PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Başkomutan » Pzr Ağu 15, 2010 3:03


HELLO “KÜRDİSTAN” NE ZAMAN DİYECEĞİZ?

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, 12 Ağustos Perşembe günü Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim için resmen “Kürdistan” dedi. Ancak Türk medyası söz konusu ifadeyi, “Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim” şeklinde “düzelterek”, zamanlaması çok manidar olan bu ABD “açılımı”nı başarıyla gizledi.

Neden zamanlaması manidar?.. Aklını ve vicdanını ipotek ettirmemiş herkes “Kürt açılımı”nın, gerçekte “Kürdistan açılımı” olduğunu görüyor. Geçen yıl “Kürt açılımı” başlatıldığında hem Cumhurbaşkanı Gül, hem Başbakan Erdoğan, “Yıl sonuna kadar bekleyemeyiz, o kadar zamanımız yok” demişti. Bu “aciliyetin” hikmet-i sebebini ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, “Biz yıl sonunda Irak’tan ayrılıyoruz, o zamana kadar PKK işini halledin” sözleriyle ortaya koyarken, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ian Kelly de şu açıklamayla tabloyu tamamlamıştı: “Türkiye’ye, ülkedeki Kürt nüfusla, onlara daha fazla kültürel ve dilsel hak tanınmasına olanak veren bir diyalog başlatması çağrısında bulunduk. Türk Hükümeti de bunu yapıyor…”


Bunların anlamı neydi?.. ABD, Irak’tan alacağını almış, yapacağını yapmış, sadece “Barzani Kürdistanı”nı güvenceye kavuşturup, Türkiye tarafından tanınmasını, hatta “himaye” altına alınmasını sağlamak kalmıştı. Bunun için de “PKK-Kürt sorunu”nun halli şarttı, yoksa Türkiye bölgeye “musallat” olabilirdi.

Bu parantezi ABD Büyükelçisi Jeffrey’nin 2009 Mayıs’ında New York’ta Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun onuruna düzenlediği kahvaltıda yaptığı şu itirafla kapatalım:

“Türkiye demokratikleşme sürecinde çok başarılı adımlar atıyor. PKK’nın artık kesinlikle bitmesi gerekiyor. Bölgede PKK’yı kullanmak isteyebilecek hiçbir ülke kalmadı… K. Irak petrollerinin Türkiye üzerinden AB’ye sevkiyatını çok önemsiyoruz. Barzani de Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkacak. K. Irak gazı bölgedeki ticareti canlandıracak, Türkiye de bundan kazançlı çıkacak…”

Habur rezaleti, bu projelerin geçen yıl tamamlamasını engelledi, iş bu yıla sarktı. ABD kesinlikle Irak’tan çekiliyor. Üstelik Irak Genelkurmay’nın, “Lütfen gitmeyin, 2020’ye kadar kendi güvenliğimizi sağlayacak duruma gelemeyiz” yakarışlarına rağmen!..

Çünkü AKP iktidarı, “Kürdistan”ı kabullendi… Anayasa değişikliğine de ölümüne asılıyor. Bu referandumda “evet” çıkartıldıktan sonra yepyeni bir Anayasa’yla ABD-AB-PKK’nın tüm istekleri karşılanacak. O düzenlemelere, “T.C. Devleti’nin üniter-milli yapısına, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez maddelerine aykırı” diye karşı çıkacak bir Anayasa Mahkemesi de olmayacak. Zira, 12 Eylül’deki referandum Mahkeme’nin hallini sağlayacak!..

Bu süreçte iktidarın önündeki en büyük handikap, terördü… İmralı’yla yürütülen temaslar sonucu “Ramazan” değil, “referandum”un yüzü suyu hürmetine, sözde “ateşkes” ilanı da sağlandı. Bakmayın birilerinin ağzının kulaklarına varmasına, Türk Milleti’ne hangi büyük diyetlerin nasıl ödettirileceğini referandumdan sonra göreceğiz!..

