Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Eki 24, 2015 16:06

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi -1

Selçuklularda devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar; serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı.

Selçuklular

Büyük Selçuklular ve onların ardılı olan Anadolu Selçukluları, Orta Asya geleneklerine dayanarak Yakın Doğu ve İslam kültürleriyle kaynaştırdığı birikimi Osmanlıya aktaran büyük bir uygarlık yarattılar. Doğu aydınlanmasının hem ürünü hem de önemli bir parçasıydılar. Dönemlerinin en ileri uygarlıklarını oluşturdular. Yaptıkları ve kendilerinden sonraki dönemlere yön veren nitelikleriyle, tarihte iz bırakarak önemli bir yer aldılar.

11. ve 14.yüzyıllar arasında 240 yıl hükümranlık süren Selçuklular, en yaratıcı ürünlerini, devlet örgütlenmesi ve yönetim işleyişi konularında verdi. Bu başarıyı kuşkusuz gelişkin bir ekonomi, varsıl bir iç-dış ticaret ve iyi işleyen bir akçalı dizge (mali sistem) üzerine oturtmuşlardı.

Yalnızca ardılları olan Osmanlılar’a değil, o dönemde geri durumdaki Avrupa’ya örnek olan uygulamalar yaptılar. Çeşitli olumsuzluklara, özellikle Haçlı Seferleri’nin yıkıcılığına karşı önlem almayı ve ekonomik gelişmede yeni seçenekler yaratmayı başardılar.

Bizans ve İslam kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan İngiliz sanat tarihçi ve arkeoloğu David Talbot Rice bu konuyla ilgili olarak şunları söyleyecektir: “Savaşların sürüp gittiği bölgelerde, (Haçlı Seferleri nedeniyle y.n.) tarımı korumak ellerinde olmadığı için Selçuklular, şap üretimi gibi yerel sanayi ürünlerini geliştirme yolunu tutmuşlardı. Çünkü devleti yaşatmak için, dengeli (istikrarlı) ekonominin her zaman için büyük önem taşıdığını iyice kavramışlardı”. 1 

Olgun Dönem

Selçuklu uygarlığının en olgun dönemi, Anadolu Selçuklularında 13.yüzyılın ilk yarısıdır. 1211-1237 arasındaki Keykavus ve Keykubat yönetimleri, gerek askeri gerekse üretim ve tecim (ticaret) alanlarında parlak başarılar elde etti, büyük gelişmeler sağladı. Sanayi ve tarımdaki gelişmeyi, tecimsel canlanma izledi. “Konya’nın varsıl tecimenleri (tüccarları), eski pazarları geliştirdiler, yeni iç pazarlar” yarattılar. 2 

Selçuklular, iç pazarı geliştirirken dış tecime özel önem verdiler ve dış pazara açıldılar. 12.yüzyıl sonunda İstanbul’da önemli sayıda “Konyalı tecimen” vardı. İran-İstanbul yönündeki alımsatımın gelişmesi için; güvenlik, konaklama ve iletişim hizmetlerini karşılayacak yatırımlar yapıldı, eski kaleler onarıldı, yenileri yapıldı. Yeni bir posta örgütü kuruldu. Karadeniz ve Akdeniz kıyıları ele geçirildi, Sinop ve Alanya’da liman ve tersaneler yapıldı.

Bu limanlara, gelir sağlamak için yabancı gemiler çekilmeye çalışılırken, Türkler’in en az deneyimli olduğu deniz tecimine girişildi. Kürk, kösele ve balmumu bakımından önemli olan, Rusya’yla İslam ülkelerini birbirine bağlayan Kuzey-Güney ticaret yolu canlandırıldı; bunun için Sinop, Rum-Pontus’un elindeki Trabzon’a rakip bir liman durumuna getirildi; Kırım’daki Suğdak Limanı ele geçirildi. 3 

Alanya, Antalya ve Sinop’un Önemi

Selçuklular döneminde Alanya, Antalya ve Sinop’un alınması, Türkiye’nin dış tecimini geliştirerek, İstanbul ve birçok Bizans kentinde, daha o dönemde ticaretle uğraşan bir Türk azınlığın oluşmasına yol açtı. Bu oluşum, ilerde Türkleri tüm Bizans’a egemen duruma getiren tarihi koşulları yarattı.

Papa’nın Haçlı Seferleri nedeniyle Türkler’e karşı uygulatmaya çalıştığı tecimsel engelleyim (ticari ambargo), Türkiye’nin yararına oldu, üretim ve alımsatımın daha da gelişmesine yol açtı. Ankara sofları (ham ipekten astarlık kumaş), şap, halı, kilim, yün, deri, ipek dokuma ve kimi kurutulmuş meyvalar Kıbrıs aracılığıyla Avrupa’ya dışsatımlandı (ihraç edildi). Selçuklular’ın ünlü kervan tecimi, iç ve dış tecimin en önemli öğesi oldu. Mustafa Akdağ, kervan tecimi konusunda şunları söyler: “Selçukî Türkiyesi’nin uluslararası ticaretten en çok gelir elde ettiği iş sahasının, Doğu-Batı ve Güney-Kuzey ticaret yollarındaki alışverişi sağlayan, Anadolu yollarındaki kervan ulaşımı olduğundan, hiç kuşku yoktur...” 4 

Benzer saptamaları, Claude Cohen ve David Talbot Rice de yapar. Onlara göre; “Anadolu, Selçuklu döneminde tecimsel ilişkilerin doruğundadır”; büyük kentler “her türden insanın ve malın karşılaşma merkezleri” durumuna gelmiştir; “Sivas, tecimenler için büyük bir buluşma” yeridir. 5 

“Baharat yolu, Arap ve Hint tecimenleri” büyük kentlere çekmekte, Selçuklular bu tecimenlerden aldığı malları Avrupa’ya satmaktadır. Ayrıca, devlet olarak tecimsel işlemler denetim altında tutulmakta ve “her malın, bir elden diğer bir ele aktarılışı üzerinden” vergi alınmaktadır. 6  Bu uygulama, sekiz yüzyıl sonra karşımıza KDV olarak çıkacaktır.

Devletin Öncülüğü

Devlet, yapılan işlerin hemen tümünde öncü rol oynuyor ve üreticilerle tecimenleri destekleyerek onların önünü açıyordu. Yeni kentler, alım gücü yüksek iç pazarlar ve ticabet merkezleri kuruluyor; tecim yollarının güvenliği sağlandığı gibi, üretim ve tecime doğrudan ya da dolaylı yatırım da yapılıyordu.

Ünlü sultan hanları ve kervansaraylar bu dönemde yapıldı. Bu girişimlerle; tarım, zenaat ve tecim hızla gelişti, üretimde çeşitlilik sağlandı. Keçi kılı, yün, kereste, tekstil, madenler, çinicilik ve el ürünleri gibi yerel sanayi ürünleri dışsatımicaret başlandı. Avrupa’da kullanılan şapın hemen tümünü, Anadolu karşılar duruma geldi.

Dokumacılık ve Madencilik

Dokumacılık ve dericilikte çok gelişkin ürünler üretildi. İlçeler ve kentlerde dokunan perdeler ve bezler, varsılların zevkine yanıt verecek denli mükemmeldi. 7  Türkmenler’in dokuduğu halı ve kilimler, Ankara’nın sof kumaşları dünyaca tanınmıştı.

Madencilikte gelişkin ürünler üretildi. Anadolu demir, bakır, şap üretimi ve işletmeciliğinde çok ileri bir konumdaydı. Prof.Mustafa Akdağ o dönem Selçuklu ekonomisi için şunları söylemiştir: “Bir gerçektir ki, geniş halk kitlelerinin, gereksinimlerini karşılayan sanayi ürünleri tümüyle yurt içinde yapılıyordu. Esnaf loncalarının örgütsel mükemmelliği bunu tümüyle kanıtlar...” 8 

Türkmen boylarında yaygın olan kilim ve halı dokumacılığında, gerek örgü niteliğinde ve gerekse desen varsıllığında gösterilen ustalık, insanda hayranlık uyandıran bir inceliğe ulaşmıştı. Bu konuda gösterilen zerafet ve ustalık köklü bir geleneğe dayanıyordu.

Gaston Richard adlı İngiliz araştırmacı “Türkmen kızlarının” dokuduğu halıları “harika” olarak tanımlarken, Rus tarihçi Mihaliof şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Hiçbir modele ve teknik nitelikte hiçbir öğretim ve eğitime sahip olmayan Türkmen kızlarının, taklidi mümkün olmayan nakışlarla süslü nefis halılar dokuması ancak yüksek bir sanat içgüdüsüne sahip oluşlarıyla açıklanabilir. Türk masallarıyla halk şiirlerinin güzelliği de, Türkler’in estetik alanında büyük bir birikim ve yeteneğe sahip olduğunu gösterir”. 9 

Üretim ve tecimin gelişimi varsıllığı, varsıllık da toplumsal gönenci arttırdı. Kent yaşamı gelişti, kültürel düzey yükseldi. Türk ve İslam kültürü, Anadolu’nun geniş bir bölümüne yayıldı. Türkistan, Azerbeycan, İran başta olmak üzere değişik ülkelerden sanatçılar, düşünürler ve bilim adamları Konya’ya geldiler; Selçuklu hükümdarlarının destek ve koruması altında çalıştılar. 10 

Yönetimin Niteliği

Selçuklular’da, yönetim düzeni içinde yer alan; akçalı, yönetimsel ve koşunsal (askeri) görevliler, alanlarında iyi eğitilmiş uzman kişilerdi. Alpaslan’ın da vezirliğini yapan Nizamülmülk, yürüttüğü politikalar ve “hükümet etme” üzerine yazdığı Siyasetname ile yalnızca Büyük Selçuklular değil, daha sonraki Anadolu Selçukluları, bağlı olarak Osmanlılar üzerinde de etkili oldu.

