sadrazamlığa getirildi. İlkişi İngilizlerin talepleri ile uydurma bir mahkeme kurdurarak tevkifatlara başlamıştı. Başladı da. Zamanın bütün önde gelen İttihat ve Terakki mensupları, yazarlar tutuklanıp, tutuklanıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne kapatıldılar...

KİMLER YOKTU Kİ...

O tutuklananlar arasında kimler yoktu ki...? Daha sonraki zamanda Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali kadrolarında görev alacak olan, Cumhuriyet'in ilanından sonra bakanlıklara getirilmiş olan çoğu isimler hep oradan geçtiler. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa Birinci Dünya Savaşı sırasında o zaman bizim olan Irak'ta Kutülamare'de bir İngiliz ordusunun başındaki komutanları Touwsehnd ile birlikte esir almıştı.

İşgalci İngiltere Damat Ferit'e kurdurduğu harp divanında o da tutuklattırılıp Bekirağa Bölüğü'ne kapattırmıştı. (Bak: Taylan Sorgun, 1- Bitmeyen Savaş, 2- Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü Kum Saati yayınları 6.ıncı baskı)

VE İKİ GÜN ÖNCE...

Mustafa Kemal Paşa, ordusunun dağıtılması üzerine İstanbul'a çağrılmış, 13 Kasım 1918 günü de İstanbul'a gelmişti. İşgal devletleri ve İşbirlikçi Damat Ferit'in öyle bir baskısı vardı ki, o hapishaneye kapatılmış olanların isimlerini bile anmak suçtu. Ama o Mustafa Kemal Paşa idi.

Zaman, zaman inadına Bekirağa Bölüğü'ne gidiyor ve o eski arkadaşlarını ziyaret ediyordu. İngilizler ile Damat Ferit ve Saray da hop oturup hop kalkıyorlardı. Artık düşündükleri Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmaktı. Bu da Mustafa Kemal Paşa'nın işine geliyordu...

İŞTE O GÜN...

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya tayin belgesini almıştı. Son defa arkadaşlarına gidecekti. Ve gitti. Bekirağa Bölüğü hapishanesi kapısındaki Mehmetçik, Mustafa Kemal Paşa'yı görünce telaşlandı. Hemen çavuşuna seslendi "Amanın yetiş ki Mustafa Kemal Paşamız gelmiştir" dedi. Çavuş, Bekirağa Bölüğü Komutan yardımcısı Yüzbaşı Şadi Bey'e koştu. "...Mustafa Kemal Paşamız yine gelmiştir..." dedi. O da gitti Komutan Albay Ali Bey'e haberi ulaştırdı. Albay Ali Bey Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde vuruşanlardandı.

"BEKLEYİNİZ"...

Mustafa Kemal Paşa artık Anadolu'ya geçecekti. İstanbul teşkilatlanmasını da o arada tamamlamış, İstanbul Kuvvası'nın ilk teşkilatını harekete geçirmişti. Oradaki arkadaşları ile koğuşlarında sohbet etti. Durumu konuştular. Ve sonra Mustafa Kemal Paşa ellerini "vedalaşır gibi tuttu" Anlamışlardı birşeyler olacak.

Mustafa Kemal Paşa, Bekirağa Bölüğü'nden ayrılmadan Yüzbaşı Şadi Bey'e şöyle dedi: "...Sana emirlerim ulaşacak. Yerine getirceksin..." Yüzbaşı Şadi Bey bana o günleri anlatırken ve yıllar sonra bunları anlatırken sanki o günleri yeniden yaşamaktaydı..." Ve ayrılmadan önce arkadaşlarına son sözü şu oldu: "...Bekleyiniz..." O gece Yunus Nadi Bey ve öteki mahkumlar şöyle demişlerdi, "Mustafa Kemal Paşa artık galiba başlayacak..."

"HÖST DOĞRU DUR"...

Mustafa Kemal Paşa'ya işbirlikçiler düşmandı. İşgal devletleri yardakçılarını bulmuştu. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a hareketinden bir gece sonradır. Üsküdarlı "Yanık Şeref" Asmalı Mescit'te bir lokantada arkadaşları ile yarenlik etmektedir. Öfkesi zaten burnundadır. O sırada işbirlikçilerden süslü püslü bir herif, "...Şu Mustafa Kemal Paşa'yı da Bekirağa'ya sokmadılar ya yanlış yaptılar. Avrupalılarla aramızı açacak..." diye yüksek sesle çirkin çirkin konuşmaya başlamaz mı?

VE YANGIN YERİ...

Yanık Şeref, Üsküdar'da İstanbul'da nam salmış eski bıçkın, Yani Kuvvacı Yanık Şeref birden kalktı. Herifin yanına gitti. Fesini geri itti. Ve birden "...Höst dedim sana" diyerek süslü püslü herifin kafasına masayı geçirmez mi? Yanık Şeref'e ötekiler öteki işbirlikçiler saldırdılar... Lakin Yanık Şeref kaç badireden geçmişti. İki arkadaşı da işe girince orası "yangın yerine" dönmez mi... Dönüvermişti ki hem de ne biçim... Bıçkın Yanık Şeref'e yanık denmesinin nedeni bir büyük sevdanın içinden geçmiş olmasıydı. Ve sevdasına kavuşamamıştı.

"SAVULUN ULAN"...

Arada bir iki silah patlamıştı. Tabii gürültüye işgal devriyeleri koştular. Kapıyı tutmuşlardı. Yanık Şeref Trablus kuşaktaki toplu silahını çekti. Arkadaşları ile birlikte herkesiz bildiği sesi ile "Savulun ulan"ı öyle bir söyledi ki... Ve o işgal devriyeleri üzerine öyele bir yürüdüler ki... Hepsi savuldu... O sırada İnzibat Komutanı, Kuvvacı Yüzbaşı Dayı Maksut ile Doktor Fahri ve Eczacı Yüzbaşı Celal oraya gelmişlerdi. Bir tesadüftü. Dayı Maksut, ertesi günü Yanık Şeref'i buldu. Gözlerinden öptü. Bıçkın Yanık Şeref kızardı. Alışkın değildi yüzüne karşı övülmeye... Dayak yiyen süslü püslü herifle arkadaşları günlerce hastanede yattIlar. Kimisinin kafası, kimisinin kolu kırıktı...

ARHAVELİ İSMAİL...

Ve depoların basılıp Anadolu Ordusu'na silah kaçırılma zamanı idi. Arhaveli İsmail vardı. Ona da silahlar emanet edilmişti, yaşlı takasında deniz yolu ile İnebolu'ya gidiyodu. Ve Şair Nazım şöyle anlatır Arhaveli İsmail'i; "...Arhaveli İsmail kendine sordu/ Emanetimizle varabilecek miyiz?/ Kendine cevap verdi: Varamamış olamaaaz/ Gece Tophane Rıhtımı'nda kamacı ustası Bekir Usta ona/ Evladım İsmail dedi/ Hiç kimseye değil bu sana emanettir/ Ve Kerempe Fenerinde/ Düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde/ İsmail izin isteyip/ Şaban Reis deyip/ Emaneti yerine götürmeliyiz deyip/ atladı takanın patalyasına açıldı..."

HANGİ KABİR TAŞI...

Onlar bizim insanlarımızdı. Onlar bizim Vatanseverlerimizdi. Şimdilerde kimbilir hangi kabirde hangi bilinmedik başuçlarındaki mezar taşının altındadırlar. Ve de amma ve lakin ve de mutlaka ve de muhakkak bir derin sükun... Olsun... Kabirleri bilinmese de şimdi hatıralarımızda vardırlar ya. Yanık Şeref hangi kabirde, Kehribar hangi kabirde? Olsun sonunda Vatan toprağının bir parçasındalar ya. Uzaklarda, belki yakınlarında Bayrak dalgalanmakta ya...

VE DUATEPE

Her neyse... Anadolu vuruşuyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın suvari birlikleri Duatepe'ye varmışlardı. Duatepe'nin eteğinde yirmibeş evli bir köy vardı. Düşman hepsini yakmıştı. Sadece üçü kalmıştı. Miralay Kenan Bey yaşlı Türk anasını bir taşın üzerinde otururken buldu.

Kadın, Miralay Kenan Bey' baktı ve dedi ki, "...Benim üzeyirimi burada diri diri yaktılar..." Köylüler suskundu... Çocukların bazıları açlıktan ölmüşlerdi. Çünkü düşman ellerinde ne varsa almıştı. Emperyalizm yakıp yıkmıştı Anadolu'yu! Bir de "Tarihinizle yüzleşin" derler. Utanmazlar. Arlanmazlar. Ulan önce siz kendiniz yüzleşseniz ya...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.






19 Mayıs'ın, 8 Ekim 1918 Gecesi Adana Karargahı'ndaki Sırrı


19 Mayıs'ın, 8 Ekim 1918 Gecesi Adana Karargahı'ndaki Sırrı- "İzin Vermeyeceğim"- Kapitülasyon- Komiserler Ve Anadolu Toprakları...

30 Ekim 1918 günü İngiltere'nin Agamemnon Zırhlısı'nda Osmanlı Devleti heyetine Mondros Teslimiyet Anlaşması imzalattırılırken, Mustafa Kemal Paşa, Adana'da Yıldırım Orduları Grubu Komutanı idi. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'dan gelen şifreler ve Mustafa Kemal Paşa'nın o şifrelere verdiği cevaplar tarihin önemli belgesidir. (Bak Taylan Sorgun, Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, Kum Saati Yayınları)

1- 5.11.1918 GECESİ...

Tarih 5 Ekim 1918 gecesidir. Mustafa Kemal Paşa'nın yanında emrindeki Ali Fuat Paşa ile Albay Fahrettin (Altay Paşa) vardır. O gece sabaha kadar konuşmuşlardır. Altay Paşa'nın bana anlattığına göre, Mkustafa Kemal Paşa'nın "tarihsel bir kararlığı vardır" ki o da "Teslimiyet anlaşmasını kabul etmemek"tir. Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa'dan gelen 4 Ekim 1918 tarihli şifreyi Ali Fuat Paşa'ya göstermiştir.

2- İNGİLİZ CENTİLMENLİĞİ...

O şifrede "İngilizlerin centilmenliğine sığınılacağından" söz edilmektedir. Albay Fahrettin, Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle demiştir: "...Paşam İngiliz centilmenliğine sığınmak ne demektir? Ne yapmak istiyorlar...?"

Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı şöyle olmuştur: "...İşte içinde bulunduğumuz uçurumu anlatan mesele de budur ya. Şifreleme verilen cevaplara dikkat edilecek olunursa, ortada umumi işgalin kabullenildiğinin ruh hali de görülmektedir. Mütareke ahkamı (şartları) zaten galiplere bu imkanı vermiştir..."

3- "SERT VE ALAYCI...

6.11.1918 günü: O gün, Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya bir cevabı şifre göndermiştir. Şifrenin başına o zamanki savaş şartları gereği "geciktiren idam olunur" kaydı konulmuştu. Ali Faut Paşa şifreyi okuduktan sonra, Mustafa Kemal Paşa'ya, "...Paşam sert ve alaycı bir üslup kullanmışsınız..." demiştir.

Mustafa Kemal Paşa'nın buna cevabı şöyle olmuştur: "...Evet serttir ve dediğiniz gibidir. Biliyorum ki şifre Saray'a ulaşacaktır. Zaten hepsinden haberdar oldukları da bizce malumdur. Fakat bilesiniz ki, tarihe hesap vermek vardır. Kendi vizdanlarımızdakini açıkça söylemek bizim mecburiyetimizdir. Büyük bir faciayı yaşıyoruz..."

4- MUSTAFA KEMAL'İ TEHDİT...

O gece onlar konuşurlarken, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'dan, Mustafa Kemal Paşa'ya 6.11.1918 tarih ve c. 781-782 numaralı şifre gelmiştir. Şifrede şöyle de denilmektedir: "...İskenderun'a çıkacaklara karşı tarafınızdan silah kullanılması emri verilmiştir. Bu emrin verilmiş olması Devletin siyasetine ve memleketin menfaatine aykırı olduğundan bu yanlış emrin derhal tashih olunması (geri alınması) tavsiye olunur.

Emre itaat edilmez ise komutanı olduğunuz Grup lağvedilecektir. (Ortadan kaldırılacaktır)..." Şifrede tam bir "tehdit" vardır. Arada birkaç şifre daha gidegelmiştir.

5- VE TARİHİ KARARI...

İşte o şifreleşmeler, nihayet Mustafa Kemal Paşa'nın "Mütareke Ahkâmına uymayacağım, kendi karekterime uyanı yapacağım" şifresi ile son bulmuştur. Mustafa Kemal Paşa 7, 8 Kasım 1918 günü son şifresini yazdırmak için emir subayını çağırmıştır. Ve "Yaz çocuk" demiştir.

Şifrenin bir bölümü şöyledir: "...Eğer böyle olursa ileride bütün Anadolu işgal edilecektir. İzmir dahil işgal altına alacaklardır. Hatta hükümetleri bile İngiltere tayin edecektir..."

6- VE O GECE...

Altay Paşa, o geceyi bana uzun uzun anlatmıştır. Anlattıklarının bir bölümü şöyledir: "...Mustafa Kemal Paşa bu şifreyi yazdırırken yüz hatları gerildi. Ali Fuat ile ben yerimizden kıpırdayamıyorduk. Çünkü bu bir isyan şifresi idi. Padişah'a ve Düvel-i Muazzama'ya kafa tutuluyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın sert sesi karargah odasının duvarlarında yankılanmıştı..."

7- GENÇ SUBAYLAR...

Altay Paşa, o geceyi anlatmaya şöyle devam etmişti: "...Mustafa Kemal Paşa o şifreyi yazdırırken elini sarı saçları arasında dolaştırıyor, ve bize bakarak duygularımızı anlamak istiyordu. Odada genç subaylar da vardı.

Mustafa Kemal Paşa o sert ifadeleri kullandıkça genç subayların yüzlerinde memnuniyet ifadelerini görüyordum. Mustafa Kemal Paşa şifrenin her satırını yazdırırken sanki yeniden hayat bulur gibiydi..."

8- "MEMLEKETİN SELAMETİ"...

Mustafa Kemal Paşa duruyor, şifre subayına, "Oku çocuk" diyor ve sonra devam ediyordu yazdırmaya. Ve işte o tarihi andaki "tarihi şifrenin" son satırları: "...İçtihatlarıma (inanma esaslarıma) uymayan husularda memleketin selameti için nefsimi alıkoymaya muktedir değilim. Kendi karakterime uyanı yapacağım..."

9- "VAZİFEDEN ALINDINIZ"...

O şifrelemeleri anlatması uzundur. (Geniş bilgi için, Bak Taylan Sorgun. Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü) Nihayet olan olmuştur. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'dan son şifre gelmiştir. Bu şifrede, Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeki Yıldırım Orduları Grubu'nun lağvedildiği (Ortadan kaldırıldığı) bildirilmekte ve kendisi İstanbul'a çağrılmaktaydı.

10- "MİLLETİN HAYAT HAKKI"...

Mustafa Kemal Paşa, şifreyi okuduktan sonra birden sert bir şekilde emir subayına şu emri verdi. "...Haritayı getir çocuk..." Harita getirilmiş, masanın üzerine serilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Albay Fahrettin ile Ali Fuat Paşa'yı masanın başına çağırmıştır. Ve elini harita üzerine koyarak şöyle demiştir: "...Şimdi bakınız.

Elimizde kalan bu Anadolu topraklarını da işgal etmeye hazırlanmaktadırlar. Zaten başlamışlardır bile. Çünkü burası dünyanın en mühim yeridir, onlar için çok mühimdir. Bu toprakları istedikleri gibi paylaşmaya kalkacaklardır. Bizim milletimizin hayat hakkını da böylece ebediyyen ortadan kaldıracaklarını hesap etmektedirler..."

11- "BUNU YAPAMAYACAKLAR"...

Albay Fahrettin dahil, karargah komutanlığı odasındakiler tarihi bir anı yaşamaktadırlar. Bana yine anlatıldığına göre, Mustafa Kemal Paşa, harita başında konuşmasına şöyle devam etmiştir: "...Fakat bilesiniz ki, buna izin alamayacaklardır. Bunu göreceklerdir. Bu muvaffakiyetsizliklerine (Başarısızlıklarına) şaşıracaklardır. Sonra da insanlık bu yaptıklarından utanacaktır..." Albay Fahrettin ve odadakiler bunu nasıl yapılacağını düşünmüşlerdi. Ama işte Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ile Mustafa Kemal Paşa dediğini yapmıştı.

12- MÜSTEMLEKE VE KOMİSERLER...

Birinci Dünya savaşına gidilirken, Anadolu toprakları Düvel-i Muazzamı'nın tam bir "müstemlekesi" olmuştu. Yabancıların müdahalesi o hale gelmişti ki, "Kapitülasyonlar"ın verdiği imkanlarla artık kanunlar bile Batı Avrupa devletlerinin istekleri ile çıkarılmaktaydı. Mesela, bizim olan Makedonya'ya İsviçreli bir genel vali "Komiser" tanımı ile tayin edilmişti. Batı Avrupa devletleri "Adem-i Merkeziyetçilik" istiyorlardı. Birinci Şark Meselesi dahiliyetinde Anadolu topraklarının paylaşım haritaları masaların üzerindeydi.

13- YABANCILAŞMA SİYASETİ...

Yabancılaşma öyle bir hale gelmişti ki, bütün madenler, bütün bankalar artık yabancıların ellerindeydi. Mesela İtalyanlar, Trablusgarp ta o zaman bizim olan Trablusgarp'ta Banko Di Roma'nın bir şubesini açmışlardı. Şube Turablusgarp'ta satın alınmadık toprak bırakmamıştı.

Anadolu tütünü, Fransız rejisinin elindeydi. Ulaşım, haberleşme hepsi yabancılaşmıştı. Saymakla bitmez o zamanın şartları, kapitülasyonlar zamanında çıkarılan Maadin Nizamnamesi ile Anadolu topraklarını da satın alıyorlardı...

Nihayet "Birinci Şark Meselesi" dahiliyetindeki siyasetle Birinci Dünya Savaşı başlatılmış, Anadolu toprakları da "parçalanma haritasına" alınmıştı.

14- 19 MAYIS'IN SIRRI...

Mustafa Kemal Paşa, Adana'daki ordusu dağıtıldıktan sonra 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelmiştir. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa dürüst cephe görmüş bir askerdi, ama Saray'ın emrettiğini yapıyordu. Bir ay sonra da istifa etmiş, yerine işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit gelmişti. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da bir satranç oynar gibi siyaset yapmış, kendisini Anadolu'ya tayin ettirmişti.

Tayin emrini aldığı vakit de şöyle demişti "...Şimdi şah mat..." Ama, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilalini başlatmak sırrı işte o Adana günleridir.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



Kendilerini Müstemleke- İşgal Zamanı "Komiseri" Sananlar


Kendilerini Müstemleke- İşgal Zamanı "Komiseri" Sananlar- Milliyetçiliğe Saldırı Dün ve Bugün- Eş Zamanlı Açıklamalar...

Tarih: 16 Mart 1920. Yani, Mondoros ve Sevr zamanında İstanbul, Anadolu ve Trakya'nın zamanın Batı Avrupa Emperyalizmi tarafından işgal edildiği tarihsel sürecin bir parçası.

Padişah'a ve Sadrazamlığa verilen protestodan bir bölüm:

"...Fransa, Büyük Britanya, İtalya Fevkalade Komiserleri Klikya ve öteki bölgelerde meydana gelen hadiseler karşısında Mustafa Kemal ile sözümona milli hareketin şair (diğer) idarecileri derhal takbih edilmeli (protesto edilmeli), Paris Sulh Konferansı şartları kabul edilmelidir..."

İmzalar: Fransa Fevkalade Komiseri: A. De. France

Büyük Britanya (İngiltere) Fevkalade Komiseri: J. De Robeck

İtalya Fevkalade Komiseri: Maissa.

1- TARİH: 2 MAYIS 2008...

Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu "Komiseri" Olli Rehn Türkiye'de "Milliyetçileri" eleştirmektedir. Hatta daha da ileri giderek, Sırp milliyetçileri ile yan yana koymak gibi bir şuursuz, zihni çarpıklığı göstermektedir. Mondors sonrasında o zaman, Paris Sulh Konferansı şartlarının, kabulünü istemekteydiler. Şimdi Avrupa Birliği şartlarının kabulünü istemektedirler.

2- PARİS KONFERANSI...

Paris Sulh Konferansı, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin başlattığı zamana rastlamaktadır. O konferansa zamanın işbirlikçi Sadrazamı Damat Ferit bir heyetle katılmıştı. Konferans'ın başladığı tarih 19 Haziran 1919'dur. O konferansın adı "Sulh Konferansı"idi ama, Anadolu'nun parçalanması haritası masanın üzerindeydi.

3- ŞİMDİKİ ZAMAN...

19 Haziran 1919'dan sonraki zaman dilimi içinde zamanın emperyalizmi tarihsel yenilgisini almıştı. Şimdiki zamana gelince: Brüksel Güneydoğu Anadolu Bölgesi için özerklik istemektedir. Çok dillilik istemektedir. Yani etnisite peşindedirler. Siyasetleri "Çok dillilik, çok milletlilik" esasına dayanmaktadır. Otonom yönetimler Brüksel'in siyasetleri dahilindedir.

4- İKİ KOMİSER...

Türkiye- AB Karma Parlemento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, İzmir 9 Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nin daveti üzerine orada bir konferans vermiştir. Lagendijk'in konferansta yaptığı konuşma Mondoros sonrası işgal devletlerinin "Komiserleri"nin söylediklerinden "zamanımıza göre" farklı değildir. Öyle anlaşılmaktadır ki, Lagendijk işgalci Batı Avrupa emperyalizminin Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali neticesindeki tarihsel yenilgisinin farkında değildir.

5- İKİNCİ KOMİSER...

Lagendijk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız bir devlet olduğunu, Brüksel üniforması ile bir yana koymak ve konuşmak cüretini gösterirken, eş zamanlı olarak, Avrupa Birliği Komisyonu'nun Genişlemeden sorumlu üyesi, "Komiseri" Rehn de, Oxford Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada Lagendijk'le aynı görüşleri paylaşan açıklamalar yapmak cüretini göstermiştir.

6- ÇİRKİN SÖZLER...

Yugoslavya yeni emperyalizmin etnisite kışkırtmaları ile parçalanmıştır. Şimdi şu hale bakınız: Rehn çirkinin ötesi sözlerle Türkiye'yi Sırbistan ile aynı kefeye koyan sözler edebilmektedir. Ulusalcılar için kendi zihni bulanıklığı ile konuşmakta, TCK 301'in değiştirilmesini memnuniyetle karşıladıklarını söylemektedir. Yani Türklük'e hakaretin suç olmaktan çıkması onları memnun etmiştir.

7- TARİH 30 EKİM 1918...

30 Ekim 1918 Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ne Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın imzalattırıldığı gündür. O anlaşmadan sonra Fener Rum Patrikhanesi "Ekümenik" tanımını kullanmaya başlamıştı. Yani İstanbul içinde ayrı bir devletçik. Fener Rum Patrikhanesi'nin siyasi işbirlikleri işgalci emperyalist devletlerle aynı doğrultuda yürütülmüştü. Ancak Lozan bunu ortadan kaldırmıştır.

8- WASHİNGTON: 3 MAYIS 2008...

Lagendijk ve Rehn, Türkiye'nin "Milli egemenliğini, bağımsızlığını hiçe sayacak açıklamalar yaparlarken" eş zamanlı olarak "ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu" yayımlanmıştır. Raporda, 1- Türkiye'de Patrikhane'nin "Ekümenik" ünvanını kullanmasına izin verilmediği, 2- Türkiye'nin siyasi ve askeri yapısında Türk kimliğinin anlayışının milliyetçi olduğu, 3- Katı bir laiklik tanımı yapıldığı belirtilmektedir. 4- Azınlıklardan söz edilmektedir. Yeni azınlıklar icadiyeti raporda dikkati çeken unsurdur.

9- KEMALİST MİLLİYETÇİLER...

Mondros sonrası işgal devletlerinin İstanbul'daki "Yüksek Komiserleri" merkezlerine verdikleri raporda şöyle demişlerdi: "...Anadolu'daki Kemalist Milliyetçiler siyasi ve iktisadi tam bağımsızlık istemektedirler. Bu da bizim, siyasi, askeri, iktisadi menfaatlerimize aykırıdır..."

İşte şimdi de, Washington ve Brüksel ile devletlerarası Yüksek Sermaye, 1- Türkiye'nin siyasi bağımsızlığı, 2- Türk Ordusu'nun gücü, 3- Türkiye'nin iktisadi bağımsızlığı karşıtı siyasetler peşindedirler. Ulusalcılık-Milliyetçilik-Millicilik karşıtı siyasetleri Mondros sonrası siyasetleri ile örtüşmektedir.

10- ILIMLI İSLAM...

Washington'un söz konusu raporuna bakılırsa "Uyduruk Ilımlı İslam" siyasetlerinin bütün izleri görülmektedir. Washington ve Brüksel Türkiye'nin Cumhuriyet Rejimi üzerinde aynı ağzı kullanmaktadırlar. "Dar milliyetçilik anlayışından" söz etmektedirler. Ama hayret bu siyaset sanki geçmiş tarihi süreçten süzülüp gelmiştir. Milliyetçilikten şikayetçidirler. Mondros sonrası aynı şikayetleri vardı.

11- LEDOLUX-GALLİ-RYAN...

Belge mi istenmektedir? İşte belge: 11 Şubat 1920 günü yani Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali devam ederken, o zaman "İtilaf Devletleri" olarak tarihe adı geçen işgalci devletlerden üçünün İstanbul'daki "İşgal Yüksek Komiserleri": Monseniör Ledolux-Ryan-Galli, bir muhtıra açıklamışlardır. Muhtıranın bir bölümünde şöyle denilmektedir: "...Maateessüf bu Anadolu'da yaşananlar Milliyetçilerin eseridir... Mustafa Kemal Müttefik Kuvvetleri tehdit eden beyannameler yayımlamaktadır..."

12- ALİ KEMAL: "YAKALANSIN"...

Şimdi gazetelerde bir haber vardır. Mütareke Dönemi'nde, yani Mondros sonrasında işgal devletleri işbirliği yapan, yazar ve zamanın Dahiliye Vekilliği'ni de yapmış olan Ali Kemal, aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyeti azası idi. Şimdi torunu Boris Jonhson Londra Belediye Başkanlığı seçimini kazanmıştır. Ali Kemal Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zamanında Mustafa Kemal Paşa'nın yakalanarak İstanbul'a getirilmesi için Padişah'ın kurduğu "İnzibat Kuvvetlerine emir vermiş" bunu zamanın "Vükela Meclisi'ne" de götürmüştü.

13- EŞ ZAMANLILIK...

Şimdi dikkat: 1- Rehn, sanki bir "Müstemleke Komiseri gibi" açıklamalar yapmakta, Milliyetçiliği, ulus devletçiği suçlamaktadır. 2- Lagendijk kendisini geçmişin müstemleke Komiseri gibi görmekte eş zamanda bunu destekleyecek açıklamalar yapmaktadır. 3- Aynı eş zamanda Washington'dan aynı doğrultularda bir rapor yayımlanmaktadır. 4- Rehn ve Lagendijk Türk Yargısı'na karşı açıklamalar yapmaktadırlar. Bu arada Lagendijk kendisini sanki Anayasa Mahkemesi yerine koymuştu.

14- "ORADA KİMSE YOK MU"...

Hey, oralarda kimseler yok mudur? Rehn, Lagendjk'in sözlerine karşı Dışişleri Bakanlığı nerededir? Washington Raporu'na karşı kim birşey söyleyecektir. Ama hadi biz söyleyelim: Bu açıklamaların sahipleri Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali neticelerine bir daha bakmalıdırlar. Müstemleke "Komiserliği" iştahası içinde olmamalıdırlar. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali neticesidir. Yine de hesaplaşmasını bilecek kadar güçlü bir devlettir.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.


Sürecek...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş Mar 03, 2011 5:53

Esir İstanbul Zamanları, Ateşlerin İhanetlerin Görüldüğü Günler, Ve Kuvva...

Mustafa Kemal Paşa, henüz Anadolu'ya geçmemişti. Zaman, zaman Harbiye Nezareti'ne uğruyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın Harbiye Nezareti'ne geldiği zamanlar genç zabitlerin yüzlerinde umut ışıkları parlamaktaydı.

Katıb-ı Mesullüğü'ne yani genel sekreterliğine kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey'e karşı, Ermeni ve Pontusçuların bir suikast düzenleyebilecekleri haberini almıştı. İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit tevkifatları daha başlatmadığı için Mithat Şükrü Bey Henüz Bebek'teki evinde oturuyordu.

MİTHAT ŞÜKRÜ'YE HABER...

İttihat ve Terakki zamanından tanıdığı Mithat Şükrü'yü, Mustafa Kemal Paşa severdi. Ve durumuna bakmak icab ediyordu. İstanbul İnzibat Komutanlarından Yüzbaşı Dayı Maksut'tan durumu öğrenmesi ve Mithat Şükrü Bey'e haber vermesi istenildi. Yüzbaşı Dayı Maksut bir gece Mithat Şükrü Bey'in kapısını çaldı. İçeriden sadece ve kısaca "Kimdir" denilince, Dayı Maksut

"...Bayrak, Silah, Kur'an üzerine yemindir ki Yüzbaşı Maksut..." cevabını ulaştırdı. Bu sözler İttihat ve Terakki'nin gizli zamanlarındaki yemini idi. Bayrak vatan'dı. Silah, "İhanet edersem bana dönsün" anlamını taşırdı. Kur'an da bunlar üzerine yemindi.

"ÇOK ATEŞ SÖNDÜRDÜK"...

Dayı Maksut, kendisini öyle tanıtmıştı. Ama içerinden "ya padişah?" sorusu geldi. Dayı Maksut "Nezle" cevabını verince Mithat Şükrü Bey kapıyı açtı. Padişah için "nezle" demeyi ancak onlar bilmekteydiler. Bir işaretti. Dayı Maksut ile Mithat Şükrü Bey Boğaz'a bakan sedire iliştiler. Yüzbaşı Dayı Maksut "...Efendim haber aldık. Mustafa Kemal Paşamız da haber salmıştır. Ermeni, Pontusçu ve İtilafçıların bir fena hareketinden şüphe vardır...." deyince Mithat Şükrü Bey şöyle cevapladı: "...Siz kibarlığınızdan ya da İttihatçı terbiyesinden kötülük yapacaklarmış diyorsunuz. Yani suikast... Öyle desenize... Kederlenmeyiniz, onların ateşi bizim söndürdüklerimizin yanında hiç kalır... "Konuşma bitmişti. Dayı Maksut giderken Mithat Şükrü Bey pencereden baktı. Köşede eski silahşörleri gördü. Tedbir alınmıştı...

HAVVA SOKAĞA HABER...

Gece ilerlemişti. Mustafa Kemal Paşa'nın Beyoğlu Havva Sokak'taki karargahına giden Yüzbaşı Bahattin, Yüzbaşı Dayı Maksut'un Mithat Şükrü Bey'e haberi götürdüğü tekmilini verdi. Mustafa Kemal Paşa rahatlamıştı. Cumhuriyet'in ilanı ardından Mithat Şükrü Bey milletvekili olacak, Yüzbaşı Bahattin Bey de ateşe militerliğe tayin edilecektir. (Bak Taylan Sorgun, Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü Belgeseli. Kum Saati yayınları)

ONLAR YEMİNLİLERDİ...

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmeden önce teşkilatlandırmaya bağladığı İstanbul Kuvvası'na yeminli girilmekteydi. Ama çok özel de bir takipten geçirilirler, sonra tezkiye alırlar, ondan sonra Kuvva'ya katılabilirlerdi. Her katılandan onu teşkilata takdim edenler sorumlu olurdu. Hata yapılması kabul edilemezdi. Boş boğazlık hiç sevilmezdi. Çünkü İstanbul'da işgal devletleri istihbaratları her yerde her köşede, her eğlence yerindeydiler...

TULUMBACI ŞÜKRÜ...

Eski İstanbul'da "Tulumbacılar" vardı. Yangın oldu mu tulumba makinaları dört kol omuzlara alınır "savulun" nidaları ile o yangına koşulurdu. Tulumbacılar arasında İstanbul'un namlı bıçkınları, bazı konakların bıçkın delikanlıları vardı.Gözlerini de budaktan sakınmazlardı. Tulumbanın sağ tarafındakilerin sol omuzları, sol tarafındakilerin sağ omuzları zamanla aşağı doğru düşerdi...Tulumbacı oldukları da o omuzlardan da anlaşılırdı... Ve o tulumbacılar arasında Üsküdarlı Şükrü de oldukça nam yapmıştı... Aynı zamanda tıbbiyeli idi.

"TÜCCARDAN ZİHNİ"...

Tüccardan Zihni bey vardı. Daha önceki zamanlarda "jurnalcilik" de yapmıştı. Bir tüccar dostuna, akşamları zaman zaman konağında işgal devletlerinin subaylarına ve konsolosluk mensuplarına ziyafetler verdiğini söylemişti. Çalımından da geçilmezdi. Bu işbirlikçiye ders verilmesi icap etmişti. Tulumbacı Şükrü vazifelendirildi.Bir akşam hava kararmıştı. Tüccardan Zihni konağımsı evinin önünde atlı arabadan inmişti ki, bir silah sesi duyuldu. Tüccardan Zihni yere düştü. Biraz sonra koşup gelenler Tüccardan Zihni Bey'in yanında bir mektup buldular. Şöyle yazıyordu. "İhanet-i Vataniye suçundan, cezalandırılmıştır"... Zaman öyle zamanlardı. Şair Nazım'ın dediği gibi ateşi ve ihaneti görüyorduk...

AH SELANİK, AH MANASTIR...

Selanik, Manastır, tekmil Rumeli. Yani Elveda dediğimiz Rumeli. Vatan topraklarından. İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit İngilizler ve öteki devletlerin isteği ile büyük tevkifatı başlatmıştı. Mustafa Kemal Paşa zaman, zaman gittiği Bekirağa Bölüğü'nde eski arkadaşları ile konuşuyor, onlara umutlar veriyordu. Ve onları hiç yalnız bırakmadı. Sapancalı Hakkı ve öteki arkadaşları ile buluştuğu zamanlarda da Selanik ve Manastır günlerini, Rumeli dağlarını içi yanarak konuşurdu... O elveda dediğimiz Vatan toprakları için hala kimin içi yanmaz ki... Mustafa Kemal Paşa'nın Bekirağa Bölüğü hapishanesi ziyaretlerini orada görevli Yüzbaşı Şadi Bey'den dinlemişimdir.

SELANİK'TEKİ KILIÇLAR...

Ah sen Selanik... öyle derlerdi. o zamanlar konuştuklarım... Ve bana şöyle anlatmışlardır duygularını... "Bir zamanlar bizim olan Selanik... o zamanlar arnavut kaldırımlı Sokaklarda Türk zabitleri yürürlerken kılıçlarının kınları parlardı... O pırıl pırıl çizmelerindeki mahmuzlarından sesler çıkardı... kafesli pencelerin ardındaki genç kzılar onlara hep hayranlıkla bakmışlardır... Manastır tekmil Rumeli unutamadığımız Vatan toprakları... Heyhaaat... Derin hatıralar... Sevdalar... Boşuna değildir Mustafa Kemal Atatürk'ün Rumeli Türkler... Selanik'te genç kurmaylık zamanlarında Beyaz Kule'deki masalarda Vatan sedaları... Hepsi o türkülerden saklıdır..."

BİNBAŞI MUHİDDİN VE SİLAH...

Mütareke demişlerdi (ama aslında teslimiyetti... İstanbul esirdi... Binbaşı Muhiddin Bey Rumeli'de de öteki cephelerde de vuruşmuştu. Şimdi İstanbul'da Kasımpaşa Kuvvası'nı teşkilatlandırmıştı... Bir vazife yapılacaktı. Tünel'den çıkmışlar, o zamanlar Pera denilen yere gelmişlerdi. Binbaşı Muhiddin Bey'in biraz arkasında kuvvacı bıçkın Kehribar Ali yürüyordu.. Gece karanlığı... Kehribar Ali iki adım attı Binbaşı Muhiddin Bey'in yanında yürümeye başladı...

"BEĞENDİYSEN AL"...

Önlerinde ki İngiliz Subayı yürümekteydi. Binbaşı Muhiddin Bey bir baktı ki Kehribar Ali, birşey demek ister... Sordu. Kehribar Ali tam konuşacaktı ki, Dayı Maksut ile Doktor Fahri Bey ile karşılaştılar... Yüzbaşı Dayı Maksut Kehribar Ali'nin yutkunmasından anlamıştı. Binbaşı Muhiddin Bey'e Kehribar Ali'yi işaret ederek "...Bunun gözü şu İngilizlerin belindeki silahlara takılmış olsa gerek..."dedi...

Bıçkın Kehribar Ali çocuk gibi kızardı... Binbaşı Muhiddin Bey Kehribar Ali'yi yavaşça " göz kaldıysa al" demez mi...Tam karanlığa gelinmişti ki Kehribar Ali o bıçkınlığı ile İngiliz Yüzbaşıya yanaştı... Silahını dayadı göğsüne... İngiliz Yüzbaşının palaskasını söktü... Silahı aldı... Binbaşı Muhiddin bey, Dayı Maksut, doktor Fahri bey "nasıl olsa tek başına yapar" demiş yürümüşlerdi. Kehribar Ali onlara yetişti.... İngiliz yüzbaşıda korkudan takat kalmamıştı...

ESİR İSTANBUL...

İstanbul esirdi... Emperyalist işgal donanmasının topları İstanbul üzerine çevriliydi... Kara kara dumanlar... Şair'in Nazım'ın dediği gibi Mavi Kubbeli liman üzerinde kara kara bulutlar... Suskun martılar...Esir şehrin sokakları.. Sokaklarda çatılardan aşağı sarkan emperyalizmin bayrakları... Velhasılı esir İstanbul.. Lakin Kuvvacılar da vardı ve hesaplaşma zamanını beklemekteydiler...Taa ki Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçti... Büyük hesaplaşma başlamıştı...

DİNLEYELİM NAZIM'I...

Başlatmıştı Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruzu... Ve bizim şairimiz Nazım, Kuvvayı Milliye Destanı'nın bir yerinde şöyle yazmaktadır: "...Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp/ ve pırıltılar görüp/ ve çok uzak/ çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak/ bir müthiş ve mukaddes macerada/ ön safta, en ön sırada/ şahlanıp ölesi geliyor insanın..."


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.





Uzak Asya'dan Dörtnala Gelmiştik Esareti ve İşgali Görmüştük. İşbirlikçiler Gördük. Ama Tarih Sahnesi Destanları Bizim Ve Esir İstanbul Zamanı...


Türkler. Büyük Ergenekon çıkışından sonra oralarda büyük imparatorluklar kurdular. Ve sonraki zamanda, Şair Nazım'ın dediği gibi, "Uzak Asya'dan dört nala gelerek Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim" dediler. Bir büyük imparatorluk daha. Ona Saray'dan ve öteki yerlerden "Osmanlı İmparatorluğu" dediler. Ama, batılılar "Türk İmparatorluğu" demişlerdi. Tarih kayıtlarında bu çoktur. Ve Türk imparatorluğu Doğu'dan doğmuştu, bir güneş gibi Batı'dan batıyordu. 30 Ekim 1918 Mondros batış tarihinin başlaması idi... Sanılmıştı ki Türkler tarih. sahnesinden çekileceklerdir...