ABD CEPHESİNDEKİ “SEVİNÇLİ” TELAŞ

Bugün hemen hemen bütün gazetelerde ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Perşembe günü yapılan “gizemli” bir toplantıdan söz ediliyor. Hillary Clinton başkanlığında Türkiye siyaseti masaya yatırılmış… Yetkililerin, “Türkiye politikamızda değişiklik yok” açıklamasına rağmen bizimkilere göre, ABD Türkiye’nin gidişatından, bağımsız “dış politika izlemesinden” endişeliymiş falan… Toplantı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da çok sevindirmiş, “İlişkilerin önemini gösteriyor” yorumunu yapmış, ama neyse ki, “Bunu ilişkilerimizin doğal sonucu olarak görüyoruz. Türkiye ile ABD arasında son dönemde gittikçe artan bir işbirliği söz konusu” demeyi ihmal etmemiş.

ABD Dışişleri’ndeki o toplantıdan önce Çarşamba günü Beyaz Saray’da yapılan bir toplantıya dikkat çekmek istiyoruz. Obama, Irak’ın üçe bölünmesini savunan Yardımcısı Biden ile birlikte Irak’taki ulusal güvenlik takımını topladı. Toplantıya, Dışişleri Bakanı Clinton, Savunma Bakanı Gates, Obama’nın Başdanışmanı Yahudi asıllı Rahm Emanuel, Ulusal Güvenlik Danışmanı eski NATO Komutanı James Jones, iç istihbarat ve CIA başkanları, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Müsteşarları, Pentagon yöneticileri, ABD’nin BM temsilci vekili bizzat, Bağdat Büyükelçisi Hill, Irak’taki güçlerin komutanı Çuvalcı Odierno ile Merkezi Kuvvetler Komutanı ise video konferansla katıldı.

İşte bu toplantının ertesi günü de bizimkilerin “gizemli” dediği Dışişleri Bakanlığı’ndaki o toplantı oldu.

Acaba bu toplantılardan Türkiye’nin “hesabına” neler yazılacak, biz ona bakalım? Çünkü ilk işaret verildi… Ancak Türk medyası bunu gözlerden kaçırmak için olağanüstü çaba sarf etti!..

“Gizemli” toplantı öncesinde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın olağan günlük brifingi vardı. Sözcü Mark Toner’dan toplantının içeriği hakkında bilgi istendi, ama ser verip, sır vermeyerek, gizeme gizem kattı.

Bir gazeteci ise PKK’nın düzenlediği son saldırıları hatırlatıp, “Türk hükümeti ve Kürdistan’ın kuzey bölgesi ile koordinasyonunuz var mı?” sorusunu yöneltti. Toner, son saldırılar hakkında bilgisi olmadığını belirttikten sonra, aynen şöyle dedi:

“We do work with Turkey and with Kurdistan or the – Iraqi Government and we share a common enemy in the PKK (Biz Türkiye ve Kürdistan’la ya da Irak hükümeti ile birlikte çalışıyor ve PKK’yı ortak düşmanımız kabul ediyoruz…”

OBAMA DÖNEMİNDE İLK KEZ

“Ne var yani, bu da haber mi?” diyenler olabilir. Şöyle haber, çünkü;

Evet, Bush, Irak’ın kuzeyine kara harekatı düzenlediğimizde, “Get out Kurdistan” demiş, Barzani’yi “Kürdistan Bölge Başkanı” olarak kabul etmişti. Obama döneminde ise ilk kez, üstelik Dışişleri Sözcüsü’nün ağzından resmen “Kürdistan”ı duymuş olduk…

İkincisi, bu defa Türk askerinin değil, ABD askerlerinin Irak’tan çıkmaya hazırlandığı sırada “Kürdistan” denildi…

Üçüncüsü de Türk medyası bu resmi “açılımı”, yani “Kürdistan” ifadesini, “Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim ve Irak hükümetiyle birlikte çalışıyoruz” şeklinde düzelterek(!) başarıyla gözlerden kaçırdı!..

Acaba bizimkiler ne zaman resmen, “Hello Kürdistan” diyecek?.. Galiba yarından da yakın!..