Eğitim birliğini gerçekleştiren Selçuklu medreseleri, o dönemde dünyadaki en ileri yüksek öğrenim kurumlarıydı. Doğrudan devlete ait olan bu kurumlar, Pamir’den Anadolu’ya dek hemen tüm İmparatorluk kentlerine yayılmıştı. İlahiyat bölümlerinden ayrı olarak siyaset, hukuk ve maliye konularında uzman devlet görevlileri yetiştiren bölümleri de vardı. 11 

Selçuklular’da yönetim yapısının en üstünde, yüksek yetkilerle donanmış hükümdar bulunuyordu. İkta verme, merkeze ve eyaletlere yönetici atama, devlet kararlarının alındığı yüce divan’a başkanlık etme ve ordu komutanlığı gibi görevleri vardı. Ülke toprakları, eski Türkler’den ayrımlı olarak, hanedanlığın sahip olduğu ve gerektiğinde kendi aralarında “paylaşabileceği ortak mülk” gibi görülmeye başlamıştı. Bu görüş, Osmanlılar’da, “Padişahın kişisel mülkü” durumuna gelecekti.

Divanlar

Devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar, serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı. Selçuklularda devlet kurumu niteliğinde birden çok divan varken, Osmanlılar’da üst yönetimi ilgilendiren ve bir tür bakanlar kurulu niteliğinde olan Divan-ı Hümayun adıyla tek bir divan vardı; öbür divanlar küçük yönetim birimleri biçimindeydi.

Selçuklularda her divanın başında bir nazır (bakan) bulunurdu. En üst merkezi yönetim organı, başında hükümdarın (sultanü’l azam) bulunduğu ve hergün toplanması yasal bir zorunluluk olan Yüce Divan’dı (divan-ı alî).

Yüce Divan’da; devlet siyaseti, adalet, diplomasi, yüksek yargı kararları görüşülür ve karara bağlanırdı. Alınan kararların yürütülmesi ve hükümdar katılmadığında divanın yönetimi vezirin, yani sahib-i azamın (Osmanlılar’da vezir-i azam) göreviydi.

Vezir, genel yönetimle ilgili devlet kararlarını yürütmekle kalmaz, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde, hükümdar ve ailesinin devlet işlerinde usulsüzlük ve keyfi davranışta bulunmalarını önleyerek divanın yetkilerini korurdu. Selçuklu vezirleri, bunu yapabilmek için gerekli olan güç ve yetkiye yeterince sahiptiler. 12 

Selçuklular’da, yürütme yetkisi, şimdiki içişleri bakanına denk gelen ve atabeg adı verilen bir vezirin başkanlık ettiği, uygulama kuruluna (divan-ı vezaret) verilmişti; dışişlerini (divan-ı tuğra), toprak yönetimini (divan-ı has), ordu ve savunma işlerini (divan-ı arzü’l ceyş) yürütürdü.

Adalet işleri ve mahkemeler, dinsel hukuk kurumlarını temsil eden büyük kadı’ya (kadıü’l kudata) ve örfî hukuğu temsil eden adalet emirine (emir-î dad) bağlıydı.

Bunlara ek olarak bazı özel durumlarda, haksızlıkları gidermekle görevli olan ve günümüzdeki danıştaya denk gelebilecek bir yüksek hukuk kurumu (mezalim) daha vardı. İmparatorluk içinde iletişim, yaygın ve düzenli bir işleyişe sahip posta örgütü (berid) tarafından sağlanıyordu. 13 


 1  “The Seldjouks in Asia Minor” Davit Talbot Rice, London 1961; ak. S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Bas.-2000, 1.Cilt., sf.159
 2  Belleten 42, sf.221; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” 5.Cilt, sf.2047
 3  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 1956, 5.Cilt, sf.2047-2048
 4  “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof.Mustafa Akdağ, Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.29-30
 5  “Le Commerce Anatolien an début de XII éme siécle” Paris, Claude Cohen, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.Cilt Belge Yay., 7.Basım, İst.-2000, sf.164
 6  “The Seldjcuks in Asia Minor” D.Talbot Rice Londra 1961, ak; a.g.e. sf.164
 7  “Türkiye’nin İktisasi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay.,-1995, sf.26
 8  a.g.e. sf.27
 9  “Türklüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.154
 10  Ana Britannnica, Ana Yayıncılık A.Ş.; 2.Cilt, sf.236
 11  a.g.e., 7.Cilt, sf.127
 12  “Tarih II-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2.Cilt, sf.220
 13  Ana Britannica, Ana yayıncılık A.Ş., 7.Cilt, sf.127


Metin AYDOĞAN, 22 Ekim 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Eki 24, 2015 16:15

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi -2

Osmanlı Devleti’nin evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil, bununla birlikte eğitim, hukuk, maliye, ticaret ve üretim alanlarında da kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti. Orta Asya kültürünün tarihsel birikimi temel alınıp, yeni koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda; başka kültürlerden de yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir devlet kuruldu. Selçukluların işleyip geliştirdiği Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü; binlerce yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk yönetim düzeni içinde eriyerek, ileri bir uygarlık yaratıldı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, Türkleşti.

“Dürüst Yönetim”

Prof.Claude Cohen, Anadolu’daki Selçuklu yönetiminin niteliği konusunda, bir Monofizist (Araplaşmış Hıristiyanlar) Patrik olan Suriyeli tarihçi Mihael’den şu aktarmayı yapar: “Rum’daki (Anadolu’daki y.n.) Sultan Mesud’un (Selçuklu Hükümdarı I.Mesut y.n.) uyruklarının büyük bölümü Rumlar’dır. Dürüstlüğü ve yönetiminin düzenliliği nedeniyle onun yönetimi altında yaşamayı yeğ tutuyorlar... Türkler kutsal gizlere önem vermediklerinden... Bir kimsenin nasıl ibadet ettiğini araştırmak ve bu nedenle bir kimseyi cezalandırmak, onlara çok ters gelen birşeydir. Bu nedenle hain ve yobaz kimseler olan Grekler’in tam tersidirler”. 1 

Türkler’in, egemenlik altına aldığı topluluklara hoşgörülü davranması, Osmanlılarla sınırlı kalmayan çok eski bir gelenek ve bir devlet politikasıdır. Özgürlükçü gelenek; Etiler’den (Hititler) Selçuklular’a, Göktürkler’den Gazneliler’e, Babürler’den Osmanlılar’a dek binlerce yıl sürerek günümüze kadar gelmiştir.

Araştırmacıları şaşırtacak denli ileri bir uygarlık kuran Etiler’in, “herşeyi öğrenmeye açık tutumları”, “kendilerine akılcı gelen herşeyi benimseyip kendi kültürleriyle bütünleştirme yetenekleri” ve “fetihlerden sonra etnik toplulukların dil ve dinlerine gösterdikleri saygı” 2  Türkler’in daha sonra da sürdürmüş oldukları geleneksel bir davranış biçimidir. Göktürk’ler, egemenliği altına aldıkları ülkelerin halkına “geniş bir serbestlik tanıyor”, onların “kendi istençlerine göre” ve “eski geleneklerine bağlı kalarak yaşamalarına” izin veriyordu. Kentlerin başına bir Türk yönetici atanıyor ve merkezin “herkese eşitlik sağlayan” yönetimi, bu yöneticinin sağladığı eşgüdüm aracılığıyla yerel birimlerde de gerçekleştiriliyordu. 3 

Orta Asya’nın Belirleyiciliği

Osmanlı Devleti’nin evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil, bununla birlikte eğitim, hukuk, maliye, tecim (ticaret) ve üretim alanlarında da kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti.

Orta Asya kültürünün tarihsel birikimi temel alınıp, yeni koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda, başka kültürlerden de yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir toplumsal düzen kuruldu. Selçukluların işleyip geliştirdiği Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü, binlerce yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk kültürü içinde eriyerek, ileri bir uygarlık gelişimi yaşandı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, büyük oranda Türkleşti.

Osmanlı Yönetimi

Fetihlerle ele geçirilen yerlerde, halkın yaşam biçimi ve dinsel inançlarına karışılmaması; daha önce saldırılara açık, güvensiz bir ortam içinde, üstelik Bizans feodalizminin yeğin (şiddetli) baskısı altındaki Hıristiyan ve Musevi halkın, çoğu kez gönüllü olarak Osmanlı uyruğuna geçmesine yol açıyordu. Osmanlı; yerel halka güç kullanmıyor, askere almıyor, üstelik onları dış saldırılara karşı koruyordu.

Uzun dönemler boyunca yaratılan barış ve güven ortamı, bu insanların sanat ve ticarette gelişmelerine, Türk nüfusun bile ulaşamadığı gönenç ve varsıllığa kavuşmasına yol açtı. Müslüman olmayanlardan alınan haraç ve cizye gibi vergiler, varsıllıkları nedeniyle yük olmuyor, bu vergileri severek ve kolayca ödüyorlardı. Bunların önemli bir bölümü, herhangi bir zorlama olmamasına karşın, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak ve bu koşullar içinde daha yüksek bir konum ve siyasi güç elde etmek için, gönüllü olarak din değiştiriyor ve Müslüman oluyordu.

Fethedilen yerlerde, yerel halkın inancına ve yaşam biçimine karışmama, onlara bu yönde baskı uygulamama davranışı, eski bir Türk geleneğidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan; 22 millet, 36 boy ve kavim ve binden çok etnik ya da dinsel yapılanma; tarihlerinin en çatışmasız ve gönençli dönemlerini Osmanlı yönetimi altında yaşadı.