8- ŞUBAT 1919 GÜNÜ...

Osmanlı İmparatorluğu "Saray ve zamanın hükümetinin, Mondros Teslimiyet anlaşmasını, imzalamasından sonraydı... Emperyalizmin işgali başlamıştı Anadolu toprakları parçalanacaktı. Lakin parçalayamayacaklardı. 8 Şubat 1919 günü. Esir İstanbul sokaklarından azınlıklar şimdiki Salı Pazarı sahiline doğru akmaya başladılar. Ellerinde Yunan ve Fransız bayrakları Şarkılar söyleniyor içki şişeleri başlara dikiliyordu. Ve rıhtımda beyaz bir at süslenmiş bekletiliyordu...

BEYAZ ATLI İŞGALCİ...

"Beyaz at" Fransız general Franchet d'Esperey için hazırlanmıştı. Biraz sonra rıhtım tıklım tıklım dolmuşken, sahile bir motor yanaştı. O sıra da "Mavi Kubbeli Liman"daki işgal donanmasının topları esir İstanbul üzerine dönüktü... Motordan alkışlar arasında inen Fransız general d'Esperey beyaz ata büyük bir çalımla bindi. Etrafında askerleri.... Fatih İstanbul'a beyaz at üzerinde girmişti ya işte şimdi d'Esperey onun için beyaz at hazırlatmıştı...

MANASTIRLI ÖMER...

Beyaz atlı d'esperey Pera- Beyoğlu'nda ilerlemekteydi. Manastırlı Ömer "Elveda Rumeli zamanlarını" yaşamıştı. Oradaki vuruşmalardaki ataklığı için Ona "Deli Ömer"de denilmişti. Hınçlıydı Deli Ömer d'esperey önünden geçerken birden elini trablus kuşağı içindeki silahına doğru uzattı. Yanında sivil giyinmişti birisi duruyordu. Deli Ömer'i tanımazdı, ama ne yapacağını anlamıştı.

Deli Ömer ateş etseydi oradaki kalabalıktan kurtulamazdı. Sivil giyinimli adamın eli Deli Ömer'in bileğine sıkıca yapıştı. Gözlerinin içine baktı "Zamanı değil" dedi. Deli Ömer'i alıp götürdü. Sivil giyinimli adam Harbiye Nezareti'nden Yüzbaşı Emin Ali Bey'di. Emin Ali daha sonra bunu Yüzbaşı Dayı Maksut'a anlatacak ve Deli Ömer İstanbul Kuvvası'na alınacaktı. Ve o Kuvva zamanında işgalci Yüzbaşı Benet'i o vuracaktı...

"SİRK ADAMI GİBİ"...

d'Esperey'in maskaralığı Mustafa Kemal Paşa'ya anlatılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, olanları dikkatlice dinledi ve sonra bir sigara yaktı. Kaşları çatıktı. Yüzündeki ifade olanları iğrenemekle karşılaldığını göterir gibiydi ve birden dedi ki "adam asker değil sirk göstericisi Beyaz at ha... Beyaz at... Akılları sıra fütühat hayalindeler. Fransızlar da zamanı gelince bu hayallerini nelere mal olacağını anlarlar..."

TOKATLIYAN VE İŞBİRLİKÇİLER...

d'Esperey'in İstanbul'a gelişinin ardından bir gün sonra gece Tokatlıyan'da bir balo verildi. Yabancı misyon şefleri oradaydılar. Şık kadınlar parfüm kokuları saçıyorlardı. İstanbul'un Tük işbirlikçileri de oradaydılar. Onlar şimdiden kendi ticaret çıkarlarının peşine düşmüşlerdi. Balo sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Ve İstanbul sokaklarında gün ağarırken şık hanımlar beyler esir İstanbul Pera'sından şarkılar söyleyerek evlerine dağılıyorlardı...

CEYNO'DAKİ ŞEHZADELER...

İstanbul esirliği yaşamaktaydı. Tokatlıyan, ünlü Ceyno, Pera Palas salonlarında balolar verilmekteydi...O balolara kimi zengin İstanbul tüccarları katılıyordu. Saray'ın şehzadeleri, bazı prenseslerini o balolardan çıkarken gören Türk İstanbullular biraz öfke biraz iğrenmek duyguları ile onlara bakmaktaydılar. Esir İstanbul'un esir Sarayı artık çökmüştü...

DAYI MAKSUT'A EMİR...

Mustafa Kemal Paşa'nın Şişli'deki evinin karşısındaki Ethem Paşa Konağı'na İtalyan İşgal kuvvetleri komutanı General Roletto yerleşti. Gelip gidenleri çoktu. Yüzbaşı Dayı Maksut'a Mustafa Kemal Paşa'dan bir emir ulaştı "...Konak takibe alınsın. Gelen giden tam olarak takipte olacak..." Dayı Maksut adamlarından birisini konak önünde vazifelendirdi. Vazifeli hergün değiştiriyordu ki, durum anlaşılmasın. Ve raporlar Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmaktaydı. Ulaştırılmaktaydı ki işbirlikçiler bilinsin...

İZMİR KAPILARINDA İKEN...

Aradan zaman geçecekti. Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatacak, Büyük Taarruz sonrasında Türk süvariler İzmir'e doğru uçacaklardı. İşte o günler idi... Bir Süvari yüzbaşısının beyaz bir at aramaya başladığı görüldü. Süvariler birkaç dakikalık dinlenme zamanı vermişlerdi. Süvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa yüzbaşının telaşını görmüştü. Sordu "Nedir telaş yüzbaşı?"

Yüzbaşı komutanı cevapladı: "... d'Esperey İstanbul'a gelişte beyaz ata binmişti. Şimdi öç zamanıdır. Ararım ki beyaz bir at olsun İzmir'e onun üzerinde uçayım..." Belgeselini yazdığım Altay Paşa'nın o an gözleri dolmuştu... Bana yıllar sonra bunları anlatırken "Biz büyük milletizdir" diyordu... Ama beklenecek zaman değildi. Suvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa yeniden hücum emrini vermişti. Uçulmaktaydı İzmir'e doğru... Bir sonraki zamandı....

HASAN TAHSİN VE ÖMER...

Esir İstanbul eseretini yaşamaya başladığında 16 Mayıs 1919 günü emperyalist ordular ve o orduların içindeki Yunan Orduları İzmir'i işgal etmişlerdi. Hukuk-u Beşer Gazetesi sermuharriri, (Başyazarı) Hasan Tahsin Yunanlı sancaktarı alnından vurdu. Ve eğer d'esperey'in İstanbul'a girişinde Manastırlı Deli Ömer'in eli tutulmasaydı belki ilk Hasan Tahsin o olacaktı.. İzmir emperyalizmin yaptığı katliamı yaşamıştı. Ve hala unutulmamıştır... Unutmak mümkün mü?

BİNBAŞI ŞEVKEY BEY...

Binbaşı Şevket gece Yenibahçeli Dayı Maksut'la buluştu. Yüzbaşı Yenibahçeli Şükrü Dayı Maksut, Binbaşı Şevket Bey gecenin bir vakti Pera'dan yukarı doğru yürüyorlardı. Arkalarında Kehribar Ali, bir zamanların İstanbul bıçkını, o zamanın Kuvvacısı olmuştu. Bir sarhoş sürüsü karşılarına çıktı.

İçlerinden birisi Binbaşı Şevket'e bakarak "Nasıl yenildiniz" dedi. Binbaşı Şevket Kehribar Ali'ye baktı. Kehribar Ali anlamıştı. İleri fırladı O herif öyle bir tokat yemişti ki ayakları yerden kesildi mabadının üzerine pat diye düşüverdi. Binbaşı Şevket herifin yüzüne tiksinti ile baktı... Kehribar Ali tabancısını çıkarmıştı. Binbaşı Şevket'ten emir bekliyordu. Binbaşı Şevket "Sokaklarımız temizdir. O kan kirletmesin" dedi... Yürüyüp gittiler...

ŞAİR NAZIM DEMİŞTİ Kİ...

Esir İstanbul İhanetin kol gezdiği İstanbul, Ve acılar çeken, emperyalist donanmanın toplarını üzerine çevirdiği İstanbul, Şair Nazım demişti ki Kuvva Destanı'nda "...Biz ki İstanbul şehriyiz/ Yüce Türk Halkı/ malum olsun çektiğimiz acılar..."

İşbirlikçiler tuzları kuru. Tokatlıyan, Pera salonlarında balolar, İstanbul'un Türk mahalleleri masum. Öfkeli ve de öteyanda kederli. Harbiye Nezareti kapısından girip çıkan işgal devletleri mümessileri. Ve Harbiye Nezareti koridorlarında sessizce birbirlerine sormaktaydılar genç savaş zabitleri "Mustafa Kemal Paşa dün de Bekirağa Bölüğü hapishanesine gitmiş... Temasları varmış Şakir Paşa ile acaba ne yapacak? Cevapları yine kendileri vermişlerdir: "Mustafa Kemal Paşa, Durmaz, Mutlaka birgün bir zamanda birşeyler yapacaktır"...

BİR KISRAK BAŞI GİBİ...

Uzak Asya'dan gelmişti. Şair Nazım'ın dediği gibi, "Uzak Asya'dan dört nala gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim" dedik. Bizimdir. Bizim kalacak. Varma üzerimize yeni emperyalizm. Beş para etmez yardakçıların. Varma üzerimize yeni emperyalizm biz tekin millet değilizdir...

Bu Vatan toprakları tekin değildir. Bölemezsin parçalayamassın. Başını kayalara Çarparsın... Varma üzerimize Emperyalizm sanmıştı ki Mondros Sevr sonrası Türkler tarih sahnesinden çekilirler artık. Kendi tarihi yanılgılarını yaşadılar. Başlarını ateşten Türk duvarına çarpmışlardı...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş Mar 03, 2011 5:55

Konya İstasyonu Buluşması- Rahip Furu- Şerefliler ve Şerefsizler- İşgal Bayrakları Altında Ağlayan Çocuk Ne Demişti- Sadrazam ve D'Esperey...


Cephelerde destanlar yaratarak savaşılmıştı. Ama, "Son Saray" mağlubiyetin imzası olan Mondros Teslimiyet Anlaşması'nı 30 Ekim 1918 günü kabul etmiş ve İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı'nda teslimiyet anlaşması imzalamıştı. Ardından kapitülasyonlarla tam bir müstemleke haline getirilmiş olan çileli Anadolu toprakları, onu müstemleke haline getiren emperyalizmin orduları tarafından işgal edilecekti... Adana'daki karargahında teslimiyeti kabul etmediğini, İskenderun'a çıkacak düşman kuvvetlerine ateş açılması için ordusuna emir verdiğini 7 Kasım 1918 günü Sadrazamlığa bildirilen Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağrılmış ve 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelmişti... Payitaht'ta artık esirdi ve işgal ediliyordu...

KONYA'DA İKİ KOMUTAN...

Mustafa Kemal Paşa tarihi şifresinin İstanbul'a gönderdiğinde emrinde bulunan Ali Fuat Paşa ile yine emrindeki Albay Fahrettin Bey de Yıldırım Orduları Grubu'nun dağıtılması ile Adana'dan ayrıldılar. Ali Fuat Paşa'nın kolordusu Eskişehir'e naklediliyordu. Sonra da silahların teslim zamanı gelecekti. Albay Fahrettin Bey ise Konya'daki Kolorduya tayin edilmişti. Albay Fahrettin sonraki zamanda Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zamanında cephelerde paşalık rütbesine yükselecekti...

"KUDRETLİ BAŞ LAZIM"...

Albay Fahrettin Konya'da iken Ali Fuat Paşa'nın kolordusu henüz nakledilmeye başlamıştı. Albay Fahrettin, Konya İstasyonu'nda Ali Fuat Paşa'nın treninin gelmesini beklerken elindeki kamçısı ile dolaşan İngiliz komutan, Albay Fahrettin'e dik dik bakmıştı. Albay Fahrettin bunu hiç umursamadı. O iri yapısı ile İngiliz Komutan'ın üzerine gider gibi yaptı. İngiliz komutan geri çekilmişti.

BİR TARİH ANI...

Ali Fuat Paşa'nın treni nihayet geldi. Ali Fuat Paşa trenden indi. Önce selamlaştılar ve sonra birbirlerine sarıldılar. İki cephe arkadaşı buluşmuştu. Albay Fahrettin, Ali Fuat Paşa'yı "...Bu halden çıkabilmemiz için kudretli bir elin idaresi altında birleşmek lazımdır. Mersinli Cemal Paşa var ama, lazım olan enerjiyi onda göremiyorum çekingendir, bu işe en layık olan kumandan Mustafa Kemal'dir..." dedi. Ali Fuat Paşa'nın cevabı kısa oldu "...İstanbul'a gidince kendisi ile görüşeceğim..." Ve sonra trene bindi. Bir uzun yolculuk başlamıştı... Bir yeni tarihe doğruydu... (Bak Taylan sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete. Kum Saati Yayınları).

KARA KEMAL'İN EVİNDE...

Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın ikinci günüydü. Sokaklarda çatılardan aşağı kadar işgal devletlerinin bayrakları sarkıyordu. Ve üçüncü güne gelindi. İttihat ve Terakki'nin güçlü ismi Kara Kemal Bey Aksaray'da oturmakta idi. İttihat ve Terakki'nin bu güçlü ismi karşısında Enver Paşa bile izin almadan oturamazdı. Genç İttihatçı Doktor Fahri o gün Kara Kemal Bey'in kapısını çaldı. Heyecanlıydı. Çünkü Kara Kemal Bey ile görüşecekti...

"KEMAL PAŞA'NIN EMRİNE"...

Kara Kemal Bey, sedirde oturmuş nargilesi önündeydi. Önce hal hatır soruldu. Ve Doktor Fahri, Kara Kemal Bey'e "...Sudan Çıkmış balık gibiyiz. Ne yapacağız. Elbet vuruşacağız ama nasıl?..." diye sorunca Kara Kemal kestirmeden cevapladı "...Talat Bey giderken Mustafa Kemal Paşa'nın emrine girilecektir demişti. Zaten başkası da yoktur. Ama sen önce Kadıköy'e geç vereceğim adreste Yüzbaşı Yenibahçeli Şükrü'yü bul, icab edeni söyler..." Onla uzun konuşmazlardı. Yenibahçeli Şükrü bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Gebze Boğazı'nı tutmakla vazifelendirilecek oradan Anadolu'yu silah ve Kuvvacılar kaçırılacaktı. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

RAHİP FURU NE YAPIYOR?...

Rahip Furu bir teşkilat kurmuştu. O sırada Konya'da Amerikan hastanesi vardı. Başında da Miss Koucman bulunurdu. Albay Fahrettin Rahip Furu'nun zaman zaman Konya'ya geldiğini ve Ermeniler'i teşkilatlandırma çalışmaları yaptığını öğrenince bunu Harbiye Nezareti'ne rapor etmişti. Parçalanmak istenilen Anadolu toprakları üzerinde emperyalizm ve adamları kinlerini ortaya koyarak dolaşıyorlardı... (Bak Taylan Sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete)

DELİ ÖMER VE KEHRİBAR ALİ...

"Elveda Rumeli" zamanlarını yaşamış Manastırlı Deli Ömer İstanbul Kuvvası'nın başlarından Yüzbaşı Dayı Maksut'un emrine girmişti. İstanbul'un eski bıçkını Kehribar Ali de o teşkilatta idi. İkisi iyi arkadaş olmuşlardı. Ve içlerinde bir yangın vardı: İstanbul'a beyaz at üzerinde giren Fansız general d'Esperey'i vurmak... Lakin herif sokağa çıktı mı bir bölük muhfızla çıkmaktaydı. Çünkü, ona "...Aman dikkatli ol bu Türklerin işi hiç belli olmaz..." demişlerdi.

FURU TAKİPTE...

Rahip Furu için Albay Fahrettin Bey'in Harbiye Nezareti'ne gönderdiği rapor genç subaylarca Mustafa Kemal Paşa'ya bildirilmişti. Bir gün Dayı Maksut'a bir haber ulaştı "...Mustafa Kemal Paşa öteki evinde seni bekliyor..." Öteki ev Mustafa Kemal Paşa'nın gizli karargahı olan Beyoğlu Havva Sokak'taki evdi. Yüzbaşı Maksut söylenilen günün gecesi söylenilen saatte Mustafa Kemal Paşa'nın karşısında idi. Mustafa Kemal Paşa kısa bir emir verdi: "...Rahip Furu denilen herif takibe alınacak. Nefes alışı bile bilinecek..." İşte o saatten sonra Rahip Furu'nun attığı bütün adımlar bile bilinmeye başlanacaktı... Mustafa Kemal Paşa teşkilatlanıyordu.

ŞEREFLİLER-ŞEREFSİZLER...

İşgal zamanıdır. Şerefliler ve şerefsizler her zaman olduğu gibi o zamanda da vardı. Şerefli Türk vatansever yazarlar daha şimdiden sert yazılar yazmaya başlamışlardı. Şerefsizler ise "Amerikan mandası, İngiliz Mandası mı" diye sütunlarında döktürüp durmaktaydılar. Ordu mensupları için ağza alınmaz sözler etmekteydiler... Bir batak içinde debelenip duruyorlardı. Ama, zaman "şereflilerin" dedikleri, yazdıkları gibi ilerleyecekti...

D'ESPEREY'DEN SADRAZAM'A EMİR...

Fransız General d'Esperey birgün Sadrazam Tevkif Paşa'ya haber göndererek Fransız sefaretine çağırtmıştı. Bu nasıl bir işti? Damat Ferit sadrazamlık sırası bekliyordu. Tevfik Paşa önce gitmek istememiş ama artık çökülmüşlük vardı ve gitmişti. d'Esperey Tevfik Paşa'ya bir liste uzatarak o listedeki isimlerin tevkifini istemişti. Bunlar ünlü vatansever isimlerdi. Hele hele Irak'ta İngiliz Ordusu'nu esir almış olan Halil Paşa muhakkak tevkif edilmeliydi. Tevfik Paşa düşündü bunu yapamayacaktı. Saray'a istifasını verdi.

ZEYNELABİDİN HOCA EFENDİ"...

"Zeynelabidin Hoca Efendi'nin" bir eli İngiliz, öteki eli Amerikan konsolosluğunda idi. Saray'da da itibarlıydı. İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'le yakındı. Ve nihayet işbirlikçi Damat Ferit sadrazamlık koltuğuna oturtulmuştu. Zaten Padişah da Damat Ferit'i istiyordu. Ve işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit d'Esperey ve öteki işgal devletleri komiserlerinin istedikleri tevkifatı yaptıracaktı. Bütün vatanseverler tevkif edilmeye başlandı. Zeynelabidin Hoca Efendi "Mustafa Kemal Paşa'ya da tevkif" diye dolaşmaktaydı ama, o zordu. Bu Zeynelabidin Hoca Efendi daha sonra Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ordularını arkadan vuran Bozkır ayaklanmasını çıkartacaktı.

VE ÇOCUK AĞLIYORDU...

Yüzbaşı Eczacı Celal Asmalı Mescit'te buluştuğu arkadaşlarından ayrılmış Kadıköy'e geçmek Tünel'e gitmekteydi. Oralarda da çatılardan aşağılara işgalci emperyalist devletlerin bayrakları sarkmaktaydı. Aralık ayının soğuk bir günüydü. Bir çocuk bir yandan gazete satıyor, bir eli ile de gözlerindeki yaşı siliyordu. Ayakları çıplaktı. Üstü yırtıktı. Üşüyordu çocuk. Yüzbaşı Eczacı Celal durdu. "Neden ağlıyorsun oğlum" dedi. Çocuk o bayrakları gösterdi. "Babam şehittir. Anam öyle dedi... Zabit amca bu bayraklar bizim değil ki" derken sanki bir büyük ruh kırgınlığını anlatmış oldu. Yüzbaşı Eczacı Celal çocuğu oradaki bir giyim mağazasına götürdü, giydirdi. Ayaklarına potin aldı. Ve ayrılırlarken o Türk çocuğu arkasından bağırdı "...Öcümüz alınacak değil mi zabit amca?..."

Yüzbaşı Eczacı Celal "Gün gelecek, gün gelecek" diye söylenerek ve gözlerindeki yaşları silerek uzaklaştı.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.







Esir İstanbul'un Hali- Mustafa Kemal Paşa'nın Hatırladığı- Ayvalık'taki Demir Pençe- İşbirlikçi Matbuat ne Yazmıştı? Ve Tarihin Kararı....


30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması üzerinden zaman geçiyordu. 1919 yılı Ocak ayına gelindi. Esir İstanbul'un dar sokaklarının köşe başlarındaki lambaların soluk ışıkları sanki İstanbul'un mahzunluğunun bir başka yüzü. Ve artık Çengelköy'de Üsküdar'da ve de öteki İstanbul semtlerinde yeşil kafesli pencerelerin ardındaki cephelerden dönecek sevdalıları bekleyen mahzun bakışlar, aşklar yavaştan umutsuzluk türküleri, şarkıları mırıldanmakta. Bir ninenin köşedeki minderinden Yemen türküsünün gamı. Babası şehit Türk çocuğunun başı ninenin dizinde.

İKİ MEHMETÇİK...

Sabri Ethem Bey anlatmış. Silahları ellerinden alınmış, iki Mehmetçik. Saray'ın hükümeti onlara da "...Artık teslim var, ordu terhissiz de evinize..." demiş. Arap çöllerinde, Çanakkale'de Kafkas Cephesi'nde Galiçya'da dövüşmüşlerdi. Ama işte kader... Kader mi yoksa başka şey mi? İstanbullu iki Mehmetçik Pera'dan geçiyorlar. Bir nefer elindeki deynekle fistanlı bir İskoç askerini gösterdi ve sordu: "...Ne var yahu ne oldu, bunları oralarda kovalamadık mı, kaçmışlardı. Şimdi burada caka, çalım atıyorlar..." Vitrinlerde Venizelos resimleri her yerde kulaç kulaç yabancı bayraklar...

BU ŞEHİR TÜRKÇE KONUŞURDU...

Türkçe konuşan şehir İstanbul bir günde dilini unutmuş sanki. Her dil yüksekten konuşuluyor, ama Türkçe artık fısıldanıyordu. Haki renkli üniformaları ile İngiliz nöbetçiler, İngilizlerin müstemlekelerinden getirdikleri kırmızı fesli Senagalli askerleri. Pera caddelerinde sabaha karşı balolardan çıkmış şık hanımlar, yabancı zabitler şık giyinmiş işbirlikçiler beyler. Süslü paytonlarına binip Saray'a doğru giden Prensesler... Ve öteki tarafta yoksul Türk insanları...

ÇÖLLERDE VURULMAK...

Yüzbaşı Sabri mahmuzlu çizmelerini kaldırımlara öfke ile vurarak yürürken o iki Mehmetçiği gördü. Durdu konuşmaya başladılar. Mehmetçik hazırolda. Kırmızı fesli Senagalli askerleri görünce çöllerde vuruştukları zamanı hatırladı. Yüzbaşı Sabri'ye "...Ey komutanım çöllerde İngiliz ile dövüşürken İngiliz altınlı Arap şeyhlerinin çapulcu takımı bizi arkamızdan nasıl da vurmuştu, değilmi..." dedi. Çöl ya da başka cephelerin güneşinden yüzü yanmış Mehmetçiğin yüz hatları öfkeli ve hazin çizgiler içindeydi. Hiçbir ressam böyle bir yüzü resmetmek kabiliyetinde olamazdı...

MUSTAFA KEMAL VE ALBAY ALİ...

Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nezareti'ne gidip gelirken Albay Ali bey ile haberleşmişti. Albay Ali orduda öfkesi ile de nam salmış. Yunanın ilk işgal edeceği yerlerden olan Ayvalık'a gidecek ve orada bir cephe teşkiline çalışacaktı. Öyle anlaştılar. Bu ünlü komutan zaman geçirmeksizin Ayvalık'a gitti. Ve o Ayvalık'ta kalmış askerlerden çelik gibi bir birlik teşkil eder etmez Ayvalık'ı demir pençesi içine alıvermişti. O öyle bir demir pençe idi ki, Ayvalıklı Rumlar artık sinmeye başladılar... Çünkü teslimiyet ardından azmışlardı...

Ve bir zaman sonra Sahile çıkan Yunan askerleri Albay Ali Bey'in çelik Birliği karşısında sahile çakıldı kaldı. İzmir'de Hasan Tahsin'in kurşununun ardından ikinci kurşun artık atılmıştı. Albay Ali Bey sonuna kadar Mustafa Kemal Paşa'nın yanında olmuş. Cumhuriyet döneminin de önde gelen isimleri arasına girmişti. O Ali Çetinkaya idi...

EMPERYALİZMİN BANDOSU...

Silahları alınmış Mehmetçikler İstanbul sokaklarından geçerlerken sanki bir destanın da başka sayfaları açılmaktaydı. Ama bunun yanında emperyalizmin bandosu İstanbul sokaklarında yedi düvelin marşlarını çalmaktaydı. Bandonun ardında Rumlar "Zıto" çığlıkları ile Patrikhaneye doru akmaktaydılar. Ermeni taşnaklar o kervanın öteki tarafında başka şarkılar içindeydiler... Ermenistan, Pontus hayal ve bayrakları ellerindeydi.

BÜYÜK TEVKİFAT...

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit büyük tevkifatı sürdürüyordu. İşgal devletlerinin isteği ile kurulmuş olan Nemrut Paşa Divan-ı Örfisi bir keskin ihanet ve bir keskin satır gibi işlemekteydi. Bütün Vastansever İttihat Terrakki mensupları, cephelerde vuruşmuş paşalar dahil tutuklanıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne konuluyordu. Esir İstanbul'un gecelerinde sokak lambaları sanki bir mahzunluğa katılır gibi inadına sönük ışıklar verir gibiydi, öyle geliyordu insanlara...

YALNIZ BIRAKILMAYANLAR...

Mustafa Kemal Paşa Bekirağa Bölüğü hapishanesi'ndeki bu arkadaşlarını hiç yalnız bırakmadı. Zaman, zaman Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne gidip onlarla uzun uzun konuşmaktaydı. Tabii Saray ve işgal devletleri komiserleri bu işe kızıyorlardı ama, Mustafa Kemal Paşa'nın oraya gitmesini önleyecek gücü de kendilerinde bulamadılar...

GEÇMİŞİ HATIRLAMAK...

Mustafa Kemal Paşa o gün yanında yaveri Cevat Abbas olduğu halde yine Bekirağa Bölüğü hapishanesindeydi. Yüzbaşı Şadi Bey O'na yol gösteriyordu. Mustafa Kemal Paşa bir an geçmiş zamanı hatırladı. İmparatorluk çöküyordu. Mustafa Kemal, Harbiye'de Vatan Cemiyeti'ni kurmuştu. Arkadaşları bile kurtuluş yolları arıyordu. Ve ama tam mezun olduğu zamanda "jurnalcilerin" jurnali ile yakalandı ve Yıldız Sarayı Mahkemesi'ne çıkarılıp tevkif edilip Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne kapatılmıştı.

İşte o gün arkadaşlarını ziyarete geldiğinde o hapishane hücresindeki aylarını hatırladı. Ama, vatansever öğretmenleri işe karışmış ve Mektepler Nazırı'nı biraz da tehdit ederek Mustafa Kemal'i Suriye'deki orduya sürgün şartı ile kurtarmışlardı.

YÜZBAŞI ŞADİ BEY...

Mustafa Kemal Paşa'nın Bekirağa Bölüğü hapishanesine gidişlerini oradaki komutan muavini Yüzbaşı Şadi Bey'den haftalarca dinlemiştim. O günü de bana şöyle anlatmıştı: "...Koridorda ilerlerken bir an durdu... Etrafa baktı. Gözlerindeki ışıklar sanki bir başka parlamaya başlamıştı. Yumruklarını sıktı. Sonra birden yürümeye başladı. Çabuk adımlarla eski arkadaşlarına doğru giderken Cevat Abbas'a, her zaman bir hesap zamanı vardır dedi..."

SELAM HA AL İŞTE...

Zamanın hükümeti askerlere bir emir yayımlamıştı "Sokaklarda görülen yabancı zabitlere selam verilecek" denilmiş. Tünel'in girişinde Yüzbaşı Dayı Maksut yanında Kehribar Ali ile bir arkadaşını bekliyordu. O sırada bir Mehmetçik göründü. Tünel'in giriş kapısındaki İngiliz nöbetçi kolundaki çavuş işaretini gösterdi bozuk Türkçesi ile "Selam selam" diyordu. Mehmetçik (affınıza sığınırım) "Hastir" dedi. İngiliz çavuş Mehmetçiğe bir dipçik vurmuştu ki, Yüzbaşı Dayı Maksut Kehribar Ali'ye başı ile işareti verdi. Kehribar Ali Trablus kuşağından çıkardığı tabancasının kabzesi ile İngiliz çavuşun yüzüne öyle bir vurdu ki ses belki Yemen çöllerinden duyulur olsa gerekti... Sonra yürüyüp gittiler...

DAMAT FERİT VE İŞBİRLİKÇİ MATBUAT

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit, İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş olan İşbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Fırkası (partisi) ve işbirlikçi matbuat (basın) kendi tangolarını yapıyorlardı. İşbirlikçi matbuatın başta gelenleri arasında Alemdar Gazetesi de vardı. Ve Alemdar Gazetesi Bekirağa Bölüğü hapishanesindekiler için şöyle yazmıştı o gün: "...Sehpalar bu adamlara layık değildir. Koparılması gereken bu kafalar kütükler üzerinde kesilip günlerce ihanet taşında kalmalı..."

ZİYA GÖKALP VE HALİL PAŞA BİLE...

İşbirlikçi Alemdar Gazetesi'nin başları kütüklerde kesilmeli dedikleri arasında Ziya Bey (Gökalp), Savaş sırasında Irak'ta İngiliz Ordusu'nu komutanları ile birlikte esir alan Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa, Tevfik Rüştü (Aras), Yunus Nadi Bey ve cephelerde dövüşmüş komutanlar sonraları Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde önde yer alacak olanlar Cumhuriyet'in ilanı ardından önde görülecek bütün isimler vardı. İşbirlikçi matbuat bir yanda, vatansever matbuat öte yanda idi. Ama tarih sonunda işbirlikçiler için kararını vermişti... O işbirlikçiler tarihin şaşmaz kararının mahkumu olarak kalmışlardır hep...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Sürecek...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 06, 2011 4:05

Ve O Zamanlarda Yaşayanlar- Emperyalizme Karşı Vuruşanlar- Ve Onların Anlattıkları...

Mütareke yani Mondros sonrası esir İstanbul. İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş olan Hürriyet ve İtilaf Fıkrası (Partisi) artık emperyalist Düvel-i Muazzama devletleri desteklerini de arkasına "daha çok almış" esip gürlemekteydi. Kendisini destekleyen matbuatı (gazeteleri) de vardı. Bunlara karşı "vatanseverler"in matbuatı doğmuştu. Yunus Nadi Bey Yeni Gün'ü çıkarmakta, Necmeddin Sadak, Kazım Şinasi, Ali Naci gibi isimler zamanın Akşam Gazetesi'ni neşrediyorlardı. Falih Rıfkı (Atay) Yeni Mecmua'yı çıkarmaya başlamıştı. Yakup Kadri Bey, İkdam Gazetesi'nin ikinci sayfasında yazmaya başlamıştı. İşbirlikçi Ali Kemal ve hempaları bunların karşısındaydılar...

VAH Kİ İSTANBUL...

Aylarca dinlemiştim o zamanları hem de o zamanları yaşayanlardan. Galata kaynıyor, Beyoğlu Pera'da zamanın azınlıkları Hürriyet ve İtilafçı'larla birlikte yeni sahneleri ortaya koymaktaydılar. Türk İstanbul'un yüreği sızlıyordu. Payitah, geniş manası ile derin bir ruh çöküntüsü içindeydi. Türk mahallelerinde yaşayanlar, namuslu insanlar yoksulluktan, mücehverlerini Emniyet Sandığı'na rehin koyuyorlardı. Öyle bir çöküntü. Yabancı devletlerin büyükelçileri işbirlikçilerle birlikte ellerindeki imkanları "soygunlar için" kullanmaya başlamışlardı...

VE KONAKLAR...

İşgalci İngilizler azınlıklara kendi polis üniformalarını giydirmişlerdi. Bunlar gözlerine kestirdikleri konaklardan Türkleri dışarıya atıyor ve o konaklara yerleşiyorlardı. İşbirlikçi Damat Ferit Hükümeti'ndeki Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları "... Mağlup deyil miyiz, artık ne isterlerse yaparlar..." diyerek kendi zenginliklerini de yaratıyorlardı. O zamanları yaşayan İngiliz Subayı Arastrog hatıralarında şöyle yazacaktı: "İstanbul'da hayat günahkâr ve zevkli idi. Gazinolar eğlence doluydu. Vatanını düşünen azdı. Tokatlıyan da eğlenceler yapılıyordu..." (Geniş bilgi için bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

HANGİ MANDATERLİK?...

Vatanseverler teslim olmamış direnmekteydiler. İşbirlikçiler daha şimdiden "Hangi mandaterlik" tartışmasına, kavgasına girmişlerdi. Amerikan mandaterliği mi, İngiliz mandaterliği mi? Tek konuştukları buydu. Ve tabii vatanseverlerden hesap sorulması. Zaten işbirlikçi Damat Ferit çok zaman geçmeden "Nemrut Paşa Harp Divanı'nı" kurduracak ve büyük tevkifatlar başlayacaktı... Tarih akıp gidiyor, giderken de notlarını düşüyordu...

VE HAYDARPAŞA GARI...

Mustafa Kemal Paşa, Adana'daki, Toros Dağları'nın eteklerindeki karargahından Sadrazam İzzet Paşa'ya "Bu mütareke ahkamını kabul etmiyorum. Kendi karakterime uyanı yapacağım. İskenderun'a çıkacak düşman kuvvetlerine ateş açılması için orduma emir verdim" şifresini 7-8 Kasım 1918'de göndermişti. Onun için ordusunun başından alınmıştı. İstanbul'a dönüyordu. İstanbul inzibat komutanlarından Yüzbaşı Dayı Maksut Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gelmekte olduğunu arkadaşlarına gizliden bildirmiş ve ihanetçilere karşı da icab eden tertibatı aldırmıştı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA...

Doktor Fahri, Yüzbaşı Eczacı Celal, Tıbbiyeli Sırrı, birkaç arkadaşları Haydarpaşa Garı lokantasında Mustafa Kemal Paşa'nın gelişini beklemekteydiler ve "ne olacak?" diye konuşuyorlardı. Eczacı Celal şöyle bir doğruldu, sigarasından bir nefes çekti ve konuşmaya başladı: "...Bu işleri yapabilecek kim var? Kazım Paşa iyidir hoştur da bu işlerin üstesinden gelemez... Bu iş başka iştir. Ali Fuat Paşa desen iyi cephecidir ama bu iş şimdi artık yalnızca cephecilikle olmaz. Ver ona bir bülük İstanbul'un altından girsin üstünden çıksın. Lakin o iş ayrıdır. Fevzi Paşa da var ama, o olmaz... Bu işleri ancak Mustafa Kemal Paşa yapar..." Biraz sonra Mustafa Kemal Paşa'yı getiren tren gara girmiş ve Mustafa Kemal Paşa trenden inmişti... (Bak Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

PAYİTAHT ÜSTÜNE YÜRÜR GİBİ...

Ve o gün yaşananları yaşayanlardan dinlerken bana şöyle demişler: "Mustafa Kemal Paşa garda sanki Payitaht üstüne yürür gibiydi, o sırada Gar'da cepheden dönen askerler vardı. Onların önünden geçerken sanki ordusunu teftiş eder gibiydi... Ya o gözlerindeki kıvılcımlar... Evet Payitaht üstüne yürüyordu... Ve sanki son askerlerini peşine takmış yeni vuruşmalar gider gibiydi..." Bunları dinlemek hayatımın en heyecanlı günleri olmuştu. Ve bana bunları anlatanlar sanki o zamanları yeniden yaşar gibiydiler...

MİLLİ BAĞIMSIZLIK...

Aradan çok yıllar geçmişti. Belgesel kitaplarımdan birisi Altay Paşa belgeseli idi. Altay Paşa, Birinci Dünya Savaşı öncesini, zamanını, sonrasını, Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali, Cumhuriyet'in ilk zamanlarını ön kadrolarda yaşamıştı. Bana şöyle demiştir: "Atatürk'ün milli bağımsızlık meselesindeki hassasiyeti çok yüksekti. Milli bağımsızlık meselesinde sarsılmaz bir kıskançlığı vardı"...

KAF DAĞI'NDAKİ HAYAL...

Onlar zaman zaman tarihi konuşmuşlardı. Mütarekenin yani teslimiyetin ilk günleri. Ve işte öyle bir zamandan söz etmekteydiler. O sırada Doktor Fahri'nin gözü Tünel'in köşesindeki bir kuyumcu dükkanının vitrinindeki Yunan Başvekili Venizelos'un remine takıldı. Eli beline gitti. Yüzbaşı Celal elini tuttu, "Dur zamanı değildir hesaplaşma günü elbet gelir" dedi. sonra konuşuyorlardı. Doktor Fahri "Gelmesine gelir de gelmesini beklemek Kaf Dağı'ndaki Zümrüdü Anka'yı aramak gibi gelir bana" diyince Yüzbaşı Celal "Aramadık mı doktor, aradık. Turan'ı tam yaklayacaktık ki felek etti bize edeceğini, lakin yakalar mıydık, yakalayamaz mıydık meçhuldür, ama olsun yine de güzeldi..." sonra herkes evlerine doğru gitti. Düşüncelerinde şimdi ne olacak sorusu vardı. Umut gelip gelip Mustafa Kemal Paşa'ya yaslanıyordu...

VE İŞTE ANADOLU...

Emperyalizmin işgali başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa İstanbul teşkilatlanmasını tamamlamış kendisini Anadolu'ya tayin ettirmişti. Ve büyük tarihi hesaplaşmayı başlatacaktı. Emperyalizm Anadolu'yu kan gölüne çevirmişti. Ermenisi, Rum'u yabancı askerler üniformaları içinde emperyalist orduların emrinde Türklere saldırmaktaydılar. Yedi Düvel orduları Anadolu'nun parçalanması için vurmaktaydılar. İşbirlikçi kuruluşlar onlarla beraberdi... Ve lakin Mustafa Kemal Paşa tarihi hesaplaşma için Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmıştı...

VE ŞAİR DİYOR Kİ...

Büyük Taarruz başlayacaktı. Şair Nazım Kuvvayı Milliye destanında şöyle anlatmaktadır: "...Yüzbaşı sordu/ saat kaç/ Beş/ yarım saat sonra demek/ 9856 tüfek/ ve şöför Ahmet'in üç numrolu komyonetinden/ yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar/ bütün aletleriyle/ ve vatan uğrunda/ yani toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle/ Birinci ve İkinci ordular/ baskına hazırdılar/ Alacakaranlıkta, bir çınar dibinde/ beygirinin yanında duran/ sarkık bıyıklı suvari/ kısa çizmeleriyle atladı atına/ Nurettin Eşfak/ baktı saatine/ beş otuz/ Ve başladı topçu ateşiyle/ ve fecirle birlikte büyük taarruz..."