Müyesser YILDIZ
14.08.2010


"ABD'yi tatmin eden gelişmeler" raporu
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Genel Denetim Bürosu, dün geç saatlerde Türkiye'deki ABD diplomatik misyonu hakkında 110 sayfalık bir rapor yayımladı. Raporda hem Türkiye'deki son gelişmeler hem de buradaki Amerikan elçiliği ve konsolosluğuyla ilgili ilginç değerlendirmeler yer aldı.

TÜRKİYE ABD ÇIKARINI İYİ TEMSİL EDİYOR

Raporun önemli bulgular kısmında, "Türkiye'nin hem bölgesinde hem de kendi içinde yeni bir hareketlilik düzeyi gösterdiği bu dönemde, Ankara'daki büyükelçilik ve tamamlayıcı temsilcilikleri ABD çıkarlarını iyi bir şekilde temsil etmektedir" ifadesi yer aldı.


AÇILIM OLUMLU BİR GELİŞME

Raporda Türkiye'nin hem sınırlarının yanı başında hem de ötesinde istikrar arayışında olduğuna dikkat çekilirken, "bazen ABD'yi memnun eden, bazen de etmeyen yönde" adımlar atıldığı vurgulandı.

Hükümetin "etnik Kürt toplumuna" yönelik açılımını olumlu bir gelişme olarak nitelendiren rapor, Türkiye'nin Irak'taki güçlü diplomatik varlığını, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerini ve Irak'ın ticaret ile yatırım alanlarında lider rol üstlenmesini "ABD'yi tatmin eden gelişmeler" olarak sıraladı. Raporda, "Türkiye'nin hem İsrail hem de Ermenistan ile ilişkilerinin gelecekteki seyri, ABD için önemli bir unsur olmaya devam ediyor" denildi. Türkiye'nin "iddialı dış politika girişimlerinin" ABD politik çevrelerinde dikkat çektiği vurgulanırken bu alanlar şöyle sıralandı:

"Türkiye'nin Kıbrıs'ta uzlaşma için verdiği destek, Irak ve Afganistan'da yaptığı katkılar, İran açılımları, İsrail ve Ermenistan ile ilişkileri, laik yapısı içinde yer alan büyük Müslüman nüfus ve diasporalardan kaynaklı ABD'deki grupların rolü."

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.internethaber.com/kurtlerin-en-cok-yasadigi-sehir--282637h.htm
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Başkomutan » Pzt Eyl 20, 2010 2:31


PKK vuruyor AKP duruyor, niye?

Hakkari’de biri bebek dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan mayınlı saldırının ardından Başbakan, “Kanları yerde kalmayacak” derken PKK’nın Meclis’teki sesi BDP’nin başındakiler de, “Bunu asker yaptı ey Erdoğan” diyerek, “Dokuz cinayetten iki post” çıkarma yarışına girdiler.

Ne demek istiyoruz, izah edelim.

Başbakan PKK’nın 2011’de yapılacak seçimlere kadar Türkiye’nin çatışmasızlık dönemi geçirmesi için her yolu deniyor, deniyor ki, referandumdan aldığı hızla Türk milletinin gözü açılmadan yani uyuşturulan millî refleksler uyanmadan sandıktan bir kez daha ve güçlenmiş olarak çıkabilsin.

Zatı şahanelerinin Hakkari’deki cinayetten çıkarmak istediği post bu.

BDP ise ister Türk, ister Kürt, dökülen her kan “Özerk Kürdistan” tohumuna bir su, bir gübre olsun için bütün imkânları kullanıyor.
Ve bu arada bütün bu olayların gerisinde başka şeyler oluyor.

Olan o “başka şeyler”den biri, kökü Irak’ta olan ve Türkiye’de meyve vermesi beklenen “başka şeyler”.

Mesela...

Irak üçe bölündüğünde Peşmergeler, Şiilerle savaşabilsin diye MOSSAD’ın Kürtlere savaş eğitimi verdiğini, ABD’li gazeteci Seymuour Hersh 21 Haziran 2004 tarihinde New Yorker Dergisi’nde kaleme aldığı bir yazıdan öğrenmiştik.