Azınlıklar Güçleniyor

Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk nüfustan esirgediği ayrıcalıkları, din ya da etnik köken ayırımı yapmadan azınlık milliyetlere tanıması, Türkler dışındaki tüm azınlıkların, ekonomik olarak gelişip güçlenmesine yol açtı.

17.Yüzyılda Yahudiler; akçalı işlemlerde güçlenip uzmanlaşmışlar, sarraflık yoluyla piyasaya ve devlete borç verir duruma gelmişlerdi. Bu yolla, sessiz ama etkili bir siyasi bir güç durumuna gelmşlerdi. 4 

Ermeniler, uluslararası ticareti ele geçiriyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticareti hemen tümüyle; İzmir’de, Halep’te ya da İstanbul’da onlar aracılığıyla yapılıyordu. Osmanlı uyruğuna girmeden önce, Kuzeydoğu Anadolu’da yalnızca tarım ve hayvancılıkla uğraşan Ermeniler; kısa bir süre içinde, Batı Asya’nın Avrupa’yla yaptığı ticareti elinde tutan aracılara dönüşüyor ve büyük bir servetin sahibi oluyordu. 5 

Osmanlı Devleti’nin yerel unsurlara tanıdığı ekonomik özgürlük ve ayrıcalıklar, yalnızca Yahudi, Rum ya da Ermeniler’i değil, İmparatorluk topraklarında Türkler dışında tüm etnik kümeleri kapsıyordu. Hicaz, Mısır ya da Cezayir’de durum ayrımlı değildi.

Buralarda yaşayan Araplar, üstün soy (kavm-i necip) diye nitelenerek vergi vermeme dahil, daha da özel ayrıcalıklarla donatılıyordu. Araplar da en özgür dönemlerini Osmanlı yönetimi altında yaşadılar. Fransız araştırmacı François Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası adlı kitabında, Cezayir’deki Türk ve Fransız dönemlerini kıyaslarken şunları söyleyecektir: “Cezayir’deki Türk dönemi, Cezayirliler için bir altın çağdır, Fransız sömürgeciliği bu altın çağın daha iyi görülebilmesini sağlamıştır”. 6 

Bir başka Fransız, gezgin Belon du Mans, (16.yüzyıl) gezi notlarını topladığı kitabında, Ege adalarından Limni’de, adalı bir Rum’la yaptığı söyleyişi aktarır. Mans, Limni’li Rum’un kendisine, “Limni, Türk yönetimine dek, hiçbir zaman bu kadar zengin, ekonomik açıdan bu kadar gönençli olmadı” dediğini yazar ve şu yorumu yapar: “Daha önceleri sürekli taciz edilip eziyet gören bu insanlara, yaşadıkları gönenci sağlayan gücün; uzun süren barış ve güven ortamını geliştiren Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi olduğunu eklemek gerekir”. 7 

Gerçeğin Çarpıtılması

Tarihsel gerçekler, somut veriler olarak ortadayken Batılılar, Türklerin egemenliği altına aldığı halklara, özellikle de Hıristiyanlara, “kan” ve “gözyaşından” başka bir şey “vermediğini” ileri sürerler. Bunu neden yaptıklarını bilmek ve açıklamak gerekir.

Açıklanması güç olmayan bu neden, ekonomiktir ve açık bir biçimde çıkar kaygılarına bağlıdır. Türkler’in Anadolu ve Avrupa’da ilerlemeleri, bu bölgede doğrudan çıkarı olan Batı için önemli yitiklere neden olmuş, onlar için kabul edilmesi güç bir durum yaratmıştır.

Rumelinin Önemi

Türkler’in Rumeli’ye yerleşerek Boğazların iki yanını ele geçirmesi, askeri olduğu kadar, ondan daha çok ekonomik bir başarıydı. Bu girişim, Bizans tecimini büyük oranda Osmanlı Devleti’nin denetimine soktu ve İstanbul’un alınmasının koşullarını hazırladı. İstanbul’un alınmasıyla, Marmara ve Ege’den başlayarak hemen tüm Akdeniz’e yayılan Osmanlı egemenliği, buralardaki ekonomik etkinliklere denetim altına aldı ve Avrupa’nın etkisini ortadan kaldırdı.

Anadolu ve Rumeli’yle başlayıp İstanbul’un alınmasıyla süren gelişmeler, ekonomik olarak gerçek zararı Bizans üzerinden Batıya verdi. İtalyan tecimenler (tüccarlar) aracılığıyla Bizans’ı, Bizans aracılığıyla da Anadolu pazarını kullanan ve Uzakdoğu’ya kolayca uzanan Avrupalılar, Anadolu’yla birlikte büyük bir gelir kaynağını yitirmişlerdi.

Yitiğin neden olduğu ve Hunlar’dan beri süren gerilim, Osmanlı döneminde en üst düzeye çıktı. Türkler’in yaptığını, Hıristiyan bir toplum yapsa, aynı karşıtlığı, kuşkusuz ona karşı da göstereceklerdi. Yüzlerce yıl dillerden düşürülmeyen “barbar Türkler” söyleminin temelinde; Rum, Ermeni ya da Sırp halkını düşünmek değil, yitirilmiş olan ekonomik çıkar yatıyordu.

Hıristiyanlar Türk Yönetimi İstiyor

Anadolu’daki Hıristiyan halkın Türk egemenliği ile bir sorunu yoktu, sorun olmadığı gibi kendilerini geliştirebilecekleri özgür bir ortama kavuşmuşlardı. Erinçli (huzurlu) bir yaşamları vardı. 1142 yılında Uluborlu’yu kuşatan Türklere karşı ordu gönderen Bizans İmparatoru, yörede yaşayan Hıristiyan halktan destek görmemiş, tersine karşı koyuşla karşılaşmıştı. Beyşehir gölü dolaylarındaki Hıristiyan halk, Bizanslılara karşı Selçukluları desteklemişti. 8 

Beyşehirli Hıristiyanların davranışı nedensiz değildi. Türkler, yönetimi altına aldığı bu insanlara Bizans’dan çok daha iyi davranıyordu. Örneğin, Selçuklu Hakanı Keyhüsrev, 1196 yılındaki Aydın seferinde, daha önce Bizanslılar tarafından sürülmüş olan Akşehir Hıristiyanlarını özgür kılmış, beşer bin kişilik kafileler halinde memleketlerine geri göndermişti. Onlara; toprak, ev, tarım aracı, tohumluk vermiş ve beş yıl vergi almamıştı.

Bu bilgileri veren Bizanslı yazar Niketos şu açıklamayı yapacaktır: “Birçok yerin halkı, savaş olmadan Sultan’ın ülkesine göçtü. Bu kadar iyi davranışlar Rumlara, alıştıkları yerleri unutturdu. Halk, barbarların ülkesine giderek orada yaşadı. Zalimlerin (Bizanslı despotların y.n.) zulmune uğrayan halkın, efendilerine saygı duymayıp kendi istekleriyle oturdukları yeri terk etmelerinde şaşılacak bir yan yoktur”. 9 


 1  “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof. Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.212
 2  “Hititler-Bilinmeyen Bir Dünya İmparatorluğu” Hartmut Schickert-Birgit Brandau, Arkadaş Yay., Ankara-2003, sf.325
 3  “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof. Bahaddin Ögel, Türk Dünyası Araştırma Vakfı, İstanbul 1988, sf.149
 4  “Histoire du Commerce Français dans le Levant an XII éme Siécle”, P.Masson, Paris-1896, ak; S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Basım-2000, sf.516
 5  a.g.e. sf.516
 6  “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 6.Basım 2003, 2.Cilt, sf.287
 7  a.g.e. sf.287
 8  “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Cilt, İst.-1996, sf.1955-1956
 9  a.g.e. sf.2014


Metin AYDOĞAN, 23 Ekim 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Eki 29, 2015 14:24

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi -3

Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi. Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altıyüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.

Türel (Adil) Düzen

Osmanlılar ele geçirdikleri Bizans topraklarında, derebeylerin (feodallerin) büyük çiftliklerini devlet adına kamulaştırıyor ancak Hıristiyan köylülerin topraklarını kendilerine bırakıyordu. Toprak işlerinde, halkı gözeten uygulamalar yapıldığı için, Osmanlı uyruğundaki Rum köylüler, Bizans yönetimine göre daha iyi bir yaşam sürüyordu. Feodal baskı altındaki köylüler, “Türk yönetiminin sağladığı türenin (adaletin), yoksulları soyluların (aristokratların) baskı ve zulmünden kurtardığını” söylüyor 1  ve kendi istekleriyle Osmanlı uyruğuna geçiyordu.