VE KEHRİBAR ALİ...

İstanbul'un namlı bıçkınlarından Kehribar Ali.. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a geldiğinde katılmıştı Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Kuvvası'na. Ve artık bıçkın Kehribar Ali hiç yanından ayırmadığı yadigar kehribar tesbihi ile birgün, gün ağarırken sevdalısının evinin önüne vardı.. Sevdalısı çıktı kapı önüne... Ve Kehribar Ali dedi ki "...Gayrı Anadolu'ya Mustafa Kemal Paşa'nın yanında gitmek zamanıdır... Gelir miyiz gelemez miyiz bilinmez ki..." Ve o sevdalısı Halam'ın komşusu idi... Ve bir daha haber alınamadı Kehribar Ali'den... Bıçkın Kehribar Ali kimbilir hangi cephede emperyalizmle vuruşurken şehit düşmüş kalmıştı, Vatan topraklarındaki meçhul kabrinde yatmaktadır şimdi... Ve de ilk zamanlarda Kuvvacıların vuruştukları Vatan dağlarında kimbilir kaç meçhul şehit kabri vardır... Onun için olsa gerek bizim el değmemiş Vatan dağlarının üzerine bazen geceleri bir mavi tül örter Yaratan... Ve böyle yaşanmış hatıralar... Ve de destanlar...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Dün ve Bugün...



Ergenekon ve "Yargısız İnfazcılar"- Emperyalizm ve İki Tarihsel Belge...

Ergenekon ve "Yargısız İnfazcılar"- Emperyalizm ve İki Tarihsel Belge- Vilayet-i Sitte ve Bugün- Peki Ya Köylümüz, İşçimiz, Yoksulluk Ne Oluyor?- Ve Jakoben Takım...

Köylünün, işçinin, memurun, sürünmekte olan emeklinin, giderek yoksullaşan kitlelerin dertleri, sorunları yine başka baharlara kalmıştır. Tarım ürünleri ithalatı karşısında "teslim olan Türk tarlalarının boynu büküktür. Yoksulluktan çocuğuna ilaç alamayan şöför vatandaşın boynu büküktür. Eh, endüstri zaten giderek yabancılaşma karşısında "milliliğinin üzerine örtülen şallar" altında kalmaktadır. Milli gelir dağılımı ne halllerdedir? Kimsenin umursadığı var mıdır? Aaaa şu soruyu unuttuk: Kimi vakıflara yabancılardan yapılan yardımlardan kimler istifade etmiştir? Ve şimdi "Ergenekon"un falanca "dalgası" mı meşguliyeti vardır.

1- SIRAM, SIRAM İNFAZCILAR...

"Ergenekon" iddianamesi ve yeni gözaltılar "sıram sıram yargısız infazcıları" tekrar ekranlara çıkartmaktadır. "Mal bulmuş mağribi gibi" Sıram sıram yargısız infazcılar ekranlarda "hem savcı hem hakimdirler" "iddialar"da kendilerinden "mahkum etmek de" onlardandır. "Hukuka" yeni elbiseler dikmekte, "cin bakışları ile ekranlarda" ne çok biliyorum dercesine kurum kurum kurumlanmaktadırlar. Şu işe bakınız Ergenekon'un kara kutusu diye adlandırılan kimliği meçhul Tuncay Güney'e gönderilen sorular. Bir başka adresin eline ulaşmıştır. O adres malumdur. Tuncay Güney de Kanada da yaptığı açıklamada "James Bond benim yanımda hiç birşeydir. demektedir" ve ilave etmektedir: "Bu oyunu yaşamımın sonuna kadar sürdüreceğim" Yorumunu siz yapınız.

2- "ÖZÜRCÜLER, FEDERASYONCULAR"...

"Ergenekon" iddianamesi ile ilgili dava sürmektedir. Kararı "mahkeme" verecektir. Yeni gözaltılar ile, eski gözaltılar ile ilgili iddianame henüz ortada yoktur. Ama bir bakıyorsunuz ki, 1- Kimi jakoben liberal takım, 2- Kimi federasyoncular, 3- Kimi "ulus devlet bitticilik" emperyalist şarkısına takılan, tarihsel yanılgı içindekiler, "Ergenekon"da hem savcı hem hakim gibi konuşup durmaktadırlar. 4- Tabii, "Ermeni kardeşlerinden özür dilemeciler de" kervanın dahiliyetinde ellerinden geleni yapmaktadırlar.

3- CEPHANE Mİ "SİLAH MI"?...

Kazılar başlamıştı ya. Kimi yayınlarda bu kazı "cephane" arayışı olarak takdim edilmiştir. "Cephane"nin askeri deyimi başkadır. Cephane demek kıtaları donatacak askeri silah ve mühimmat demektir. Kazalardan çıkan üç beş silaha" cephane demek" kamuoyunda başka algılamalar yaratmaya dönük hatalı beyanlardır.

4- YA DOKUNULMAZLIKLAR?...

AKP'li Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu yeni gözaltılarla ilgili olarak "herkese dokunulduğunu artık görülmektedir" demişti. Cumartesi günü bu sütunda "Evet herkese dokunulduğu görülmekte ise şu milletvekili dokunulmazlığını da kaldırın bakalım" demiştim. Eee hadi bakalım herkese dokunulsun. Neden kaldırılmaz ki şu milletvekili dokunulmazlığı. Geçmişte bu tartışmalar yapılırken denilmişti ki, "Canım o dokunulmazlık kalkar ise mesela bir savcı istedi mi bir milletvekilini düşünmeden çağırabilir" Eeee peki bu imtiyaz nedendir? Seçilmiş ise seçilmiştir. "Seçilmiş olmak" sanki tabu mudur?

5- MİLLİYETÇİLİK YASAK MI?

Milliyet Gazetesi yazarı meslekdaşımız Hasan Cemal, geçenlerde Türkiye'nin sorunları derken, "ulusalcılığı, milliyetçiliği" o sorunlar arasında saymıştı. Tabii kendi tarihi yanılgısı hatasıdır. Ama, öyle bir anlayış yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır ki "milliyetçilik, ulusçuluk, ulus ve milli devletçilik, üniter devlet yapısını savunmak" Sanki suç saydırıcaktır. Henüz suç saydıramamışlardır, ama, bunları "sorun" olarak takdimler de vardır. Hataya bakınız.

6- TARİH: 16 MART 1920...

Ah sen tarih. Hep kaydedersin. Tarih hep kaydetmiştir. Şimdi arşivimi açıp bakıyorum. Önümde 16 Mart 1920 tarihli bir belge. Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da emperyalizme karşı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmıştı. İşgal zamanıydı. Gün 16 Mart 1920'dir. Fransa, o zaman Büyük Britanya da denilen İngiltere'nin ve onların yanındaki İtalya'nın İstanbul'daki Yüksek Komiserleri" A.de France, J. de Robeck ve Maissa yayımladıkları protesto da şöyle demişlerdi: "Mustafa Kemal Paşa ile sözüm ona milli harekatın bütün idarecileri takbih (çirkin görme) ediniz" bazı şeyleri konuşurken tarihe iyi bakmak gerekmez mi?

7- EMPERYALİZM VE MİLLİLİK...

Emperyalizm ötedenberi Türkiye'deki, milliciliğe, kaynağını Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nden alan milliyetçiliğe, ulus ve milli devlete, üniter devlet yapısına hep karşı olmuştur. O siyasetleri, devam etmektedir. İktisadiyat bakımından "yeni kapitülasyonlar" peşindedirler. "Globalleşme şalını" Türkiye'nin de üzerine örterek bütün milli kaynaklara el koymak o siyasetleri dahilindedir. Türk milli tarımını çöktüreceklerdir ki, 70 milyonluk Türkiye kendi tarım ürünlerinin pazarı olsun. Milli endüstriyi çöktüreceklerdir ki, kendi endüstri malları 70 milyonluk Türkiye'de pazar bulsun, ya da kendileri Türkiye'nin endüstri hakimi olsunlar.

8- JAKOBENLERİN DİLİ...

Şimdi soru: Kimi ekranları fet eden kimi jakoben liberal takımın dilinde "milli sözünü" hiç duydunuz mu? Tersine kendi tarihi yanılgıları içinde durmadan, yeni müstemlekecilik olan "Globalleşme" dillerinden hiç düşmemektedir. Ne köylünün , ne işçinin, ne emeklinin, ne çökmekte olan milli endüstrinin sorunları onların dillerinde hiç ama hiç yoktur. "Satmak"tan başka bir şey olmayan tarihsel hatalı "özelleştirmeler"ise yine en şampiyonca dillerindedir. Zaten, Türkiye'nin "tarihsel hatalar ile" satılmadık nesi kalmıştır.

9- 30 EKİM 1918- VİLAYET-İ SİTTE

Şimdi dikkat: Birinci Dünya Savaşı sonunda emperyalizm Osmanlı devleti'ne "Mondros Teslimiyet Anlaşması'nı" imzalattırmıştı ya. İşte o anlaşmanın 24. Maddesi şöyle idi: "Altı vilayette "aslında Ermeni vilayeti" karışıklık zuhur eder ise bu vilayetleri işgal hakkını İtilaf Devletleri saklı tutarlar" peki savaştan çok önce başlayan zamanın Ermeni ayaklanmalarında ne denilmekteydi? Şöyle denilmiştir: "Vilayet-i Sitte Ermeni topraklarıdır"

10- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Emperyalizm Anadolu'da ayaklanmalar çıkartmıştı. Şimdiki zamana bakalım: "PKK tetikçi terör örgütü" öyle terör başınca mı kurulmuştur? Terörün başlangıcında o terörü siyaseten ve silah yardımı ile destekleyenler geçmişteki emperyalizmin bugünkü devamcıları olmamışlar mıdır? Olmuşlardır. Peki Şimdi 1- Ermeni Diasporası'nın dilinde hala "Vilayet-i Sitte"lafları ve "özür" talepleri yok mudur? Vardır. Peki şimdiki zamanda kimi DTP'lilerin ağzında "Kürdistan coğrafyası" sözü var mıdır? yok mudur? Vardır.

11- HADİ BAKALIM KONUŞUN...

Şimdi kimileri bu belgeler karşısında ne diyeceklerdir? Hadi Konuşun bakalım. Ne diyeceksiniz? Emperyalizmin tarihsel süreci hiç durmamıştır. Duracağı da yoktur. Dün neyse bugün de odur. Bütün bunlar olurken, "ulus devlet, milli devlet, üniter devlet" karşıtlığı ne olmaktadır? Avrupa Parlamentosu"ndan 7 kişilik heyetin Diyarbakır'a giderek orada Belediye başkanı Baydemir'in odasında "Buraya Kürdistan davanıza yardımcı olmaya geldik" ilanatları ne demektir?

12- SORU ŞUDUR?...

Peki bu ilanat ile Mondros'taki ve ondan evvel ki "Vilayet-i Sitte" arasında ne fark vardır? ekranlarda "federasyonculuk" tarihsel hatalı sözleri ile Avrupa Parlamentosu alinatı arasında hangi fark vardır? Çok bilmişlikle konuşup durulurken biraz tarihe bakmak gerekmemekte midir? Gerekmektedir, ama kim bakacak? Sadece "nabza göre şerbet vermek" varken kim bakacaktır tarihsel gerçeklere?

13- BÖYLE BİR ZAMAN...

Şimdi böyle bir zaman diliminden geçilmektedir. Ama tarih bütün bunları kaydetmektedir. Tarihin hafızası kuvvetlidir. Kaydettikleri de "unutkan zihilerde kalmasa bile" Tarihin şaşmaz kayıtlarında mevcuttur. Ve de silinmesi hiç mümkün değildir. Onun için de "tarih bunları kaydeder"diye düşünmek zamanıdır.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.





Emperyalizmin Eylül 1919 Talebi Şimdi De Gündemde...

Emperyalizmin Eylül 1919 Talebi Şimdi De Gündemde- Yargısız İnfazcılar- Kimi Aydınsalların Birleştikleri Siyaset...

"Ergenekon" iddianamesi'nin "ortaya çıkmasından önce" bazı yargısız infazcılar "Ergenekon terör Örgütü" tabirini kullanmaya başlamışlardır. İlk iddianamenin açıklanmasından önce o yargısız infazcılar hemencecik "sanki yargı adına" karar vermişlerdir. Öyle bir örgüt olduğu "henüz" iddia safhasındaydı, ama, o zamanlar kimileri yargı karar vermeden "iddiayı karara" dönüştürvermişlerdir. Ardından da bunun toplumda da kabul edilmesi için yazıp çizmeye başlamışlardı. Türk tarihinin tarihsel sürecindeki "Ergenekon" adının böyle bir iddianameye konulması işin başındaki yanlışlıktır. İlk zamanlarda buna karşı sesler yükselmişti. Ama bu sesler devam etmemiştir.

"SEN KAÇ NUMARASIN?"...

"Öyle bir yargısız infaz zamanı" yaşanmaktadır ki, kimileri ekranlarda "bir numara kim" sorularını ortaya koymakta ve onu de neredeyse "yargısız infazcı" edasıyla ortaya atıvermektedirler. Hatta, "Ben bunu savcıya söyledim" diyenlere de rastlanmaktadır. Hem savcı hem de hakim edası ile bunları söyleyenlere sormak gerekmektedir: "Siz yargısız infazcılık da kaç numarasınız?" Numaralamaya kalksak acaba kaça kadar çıkarlar? Say say bitmez...

YA TETİKÇİ TERÖR?...

Şimdi "Ergenekon iddianamesi" ve "gizli olması gereken soruşturmada ifadelerin bile yayımlanması öyle bir toz duman yaratmıştır ki sahi şu "emperyalizmin tetikçisi PKK terör örgütü ne oldu?" sorusunu bırakmaktadır. Emperyalizmin tetikçisi terör örgütü sanki sütre gerisindedir. Tetikçi başı da İmralı'dan avukatları vasıtasıyla açıklamalarını sürdürmüştür. Eh şimdi ona yeni bir mekan da yapılmaktadır. Herhalde keyfi yerindedir.

"AYDINSALLAR" VE PKK...

İşler ne hale gelmiştir. Şimdi bakınız, "Ergenekon" iddianamesi ve yeni gözaltılar sürerken kimi "aydınsallar" toplanmışlar ve bir açıklama yapmışlardır. Açıklamalarının bir yerinde "Türkiye'nin PKK realitesi ile yüzleşmesinin gerektiğini" söylemektedirler. Kalıcı çözüm için diyalog talep etmektedirler. Kiminle mi tabii ki PKK ile İş gele gele terör başının affına kadar gelir ise kimse şaşırmasın. Zaten bu yeni de değildir. Bazı açıklamaların satır aralarında bu da vardı.

VE ERMENİ "KARDEŞLERİ"...

"Kimi aydınsalların" açıklama imzasına bakıyorsunuz, bir de görülmektedir ki, "PKK realitesi ile yüzleşilsin" Aynı tabirler, uyduruk Ermeni soykırım iddiaları için de vardı. "Türkiye PKK realitesi ile yüzleşmeli" diyenler seçimlerde DTP'nin destekleneceğini de açıklamaktadırlar.

BU SIRADA "ABD'Lİ THİNK TANK"...

Şimdi şu tesadüfe bakınız: Seçimler yaklaşmaktadır. Ergenekon iddianamesi gündemin başına oturmuştur. TRT'nin altıncı kanalında TRT Şeş yayına girmiştir. Tam bu sırada Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konferedasyonu'nun Başkanı Meral'in davetlisi olarak ABD'li "düşünce kuruluşları"ndan olan Center For Stragetıc İnternational The Voodrow" mensupları Türkiye'ye gelmiştir. Ankara'da bir dizi temaslar yapmışlardır. Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmelerinde "Türkiye AB ilişkileri" gündemlerindedir. Rusya ile olan doğalgaz ilişkilerini de sormuşlardır. Hadi AB ile ilişkileri anladık da doğalgaz ilişkilerini araştırmak nedendir? Acaba daha hangi araştırmalarla meşguldürler?

TRT ŞEŞ VE AB...

Avrupa Birliği ötedenberi "etnik dillerin yayını" etnik dillerde eğitim peşine düşmüştü. "Etnik dilde yayın"da istediklerini elde etmişlerdir. Şimdi eğitimde de "resmi okullarda da etnik diller" eğitimi peşindedirler. E ama zaten YÖK Başkanı üniversitelerde de bunun olabileceğini açıklamıştı. Terörün yoğun olduğu dönemde Şam'da Talabani ile birlikte, bir açıklama yapan terör başı da televizyonda "Kürtçe yayın" taleplerini öteki talepleri arasına sokmuştu. "Bağımsızlık, olmaz ise federasyon" talepleri arasındaydı. "Aydınsallar"son açıklamalarında ne demektedirler? "Türkiye'nin PKK realitesi ile yüzleşmesi gerekmektedir" demektedirler.

ERGENEKON VE "FEDERASYON"...

"Ergenekon iddianamesi" tam sayfalar halindedir. Ve bu sıralarda bir televizyon ekranındaki söyleşi de birileri "Federasyondan" açıkça söz ederken TRT'nin "TRT Şeş"i yayına sokmasının ardından Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir kimi DTP'lilerin ağzındaki "Kürdistan" coğrafyasından söz etmiştir. Peki bu sözler ayrılıkçılık değil midir? Bu sözler Anayasa'nın "değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek" esasları dahilinde değil midir? Dahilindedir. Ama sonuç nedir?

ERGENEKON "DİYENLER"...

Şimdi kaç gündür bakıyorum. "Ergenekon üzerinde yargısız infaz yapanlarda" bu açıklamalara karşı "ses yoktur" Peki neden sessizdirler? "Ergenekon üzerinden yargısız infazlar yapanlar" bir bakıyorsunuz ki "Ermeni kardeşlerinden özür dilemeciliğe" de tam destek vermektedirler. "Ernekon üzerinden yargısız infaz yapanlar" bir bakıyorsunuz ki etnik siyasetin en önündedirler. Hazırlık soruşturmaları gizlidir ama, ifadeler, iddialar tam sayfa gündemdedir. Peki bu nasıl olmaktadır?

12 EYLÜL 1919...

"Teröre siyasi çözüm" Washington ve Brüksel talepleri idi. Tarihsel bir hata ile başlatılan TRT'daki "TRT Şeş" de ayna talepleri arasındaydı. Son zamanlarda ortaya çıkan Kürdistan coğrafyası sözü de gidip emperyalizmin başlattığı 1. Dünya Savaşı ve Anadolu'nun parçalanması siyasetine kadar uzanmaktadır. Şimdi tarihin belgesine bakalım: 12 Eylül 1919 günü zamanın emperyalizminin önde gelen isimlerinden Mr. M. Freser ile H.N. Churclll yaptıkları açıklamada Türkiye'nin "Kürdistan teşkiline karşı koymamasını" istemişlerdi.

EMPERYALİZM VE ZAMAN...

Şimdiki zamanda ne olmaktadır? İşte dillerde "Kürdistan Coğrafyası" işte dillerde yine uyduruk sözde Ermeni soykırım iddiaları. Türkiye'de tarihsel süreçte uyduruk Ermeni soykırım iddialarını kabul eden önde gelen tek isim, Mondros sonrası Sadrazam olan emperyalist devletlerin işbirlikçisi Damat Ferit'tir. Damatlığı da padişah damadı olmasından kaynaklanmaktadır. Hatta o kabul ardından emperyalist işgal devletlerinin talepleri ile kurulan "Nemrut Paşa Divan-ı Örfisi" Talat, Enver, Cemal paşaları gıyaplarında idama mahkum etmiştir.

BÖYLE BİR ZAMAN...

İktisadiyat perişan, köylü perişan, işçi, memur, emekli perişan, milli endüstri çökmekte, şimdiki emperyalizm yeni müstemleke arayışları içinde, Yoksulluk giderek artmakta. Çocuğuna ilaç alamayan şöför direksiyon başında ağlamakta. Milli Gelir dağılımı perişan. Peki söylermisiniz gündemde neler vardır? Bellidir. Öteki sorunlar "sütre gerisine çekilmiştir" Bu gidiş gidiş değildir.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.





Mondros Sonrası Emperyalizm ve Yandaşları

Mondros Sonrası Emperyalizm ve Yandaşları- Yargısız İnfazcılar- Şimdiki Zaman- TRT'deki Meczup...

Bir siyasi iktidar, kurumları kendi siyasetine göre düzenlemek vahim hatasına düşerse işte TRT'de bunlar tabii ki yaşanacaktı. Bu sütundaki yazılar sabahları saat 10'da gazeteye geçilmiş olur. Çünkü bizim gazete erken baskı özelliğindedir. Dünkü bu sütundaki "TRT'de Mahkeme" arabaşlıklı bölümü koyarken onca yıllık mesleki deneyim TRT 2'deki programın hangi tepkileri yaratacağını tahmin ettirmiştir. Beklediğim de olmuştur. TRT'nin geçmiş yıllarını da biliriz. Mesleki deneyimleri yüksek TRT genel müdürleri ile dostluklarımız olmuştur. Mesela TRT'cilerin halâ saygı ile andıkları Doğan Kasaroğlu. Mesela sadece TRT meselesi midir? Hayır değildir. Türkiye öyle bir hale getirilmiştir ki kimi ekranlardan artık "Federasyon"culuk bile gündeme getirilmektedir.

1- FEDERASYONCU ZAT...

Siz şu hale bakınız. Perşembe gecesi bir ekranda o "Federasyoncu" zat bu defa dolaylı olarak TSK'ni eleştirmekteydi. Hale bakınız. Bin defa bu hallere bakınız. Yüzbin defa bakınız. Kimi ağızlar rastgele konuşup durmaktadırlar. Kimi ağızlar, kimi yargısız infazcılar kendilerini savcı ve yargıç yerine koyarak "Ergenekon İddianamesi'ni" karara bağlayıvermektedirler. Bu nasıl bir gidiştir?

2- "TERÖR ÖRGÜTÜ" İMİŞ...

Savcılık iddiası nedir? Şöyledir: "Ergenekon terör örgütü iddiası". Hukuken öyle olması gerekmektedir. Ama, kimi ağızlarda "iddia" ortadan kaldırılmış, sanki yargı karar vermiştir gibi doğrudan "Terör örgütü" tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Hukuk, sanki bunu söyleyenlere bu yetkiyi vermiştir. Hukuk ilkeleri tahribatlarla karşı karşıyadır. Ama kim bakacak bunlara. Kim dur diyecektir?

3- ERGENEKON "APARTMANI"...

Bir ekranda genç bir televizyon muhabiri heyecanlı mı heyecanlı. Sabahın ilk saatlerinde başlayan bir haber sürmektedir. Haber şudur: "Aksaray'da Ergenekon isimli bir apartman önünde el bombası bulundu". Gördünüz mü olanı. Vay be. Akşam haberlerinde yine heyecanlı bir haber, o haberin devamıdır ve şöyledir: "Bu apartmanın da birinci katı yok". Hani "Ergenekon'un birinci ismi kim" sorusu ortaya atılmıştır ya. Acaba o bombayı o apartmanın adını seçerek oraya kim koymuştur? İşte size bir soru.

4- VE İŞSİZ SAYISI...

Ekonomi haberleri verilmektedir. 1- Eylül ayında işsizlik yüzde 10.9'a yükselmiştir. 2- Resmi rakamlara göre 2 milyon 687 bin kişi işsizdir. Bu işin resmi rakamıdır. Bunu en azından üçle çarpınız. 3- İşsizlik maaşı başvurusu yüzde 473 artmıştır. Ama, bunlar üçüncü sınıf haberler arasındadır. Kimin umurundadır bunlar. kimin umurundadır çocuğuna ilaç parası bulamayan şöför. Kimin umurundadır emeklinin hali. Kimin umurundadır esnafın perişanlığı. Kimin umurundadır memur, Türk köylüsü, işçisi. Ergenekon var ya.

5- "KIBRIS" DEDİM, ÇIKTI...

Hatırlayınız geçen günü bu sütunda şunu yazmıştım. "...Şimdi Türk tarihinin adı bir soruşturmaya verilmiştir ya. Kıbrıs'ta Rumlar Türkleri katlederlerken, Türk Ordusu'ndan gönderilen bir albayımız orada Türk Mukavemet Teşkilatı'nı kurmuştu. O albayımızın kod adı Bozkurt'du. Şimdi ister misiniz o Bozkurt adından hareketle, Hristofyas ve Talat'ın anlaşmasından sonra KKTC'de de Bozkurt ve TMT soruşturması açılsın..." Perşembe akşamı bir ekranda çok bilmiş birisi Ergenekon'dan söz ederken "Kıbrıs'ın başına da bakmak lazım" demez mi?

6- FİRARİ Mİ, ARANAN MI?...

Ekranlarda gündüz gaberleri. Yukarıdan aşağıya bomba ve Ergenekon. O arada bir haber: "Firari emekli general yakalandı". Peki "aranan" neden denilmemiştir de "firari" tabiri kullanılmıştır? Kimisi belki bilmeden bunu böyle kullanmıştır.Ama "bilerek de firari" diyenler yok mudur? Vardır ki, hem de nasıl. Firari küçültücü sözdür.

7- PKK'YA ŞAL ÖRTMEK...

Şimdi ortalıkta emperyalizmin tetikçisi PKK terör örgütünden söz eden kalmış mıdır? Sanki onun üzerine şallar örtülmüştür. DTP'lilerin ağzında "Ergenekon" sözünden geçilmez olmuştur. Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir'in "TRT ŞEŞ'in" ardından söylediklerinin üzerine de şallar mı çekilmiştir acaba? Baydemir "TRT ŞEŞ bunca mücadeleden sonra kabul ettirildi. Şimdi artık başka şeyleri söylemeyi de kabul edecekler" demişti. Kasdı, yine kimi DTP'lilerin ağzındaki "Kürdistan coğrafyası" değil midir acaba?

8- TRT HESAP VEREMEZ...

Bir "ruh hastası" olduğu psikologlarca ifade edilen Tuncay Güney'in TRT ekranındaki ipe sapa gelmez sözleri "üç kişilik heyetce" acaip bir şekilde dikkate alınmıştır, onun da ötesinde "devletin ekranından" böylesine bir yayın "hangi mantığın eseridir?" Bunun adı habercilik falan da değildir. Diyelim ki vahim bir yanlıştır. Ama, bunu bile kabul ettirmek zordur.

9- BÜYÜK OYUN VE OYUNCULAR...

Asıl büyük oyun Türkiye üzerinde oynanmaktadır. Henüz yargı safhasında olan ve ikinci iddianamesi henüz ortaya çıkmamış bulunan Ergenekon davası "yargısız infazcılar için" sanki atlama taşı olmuştur. Kimileri "Şeyhlerinin kerameti kendilerinden menkulcesine" 1- Türk Ordusu karşıtlığını "şallar altında" sürdürmektedir. 2- Ulus devlet, milli devlet, üniter devlet yapısı üzerindeki tahribatçı gayretleri yine şallar altında sürdürülmektedir. 3- Cumhuriyet rejimi karşıtları yine "şeyhlerinin kerametinden menkul akılları" ile kendi tezgâhlarında kendi bezlerini dokumaktadırlar. 4- Bunların yanında etnik ayrılıkçı siyaset peşinde olanlar hepsi tam bir işbirliği içinde görülmektedirler.

10- "HÜRRİYET VE İTİLAF FIRKASI"...

"30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması"ndan önce İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş olan zamanın Hürriyet ve İtilaf Fırkası (Partisi), Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşı vaziyet almışlar, emperyalist devlet ile işbirliği içine girmişlerdi. Aralarında Amerikan mandası, İngiltere mandası isteyenler vardı ve "hangisi iyi olur" tartışmasını yapmaktaydılar. Millet içinde azınlıkta olan zamanın Kürt Tealicileri de "Kürdistan" peşindeydiler. Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları daha o zamanlar "milli devlet, ulus devlet ve Anadolu'da üniter bir devletin kurulması karşıtlığı içinde emperyalizm ile işbirliği de yapmaktaydılar. "Adem-i merkeziyetçilik" siyasetleri vardı.

11- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamanda sanki, "Hürriyet ve İtitlaf Fırkası mensupları" yeniden ortaya çıkmışlardır. Kimi "yargısız infazcılar"ın ağızlarına yine adem-i merkeziyetçilik vardır. Ulus ve milli devlet üniter devlet karşıtlıkları şallar altında ortaya atılmaktadır. Kimileri Washington siyasetleri, kimileri kayıtsız şartsız Brüksel teslimiyeti peşinde kendi oyunlarını oynamaktaydılar. Mondros sonrasındaki İngiliz mendaterliğinin yerini sanki şimdi "Brüksel mandaterliğinin almasını" istemektedirler. Ama tabii şallar altında. Eh zaten etnik siyaset peşinde olanların ağızlarında da Mondros sonrası gibi "Kürdistan coğrafyası" lafları dolaşıp durmaktadır.

12- "ZEYNEL ABİDİN HOCA EFENDİ"- DAMAT FERİT...

Mondros sonrası, Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlıları arasında Zeynel Abidin Hoca Efendi de vardı. Zeynel Abidin Hoca Efendi Saray ve Padişah'a yakındı. Damat Ferit'in sadrazam olmasında da önemli payı olmuştu. Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşı çıkartılan 16 iç ayaklanma sırasında o da "Bozkır ayaklanmasını" çıkartmıştı. Türk Ordusu hem emperyalist devletlerin orduları hem de bunlarla savaştı. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti o kadar kolay kurulmamıştı. Şimdi de emperyalizm Türkiye üzerinde yeni siyasetler peşindedir. Etnik kışkırtıcılık o siyasetlerinin bir parçasıdır. Bozkır ayaklandırmasının birincisi 27 Eylül 1919'da çıkarılmış 6 Ekim 1919'a kadar sürmüştü. İkincisi 8 Ekim 1919'da çıkarılmış 4 Kasım 1919'da bastırılmıştı. Her ikisinde de milletin kutsal din duygularının siyaseten kullanılması vardı.

13- EYLÜL 1919 RÜYALARI...

Hele bakınız. Türkiye'de halâ Eylül 1919 yılı rüyaları kuranlar vardır. Ama, tabii emperyalizmin siyaseti o rüyaları görmelerinin bir nedeni olsa gerektir. Baksanıza, Eylül 1919'da zamanın önde gelen emperyalist devletleri bilmem kaçıncı defa "Kürdistan siyasetini" ortaya atmışlardı. Dileyen istediği rüyayı görür de sonra sükut-u hayale uğramasın.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



Esir İstanbul Zamanları ve Bizim İnsanlarımız ve "Vatan" Sevdası....

İstanbul'da teşkilatlanma çalışmalarını yapan Mustafa Kemal Paşa o gün akşam üzeri, İttihat ve Terakki'nin zamanın önde gelen isimlerinden Sapancalı Hakkı Bey ile Pera Palas Oteli salonlarında buluşmuşlardı. Tabii ki salonda yabancı devletlerin misyonlarının eşleri, İstanbul'a yeni gelmiş Fransız, İngiliz subaylarının eşleri ve İstanbul'un şık zarif kadınları da orada çaylarını içiyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, Sapancalı Hakkı Bey ile "çıkış yollarını" konuşuyordu. Talat, Enver Cemal Paşalar İstanbul'dan ayrılmışlardı... Onlar üzerine de konuştular. Mustafa Kemal Paşa Talat Paşa'ya hep saygı duymuş sonuna kadar da öyle sürmüştü... Enver ile çatışması vardı ama öyle kimilerinin uydurdukları gibi birbirlerinin aleyhinde hiç kötü söz söylememişlerdi. Cemal Paşa ile münasebetleri de aynı idi... Ve salondaki bütün yabancı kadınlar gözlerini sarı saçlı gözleri ışıklı paşadan ayıramıyorlardı...

DEMİR ÇEMBER...

Sapancalı Hakkı Bey ile Mustafa Kemal Paşa bir süre sonra otelden çıktılar. Tam vedalaşmaktaydılar ki, birden birkaç sarhoş Rum'un nara atarak oradan geçtiklerini gördüler. azınlıklar sokaklarda sarhoş , sarhoş "bizim İstanbul" diye naralar atmaktaydırlar. İşte ne olduysa oldu, Mustafa Kemal Paşa ile Sapancalı Hakkı Bey'in etraflarında sanki demirden bir çember örülüverdi. O çemberi örenler İnzibat komutanı Yüzbaşı Dayı Maksut'un adamları ve Teşkilat-ı Mahsusacılardı. Sanmışlardı ki sarhoş o mümayişçiler sarhoş taklidi ile Mustafa Kemal Paşa ve Sapancalı Hakkı Bey'e yaklaşmak ve bir suikast yapmak istiyorlar...

Çünkü, bir yanda emperyalistlerle işbirliği içinde olan İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş bulunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (partisi) mensupları vardı. Mustafa Kemal Paşa'nın aleyhinde İngiliz sefareti ile birlikte bazı tezgahlarda bazı bezler dokumak istiyorlardı. Öteyanda Zeynel Abidin Hoca Efendi ve şükrekası "Mustafa Kemal Paşa da tevkif edilmeli diye" kapı kapı dolaşmaktaydılar. O sıralarda işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit bütün vatanseverleri tevkif ettirip Bekirağa bölüğü hapishanesine koydurmaktaydı...

"YOK BİR ŞEY"...

Sapancalı Hakkı Bey, demir çemberin başındaki Dayı Maksut'u yanina çağırdı. Dayı Maksut'u Mustafa Kemal Paşa da tanırdı. Sapancalı Hakkı Dayı Maksut'a o kendisine özgü otoritesi ile "Yok birşey" dedi. Mustafa Kemal Paşa Dayı Maksut'a hatırını sordu. Sonra Sapancalı Hakkı Bey ile ayrıldılar. Demir Çember'in mensuplarının bir kısmı Sapancalı Hakkı Bey'i öteki kısmı Mustafa Kemal Paşa'yı uzaktan taaa evlerinin kapısına kadar izlediler... Esir İstanbul'da başka da çare yoktu... Mustafa Kemal Paşa ile Sapancalı Hakkı Bey'in bu ikinci buluşmaları idi.

ÇELİK MİĞFERLER...

Savaş sırasında İttihat ve Terakki'nin kurduğu "Hücum taburu" vardı Bunlara "Çelik miğferliler" denilmişti. Başlarındaki isim Yüzbaşı Yeni bahçeli Şükrü Beydi. O tabur bugünkü özel komanda birlikleri gibiydi. Yenibahçeli Şükrü, Sapancalı Hakkı Bey ve Mustafa Kemal Paşa ile daha önce buluşmuştu. Ve o buluşma sırasında bir Saray darbesinden söz etmişti, Ama, Mustafa Kemal Paşa'nın aklında Anadolu'ya geçip o büyük ve muhteşem savaşı başlatmak vardı. Yenibahçeli'ye "Öyle olmaz... Benden haber almadıkça hareket etmek yok" emrini vermiş ve sonra da Yenibahçeli'yi Gebze Boğazı'nı tutmak için vazifelendirmişti. İleride bütün vatanseverler Anadolu'ya o yoldan kaçırılacaktı. (Bak Taylan Sorgun. Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

GÜMÜŞ KABZE REŞİT...

Esir İstanbul kaynıyordu. Sokaklarda emperyalist devletlerin bayrakları, subayları ve askerleri... Sokaklarda azınlıkların mumayişleri, Türklere saldırmaları... İşbirlikçilerin işgal devletleri komiserleri ile pis ve aşağılık ticaret pazarlıkları... Hepsi yan yana...Bir akşam hava henüz kararmış, sokak lambaları yeni yanmıştı. Fesini kaşının üzerine yıkmış İstanbul bıçkını "Gümüş Kabze Reşit" Galatasaray'ın köşesinde bir İngiliz subayına rastlandı. İngiliz komutanın yanında İki İngiliz askeri vardı.

"ONUN NAMI ODUR"...

Ne oldu, neden oldu bilinmez ama, Gümüş Kabze Reşit'in birden bir elinde bir pırıl pırıl hançer, öteki elinde kabzesi pırıl pırıl bir toplu tabanca görülüverdi. Daha göz açıp kapamadan İngiliz subayının ğöğsünden kanlar akmaya başlamıştı. Ardından bir silah tarakkası ve Gümüş Kabze Reşit birden merakla yığılan kabalığın arkasından kayboldu... Sapancalı Hakkı Bey zaman zaman buluştuğu Dayı Maksut'a bu işi sordu. Şu cevabı aldı: "Onun namı odur. Bir gümüşçüye gider hem hançerini hem de silahının kabzesini parlattırır. Şimdi bizim teşkilata dahildir. Takip işleri yapar.

"VUR YÜREĞİME KURŞUNU"...

Teşkilatta emir almadan birşey yapılmazdı. Dayı Maksut, Gümüş Kabze Reşit'e o işi neden yaptığını sormuştu. Ve Gümüş Kabze Reşit şöyle dedi: "...Yüzbaşım sen vur yüreğimin taaa şurasına kurşunu kanım helaldir. Bizim bıçkınlığımız rezil takımınadır. E peki bu memleket bizim mi bizim... Öyle ise şu İngilizi mingilizi ne gezer burada o hadise olduğunda kötü bakmışlardı... dayanamadım... Üstelik ne gezer bunlar bizim memlekette... İşte bunlar da rezil takımındandır..." O sırada Dayı Maksut'un yanında bulunan Binbaşı Salih Bey, Gümüş Kabze Reşit gittikten sonra tek bir şey söyledi: "Vatan evladı"... Bu sözler o zamanlar sanki bir parola olmuştu... İstanbul teşkilatlanıyordu. Mustafa Kemal Paşa İstanbul Kuvvası'nı kurduruyordu... Başındakilerden birisi Yüzbaşı Dayı Maksut'tu...

DİYARBAKIR'DAN HABER...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul teşkilatlanmasını yaperken elini başka yerlere doğru da uzatmıştı. İttihat ve Terakki zamanında Diyarbakır'da İttihat ve Terakki'nin de şubesi vardı. Başında da Ziya Bey (Gökalp) bulunuyordu. Ziya Bey daha sonra İstanbul'a gelmiş yerine bir başkası geçmişti. İşgal günleriydi... Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu'ya geçmemişti. Diyarbakır'dan bir haber ulaştı. Şöyle deniliyordu: "Diyarbakır'da İtilaf Devletleri'ne (işgal devletleri) Bağlı subaylar ve entelijansya Ermenistan ve Kürdistan için faaliyetler...) Mustafa Kemal Paşa şu cevabı gönderdi "...Hesaplaşılacaktır. Bekleyiniz...." (Bak: Taylan Sorgun Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

İSTANBUL KUVVASI...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul Kuvvası'nın kuruluşunu tamamlatmıştı. Harbiye Nezareti'ndeki genç savaş subayları, cephelerden dönmüş savaş subayları o teşkilata dahil olmuşlardı. Zamanı gelince de Anadolu'ya geçeceklerdi. Fakat, Mustafa Kemal Paşa'nın büyük stratejisini henüz tam olarak bilmiyorlardı. Zaten bilinemezdi. Ve de sorulamazdı. Tek bildikleri şey "Mustafa Kemal Paşa'nın birşey yapacağı" idi. Ve umutları da oydu... Kehribar Ali, Gümüş Kabze Reşit gibi isimler de artık bıçkınlığı bir yana koymuşlar ve sadece "Vatan" demekteydiler...

