Pakistan; savaş alanının genişlemesi Ön bilgi:
abd-yeni-11-eylul-u-mu-hazirliyor-t17449.html 1969’da Vietnam’da çıkmaza giren Birleşik Devletler, başarısızlığının esas olarak, isyancıların Kamboçya’da hazırladığı bölge dışı temellere bağlı olduğuna inanmıştır. Bunun üzerine Başkan Lyndon Jonhson, Kral Noradom Sihanuk’un yönetimindeki bu küçük yansız ülkenin sınır bölgelerini bombalamaya başlar. Sonuçlardan pek memnun kalmayan Birleşik Devletler, rejimi yıkmaya karar verir; 1970’in başında, Lon Nol tarafından yönetilen “dost” bir rejim kurulur. Sürgün kral Çin’e yerleşir ve sınırlı etkisi olan küçük bir Kamboçya hareketiyle ittifak kurar; bu hareket daha sonra Kızıl Kmerler adını alacaktır.
1975’te iktidarın Kızıl Kmerler tarafından alınmasına ve soykırıma yol açan cehennem makinesi hala çalışıyor.
Tarih tekerrür eder mi? Hindiçin’de yaşananlarla, Afganistan ve Pakistan’da yayılmakta olan çatışmayı karşılaştırmak elbette anlamsız olacak. Yine de ortak noktalar var; en önemlisi de bozgunlar konusunda bir suçlu aranması: Bozgunun sorumlusu kesinlikle uygulanan strateji olmuyor; sorumlu her zaman “dış” aktörler. Paris, bağımsızlık savaşı sırasında Cezayir’deki başarısızlıklarının nedeninin Mısır ve Nasır olduğunu düşündü. Washington, Vietnam kurtuluş savaşının yalnızca Ho Şi Min’in etkisine ve Kamboçya isyancılarının hazırladığı bölge dışı temellere bağlı olduğuna inanmıştı; Güney Afrika hükümeti, Afrika Ulusal Kongre’sine (ANC) karşı nihai zaferi, Angola ya da Mozambik’teki ülke dışı eylemleriyle kazanmaya çalıştı.
Amerikalı sorumlular da artık, Afganistan’daki başarılarının anahtarının Pakistan’da bulunduğuna inanmış görünüyorlar.
Böylece “Başkan Bush Temmuz ayında ilk kez, Amerikan özel güçlerinin, hükümetin izni olmadan Pakistan’a sınır ötesi saldırılar düzenleyebilmesini onayladı. CIA yıllarca Pakistan’daki militanların üzerine pilotsuz predatör uçaklarla füzeler gönderdi. Ama özel operasyonlar konusunda alınan yeni kararlar, iznini almadan, önemli bir müttefikin topraklarına karadan müdahale edilmeyeceğine ilişkin katı kuralları esnekleştiriyor” (“Bush Said To Give Orders Allowing Raids In Pakistan”, Eric Schmitt ve Mark Mazzetti, The New York Times, 11 Eylül).
14 Eylül tarihli Washington Post’un “The War in Pakistan. U.S. attacks on Pakistan and al-Qaeda targets are risky, and necessary” adlı başyazısında şunları okuyoruz:
“Füze saldırıları, Amerikan ve Pakistan askerleri arasındaki bir kopuşu tetikleme ya da demokratik olarak seçilmiş ve Amerikan karşıtı duyguların güçlü olduğu bir ülkede Washington açısından, mümkün olabilenin en iyisi olan Zerdari (Benazir Butto’nun eşi) hükümetini istikrarsızlaştırma riskini taşıyor. Bazı uzmanlar Amerikan saldırılarının yalnızca, Talibanlara verilecek desteği arttıracağını düşünüyor. Ama aşiret topraklarının büyük bir bölümü zaten Talibanların denetimi altında. Amerikan komandoları, Pakistan’da Talibanların kökü kazınmadıkça zaferin imkansız olduğunu söylüyorlar. Ayrıca bu aşiret topraklarından kaynaklanacak yeni bir 11 Eylül’den daha büyük bir risk olamaz. Amerikan füze ya da komando saldırıları en iyi istihbarat kaynaklarına dayanmalı ve sivil kayıpları en aza indirmelidir; ama devam etmelidir.”
Sivil kayıpları en aza indirmek? Bu, imkansız bir görev alanına giriyor.
Pakistan’ın küçük bir kasabasına karşı Ramazan ayı boyunca sürdürülen ve yirmi kadar sivilin ölümüyle sonuçlanan ilk komando eylemlerinden birini Times’tan Christina Lamb (“Playing with firepower”, 14 Eylül) anlattı. Gazeteci, tırmanışın Birleşik Devletler’in (ve aralarında Fransa’nın da bulunduğu müttefiklerinin) eylemlerine karşı Pakistan halkının daha güçlü bir muhalefetiyle sonuçlanacağını gösteriyor.