Almanya’da bile “Türk yönetiminin adaleti” konuşuluyor ve Almanlar, “Türkler’in Almanya’ya gelip ülkelerinde süregelen haksızlık ve adaletsizliğe engel olacağı” yönünde umut taşıyordu. 2  Fatih, Bizans Ortodoks Kilisesi’ne o denli geniş haklar tanımıştı ki, “İstanbul üzerinde Latin tiyarı (Papa’nın başlığı) egemen olacağına Türk sancağı egemen olsun” diyen ortodokslar, fetihten sonra Fatih’i, Doğu Roma’nın yalnızca yönetimsel değil, tüzel (hukuksal) hükümdarı ve İmparatoru saymışlardı. 3 

Ünlü Fransız tarihçi Claude Cohen, Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler adlı yapıtında, Türkler’in “tüm yaşamları boyunca ve gittikleri her yerde” egemenliği altına aldığı “hiçbir topluluğun tarihini sona erdirmediğini” ve “onlarla kaynaştığını” söylemiştir. 4  Türkler, hayranlık verici uyum yetenekleriyle, Cohen’e göre, “yaratıcı olamadıkları zamanlarda bile, kendilerinin henüz yaratamadıklarını başkalarının yaratmasına her zaman olanak vermiştir”. 5 

Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi adlı ünlü yapıtıyla Osmanlı ekonomisini inceleyen Prof.Mustafa Akdağ, Türk yönetiminin Anadolu halkına etkisini genişçe incelemiş ve vardığı sonuçları kanıtlarıyla ortaya koymuştur. Akdağ, söz konusu kitapta konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Türk egemenliğinin, Bizansın siyasi yaşamına son vermesinin, Batılıların ileri sürdüğü gibi, Yakındoğu ve Balkan Hıristiyanlarının zararına değil, yararına olduğu açıkça görülür. Çünkü yeni Türk rejiminin Müslüman ve Hıristiyan herkes hakkında uyguladığı, imtiyazsız hukuk sistemi, özellikle ekonomik-sosyal alanda sağladığı serbestlik; daha önce Batılı tüccarlar tarafından sömürülen Bizans’ın Hıristiyan halkını, bu sömürüden kurtararak daha gönençli ve güvenilir bir iş yaşamına sokuyordu. Rum çiftçiyi ikide bir köleliğe zorlayan Bizans toprak aristokrasisi ortadan kalktığı gibi, İtalyan ticaret kolonileri tezgâhlarını söküp gidiyordu ve yerlerini Türk-Osmanlı reayası olan yerli tüccarlara bırakıyorlardı”. 6 

Batının Yunanistan Koruyuculuğu (Hamiliği)

Avrupalıların, “demokrasi ve uygarlığın beşiği” söylemiyle sürdürdüğü Yunan yandaşlığı, gösterildiği gibi kültürel sahiplenme değil, doğrudan ekonomik çıkarla ilgili bir sorundur. Bizans’ın düşmesiyle uluslararası tecim yollarının Türklerin denetimine geçmesi, gelişmekte olan Avrupa tecimini iki yeni uygulamaya yöneltti. Bir yandan okyanus aşırı deniz tecim yolları aranırken, öte yandan Türkler’den tecimsel ayrıcalık (imtiyaz) elde edilmeye çalışıldı.

Osmanlı uyruğundaki Müslüman olmayan halk, bu halk içinde de Mora, Ege adaları, Kıbrıs ve Girit’de yoğun olarak yaşayan Grekler, işbirlikçi gereksinimini karşılama açısından önemliydi. Rumlar başta olmak üzere, Osmanlı topraklarında yaşayan tüm Hıristiyanlara bu nedenle ‘sahip’ çıkıldı ve Osmanlı Devleti güç yitirdikçe bu ‘sahiplenme’, ayrılıkçı desteğe dönüştürüldü. Bugün Kürt kültüründen söz edip petrol çıkarı için Kürtler’e yönelen Batı politikası, o dönemde tecimsel çıkar için Rumlar’a yönelmişti.

19.Yüzyıl başlarında Türkiye üzerine araştırmalar yapan ve önerileri İngiliz hükümetlerince hemen hiç değiştirilmeden uygulanan D.Urqhard, İngiltere’nin yürütmesi gereken Yunan politikasını ve bu politikanın amaçlarını, ekonomik dayanaklarını ortaya koyarak şöyle açıklar: “Osmanlı Devleti’ne yönelik politikamızın bugünkü amacı, tüccarlarımızın tek tek çıkarı değil, ticaretimizin genel gelişimidir. Bu işin aracıları; ülkeyi tanıyan, dil bilen, ticari bağlantıları ve görgüsü olan, büyük pazarları bir bir gezip görmüş, elveriyorsa ilişkilerini doğrudan İngiltere’yle sürdüren insanlar olmalıdır. İngiliz tüccarlar için küçük limanlarda gemilerine yüklenecek mal aramaya gitmek ya da bu limanları tek tek dolaşıp yük indirmek kârlı olmayabilir. Bu nedenle, kıyı ya da kervan ticareti denen şey, tümüyle Rumların işi olmalıdır. Küçük boydaki Rum gemileri bizim ürettiğimiz malları ya da sömürge ürünlerimizi, ülkedeki çeşitli ürünlerle değiştirebilirler; mallarımızı ambarlarında depo edebilirler. Rumlar, beceriklilikleri, çalışkanlıkları ve kendi aralarında girişecekleri rekabet nedeniyle bize ucuza gelir, ticaretimiz destek görüp rahatlık kazanır. Türkiye’yle ticaretimizin bütün geleceği fiilen şu iki nokta üzerine dayanacaktır. Bunların birincisi, ticari rekabetin İngiliz şirketleri önüne çıkaracağı engellerden, ikincisi ise Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtarılmasıdır”. 7 

Ekonomik Etkinlik

Osmanlı Devleti kurulduğunda Anadolu’da, yoğun bir ticaret ve çeşitlenerek hızla artan bir üretim etkinliği vardı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının varsıllığı bir yana, o dönemin dünya ticaretinde yaşamsal öneme sahip iki ana yol, Anadolu topraklarından geçiyordu.

Başlı başına bir varsıllık oluşturan bu durum, Anadolu’yu her zaman önemi olan bir yer durumuna getiriyordu. Uzakdoğu’dan gelerek Hazar’ın Kuzeyinden Karadeniz’e varan karayolu, buradan deniz yoluyla İstanbul’a geliyor, boğazları geçerek Akdeniz ve Avrupa’ya ulaşıyordu. Aynı yol, Rusya’yı, Kırım-Trabzon-Sivas ya da Kırım-Sinop-Konya yoluyla Mezopotamya ve Mısır’a bağlıyordu.

İkinci ana ticaret yolu ise, Uzakdoğu’dan gelerek İran’dan geçiyor, Hazar’ın Güneyinden Sivas ve Ankara üzerinden İstanbul’a, buradan yine deniz yoluyla Akdeniz’e ve Batıya uzanıyordu. Büyük göçlerin binlerce yıl izlediği ve Anadolu’yu bir “kavimler kapısı” durumuna getiren göç yolları, birinci bin yıldan sonra dünya ticaretinin büyük bölümünün yapıldığı yol olmuştu.

Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ulaşımının kavşak noktasında bulunması, Anadolu’yu tarihin her döneminde değerli kılmış ve dünyaya açılma yeteneğine kavuşan büyük güçlerin tümünün ilgisini çekmiştir.

Geçmişte öncelik, uluslararası tecim kaygılarıyken; bugünün önceliği, hemen aynı yolları izleyen enerji aktarımıdır ve Anadolu bu aktarımın kavşak noktasındadır. Eskiden Batının “dünya ulaşım yollarını denetleme” ya da Rusya’nın “sıcak denizlere inme” olarak belirlediği tarihsel politika ile günümüzdeki Amerika Birleşik Devletleri’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla Avrasya’ya yönelen politikası arasında; amaç, anlayış ve Anadolu’yu ilgilendiren girişimler bakımından önemli bir ayrım bulunmamaktadır. Anadolu her zaman, onu elinde bulunduranların başına dert açacak denli değerli bir yer olmuştur.

Türkler, ticaret yolları üzerindeki toprakları elde tutmaları nedeniyle, dünya ticareti üzerinde uzun süre etkili oldu. Bu yolları, önce denetlediler daha sonra buradan yapılan ticarete katıldılar. Hunlardan Osmanlılara dek uzanan iki bin yıl boyunca, Doğuyla Batıyı birbirine bağlayan karayolu tecimi, büyük oranda Türkler’in egemen olduğu bölgeler üzerinden yapılmıştı. Türkler, başlangıçta tecim yollarını elinde bulundurma ve buralarda güvenliği sağlama nedeniyle vergi almayla yetinirken daha sonra ve giderek artan oranda bu ticarete katıldılar ve bölgenin tek egemeni oldular.

Kent Yaşamı

Tecimsel (ticari) etkinlik, İslamiyet kabul edildikten sonra yoğunlaştı ve Selçuklularla onların ardılı Osmanlılar döneminde üst düzeye çıktı. Ticaret yollarının kavşak noktasındaki Anadolu’da kendine özgü canlı bir ekonomik yaşam oluştu.

Mustafa Akdağ, bu yaşamı şöyle anlatmaktadır: “Türkiye’de, kent yaşamı çok gelişmiş olduğu için, doğaldır ki; sanayi yanında, geniş bir ticari etkinlik de olacaktı. Selçukî Türkiyesi ticarî alış verişi; ülke içi ticaret, dış ticaret ve kervancılık olarak üç biçimde yapılıyordu. Ülke içi ticaret önemli ölçüde, büyük kent meydan pazarlarında, ticaret hanlarında ve dükkanlarda toplanmıştı. Sonradan, Osmanlılar döneminde çok gelişmiş olarak görülen, kentlere özgü kapalı çarşılar, yani han içi ticaret, Selçukî devrinde de vardı. Pirinççiler hanı, pamuk hanı, meyva hanı gibi her tür hammadde ya da gıda maddesi için ayrı bir han inşa edilmişti...” 8 

Anadolu’da Yapılanlar

11.Yüzyıl göçleriyle Anadolu’ya son gelen Türkler; Erzurum’dan Ege sahillerine, Marmara’dan Suriye’ye dek ekonomik olarak perişan bir ülke bulmuştu. 9 

Bizans feodalizminin aşırı baskısından kaynaklanan yoksullaşma, kısa süre içinde aşıldı ve tüzel bütünlüğü olan, iyi işleyen, güçlü bir merkezi yönetim kuruldu; geniş ve canlı bir pazar yaratıldı. Yeni devlet, toplum yaşamını düzene soktu ve sağladığı dengeyle (istikrar), ekonomiyi canlandırıp güçlendirdi.