BİZİM İNSANLARIMIZ...

Şair Nazım'ın Kuvva Destanı'ndaki, kendisine emanet silahları takası ile Anadolu'ya kaçırırken Kerempe Feneri önünde" emaneti acaba yerine ulaştırabilecekmiyiz, diye düşünen Arhavil'i İsmail bizim insanımızdı. Şair Nazım'ın anlattığı, üç nümrolu kamyonu ile cepheye cephane taşırken kamyonunun patlayan lastiğinin içine üzerindeki elbiselerini doldurarak yola devam eden Süleymaniyeli şöför Ahmet bizim insanımızdı. Cephedeki sarkık bıyıklı süvari bizim insanımızdı. Yedek subay Eşfak bizim insanımızdı... Sevdalısına "artık Anadolu zamanıdır" diye veda eden bıçkın Kehribar Ali bizim insanımızdı... Gümüş Kabze Reşit bizimdi. Ve daha niceleri, bilinmeyen kabirlerinde yatan Kuvvacılar bizim insanımızdı...

DEMİŞTİ Kİ ŞAİR...

Ve Şair Nazım Kuvva destanında demişti ki, "Uzak Asya'dan dörtnala gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim..." Ve Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Büyük Taarruz sonrasındaki durumu şöyle anlatmıştı Şair, "...Sonra sonra 9 Eylül'de İzmir'e girdik / Kayserili bir nefer/ yanan şehrin kızıltısı içinden gelip/ öfkeden, seviçten, ümitten ağlıya ağlıya/ Güney'den Kuzey'e/ Doğu'dan Batı'ya/ Türk Halkıyla beraber/ seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i"... Ve ol destanların bir kısmı böyledir... Sakın üstümüze gelme emperyalizm dün de tekin değildik, bugün de tekin değilizdir... Bilesin dedik...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.





Ve Onlar Ateş Çemberlerini İhanetleri Gördüler- Havva Sokak Karargahı- İhanetlerle Soğuşmak...


1919 yılı mayıs ayının ilk günleri esir İstanbul sokakları yine o bilinen günlerini yaşıyordu. Ve gece gelmiş İstanbul sokaklarının solgun fenerleri yanmıştı. Albay Bekir Sami Bey Beyoğlu Havva Sokağa girdi. Üzerinde üniforması yoktu. Sivil giyinmişti. O sokağa o zamanki tabirle "şaşırtmalar vererek" girdi. Çünkü, gittiği yer Mustafa Kemal Paşa'nın çok özel görüşmeler yaptığı Havva Sokak'taki Salih Fansa'nın eviydi... Bekir Sami Bey bu eve giderken "şaşırtma vermişti" çünkü o da İngiliz İstihtabatının takibi altında olanlardandı. Daha doğrusu emperyalist işgalci Düvel-i Muazzama devletlerinin bütün gizli servisleri Türk Ordusu'nun sağlam subaylarını izlemekteydiler...

MASADAKİ HARİTA...

Cephelerde savaşmış, ateş çemberlerinden geçmiş Bekir Sami Bey biraz sonra Salih Fansa'nın evinde, Mustafa Kemal Paşa ile birlikteydi. Masanın üzerinde bir harita vardı. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçmek için yaptığı hazırlıkların sonuna doğru gelmeye başlamıştı. Albay Bekir Sami Bey ile Mustafa Kemal Paşa harita üzerinde uzun uzun konuştular. Bekir Sami Bey, Bandırma, Manisa hattında birşeyler yapabileceğini söyledi. Çünkü o havalilerde yakınlıkları olanlar vardı.

MAYIS AYININ SON ZAMANI...

Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezareti'ndeki arkadaşları vasıtasıyla Anadolu'ya geçmenin çaresini bulmuştu. 16 Mayıs günü Samsun'a hareket etti.. Aradan birkaç gün geçmişti. Harbiye Nezareti'ndeki Şevket Turgut Paşa'nın odasında Albay Bekir Sami Bey ile, Şevket Turgut Paşa kısa bir konuşma yaptılar. Albay Bekir Sami Bey artık zaman geldiğini söylemişti. Ve Şevket Turgut Paşa ile vedalaşırken "bir büyük yolun" adımlarını atıyordu... Gün 20 ya da 21 Mayıs'tı. Albay Bekir Sami Bey Bandırma iskelesinde vapurdan indi. Yanında yaverleri vardı.

"YOLUMUZ AÇIK OLSUN"...

Albay Bekir Sami Bey'in Bandırma iskelesine çıktığı günün gecesi Yüzbaşı Tahsin, Yüzbaşı Eczacı Celal, Albay Mümtaz İstanbul Kuvvası'nın Üsküdar'daki merkezinde bir araya gelmişlerdi. Biraz sonra Yüzbaşı Dayı Maksut ile Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü de çıkageldiler. Yüzbaşı Dayı Maksut "Mustafa Kemal Paşa'yı uğurlamıştık, Bekir Sami Bey de Bandırma'ya varmıştır... Allah yolumuzu açık etsin. Bakalım felek ne edecek... Mustafa Kemal Paşa Bekir Sami Bey ile konuşmuştu... Sanıyorum başlıyoruz... Az zaman kaldı... Biz de Anadolu yolları görülecek artık" dedi...

"KEMANEN NEREDE?"...

Dayı Maksut ve Yüzbaşı Tahsin toplantıdan sonra İstanbul yakasına geçtiler. Tokatlıyan civarında işleri vardı... Caddelerde emperyalizmin bayrakları çatılardan aşağı sarkmaktaydı... İstanbul bıçkınlarından Selvi Hikmet biraz eğlenmiş bir başka bıçkın arkadaşı ile keyiflice yürürken birden karşısında Yüzbaşı Dayı Maksut'u gördü... Bıçkınlar Dayı Maksut'un namını bilir ve çekinirlerdi... Dayı Maksut, Selvi Hikmet'e "...Bir kemanen noksan... Ne bu rezillik... Görmez misin şu bayrakları da keyiflice dolaşırsın sokakta..." dedi. Bıçkın Selvi Hikmet uzun boyu ve dik yürüyüşü ile o namı almıştı... Dayı Maksut, öyle diyince kızardı... Ertesi günü gidip Dayı Meksut'u buldu... "Günahım vardır... Anlayamamıştık... Sayki yanlışızdır... Amma velakin artık emrin neyse o olur... Memleket ne emrederse, ne emredersen o olur" tekmilini verdi... Ve sorgu sual... Selvi Hikmet Çengelköy Kuvvası'na yazdırıldı...

TRENLER VE RUM MEMURLAR...

Ege ve çevresindeki trenlerde artık Rum memurlar yeni üniformalarını giydiler. İstansyonlara Yunan bayrakları asıldı. Albay Bekir Sami Bey'in yanında Köprülü Albay Kazım Bey de vardı. Kazım Bey Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde paşalık rütbesini ateş çemberleri altında omuzlarına koyacaktı. Sonra zamanda Meclis Başkanı olacaktı.. Bekir Sami Bey ve yanındakiler teşkilatlanma çalışmaları yapa yapa Manisa'ya varmışlardı...

İŞBİRLİKÇİLER...

İşbirlikçiler her zaman olmuştu. Hep vardırlar. Bekir Sami Bey, Manisa'da da işbirlikçileri gördü. Bazı zenginler Rum zenginlerle işbirliği içinde kendi çıkarlarının peşine düşmüşlerdi... Ve Manisa çok zaman geçmeden bir katliamı yaşamaya başlayacaktı. Şehirde İngiliz ve Fransızlar vardı. Bekir Sami Bey ve arkadaşları Akhisar'a hareket etmişlerdi.. Kalpaklı Kuvvacı Yazar Falih Rıfkı (Atay) Anadolu yollarına düşmüştü. Manisa'da idi... Ve Manisa yanıyordu... Hükümet konağı balkonundaki Yunanlı subay aşağıdaki Yunanlı askere emir veriyordu: "...Bak şu kıpırdıyor, bir süngü daha vur..." Ve Falih Rıfkı birkaç gün sonra bu katliamı ve Manisa'nın yanışını yazacaktı...

HÜRRİYET VE İTİLAFÇILAR...

İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş bulunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (partisi) emperyalist Düvel-i Muazzama devletleri ile işbirliği içine girmişti. Eh işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit hükümetinde de yer almışlardı. Keyifleri yerindeydi artık... Bekir Sami Bey, Manisa'dan Akhisar'a geçtikten sonra bunları da gördü. Hürriyet ve İtilafçılar "Millici" teşkilatlanma için "...Bunlar padişahımıza kafa tutuyorlar... Düvel-i Muazzamayı kızdırıyorlar... Artık sulh zamanıdır... Koca Düvel-i Muazzama karşısında durulmaz... İşimize gücümüze, sizin ticaretinize mani oluyorlar..." diye bütün alçak ihanetlerini döküp saçmaktaydılar...

PAŞA KAPISI'NDA İKİ SİLAH...

O zamanlar insanlar, subaylar doğdukları yerle anılmaktaydılar... Tıbbiye mezunu Ayazma Sırrı Bey, Üsküdar Kuvvası'nda idi... Üsküdar Kuvvası'nda gece toplantısı yapıldı. Ve Paşakapısı civarında bir iş yapılacaktı ki, Üsküdar'a ses verilsin... Yılgınlar ayağa kalksın... Bu ikincisi olacaktı. Dayı Maksut ile Doktor Fahri, Doktor Ayazma Sırrı'ya "Yanına Selvi Hikmet'i alsan iyi olur... Yenidir imtihandan geçer..." dediler... Selvi Hikmet'e habercilerle haber ulaştı...

AY IŞIĞI ALTINDA...

Ertesi gece ay ışığı da vardı... Lakin olsundu... Ayazma Sırrı yanında Selvi Hikmet Paşakapısı'na giden ağaçlıklı yolda Kuvva Pususu'na yattılar... Biraz sonra ilk gelen işgal devriyeleri geçiyordu... Ayazma Sırrı, Selvi Hikmet'e "Hadi bakalım ilk imtihan" dedi... Selvi Hikmet mavzeri doğrulttu... Ayazma Sırrı koca silahının namlusunu işgal devriyesine çevirdi... Ve Selvi Hikmet'e "Haydi" dedi... İki silahın namlusundan çıkan tarakka Üsküdar'da yankılandı... Ve iki Kuvvacı ağaçlar arasından sıyrılıp gittiler... Tabii ertesi günü işgal devletleri Komiserleri ayağa kalkmışlardı... Sadrazam'a demediklerini bırakmadılar...

ÜSKÜDAR UYANDI...

"Kuvva merkezi" ertesi günü adamlarını Üsküdar çarşısına gönderdiler... Bakalım neler oluyordu? Üsküdar çarşısında yüzler gülüyordu... Sanki harbi kazanmış gibisinden... Çünkü ilk yılgınlık öyle idi ki, herşey bitti sanmaktaydılar... Üsküdar çarşısında manifaturacı Kamil Bey İstanbul Kuvvası'na dahil olmuştu. Oralardaki halleri "merkeze" rapor etmekteydi. Birden dükkanına o tiksindiği herif girdi. "Duydunuz mu gece olanı. Bunlar ne yapıyorlar... Bu nasıl iş... Başımıza ne geliyorsa bunlar yüzünden geliyor..." diye atıp tuttu. Ertesi akşam manifaturacı Kamil Bey merkezde olanı anlatırken oldukça memnundu...

GEBZE BOĞAZI...

Artık Anadolu'ya geçiş zamanları gelmişti... Mustafa Kemal Paşa Ankara'da idi... Daha 1918 yılı kasım ayında Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü Bey'e tutturduğu Gebze Boğazı'ndan Anadolu'ya geçişler başlamıştı... Yüzbaşı Yenibahçeli'nin adamları Kocaeli sınırına kadar gidenlerin yaynında oluyorlar sonra vazifeyi Kocaeli Kuvvası devralıyordu. Ve artık Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmıştı Mustafa Kemal Paşa... Emperyalizm dersini alacaktı...

ŞABAN REİS'İN TAKASI...

Ve tam o sıralardaki vaziyeti şöyle anlatır Şair Nazım: "...Şaban Reis'in beş tonluk takası/ Kerempe Feneri'nin yirmi mil açığında/ gecenin karanlığında/ dalgalar minare boyundaydılar/ ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu/ Rüzgar/ Yıldız-poyraz" İngiliz torpidosu Şaban Reis'in silah yüklü teknesini batırmıştı. Ve şöyle devam eder Şair Nazım: "..Arhavili İsmail bu ölen teknedendi/ ve şimdi/ Kerempe Feneri'nin açığında, batan teknenin kayığında/ emaneti ile tek başınadır..." Ve Arnavili İsmail sormaktadır kendi kendine teknede makinalı tüfek kalmıştır ya, işte onu sormakta ve demektedir ki, "Emanetimizle varabilecek miyiz?/ Varamamış olamaz"...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.




Emperyalizm ve Şimdiki Zaman...

Emperyalizm ve Şimdiki Zaman- Ulus, Milli Devlet- Milli İktisadiyat- Ergenekon ve Yargısız İnfazcılar- Düşünmek Zamanı...

Yerel seçimler yaklaşırken "Ergenekon iddianamesi" ve yeni iddialar ile ilgili gözaltılar da sürmektedir. Şimdi hatırlayınız: Bu sütunda, "Ergenekon terör örgütü" denilemiyeceni, çünkü, yargının böyle bir kararı olmadığını başından beri yazıp durmuştum. Bu durum Silivri Mahkeme Heyeti'nce de karar bağlanmıştır. Mahkeme heyeti "terör örgütü ifadesinin ancak yargılama sonunda kullanılabileceğine" örgütün var olduğunu yönündeki ifadeler yerine "iddia olunan" tabirinin kullanılması gerektiğine hükmetmiştir. Böylece "yargısız infazın bir bölümü" ortadan kaldırılmıştır. Ama, yargısız infazcılar yine bildiklerini okumaktadırlar.

1- MUMCU'NUN ANILMASI...

Mesleğimizin değerli bir ismi Uğur Mumcu, bombalı bir saldırı sonucu katledilmişti. Geçtiğimiz cumartesi ve ve pazar günleri yapılan törenle anılmıştır. Uğur Mumcu antiemperyalist bir yazardı. yazılarında zaman zaman "Emperyalizmin yeni, Sevr siyasetinden" söz etmiştir. PKK terör örgütünün emperyalizmin bir siyaseti olduğunu da yine zaman zaman belirtmiştir. Şimdi önümde o tarihlerde yazdığım günlük yazılarım durmaktadır. Yeni emperyalizmin Türkiye üzerindeki siyasetleri de o yazılarda vardır.

2- KEMALİZM VE ZAMAN...

"Kemalizm" Siyasi ve iktisadi tam bağımsızlıktır. Emperyalizmin çıkardığı bölücü, müstemlekeci 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ne imzalattırılan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros ve ardından gelen "rezil Sevr" anlaşması sırasında Mustafa Kemal Paşa, Atatürk, Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlattığı vakit emperyalist devletlerin İstanbul'daki temsilcisi Yüksek Komiserler, merkezerine verdikleri raporlarda şöyle demişlerdi: "Anadolu'daki Kemalist milliyetçiler siyasi ve iktisadi tam bağımsızlık istemektedirler, bu da bizim siyasi, askeri, iktisadi menfaatlerimize aykırıdır"

3- KEMALİZM, ULUSALCILIK, MİLLİCİLİK...

Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali sonrasında Lozan'da yenilmiş emperyalist devletler mağlubiyetlerini kabul etmişlerdir. Ulus, milli devlet, üniter Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve siyasi, iktisadi adli, kapitülasyonlar da reddedilmiştir. Ancak emperyalizm bundan tabii ki hiç memnun olmamıştır. Şimdiki zamanlar ise "geçmişteki siyasetlerinin", peşindedirler.

4- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamanda ya da zamanlarda "kimi jakoben liberal takım, kimi çok aydınsalların" ağızlarında Kemalizmin esası olan milli devleti, ulus devleti üniter devlet yapısını suçlayıcı abuk sözler dolaşıp durmaktadır. "Yeni mütemlekecilik olan globalleşme" şampiyonluğu da öteki siyasetleridir. Ve ellerinden gelse, milli devletçiliği, ulusalcılığı, üniter devleti savunmayı, yeni kapitülasyonlara karşı çıkmayı "suç saydırmaya" kalkışacaklardır.

5- ERGENEKON VE TSK...

"İddialara dayalı soruşturmaya" Türk tarihinin bir büyük efsanesinin adı verilmiştir: Eregenekon. Bu tarihsel bir hata olmuştur. Bu soruşturmaya neden tarihsel bir hata ile bu isim verilmiştir, ve bu ismi kim koymuştur. Neden böyle bir tanımlama yapılmıştır? Cevabı hala açık değildir. Ama, özellikle TSK soruşturma ile ilgili açıklamalarında "Ergenekon" adını özellikle kullanmamaktadır. Bunun bir mesaj olduğunu da anlamak gerekmektedir.

6- "KÜRT SORUNU DA ÇÖZÜLÜRMÜŞ"...

Kimi ekranlarda emperyalizmin terörün ardından ortaya çıkardığı "Kürt sorunu icadiyatınden" söz edilmektedir. Geçtiğimiz akşam bir ekrandaki söyleşi de geçen söz aynen şudur: "... Ergenekon çözüldükten sonra Kürt sorunu da çözülecektir..." Ergenekon iddianamesi nedeni ile göz altına alınanlar, ulusalcı, milliyetçi, millici üniter devletçi olarak tanımlanmaktadırlar. Şimdi Ergenekon iddialarını böylesine yaklaştırmalar içinde göstermek hangi zihinsel siyasetin parçasıdır?

7- MÜSTEMLEKE SİYASETİ...

Türkiye'nin iktisadiyatı tarihsel hatalar ile sanki yerle bir olmaktadır. Zihinlerde yer etsin diye durmadan söylediğimiz, Milli Tarım, Milli Endüstri esasları artık kalmamıştır. Finansal yapı süratle yabancılaşırken, tarihsel hatalar ile yeni kapitülasyonları andıran iktisadi dış talepler de yerine getirilmektedir. Devletlerarası Yüksek Sermaye'nin temel siyasetlerinden birisi 70 milyonu aşan Türkiye'yi tam bir müstemleke iktisadiyatına itmek olarak karşımıza çıkmaktadır.

8- 20- 21 ŞUBAT 1923...

Emperyalizm Anadolu topraklarını bölüp parçalamak, parçaladığı yerlerde kendi hükümdarlığı altında devletler kurmak istemişti. İkinci siyaseti de tam bir müstemlekecilikti. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali sonucunda yenilmişlerdir. Birinci siyasetleri, Falih Rıfkı Atay'ın da o zamanlar yazdığı gibi "Türk'ün ateşten duvarına çarpmıştır" İkinci siyasetlerinde de başarılı olamamışlardı. Bakınız Cumhuriyet'in ilanına gidilirken Mustafa Kemal Paşa, Atatürk İzmir İktisat Kongresi'ni toplattırmıştı.

9- "HAYATİ VE MİLLİ GAYE"...

İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmasını Mustafa Kemal Paşa, Atatürk yapmıştı. Konuşmasına başlarken şöyle demiştir: "Aziz Türkiyemizin iktisadi esaslarını aramak ve bulmak gibi vatani, hayati ve milli bir mükaddes gaye için bugün burada toplanmış olan sizinlerin, halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut ve bahtiyarım. Şimdi üslubun özelliği ne bakınız. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmış, emperyalizme tarihi yenilgisini yaşatmış Atatürk "muhterem halk mümessisleri" demekte ve halka olan saygısını ifade etmektedir.

10- İKTİSAT VE MİLLİ GAYE...

1- Ulus ve milli devlet, üniter devlet esası, 2- Milli iktisadiyat. Milli iktisadiyat dahilinde endüstrileşme, yeni kapitülasyonlara esir olmama, milli tarım, milli endüstri, Cumhuriyet'in esaslarındadır. Hemen ardından Cumhuriyet'in milli endüstri hamleleri. Peki söylermisiniz, şimdiki zamanlarda 1- Milli endüstriden, milli tarımdan elde ne kalmıştır? 2- Endüstrileşme hareketinin neresindeyiz?

11- HEPSİ BİR ARADA...

Şimdiki zamanlarda neler olmaktadır? 1- Ulus devlet, milli devlet, üniter devlet, esası yeni emperyalizmin siyasetleri ile tam bir tahribat tehdidi ile karşı karşıyadır. 2- Cumhuriyet'in milli iktisat esasları tarihsel hatalar ile ortadan kalkmakta, yabancılaşma, yeni kapitülasyon iktisadiyatı hakimiyeti adım adım ilerlemektedir. Emperyalizmin iktisadiyata el koyan Duyun-u Umumiye idaresinden Cumhuriyet ile kurtulunmuştur, ama şimdilerde IMF kapıları yeniden çalınmaktadır.

12- VİLAYET-İ SİTTE'DEN SONRA...

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde, emperyalizmin Vilayet-i Sitte siyaseti vardı. Doğu Anadolu'daki altı vilayetimiz Ermenistan toprakları dahilinde gösterilmek istenilmiştir. Onun yanında Kürdistan siyaseti vardı. Doğu Anadolu'da Kürdistan kurmak emperyalizmin öteki siyaseti idi. Emperyalizm ikisinden de vazgeçmemiştir. Şimdi dikkat: Tarih 10 Mart 1994'dür. Avrupa Parlamentosu bir karar almıştır. Kararda "Doğu Anadolu'ya özerklik verilmesi" istenilmiştir. Daha sonra Diyarbakır'a giden 7 kişilik Avrupa Parlamentosu heyeti "Buraya Kürdistan davanıza yardımcı olmaya geldik" demişlerdir.

13- IRAK VE SEVR ANLAŞMASI...

Şimdi yine dikkat: "Irak'ın Kuzeyi'nde oluşturulan yapılanma" ardından "Irak Kürdistan'ı anayasası" ilan edilmiştir. O anayasada Sevr'in 62.. 63.. ve 64. maddesinden, yani self determinasyondan söz edilmiştir. Uğur Mumcu da yazılarında bu maddelerden hepimiz gibi söz etmişti. Irak'ın parçalanmasında Washington ile birlikte yer alan İngiltere ve zamanın emperyalizmi 1. Dünya Savaşı öncesinde bu haritayı çizmişlerdi. Emperyalizm bildiğini okumaktadır.

14- DÜŞÜNMEK ZAMANI...

Şimdi bu ahval ve şartlarda düşünmek zamanıdır. Düşünmek ve çareler aramak bulmak zamanıdır. İktisad-i milliye dönmek zamanıdır. Türk köylüsünü, Türk endüstrisini iktisaden ayağa kaldırmak zamanıdır. Ulus devlet, milli devlet, Üniter devlet esası üzerindeki emperyalist siyasetleri yeniden tarihin çöplüğüne atmak zamanıdır. Şimdi düşünüp kararı siz veriniz Birlik olmak zamanıdır. Geçmiş geçmişte kalmıştır.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş Mar 24, 2011 5:52


16 Mayıs 1919 Günü Bekirağa Bölüğü-
Ve Bir Haberden Sonraki Zaman- "Tehlikeye Saldırmak"...


30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'dan sonra işbirlikçi Sadrazam, Padişah damadı Damat Ferit, ne kadar vatansever varsa yazarından siyasetçisine, işgalci emperyalist devletlerin isteği ile kurdurduğu Nemrut Paşa Harp Divanı'nda hepsini tevkif ettirirek Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne kapattırılmıştı... Çoğu da İttihat ve Terakki mensupları idiler...

16 MAYIS 1919 TARİHİ...

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçmeden önce Bekirağa Bölüğü'ne giderek oradaki arkadaşlarını ziyaret etmiş saatlerce onlarla konuşmuştu. Son gittiğinde de aralarında Yunus Nadi Bey'in de bulunduğu arkadaşlarına "...Size haberler göndereceğim..." demişti. Zaten, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmek için fırsat aradığı da .................. bulunan o feleğin çemberinden geçmişlerce fısıltılar ile konuşulmaktaydı. Günlerden 16 Mayıs 1919 günü idi. Yüzbaşı Salih Bey, Bekirağa Bölüğü hapishanesine geldi. ve içerdekilerle konuştu. Salih Bey daha sonra cephelerde paşa rütbesine yükselecek ve artık Salih (Omurtak) paşa olacaktı...

TEVFİK RÜŞTÜ NE DEDİ?...

İçerdekilerin arasında Tevfik Rüştü Bey de vardı. Bekirağa Bölüğü'ndeki Yüzbaşı Sadi Bey içeriye Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun yoluna çıktığı haberini ulaştırdı. Tevfik Rüştü heyecanlanmıştı. Ve Birden döndü, arkadaşlarına şöyle dedi: "...Mustafa Kemal Paşa Samsun yoluna düşmüştür ya, bakın neler olacak. Bilirim Sarı Paşa'yı ... Sanmasınlar ki boş duracak... Yazın Tevfik Rüştü dediydi dersiniz..."

"TEHLİKEYE SALDIRIR"...

İttihatçıların "Küçük Efendi" dedikleri Kara Kemal Bey pos bıyıklarını parmakları ile tarayarak söze katıldı. "...Tevfik'in dediği doğrudur. Mustafa Kemal ağır başlıdır, göründüğünden de daha mühimdir. Talat Bey ile çok konuşmuştuk. Harbin sonuna doğru Enver'in yerine O'nu koyabilirmiyiz diye düşündük. Lakin kendisi bunu kabul etmedi. O ağırbaşlı halinin yanında benim gördüğüm bir vaziyeti vardır ki, teklikeye saldırmayı sever. Saldırmadan önce de düşünür. Lakin karar verdimi de dünya gelse durduramaz, caydıramaz..."

"DEVLETİ ÇEKİP ÇIKARIR"...

Etraftakiler, İttihat ve Terakki'nin bu ikinci adamını, Enver'in önünde izin almadan oturamadığı adamını dikkatle dinliyorlardı. Kara Kemal Bey konuşmasını sürdürdü. "...Bana soracak olursanız yangından devleti bizi çekip çıkaracak olan o'dur. Bakalım mevla ne eyler Dediklerimi aklınızda tutun..." Tevfik Rüştü, Kara Kemal Bey'in sözlerini doğruladı.... Ah zaman neler gösterecekti... Tevfik Rüştü de daha sonra Anadolu'ya kaçacak, ve sonraki zamanda Cumhuriyet hükümetlerinde bakan olacak, Kara Kemal ise o savaş yıllarında İlkin İstanbul Kuvvası ve Karakol Cemiyeti'ni yönetecekti...

YÜZBAŞI ŞADİ BEY...

Şimdi ben bunları nereden mi biliyorum... Bir gazeteci olarak yakın tarih belgeselimi hazırlarken, Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'da geçirdiği dönemi merak etmiştim. O belgeseli hazırlarken de Bekirağa Bölüğü Komutanı Yardımcısı Yüzbaşı Şadi Bey'i bulup günlerce konuştum. Aradan yıllar geçmişti... Bana bunları anlatan işte o Yüzbaşı Şadi Bey'dir. Fotoğrafları da arşivimde hala durmaktadır...

"SAĞ SALİM UĞURLANMIŞTIR"...

Adının başında Sipahi de olan Yüzbaşı Dayı Maksut kendi emrindekilerle Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında ama uzaktan bir demir çember oluşturmuştu. Çünkü, işgalcilerin istihbarat servisleri Mustafa Kemal Paşa'yı izliyorlardı. Ve tabii rezil emperyalist işbirlikçiler de onlarla beraberdiler. Yüzbaşı Dayı Maksut ve arkadaşları Mustafa Kemal Paşa'ya karşı bir suikast girişimi olur diye o demir çemberi örmüştü. Ama, Mustafa Kemal Paşa bunu bilmiyordu. Çünkü öyle şeyleri sevmezdi.



"İSTANBUL'A BAKIŞ"...

Mustafa Kemal Paşa'nın vapuru hareket edip gözden kaybolunca, Dayı Maksut'un adamları yeni işlerine koştular. Dayı Mahsut arkadaşlarına koştu. Ve dedi ki "...Sağ salim uğurlanmıştır, Mustafa Kemal Paşa... Allah yolunu açık, baktımızı iyi yazsın... ama hiç unutmayacağım rıhtımdan ayrılırken İstanbul'a bakışı sanki hesap soracağım der gibiydi... Galiba vurup yarıp geçeceğiz... Çok düşünceliydi, Kaşları bildiğimiz gibi çatıktı.... Hani o cephelerdeki gibi... Elinde sigarasını derin derin içine çekiyordu... İstanbul'a son bakışı hiç aklımdan çıkmaz..." Dayı Maksut'un arkadaşları, savaş subayları bu sözleri nefeslerini tutmuş dinliyorlardı... Yıllar sonra bunları bana Babam ve amcamı Tıbbiye'den tanıyan Doktor Fahri Bey o belgeseli hazırladığım günlerde anlatmıştı. Doktor Fahri Yenibahçeli Şükrü ile Gebze yolunu tutanlardandı...

GEBZE BOĞAZI YOLU...

Mustafa Kemal Paşa daha 1918 yılı bitmeden Yüzbaşı Yenibahçeli Şükrü ile çetesini ve Doktor Fahri'yi de onun yanında İstanbul Gebze'de o zaman Gebze Boğazı denilen yeri tutturmuştu. Ankara'ya geçişinden sonra da yoldan Anadolu'ya kaçışlar başlamıştı. Doktor Fahri, İsmet İnönü'nün Fevzi Paşa'nın (Mareşal Çakmak), Yunus Nadi Bey'in (Cumhuriyet Gazetesi kurucusu, kalpaklı Kuvvacı yazar), Adnan Bey'in (Adıvar), Halide Edip'in ve diğer hepsinin Kuvvacıların savaş subaylarının Anadolu'ya kaçışlarına şahit olmuştu... Hem de vazifeli olarak. Aradan yıllar geçmişti. Belgeselimi hazırlarken bunları dinlemiştim...

"O ARTIK GELSİN"...

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ankara'ya indikten sonra İstanbul Kuvvası'na şu şifre gelmişti: "...İsmet artık gelsin..." Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçmeden önce Harbiye Nezareti'nde görevli olan Albay İsmet Bey'le (İsmet Paşa) temas kurmuştu. Aralarında Anadolu'ya silah kaçırma işleri konuşulmuştu. Albay İsmet Bey o zaman Teşkilat-ı Mahsusa'nın da silahlarının sayımı komisyonunu da nezaret ediyordu. Öyle bir düzen kurulmuştu ki, Anadolu'ya kaçırılacak silahların sandıklarının üzerine küçük bir işaret konuluyordu ki, kaçırma sırasında yanlış sandık alınmasın. Çünkü o işaretli sandıklarda yeni silahlar vardı...

BİR KÜÇÜK VALİZ...

İstanbul Kuvvası Mustafa Kemal Paşa'dan gelen şifreyi alır almaz, Albay İsmet'e bildirdi. Ve gelen şifre şöyleydi: "Hemen ve vakit geçirmeden." Albay İsmet Bey, hemen Gebze yoluna düştü. Evine giden Kuvvacılar İsmet Bey'in istediklerini küçücük bir valize koyup Gebze'ye getirdiler... Ve o küçük valizli komutan sonradan "Garp Cephesi Komutanı" olacaktı. O İsmet Paşa idi...

İSTANBUL'A VEDA...

Artık Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa vardı. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatıyordu. Ve Dayı Maksut dahil kuvvacılar artık Anadolu yollarında idiler... Analara, babalara, çocuklara, sevgililere, eşlere veda zamanıydı... Ve de İstanbul'un eski bıçkını yeni Kuvvacı Kehribar Ali de sevdalısını gördü... "Artık zaman gelmiştir... Anadolu'ya gitmekteyiz... Ve artık buluşur muyuz bilemem..." demişti... Ve o sevdalı ve mahalleli Kehribar Ali'yi çoook beklediler... Lakin gelen olmayacaktı. Kehribar Ali kimbilir hangi birlikte ve hangi cephede şehit düşmüştü... Ahhh sen sevdalımız Vatan neler yaşadık...

İSTANBUL'DA BEYLER...

Şimdi bakalım Şaiz Nazım ne demiş Kuvva Destanı'nda. İşte bazı dizeler: "...İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar/ Türk halkından kesmişler umudu/ Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a/ Amerikan mandasına girelim diye.../...Fakat bu şekli kabul etmedi Erzurumlu/ Erzurum'un kışı zorludur balam/ buz tutar yiğitlerin bıyığı/ Erzurum'da kaskatı/ dimdik ölür adam/ kabullenemez yılgınlığı/ İstanbul'da hanımlar, beyler, paşalar/ tülperdeler/ apoletler, şişeler/ çıtı pıtı diller ve pamuk elleri/ ve biçare telgraf telleri"... Ama Erzurum Kongresi yapıldı. Orada tam istiklâl denildi... Ve Mustafa Kemal Paşa Gazi Paşa başlattı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni...



Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.






Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Hazırlık Günleri



Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Hazırlık Günleri- O Günlerden Kesitler- Ekrem Hayri Bey- Ve O Zamanlar...

Zamanın emperyalist Avrupa devletleri Osmanlı İmparatorluğu'na 30 Ekim 1918 günü Mondros Teslimiyet Anlaşması'nı İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı'nda imzalattırmışlardı. Tabii bütün ordu komutanlarına olduğu gibi, o tarihte Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa'ya da bu teslimiyet anlaşması gönderilmiş ve "buna uyulması" istenilmişti. O sırada Sadrazam, Ahmet İzzet Paşa idi. Mustafa Kemal Paşa'ya son gönderilen şifrelerden birisi 6.11.1334 (1918) tarih ve C. 781-782 numarasını taşımaktaydı.

O ANIN KARARI...

Mustafa Kemal Paşa'nın karargahı Adana'da Musul Palas otelinde idi. Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde kolordu komutanıydı. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde cephelerde paşalık rütbesini omuzlarına takacak olan Fahrettin Altay Paşa, ise o tarihte albay rütbesi ile Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeki bir başka kuvvetin komutanıydı. 7-8 Kasım 1918 günüdür. Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya "Bu teslimiyeti kabul etmiyorum. Kendi karekterime uyanı yapacağım"la biten şifresini gönderirken orada bulunanlar büyük bir sessizlik ve heyecan içindeydiler. Çünkü Mustafa Kemal Paşa o anda Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmaya karar vermişti.

O DÖNEMİN BELGESELİ...

Gazeteci olarak yakın tarihe ilgim vardı. Ama bunu daha çok ateşleyen Falih Rıfkı Atay olmuştur. Bedii Faik usta zamanın etkin gazetelerinden Dünya Gazetesi'nin sahibi, Falih Rıfkı Atay da başyazarı idi. Ben de gazetenin haber müdürü idim. Kafamda hep şu soru vardı: Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a geldikten sonra oturup durmuş muydu yoksa başka şeyler mi yapmıştı? İşte o dönemi yaşayanları bularak tek tek konuşmuş ve 30 Ekim 1918, 16 Mayıs 1919 tarihsel sürecini o yaşayanlardan dinlemiştim. Altay Paşa'nın belgeselini yazarken de yine o dönem bütün bilinmeyenleri önüme çıkmıştı. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları.)

TARİHİN ÖRTÜŞMELERİ..

Mustafa Kemal Paşa Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'yı iyi tanırdı. Çünkü, bazı cephelerde O'nun emrinde bulunmuştu. Kafkas, Doğu Cephesi'nde önce O'nun emrinde idi, sonra komutayı ondan devralmıştı. Şu tarihin cilvesine bakınız ki; Mondros sırasında Ahmet İzzet Paşa Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Komutanı idi. Ve aralarında tarihsel şifreler gidip geliyordu. (Şifrelerin tam metinleri için. Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü) Aslında Ahmet İzzet Paşa dürüst vatansever bir komutandı, ama tarih onu öyle bir makama da getirmişti. Zaten sadrazamlıkta bir ay kalmış Saray'ın işgal devletleri ile işbirliğini içine sindiremediği için istifa etmiş, köşesine çekilmişti...



Mustafa Kemal Paşa'nın, Atatürk'ün genç kurmaylığında İstanbul'daki Harbiye talebesi olduğu yıllar vardı. O zamanki genç nesil "devleti nasıl kurtaracağını" düşünüp durmuştu. İşte o zaman dilimi içinde henüz Mustafa Kemal olan Atatürk, Harbiye'de gizli bir teşkilat kurdu. Zaman "jurnalcilik" zamanıydı ve jurnal edilince Yıldız Sarayı'ndaki mahkemede yargılandı ve hapse gönderildi. Gönderildiği yer Bekirağa Mahpushanesi idi. Ve sonra Mustafa Kemal'in vatansever asker öğretmenleri devreye girdiler. Zamanın mektepler nazırı biraz da tehdit edici konuşmalar yaptılar. Ve Mustafa Kemal de zaten mektebi bitirmişti. Suriye Ordusu'na sürgün gitmesi şartı ile o hapishaneden kurtuldu ama aylarca da yatmıştı.

İKİNCİ KADER: BEKİRAĞA'YA GİDİŞ...

Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya Mondros Teslimiyet Anlaşmasına uymayacağını şifreledikten sonra ordusu lağvedilmiş ve 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a dönmüştü. O zaman dilimi içinde işbirlikçi Sazrazam Damat Ferit işbaşındaydı. İngilizlerin ve öteki işgal devletlerinin isteği ile Nemrut Paşa Harp Divanı'nı kurdurmuştu ve bütün vatanseverleri tevkif edilerek Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne konulmuşlardı.... Ve Mustafa Kemal Paşa bu eski arkadaşlarını zaman zaman ziyarete gitmeye başladı...

"BEN ZİNDANI DA BİLİRİM"...

Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'nde görevli komutan Albay Ali Bey idi. Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde bulunmuştu. Yardımcısı da Yüzbaşı Şadi idi. Yüzbaşı Şadi Bey ile o zamanları günlerce konuşmuştum... Mustafa Kemal Paşa birgün yine arkadaşlarını zayarete gitti. Koridorda dalgın yürüyordu... Bir ara durdu... Yanındakilere baktı... "...Ben buraları iyi bilirim... Şimdi şu kadere bakın Arkadaşlarımız burada ..." dedi...

Herkes o sırada Mustafa Kemal Paşa'nın gözlerindeki o insanın içine işleyen ışıltılarını gördüler... Ve Mustafa Kemal Paşa, "...Bununda hesabı gün gelir sorulur..." diyerek eski arkadaşları ile görüşme odasına gitti... İşte tarihin öteki örgüleri... Ben o günü Yüzbaşı Şadi'den yıllar sonra dinlerken tarihin bu örgüsü önünde düşünüp kalmıştım... Ve bir zaman sonra o mahpushanedekiler oradan kurtarılacak ve zaman içinde Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne katılacaklar, Cumhuriyet Hükümetleri içinde Millet Meclisi'nde vazife alacaklardı... (Bak Taylan Sorgun. Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

HARBİYE FISILTILARI...

Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'dan gönderdiği teslimiyeti kabul etmeyen şifreleri, Harbiye Nezareti'ndeki genç subaylar, kurmaylar arasında "fısıltı ile" konuşuluyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gelmesinin ardından duymaya başladıkları "gizli teşkilatlanma" onları daha çok umutlandırdı... Ve Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nezaretinde ne oluyorsa haber almaya başladı. Genç kurmaylar şöyle fısıldaşıyorlardı "...Mustafa Kemal durmaz, birşeyler yapacak mutlaka..."