Human Rights Watch’ın (İnsan Hakları İzleme örgütü) “‘Troops in Contact’: Airstrikes and Civilian Deaths in Afghanistan” adlı bir çalışmasında anlatılanlar, Afganistan’da hala yaşanıyor. Çalışmanın sonuçları, Fransızca “Les frappes aériennes font des victimes civiles” (8 Eylül) başlıklı yazıda özetlendi:
“Human Rights Watch’ın bugün yayınlanan bir raporuna göre, Afganistan’da, NATO ve Birleşik Devletler güçlerinin hava bombardımanları sırasında öldürülen sivillerin sayısı, kamuoyunu yüz seksen derece değiştiren önceki ölümcül hava saldırılarıyla ciddileşen sorunu, 2006–2007 arasında hemen hemen üç kat daha ağırlaştırdı. Rapor aynı zamanda Talibanların, savaş hukukunun ihlali sayılan “canlı kalkan” uygulamasını da kınıyor.” (…)
“2006 yılında en az 929 sivil Afgan, silahlı çatışmalarda öldürüldü. Aralarından 699’u Talibanlar tarafından yapılan saldırılar sırasında (örneğin sivilleri hedef alan intihar saldırıları ve diğer meşru olmayan saldırılar) ve 230’u da NATO ya da Amerikan güçlerinin yaptığı saldırılar sırasında öldü. Bu sonuncular içerisinde 116 kişi NATO’nun ya da Birleşik Devletler’in hava saldırılarında öldürüldü. 2007 yılında Bin 633 sivil Afgan, silahlı çatışmalar sırasında kayboldu. Aralarından yaklaşık 950’si, içinde Talibanların ve el Kaide’nin bulunduğu çeşitli isyancı güçlerin yaptığı saldırılar sırasında kayboldu. Aralarından 321’i NATO ya da Amerikan hava saldırılarında öldürüldü. Böylece NATO ya da Amerikan güçlerinin neden olduğu sivil kurbanlar 2006–2007 arasında hemen hemen üçe katlandı.”
“2008’in ilk yedi ayı boyunca en az 540 sivil Afgan silahlı çatışmalarda öldürüldü. Aralarından 367’si çeşitli isyancı güçlerin yaptığı saldırılar sırasında kayboldu ve 173’ü, NATO ya da Amerikan güçlerinin saldırıları sırasında öldü. Bütün bu dönemlere ilişkin olarak Human Rights Watch, elde bulunan en ihtiyatlı rakamlardan yararlandı.”
Alınan önlemler ne olursa olsun, bombardımanların, yalnızca sivil kayıplarla yol açtığını vurgulamak gerekiyor. “Beraberinde getirdiği hasarlarla”, tipik bir sömürge savaşıyla karşı karşıyayız (“Quand la mort vient du ciel”(1)).
Bu gerçek, Irak savaşı sırasında Georges W. Bush’un tarafına geçmiş olan Amerikalı sol entelektüel Christoper Hitchens’in, “Pakistan is the problem” (Slate, 15 Eylül) diye haykırmasını ve bu “haklı savaş”ı, yani Afganistan ve Pakistan savaşını en iyi yürütebilecek kişinin, kuşkusuz Barack Obama olduğunu açıklamasını ve Obama’nın Hitchens’i çok sevindirecek zaferinin, “daha çok savaş, daha çetin ve daha derin savaş” anlamına gelmesini engellemiyor.
Çatışmaların yayılması, “Dün Pakistan hükümetinin, diplomatik bir dinginliğin Washington’u ikna edeceğini umduğunu, bu hava saldırılarının yalnızca iki ülkenin yöneticilerine duyulan olumsuz duyguları alevlendirmeye yarayacağını” söyleyerek, militanların (Talibanların) Afgan sınırlarındaki kamplarına yapılan tek yanlı Amerikan saldırılarına verdiği tepkiyi yumuşatmasına karşın”, İslamabad’da tehlikeli tepkilere yol açtı –“Pakistan Quietly Opposes U.S. Raids” (Paul Alexander, Philly.com, 14 Eylül).
Öte yandan ve hep aynı şeyler yineleniyor:
“Başbakan Yusuf Rıza Gilani 13 Eylül günü gazetecilere, Pakistan’ın, Washington’la yaşanacak herhangi bir sorunu diplomatik kanallarla çözmeyi tercih ettiğini söyledi ve sorunun, bu ay toplanması gereken Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, iki taraf arasında tartışılacağını ekledi. Son füze saldırısından sonra,‘Amerika’nın bu politikası nedeniyle, aşiretlerin militanlarını birleştireceğini ve kendi çalışmalarının tehlikeye gireceğini’ açıkladı. ‘Kim olursa olsun, ülke içine müdahale etmesine izin vermeyeceklerini’ ekledi.”
“Birçok füze saldırısına uğrayan Kuzey Veziristan’da, halkın yaklaşık yarım milyonunu temsil eden eski bir aşiret grubu, dün, Afganistan’daki Talibanların mücadelesini birleştirmek tehdidinde bulundu.”
Alain Gresh, Le Monde Diplomatique, 16 Eylül 2008(1) Alain Gresh’in 3 Haziran 2007’de Le Monde Diplomatique’te yayınlanan makalesinin başlığı: “Ölüm gökyüzünden geldiği zaman” (çev.).
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=19508