Yaylalara yerleşen Türkmenler, Anadolu yaşamına yeni bir ekonomik unsur olarak girdiler. Orta Asya’dan getirilen gelişkinlik canlanmayı hızlandırdı; göçebeler kasaba ve kentlerde yaşamaya çabuk alıştılar. Haçlı yıkımı, bu toparlanmaya önemli zararlar verdi ancak ekonomik gelişme kısa bir aradan sonra yeniden canlandı. Nüfus hızla arttı. Uygarlıkların kavşak noktası olan Anadolu üzerinde, yepyeni bir toplum ve yaşam kuruldu. Bu gelişme, Anadolu için gerçek bir ekonomik-sosyal devrimdi. 10 

Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altıyüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.

Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi. 11 

Geliştirilen Birikim

Osmanlılar, Selçuklulardan devraldıkları toplumsal düzeni; yönetim biçiminden kentleşmeye, askeri yapılanmadan toprak ve vergi işleyişine dek tüm alanlarda daha da geliştirdiler.

Güçlenmeye temel oluşturan toplumsal düzen, Selçukluların devlet biçimine çok benzeyen bir yapı üzerine oturtulmuştu. Dönemler arası ayrımlılıkların gerekli kıldığı yenileşmeler yapılmıştı ancak devleti oluşturan kurumların temel niteliği değişmemişti. Selçuklular’ın geliştirdiği Türk tımar düzeni sürdürülmüş, ırsi askeri tımar işleyişi devam etmiş, denizcilik ve donanma hizmeti, askeri yapılanma ve ordu işleyişi korunmuş; yönetim anlayışı, hukuk, eğitim ve vergi düzenleri geliştirilerek sürdürülmüştür. 12 


 1  “Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.40
 2  “Türkler Hakkında” Nürenbergli Hans Rosenblut, ak; “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” sf.40
 3  “Tarih III-kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3. Bas.-2001, sf.39
 4  “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof. Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.13
 5  a.g.e. sf.67
 6  “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, Cem Yay., 1995, İstanbul, 1.Cilt, sf.370
 7  “La Turque, ses Ressources, son Organisation Municipale son Commerce”, Paris 1836, ak; S.Yerasimos “Geri Kalmışlık Sürecinde Türkiye” 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bsım İstanbul 2000, sf.544
 8  “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.27
 9  Cambridge Economic History of Europe, Vol II, P.86, ak; Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” 1.Cilt, Cem Yay. İst. 1995, sf.343
 10  “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay., İstanbul-1995, sf.343
 11  a.g.e. sf.201
 12  “Bizans Müesselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.99-112


Metin AYDOĞAN, 24 Ekim 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Eki 29, 2015 14:35

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi -4

Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu iki devlet geliştirdiği toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.

Uygarlık Zinciri

Orta Asya toplumlarından gelen; Göktürkler, Uygurlar, Gazneliler ya da Karahanlılar’da gelişen ekonomik düzen, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinde varlığını sürdürdü; Osmanlı İmparatorluğu ile yüksek düzeye ulaştı. Bin yıllık dönem içinde kurulan devletlerle geliştirilen üretim biçimleri ve dizgeleştirilen (sistemleştirilen) ekonomik ilişkiler, çağına göre iyi örgütlenmiş büyük bir gücü ve bu gücü yaratan ileri bir uygarlığı temsil etti.

Batıdan başka uygarlık tanımayan kimi “tarihçiler”, uygarlığa yön veren bu büyük gelişmeyi gerçek boyutuyla ya görmezden geldiler ya da bu gelişmeyi Türklere değil, onları etkilediğini ileri sürdükleri Bizans’a bağladılar. Oysa Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurulup sıradışı bir gelişim yaşadığı dönemlerde Batı insanı, despot yönetimler altında, yağmalar ve çatışmalarla dolu üretimsiz ve yoksul bir yaşam sürüyordu.

Orta Asya’dan gelen Selçuklu ve Osmanlıların gerçekleştirdiği ekonomik-sosyal gelişim, dışardan aldıkları bilgilere değil, Orta Asya’dan getirip geliştirdikleri kendilerine ait birikime dayanır; esas olan bu birikimdir. Her iki devlet de, kimi “tarihçinin” bilimle çelişen savlarında ileri sürdüğü gibi; Anadolu’ya “üç-beş yüz çadırla” gelen ve “çok geri bir tarihsel aşamada” olan barbarlar tarafından kurulmadı. 1  Batıda bu tür savlar ileri sürülmüştür. Ancak, bilimden ve gerçeklerden kopmadan, böyle bir savı ileri sürebilmek, kuşkusuz olanaklı değildir.

Köprülü ve Avcıoğlu

Osmanlı Devleti ve toplumsal yapısı üzerine yaptığı çalışmalarıyla ünlü Prof.Fuat Köprülü, bin yıllık Orta-Asya-Selçuklu-Osmanlı sürecini en iyi inceleyen tarihçilerden biridir. “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” adlı yapıtında, Osmanlı-Bizans ilişkilerini ele almış ve “Osmanlı Devleti’nin, kurumlarını İstanbul’un fethinden sonra Bizans’tan aldığını” ileri süren görüşlere, kanıt ve belge göstererek karşı çıkmıştır.

Köprülü söz konusu yapıtta; “Osmanlı tarihinin, Anadolu beylikleri ve Selçuklularla birlikte genel Türk tarihinin çerçevesi içinde” ele alınması gerektiğini, bu yapıldığında, “şimdiye kadar karanlıkta kalan birçok noktanın anlaşılması imkânının ortaya çıkacağını” ileri sürer. Bu konuda başarılı olmak için “Türk tarihinin en eski devirlerine kadar inilmesi gerektiğini” söyler. Ona göre; “İslamiyet’ten önceki ve sonraki Türk devletlerinin hemen hiç incelenmemiş olması”, Türkler’in yaşatmakta olduğu geleneklerin “bilim dünyasınca bilinmemesine yol açmıştır”. Oysa, “İslamiyet’ten önceki dönemin birçok kalıntısı Türkler arasında yaşamış” ve bu kalıntılar, “İslami bir cila altında eski niteliğini korumuştur”. 2 

Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi adlı yapıtında; Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının hangi yaklaşım ve anlayışla incelenmesi gerektiğini ve bu devletlerin kökenlerinin nereye dayandığı konusunu ele alırken benzer görüşler ileri sürer.

Orta Asya’dan gelen birikimin Anadolu’daki gelişimle birlikte incelenmesi gerektiğini ileri süren Avcıoğlu şunları söyler: “Tarihsel evrim yasaları çerçevesinde, Selçuklu ve Osmanlı toplum düzeninin biçimlenişi ve evrimini anlayabilmek için; hem İran-Arap-Bizans karışımı İslam toplumsal yapısını, hem de bu yapı üzerine oturan Orta Asya Türk-Moğol yapısını, evrimi içinde birlikte incelemek gerekir. Bu nedenle tarihimizi, Anadolu’daki köklerinden de, Orta Asya’daki köklerinden de ‘koparma olanağı’ kanımızca yoktur”. 3 

Geleneğe Bağlılık

Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 8-13.yüzyıl Doğu Aydınlanması’nın geliştiği topraklar üzerinde ve 11.yüzyılın ilk yarısında kuruldu. İmparatorluğa biçim veren; yönetim yapılanması, ordu örgütlenmesi, ekonomi, hukuk ve bunların tümünü oluşturan kültür, belirgin biçimde, Orta Asya’dan gelen birikime dayanıyordu.

Göktürkler ve Uygurlar’dan sonra, ilk Müslüman Türk Devletleri olan Samanoğulları ve Gazneliler, Karahanlılar döneminde gerçekleştirilen ekonomik-sosyal ilerleme, Selçuklular döneminde de sürdü, güçlü bir ekonomi ve buna uygun, güçlü bir devlet yapısı ortaya çıktı.

Devlet yönetiminde temel yöneliş merkeziyetçiliktir ancak bu yöneliş, değişik büyüklükteki yönetim bölgeleri aracılığıyla gerçekleştirilir. Hun ve Göktürkler’de olduğu gibi, özellikle sınır bölgelerinde, vergi toplamaya yetkili, merkeze bağlı yönetim birimleri oluşturulmuştur.

Selçuklular’da başlayan, Osmanlılar’da yüksek nitelik kazanan ikta (hizmete karşılık belirli süreler için bırakılan kamu topraklarının kullanımı hakkı) ve tımar (devlet çalışanlarına görevleri karşılığı verilen gelir ya da gelir kaynağı) düzeninin ön uygulamaları, Hun ve Göktürk dönemlerinde yapılmıştı.

Fethedilen toprakların kullanımının, iyelik (mülkiyet) hakkı saklı tutulmak koşuluyla yurtluk olarak göçebe boylara verilmesi, eski bir Orta Asya geleneğiydi. 4 

Eski Türkler’de devleti korumayı temel görev sayan ve savaşlarda yararlılık gösteren cengaverlere verilen alp ünvanı, Selçuklu ve Osmanlılar’da boyutu genişletilerek ve gâzi sözcüğü eklenerek kullanılmıştır. Alp gaziler, eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılar’da da; özellikle uç beyliklerinde, tehlike durumunda tüm ülkede, devleti koruyan atılgan savaşçılar olarak örgütlenmişlerdir. 5 

Alp gazilerden ayrı olarak, benzer amaç taşıyan, kardeş yiğitler (ahîyetüf-fityan) adı verilen ahî örgütleri, Anadolu bacıları (bâcıyân-ı Rûm) adı verilen savaşçı kadın örgütleri, Horasan erenleri, Anadolu abdalları v.b. kökleri hep Orta-Asya’ya giden, Selçuklu ve Osmanlı’da varlığını etkili biçimde sürdüren sivil birliklerdi. 6 

Toprak Sorunu

Ekonomik etkinliğin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı toplumlarda, toprak sorununu çözmek, güç ve karmaşık bir iştir, deneyime dayalı gelişkinlik ve ileri bir kamusal anlayışı gerekli kılar.