HALİL PAŞA İLE GÖRÜŞME...

Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa Birinci Dünya Savaşı sırasında önemli işler yapmıştı. Irak'ta bir İngiliz Ordusu'nu komutanları ile birlikte esir almış, daha sonraki zamanda harbin sonuna doğru kuvvetlerinin başında Bakü'ye girmişti... Orada Ermenilerin can Azerbaycanlıları nasıl katlettiklerini görmüştü. Sokaklarda üst üstü yığılmış Türk dünyası insanlarının süngülenmiş ölüleri... Mustafa Kemal Paşa o sırada henüz tevkifi edilmemiş olan Halil Paşa'yı çağırtarak kendisi ile görüştü.

ARTIK EMRİNDEYİM...

Mustafa Kemal Paşa ile Halil Paşa'nın görüşmesi sırasında Mustafa Kemal Paşa sordu, "...Ne yapmayı düşünüyorsunuz bir karar verdiniz mi...?" Halil Paşa bir çete kurup dağlara çıkacağını söyleyince, Mustafa Kemal Paşa "...Öyle olmaz. Bu parsiyel (bölünmüş, kısmi) bir hareket olur... Benim düşündüğüm başkadır..." Halil Paşa zaten Mustafa Kemal Paşa'nın neler yapmak istediğini anlatmıştı. Tek bir cevap verdi işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit tarafından tutuklandırılarak Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne konuldu. İngilizler ölçülerini almışlardı. Ama, Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta iken Yüzbaşı Şadi Bey'e bir emir gönderdi. Halil Paşa Bekirağa Bölüğü'nden kaçırıldı. Ve Mustafa Kemal Paşa silah temini için Halil Paşa'yı Sovyet Rusya'ya gönderdi...

EKREM HAYRİ BEY...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da teşkilatlanmaya başlayınca Yüzbaşı Yenibahçeli Şükrü'ye Gebze Boğazı'nı tutturmuştu. O boğaz ileride Anadolu'ya kaçış yolu olacaktı. Yenibahçeli'nin yanına Doktor Fahri Bey'in verilmesi icab ediyordu. Ama bunu kimse anlamamalıydı. Çünkü, örtülü bir teşkilatlanma yaşanıyordu. O sırada İstanbul Sıhhiye Müdürü Ekrem Bey'di. Mustafa Kemal Paşa, geçmişte İttihat ve Terakki içinde çalışmış olan Ekrem Bey'e bir adamın vasıtası ile haber gönderdi: "...Doktor Fahri'yi Gebze Sıhhiye Müdürlüğü'ne tayin ediniz..." Doktor Fahri'nin şifre ismi "Küçük Doktor"du. Boyu kısa olduğundan o isim verilmişti. Şimdi dikkat: Bu İstanbul Sıhhiye Müdürü kimdir bilir misiniz? Cumhuriyet Dönemi bakanlardan Ekrem Hayri Üstündağ... Bana bunları anlatan da babamın ve amcamın arkadaşlarından Doktor Fahri Bey'dir. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)... Kolay mı olmuştu Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlatmak... Cumhuriyet'e gidiş zamanı... Mustafa Kemal Paşa'nın tarihi örüşünün bir kesiti de bunlardır

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cum Mar 25, 2011 1:36


Mütareke Zamanı- Bekirağa Bölüğü...


Mütareke Zamanı- Bekirağa Bölüğü- Mansatırlı Ömer- Bir Gece Gelen Haber-
Ve Kaç Bayram Geçti Bilemediler...


30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması İstanbul, Trakya ve Anadolu üzerine emperyalizmin "namussuz kahrı ile" çöktü. Onu alçak, rezil kepaze Sevr izledi. Ve emperyalizmin Anadolu'daki Türkleri katli başladı. Başı göklere değen Toros dağlarının eteklerindeki Adana'daki Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 7-8 Kasım 1918 günü artık esir Payıtaht İstanbul'daki Sadrazamlığa gönderdiği şifrede, "...Bu Mütareke ahkâmına uymayacağım. Kendi karekterime uyanı yapacağım. İskenderun'a çıkacak düşman kuvvetlerine ateş açılması için orduma emir verdim..." şifresini gönderdi. Sadrazamlık, Saray ve emperyalizmin İstanbul'a gelen ve Yüksek Komiser denilen kasıntılı adamları en yüksek şiddetteki deprem yemiş gibi sarsıldılar.

13 KASIM 1918...

Saray, Sadrazamlık, emperyalizmin komiserleri toplandılar. Ve de karar verdiler. Yıldırım Orduları Grubu dağıtıldı. Mustafa Kemal Paşa'ya İstanbul'a dön dediler... Şifre öyle gönderildi... Oysa, o 7-8 Kasım 1918 gecesi Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'daki Yıldırım Orduları Grubu'nun Musul Palas Oteli'ndeki karargâhında, Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karar vermişti... İstanbul'a döndü, lakin yeniden Anadolu'ya geçecekti. Hesaplaşacaktı, emperyalizmle Türk milletini de ayağa kaldırarak... Yeni bir ordu kuraraktan... Kuvvayı Milliye'yi teşkilatlandıraraktan...

VE MANASTIRLI ÖMER...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da idi. Sevgili Rumeli'mize elveda demiştik... Emperyalizmin çeteleri o sevgili Rumeli'de Türkleri katletmişler, mamlarına el koymuşlardı... Elveda Rumeli dediğimiz zamanlarda Rumeli Türkleri Anadolu ve İstanbul'a göç etmişlerdi... Manastır... Orası bizimdi... Vatan toprağımızdı... Orada Askeri İdadimiz vardı... Manastırlı Ömer'in ailesi de İstanbul'a göçmüştü... Yerleştikleri yerde Manastırlı Ömer'e "Sarı fişek Ömer" dediler. Bana Manastırlı Sarı deli Fişek'i anlatmışlardı... Bir yiğit adam...

YÜZBAŞI BENET...

işgal edilmiş İstanbul'daki İngiliz İstihbarat Yüzbaşısı Benet "düşkün" bir insandı. Rum meyhanelerinde eğlenir, sonra da Teksim yolu ile Korker Oteli'ne giderdi... Büyükdere'de gazinoda eğlendiği zamanlar olurdu. Ve de zindana attığı Türkler'e işkence yapmayı severdi... Katliamcı emperyalizmin işkenceci istihbarat subayı...

MANASTIRLI'YA EMİR...

İstanbul Kuvvası Merkez'de toplandı. Yüzbaşı Dayı Maksut, Yenibahçeli Şükrü, Doktor Fahri oradaydı... Ve de Manastırlı Sarı Deli Fişek Ömer'e emir gitmiştiki "Gece merkeze gelsin." Manastırlı Sarı deli fişek Ömer merkezde idi. O'na dediler ki "Şu yüzbaşı Benet'e bir ders gerekir ki şan olsun... Nam olsun..." Manastırlı Sarı deli fişek Ömer zaten öfke dağı gibiydi. Sevgili Rumeli'ye elveda zamanını yaşadığından da bin kat öfkeli idi... Emri aldı, "bakarız icabına" dedi ve hazırlandı...

MASLAK YOLU...

Manastırlı sarı deli fişek Ömer'e yardımcılar da verildi. Ve bir gece Maslak yolu üzerinde pusuya yattılar... Benet'in otomobili göründü... Muhafız otomobiller de vardı... Ve birden bir yaylım ateş... Sarı deli fişek Manastırlı Ömer ileri geçti... Benet'i otomobilinde vurdu... Sonra gece karanlığında kayboldular Kuvvacılar... Benet iki ayağından kurşunları yemişti. Hayatını "topal Benet" olarak bitirdi... Zor kurtulmuştu ölümden...

BAYRAM ZAMANI...

Yarın bayram zamanıdır. Ve o nesil. Birinci Dünya Savaşı zamanı. Ve ondan öncesi Rumeli dağlarında vuruşmuşlar. Sonra Balkan vuruşmaları, Trablusgarp, Kafkasya, Sarıkamış, Yemen Çölleri, Irak, Suriye cepheleri, Galiçya cephesi, Mısır Kanalı Seferi ve nihayet Mondros ve sonrası Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde tekmil Vatan topraklarında vuruştular. Vuruş ha vuruş. Ne çocuklarının büyüdüğünü, ne annelerinin, babalarının ölüm günlerini, ne kaç yılbaşı geçtiğini ne sayabildiler, ne görebildiler... Ve lakin Vatan'ın hür toprakları üzerindeki Güneş'i bir gün elbet göreceklerdi.. Ve de Manastır Askeri İdadisi'nden sonra başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali sonunda gördüler Vatan'ın hür semalarındaki Güneş'i... Ve de şimdi bayaram zamanı unutmayın onları. Dualar onlarla olsun... Düşününüz...

BEKİRAĞA'DA BİR GÜN...

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit, bütün İttihat ve Terakki önde gelenlerini bütün vatansever yazarları, sivil asker kim varsa Nemrut Paşa Harp Divanı'nda İngilizlerin istekleri ile tutuklattırıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne doldurmuştu. Ve işte öyle birgün. Mustafa Kemal Paşa yaverlerinden Salih Bey Albay Ali Bey'in odasına çıktı. Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde savaşmış olan Ali Bey'le önce kahveler içildi...

NOVOTNİ: YANGIN YERİ...

O zamanlar İstanbul'un Novotni Semti çok ünlü idi. Salih Bey, Ali Bey'e dedi ki, "...Duyduk ki sizin buradaki genç zabitler geçen gece Novotni'de işgal devriyeleri ve Rumlarla vuruşmuşlar... Yangın yerine döndürmüşler Novotni'yi. Ondan evveli de varmış. İtilaf devletleri olandan şaşkın haldeler, herifler işgal altındaki bir yerde bu ne cürrettir deyip duruyorlar..." Albay Ali Bey cevapladı: "Evet bizimkiler öyle yapmışlar. O işgalcilerle birlikte olan hamamın göbek taşındaki çengiler gibi epey hırpalamışlar". Hamamın göbek taşı çengisi tabiri o zamanki deyimlerden. Kötü tiplere öyle denilirmiş... Ama, Ali Bey biraz mahçup oldu. Salih Bey gülmeye başladı "Yok canım mahcup olmayın o rezillere başka ne denilir ki" dedi... Ve ilave etti: "Bize gelen haberlere göre işgalciler ve sadrazamlık onları arıyormuş, tedbirli olsun" dedi ve gitti. Aradan Yıllar geçmişti.

Bekirağa Komutan vekili Yüzbaşı Şadi Bey bana bunları anlatırken halâ bende olan gençlik resmini göstermişti... Yüzbaşı Şadi o zaman Mustafa Kemal Paşa'nın emri ile Halil Paşa'yı Bekirağa Bölüğü'nden kaçırmıştı... Hey gidi zamanlar...

15 MAYIS - 16 MAYIS...

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmek için İstanbul'da oynadığı santranç nihayet neticesini vermiş, Mustafa Kemal Paşa tayin emrini alınca "Şah mat" demişti. Zaman, zaman Bekirağa Bölüğü'ne giderek arkadaşları ile görüşüyor ve onlara gelecek için mesajlar veriyordu. Anadolu'ya hareket etmeden birkaç gün önce yine Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne giderek onlarla konuştu. 15-16 Mayıs 1919 günü İzmir'i emperyalist ordular işgal etmeye başladılar. Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya hareket ederken Bekirağa Bölüğü'ndeki arkadaşlarına durumun bildirilmesini istemişti...

O GECE BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ...

Albay Ali Bey gece ulaşırken koğuşlara indi. Herkes bir haber bekliyordu. Ve Ali Bey onları pek fazla bekletmedi. "...Mustafa Kemal Paşa hazretleri Samsun'na hareket etmişlerdir. Sizlere arzı veda edemediler, bunun için beni memur ettiler..." dedi.

İttihat ve Terakki'nin Katib-i Mesullüğü'ne kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey yanındaki Yunus Nadi Bey'e, "...Demedik ki Mustafa Kemal Paşa durmaz... İşte şimdi yeniden başlıyor şimdi göreceklerdir... Baksınlar neler olacaktır..." derken gözlerinin içi gülüyordu. O gece sabaha kadar hep bu konuşuldu. (Geniş bilgiler için bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü: Kum Saati yayınları).

VE SONRAKİ ZAMAN...

Saray'ın ve Sadrazam Damat Ferit'in İngilizlerin ve öteki emperyalist işgal devletlerinin isteği ile tutuklattırıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne doldurulduğu Vatanseverler bir yolunu bulup Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne katılacaklar, çoğu da Cumhuriyet hükümetlerinde, Millet Meclisi'nde olacaklardı. Tarih böyledir. Ve iyi pazarlar. Bayramınızı şimdiden kutlarım...



Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

İngiliz arşivlerinden bir
Fotoğraf(*) - Bir Kemalist kurşuna diziliyor...





Mondros Teslimiyet Günleri Sonrası İstanbul'u...

Mondros Teslimiyet Günleri Sonrası İstanbul'u- Mustafa Kemal Paşa- Bekirağa Bölüğü Hapishanesi Ziyaretleri Kimlerle Ne Konuşmuştu?...

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı'nda Osmanlı İmparatorluğu Devleti heyetine imzalattırılmasının ardından İstanbul sanki "ihanetler payitahtı" oluvermiştir. İttihat ve Terakki'ye karşı kurulmuş bulunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (partisi) yanlısı basının o zamanki tabirle serlevhaları (manşetleri) şöyle idi: "Artık Düvel-i Muazzama'nın merhametine sığınmak, işi siyaseten halletmek zamanıdır"... Ve hepsi birden İttihatçılara eydam (idam) çığlıkları atıyorlardı...

Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zamanında Bozkır isyanını çıkartarak Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ordularını arkadan vuracak olan Zeynel Abidin Hoca Efendi de bununla yetinmemiş "Mustafa Kemal Paşa'ya da eydam" diye kapı kapı dolaşmaktaydı... Zeynel Abidin Saray'ın mutemetlerindendi ve işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in sadrazamlığa getirilişinde rol oynamıştı...

"O ZAMAN BİZ Mİ VARDIK?"...

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit, bütün vatanseverleri İngilizlerin isteği ile kurdurduğu Nemrut Paşa Harp Divanı'nda tutuklattırılıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne doldurulmuştu ya. Ve bir gece İttihat ve Terakki'nin Katibi Mesullüğü'ne kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey ile ileriki zamanda Cumhuriyet Hükümetlerinde görev alacak olan Saraçoğlu Şükrü Bey konuşmaktaydılar?

Şükrü Bey, Yüzbaşı Şadi'nin içeriye gizlice soktuğu gazetelerin baskılarına bakmıştı. Ve şöyle diyordu: "...Şu rezillere bak, ulan Kapitülasyonları milletin başına biz mi bela ettik. Düyun'u Umumiye'yi biz mi getirdik. Şark Meselesi ile Osmanlı devletini paylaşım müzakereleri varken biz mi vardık... Girit elden gidereken biz mi vardık... Düvel-i Muazzama'nın istediği kanunları biz mi çıkarttık..." konuşma bu minval üzerine sürmüştü...

"GÜN OLUR BİZ SORARIZ"...

Mustafa Kemal Paşa, ordusunun dağıtılmasından sonra 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a geldikten sonra vakit geçirmeksizin büyük bir teşkilatlanma hareketine girmişti. Eski arkadaşı Sapancalı Hakkı Bey ile Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahı'nda bulunmuştu. Hakkı Bey'i yaveri vasıtası ile çağırmış buluşma gece geç saatlerde gerçekleşmişti... Mustafa Kemal Paşa'nın önünde Hürriyet ve İtilaf Partisi şakşakçısı gazeteler duruyordu. Sapancalı Hakkı Bey'e şöyle dedi: "...Şu kepazelere bakınız... Düvel-i Muazzama'nın merhametine sığınılacakmış..." Öfkeli idi.

Ve konuşmasını sürdürdü: "...Bunlar şimdi menfaatlerini Düvel-i Muazzama denilen emperyalistlerde aramaktadırlar. Ama bu ihanetlerinin hesabı birgün bunlardan sorulmaz mı? Zamanı gelince ne olduğunu, olacağını göreceklerdir..."

"ÜZÜLMEYİNİZ ZİYA BEY"...

Ziya Bey (Gökalp), Diyarbakır'dan İstanbul'a genç yaşında gelmiş ve Darülfün'a kayıt olmuştu. O zamanlar İttihat ve Terakki henüz gizlilik içindeydi... O da bir genç olarak teşkilata yeminli olarak katılanlardandı ve şimdi Bekirağa Bölüğü mahpushanesi'nde idi. Mustafa Kemal Paşa zaman zaman ziyaret ettiği Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ndeki arkadaşları ile konuşuyordu. Bu sefer ki gelişinde Ziya Bey ile de konuşmuştu. Ziya Bey de gizliden içeriye sokulan o işbirlikçi matbuattaki serlevhaları göstermiş, "...Paşam şu rezilliğe bakın..." demişti.

Mustafa Kemal Paşa, Ziya Bey'e, "...Sizin yüksek karekteriniz tabii ki bundan öfke duyacaktır... Ama üzülmeyiniz... Bakalım neler olacak, hepsi göreceklerdir..." Aradan yıllar geçecekti... Bekirağa Komutan Vekili Yüzbaşı Şadi Bey o günlerde tuttuğu notlardan bana bunları anlatırken sanki o zamanı tekrar yaşamıştı...

"BEN GİDER GÖRÜRÜM"...

Mustafa Kemal Paşa'nın ara sıra Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne giderek oradakilerle görüşmesi İşgal devletlerini oldukça rahatsız etti. Ve Sadrazamlıktan, Bekirağa Bölüğündeki görevli Albay Ali Bey'e bir emir geldi. "Mustafa Kemal Paşa bir daha içindekilerle görüştürülmeyecek". Albay Ali Bey, Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde bulunmuştu. Gelen emri Yüzbaşı Şadi'ye gösterdi ve "...Bunlar galiba Paşa'yı iyi tanımamışlardır..." dedi. Tam lafı bitmişti ki, "Mustafa Kemal Paşa'nın yeniden geldiğini haber verdiler"...

ÖYLE BİR BAKIŞTI Kİ...

Mustafa Kemal Paşa Albay Ali Bey'in odasına çıktı... Ali Bey karşılamaya bile vakit bulamamıştı. Oturdular. Albay Ali Bey, kendisini zorlayarak Mustafa Kemal Paşa'ya sadrazamlıktan gelen emri söyledi. Yüzbaşı Şadi heyecanlanmıştı... Ve birden Mustafa Kemal Paşa'nın gözlerindeki o hep söylenilen ışıkları gördü... Çatılmış sarı kaşların altındaki o herkesin taa içine işleyen bakışlar... Ve Mustafa Kemal Paşa birden kalktı, "...Yolu gösterin... Derhal hemen şimdi..." dedi. Cephede yürürmüşçesine arkadaşlarının kaldıkları koğuş salonuna ilerledi ve onlarla buluştu.

YUNUS NADİ VE CAHİT BEYLER...

İstanbul teslim olurken, Yunus Nadi Bey Yeni Gün Gazetesi'ni çıkarmaya başlamıştı. Necmeddin Sadak, Kazım Şinasi, Ali Naci, Falih Rıfkı, Düvel-i Muazzama yardakçılarına karşı yayınlara başlamışlardı. Yakup Kadri Bey İkdam Gazetesi'nde yazıyordu. Aradan çok zaman geçmedi Yunus Nad Bey ve Hüseyin Cahit tutuklanarak Bekirağa Bölüğü hapishanesine kapatıldılar.

Mustafa Kemal Paşa bu defa Bekirağa Bölüğü Hapishanesine gelişinde Yunus Nadi Bey, Ziya Bey (Gökalp) Tevfik Rüştü Bey (Aras) tevkif edilmiş bulunan Birinci Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa, Askeri doktor Süleyman Numan Paşa ile de görüştü. Mithat Şükrü Bey de oradaydı... Mustafa Kemal Paşa, Numan Paşa'ya "...Üzülmeyiniz, nelerin içinden geçtik... Bunun içinden de çıkılacaktır..." dedi. Bir süre daha konuştular, Mustafa Kemal Paşa veda edip ayrıldı... İçerdekilerin hepsi o gece Mustafa Kemal Paşa'yı konuştular. Ortak noktaları şuydu: "Mustafa Kemal Paşa boş durmazdı". Kadere bakınız. Tevfik Rüştü Bey (Aras) da Cumhuriyet Dönemi'nde bakan olacaktı...

"GÜÇLERİ Mİ YETER"...

İşgal günleridir. Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul'dadır. İttihat ve Terakki'nin Mümtaz Kolağası Süleyman Askeri Bey'e kurdurduğu o müthiş teşkilat, "Teşkilat-ı Mahsusa" mensupları da Mustafa Kemal Paşa'nın yanındadırlar. O teşkilatta üst kademelerde kimler yoktu ki, meselâ Yüzbaşı Muhtar Bey, Rusuhi Bey, Dağıstanlı Nuri, Kurmay Yüzbaşı Şerif, Trabzon Valisi Cemal Bey, Doktor Fuat Sabit... Daha birçok isim... İngilizler Mustafa Kemal Paşa'nın hareketlerinden rahatsız olmaya başlamışlardı. İstanbul'daki Kuvva yavaş yavaş doğuyordu.

Mustafa Kemal Paşa bir haber alma ağı kurmuştu. Bir haber alındı ki; İngilizler Mustafa Kemal Paşa'yı da tevkif edecekler. Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü ve Yüzbaşı Dayı Maksut bu haberi Mustafa Kemal Paşa'ya gizli karargahında ulaştırdılar. Mustafa Kemal Paşa hiç umursamadı sadece "Güçleri mi yeter? Yetmez" dedi. Bahsi kapattı... Ama bu arada İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bir haber de gitmişti. Haberi gönderin Teşkilat-ı Mahsusacılar "Aklınızdan bile geçmesin" demişlerdi... (Geniş bilgiler için Bak Taylan Sorgun: Bekirağa Bölüğü ve Mütareke Dönemi. Kum Saati Yayınları)

GENERAL D'ESEPEREY...

İngilizler Mustafa Kemal Paşa'yı tevkif ettirmek için öteki devletlerin Yüksek Komiserleri ile birlikte çok uğraşmışlardı. Hatta tevkif kararı bile aldırmışlardı... Bana belgeselini yazdığım Altay Paşa anlatmıştı.

O Mütareke Günlerini Atatürk ile konuşurken, Fransız General d'Esperey'in faaliyetinden de söz edilince, Atatürk şöyle demiştir: "Tam bir çürümüşlüğü hadisesidir. Tehayyül edebiliyor musunuz ki, bir işgal generali Saray ve Sadrazamlıkla işbirliği içinde bir Türk generalini tevkife kalkışabilmiştir. Bir gün genç nesiller bunu tam manası ile öğrendikleri vakit duyacakları elem ve öfkeyi şimdiden görebiliyorum. Neydi o İstanbul'u işgal zamanındaki o yabancı komutanların maskaralıkları Genç nesiller bunları öğrenmelidirler..."

KAYALIKLARDAKİ ADAM...

Aradan zamanlar geçmişti. Artık Büyük Taarruz'un başlaması saati gelmişti... Ve Kuvvayı Milliye Destanı'nda Şair Nazım o geceyi anlatırken şu dizeleri de yazmıştı: "...Düşündü birden bire kayalıklardaki adam/ kaynakları ve düşman elinde kalan bütün nehirleri/ kimbilir onlar ne kadar büyük/ ne kadar uzundular?/ Birçoğunun adını bilmiyordu/ yalnız, Yunandan önce seferberlikten evvel/ Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da/ geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek/ Dağlarda/ tek tek/ ateşler yanıyordu/ Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki/ şayak kalpaklı adam/ nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden/ rahat güzel günlere inanıyordu..." Evet dostlarım bu pazar da böyle, iyi pazarlar.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Fotoğraf(*)İşgal altında İstanbul - 8 Şubat 1919'da Fatih'e özenerek ve ona nispet yaparcasına at üzerinde İstanbul'a giren Fransız General Franchet d'Esperey'i Rumlar ve Ermeniler taşkınlığa varan bir coşkuyla karşılarlar...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 27, 2011 2:03


Hayata Dair Zamanlar, Onların Hayatlarına Dair Zamanlar...

Hayata Dair Zamanlar, Onların Hayatlarına Dair Zamanlar- Kendi Hayatlarına Ait Zamanları Hiç Olmamıştı ki...

Onların kendi hayatlarına ait çok az hatıraları vardı. Ama, hayata dair de çok şeyler yaşadılar. Taaa o zamanlar bizim olan sevgili Rumeli dağlarında, namussuz emperyalizm var ya işte onun ortaya çıkardığı katil sürüleriyle vuruştular. Çöllerde vuruştular. O zamanki Arap şeyhlerinin İngiliz altınlı ihanetleri ile ordularımızın arkadan vuruluşlarını yaşadılar...

Balkanlarda vuruşurlarken, Çanakkale'de, Sina'da, Kanal'da, Kafkas cephesinde, Sarıkamış da vuruştular. Çöllerde Arap şeyhlerinin arkadan vuruşları sürerken, Anadolu topraklarında Ermeni çeteleri onların başında oldukları ordularımızı arkadan vurdular... Trablusgarp, Galiçya destanlarında hayata dair çok şeyler yaşadılar... Ama kendi hayatlarına ait çok az hatıraları vardı...

İSTANBUL SOKAKLARI...

"Mütareke" demişti, İstanbul hükümeti. Ne mütarekesi idi canım. Tam bir teslimiyet. 30 Ekim 1918 Mondros. Üsteğmen Cemil cepheden dönmüştü... Çengelköy'deki ahşap İstanbul evinden çıktı. Geldiği gün annesi Cemile hanım gencecik evladını karşılarken baktı baktı, "saçların kırlaşmış oğlum" dedi. Sarıldı. Cemil uzaktan benim halamın akrabası olurdu... Cemil askerden kalma kaputunu giyerken annesi Cemile hanım Cemil'in beline yerleştirdiği silahını gördü... "Oğlum dedi, Pasişah'ın emri varmış zabitler silah taşıyamazmış İstanbul'da, gazete yazdı" dedi... Halam o gün oradaymış... Hoş heldine gitmiş... Cemil umursamamış, evden çıkmış... Ellerini yıkanmış asker kaputunun cebine sokmuş... Köşedeki evde taa kaç yıl önce sözleştiği sevdalısı varmış... Cemil cephede iken ince hastalıktan hayata küsmüş ve rahmete kavuşmuş ... Cemil'in hayatında kendisine ait tek hatıra oymuş. Ama cephelerde hayata dair çok şey görmüşler...

"O MUSTAFA KEMAL PAŞA"...

Mustafa Kemal Paşa da 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a dönmüştü... Cemil cephe arkadaşlarını bulmaya gitti. Sultanahmet'te bir kahvede buldu onları. İstanbul İnzibat Komutanlarından Yüzbaşı Dayı Maksut'un adamları oradaydılar... Süleyman Sırrı tıbbıyeli idi. Geçerken baktı ki herkes oradadır... Cumhuriyet soy adı kanunu çıkarınca Süleyman Sırrı "Sorgun" soy adını alacaktı. Amcam olur... Hayata dair hatıraları vardı... Konuşurlardı... Ama az... Kahvedekiler, Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a geldiğini duyurmuşlardır... İşte o sohbette dediler ki "O Mustafa Kemal Paşa'dır... Boş durmaz ki..."

RUMELİLİ ÇOLAK ALİ...

Dayı Maksut, Doktor Fahri, Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, Kasımpaşalı Bahriye Binbaşısı Mühiddin Bey hep gittikleri mekan Asmalımescit'deki yerde oturmuşlardı. Düşünceli idiler... Öfkeli idiler... Kimbilir belki de o gün İstanbul'un ilk sonbahar yağmurları da başlamış olsa gerektir. Fahri Bey, birden "hele bakın kim gelmiş" dedi. Baktılar, Rumelili Çolak Ali kapıdan girmekte. Çolak Ali denmesinin sebebi vardı... Rumeli'de vuruşurken sol kolunun dirseğine kurşun yemiş. Sol kol hafif sakat... Lakin Çolak Ali öylesine silah kullanırmış ki, nam salmış... Üstelik gözü kara mı kara... Sal ki ordu üstüne yürüsün tek başına.

"A BE VURAYIM ONU"...

O tarih zamanında İstanbul Hükümeti'nin Sadrazamlık koltuğunda o rezil alçak emperyalizmin, rezil işbirlikçisi Damat Ferit oturmaktadır. Rumelili Çolak Ali'nin iki kardeşi Rumeli'de dağdaki vuruşmalarda şehit olmuş. Rumeli'de Türklerin nasıl katledildiklerini yaşamıştı. Hayata dair bildikleri onlardı. Kendi hayatına dair tek hatırası kavuşamadığı sevdalısı idi. Rumeli'den Anadolu'ya göç zamanı kaybetmişti onu... Hep beraber hayata dair konuşurlarken Rumelili Çolak Ali dalgınmış... Doktor Fahri Bey aynı zamanda babamın arkadaşı... Tıbbıyeden, lakin babamdan çok gençti. Çolak Ali'nin dalgınlığı üzerine sormuşlar, "Ne haldir, vaziyettir?" demişler... Rumelili Çolak Ali "...A be düşünürüm vurayım şu Damat denilen herifi..." demiş...

MUHUDDİN BEY'İN ADAMI...

Tam bu sırada Kasımpaşalı Muhiddin Bey'in yanına bir bıçkın gelmiş.. Çolak Ali ne bilsin... Birşey yapacak sanmış... Birden eli beline doğru giderken tutmuşlar... "Bizden" demişler... Fesi hafif yana yatık bıçkın Muhiddin Bey'in yüzüne bakmış, Muhiddin Bey "söyle demiş". Elde tedbir var. Bıçkın, yavaşça "Silah işi dün gece tamam" demiş.. Susmuş. Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, "İyi, iyi şimdi Mustafa Kemal Paşa'dan haber beklenecek". Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'a geldiğinde görüşmüştü onunla. Rumelili Çolak Ali, Mustafa Kemal Paşa adını duyunca o canım Rumeli şivesi ile "Eh işte şimdi olmaktadır bu iş. Mustafa Kemal Paşamızı bilirim Rumeli'den... Babam Çanakkale'de yanında idi. Çavuştu..."

HAYATA DAİR ZAMANLAR...

O masadakilerin kendi hayatlarına "ait" hatıraları azdı. Koca ömürler cephelerde geçmişti. Ne var ki cephe zamanlarında "hayata ait" çok şey yaşadılar... İstanbul'un, artık esir İstanbul'un hayatına dair zamanlar yaşanmaktaydı... İstanbul'un mahallelerinde cephelerden dönmüş savaş zabitleri, askerler kimisi sivil giyinmiş, kimisi yıkanmış ütülenmiş savaş elbiseleri ile düşünceli, ama öfkeli yürümekteydiler...

ÇAKIRCALI MEHMET EFE...

Daha çok önceki zamanda Çakırcalı Mehmet Efe vardı. İzmir, Muğla dağlarını tutmuştu. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa o zamanlar genç bir zabitti. Daha yeni kurmay olmuştu. Yenibahçeli O'nu ziyarete gitmişti. Çünkü Damat Ferit'in kurduğu mahkeme O'nu henüz tevkif etmemişti. Ama tevkifine az zaman kalmıştı. Çakırcalı'dan söz ettiler. Halil Paşa: "Beni Çakırcalı'nın üstüne göndermek istemişlerdi, gitmedim, çünkü o bir kahramandı. O zamanlar Reji zamanı idi... Fransızlar hakimdi tütüne... Egeli çok çekmişti. Fransız kolcuları geçimleri için kaçak tütün eken köylüleri vurduruyordu. Çakırcalı onların da peşine düşmüştü... Silip süpürüyordu hepsini..." dedi. (Bak Taylan Sorgun: Bitmeyen Savaş).

"ŞİMDİ LAZIMDI"...

Çakırcalı Mehmet Efe, dağda olduğu zamanda fakir köylünün düğününü yapar, bir köye köprümü lazım köyün ağasına haber salardı: "Gayrı köprü yapılsın"... İtiraz mı mümkündü. Köprü yapılırdı... Öyle idi Çakırcalı Halil Paşa, dedi ki "Şimdi lazımdı Çakırcalı". Lakin vurulmuştu Çakırcalı. Türkülerini arkada bırakmıştı. Hayata dair zamanlar o türkülerde vardır... "Saray" Çakırcalı'ya eşkıya dermiş... Ne eşkıyası?

Fransıza silah çeken eşkıya mı olurmuş? Adam gibi adam olunur.... Ve ne çok severdi. Mustafa Kemal Paşa, Atatürk Çakırcalı türküsünü... Çankaya'da Cumhuriyet zamanı ne çok dinlemiştir o türküyü... Ve de Rumeli türkülerini... Ahhh sen Rumeli... Zamanın Vatan toprakları benim de içimde kalmış bir yangınsın. Ne çok severim Anadolu'nun türkülerini... Hepsi hayata dairdir...

HAMDULLAH SUPHİ BEY VE YEMİN...

İstanbul'un işgali zamanları başlamıştı. İstanbul'un hayatına dair zamanlar... Bir vapur dönüyordu İstanbul'a. Adı Akdeniz. Bizim olan denizde almış adını. Vapurda yurt dışında okuyan bir Türk çocuğu vardı. Ve Hamdullah Suphi Bey de aynı vapurdaydı. Hepsi Vatan için vuruşmaya gelmekteydiler. Vapur Çanakkale önlerine gelmişti. Güverteye çıktılar. Ve şehitliklere doğru baktılar...

Hamdullah Suphi Bey öne geçti yemin etmeye başladılar ve şöyle demekteydi Hamdullah Suphi Bey: "...Bedbaht Türk Vatanının ufukları üstünde bir gün hayır sabahı doğarsa, biliniz ki, o sabah genç ve kızıl kanlarınızın coşa coşa aktığı bu ufukların üzerinde doğacaktır. Size minnettarız. İstilaya uğrayan Vatan'a dönen bu gençler, karşınızda el bağlayarak gözleri yaşlı kardeşleriniz Vatan'a karşı vazifelerini yaparak size borçlarını ödeyeceklerdir..." Hamdullah Suphi Bey sonra Mustafa Kemal Paşa'nın yanında kalpaklı bir Kuvvacı oldu... Hayatının sonuna kadar da öyle kaldı...

BEN DE ONLARI GÖRÜYORUM...

Yazın vapurla Bodrum'a giderken onları görürüm. Vapur gece yarısı geçer Çanakkale şehitlik önlerinden... Güverteye çıkarım... Bakarım... Yıldızlara doğru... Ve de sanki önlerine Mustafa Kemal Paşa, arkasında Mehmetçikler mavzerlerini omuzlarına dayamışlar... Mustafa Kemal Paşa'nın kalpağı ışıldamaktadır... Yıldızlardan Vatan'a bakmaktadırlar. Ellerimi açar dualar okurum... Yıldızlardan aşağıya doğru bakarken onları düşünürüm... Vatan sevgisi üzerine yeniden yemin ederim... Öyle büyütülmüşüm... Ve de derim ki o zamanlar yaşasaydım... Ve işte hayata dair zamanlardan kesitler...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Fotoğraf(*) Çakırcalı Mehmet Efe...




Mondros ve Esir İstanbul Zamanları- Mutasarrıf Nusret Bey...


Mondros ve Esir İstanbul Zamanları- Mutasarrıf Nusret Bey- Giritli Enver- Soğuk Mart Geceleri... Ve İstanbul Kuvvası...

1918 yılı mart ayının karlı bir günü. Esir İstanbul'un çatıları, küçük bahçeli evlerin önleri, konakların geniş bahçeleri karlar altında. Faytoncular atları üşümesin diye üzerilerine muşambalar çekmişler. İstanbul'un martıları "Mavi kubbeli Liman üzerinde" denize inip kalkmaktadırlar... Ve Limanda emperyalist Düvel-i Muazzama'nın gri renkli zırhlılarının topları esir İstanbul üzerine çevrilmiştir... Siyah dumanları İstanbul rıhtımı üzerine kabus gibi yayılmakta... Kuvvacı yazar Falih Rıfkı Atay'ın da anlattığı gibi, "Yedi düvel bandoları zaman zaman sokaklarda bando mızıka çalarak geçmekte..." O zamanları yaşayanlar bana bunları anlatırken gözlerim kapalı, içim acı dolu dinliyordum...

GİRİTLİ ENVER...

Yüzbaşı Giritli Enver, ne acılar yaşamıştı. Annesi, dedesi ona Vatan toprağı Girit'in nasıl elden çıktığını ve İstanbul'a göç ederlerken o Vatan toprağını nasıl acılar içinde geride bıraktıklarını anlatmışlardı. Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu'ya geçmemişti. İstanbul'u teşkilatlandırıyordu. Giritli Yüzbaşı Enver, Topkapı Kuvva Teşkilatı'na dahil olmuştu. 1919 yılının Mart ayının başında işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit yeni kabinesini kurdu. Balta Limanı o zamanlar konakların olduğu yerlerdendi. Damat Ferit'in orada padişah bağışlaması konağı vardı. Padişah damadıdır ya...

SİLAHIN KABZESİ...

Yüzbaşı Giritli Enver Vatan topraklarının kaybını yaşayan aileden gelmekteydi. İçinde acılar, hüzünler... O sabah kaputunun yakalarını kaldırmış, karlar içindeki sokaklardan geçerek Balta Limanı'na inmişti. Damat Ferit konaktan gece çıkardı. Gitti biraz ilerdeki ağaçların altında durdu, gözlemeye başladı. O sırada bir fayton geçiyordu. Arabacı atların dizginini çekti. Yüzbaşı Dayı Maksut. Giritli Enver'i görmüştü. Faytondan indi. Enver'in yanına gitti. Giritli Enver'in dişleri tıkırdıyordu. Soğuktan değil öfkeden. Dayı Maksut anlamıştı. Giritli Damat'ı gözlemekteydi. Birkaç gün evvel de merkezde "Damat Ferit'in vücudunu ortadan kaldırmaktan" söz etmişti. Dayı Maksut, "Zamanı değil merkezde konuşuruz, tek başına olmaz" dedi ve Yüzbaşı Enver'i faytona aldı. Enver'in koca silahının kabzesi kaputun altından görülüyordu... Dayı Maksut'a "Gelmeseydin bitirecektim herifi" dedi...

SİLAHLANAN KASIMPAŞA...

Geçen hafta anlatmıştım. Yüzbaşı Dayı Maksut ve arkadaşları Doktor Fahri, Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, Bahriye Binbaşısı Muhiddin Bey Asmalı Mescit'teki mekanda otururlarken birisi gelmiş. Muhiddin Bey'e silah işi tamam" demişti. O işin sırrı şuydu: Muhiddin Bey, Kasımpaşa Kuvvası'nı teşkilatlandırmakla vazifelendirilmişti. Kasımpaşa'daki deniz birliğinde el konulmasın diye saklanmış silahlar vardı. İşte onları Kasımpaşa Kuvvası'na dağıtmak kararı alınmıştı ve silahlar gece güvenilirlikleri tasdik edilmiş Kuvvacılara dağıtılmıştı gizliden... Bir kısmı da Dayı Maksut'un emri ile Çengelköy Kuvvası'na gönderildi...

KEMAL PAŞA'YA HABER...