Hersh’ten 154 gün sonra, 1 Aralık 2004 tarihinde İsrail’de yayınlanan Yediot Ahronoth gazetesi, emekli MOSSAD ajanlarının Irak’ın kuzeyindeki yetenekli peşmergelere savaş eğitimi verdiğini haberleştirdi ve hatta MOSSAD ajanlarının bölgeye Türkiye üzerinden ‘tarım uzmanı ve mühendis’kimliği altında geçtiğini ve Irak’ta da bu kimliklerle faaliyet gösterdiğini yazdı ve şu bilgiyi de verdi:

“- MOSSAD eski Şefi Dany Yatom Irak’ın kuzeyinde, tarımla uğraşan bir şirketin yöneticisi kimliği ile bulunuyor!”

Ardından MOSSAD Başkanı Mayer Dugan 2005’in üçüncü çeyreğinde Irak’ı ziyaret etti. Bu ziyarette MOSSAD, işgal güçleri desteğinde organize terör ve adam kaçırma eylemleri başta olmak üzere her türlü gizli-açık amaçlar için kullanmak ve İsrail ve işgal güçleri adına bilgi toplamada görevlendirmek amacıyla yerli işbirlikçi güçler oluşturmak için düğmeye bastı. İlk etapta Kürt peşmergelerden oluşan 60 kişilik bir özel operasyon timini İsrail’e götürüp bir aylık sıkı bir eğitime tabi tutuldu. Sonra MOSSAD başta Nasıriye şehrinin Zeytun bölgesi olmak üzere Irak’ta muhtelif üsler kurdu.

Özetlersek MOSSAD o gün bugündür binlerce peşmergeyi her türlü saldırılara karşı eğitti, İsrail ve Amerikan savaş teknolojilerini nasıl kullanacaklarını öğretti.İşte AKP, burada “seyirci” hatta “teşvik edici” bir pozisyonda.

Bu süreçte Türkiye’yi geçiş bölgesi ve üs olarak kullanan bir tek CIA ajanı bir tek MOSSAD mensubu yakalanıp sigaya çekilmiş değil. Söyleyin lütfen Irak’taki bu CIA MOSSAD yani Amerika, İsrail operasyonları doğru okunup kontrol edilmeden PKK’nın faaliyetleri ve Hakkari’deki patlamanın sırrı çözülebilir, daha da önemlisi, bu cinayetler önlenebilir ve Türkiye’nin bütünlüğü korunabilir mi?

Sen “demokrasi” diye diye PKK’nın, CIA’nın, MOSSAD’ın önünü açar, Türkiye’nin bölünmesinin önündeki tek engel olan “Milli iradeyi” Türkiye’yi her türlü badireye karşı canı, bütün varlığı ile koruyacak olan “Ordu” ve kışlaya halay çekerek giden “Türk milliyetçiliğinin” karşısına dikersen ipler Ankara’nın elinden alınır ve meseleye elbette “Bağımsız Türkiye Komisyonu” adı altında CIA, MOSSAD uzantıları el koyar ve elbette katledilen vatandaşlarımız için, “Kanları yerde kalmayacak” demenin bir kıymetiharbiyesi kalmaz.

PKK’sı, CIA’sı, MOSSAD’ı vatandaşlarımızı niye katlediyor, katlettiriyor?

İşte bu “Komisyonun önünü açmak” için PKK’sı, CIA’sı MOSSAD’ı vatandaşlarımızı niye katlediyor, katlettiriyor?

Niye olacak “Özerk Kürdistan” için.

“Katletmeyin, Özerk Kürdistan’ı milletin demokrasi ile gözünü boyayarak kuracağız” dendiğinde...

Kan yerde kalmamış mı, yoksa kan akıtanlar hedeflerine ulaşmış mı oluyor?

Hasan DEMİR
20.06.10 / YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 28, 2010 15:30

AKP–APO–BDP–Barzani koalisyonu

Başbakan Erdoğan hazırlanacak olan yeni anayasanın geniş mutabakatla yapılacağını söylüyordu.