Eski Türk topluluklarında toprak, boy ya da kavmin ortak malıydı. Ancak, koşulları devletçe belirlenen kimi durumlarda, kişilere özel iyelik ya da kullanım hakları veriliyordu. Bu haklar, devletle yapılan sözleşmeler (Bıçgas) ya da törenle yapılan ve söz vermeye dayanan yükümlenmelerle (ant) güvence altına alınıyor, insanlar sahibi oldukları ya da işlettikleri topraklarda, özel girişimci olarak tarım ve madencilik yapıyordu. 7 

Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu düzen, dönem ve yöreye göre değişen yoğunluklarla dış etkiye açık olmuş ancak özgünlüğünü hiçbir dönemde yitirmemiştir; etkilenmekten çok etkilemiştir.

Sorunun Çözümü

Selçuklular geliştirdikleri toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.

Fuat Köprülü, bunu söyle anlatır; “13.yüzyıl Anadolu Türk toplumu, sosyal işbölümü düzeyi ve ekonomik gelişme bakımından, aşağı Orta-Asya toplumlarının en çok ilerlemiş olanlarından biridir. Bu toplumun siyasi ifadesi olan Anadolu Selçuklu Devleti de, düzgün ve güçlü kurumları olan merkezi bir devlettir ki, 11. yüzyılda Çin Türkistanı’ndan Marmara kıyılarına ve Kafkaslar’dan Basra Körfezine kadar egemen olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun siyasi ve idari geleneklerini sürdürmüşlerdir”. 8 

İkta, Dirlik ve Fief

Selçuklular’da ikta, Osmanlılar’da dirlik ya da tımar, Batı feodalizminde fief adını alan toprak düzeni, başka biçim ve özelliklerle, hemen tüm Orta Çağ toplumlarında yaşanmıştır. Para ekonomisinin geri, ulaşım ve güvenlik işleyişinin yetersiz olduğu feodal federatif imparatorluklarda; vergiyi nakit olarak toplayıp merkeze aktarmak, ordu ve bürokrasiye merkezden aylık göndermek, bunların güvenliğini sağlamak güç ve çekinceli (riskli) bir işti.

Bu sorunu aşmak için, büyüklükleri değişen toprak parçaları, merkezi yönetime yakın ve onun buyruğunda çalışan asker ya da sivil görevlilere veriliyor, karşılığında hizmet ya da toplanan vergiden belirli bir pay alınıyordu; ikta, dirlik ya da fiefin özü buydu.

Genel işleyişteki benzerliklere karşın, uygulamada kullanılan yöntem ve yönelişlerde, Selçuklular’daki ikta ya da Osmanlılar’daki dirlik ile Batı fiefi ya da Arap-Abbasi iktası arasında, amaç ve işleyiş bakımından önemli ayrımlar vardı. Türk sisteminde, ikta örgütlenmesini belirleyen Orta Asya gelenekleri korunmuş ve ikta sahibine (mukta) toprak ya da üzerinde yaşayan insanlar üzerinde kullanım ayrıcalığı tanınmamıştı; ayrıcalık yalnızca vergiyle sınırlı tutulmuştu. 9 

Abbasiler’de ikta niceliği (miktarı), denetlenemeyecek denli büyüktü. 10  Batı fiefinde ise toprak, üzerinde yaşayan insanlarla (serfler) birlikte ve onları kullanılacak mal gibi kabul ederek veriliyor, fiefin özel iyeliğe dönüşmesini engelleyecek bir önlem alınmıyordu.

Bu durum, fief alan soyluların güçlendikleri oranda merkezi yönetimden uzaklaşmasına ve giderek özerk yönetim birimleri oluşturmasına yol açıyordu. 11  Fiefin yapısında var olan serfe yönelik şiddet unsuru, iyelik hırsı ve merkezi devletten ayrılma eğilimi, Türk iktasında bulunmayan niteliklerdi.

Osmanlı Dirliği

Osmanlılar, Selçukluların geliştirip uyguladığı ikta düzenine, dirlik adını vererek; daha kapsamlı, daha yaygın ve iyi işleyen bir uygulamaya dönüştürdü. Osmanlılar ayakta kalabilmek için bu dönüşümü, üstelik çok sağlam biçimde yapmak zorundaydı.
Küçük bir beyliğin sıradışı bir hızla büyüyerek, Anadolu dışında her zaman azınlıkta kalan bir nüfusla varlığını sürdürmesi; kesin olarak, her yönüyle güçlü bir devlet kurmakla olanaklıydı. Toprak düzeni yani dirlik, bu devletin bir parçası üstelik en önemli parçasıydı.

Değişik kültürlerden çok sayıda topluluğu merkezi bir devlet yapısı içinde yönetebilmek, bu yönetimin kalıcılığını sağlamak ve sürekli geliştirmek ancak ve kesinlikle yüksek düzeyde bir örgütlenmeyi gerekli kılıyordu. Bu birikim Oğuzların küçük bir boyundan gelen Osmanlıların tarihsel geçmişinde yeterince bulunuyordu.

Toprağın Paylaşımı

Osmanlılar yeni bir ülke fethettiğinde, bu ülkenin herşeyden önce; işlenebilir toprak niceliğine, ürün türlerini, getiri düzeyini, üzerinde yaşayan nüfusu ve aile (hane) sayısını saptıyor, bunları kayda geçiriyordu. Daha sonra belirli bir tasar (plan) içinde; dirliklerin niceliği ve iyeliği belirleniyor, iskana ve imara açılacak yeni yerler saptanıyor, buralara Anadolu’dan getirilip yerleştirilecek Türk nüfusun sayı ve niteliğine karar veriliyordu.

Şenlendirme adı verilen bu eylemde, getirilen nüfus göçer Türkmen ise; onlara, tarım yapan yerleşik köylüler durumuna gelmeleri için ücretsiz öküz, tarım araçları ve tohumluk dağıtılıyordu. 12 

İşlenebilir durumdaki topraklar, değeri ve büyüklüğü değişen parçalara (tımar) ayrılıp bu topraklar, askeri görev karşılığı; eyalet süvarisi, topraklı süvari ya da toprak eri gibi adlar verilen sipahilere ömür boyu kullanmak üzere veriliyordu.

Tımar’dan daha büyük ve daha değerli olan toprak birimleri ise zeamet ve haslardı ve daha yüksek görevlilere dağıtılırdı. Tımar, zeamet ve hasların oluşturduğu toprak düzeninin tümü, Osmanlı devletinin ünlü dirlik düzenini oluşturuyordu. Devletten dirlik alan görevliler, kendilerine ayrılan topraklarda yaşayan köylülerden vergi toplar; buna karşılık, savaş (sefer) durumunda, sayısı kullandığı toprağın büyüklüğüne göre değişen silahlı askeri (cebel), merkezin buyruğuna gönderirdi.

Özgün Çözüm

Osmanlı dirlik düzeni, toprak sorununu ordu ile ilişkilendirerek, başka toplumlarda örneği görülmeyen bir başarıyla çözmüştür. Olgun dönemine 15-16.yüzyıllarda ulaşan bu düzen, eyaletlerin yönetimi ve ordunun büyük bölümünün örgütlenmesi bakımından Osmanlı devletinin temelini oluşturuyordu. Dirlik düzeni; Avrupa feodalizmindeki fief, Bizans’taki asker-toprak ilişkisini düzenleyen pronoia, Araplarlar’daki katia, Sırplar’daki bastina ve başka Orta Çağ toplumlarındaki toprak düzenlerinden çok ayrımlıydı. Amaç, anlayış ve içerik olarak belirgin bir özgünlüğü vardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim düzenini Bizans’ın basit bir süreği (devamı) gibi göstermeye çalışan anlayışlar, savlarını sözcük kökenleriyle kanıtlamaya çalışır ve tımarın Grekçe timarion sözcüğünden geldiğini ileri sürerler.

Oysa, timarion sözcüğünün geçtiği Bizans belgelerinin tümü, Selçuklu ve Osmanlılar’ın Bizans topraklarında egemenlik kurduğu döneme aittir. Bu nedenle, tımar sözcüğünün timarion’dan değil, tam tersi timarionun tımar’dan gelmesi gerekir. Sözcüğün kaynağı, Farsça’da bakım, iyileştirme anlamına da kullanılan timardır. Bu sözcük Farsça’da askeri ikta anlamında kullanılmamıştı. 13  Ancak Osmanlılar tımar diyerek sözcüğe böyle bir anlam yüklemişlerdi.

Osmanlı Tımarı

Osmanlı tımarında, dirlik sahiplerinin iyelik hakları yoktu. Mirî adıyla dirlik için ayrılan toprakların sahibi (rakabesi) her zaman devletti.

Hassa çiftlikleri dışında dirlik sahiplerinin, toprağı bizzat işleme hakları bulunmazdı. Dirlik sahipleri, toprağı vergi ödeyen halka (reaya) vermek ve onlar aracılığıyla işletmek zorundaydı.

Reayanın (yönetime katılmayan, askeri sınıf dışında kalan, geçimini tarım ve tecimle (ticaretle) sağlayan kesim), eğer birlikte yaşıyorsa çocukları ve kardeşleri, dirlik sahibi sipahi beyinin defterine kayıtlıydı. Sipahi beyi, toprağı, defterinde kayıtlı olan bu insanlar arasında paylaştırır, tarımı onlara yaptırırdı. Reayanın toprağa kavuşturulması, reaya açısından yasaya bağlanmış bir hak, tımar sahibi açısından ise bir yükümlülüktü. Tımar sahipleri, denenmiş ve sınanmış, devlete bağlı, güvenilir insanlardı. Dışardan bir kişiye tımar verilmesi yasaktı ve bir yabancının dolaylı da olsa bu işleyişin içine girebilmesi olanaklı değildi.