İstanbul teşkilatlanmaktaydı. Semtlerde kurulan Kuvva'nın durumu, dağıtılan silahlar gecenin bir saatinde şaşırtma vererek Mustafa Kemal Paşa'nın Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahına gideni Yenibahçeli ve Dayı Maksut tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmaktaydı. Sıralarda Albay İsmet Bey (İsmet Paşa) Harbiye Nezareti'nde bir komisyonun başındaydı. Mustafa Kemal Paşa zaman, zaman Harbiye Nezareti'ne giderek onunla da görüşmekte ve silahların Anadolu'ya nasıl gönderilebileceğini konuşmakta, İstanbul için de tedbirlerin alınmasını istemekteydi. Aralarında silah işi için bir anlaşma vardı... Depolara konulan yeni silahların sandıkları üzerine gizli işaretler konulmaktaydı ki, kaçırılacakları zaman iş kolay olsun. ( Bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü- Bak: İmparatorluktan Cumhuriyete. Kum Saati yayınları)

AH NUSRET BEY...

İlk zamanlara sonra yine döneriz. Aylardan Nisan, Damat Ferit bir sürü tutuklama yaptırmıştı. İngilizler ve öteki işgal devletlerinin isteği ile Nemrut Paşa Harp Divanı'nı kurdurmuştu ya. İşte o zamanlardır. Birgün bir gazetede şu ilan çıktı: "Divan-ı Örfi riyaseti'nden: Tehcir meselesinden haberleri olanlar Divan-ı Örfi'ye müracat etsinler" Ermenilerin ordularımızı arkadan vurdukları zamanda Nusret Bey Urfa Mutasarrıfı idi. Divan'ı Örfi'de mahkeme ediliyordu.

ERMENİ PATRİKHANESİ...

İlan çıkmıştı. Ermeni Patrikhanesi'ne gün doğmuştu. Zamanın bir sürü Ermenisini oraya yığdılar. İğne atsan yere düşmeyecekti. Ve dokuz yaşındaki bir çocuk da şahitler arasına dahil edilmişti. Nusret Bey yargılanıyordu. Dokuz yaşındaki çocuk kendisine öğretilenleri ezberden söylüyordu. Nusret Bey, Nemrut Paşa'ya "...Bu çocuk şimdi dokuz yaşında o zamanlar beş yaşında olması icab eder. Beş yaşındaki çocuk bunları nasıl biliyor...? Nemrut Paşa, Nusret Bey'i azarladı...

DAMAT FERİT "ASIN"...

O Harp Divanı'nda birkaç namuslu isim de vardı. Nusret Bey, önce 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. O gece Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'nde bunlar konuşuldu. İttihat ve Terakki'nin ünlü ismi Kara Kemal Bey "Bunlar bu işle durmazlar, bir halt ederler" demişti. Dediği de çıkacaktı. Damat Ferit, Nemrut Paşa'yı çağırtmış ve İngilizler bu işe kızdılar. Yeniden mahkeme edin" emrini verdi. Harp Divanı'ndaki bazı askerler istifa ettirildi, yerine yenileri getirildi. Ve o yeni heyet Nusret Bey'i idama mahkum etti...

Nusret Bey, asılacağı günden bir gün önce 3 Ağustos 1920 günü yazdığı veda mektubunda şöyle diyordu.
"... Küçük çocuklarımı, zevcemi (eşimi) yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bitecek. Allahaşkına onları sokakta bırakma..." Mektup kardeşine yazılmıştı. O namuslu bir mutasarrıftı...

Ve Nusret Bey'i uyduruk Ermeni iddiaları ile Beyazıt Meydanı'nda astılar. Onu başka idamlar da takip edecekti...

ESİR ŞEHRİN ZAMANLARI...

Mondros, 30 Ekim 1918 teslimiyet. Ve esir şehir İstanbul... Zamanın azınlıklarının sokaklarda münayişler yaptıkları, Türklere saldırdıkları zamanlar... Yüzbaşı Eczacı Celal, Doktor Fahri, Doktor Sırrı gece Beyoğlu'ndaki bir buluşmadan ayrılmışlar. Vapurla Kadıköy'e geçmek için Tünel'e doğru yürümekteydiler... Soğuk mart günleri bir defa daha olmuştu. Mütareke'nin ilk günleri idi. Bu defa ikincisi gelip çatmıştı. Yüzbaşı Celal üniformalı idi. Bir Rum, Ermeni takımı önlerinde durdu, "İşte yenildiniz, İstanbul artık bizim" dediler... Onbeş yirmi kişi varlardı...

"TOKAT YETER SIRRI"...

Doktor Sırrı Bey çabuk öfkelenirdi. Birden öfke bulutu başına oturdu. Eli belindeki silaha gidiyordu. Çekseydi bir anda bir şarjör heriflerin üstüne boşalırdı. Yüzbaşı Celal "Dur sırrı, tokat yeter" dedi. Sırrı Bey de oldukça iri yapılıydı. Kaç feleğin çemberinden geçmişti. Herifler birden ne olduğunu anlayamadılar. Hepsi yerlerde idi... O sırada işgal devriyeleri geldi. Yüzbaşı Celal, Doktor Sırrı ve yanındakilerin üstünü aramaya kalktılar... Üç devriye idi... Üçü de yedikleri tokatla ötekilerinin yanına düşüverdiler... Ve birden orası kalabalıklaştı. İstanbul bıçkınları yerlerdekilerin etrafını sardılar... Yüzbaşı Celal ve arkadaşları Tübnel'e binip uzaklaştılar. Ertesi günü işgal devletleri Yüksek Komiseleri kıyametleri koparmışlardı... Olacak işmiydi işgal devriyesini tokatlamak...

ALİ KEMAL'İN KALEMİ...

İşbirlikçi yazar Ali Kemal hadiseyi duymuştu.
"Bunlar başımızı belaya sokacaklar. Düvel-i Muzzaama'ya saldırmakta ne demek" diye döktürüyordu. O işbirlikçiler çoktular. İşgal devletlerine uşaklık etmek sanki asli vazifeleri olmuştu.

Ali Kemal birkaç defa kuvvacıların namlusunun ucundan dönmüştü. Geceleri Beyoğlu'ndaki kulüpte işgal devletlerinin Yüksek Komiserleri'ne ertesi gün çıkacak yazılarını okurdu. Şampanya kadehlerinin birisi gider birisi gelirdi. Lakin bir tek uşak o değildi ki... O öyle pis eğlenceler içindeyken İstanbul Kuvvası bunları haber alıyordu. Mustafa Kemal Paşa artık Anadolu'ya geçmişti... Ve zamanı gelmişti... Emperyalizm ile tarihli hesaplaşmanın zamanları...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Fotoğraf(*)Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Sal Mar 29, 2011 2:21

İşgal Zamanları- Onlar ve Yaşadıkları- Bir Büyük Destanın İnsanları...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Anadolu'ya geçerken Miralay Bekir Bey'de Manisa Balıkesir taraflarına göndermişti. 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın ardından İstanbul caddeleri nasıl emperyalizmin işgal devletlerinin çatılardan yerlere kadar sarkan bayrakları ile donatılmış ise aynı manzara başka yerlerde de vardı...

VE AKHİSAR...

Miralay Bekir Sami Bey, küçük bir emir kadrosu ile 24 Mayıs 1919 günü Akhisar'a vardı. Akhisar'daki manzara şuydu: Zamanın azınlıkları sokaklara Yunan bayrakları asmış ve zafer takları kurmuşlardı. Yunan ordusunu bekliyorlardı. Mustafa Kemal Paşa'nın emri ile Akhisar'a gelmiş olan oradaki dağ toplarının kaçırılıp kaçırılamayacağını sordu. Buna teşebbüs edilmişse de netice alınamamıştı... Bekir Sami Bey daha sonra Marmara nahiyetine gitti...

"MARMARAYI YAKARIM"...

Marmara Nahiyesi'nde de Rumlar işi azıtmışlardı. Sokaklar Yunan bayrakları ile doluydu. Bekir Sami Bey nahiyenin Türk ileri gelenleri ile Rumların ileri gelenlerini nahiye müdürünü odasına çağırdı. Rumların ilk andaki kasıntı hareketleri, Bekir Sami Bey'in yere öfke ile vurulan savaş çizmelerinin sesleri karşısında çöküverdi. Bekir Sami Bey'in yaverleri ellerinde mavzerler odanın girişinde durmuşlardı.

Bekir Sami Bey Rum ileri gelenlerine şöyle dedi:"...Burası Türkiye'dir. Burada ne başka devlet ne başka bayrak yoktur. Olamaz da. Bu bayraklar hemen indirilecek. Yoksa burayı yakarım..." Bir saat sonra istenilen olmuştu...

ESİR İSTANBUL...

Mustafa Kemal Paşa'nın 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelişi ve Anadolu'ya geçeceği zamana kadar olan, Esir İstanbul neler yaşamamıştı ki. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan Anadolu'ya geçmesinin ardından da çok şeyler yaşanacaktı.

Mustafa Kemal Paşa, daha Adana'da Yıldırım Orduları Grubu komutanı olduğu günlerde zaten ne yapacağına karar vermiş ve bunun için de İstanbul'daki teşkilatlanma çalışmalarına başlamıştı... İşte o çalışmalar sırasında Bekir Sami de vazifelendirilmişti...

İSTANBUL KUVVASI...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da teşkilatını kurdu. Maltepe Endaht Mektebi Komutanı Yenibahçeli Şükrü idi. Kadıköy mıntıkasına Veysel Orhan bey verildi. İstanbul İnzibatı Komutanı Yüzbaşı Dayı Maksut iyi bir teşkilatçı idi. Gebze'de adamlar bulacak orayı teşkilatlandıracaktı. İstanbul Kartal semti İlhan Bey'e, Beykoz Murat Bey'e verildi. Yüzbaşı Fehmi, Yüzbaşı Hulusi, beyler ile Ömer Kaptan teşkilata dahil edilmişlerdi. Hele, Sadık Baba denilen bir isim vardı ki, Balkanlardan ün yapmıştı. Şimdi İstanbul'da idi. Şile'deki Rum çetelerin ortadan kaldırılması vazifesi Demir Hulusi, Sadık Baba, Osman Kaptan'a verildi...

"TODORİ'NİN İŞİ BİTTİ"...

Dayı Maksut, Malisör Rıza Bey, Yüzbaşı Eczacı Celal, Doktor Fahri ayrılmaz arkadaşlar idi. Gece Asmalımescit'te oturmuş haber bekliyorlardı. O iri cüssesi ile Sadık Baba'nın kapıdan girdiğini gördüler. Sadık Baba geldi yanlarına oturdu. "Todori denilen herif gayrı yoktur" dedi. Todori'nin Şile'de meyhanesi vardı. İngilizlerin himayesinde orada çeteler kurmuş Türkler'e saldırmaktaydı. Dükkanı da cephane deposu gibiydi.

Todori'nin dükkanına müşteri gibi giren Sadık Baba ve arkadaşları meyhane boşalınca Todori'nin işini bitirmiş, dükkandaki silah ve mühimmatı da bir taka ile İstanbul Haliç'teki Kuvva merkezlerine göndermişlerdi... İşi bitirilen Todori o zaman Mavri Mira denilen Rum kuruluşunun da başlarındandı...

DESPERE VE MALİSÖR RIZA...

Osmanlı İmparatorluğu'nu çökerten emperyalizmi İtilaf Devletleri'nin Makedonya'daki Fransız Komutanı France Despere 1918 yılının kasım ayının son günlerine doğru, Fransızların Paris Zırhlısı ile İstanbul'a gelmiş ve beyaz bir ata binerek Fransız Sefarethanesi'ne doğru yola koyulmuştu. Tabii zamanın azınlıkları çılgınca gösterilerle kutluyorlardı... Yüzbaşı Selim o gün sivil giyinmişti. Birkaç gün önce de gazete haberlerinden öğrenmişti ki Desperey İstanbul'a gelecek... Ve Galata'da Desperey'in işini bitirmek istemişti... Malisör Rıza Bey Rumeli vuruşmaları sırasında Desperey'i birkaç defa vurmak istemişti, ama etrafındaki askerleri onu çember içinde tuttuklarından bir türlü olmamıştı bu iş...

"DUR VAKTİ VAR"...

Yüzbaşı Selim, tam silahına davaranacaktı ki, birden yanında Dayı Maksut'u gördü. Dayı Maksut Selim'in öfkesini bilirdi. Eğer silahına davransaydı Desperey'i atından aşağı indirdi. Ama, kalabalık içinden de çıkmazdı. Dayı Maksut, Yüzbaşı Selim'in orada yok olmasına razı olmadı. "...O herifin kanı beş para etmez. Şimdi dur. Bize lazımsın" dedi...

Selim ceketinin altındaki kabzasından tuttuğu silahını bıraktı... Ve Dayı Maksut'a "...Birgün hesap günü gelir değil mi yüzbaşım..." diye yalvaran gözlerle baktı... Dayı Maksut Yüzbaşı Selim'e, "...Bak Mustafa Kemal Paşa'nın boş durmayacağını biliriz. Bekle... Bekle ki asıl hesap zamanı dünyayı nasıl yangın yerine çevireceğimizi gör..." diye cevapladı.

Benim hayatımın en anlamlı günlerinden bazıları işte o zamanları yaşamış olanlardan bunları dinlemiş olmamdır... (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

VE O YEMİN...

Kehribar Ali, Üsküdar Ayazma'da zaman zaman uğradığı kahvede bir gencin dalgın dalgın oturduğunu görürdü. Birgün gözlerini o gence dikti ve baktı. O genç Kehribar Ali'nin namını bilirdi. Kehribar Ali, yan masadaki gence "Nedir o dalgın haller?" diye sordu. Biraz konuştular. Kehribar Ali genci sökmüştü. Aldı, gece Üsküdar'daki merkeze götürdü. Yüzbaşı Selim teşkilata dahil olmuştu. O genci dinledi. Babası Kafkas'ta şehid olmuş. İlla birşeyler yapmak istiyormuş. Yüzbaşı Selim Kehribar Ali'ye yarın gece gelin emrini verdi. Ertesi akşamdı, geç saatler. Yollarda İngiliz Fransız devriyeler.

ARTIK YEMİNLİYDİ...

Doktor Fahri, Dayı Maksut'ta oraya gelmişlerdi. Biraz daha sorgu sual. Doktor Fahri Yüzbaşı Selim'e başı ile "tamamdır" işareti yaptı. Masanın üzerine bir Kur'an bir Türk Bayrağı ve üzerine bir tabanca konuldu. Ve Tıbbiyeli Kemal o gece yemin ederek İstanbul teşkilatına katılmıştı. Sonraki zamanda Anadolu'ya geçen genç tıbbiyelilerin içinde yer alacaktı. Lakin o savaşlardan döndü mü dönmedi de şehit mi oldu bilinmemektedir...

ALİ'NİN VEDASI...

Anlatmışlardır ki, Kehribar Ali Ayazma'da bir aşka tutulmuştur. Sevdası, yangınlığı dillerdedir. Ve yine anlatmışlardır ki, bir gün Kehribar Ali Ayazma'daki bakkaldan çıkan yangınlığının yanına ermiş ve demiştir ki, "...Sevdamız vardır. Lakin artık affola... Soyunduk vatan vazifesine iki sevda bir arada olmaz... Yakında belki gideriz uzaklara döner miyiz, dönmez miyiz bilinmez..." Ve Kehribar Ali kaybolup gitmiştir. Anlatmışlardır ki, Kehribar Ali'nin sevdalısı kafesli pencerenin ardında hep onu beklemiştir. Lakin ne gelen vardır ne giden...

SONRA NE Mİ OLDU?...

Anlatsın bakalım şair Nazım. Şöyle de yazmıştır: "...Sonra/ sonra 9 eylül de girdik İzmir'e/ ve Kayserili bir nefer/ yanan şehrin kızıltısı içinden öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya/ Güneyden Kuzeye/ Doğudan Batıya/ Türk halkıyla beraber/ seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i..." Evet sonraları da işte böyle olmuştur... Vatan sevdası... Bu sevda bu sonsuz aşk bizim...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.






Cumhuriyet'in İlanının 29 Ekim Günü "Tarihi Sırrı"-


Cumhuriyet'in İlanının 29 Ekim Günü "Tarihi Sırrı"- 30 Ekim 1918 Günü Mondros Teslimiyet Anlaşması İmzalanmıştı- Mustafa Kemal Paşa Ne Demişti?
Ve Tarihsel Belge...


Gazi Mustafa Kemal Paşa, Atatürk Cumhuriyet'in ilanını neden 29 Ekim gününe rastlaştırmıştır? Cumhuriyet'in ilanının 29 Ekim gününe rastlatılmasının sırrını bir gazeteci olarak yakın tarih belgesel araştırmalarımı yaparken en yetkili ağızdan da öğrenmiştim. Tek belge "Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü" belgesel araştırma kitabımda da vardır.

1- ÇÜNKÜ MONDROS VE SEVR...

Atatürk'ün Cumhuriyet'in ilanını 29 Ekim gününe getirmesinin sırrı, emperyalizmin Anadolu topraklarını parçalamak için Osmanlı İmparatorluğu'na imzalattırdığı 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet anlaşmasına karşı bir milli öfkenin ortaya konulmasına da dayanmaktadır. Atatürk bunu kimseye söylememişti, ama aradan geçen bir zaman sonra çok yakınında bulunan bir isme şunu söylemiştir: "...30 Ekim 1918 günü yanımdaydın. O zamanki azabımı bilirsin. Deyiniz ki bu da mazlum bir milletin intikamıdır".

2- 30 EKİM 1918 GÜNÜ...

Emperyalizmin başlattığı paylaşıma dayanan Birinci Şark Meselesi dahiliyetindeki Birinci Dünya Savaşı bitmiş, 30 Ekim 1918 günü İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı'nda Mondros Teslimiyet Anlaşması Osmanlı Devleti heyetine imzalattırılmıştı. O günü bilenlerin bana anlattıklarına göre o gün Agamemnon'a devasa bir İngiliz bayrağı çekilmişti. Anlaşmanın altında Osmanlı heyeti adına Hüseyin Rauf Bey, Reşat Hikmet ve Sadullah beylerin imzaları, emperyalist İtilaf Devletleri adına da İngiliz Amiral Arsör Caltrophe'nin imzası vardı.

3- TOROS ETEKLERİ...

Anlaşmanın imzalandığı gün Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grubu komutanı idi. Karargahı Toros eteklerine Adana'da Musul Palas Oteli'nde idi. "Teslimiyet anlaşması" ertesi günü bütün ordu komutanlarına olduğu gibi, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya da şifrelenmişti.

Ali Fuat Paşa, o tarihte Yıldırım Orduları Grubu'nda Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde idi. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali günlerinde cephelerde paşalık rütbelerini alacak olan Albay Fahrettin (Altay Paşa) da albay rütbesi ile Mustafa Kemal Paşa'nın karargahında bulunuyordu.

4- "KABUL ETMİYORUM"...

"Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın" metninin gönderilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa, emrindeki Ali Fuat Paşa ile Albay Fahrettin'i karargahına çağırmıştır. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasında 30 Ekim 1918 gününden başlayan ve 7-8-9 Kasım 1918 günlerine kadar devam eden şifreleşmeler olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği son şifresinde şöyle de demiştir: "...Bu mütareke ahkamını (şartlarını) kabul etmiyorum. Kendi karakterime uyanı yapacağım..." demiştir. (Şifrelerin tam metni: Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati yayınları)

5- "PAŞAM BU BİR İSYAN"...

O zaman bu şifreyi çekmek öyle kolay değildir. Divan-ı Örfi'ye verilip idam edilmek bile söz konusudur. İşte o günlerde yanında bulunan Ali Fuat Paşa ile Albay Fahrettin, Mustafa Kemal Paşa'nın meydan okuyan şifrelerini görünce bir başlangıcı da anlamışlardır.

Albay Fahrettin, Mustafa Kemal Paşa'ya "...Paşam bu bir isyan..." deyince Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı şöyle olmuştur: "...Evet öyle olacaktır..."

Ben bunları belgeselini yazdığım Altay Paşa'dan da dinlemişimdir.

6- BİR BÜYÜK AZAB VE ÖFKE...

Yine bana anlatılmıştır ki, Mustafa Kemal Paşa o şifreleşme günlerinde bir büyük öfkenin ve derin bir azabın içinde olmuştur. O şifreler gönderilirken odadaki sessizliği, Mustafa Kemal Paşa'nın çektiği ızdırabı yine bana Altay Paşa anlatmıştı.

30 Ekim 1918, 7-8 Kasım 1918 günleri aslında, Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne ilk karar verdiği günlerdir de. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü). Bu belgesel günlerin tek kaynağı da bu kitaptadır. Neler olmuştur o günlerde?

7- "İSTANBUL'A DÖNÜNÜZ"...

Mustafa Kemal Paşa'nın "...Bu mütareke ahkamını kabul etmiyorum. Kendi karekterime uyanı yapacağım. Sahile çıkacak düşman kuvvetlerine ateş açılması için orduma icab eden emri verdim..." satırlarını taşıyan şifresi, İstanbul'da Saray'da Sadrazamlık'ta ve İtilaf devletlerinde büyük bir deprem etkisi yaratmıştır. Çünkü, Mondros anlaşması ile teslimiyet kabul edilmişti. Bu şifrenin ardından Yıldırım Orduarı Grubu lağvedilmiş (o kuvvetlerin başka birliklere dağıtılması), Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağrılmıştır.

8- TOROS GÜNLERİ...

Mustafa Kemal Paşa'nın o 30 Ekim 1918, 7-8 Kasım 1918 günleri tarihsel sürecinde karargahında yaşananlar vardır. Ona yarın da bakarız. Ama, o günler Mustafa Kemal Paşa için bir büyük öfkenin, bir büyük ızdırabın günleri olmuştur. Çanakkale'den geçemeyen Agamemnon zırhlısı, bir teslimiyetin anlaşmasının imzalandığı zırhlı olmuştu.

O son şifre gecesini de anlatırım. Ama, şimdi dikkat: Mustafa Kemal Paşa Sadrazam'a gidecek son şifresini yazdırdıktan sonra odaya genç bir suvari zabiti girmiş ve selam verdikten sonra şöyle demiştir: "...Emriniz icabınca söylediğiniz silahlar o çiftliğe gönderilmiştir..." Mustafa Kemal Paşa'ya gelen şifrede silahların teslim edileceği de bildirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, ilerisi için o silahlardan bir kısmının eski Teşkilat-ı Mahsusacı Kuşçubaşı Eşref Bey'in çiftliğine kaçırılmasını emretmiş.

Ne olmuştur? İşte o silahlar daha sonra Ege Kuvvası'na dağıtılmıştır.

9- VE 29 EKİM SIRRI...

Yakın tarih belgesel araştırmalarını yaparken kafamda hep şu soru olmuştur:

"Cumhuriyet neden bir başka gün ilan edilmemiştir de bir acele hareketle 29 Ekim gününe getirilmiştir?" Gerçi o gülerde İstanbul'da zamanın Malifesi ile bazı temaslar yapıldığı, Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhuriyet'i ilan edeceği hissedildiği bazı oyunların döndüğü haberleri de Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmıştır. Bu nedenler Cumhuriyet'in ilanının öne alınmasının nedenlerindedir.

10- "SEN AZABIMI GÖRMÜŞTÜN"...

Altay Paşa'nın belgeselini hazırladığım zamanlarda, Altay Paşa ile aylarca süren çalışmam sırasında kafamdaki soruyu Altay Paşa'ya açmaya karar vermiştim. Sordum. Altay Paşa Atatürk'ün en yakınında bulunan isimlerindendi. Çankaya'da 10 günlük bir misafirliği de olmuştu. Altay Paşa o soru üzerine bir süre yüzüme baktı. "Meseleleri iyi kavramışsın" dedi. Sonra da şunları söylemişti: "...Tabii İstanbul'da bazı hadiseler oluyordu. Ama Atatürk Cumhuriyet'in ilanını 29 Ekim gününe getirmek için büyük bir acelecilik içindeydi. Benim dikkatimi çekmişti. Aradan bir zaman geçmişti. Senin bana sorduğunu Atatürk'e sordum. Bana verdiği cevap şuydu: O anlaşma bana gönderildiğinde sen benim yanımdaydın. O günlerde çektiğim azabı sen bilirsin. İşte onun içindir de... Ve diyelim ki bu mazlum bir milletin ahıdır da..."

11- DAHA O ZAMAN ANKARA...

Şimdi bakınız: Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'yı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin merkezi yapmaya karar verişi de işte o Toros dağları eteklerindeki karargahında olmuştur.
Adana'dan ayrılmadan önce Ali Fuat Paşa'ya kolordusunu Ankara civarına nakletmesini söylemiştir. Ali Fuat Paşa'nın kolordusu da 1919 yılının şubat ayında Konya Ereğlisi'ne nakledilmişti.

Mustafa Kemal Paşa Adana'dan ayrılmadan önce Ali Fuat Paşa ve Albay Fahrettin (Altay Paşa) ile konuşurken, emir subayına bir harita açtırmış, elini Ankara üzerine koyarak, "...Anadolu'nun merkezi... Bütün bölgeler ile irtibat sağlamak mümkün..." demiştir. İstanbul'a döndükten sonra da, Anadolu'ya geçmeden önce, Harbiye nezaretinde Ali Fuat Paşa'nın kolordusunun Ankara'ya nakli için bir dizi faaliyette bulunmuş ve Ali Fuat Paşa'nın Yirminci kolordusu Ankara'ya nakledilmiştir.29 Ekim'in bir tarihi sırrı da böyledir. O Mondros ve rezil Sevr yanlıları da tarihi derslerini almışlardır. Emperyalistler bir büyük devletin doğmakta olduğunu görmüşlerdir.

30 Ekim 1918, Mondros Teslimiyet Anlaşması'dır. Mustafa Kemal Paşa, 29 Ekim günü Cumhuriyet'in ilanı ile o tarihe de bir ders de vermiş olmaktadır.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Çrş May 11, 2011 3:21

Cumhuriyet'in İlanı Emperyalizmin Bir Başka Yenilgisidir...

Cumhuriyet'in İlanı Emperyalizmin Bir Başka Yenilgisidir...
Toros Geceleri ve Mustafa Kemal Paşa- Tarihin Şahidi- ve Şimdiki Zaman...


Gazi Mustafa Kemal Paşa, Atatürk, Cumhuriyet'in ilanını 30 Ekim gününe bırakmamış, 29 Ekim gününe bağlanırken Cumhuriyet ilan edilmiştir. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali istediği neticeyi almıştır.

Zamanın emperyalizminin yediği üç tokat vardır:

1- Çanakkale Zaferi Mustafa Kemal Paşa orada tarih sahnesine çıkmıştı.

2- Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali. Emperyalizmin tarihi yenilgisidir. Dünya dengeleri değişmiş, emperyalizme mahkum esir millletler ayağa kalkmaya başlamış, ve emperyalizm sömürgelerini kaybetmek dönemine girmiştir.

3- Cumhuriyet'in ilanı. Emperyalistler sanmışlardır ki, eskisi gibi devam edecek Saray ve çevresi ile istediklerini yapacaklardır. Ama bu defa Cumhuriyet'in ilanı ile derslerini almışlardır.


1- VE O MONDROS GECELERİ...

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması imzalandığında Mustafa Kemal Paşa, Adana'da Yıldırım Orduları Grubu Komutanı idi. Dün de anlattığım gibi, Mustafa Kemal Paşa, 7-8 Kasım 1918 günleri zamanın Sadrazamı Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği, şifrelerde Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin işaretini vermişti. Ve işte o şifreler yazdırılırken bunun tarihi şahidi Altay Paşa idi. Ali Fuat Paşa idi. Altay Paşa o geceyi bana şöyle anlatmıştı. "...Şifreler yazılırken odada derin bir sessizlik hüküm sürüyordu..."

2- "YAZ ÇOCUK"...

Ve bu anlatım şöyle devam eder: "...Mustafa Kemal Paşa o şifreyi yazdırırken bir sigara yakıyor, sonra duruyor ve şifre subayına yaz çocuk diyordu... Öfkeliydi.. Duruyor, saçlarını karıştırıyor ve yine yaz diyordu.... Koltuklarımıza gömülmüştük... Sesimizi çıkaramıyorduk... Şifre subayı heyecanlanmıştı... Elleri titriyordu... Bir ara gözleri doldu... Atatürk öfke ile yazdırmaya devam diyordu... Ve anladık ki, bir tarih yaşanmaktadır..." (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, Kum Saati Yayınları) o günleri anlatması uzundur.

3- KOMUTANLAR DA MECLİSTEYDİ...

Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin ateşi o muhteşem Torosların eteklerindeki Adana'daki Yıldırım Orduları Grubu Karargahında yakılmıştı
. Cumhuriyet'in ilan edildiği meclis İkinci Meclis'tir. Bu ikinci Cumhuriyet'i ilan etmiş, padişahlığı hilafeti kaldırmıştı. Ve Gazi Paşa Cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu ikinci mecliste Türk Ordusu'nun önde gelen komutanları da kendi bölgelerinden seçilmiş olarak bulunmuşlardı. Türk Ordusu'nun "Kurucu güç özelliği" de tarihsel süreçten gelmektedir. O nedenle de düşüncelerini tabii ki açıklayacaktır.

4- MESELA İZMİR'DEN...

Şimdi, mesela İzmir listesine bakalım. O listede seçimler için adaylar şunlardı. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çelebizade Seyit Bey, Mahmut Celal (Bayar) , Mahmut Esat Bey (Tür dünyasının ünlü ismi), Fahrettin Paşa (Altay), Saraçoğlu Şükrü, Necati Bey, Tevfik Rüştü (Aras), Rahmi Bey (İzmir eski valisi) Tevfik Rüştü,

Saraçoğlu Şükrü Mondros'tan sonra İngilizlerin isteği ile işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in kurdurduğu Harp Divanı'nda tutuklanmış, Bekirağa Bölüğü Hapishanesinde yatmışlardı. Necati Bay İzmir'in emperyalizm tarafından işgali günlerinde Ege dağlarına çıkan ilk Kuvvayı Milliyeci'lerdendir. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapmıştır. Tevhid-i Tedrisat'ın ilk uygulamacılarındandır. (Seçim listesi ve geniş bilgileri için bak; Taylan Sorgun. İmparatorluktan Cumhuriyet)

5- İŞBİRLİKÇİLER...

Mondros ilanından sonra işbirlikçiler de ortaya çıkmıştı. Emperyalizmin işbirlikçileri İngiliz ya da Amerikan mandası peşindeydiler[/b]. Anadolu da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali sürerken o işbirlikçilerden bazıları konaklarında, işgal devletlerinin yüksek Komiserleri ile kendi iktisadi çıkarları peşinde pazarlık halindeydiler. Millet içinde azınlıkta olan, Kürt Tealiciler de emperyalizm ile işbirliği içindeydiler. Ama Doğu ve Güneydoğu Anadolu Coğrafyasındaki milletimizin kahir ekseriyeti Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali içinde yer almışlardı. Öteki işbirlikçiler, 1909 da İstanbul ve Anadolu'da o zamanki tabirle mürteci ayaklanması çıkartan Derviş Vahdeti devamcıları idi. Adem-i Merkeziyetçi Prens Sabahattin liberal takımı da o işbirlikçilere dahildi.

Prens Sabahattin ve Liberalci takımı işgal devletlerinin Yüksek Komiserleri ile işbirliği içindeydiler. Tabii Ali Kemal ve şürekası da o işbirliklerinin içindeydiler.

6- 1923: 14 ŞUBAT - 4 MART...

Şimdi dikkat: Cumhuriyet'e gidilirken, 1923 yılının 14 şubat ve 4 Mart tarihleri arasında Gazi Paşa İzmir İktisat Kongresi'ni toplattırmıştı. Köylülerimiz dahil toplumun bütün kesimleri o toplantıya delege olarak katılmışlardır. Atatürk'ün o kongrede bir konuşması vardır. Konuşmasının bir bölümünde şöyle demişti:

"Ecnebiler (yabancılar) bir taraftan etnik tahriklerde bulunuyor, diğer taraftan kendileri müdahale ediyorlardı. Her müdahalede de yine devletimiz ve milletimizin aleyhine olmak üzere yeni bir takım imtiyazlar elde ediyorlardı"...

7- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamana bakınız
: Yine emperyazlimin etnik kışkırtmaları ve yine kendileri için iktisadi ve siyasi menfaat arayışları, yine kepaze haritalar peşindedirler. Lozan'da reddedilen Kapitülasyonların ihyası, Türkiye'nin geçmişteki gibi bir büyük müstemleke haline getirilmesi siyasetleri arasındadır. O konuşmanın bir bölümünde Gazi Paşa şöyle de demektedir: "Osmanlı ülkesi ecnebilerin serbest bir pazarından başka şey değildir." Şimdiki zamanda tarihsel hatalar ile üreten Türkiye yerine Tüketen Türkiye manzarası ortaya çıkmakta, ne milli tarım, ne milli endüstri kalmamaktadır.

8- MİLLET VE ORDU...

Gazi Paşa, Atatürk o konuşmasının bir başka bölümünde şöyle demiştir....

Millet, tüfeksiz, topsuz, her türlü mazemesiz ve parasız bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın en kuvvetli ve en muazzam ordusunu teşkile muvafak olmuştur... Ve en nihayet bütün cihanı hayrette bırakarak topraklarımızı ve mukaddes vatanımızı çiğneyen düşman ordularını mahvetmiştir...."

Bu sözler Atatürk'ün millete nasıl inandığının bir başka belgesidir.

9- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali sırasında, işbirlikçilerin yabancı altınları ile kurdukları ordular, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ordularını arkadan vurmuşlardır. Emperyalizm o işbirlikçilerle birlikte istediğini elde edememiştir. Ama, şimdi yine kimi dış kışkırtmalarla Türk Ordusu üzerinde kimilerinin abuk siyasetleri yaşanmaktadır. Ancak Türk ordusu bugün Dünyanın en güçlü ordularının başında gelmektedir.


10- İKTİSADİ HAKİMİYET...

"Siyasi ve iktisadi hakimiyet" Cumhuriyet'in Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali felsefesi dahiliyetindedir. Bakınız Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk İzmir iktisat Kongresi konuşmasında şöyle de demektedir:

"Bu devlet iktisadi hakimiyetini temin ederse o kadar kuvvetli temel üzerine yerleşmiş olacaktır.
Ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olmayacaktır. İşte hakiki düşmanlarımız buna bir türlü rıza göstermemektedirler
"

11- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Lozan'da kapitülasyonların reddi bu esaslara dayanmıştır. Cumhuriyet devletlerarası iktisadi ve siyasi işbirliğini kabul etmiştir. Ama siyasi ve iktisadi teslimiyeti reddetmiştir. Peki şimdiki zaman da hangi tarihsel hatalar yapılmaktadır? Cumhuriyet'in millileştirdiği bu tüm kuruluşlar giderek yabancılaşmakta, milli tarım, milli iktisat tarihsel hatalar ile çökmektedir.

12- "BİZİM İŞÇİLERİMİZ"...

Bakınız, İzmir İktisat Kongresi'nde Atatürk şöyle de demiştir:

"Bizim fabrikalarımızda kendi işçilerimiz çalışmalıdır. Müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdırlar. Ve bütün sınıflarımız iktisadi bakımdan da yükselmelidirler. Şimdi İzmir İktisat Kongresi bir Misak-ı İktisattır. (İktisad andı)"

13- ASIL JAKOBENLER...

Cumhuriyet'in ilanı sırasında Cumhuriyet karşıtları vardı. Başaramamışlardır. Milli devlet, ulus devlet karşıtları vardı. Başaramamışlardır. Cumhuriyet devrimleri için iki de bir jakoben sözünü kullananlar, kimileri ne tarih bilgisine sahiptirler, ne başka şeylere. Şimdiki kimi jakoben liberal takım, bir yandan milli iktisadiyat karşıtlığı yaparak yabancı sermaye jandarmalığına soyunmuşlar, kimileri, ulus devlet, milli devlet, üniter devlet karşıtlığı ile meşguldürler. Ama yine başaramayacaklardır. Yaşasın Cumhuriyet. Ve şehitlerimizi saygı ile anıyoruz.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.




Mondros Sonrası, Mustafa Kemal Paşa, Sapancalı Hakkı Fethi Bey Bir Gece Toplantısı -
Ve Bekirağa Da Görüşmeler...


13 Kasım 1918 günü, yani Mondros Teslimiyet Anlaşması ile koca bir imparatorluğun tarih sahnesinden çekilmeye başladığı zamandan on üç gün geçmiştir. Toros Dağlarının eteklerindeki Yıldırım Orduları Grubu komutanlığı da artık yoktur. Ve Mustafa Kemal Paşa işte o gün Haydarpaşa Gar'ında kendisini İstanbul'a getiren trenden inmiş, emperyalist devletlerin zırhlılarının "Mavi Kubbeli limanı' dumanlarıyla örten ve de toplarını İstanbul üzerine çevirmiş donanmanın arasından geçerek aslında yeni bir tarih yolculuğuna başlamıştı...


"KADERE BAK DOKTOR"...

Doktor Fahri Bey ile Eczacı Yüzbaşı Celal, Haydarpaşa Garı'ndan ayrılmışlar yürümekteydiler. İkisinin de yüreği burkulmuştu.

Yenilginin umutsuzluğu İstanbul'un yoksul mahallelerinin de üzerine çökmüştü. Yüzbaşı Celal, Doktor Fahri'ye

"... Kadere bak doktor, şu feleğin çemberine bak bizi nelerin içine attı. Mustafa Kemal Paşa şimdi aralarından geçmekte olduğu bu Düvel-i Muzzama sefinelerini haydi bas geri diye def etmemiş miydi? Hem de ne canlar vererek..." Haydarpaşa 'dan Kadıköy'e doğru yürüyorlardı...

Yüzbaşı Dayı Maksut söze karıştı:..

Yüzbaşım, şimdi Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a gelmiştir, ve lakin ne olacaktır onu bana diyiversen, yani bu gelişten bir tedbir çıkabilir de bana, ama
ne
?..." diye sordu.

"KEMAL PAŞA DURMAZ"...

Yüzbaşı Celal Mustafa Kemal Paşa ile aynı cephelerde beraber bulunmuştu. Dayı Maksut'a cevap verdi: "...Benim bileceğim şudur, Mustafa Kemal Paşa, bir şey yapar durmaz, da lakin ne yapar orasını kestiremem duralım bakalım, elbet duyarız yahut sırası geldi mi haydi vazifeye der koşarız, ama eğer zaten Harbiye Nezareti'ndekilere yaptığınız iş değildir diye çatmaya başlamış ise demektedir ki bu işin arkası var..."

VE PERA PALAS'A İNİŞ...

Mustafa Kemal Paşa Akaretler'deki annesinin evine inmişti. Çünkü birşeyler yapmaya karar vermişti. İşgal devletlerinin baskınları olabilir, yaşlı annesi buna dayanamazdı. Onun için de Pera Palas Oteli'ne inmişti.... Mustafa Kemal Paşa salonda bir yorgunluk kahvesi içerken, salonda oturanların mühim bir kısmı yabancılar ve esirleri idi... sarı saçlı, gözleri bir başka türlü ışıklı, girdiği her yerde dikkatleri hemen üzerine toplayabilen yaradılışı ile oradakileri sanki ayaklandırdı.