Referandumun hemen sonrası Abdullah Öcalan ile görüşmeler yoğunlaştı.

Hatta görüşmeler o kadar yoğunlaştı ki Aysel Tuğluk bile görüşme fırsatı bir türlü bulamadı.

APO’nun yeni anayasa ile ilgili talepleri alındı.

Daha sonra hükümetle BDP arasında 1 saat 40 dakika süren bir görüşme yapıldı.

AKP’li yetkililerin ifadesine bakılırsa havadan sudan konuşuldu, gerçekte ise yeni anayasa ile ilgili talepler alındı.

Önümüzdeki günlerde İçişleri Bakanı Beşir Atalay Erbil’e giderek Barzani yönetimiyle görüşmeler yapacak.

Ülke içinde olmamasına rağmen Barzani’ye de geniş mutabakatın içinde olması sağlanacak.

Böylece yeni anayasa hazırlığında geniş mutabakatın ne anlama geldiğini anlamış olduk.

Referandum öncesi millete birçok sözler verildi ama referandum sonrası sanki millet yokmuş gibi davranılıyor.

APO, BDP ve Barzani ile yapılan görüşme trafiğine bakılırsa “evet”e verdikleri büyük desteğin teşekkür ziyaretleri olabilir.

Tabii bu desteğin karşılığını da yeni anayasa ile fazlasıyla alacaklar.

Milletimiz AKP’den milletin anayasasını bekliyordu ama görünen o ki APO’nun yol haritasının belirlediği, sınırlarını BDP ve Barzani’nin çizdiği bir anayasa karışımıza çıkacak.

Bu yeni anayasa özgürlükler getirecekti, millet bunu başörtüsü ve benzeri sorunların çözümü olarak algıladı ama görünen o ki bu özgürlük APO’nun ve bölünme sevdalılarının özgürlüğü olacak.

Referandumda milletin sırtına binilip bir adım atıldı ama referandum sonrası millete dönüp bakan yok.

Siyasilerimiz teröristiyle, bölücüsüyle, ülke üzerinde hesabı olanla sanki koalisyon halinde…

Hükümet yanlış ve tehlikeli bir vadide hızla ilerliyor.

Dileğimiz odur ki siyasilerimiz bu vadiden çıkıp milletine dönsün, bölücüleri dinleyip de adım atmasın.

Çünkü bu süreç devam ederse Türkiye paramparça olacaktır.

Bu, ülkemiz üzerinde hesabı olanları memnun edecektir, ama unutmayalım ki gemi battığı zaman içindeki herkesin can tehlikesi vardır.

Bugün APO’dan akıl alın diyenler yarın APO’yu başınıza getirebilirler.

Bugün Barzani’nin masasına oturtanlar, yarın sizi Barzani’nin kulu kölesi yapabilirler.

Bugün oturacak eviniz, dolaşacak araziniz, gömülecek toprağınız var, yarın hiçbirini bulamayabilirsiniz.

Üniter yapımız ülkemizin ve milletimizin garantörüdür.

Değiştirilmek için kollarını sıvadıkları Anayasa’nın ilk üç maddesi varlığımızın ve geleceğimizin garantörüdür.

Asıl hedef ülkemizdir, milletimizdir, varlığımızdır ve geleceğimizdir.

Bir an önce yanlıştan dönelim.



Murat ÇABAS
Yenimesaj

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Başkomutan » Pzt Ara 27, 2010 2:48


Özerklik İlanı, Anayasa İhlali'ne Destek- Genelkurmay'ı Suçlamak- Kongre Lafı ve Belgeler...


* Önce "emperyalizmin tetikçisi terör örgütü ortaya çıkarılmıştır. Ardından, giderek siyasal tartışmalar başlatılmıştır. Ve şimdiki zamanda artık "Demokratik özerklik Demokratik Toplum Kongresi kararları ve onun yanındaki BDP ile şimdilik özerklik, Anayasa'nın da değiştirilmesini bekleyemez" açıklaması ile uygulamaya sokulmuştur.