Hak ve Sorumluluk

Toprağı işleyecek olan reaya, “bir çift öküzün işleyebileceği” büyüklükte olan ve çift diye anılan (çiftlik sözcüğü buradan gelir) toprağı, belirli bir bedel karşılığı tımar sahibinden kiralardı. Kiralama işlemi, reaya ile tımar sahibinin karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirleyen bir sözleşmeye bağlanır ve taraflar sözleşme koşullarına titizlikle uyardı.

Reaya, sözleşme koşullarına uymayacak olursa, tapu resmi adı verilen kira bedeli yanar ve toprak elinden alınırdı. Buna karşın, tımarlı sipahi de reayaya angarya koyamaz; ondan yağ, odun, kömür, arpa, ot, yem gibi kabul edilmesi yasak olan armağanlar alamazdı. 14 

Reayanın toprağı işleme hakkı, babadan oğula geçerdi ancak bu hak satılamaz, bağışlanamaz ya da vakfedilemezdi. Toprağı dilediği gibi kullanmak, bakımsız bırakmak, dilediği ürünü ekmek ya da izinsiz ayrılmak söz konusu olamazdı. Toprağı dinlendirmek (nadas) gibi zorunluluklar ya da uygun özürler olmaksızın, toprağın işlenmesi uzun süre ertelenemezdi; üç yıl işlenmeyen toprak reayanın elinden alınırdı.

Vergilendirme

Üretici reaya, iki tür vergi öderdi. Çift akçesi adı verilen ve ürüne bağlı olmayan geleneksel sabit vergi (örfî vergi) götürü olarak ödenir, ürün azlığı ya da fazlalığı bu vergiyi değiştirmezdi.

Ürün miktarına bağlı olan ve onda bir’le onda beş arasında değişen oranlarla ödenen öşür ise değişken nicelikli bir vergiydi. Bu iki ana vergiden başka tımar reayası, toplumun başka kesimlerinin de ödediği; evli olmayanlar vergisi (resm-i mücerret), evlenme vergisi (resm-i arus), hayvan vergisi (resm-i ağnam), otlak vergisi (resm-i otlak) gibi vergiler öderdi. 15 


 1  “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay., 4.Bas., 1997, sf.62
 2  “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.28, 30 ve 32
 3  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., 1996, sf.87
 4  “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay., 4.Bas., 1997, sf.62
 5  “Inscriptions de I’Orkhon” W.Thomsen, Helsingfors 1896; ak. Prof.M. Fuat Köprülü “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” Ötüken Yay., 1981, sf.146
 6  “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf.152-158
 7  “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas., sf.46-66
 8  “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Prof. M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf.120
 9  “L’evolution de l’iqta” C.Cohen, ak. Stefanos Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Basım, 3.Cilt, sf.133
 10  “Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal” İ. H. Uzunçaşılı, ak. a.g.e. sf.132
 11  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. ,12.Cilt, sf.95
 12  “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar” D.Turan, Ank. 1958; ak. S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Bas.-2000, Birinci Cilt, sf.151
 13  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 30.Cilt, sf.25
 14  “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” Sencer Divitcioğlu, İst. Üniv. Yay., İst.-1967, sf.46 ve 83 ak. Prof.Suat Aksoy “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Baskı-1971, sf.27-31-32
 15  “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Bas., 1971, sf.24-29


Metin AYDOĞAN, 25 Ekim 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi (1-5)

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Eki 29, 2015 14:45

Osmanlı ve Selçuklularda Yönetim Biçimi ve Ekonomi -5

Selçuklu ve Osmanlılar’daki toprak iyeliğinin (mülkiyetinin) temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin ürünü olmasıdır. Fethedilen yerlerde devletin kalıcılığını sağlamada belki de en önemli sorun, toprak ilişkilerindeki çeşitlilik ve bu çeşitliliğe uygun çözümlerin bulunup uygulanmasıydı. Onlarca millet ve milliyetin yaşadığı yedi milyon kilometrekarelik İmparatorlukta, tek bir uygulamanın her yerde ve aynı biçimde gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Bu nedenle, özel koşullara uyum gösteren ve gereksinime yanıt veren değişik iyelik ilişkileri geliştirildi ve başarıyla uygulandı.

İyelik (Mülkiyet) Biçimleri

Osmanlı toplumunda geçerli iyelik biçimi, çoğunlukla toprağın devlete ait olduğu mirî toprak düzeniydi. Ancak, daha az olmak üzere, başka iyelik biçimleri de vardı. İmparatorluğun geniş bir alana yayılmış olması, yerel özelliklere uyum gösteren değişik mülkiyet biçimlerini gerekli kılıyordu.

Osmanlılar, genel bir yaklaşım olarak, toprakta özel iyeliğe uzak duruyor ancak siyasi zorunluluklar nedeniyle kabullenmekten kaçınmıyordu. Sınır bölgelerindeki eyaletlerde, özellikle Türk nüfus yetersizliğinin ileri düzeyde olduğu Rumeli’de devlet toprakları, özel iyeliğe çevrilebiliyordu (temlik).

Başlangıçta, Türk yaşam biçimine ve yönetim geleneklerine tümüyle yabancı Rumeli’de kalıcı olmak için, güvenilir kişilere ve fetihte emeği geçen derviş ve ahi kümelere, geniş bağışıklıklar ve tam iyelik (mülk eşkincülü) hakları tanındı. Devlet görevlileri bu arazilere izinsiz giremiyor ve tutulan hesapları denetleme amacıyla isteyemiyordu. Tam iyeliğe hak kazananlar, ne askeri ne de başka bir yükümlülüğe bağlıydılar. İmparatorluğun ilerki dönemlerinde, daha özgün biçimler geliştirilecek olan yerel hükümranlık hasları bu uygulamanın uzantılarıydı. 1 

“Karma İyelik”

Mirî devlet iyeliği ile tam iyelik arasında yer alan ve yalnızca Anadolu’da görülen, ikili iyelik denilebilecek, karma bir iyelik biçimi daha vardı. Selçuklu toprakları üzerinde kurulmuş olan geçici Türkmen beylikleri döneminde özel iyeliğe dönüşen ve o dönemde onaylanan topraklar bulunuyordu.

İslam hukukuna göre, iyelik hakkına dokunulmayacağı için, bu topraklar ellenmedi ve niceliği (miktarı) çok olmayan özel iyelik korundu. Ancak, bu toprakların devletin denetiminden tam olarak kopuk kalmasına da izin verilmedi.

Bunun için tımar düzeninin tam tersi bir uygulamaya gidildi ve çıplak iyelik kişi üzerinde bırakılırken, devlete toprağı kullanma hakkı (intifaa hakkı) tanındı. Bu ilginç uygulamayla, aynı toprakta iki türlü hak oluştu. Bir yanda mülk sahibinin hakları (malikâne), öte yanda devletin hakları (divanî), karma bir iyelik biçimi içinde birleştirildi. Bu topraklara malikhane-divanî toprakları adı verildi. 2 

Din ve Etnik Çeşitlilik

Osmanlı İmparatorluğu’nun din ve etnik köken bakımından son derece karmaşık bir toplumsal yapı oluşturması, toprakta iyelik ilişkilerinin çeşitlenmesine yol açan dikkate değer bir başka etkendir. Devlet için önemli olan birtakım dinsel ya da etnik kümelere, verilen önemin düzeyine uygun olarak, ayrıcalıklı iyelik ya da kullanım hakları tanındı.

Bektaşi ve Mevlevi tekkeleri, bu kümelerin başında geliyordu. Bunlara, içindeki köyleriyle birlikte geniş topraklar ve bu toprakların geliri veriliyor; bu ilişkiler vakıflar aracılığıyla yürütülüyordu. 3 

Vakıf İyeliği

Vakıf iyeliği, İmparatorluğun güç yitirmeye başladığı dönemlerde, başka amaçlar için kullanıldı. Duraklama ve özellikle gerileme döneminde gelirleri azalan Saray, özel iyelikler başta olmak üzere servetlere el koyuyor, el koymalar çoğu kez sonu ölümle biten cezalandırmalar aracılığıyla yapılıyordu.

Malını ve canını güvence altına almanın yolunu arayan servet sahipleri, bunun en güvenilir yolu olarak, mallarını dolaylı olarak denetledikleri vakıflara devretmekte bulmuşlardı. İslam hukukuna göre dokunulmazlık hakları olan vakıflar, mülk sahibine hem mülkünü koruma hem de varislerine aktarma olanağı veriyordu. Günümüzde sıkça görülen, vakıfların dolaylı yoldan ayrımlı amaçlar için kullanılması, o günlerden kalma bir gelenek olsa gerekir.

Hıristiyanlar ve Kürtler

Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu, Avrupa sınır bölgelerinde, bir başka iyelik türü geliştirilmişti. Girit, Sakız, Midilli gibi tümüyle Hıristiyan nüfusun yaşadığı yerler fethedildiğinde, buralardaki topraklar, Eflak ve Boğdan sınır eyaletlerinde olduğu gibi, devlet iyeliğine alınmamıştır. Eski sahiplerinin iyeliğinde bırakılan bu topraklara, harici topraklar adı verilmiştir. 4 

Girit ya da Sakız’da Hıristiyan uyruğa (tebaa) verilen iyelik ayrıcalığının hemen aynısı, Anadolu’da Kürt sancak beylerine verildi. Anadolu fethedildiğinde, Kürtlerin yaşadığı bölge, sancak (ille ilçe arasında kalan yönetim birimi-mutasarrıflık) konumuna getirilerek özerkleştirilmişti.

Kürt beyleri, bu sancaktaki toprakların tam iyelik haklarına sahip oluyor, buna karşılık sefer dönemlerinde merkezi yönetim buyruğuna asker veriyordu. Her biri bir aşiretin reisi olan bu beyler, yurtluk ve ocaklık olarak gördükleri toprakları serbestçe kullanıyor ve çocuklarına miras olarak bırakıyordu.