"BU İŞTE O DUR"...

Pera Palas salonunda oturmakta olan şık ve zarif yabancı misyon şeflerinin kadınları bu sarı saçlı paşaya hayranlıkla bakmaktaydılar. Fransızca, İngilizce fısıldaşmaya başladılar. Otel Müdürü mösyö Martin'e sordular, "Kimdir?" Mösyö Martin tek bir cevap verdi: "Mustafa Kemal Paşa" Öyle denilince İstanbul'a yeni gelmiş olanlar hayret içinde kaldılar. Çünkü, kendi vatanlarında başlarına gelenleri kendi gazetelerinden okumuşlardı. İşte o başlarına gelenleri, başlarına getiren Mustafa Kemal Paşa oydu... Mustafa Kemal Paşa yorgunluk kahvesini bitirmiş, odasına çıkarken arkasından hayranlıkla baktılar...

FETHİ BEY: "SARAY DARBESİ"...

İttihat Terakki'nin ünlü isimlerinden Sapancalı Hakkı Bey vardı. Sapancalı Hakkı, Samsun'daki amcam Doktor Sırrı Reşit Sorgun'un eş nedeniyle akrabası olacaktı. İşte o Sapancalı Hakkı'nın evinde Mustafa Kemal Paşa, Sapancalı Hakkı ve Fetih bey (Okyar) buluştular. Aralarında şu konuşma geçti:

Fethi Bey: Paşam bir saray darbesi ile istediğimiz hükümeti kurdurmamız ihtimal dahilindedir"

Mustafa Kemal Paşa:"Peki kurdurulabilecek hükümet ne yapabilecektir? Görülüyor ki, tam işgal altına girilmektedir. Ordu dağıtılmaktadır. Böyle bir hükümet ancak müstevlilerin (işgalcilerin) şartlarını kabul etmekten ve onların istediklerini tatbik etmekten başka ne iş yapabilecektir?"

Fethi Bey: "Paşam şartlar belki daha yumuşatılabilir" Mustafa Kemal Paşa: "-Onları buna zorlamak için elinizde ne kuvvet vardır ki? Kuvvet elinizde olmadan sizi dinleyecekler midir? Onlar yıllardır Müstevli emelleri için çalışmıyorlar mı? Üstelik Padişah da onların dediklerini yapacaktır"... (Geniş bilgiler için bak, Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

"BİRŞEY YAPACAĞIZ"

Gece geç vakte kadar ulaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa bir sigara yaktı Odada dolaşmaya başladı ve sözlerini sürdürdü: "Yarıp çıkacağız... Bunun başka yolu da olacak... Mutlaka olmalı... Ama, yol zahmetli, yol uzun yol tehlikelerle doludur. Unutmayınız ki, karşımızda sadece Padişah olmayacak başkaları da olacaktır. Çünkü menfaatleri birleşecektir..."

Konuşmalar sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Fethi Bey ve Sapancalı Hakkı Mustafa Kemal Paşa'nın bir büyük tarih yolculuğuna çıkacağını anlamışlardı...

O geceyi Sapancalı Hakkı Bey'in eşinden, Bayar'dan da dinlemiştim. Amcam da bunu yakın dostlarına anlatmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın daha Anadolu'ya geçmeden Gebze Boğazı'nı tutturduğu Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü Bey de o gecenin şehitlerindendir. (Bak Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü)

ZİYA GÖKALP-MİTHAT ŞÜKRÜ...

Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da idi... İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit, işgal devletleri ve onların başında gelen İngilizlerin istekleri ile kurdurduğu Harp Divanı ile tevkifatı başlatmıştı. Tavkif edenler arasında İttihat ve Terakki'ye girmiş bulunan Ziya Bey (Gökalp) de vardı. Tabii İttihat ve Terakki'nin Katib-i Umumiliği'ne" kadar yükselmiş olan Mithat Şükrü Bey de tavkif edilenler arasındaydı. Ve Mustafa Kemal Paşa Bekirağa Bölüğü hapishanesine giderek bütün eski arkadaşları ile görüşüyordu.

VE O GÜN...

Mustafa Kemal Paşa o günlerde birisinde Bekirağa Bölüğü'ne geldiğinde Ziya Gökalp ve Mithat Bey ile de görüşmüştü. Mithat Şükrü Bey, "...Bizleri yalnız bırakmayacağınızdan emindik. Bu gün yarın diye bekliyorduk..." deyince Mustafa Kemal Paşa gözlerindeki kederle şöyle diyecekti: "...Sizleri yalnız bırakmamız düşünülemez... Bunların geçici olduğunu biliniz...Birgün bu çekilen ızdırapların geride kaldığını yaşayacağız..."


O gece Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'nin büyük salonunda ziyaret sabahlara kadar konuşulmuştu. Ve karar vermişlerdi ki, Mustafa Kemal Paşa durmayacak, mutlaka birşeyler yapacaktır... Bana o günleri anlatan günlerce konuştuğum Bekirağa Bölüğü görevlisi Yüzbaşı Şadi Bey'dir... Şimdi arşivimdeki fotoğrafa bakıyorum. Tarihsel bir belgedir. Kimler yoktur ki o fotoğrafta... Sanırım tek fotoğraf odur... Neler yaşanmıştır...

ÇÜRÜMÜŞ İSTANBUL...

O günleri yaşayanlardan aylarca dinlemişimdir. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a 13 Kasım 1918 günü geldiğinde iki İstanbul bulmuştu. Birisi çürümüş İstanbul, işbirlikçilerin emperyalizmin Yüksek Komiserleri ile kendi çıkarlarının peşinde oldukları İstanbul. Ötekisi İstanbul'un dar arnavut kaldırımlarındaki sokaklarındaki İstanbul. O sokaklardakiler bir çıkış yolu için dua edenlerle doludur...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş May 19, 2011 4:04


Namusun "Kılıcın Keskin Ağzında" Olduğu Zamanlarda

Namusun "Kılıcın Keskin Ağzında" Olduğu Zamanlarda- Ah Sen Felek- Bekirağa Bölüğü Hapishanesi- Ve Mustafa Kemal Paşa'nın Emri...

Esir İstanbul'da artık martılar da susmuşlardı. Marmara'nın mavi kubbeli limanı düşman zırhlılarının çıkardığı siyah bulutlarla örtülmüştü. Ve yine karanlık basıyordu esir şehri. Sokak fenerlerinin solgun ışıkları yanmaya başlamıştı usuldan. Sokak fenerlerinin solgun ışıkları esir İstanbul'un kaderine katılıyordu sanki... Oysa, her zaman daha parlak yanmazlar mıydı?

Ordudan terhis edilmeye başlanılan savaş subayları, daha önce sayısını unuttukları cephelerden, Galiçya'dan Kafkas cephesinden, çöllerden, Rumeli Vatan topraklarından, Trablusgarp cephesinden dönen yaralı savaş subayları da İstanbul'un arnavut kaldırımlı sokaklarında öfke ve kederle yürüyorlardı... Sokak lambalarının solgun ışıklarının önlerine ve arkalarına bıraktığı gölgeleri bile mahzundu... Ama öfke onlarla birlikte yürümekteydi... Ve Sokaklarda işgalci emperyalist devletlerin bayrakları...

İNGİLİZ'İ BASMAK...

Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu'ya geçmemişti. Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahında "teşkilat çalışmaları" yapmaktaydı. Gecenin geç saatlerinde Harbiye Nezareti'nden çıkan genç subaylar Harbiye Nezareti'ndeki mühim yazışmaların bir kopyasını Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırıp, gece karanlığnda kayboluyorlardı
... Ve bir geceydi. Teşkilat-ı Mahsusa'cı Malisör Rıza Bey ünlü Karadağ tabancasını özenle beline yerleştirdi ve Asma Mescit'te kendisini bekleyen arkadaşları ile buluşmaya gitti.. Şimdi kafasında İngiliz Konsolosluğu'nu basmak vardı. Lakin arkadaşları ne diyeceklerdi?


RUMELİ'DE YAPMADIK MI?...

Elveda Rumeli dediğimiz Vatan toprakları onların içinde hep bir hicrandı.
Malisör Rıza Bey, Asmalı Mescit'te kendisini bekleyen arkadaşlarının bulunduğu lokantanın kapısından girdi. Köşede bir masada, Yüzbaşı Kemal, Yüzbaşı, Dayı Maksut, Eczacı Yüzbaşı Şükrü, Yüzbaşı Yenibahçeli Şükrü onu gördüler. Eczacı Yüzbaşı Şükrü arkadaşlarına usulca, "...Bizimki yine namludan çıkacak kurşun gibi... Kafasında yine birşeyler var..." dedi.

Malisör Rıza, lafı hiç uzatmadı. "...Bu gece şu İngiliz Konsolosu basalım..." dedi. Birbirlerine baktılar. "Zamanı beklemek lazım" dediler. Malisör Rıza duraksamadan "...Rumeli'de de yapmıştık. Osman Bey'le beraber az mı baskın vermiştik..." diye söylendi. Osman Bey dediği Topal Osman'dı... Ve Rumeli vuruşması günlerini hicranla konuştular... Ve "Ah sen Rumeli" sözleri gözlerinde pırıldadı...

GÖLGEDEKİ KEHRİBAR ALİ...

İstanbul'un bıçkınlarından Kehribar Ali, bıçkınlığı bir yana koymamıştı, ama şimdi artık o da yeni kurulmakta olan İstanbul Kuvvacıları'na katılmıştı. O gece Asmalı Mescit'e gidiyordu ki yeni haberleri vardı. Birden, Malisör Rıza ile Eczacı Şükrü'nün geldiklerini gördü. Galatasaray'daki köşede bir de baktı ki bir işgal devriyesi önlerine çıktı. Yanlarında da bir Rum tercüman vardı. Malisör Rıza ve Eczacı Şükrü'nün üzerini aramak istediler... Çünkü Saray ve Sadrazamlık Türk zabitlerinin ve Türklerin silah taşımalarını yasaklamıştı...

NE OLDUYSA OLDU...

Malisör Rıza ve Eczacı Celal, Rum tercümanın "üzeriniz aranacak" sözü üzerine önce hayret ettiler... Onlara göre sanki kendilerini tanımalarına rağmen bunu istiyorlardı. İşte Rıza Bey kocaman sarı saçlı kafasından bunu geçirir geçirmez, ortalık yangın yerine dönüverdi... Kehribar Ali, toplusunu İngiliz teğmenin başına dayamıştı. Tetiğe ha asıldı ha asılacak... O sırada o zaman taharri denilen polisler geldiler. Rıza Bey ve yanındakileri binbir rica, binbir yalvarma ile durdurdular. Lakin Kehribar Ali duracak gibi değildi. Gümüş saplı kaması çıkardı, İngiliz Subayın yüzüne bir çentik attı... Sonra yine taharrilerin binbir yalvarması ile oradan ayrıldılar...

AH SEN FELEK...

Malisör Rıza Bey'in bu iş çok gücüne gitmişti. O gece "Merkez"de konuşurlarken Malisör Rıza Bey, "...Şu feleğin işine bak... Onca cephe... Rumeli'de bastığımız koca konaklar, Makedonya dağları, Kafkas cephesi, Romanya'daki fabrikayı rahmetli Yakup Cemil Bey ile uçuruşumuz... Bütün bunları gör sonra da gel iki küçücük düşman devriyesi ile uğraş... Ah sen felek ettin edeceğini ya... Lakin hesap günü gelmez mi.. Geldi mi sen gör ki neler olur.. Ya Osman Bey ile Rumeli'deki onca büyük çeteler basmamız... Ah sen felek... Sorarım ben sana..." derken gözleri bir başka hınç ve öfke ile çakıyordu.

NAMUS KILICIN AĞZINDA...

"Mütareke günleri namusu kılıcın kenskin ağzına koymuştu. Ya o tarafa ya bu tarafa. İstanbul'un Türk insanının dar arnavut kaldırımlı sokaklarındaki evlerinde cephelerden yeni dönmüş savaş subayları ise genç yaşlarında ateş çemberlerinde belki de yüz yıllık bir olgunluğa eriştikleri ruh halleri ile İstanbul'un öteki haline tiksinerek bakıyorlardı. Bazı zengin konaklarında işgal subaylarının ticari istikbal için misafir edilişleri, şık şampanya kadehleri. Bazı davet masalarındaki ağdalı bir taassubla atılan çığlıklar, pencerelerden fışkıran martıları bile susturan avaz avaz plak sesleri, çöküşü daha hızlı yaşayan Saray...

Namus kılıcın ağzındaki keskinliğin üzerinde dans ediyor. Ya o tarafa ya bu tarafa...
" Böyle anlatılmıştı bana o günlerden bir bölüm. Onu yaşamış insanlardan bunları dinlerken ruhumda esen fırtınaları hala duyar gibiyimdir... Yıllar geçmesine rağmen... Evet o zamanlar namus kılıcın keskin ağzındaydı. Ya o tarafa ya bu tarafa... İşbirlikçiler, kılıcın keskin ağzının bir yanına yani namussuzluk yanına düşmüşlerdi.

"YALNIZ BIRAKMAMAK"...

İşbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in İngilizlerin isteği ile kurdurduğu Harp Divanı, İttihat ve Terakki'nin bütün önde gelenlerini ve Halil Paşa gibi komutanları, emperyalizme karşı olan yazarları tutuklatıp Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne doldurmuştu. İttihat ve Terakki'nin tatibi Umumiliği'ne kadar yükselmiş Mithat Şükrü bey ile İttihat ve Terakki'nin sayılı isimlerinden Doktor Tevfik Rüştü de tutuklananlar arasındaydılar.

Darülfünun hocası Ziya Bey (Gökalp) Halil Paşa, Hariciye eski vekili Ahmet Nesimi, gazeteciler Yunus Nasi, Hüseyin Cahit, Ahmed Emin (Yalman), Şükrü Bey ( Cumhuriyet Dönemi'nde Şükrü Kaya) saymakla bitmez
... Ve, Mustafa Kemal Paşa, kendisi ile birlikte olanlara şu haberi gönderdi: "Onları yalnız bırakmayınız, ve kendisi de zaman, zaman Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne giderek onlarla görüşmüştür.

BOMONTİ CADDESİ

Mustafa Kemal Paşa'nın Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne gelip gitmeye başlamasının ardından genç savaş subayları da ziyaretlerini sıklaştırdılar. Bir gün Üsteğmen Muzaffer de gitti oraya. Komutan vekili Yüzbaşı Şadi Bey'le görüşürken Bomonti meselesi açıldı. Yüzbaşı Zeki gülerek "...Geçen gece Bomonti de mümayişçi sarhoş takımı bizimkilere yenildiniz diye laf atmaya kalkışmışlar... Ali Kemal'in adından söz etmişler... Kıraat edin (okuyun) demişler. Bizimkiler de hep beraber höst diyerek şöyle bir göründük, soluğu Saray'da almışlardır..."

Üsteğmen Muzaffer sonra Anadolu'ya geçecekti. Cephelerde General rütbesine ulaşacak ve artık Muzaffer Tuğsavul Paşa diye anılacaktı... Bekirağa Bölüğü'ne beraber gittiği Üsteğmen Zeki de sonraki zamanda İzmir'e giren Türk Ordusu'nun en önündeydi... Ve o artık Zeki Doğan Paşa idi... (Geniş bilgiler için bak: Taylan Sorgun Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

KILICIN KESKİN AĞZI...

Yani o zamanlar için konuştuklarımın sözü şudur: "... O zamanlar namus kılıcın keskin ağzında idi. Ya o yana ya bu yana. Ortası yoktu. İşbirlikçiler kılıcın keskin ağzının, yani öte yanının yani namussuzluğun tarafına düştüler..." Hayatımın en büyük anıları bu dinlediklerimdir.

KÖYLÜSÜ, ŞEHİRLİSİ...

Köylüsü şehirlisi Mustafa Kemal Paşa'nın yanındaydılar. Kılıcın keskin ağzının namus yanında kalmışlardı. Ve şair Nazım köylülerimiz için Kuvvayı Milliye Destanı'nın bir bölümünde şöyle der: "... Ölmeden mezara koyarlar onu/ O Yunus'u biçaredir/ baştan aşağı yaredir/ ağu içer su yerine/ Fakat bir kerre bir derdini/ anlayan düşmeye görsün önlerine/ ve bir kerre vakterişip /gayrı yeter demesinler..." Ve işte onların önüne düşmüştü Mustafa Kemal Paşa ve de "gayrı yeter demişlerdi" şairin dediği gibi... Ve de İzmir'e uçan küçük Anadolu atlarının üzerinde onlar vardı.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.




1918 Eylül ve Ekim Son Savaş Ayları

1918 Eylül ve Ekim Son Savaş Ayları- Bakü'de Ağlayan Komutan- 13 Kasım 1918 Haydarpaşa Garı- Ve Hüzün ve İşgali Gördüğümüz Zamanlar...

Eylül 1918 bütün cephelerde savaş sürüyordu... Bir Mehmetçik beşli mavzerinin namlusuna bir fişek daha sürdü... Tetiğe dokunurken yanında tetiğe henüz dokunmuş Mehmetçiğe dedi ki, "...De bakalım şu cephelerde habarımız olmadan kaç bayram geçti...? Ötekisi, "...Sayısını unuttum..." Genç bir teğmen cephelere koşerken henüz doğan oğlunun şimdi kaç yaşında olduğunu düşünüyordu. "...Belki de yürümeye başlamıştır..." diye geçirdi içinden...

VE EYLÜL 1918 Dİ...

Ve Eylül 1918 di. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa orduları kardeş ve can Azerbaycan'ın Bakü şehrine girmişti... Ve şehrin mahellelerinde gördüler ki Ermeniler katlettikleri Türklerden Azerbaycan can kardeşlerimizden ceset kaleleri kurmuşlar... Miralay Basri Bey, cephelerde ateş çemberinde pişmişti... Şimdi ağlıyordu "...Burda masum çocuklar süngülenmiş..." dedi... O cephelerde pişmiş Miralay Basri'nin hıçkırıkları... Ve sonra mezarlar kazıldı can Azerbaycanlılar son uykularına gönderildiler... Ve şimdi kimbilir kaç kış üzerlerinde Kardelen çiçekleri açmıştır.

CEPHELER SUSUYOR...

Ve Ekim 1918 geçip gidiyordu... Artık cepheler susacaktı... Destan gibi kurduğumuz bir imparatorluk, destan gibi savaşlarla artık son zamanlarındaydı... Eylül geçti gitti... Ekim 1918'e gelinmişti. Bir Mehmetçik başka bir cephede ötekisine sordu: "...Kaç bayram geçti şu mavzerin ardında...?" dedi.... Ötekisi mavzerine yeni mermiyi sürerken "...Gayrı unuttum sayısını..." O arada bir "ah" sesi bir yüzbaşı şehit düşmüştü... kaç bin şehit... Alışmıştık yeni şehitlere...

VE 30 EKİM 1918...

Son bahar hüznü... hüzün mevsimi... Ve 30 Ekim 1918 günü Mondros Teslimiyet Anlaşması... Osmanlı'nın müttefikleri de bitmişti... İngilizler'in Agamemnon zırhlısında Rauf Bey Mütareke metnini imzalıyordu. Üzerinde İngiliz Kraliyet Arması taşıyan kırmızı kapağın içindekileri okumak istedi. İngiliz general "Hayır müzakere yok dedi" ve öyle imzalandı... İmpartorluk bitmişti... Tarihten çekilmekteydi artık...

VE ESİR İSTANBUL...

Ve artık, ve gayrı, emperyalizmin bütün Anadolu topraklarımızı, Trakyamızı ve İstanbul'u işgale başlayacaktı. Ve başladı da... Ve ardından "namussuz, alçak Sevr" gelecekti. Ve de emperyalizmin Anadolu katliamları, başlayacaktı... başlamıştı da... Ve şu zamana bakınız, şimdi de Kıbrıs'ta EOKA'cılar Türkleri katlettiler... Emperyalizmin tetikçisi PKK rezil pusularıyla katlimalar yapmakta.. Anadolu'yu işgal eden emperyalizmin katliamcıları arasında o askerlerin elbiseleri giydirilen Ermeni çeteleri de vardı... Dün de vardılar bugün de... Neyse İstanbul Mondros sonrası artık esir İstanbul'du... Anadolumuz gibi...

"ATEŞ VE İHANET"...

Ateşi ve ihaneti görmüşüzdür... 30 Ekim 1918 sonrasıdır. Emperyalizmin çatılardan aşağılara kadar sarkmaktadır. Zamanın azınlıkları sarhoş bayrakları sokaklarda Türkler taşlamakta... Ve cephelerden dönüş zamanı İstanbul'u keder ve öfke... Ve artık namus kılıcın keskin ağzındadır.... Ya o tarafa ya bu tarafa... Ve kılıcın o keskin ağzından "namussuzluk yanına düşenler, emperyalizmin işbirlikçileri olacaktı "Utanmazdılar, arlanmazdılar. Alçaktılar.

VE DE 13 KASIM 1918...

Yüzbaşı Dayı Maksut, Doktor Fahri ve arkadaşları Haydarpaşa Garı'nda bekliyorlardı... İnzibat komutanı Yüzbaşı Dayı Maksut, Mustafa Kemal Paşa'nın o gün İstanbul'a geleceğini öğrenmiş, tertibat aldırmıştı ki, alçak bir suikast Mustafa Kemal Paşa'ya yanaşamasın... ve sonra Adana'dan şanlı Toros Dağları eteklerinin tozunu taşıyan tren Haydarpaşa Garı'na girdi...


"MUSTAFA KEMAL PAŞA"

Garda cephelerde birbirlerine "Kaç bayram geçti" diye soran ve cepheden dönen yaralı Mehmetçikler genç zabitler vardı. Birden bir çavuş, komut verdi, Mustafa Kemal Paşa'yı görmüştü... "Dikkaaat gelen Mustafa Kemal Paşamızdır.... Selaaamdur..." Yaralı Mehmetçikler dikildiler... Ve bana o anı görenler şöyle anlatmışlardı: "...Selama duran Mehmetçikler sanki yeni bir hücum emri bekler gibiydiler..."

"SİLAHLA BİRLİKTE"...


Mustafa Kemal Paşa, selama duran Mehmetçikleri cephede teftiş eder gibiydi. Öyle anlatılmıştır bana. Önlerinden selamla geçti....En başa geldi. Çavuş dimdikti. Emri o vermişti. Mustafa Kemal Paşa, çavuşa sordu: "Nerede beraberdik...?" Çavuş "Çanakkale de " dedi... Mustafa Kemal Paşa çavuşa emir verdi: "...Emir geçir köylerine dönecek olanlar silahları ile dönmelidir... Bir çare bulup öyle dönmelidir..." Çavuş emri geçirdi. Mehmetçikler yanlarındakine sessizce emri geçirdiler...

VAKİT GEÇİRMEDEN...

Mustafa Kemal Paşa, emrindeki Yıldırım Orduları Grubu lağvedilmeden önce Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği son şifresinde ".. Bu mütareke ahkamı (şartları) benim karakterime uymuyor. Kendi karakterime uyanı yapacağım..." demişti ya. İşte onu vakit geçirmeksizin yapmaya başlayacaktı. 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a gelişinin ardından teşkilatlanma çalışmalarına başlamıştı. Gizli karargahı Suriye'de arkadaşı olan Salih Fansa'nın evi idi.

HÜZÜN MEVSİMİ

Eylül hüzün mevsimidir. Kasım ayı Kasımpatı çiçekleri zamanıdır. Artık yani Kasım 1918 hüzün mevsiminin devamı zamanında İstanbul ve Anadolu ve Trakya ve de dağlar ve de İstanbul'un martıları ve de bilumum kuşlar, "namussuz emperyalizmin" işgalinin hüznünü yaşamaktadırlar. Bana böyle anlatılmıştır. Bu bir ruh halidir. O hüznü duyabilmek... Sadrazam Ahmet İzzet Paşa dürüst bir adamdı. Olanları içine sindirememişti. İstifa etti. Yerine emperyalizmin işbirlikçisi Damat Ferit geldi. Padişah'ın eniştesi olduğu için "damat" denilmiştir.

KADIKÖY RIHTIMI...

1918 Kasım işgal zamanı.
Kadıköy rıhtımında, Malisör Rıza Bey, Yüzbaşı Eczacı Celal, Doktor Fahri, Üsteğmen Rüştü yürüyorlardı. Malisör Rıza Bey o gece Eczacı Yüzbaşı Celal Bey' de misafir kalacaktı. Malisör Rıza Bey bu defa aklına başka şeyler takmıştı. Taktı mı yatıştırmak zor olurdu. Yine öfkeliydi. Ama umut ışıkları yanmaya başlamıştı içinde "...Mustafa Kemal Paşa'yı Selanik'ten tanırım. Durmaz birşeyler yapar..." dedi. Ve ekledi, "Balkanlarda vuruştuk. Ama içim yanar elimizden giden Selanik'e... dedi. Kadıköy rıhtımındaki evlerden bazılarının pencerelerinden rumca şarkılar avaz avazdı. Malisör Rıza "Canına yandığımın feleği" derken gözleri pırıldadı. Arkadaşları anlamışlardı. Oraya gider orayı yangın yerine çevirirdi. Zor tuttular..

VE KUVVACILAR...

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçmişti artık. Ve Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin ateşini yakmıştı. Ve Kuvva zamanı.
Topal Osman'lar, Gökçen Efeler, Şahin Bey'ler ve Toros Dağları Kuvvacıları "..Hey emperyalizm sıkı dur biz varız, başımıza Mustafa Kemal Paşa geçmiştir..." demeye başlamışlardır... Ve artık zaman o zamandı... Ve artık İstanbul'dakiler de Anadolu'da idiler...

ANADOLU TOPRAĞI...

Ve Şair Nazım Büyük Taarruz zamanını şöyle de anlatır:

"...Bir müthiş mukaddes macerada ön safta
en ön sırada şahlanıp ölesi geliyor insanın
Topçu evvel mülazımı Hasan'ın yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi kalktı
ayağa baktı yıldızları ağaran muazzam karanlığa
şimdi bir hamlede o kadar büyük
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hatırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu
Yüzbaşı sordu
saat kaç?
beş

Yarım saat sonra demek..."


Ve Büyük Taarruz başlıyordu. Ve Uzak Asya'dan dört nala gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan ve bizim olan bu memlekette
İzmir'e doğru akmanın zamanıydı...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Sal May 31, 2011 8:10

Mondros Sonrası İki Matbuat

Mondros Sonrası İki Matbuat- Binbaşı E.W. C. Noel- Harbiye Nezareti ve Silahlar- Ve Kuvvacılar...

Emperyalizm belası gelip çatmış, 30 Ekim 1918 Mondros sonrası İstanbul'un bütün caddeleri Fransız, İngiliz, Yunan, İtalyan, Amerikan bayraklarının çatılardan aşağı kadar sarkan bayrakları ile sabırsızca donatılıvermişti... İttihak ve Terakki'ye karşı kurulmuş bulunan Hürriyet ve İttilaf Fırkası (partisi) daha ilk günden başlamıştı manda demeye... Ya İngiliz ya Amerikan mandası...

O GAZETECİLER...

Tabii hemencecik "işbirlikçi matbuat (basın)" da ortaya çıkıverdi. Ama, Vatansever matbuat da hiç korkusuzca işe başlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gelişi ile vatansever matbuat artık üzerine düşeni yapmaya başlayacaktı. Yunus Nadi Bey yeni Gün gazetesini neşretmeye başladı. Necmeddin Sadak, Kazım Şinasi, Ali Naci Beyler Akşam gazetesini neşrediyorlardı. Falih Rıfkı Bey (Altay) İttihat ve Terakki Merkezi Umumi azası Küçük Talat Bey'den aldığı imtiyazla Yeni Mecmua'yı neşretmeye başlamıştı bile, Yakup Kadri İkdam gazetesi'nin ikinci sayfasında vatansever yazılarına başlamıştı... Ve lakin sansür de üzerlerine gelecekti...

"YANGIN YERİ" GİBİ...

Mondros'un ikinci günüydü. Yüzbaşı Eczacı Celal ile Doktor Fahri Tünel'in Beyoğlu'na çıkış kapısında artık şımarmış, kendileri ile "işte dersinizi aldınız yenildiniz. Şimdi artık herşey bizim" diyerek alay eden azınlıklarla hafif bir çatışmaya girmiş ve hepsini dağıtmışlardı.

Aradan zaman geçmişti ki, Teşkilat-ı Mahsusa'da vazife yapmış, Rumeli'de vuruşmuş Malisör Rıza Bey ile sohbete dalmışlardı. Malisör Rıza, "Yahu duymuştum. Tünel vakası. adamların yüreklerini ağzından çıkarmışsınız. Harifçioğulları sizin davrandığınızı görünce oy aman medetne iş ettik diye dağılmışlar. Taharriler gelmeseymiş yangın yerine dönecekmiş orası" dedi. "Yangın yerine döndürmek" tabiri o zaman onların kullandığı tabirlerdendir. bir başka konuşma üslupları vardı onların. Kendileri ile konuşurken anlamıştım yıllar sonra...

"KÖTÜSÜ GELMİŞTİ"...

Malisör Rıza Bey öyle diyince, Yüzbaşı Eczacı Celal: "Ne yaparsın kötüsü geliyorum diyordu. Kötüsü geldi mi başkaca yolu var mıdır bacanak? Sen benden iyi bilmezmisin bu işleri. Kötüsü gelirse biz ne yaparız? Yangın yerine döndürmezmiyiz orayı. Lakin şimdi umumi olarak kötüsü gelmiş üzerimize çökmüştür. İşte uykularımızı alan budur. Dayandık, vuruştuk, ama bizi dağıtacaklardı dağıttılar. Heryerde şaşkınlık var. baksana manda falan diye şimdiden başladılar" diye cevapladı Malisör Rıza'yı Yüzbaşı Celal. "Bacanak" "Kötüsü geldi mi" sözleri yine onların üsluplarındandı...

"MUSTAFA KEMAL PAŞA"

Malisör Rıza Bey de Mustafa Kemal Paşa'yı Balkan vuruşmalarından tanımıştı. Zaten o neslin hangisi o vuruşmalar içinde olmamıştı ki. Malisör Rıza Bey elini masaya o kendisine ait şekilde vururken, "Mustafa Kemal Paşa şimdi İstanbul'da... Yenibahçeli ile konuştu. Gizlidir. Siz de biliyorsunuz. Mustafa Kemal Paşa Ötekilere benzemez. birşeyler yapacaktır. Zaten geçen günü Harbiye Nezareti'nde de öfkelice birşeyler söylemiş. Böyle gitmez demiş... Bunu söylerken yasaklanmasına rağmen Balkan baskınlarında yanından ayırmadığı Karadağ tabancasını da yokladı.

"VE O GAZETE DE VARDI...

Ali Kemal ve hempeları şimdiden başlamışlardı İşbirlikçiliğe Yunus Nadi, Falif Rıfkı, Yakup Kadri Bey'e çatmaktaydılar Ali Naci de saldırdıklarının içindeydi. Talih neler gösterecekti. Mayıs 1919 günü İzmir emperyalizmin işgalini yaşamaya başlayacaktı. Ve işbirlikçi bir gazete, Köylü gazetesi ortaya çıkıverdi. Yarısı Rumca yarısı Türkçe yazılmış gazete işgal komutanı Zarifyus'un beyannamesini yayınlıyordu. Bir tek onu bulmuştu emperyalizm İzmir'de.

"İKİ BİN YILLIK RÜYA"

"Paratima... İlave" diye satılan gazetenin yayımladığı Zarifyus beyannamesinde şöyle denildi: "İki bin yıllık Yunan Rüyası gerçekleşti. Mesela İdea yerini buldu. Artık ENOSİS (ilhak) oldu" Türk İzmirliler gazeteye ellerini sürmediler. İğrenerek baktılar. Biraz sonra dağlara çıkacak olan Kuvvacı Yusuf "bugünün yarını da var" diyerek söylenmeye başlamıştı. Gazeteyi buruşturup yere attı... Sonra İzmir dağlarına efelerin yuvalarına baktı... geliyorum dedi... Ve o gece beşli mavzerini kaptı. Fişekliği kuşandı.... Gitti... Yusuf'un rüyası Vatan dı...


MİRALAY ŞÜKRÜ...

Yunanlı asker Miralay Şükrü Bey'in göğsüne süngüsün dayamış, "Zito Venilesos "(yaşa Venilezos) diye bağırtmak istiyordu. Miralay Şükrü Bey ateş çemberinden geçip gelmişti. Kaç bayramı cephelerde geçmişti. Umutmuştu sayılarını. Durdu "Kato Venizelos" (Kahrol Venilesoz) dedi. Sürgü göğsüne saplandı. Şehit düşmüştü artık. Onun gibi kaç subayı süngülediler...

NAMUS VE KILICIN AĞZI...

"Namuz kılıcın keskin ağzında. Ya o tarafa ya bu tarafa" İstanbul kuvvacılarının da sözleri buydu. Hatta herkesin, her vatanseverin artık sanki parolası olmuştu. İşbirlikçi olundu mu "kılıcın keskin ağzından" namussuzluk yanına düşecekti. Onlardan öğrendiğim bu sözü, Altay Paşa'ya da sormuştum da şöyle demişti: "...Öyleydi. Namus kılıcın keskin ağzındaydı. Bu söz yayılmıştı. İşin ortası yoktu. Ya o tarafa ya bu tarafa. Yani namus tarafı..."

KEHRİBAR ALİ...

İstanbul'un bıçkınlarından Kehribar Ali artık Kuvvacı idi. O da öğrenmişti o sözü. Haber almıştı ki, Üsküdar Paşakapısı'nda bir bakkal mahallede tam bir işbirlikçi gibi çalışmakta ve de dükkanının önünden zamanın cephelerden dönmüş zabitlerinin ardından ileri geri konuşmakta. Bir gece vakti, mahallenin "gebeş bakkal" dedikleri herifin önüne çıkıverdi.

"Bak ben sana bir iş edeyim ki emsal olsun" dedi. İki şaplak. Herif düşüp bayıldı. Kehribar Ali herifi vurmadı. İbret olsun diye don gömlek bıraktı. Ellerini kollarını bağladı. Boynuna bir kağıt astı. Kağıtta "Bu herif düşmanın uşağıdır. Bundan mal almak yasaktır" diye yazmaktaydı. Gebeş bakkalın dükkanına kimse artık gitmedi. Bilirlerdi Kehribar Ali'nin namını. Çünkü yazının altında imzası vardı. Dükkan üç gün sonra kapandı.

HARBİYE NEZARETİ VE SİLAHLAR...

Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gelişi ve teşkilatlanma çalışmaları sırasında bir gün Harbiye Nezareti'ne gidişi vardı. Albay İsmet Bey'in odasına çıktı. (İsmet Paşa) konuştular. Ve Mustafa Kemal Paşa şöyle diyordu: "...Vaziyetin müşkülatı malum. Senin elinde şu anda geniş selahiyetler var. İşgal devletleri ordunun silah ve mühimmatına el konulmasını kabul ettirdiler. Bu resmen de tebliğ edilmiştir. Mütareke ahkamı (şartları) bu yoldadır. Fakat ileride bu silah ve mühimmatın kurtarılabilecek olanlarının mevcut birliklerde kalmasına yardımcı olmak lazımdır. Bir kısmının da dikkati çekmeyecek şekilde nakli bahis mevzu olmalıdır..."

HÜSAMETTİN BEY...

Hüsamettin Bey Teşkilat-ı Mahsusa'da çalışmıştı. İyi bir subaydı İsmet Bey, Hüsamettin Bey'i çağırttı. Konuştular. Hüsamettin Bey işi anlamıştı. Silahların tasfiyesinin başında Yüzbaşı Tosun Bey vardı. Hüsamettin Bey Tosun Bey'i bazı şeylere ikna etti. Ve işte o zaman silahların kaçırılmasının planları da yapılmaya başlanmıştı. (Geniş bilgi için bak, Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü. Kum Saati Yayınları)

BİNBAŞI E.W.C. NOEL...

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesinin ardından çok zaman geçmişti. Bir haber gelmişti. İngiltere'nin gizli servis mensuplarından binbaşı E.W.C. Noel'in "Şark'ta" Doğu da ayrılıkçı faaliyette bulunduğu bildirilmekteydi. Eylül 1919 günü Mustafa Kemal Paşa bu habere karşı şöyle diyecekti: "...Şark vilayetlerindeki Kürdistan meselesi İngiltere'nin Şark vilayetlerinde hadiseler çıkarmak için ortaya koydukları oyundur..."

Ve tabii Mustafa Kemal Paşa E.W.C Noel'i "Müsellah Milli Müdafaa Grubu" içindeki Teşkilatı Mahsusacılara takip altına aldırmıştı... ABD'li General Harbord'un notlarında da bu vardır. Heyhataat... Aradan kaç yıl geçmişti. Turgut Sunalp Paşa ile Mosa'daki evinde konuşuyordum. Bana şöyle demişti: "Bir NATO devleti subayını mezralarda Kürtçülük propagandası yaparken yakalattım..." ...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.



İşgal Zırhlısını Basmak


İşgal Zırhlısını Basmak- Dursun Çocuk- O İstanbul Zamanı- Vatan Adamlarının Öfkeleri...

Mustafa Kemal Paşa, Gazi Paşa, Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali ile zamanın emperyalizmi yenilmişti. Ve artık emperyalizmin orduları "Yüksek Komiserleri", Anadolu'daki komiserleri" mabadlarına yedikleri Türk Ordusu tekmeleri ile çekip gitmeye başlamışlardı. Ve Mehmetçiğin "postal izlerini" taşıyarak. Şimdiki zamanda zaman, zaman kimileri başka maksatlarla "postal" sözünü kullanmaktadırlar.
O Türk Ordusu'nun postalı başka postallara hiç ama hiç benzemez...


"DÜN GİTTİLER"...

1957 yılında başyazarı olduğu Vatan Gazetesi'nde çalışmaya başladığım zaman Ahmed Emin Yalman'ı tanımıştım. Yalman soyadı kanunu çıkmadan önce sadece "Ahmed Emin" adını kullanmıştır. İstanbul'un emperyalist orduları tarafından işgal edilmeye başlandığı zamanda, işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in kurduğu Divan-ı Örfi tarafından tutuklattırılmış, Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'ne konulmuştu. "Ahmed Emin" 3 Ekim 1923 günlü "Dün Gittiler" başlıklı yazısında şöyle demektedir. "...Beş sene evvel felaket haberlerinin hepsi birden gelmişti. Mütareke'de İstanbul'a ilk gelen İngilizler Çanakkale savunmasını yapan bir milletle temas ettiklerinin farkındaydılar..." Ve şöyle devam etmektedir. "...Dün gittiler..."

NEOGOLOS GAZETESİ...

Yazar Ebüzziyazade Bey'in o "işgal ordularının" çekip gitmeleri ve Türk Ordusu'nun İstanbul'a girişini anlatan bir yazısı var. O yazıda belirtildiğine göre zamanın Neogolos Gazetesi İstanbul'a giren Türk Orduları için "Başı sarıklı çeteler" lafını kullanmış. Ebüzziyazede Bey yazısın da şöyle demekte "...Neogolos Gazetesi bu sözlerini hiç unutmasın..." Büyük Zafer'e rağmen zamanın öyle pespayeleri hala bazı ümitler içindeydiler. Ama başlarını taşa vurmak mecburiyeti ile de başbaşa kalmışlardı.