Ayrıca, bölgede adaleti gerçekleştirme gibi önemli bir yetkiyle donatılmışlar, yalnızca toprak değil, halk üzerinde de, devletin kabul ettiği bir egemenlik kurmuşlardı. 5 

Devlet İyeliği

Osmanlı toplumunda bir başka iyelik biçimi, devletin kullanma hakkını hiçbir aracı kişi ve kurumla paylaşmadığı ve dolaysız kendisinin işlettiği devlet işletmeleriydi. Geniş arazilere sahip bu işletmelerde; sarayın, diğer devlet kurumlarının, okul ve yardım kuruluşlarının (imarethane) gereksinimlerini karşılayan üretim yapılırdı.

Devletten aylık alan uzman ve usta kişilerce işletilen ve devlet tekeli ayrıcalıklarıyla planlı üretim yapılan bu işletmelerde, ileri teknikler uygulanır ve tarımla uğraşan kesimlere örnek oluşturacak üretim yöntemleri geliştirilirdi. 6 

Devlet işletmeleri içinde yer alan padişah çiftliklerinde, doğrudan saraya gönderilen üstün nitelikli ürün elde edilirdi. Buralarda dalında uzmanlaşmış meslek sahipleri çalıştırılır ve üretilen ürünler, yalnızca saraya ait tekel niteliğini taşırdı.

Toplumsal Yardım Kurumları

Devlet işletmeleri içinde bir başka önemli birim, yoksullara hizmet veren sosyal yardım kurumları’nın (imarethane); yağ, buğday, et, pirinç, odun gibi gereksinimlerini karşılayan işletmelerdi. Civar halkı bu işletmelerde, Orta Asya’daki “atalarından kalan ırsî bir gelenek” 7  olarak gönüllü çalışırlar ve bu işi toplumsal dayanışmanın bir gereği sayarak imeceye dönüştürürlerdi.

Birçok köy; “şap yakmaya”, “güherçile hizmetlerini görmeye”, “kervansaraylar çevresini şenlendirmeye”, “yolları sürekli olarak onarmaya”, “geçitler ve ileri karakollarda nöbet tutmaya” (derbent) herhangi bir karşılık beklemeden katılırdı. 8 

Uzmanlıklar

Devlet çiftliklerinde, uzmanlaşmaya dayanan ve aylıklı devlet görevlilerince yürütülen, çok sayıda meslek türü vardı. Padişah atlarını yetiştiren voynuklar, atçekenler; deve yetiştiren boğurcular, gezici işçi taburları, top dökücüler; suyolu, kale ve köprü yapıcı ve bakımcıları; atmaca, çakır, şahin tutucu ve yetiştirici bazdarlar kendi alanlarında o dönemin en ileri tekniklerini uygulayan ve İmparatorluğun her yanına yayılan meslek kümeleriydi.

Bunlardan ayrı olarak bir kısım yörükler, sürekli çadır bezi dokur, nal döker; gemiler için zift, kereste, yelken bezi işler; ok, yay yaparlar ve yaptıklarını parça başına ücretlerle devlete satarlardı. 9 

Orta Asya’nın Önemi

Selçuklu ve Osmanlılar’da gelişkin bir toplumsal düzen yaratan toprak iyeliğinin temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin doğal ürünü olmasıdır.

Prof.Osman Turan, Türk mirî toprak düzeni konusunda şu saptamayı yapmıştır: “Devlet mülkiyetindeki topraklar hiçbir zaman Türkiye’de olduğu kadar bütün ülkeyi kapsayan bir oranı bulmamıştır... Mirî toprak düzeninin kökeni, eski Türk bozkır geleneklerine bağlıdır ve bozkırın göçebe kabile düzenine göre, topraklar kabilenin ortak mülkiyetindedir. Devletin başı olan kağan, kamusal ortak mülkiyetin de temsilcisidir. Bu Türk bozkır anlayışı, yurt seçilen Anadolu’da sürmüş ve tüm ülke sultan mülkiyetinde sayılmıştır”. 10 

Türkler’in Anadolu’ya, Orta Asya’dan taşıdıkları ve egemen kültür durumuna getirdikleri toplumsal birikimin niteliği konusunda, Prof.Doğan Kuban ise şunları söylemektedir: “Türkler Yakındoğu’ya kuşkusuz, boş bir kabı doldurur gibi egemen olmadılar. Coğrafi mekan değişikliği, aynı zamanda bir sosyo-kültürel ve ekonomik mekan değişikliğiydi ve yeni bir sosyal yapının örgütlenmesi gerekiyordu. Bu değişme, İslam öncesi göçebe ya da yarı-göçebe Türk tarihi ile esas unsuru yerleşmiş toplum olan Osmanlı Türk tarihi arasında, geniş zaman ve mekan boyutları içinde uzanan, büyük bir Türk Ortaçağı’ nda gerçekleşmiştir”. 11 

Bozulma

Osmanlı toprak düzeni, duraklama dönemiyle birlikte bozulmaya, gerileme dönemiyle birlikte de çözülmeye başladı. Ekonomideki güç yitimi, dışarıya tanınan ticari ayrıcalıklarla birleşince, birbirinin yaratıcısı olan bu ikili süreç, toplumsal yapının hemen her alanına yayılan, genel bir bozulmaya yol açtı.

Hızlı büyüyen imparatorluk, başlangıçta, büyümeye yanıt veren ekonomik-politik örgütlenmeyi başarmıştı. Ancak, fetih eylemi başarılı olduğunda kazanımlar, başarısızlıkta ise ekonomik yitikler artmıştır.

Ekonomik düzen, Batıya verilen ayrıcalıklarla bozulmuş, üretici güçlerin gelişimine giderek yanıt veremez duruma gelmiş ve üretim yetmezliğiyle karşılaşılmıştı. Bu durum, dış mallara gereksinim duyulmasına, bağlı olarak da dışa bağımlı duruma gelinmesine yol açtı. Toprak düzenindeki bozulma, bu olumsuz sürecin hem sonucu, hem de nedeni olmuştu.

Bozulma, imparatorluğun en güçlü olduğu dönemde başladı. İstanbul’un alınarak Rumeli’ye yerleşimin önemli oranda tamamlandığı II.Mehmet (Fatih) dönemine dek, siyasi ve kurumsal gelişme, olanca hızıyla sürmüştü. Hızlı büyümenin ilk olumsuz sonucu bu dönemde görüldü. Devlet büyüyüp imparatorluk durumuna geldikçe, eskiden gelen ve tarihsel derinliğe sahip yönetim geleneklerinden uzaklaşıldı.

Toprak, artık toplum yararına kulanılan bir mal değil, hanedanın ve onun başı olarak padişahın mülküdür; bu mülkü elde tutmak, barışçı bir paylaşıma değil hanedan soyu içinde şiddetli bir çatışmaya bağlıdır. Devlet başkanlığı kavramı ve millete önderlik düşüncesinden uzaklaşmış ve karşıtı olan hanedan egemenliğine dönüşmüştür.

Eski Türkler’de her boy, kendi içinden çıkan bir bey tarafından yönetilir ve bu bey merkezi devlet yönetiminde diğerleriyle birlikte eşit haklara sahip olurdu. Aralarından seçtikleri devlet başkanı, hükümdarlık yetkilerini millet için kullanan, eşitler arasında birinci (primus inter pares) konumundaki bir görevliydi.

Oysa 15.yüzyıl ve sonrası, Osmanlı padişahlarının konum ve yetkileri artık böyle değildir. “Eşitler arasında birincilik” bir yana, hanedan ailesinin bireyleri arasında bile ölümcül bir yönetim yarışı vardır. Fatih Sultan Mehmet, bu “yarışı”, şehzade öldürmeyi de içeren bir duruma getirmişti.

Çöküş

Yönetim düzenini kapsayan olumsuz süreç, daha da bozularak uzun yıllar süregeldi. 19.yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, artık Batılıların izin verdiği süre ve biçimde yaşayabilen, dağılmayı bekleyen bir duruma gelmişti.

Her alana yayılan çürüme, toprak düzenindeki çözülme ve bunun neden olduğu ekonomik çöküşten kaynaklanmıştır. Tanzimat uygulamalarından sonra toprak; azınlıkların, yabancıların ve onlarla dolaylı ya da doğrudan işbirliği yapan eşraf ve ayan sınıfının eline geçmiştir. Topraksız kalan köylü yoksullaşmış, ülke toprakları da giderek artan bir hızla, tarım yapılmayan, boş alanlar durumuna gelmiştir.


 1  “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler” Ömer Lütfü Barkan, Vakıflar Der., Sayı 2, İst.-1942; ak. S.Yerasimos, “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.baskı, 3.Cilt, sf.256-257
 2  “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay., 7.Bas., 3.Cilt, sf.252
 3  “Türkiye Köy İktisadiyatı” İsmail Hüsrev, Kadro Dergisi Yay., İst.-1934, sf.163-164, ak; Prof. S.Aksoy, “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., 2. Bas.-1971, sf.36
 4  “Türkiye’de Toprak Meselesi” Prof.S.Aksoy, Gerçek Yay., 2.Bas.-1971, sf.37
 5  a.g.e. sf. 37
 6  “Osmanlı İmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıflarının Hukuki Statüsü” Ömer Lütfü Barkan, Ülkü, Cilt IX-X, İst.-1957, ak; S.Yerasimos, “AzgelişmişLik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt, sf.259-260
 7  a.g.e. sf.259
 8  a.g.e. sf.259
 9  a.g.e. sf.260
 10  “Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku” Belleten 47, sf.551, ak; Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Cilt
 11  “VII. Türk Tarih Kongresi” 1.Cilt, sf.283; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1996, 5.Cilt, sf.2075


Metin AYDOĞAN, 26 Ekim 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 8 konuk

x