VE İKİ İSTANBUL...

Birinci İstanbul emperyalizmin işgal ettiği "Payitaht" esir İstanbul'dur. İkincisi artık "Hür İstanbul" "...Esir İstanbul günlerini" de o günleri yaşayanlardan dinlemişizdir. 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması ardından gelen alçak rezil kepaze Sevr... 30 Ekim 1918 sonrasının ilk günlerinde İstanbul'un caddelerinde çatılardan yerlere kadar inen emperyalist işgal devletlerinin bayrakları... Ve onlara derin bir öfke ve aynı zamanda kederle bakan Türkler...

ZIRHLIYI BASMAK...

İstanbul limanı gri renkli düşman savaş gemileri ile dolmuştu. Bacalarından çıkan dumanlar Şair Nazım'ın "Mavi kubbeli liman" dediği İstanbul Limanı'nın üzerine kabus gibi çökmüştü. Teşkilat-ı Mahsusa'nın ünlü isimlerinden Malisör Rıza Bey, Galata'da rıhtımda durmuştu. Öfkeli gözlerle zırhlılara bakıyordu. İşgal zamanıydı... Belindeki ünlü "Karadağ tabancasını" yokladı. Rıhtıma çıkan işgal deniz subaylarına bir yaylım ateş düşündü.... Sonra kendi kendine "Bizimkilerle bir konuşmak icab eder" dedi. ve Asmalı Mescit'e gitti...

" ATEŞ ÜSTÜNDESİN"...

O zaman "onlar" birilerini iyi anlarlardı. Asmanlı Mescit'teki lokantada, Yenibahçeli Şükrü, Dayı Maksut, Yüzbaşı Kemal, Kehribar Ali oturmuşlardı... Yüzbaşı Kemal, Malisör Rıza Bey' in kalın sarı kaşları altındaki gözlerine baktı, Dayı Maksut'a yavaşça "...Rıza Bey ateş üstünde gözlerine bak..." dedi. Yüzbaşı Kemal anlamıştı. Malisör Rıza'ya, "...Gene biryerleri yangın yerine döndürmek sevdasına girmişsin bakarım..." sözünü bitirmişti ki, Malisör Rıza Bey öfke ile "...Bassak mı şu limandaki zırhlılardan birisini..." cevabını yetiştirdi...

VATAN ADAMLARI...

Denizdeki zırhlıyı basmak. Kolay iş midir? Daha yanına varmadan mitralyöz ateşi ile biçilirdi insanlar. Ama, Malisör Rıza idi... balkanlarda pişmiş. Nice baskınlar yapmıştı. Onlar Vatan adamları idiler. Öylesine delice bile düşünürlerdi.... Yüzbaşı Kemal Bey "...Basalım basmasına da lakin gürültüye gidersek asıl öç alma günlerini göremeyiz ki, vuruşamayız ki..." diye yatıştırdı... Onlar öyle idiler... "Ya devlet başa ya sonrasını boşver" derlerdi.

SUSKUN MARTILAR...

Doktor Fahri ile babamın arkadaşları bana bunları da anlatmışlardı. Malisör Rıza Bey'ı hayata veda etmesinden önce hasta yatağında ziyaret etmiştim. Şimdiki Beyoğlu İlk Yardım Hastanesi'nin karşısındaki bir apartmanın en üst katında...

Ve yine bana o işgal günlerini anlatırlarken şöyle demişlerdi: "... İstanbul'un martıları bile hüzünlüydü. Kadıköy rıhtımındaki babayiğit sandalcılar dalgın ve öfkeli... Martılar artık Marmara üzerinden öyle şen seslerle uçmuyorlardı.... Sanki anlamışlardı... Lakin o rezil düşman donanması çekip gittiği gün birden bire Marmara üzerinde şen martı sesleri çınlamaya başlamıştı... Bu bir ruh halinin de anlatımıdır...

"DURSUN ÇOCUK"...

O zamanlar İstanbul'da Cağaloğlu'ndaki matbaalarda çıkan gazeteleri küçük yalınayak Türk çocukları matbaalardan alıp sokaklarda "...Yazıyoooo, yazıyoooor" diye koşturarak satarlardı. Bir "Dursun çocuk" vardı. "13-14 yaşlarında..." O hep Kuvvacı gazeteleri satarmış... Satışa başladığı yerin merkezi de Galatasaray köşesi olurmuş... İnsan Türk demeye utanır ya, bir herif varmış, Dursun'a "Bu kuvvacı gazeteleri burda satma" diye birkaç defa dövmüş... İlla da Ali Kemal'in yazdığı gazeteleri satacaksın dermiş... Dursun çocuk buna hiç aldırmaz bildiğini yaparmış. Tabii Dursun çocuğun dövüldüğünü öğrenen Kuvvacılar harife bir güzel ders vermişler ama, herif öyle bir işbirlikçi ki durmamış. Dursun Çocuğun hep yolunu kesmiş...

"KEMAL PAŞA GÖNDERDİ"...

Eee zaman geçmiş. Rezil emperyalizm yenilmiş. Ordularımız İzmir'e girmişler. Kuvvacı gazeteler o gün bir başka çıkmış... Dursun çocuk o gün işte o gazeteleri koltuğunun altına almış... Koşmuş gitmiş Galatasaray'daki köşesine... İçi kaynamakdadır...

Bakmış o kendisini döven herif yine işine gitmek için oradan geçiyormuş... Dursun çocuk, Zafer havadislerini veren bir gazeteyi almış eline, gitmiş adamın karşısına, "...Al bak bunu sana Kemal Paşamız göndermiştir..." demiş... Gazeteyi herifin suratına fırlatmış... Ve şöyle demiş: "...Al bu tükürük senin düşman yanlısı olduğundan... Şimdi oku bakalım ne yapmış bizim ordularımız... Gördün mü...?" Dursun çocuğun babası şehit düşenlerden... Dayı Maksut biliyormuş onun bütün hikayesini... Ve o zaman İstanbul'da işbirlikçiler de vardı. Dursun çocuklar da... Dursun çocuk daha sonra okutulmuş ve öğretmen olmuştur... Cumhuriyet öğretmeni...

BENİM ŞANSIM...

Yakın tarih belgesel araştırmalarımı bir gazeteci olarak yaparken o dönemi yaşayan insanlarla aylarca konuşabilmem benim şansımdır... Onları bulup konuşma öğüdünü de bana Falih Rıfkı Atay vermiştir. Anlatmıştım... Bir destan içinde yaşayanlarla oturup günlerce konuşmak, dinlemek, hayatımın en sevdiğim zamanlarıdır... Şansımdır.

"DÖRT NALA GELİŞ"...

Şair Nazım, Büyük Taarruz günlerini "Kuvvayı Milliye" destanında bir bölümünde şöyle anlatır: "...Solda ilerideydi Ali onbaşı/ Kan içindeydi yüzü gözü./ Bir suvari takımı geçti yanından dörtnala/ Kaçanı kovalamıyordu yalnız/ ulaşmak istiyordu bir yerlere/ ve sadece kahretmiyor/ yaratıyordu da/ kılıçların, nalların/ ellerin/ ve gözlerin pırıltısı/ ard arda çakan aydınlık bir bütündü/ Onbaşı şimşek hızıyla düşündü/ ve şu türküyü duydu:

"Dört nala gelip Uzak Asya'dan/ Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim/ Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ ve ipek bir halıya benziyordu toprak..."

Tarihimiz ve biz... Hiç unutulmamalı tarihimiz... Kalmazmış tarihi unutan milletler...

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

(*)İşgal Zırhlısını Basmak - ilk fotoğraf Türk Ordusu İzmir'de
İkinci fotoğraf İstanbul'da işgal kumandanları
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 09, 2011 3:31

9 Eylül Zamanı- Dün Ve Bugün

9 Eylül Zamanı- Dün Ve Bugün

1- İŞBİRLİKÇİ "MATBUAT"...


Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nde, işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit'in "işbirlikçi matbuatı" ortaya çıkmıştı. Basına o zaman "matbuat" denilirdi. "İşbirlikçi Matbuat" Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşıydı. İktidarda, Damat Ferit kabinesinde de, zamanın Hürriyet ve İtilaf Fırkası (partisi) mensupları, zamanın liberalleri, 1909 da o zamanın tabiri ile mürteci derviş Vahdeti ayaklanmasını çıkaranların devamcıları, zamanın İngiliz istihbaratı ile ilişkili Adem-i Merkeziyetçi Prens Sabahattin'cileri vardı. "İşbirlikçi matbuat da" ABD mandası mı, İngiltere Mandası mı diye yazıp durmaktaydılar.

2- ŞİMDİKİ ZAMAN...

Şimdiki zamana dönersek 1- Şimdi de kimi "jakoben liberal"ler ortada dolaşmaktadırlar. Savundukları liberalizm geçmişin "müstemlekeci" siyasetinin aynısıdır. Milli tarım, milli endüstri dillerinde yoktur. 2- Siyasi ve iktisadi bağımsızlık yerine Washington- Brüksel hattının siyasetinin şampiyonları olmuştur. Yenilmiş emperyalizmin yeni "zombi sözcüleri" ortaya çıkmıştır.


3- "ÇEKİLİP GİTSİNLER"...

9 Eylül İzmir'e girdiğimiz günleri o günü yaşayanlardan dinlemişimdir. Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül günü İzmir Limanı'na bakmaktadır. İşgal donanması limanıdır. Mustafa Kemal Paşa, yanındaki komutana bir emir yazdırmıştır. Emir limandaki yabancı donanmaya gidecektir. Ve şöyle yazmaktadır: "...Muzaffer ordularımız İzmir'e girmişlerdir. Limanı derhal terkediniz..." Bundan telaşlananlar olmuştur. Ama, emir yerine gitmiştir. Herkes bütün komutanlar heyecanla "ne olacak diye beklemektedirler" Biraz sonra emperyalizmin donanması demir almış ve İzmir Limanını selamlayarak çekip gitmeye başlamıştır.





İngiliz Tarihçi Vadler Ve İzmir'e Girdiğimiz Gün Türk Suvarileri

İngiliz Tarihçi Vadler Ve İzmir'e Girdiğimiz Gün Türk Suvarileri- Başları İzmir'e Dönük Şehitlerimiz- Bir Katil Metropolitin Sonu...

Emperyalizmin orduları Büyük Taarruz günlerinde artık tarihsel yenilgilerini gördüler. 6 Eylül günü Kolordu Suvari Muhafızı Bölüğü Sart İstasyonu'nu ele geçirdi. İşte bu sırada Suvari Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay) 14'üncü Tümen'den şu raporu almıştı: "İhtiyat (yedek) cephane de sarfedilmiştir. Yeni cephane nereden alınacaktır?" Fahrettin Paşa, raporu okuduktan sonra altına şunları yazıp geri gönderdi: "Kılıca kuvvet"...

MANİSA DA YANIYOR...

Ve 7 Eylül gününe gelinmişti. 7 Eylül gecesi Manisa'nın yandığı haberi Kolordu'ya geldi. Emperyalizmin orduları Anadolu topraklarındaki son katliamlarını yapıyor, son yangınlarını çıkarıyorlardı. Manisa halkı dağlara kaçmıştı. Ve 8 Eylül günü Türk Ordusu suvarileri, başlarında Komutanları Fahrettin Paşa ile (Altay) Manisa'ya girdiler. Alçak emperyalizmin orduları Manisa'yı kül yığını haline getirmişti. Ve belgeselini yazdığım Altaya Paşa o gün için şöyle diyordu: "...Dağlara kaçan Manisa halkı dağlardan inip küller arasındaki Manisa sokaklarında bizi karşıladı... Onlara gerekli yardımlar yapıldı, hemen yeni bir vali tayin edildi..."


VE İŞTE İZMİR...

Fahrettin Paşa'nın suvarilerinin ardından piyadeler ve öteki birliklerimiz ilerlemekteydi. 8 Eylül sabahı, Fahrettin Paşa suvari Kolordusu'na şu emri verdi: "...Süratle İzmir üzerine hareket edilecektir..." Ve de Şair Nazım'ın dediği gibi, "...Uzak Asya'dan dört nala gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizimdi..." Ve şimdi Uzak Asya'dan dört nala gelenlerin varisleri, bilmem kaçıncı kuşak torunları "...Dört nala İzmir'e doğru..." uçmaya başladılar... Büyük Taarruz başlamadan bir gece önce atlarının yelelerini ve kuyruklarını düğüne gidercesine kınalayan Türk suvarileri İzmir'e varmak için uçmaktaydılar sanki...

SABUNCUBELİ VE İZMİR...

9 Aylül günü o tarihsel gün ortalık ağarırken suvariler Sabuncu Beli'ne ulaştılar. Ve İzmir önlerinde de yeni şehitlerimiz Vatan topraklarına düştüler. Bakınız işte o anı Altay Paşa bana şöyle anlatmıştı: "...İzmir'in kucağına girildiğinde, Akşehir'li Bekir oğlu Mehmeti Antalyalı Ömer oğlu Hakkı, Alaşehir'li Ahmet oğlu Seyit Ahmet şehit düştüler...

Dördüncü Mehmetçik ağır yaralandı. Hastahanede şehit oldu....
" Ama bakınız tarihe: O Vatan toprağına düşen şehitlerin hepsinin başları İzmir'e doğru idi... Sanki haydi ulaşın oraya demekteydiler... Ve şöyle devam etmektedir Suvari Kolordu Komutanı Altay Paşa "...Öncü alayı İzmir rıhtımından geçerken parke taşlarından çıkan naş sesleri Akdeniz'in bu taşlara çarparak çıkardığı hafif dalga seslerine karışıyordu... Bazı pencerelerden atılan çiçekler suvarilerimizin başlarına konuyordu..."


YÜZBAŞI ŞEREF...

Yüzbaşı Şeref yüzünden yaralanmıştı. İzmir Hükümet Konağı'na vardılar. Yüzbaşı Şeref yanındaki bir kaç Mehmetçik ile Konağın balkonunda emperyalizmin bayrağını indirdi. Yerine, uğrunda şehit olunması şeref, namus, Vatan sevgisi aşkı olan Türk Bayrağı'nı göndere çekti." Yüzündeki kan da Bayrağa sinmişti... Ve o anda, Sanki bir rüzgar alkış tutarcasına çıkıverdi. Emperyalizmin rezil ordusunun elinden alınan Hükümet Konağı'nın balkonundaki Türk Bayrağı sanki "...İşte buradayım..." dercesine dalgalanmaya başlamıştı... Ve hemen ardından Yüzbaşı Zeki (Doğan) (daha sonra Hava orgenerali olmuştur) Kumandanlık dairesine Türk Bayrağını çekti...

KATİL HRİSTOSTOMOS...

Emperyalizmin tetikçisi Yunan Ordusu İzmir'e çıktığı gün İzmir Rum Metropoliti Hristostomos elindeki asanın topuzundaki Bizans alameti ile Yunan Ordusunu takdis ediyordu. Emperyalizmin tetikçisi İzmir'i kan gölüne çevirmişti. Tarihin insanlık adına utanç olarak kaydedeceği o günü David Valden adındaki bir İngiliz tarihçi şöyle anlatmıştır: "...Yunan ordusu karaya şişinerek çıkıyordu. Başpiskopos Hristostomos şatafatlı elbiseleri içinde Yunan askerlerini takdis ediyordu. Türklere hakaret ediliyordu. Dövülüyor, katlediliyorlardı. İzmir Meydanı tam bir salhaneye dönmüştü... Ama başlangıç feci bir son da getirecekti..."

BAŞARI VE MİLLET...

Günlerden 10 Eylül'dür. 10 Eylül 1922... Başkumandan Mustafa Kemal ve diğer komutanlar artık İzmir'dedirler. Halk Hükümet Meydanı'na tolanmış Mustafa Kemal Paşa'yı görmek, istemektedirler. Mustafa Kemal Paşa yanındaki komutanlar ile birlikte balkona çıkmıştır...Sarı saçları kalpağından dışarıya taşmaktadır. Mavi gözleri sanki Akdeniz ile birleşmiştir. Mustafa Kemal Paşa bir an meydanı seyretmiş ve sonra en yüksek sesi ile şöyle demiştir:
"...Bu başarı milletindir..." O Mustafa Kemal'dir. Herşeyi millete maletmektedir. Ve hayatı boyunca hiç "ben" dememiş hep "biz" demiştir. Şimdi kimi siyasetçiler fırın açılışına katılsalar "ben" diye övünürler...

BİR KATİLİN SONU...

İzmir'e Vali olarak 1'inci Kolordu Komutanı İzettin (Çalışlar) tayin edildi. Ve şimdi Altay Paşa anlatmaya devam etmektedir: "Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa'yı deniz kenarındaki kışlaya getirdim. Kışla avlusuna toplanmış olan Yunan esirlerini "Zito (yaşa) Nurettin Paşa, Zito (yaşa) Kemal Paşa" diye bağırtmaya başlattım. Böylece Yunan işgali sırasında Zito Venizelos (Yunan başvekili) diye bağırmadıkları için süngülerle delik teşik edilenlerin ruhlarını şad etmek istemiştim...

"ÜZERİNİ ARAYIN"...

Rum metropolit Hristostomos üniforması elindeki asası ile, Mustafa Kemal'i görmek için gelmişti. Büyük Üniforması ile merdivenlerden çıkarken Kolordu Adli Müşaviri Münir (Çıtak) polislere şu emri verdi: "...Sakın bu papazı üzerini aramadan içeri sokmayın, bu meşhur bir komitacıdır. Son bir fedakârlık yapayım diye üzerinde bomba getirmiştir." Polisler papazı bir odaya aldılar... Nurettin Paşa'nın yaveri üzerini aradı. Bir şey bulunmadı.

"SİZ KONUŞUN"...

Altay Paşa bunları bana anlatmaya şöyle devam etmişti: "...Gazi Mustafa Kemal'e Hristostomos'un geldiğini haber verdiler. Gazi Paşa bir an durdu. Nurettin Paşa'ya "sen konuş" dedi. Nurettin Paşa, papazın kaldığı odaya gitti ve: Gördün mü Allah'ın adaletini nasıl tecelli etti, dedi. Ve ilave etti: Sizi artık metropolit olarak tanıyamayız... Sonra sordu, bir din adamı o katilleri nasıl takdis eder...?

BİZANS ASASI KALDI...

Rum metropolit kapı dışarı edildi. Ama daha önce Zito Mustafa Kemal diye de bağırıp sığınmak istemişti. Hristostomos kapının önüne çıktı. Halk toplanmıştı. Çocukları süngülenenler, eşleri katledilen Türk kadınları, süngülerle delik teşik edilmiş olan Türk subaylarını hatırlayan İzmir'liler Papazın yanında yürümeye başladılar. Yürüyüşler hızlanmıştı.

David Valder'in yazdığı gibi emperyalist orduların elindeki Bizans alametli asa ile takdis eden Hristos birden ayaklar altında kalıvermişti... Ondan geriye sadece Bizans alametli asası kalmıştı. Yüzlerce esir alınmıştı. Ama o esirlere dokunulmadı. Hepsi iade edilmişlerdi. Altay Paşa, şöyle demektedir. "...Biz Türkler barbar bir ordu değildik. Vatanımızı ve şerefimizi kurtarmak için savaştık. Kılıç bizim elimizde gerçekten yaman bir savaş aracı olmuştur. Ama onu silahsız insanlara asla kaldırmamışızdır..." (Bak Taylan Sorgun: İmparatorluktan Cumhuriyete. Üç Dönemin Galerisi. Kum Saati Yayınları)

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Mütareke Dönemi,Bekirağa Bölüğü,Mustafa Kemal Toros Dağlarındaki Karargahında...

İletigönderen Başkomutan » Prş Tem 14, 2011 3:05

Falih Rıfkı Atay'dan Unutulmaması Gereken Tarih

Falih Rıfkı Atay'dan Unutulmaması Gereken Tarih- Rumeli Ve Anadolu Vatan Topraklarımızda Yaşadıklarımız- Ve Emperyalizmin Tarifini Anlatan Satırlar...

19-20 Eylül İzmir'e girdiğimiz günlerin devamıdır. Emperyalizmin orduları bütün Ege'yi yakmış, yıkmışlardı. Ama işte sonunda Mustafa Kemal Paşa'nın yeniden düzenlediği Türk ordusu karşısındaki tarihi yenilgilerini yaşamaktaydılar. Ve hala bunu unutmamışlardır.

Zamanın önde gelen yazarları Türk Ordusu'nun İzmir'e yürüyüşünü, "Bu muharebedeki sürat insanı şaşırtıyor" diye anlatmışlardı.


EKMEK VE TUZ...

9 Eylül günü Türk Ordusu'nun yeleleri ve kuyrukları kınalanmış atlarının taşıdığı Suvari Kolordusu'nun öncüleri artık İzmir'de idiler. Ve İzmir artık "Esir İzmir" değildi. O süvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa'nın annesi de işgal zamanında Esir İzmir'de kalmıştı. İzmir emperyalizmin işgali ile "mahpus hayatı" yaşamıştı. Suvari Kolordusu Komutanı Altay Paşa ertesi günü ancak annesine gidebildi. Altay'ın teyzesinin kocası da Yunan Orduları tarafından şehit edilmişti. O Eczacı Yüzbaşı Ahmet'di. Süngülenmişti. Altay atını evine doğru sürüyordu ki, birden sokakta Türk Ordusu'nu karşılayanlar arasında annesini gördü...

VE O AN

Anne atın üstündeki oğluna yaklaştı. Özengileri tuttu. Altay şöyle anlatır: "...O an bilmiyorum nasıl duygular içindeydim. Atımdan atlayıp ellerine sarıldım. Annem o an dünyanın en mutlu insanlarındandı. Çünkü önce Vatan'ı kurtulmuştu. Ve ben İzmir'e ilk giren suvari birliklerinin kumandanıydım... Eve gittik, bana açsındır dedi ve iki dilim ekmekle biraz tuz getirdi. Hayrola diye sorduğum da işte evladım yiyecek olarak bunlarla yaşadık dedi..."

İŞBİRLİKÇİLER...

Türk Ordusu'nun İzmir'e girdiği gün, İstanbul'daki işbirlikçiler artık şaşkındılar. Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlattığında İstanbul'daki o işbirlikçiler, "Kemalist milliyetçi maceracılar. Devletin başını belaya sokuyorlar. Düvel-i Muazamayı yine kızdırıyorlar" diye tepine tepine yazmakta, konuşmaktaydılar. Ama tarih emperyalizmle birlikte onlara da gerekli dersi Türk Ordusu eli ile vermişti.

KEMALİZM VE ULUS DEVLET...


İzmir'e girişimiz artık ulus devlet, milli devlet, Yeni Türk Devleti'nin de başlangıcı idi. Şimdi kimi ağızlarda milliyetçiliğe, milli ve ulus devlete karşı laflar vardır. İkidebir "....A bak o da Kemalist ve ulusalcı..." gibi abuk sözler etmektedirler. Ne Kemalizmden haberleri vardır. Ne de Ulus ve milli devletin ne demek olduğundan Ama kimileri de, bilerek, ulus devlet, milli devlet üniter devlet esası ile Kemalizme karşıdırlar. E ama emperyalizmin işgali zamanında da İstanbul'dakiler, İşbirlikçiler Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ne karşıydılar. Ulus devlet, milli devlet Kemalizm, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Felsefesi içinde yer almaktadır. Bunlara karşı olundu mu aslında dolaylı olarak o tarihsel felsefeye esasa da karşı olunmakta değil midir? Boşverin konuşup dursunlar...


ŞİMŞEK SUVARİLER...

İzmir'e girilmişti. Mustafa Kemal Paşa, ile cephe kumandanı İsmet Paşa harita üzerinde durum muhakemesi yapmaktaydılar. O sırada bir haber geldi. Şöyle idi. "...Aydın cihetinden çekilen düşman kuvveti İzmir'e yaklaşarak Kadifekalesi'ne top ateşi açtı..." Mustafa Kemal Paşa, yanında bulunan Suvari Kolordusu komutanı Fahrettin'e (Altay Paşa) şu emri verdi: "Kuvvetlerini al oraya git ve düşmanı tepele"... Biraz sonra İzmir'deki suvariler atlarının nallarından taşlara vuruşlarla ortaya çıkan şimşek kıvılcımları ile Aydın tarafına doğru akıp gittiler. Çok zaman geçmemişti, Mustafa Kemal Paşa'ya şu ordu haberi verildi: "Düşman tepelenmiştir"...

FALİH RIFKI VE O ZAMAN...


Falih Rıfkı Atay, meslek ustalarımdan. Bunu hep söylerim, çünkü bununla da övünürüm. Falih Rıfkı atay kalpaklı Kuvvacı yazar, o günlerde 25 Eylül günü "Bornova'da son gece" başlıklı yazısının bir bölümünde şunları da yazmıştır: "...Acaba biz Sakarya'dan ta Akdeniz kıyılarına kadar, Marmara sahillerine kadar Batı Anadolu'nun da başından geçen faciaları biliyor muyuz? Dün gözümüzle gördüğümüz şeylerden bugün kendilerine bahsettiğimiz kimseler donuk bir hayretle yüzümüze bakıyor yazık, bukadarını bilmiyorduk diyorlar..."

ELVEDA RUMELİ...

Kaybettiğimiz Vatan toprakları. Elveda Rumeli dizisini de izledikçe insanın içinin titrememesi, yanamaması mümkün mü? Balkanlar Rumeli hayatımız tarihin içindeki en acılı günleri yaşamıştı. Rezil emperyalizmin tetikçilerinin katlettiği Türk insanları... Kadınlarımız çocuklarımız... yanık Rumeli türkülerinde onlar da vardır. Ama eh kahramanca en hayat dolu anlatımlar da...

ATAY VE RUMELİ...

Rumeli'de yaşadıklarımız o zaman tarihinin tanığı olan Falih Rıfkı Atay'ın kaleminden şöyle de anlatılmaktadır: "...Şimdi ben İzmir'de bu satırları yazdığımda Makedonya ve Balkan Türkleri yine cinayetlerle boğuşuyor, Boğuşuyor sözü iftiradır, her Türk geçmişin bu uşak milletlerine sırasıyla hürriyetini, malını, toprağını, ocağını ve nihayet canını vermeye mahkumdur. Dünyada hangi hadise Avrupa Türkleri'nin macerası kadar uzun ve acıklı olmuştur?..." Ve Atay sözü İzmir işgaline getirerek şöyle devam etmektedir: "...Üç buçuk sene evvel İzmir rıhtımına çıkanlar Teselya katilleriydi. Harp Yunan Ordusu'nun ikinci derecede vazifesi idi. Ve nereye gittiyse yakmak, soymak ve katletmek için gitti..."

RUMELİ VE ANADOLU...

Ustam Falih Rıfkı Atay, aynı yazısında emperyalizmin Anadolu'daki katliamlarından da söz ederek şunları yazmakta:
"...Geçtiğimiz, geçemediğimiz, gördüğümüz ve göremediğimiz harabelere gidiniz. Şehir ve köylerimizin enkazı arasında, kesilen anaların yalın ayak çocukları ile, yanan çocukların analarıyla konuşunuz. Anadolu faciası önünde yegane tesellimiz ah ederek anlatan mazlumları dinlemek ve anamız yakılmış gibi muzdarip olmakdır..." İşte size emperyalizmin bir başka tarifi.

MANASTIR İDADİSİ...

Rumeli Türkleri İmparatorluk zamanında oraya gönderilmiş insanlarımızdı. Onlara "Evladı fatihan..." da denilmişti. Bizim olan Selanik'te üçüncü Ordumuz vardı. Manastır'da Askeri İdadi mektebimiz. Mustafa Kemal o mektepten mezun olduktan sonra İstanbul'daki Harbiye'ye gelmişti. Kurmay mektebini bitirmişti. Sonra yine Selanik'teki Üçüncü Ordumuz'a gönderilmiştir. O gönderiliş Suriye Ordusu günlerinden sonradır.

DÖNELİM ANADOLU'YA...

Emperyalizmin Anadolu'yu işgal zamanıdır. Sözü yine ustam Falih Rıfkı Atay'a bırakıyorum. O zamanki, yani Kurtuluş öncesi Manisa'yı görmüştür. Yaşamıştır. Şöyle anlatmaktadır: "...Manisa yanıyordu. Ölüm evde sokakta, toprakta vardı. Yanan Manisa'da ateşe atılan kadınların vurulan çocukların avazeleri geliyordu. Kimler öldü, kimler yandı... Manisa'nın kaç şehidi var? Oturduğumuz evin bahçesinde buldukları karnı yarılmış ve doğmayan çocuğu parçalanmış gebe kadın kimdi, kimin karısı veya annesinin kızıydı. Ateşte yanan, yanarak kızarmış cesetler erkek mi, kadın mı, hangi cinsten, hangi ailedendir. Manisa'dan ayrılıyorduk. Gönlüm kırılmış, bana belki bütün ömrümce sürecek bir ızdırabın acısını artırmış olan Manisa..."

NEDEN YAZIYORUM...?

Bunları neden mi yazıyorum? İnsanlarımıza bir nebzede olsa tarihi hatırlatmak, milletimizin zamanın emperyalizmi karşısında çektiklerini anlatmak, o zamanların unutulmaması için. Tarih unutulmamalı. Şimdi, şu hale bakınız. İlköğretim sekizinci sınıflarda bedava dağıtılan ders kitabında "...Emperyalizme karşı olduklarını söyleyenler teröristtir..." diye yazılmış. O kitapları yazan zihniyet "Acaba tarihten ve emperyalizminden haberler mi, biliyor mu? Bilerek yazıyorsa, yazdı ise işte bir facia odur...

Yüzbaşı Şerafettin İzmir'in Kurtuluş Günü Türk Bayrağı'nı Göndere Çektikten Sonra Hükümet Konağının Önünde
Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.

Emperyalizme, Müstemlekeciliğe Karşı Olmak Adam Olmaktır...

Emperyalizme, Müstemlekeciliğe Karşı Olmak Adam Olmaktır...

Emperyalizme, Müstemlekeciliğe Karşı Olmak Adam Olmaktır... Bir Kitap Ve Emperyalizm- Müstemleke Anadolusu Zamanı- İşbirlikçiler- Ve Zihniyet...

Okullara "ücretsiz olarak" dağıtılan 8. sınıf öğrencilerine okutulan Türkiye Cumhuriyeti İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabında terör örgütlerinin kendilerini ifade etme biçimleri için şöyle denilmekteymiş: "...Devletimizin sömürge devleti olduğunu, insan emeğinin önemsenmediğini, emperyalizme karşı olduklarını iddia ederler..." Şimdi denilecektir ki, ya da bazıları diyebileceklerdir ki, "...E olmuş canım..." Hayır. Eğer böyle bir zihniyetin hazırladığı bir ders kitabı yeni nesillerini önüne konulmakta ise bunu öyle basite indirgeyerek yok saymak o hatanın içine düşmek demektir.

1- AŞIK DA BEN DE VE...

Meslekdaşımız Melih Aşık, Milliyet Gazetesi'ndeki "Açık pencere" sütunundaki yazısında o kitaptan ve emperyalizmin tanımlanmasından söz ederek, "...Bu hesaba göre, ülke sömürülüyor, emek önemsenmiyor, emperyalizme karşıyım diyen herkes terörist... Bizler de tabii..." Bu tanıma göre hiç bakmadan düşünmeden değerli meslekdaşımız "yazar gibi yazar" Aşık'a ben de katılıyorum. Rezil emperyalizme yıllardır karşıyımdır. O halde evet bu tanıma göre teröristim...

2- REZİL EMPERYALİZM...

O kitabı yazanlar "emperyalizmin ne olduğunu" bilmemektedirler ya da kendilerine göre bir başka nesil peşindedirler. Kendi tarihi yanılgıları içinde bocalamaları onların meselesidir de, gencecik nesillere emperyalizmi böyle anlatmak bir bakıma Mustafa Kemal Paşa'nın , Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'nin de ne olduğunu bilmemek ve genç zihinlere başka şeyleri sokmaktadır. Emepryalizm rezildir. Emperyalizmin alçaklıkları sonsuzdur.

3- ANADOLU KATLİAMI...

Rezil emperyalzim, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Birinci Şark Meselesi ile Osmanlı İmparatorluğu devletini parçalamaya, Anadolu'da da devletçikler kurmaya karar vermişti. Birinci Dünya Savaşı sonucunda İmparatorluk parçalanmıştır. Ama, Anadolu'yu parçalayamamışlar, Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali neticesinde tarihsel yenilgilerini yaşamışlardır. Ama, Anadolu'nun, İstanbul'un ve Trakya'nın 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet anlaşması ve onu takip eden Sevr'le işgali sırasında da kan dökmüş ve cinayetler işlemişlerdir.

4- DAMAT FERİT DE...

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın ardından Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlattığında bu büyük savaşın "emperyalizme karşı olduğunu defalarca" söylemiştir. Ama İstanbul'daki işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit ve işgal devletleri "Komiserleri" Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali için şöyle demişlerdir: "...Maceracılar..." "...Kendini bilmazler..." "...Padişaha karşı isyan edenler..." Zamanın işbirlikçi yazarı Ali Kemal ve hempaları daha ağır sözler sarfetmişlerdir. Onlara bunu söylerlerken emperyalizmin orduları ve işbirlikçileri zamanın Ermenileri Anadolu'da emperyalizm şemsiyesi altında kan dökmekteydiler, cinayetler işlemekteydiler.

5- SÖMÜRGE-MÜSTEMLEKE...

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Anadolu toprakları "Kapitülasyonlar" ile tam bir "Müstemeleke, Sömürge" haline dönüştürülmüştü. 1- Bütün bankalar yabancıların ellerindeydi. Osmanlı Bankası bile adı "Osmanlı" olmasına rağmen Fransız sermayesinin elindeydi. 2- Bütün limanlarımız yabancıların ellerine geçmişti. 3- Bütün haberleşme telefon idaresi yabancıların ellerindeydi. 4- Madenlerimizin yüzde 85'i yabancıların ellerine geçmişti. 5- İstanbul'daki Tünel idaresi ve ulaşım bile yabancı şirketlerin ellerindeydi. 6- Tarım da tütün dahil hepsi yabancı kontrolündeydi. 7- Taksim ve civarı Fransızlara satılacaktı ki, imdada Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali yetişmişti.

6- SARAY VE ÇEVRESİ...

Şimdi dikkat: Tarih 1908'dir. Mustafa Kemal o zaman genç bir kurmay olarak, o zaman bizim olan Selanik'teki Üçüncü Ordu'dadır. Arkadaşları Ömer Naci, Yusuf Akçura, Kara Kemal beylerle konuşurken şöyle demiştir: "...Kapitülasyonlar ile emperyalizm Anadolu'yu tam bir müstemleke haline getirdi. Millet fakir kaldı. Biz Sanayi Devrimi'ni yaşayamadık. Ama Saray ve çevresi zenginleşmişti..." Evet kapitülasyonların sahipleri Batı Avrupa emperyalizmi ile işbirliği içindekiler "şiştikçe şişmişlerdi." Ama millet perişandı.

7- VAH ÇOCUKLARIMIZ...

Yeni yetişen çocuklarımıza bunların öğretilmesi, anlatılması yerine o kitaptaki "sömürge ve emperyalizm tanıtımı", nasıl anlatılmaktadır. Yani Aşık'ın dediği gibi o genç çocuklar şimdi "Emperyalizme karşıyım, sömürgeciliğe karşıyım" diyen, diyecek olan "Vatanseverler" için "terörist" mi demeyi öğreneceklerdir? Yani emperyalizm o haldedir ki mesela bakınız, Fransa'da okullarda "sömürgeciliğin" çok makbul bir iş olduğu anlatılmaktadır.

8- YENİ EMPERYALİZM...

Şimdiki zamanda "Yeni emperyalizm" ve "Yeni müstemlekecilik" vardır. Yeni müstemlekecilik "İkinci Şark Meselesi" ile "Irak'ı işgal etmiştir. Washington'lu Bush'un, geçmişin önde gelen emperyalist ve müstemlekeci İngiltere ile birlikte Irak'ı işgal etmeleri "Petrol bölgeler, enerji dünyası hakimiyeti" esasına da dayanmaktadır. Bu işgal sırasında bir milyonu aşkın Irak'lı öldürülmüştür. Çocuklar sakat bırakılmıştır. Annesiz babasız Irak'lı çocuklar vardır. Binlerce.

9- VE O KİTAP...

Aşık'ın yazısında söz edilmektedir. O bedava dağıtılan kitapta bir karikatür: Saddam heykeli devrilmiş. George Bush heykelin başında ağzı kulaklarındadır. Karikatürün altındaki soru da şudur: "Yukarıdaki karikatürde gördükleriniz kimlerdir? Bu karikatürde ne anlatılmak istenmiş olabilir...?" Şimdi dikkat: Petrollerini yabancılara peşkeş çekmeyen Saddam diktatör olarak tanıtılmış ya işte orada Irak'ın işgalinin haklılığı genç beyinlere enjekte edilmektedir.

10- BÖLÜCÜBAŞI VE KİTAP...

Kitapta bir de, eli kanlı terör başının resmi varmış. Hangi maksatla konulur ise konulsun yanlışın dik alasıdır. Eli kanlı bu terör başının resminin altına "...İşte emperyalizmin tetikçisi..." diye yazılmış ise doğrudur. Ondan ötesi hatanın dik alasıdır. Anadolu toprakaları üzerinde "ikinci Şark Meselesi" dahiliyetinde geleceğe dönük haritalar çizen yeni emperyalizm "PKK terör örgütünün tetikçisi" olarak ortaya çıkarmıştır. O çıkarılış ile birlikte, ardından Irak'ın parçalanmasının, ardından da yeni rezil haritalar "NATO toplantılarına kadar" indirilmiştir. Peki bunlar çocuklara anlatılmakta mıdır?

11- SÖMÜRGELEŞMEK... VE EMEK...

İnsan emeğinden yana, emeği savunmak nasıl olup da teröristlik olmaktadır? Emek insanı insan yapan değerdir. Endüstri ve emek yan yanadır. Türk tarımı, Türk çiftçisinin tarladaki emeğini, milleti doyuran emeğini savunmak teröristlik ise ohooo ben bu sütunda durmadan Türk çiftçisinin, Türk tarımının emeğini savunur dururum. Demek ki, ben "Aşırı bir teröristim" gördünüz mü?

12- TERÖRİST OLMAK...

Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zamanın "rezil emperyalizmine karşı yapılmıştır." Ben de zamanın bütün önde gelenleri, ve onların yanındakilerle aylarca konuştum. Dinledim. Hepsi emperyalizme karşı olmuşlardır. Ben rezil emperyalizme karşıyım. Emperyalizme karşı olmayana da karşıyım. Emperyalizm eli kanlı terör örgütünü ortaya çıkarmıştır.

Emperyalizme karşı olmak demek bir bakıma "adam olmak da" demektir. Birinci Şark Meselesi Emperyalizmi'nin Anadolu katliamları o kitapta var mıdır? O kitapta kimlerin rezil kepaze alçak Sevr ile işbirliği içinde olduğu var mıdır? Ben kitabı görmemiştim. Ama Melih Aşık'ın cumartesi günkü sütunundaki "sömürü" bölümündeki emperyalizm ve kitap satırları herşeyi anlatmaktadır. Ehh demek ki bu kitap denilen yazılı baskı ile çok işimiz olacaktır. İlanen duyrulur...


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x