* Bunun hukuki adı: Anayasa'nın fiilen ihlalidir. Bu tarihi hata da yapılmıştır.

1- "İŞGALCİ VE İSTİLACI"...

Demokratik Toplum Kongresi'nin Diyarbakır'daki son toplantısında şöyle bir cümle vardır: "...Kürtler ilk işgalci istilacı güçlerin saldırısından günümüze kadar her türlü işgal ve saldırılara karşı varlığını korumak için öz savunma içinde olmuştur..." (Bak: Milliyet Gazetesi 20 Aralık 2010. Sayfa 15) "Günümüze kadar denilmiştir" denilmektedir. Peki kimmiş bu günümüze kadar olan işgalci ve istilacı güçler? Kasıt anladığımız gibi ise ve buna açıklık getirilmez ise bu cümle "haddini milyonlarca aşmak"tır.

2- PEKİ "İŞBİRLİKÇİ" KÜRT TEALİ...

Haaa bunu mu dediniz. O zaman mesela bir cevap şöyledir: 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet öncesinde İstanbul'da Kürt Teali Cemiyeti" kurulmuştu. Kürt Tealiciler Anadolu'nun, İstanbul'un Trakya'nın emperyalizmce işgali sırasında zamanın işgal devletleri ile işbirliğine girmişlerdir. Peki o zaman bugünkü Güneydoğu Anadolu Coğrafi bölgemize de emperylizmin saldırısı olmamış mıydı? Olmuştu. Bir yandan geçmişte bunlar yaşanmış olacak, bir yandan da yukarıdaki sözler Demokratik Topum Partisi Kongresi özerklik taslağında yer alacaktır.

3- KÜRT TEALİ VE DAMAT FERİT...

Hadi konuşalım bakalım. Mondros ve Sevres zamanlarında Damat Ferit Hükümeti emperyalist devletlerle işbirliği yapmıştır. O hükümetde Kürt Teali mensupları da yer almışlardır. Ama, bakınız ne olmuştur? Diyarbakır'dan İstanbul'a gelen heyet Kürt Tealicilerin Cağaloğlu'ndaki merkezini "siz bölücülük yapıyorsunuz" diyerek basmıştır. BDP ve o kongre bir günü o bölgedeki vatandaşlarımıza bu siyaseti kabul ettiremeyeceklerini görecek ve şaşacaklardır. (İstanbul baskını için bak Taylan Sorgun: Türklerin İşkencede Bir Yılı Destek Medya Yayınları)

4- IRAK'IN KUZEYİ VE BAYRAK...

Irak'ın işgalinin ardından Irak'ın Kuzeyi'nde Kürt Devleti kurulmuştur. Demokratik Toplum Kongresi ve BDP şimdi Irak'ın Kuzeyi'ndeki devletçiğin idari yapılanmasının "ön şartlarını" hazırlamaktadırlar. Bir de "sözde bayrak" projeleri olduğu açıklanmıştır. O sözde bayrak yine Irak'ın Kuzeyi'ndeki bayrakla aynı olacakmış. Peki Irak'ın Kuzeyi'ndeki o bayrak ne zaman çizilmiştir? O bayrak zamanın emperyalizminin 1'inci Şark Meselesi siyaseti zamanında ortaya çıkarılmıştır.

5- SUÇ DUYURUCULARA BAKINIZ...

Demokratik Toplum Kongresi'nin Anayasa'yı hiçe sayarak aldığı fiili özerklik kararı ardından Genelkurmay başkanlığı "endişelerini" açıklamıştır. Aradan iki gün geçtikten sonra, Demokratik Toplum Kongresi'ne katılanlardan bir grup, Genelkurmay Başkanlığı'nın o açıklaması ile ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır. Kendileri gidecekler o fiili özerklik toplantısına katılacaklardır, ama Genelkurmay Başkanlığı "görevi gereği" sadece endişelerini açıkladı mı bunun için suç duyurusunda bulunabilmek vahim hatasını yapacaklardır. Ama, acaba kendileri anayasanın fiilen ihlalini gösteren o kongrede bulunmakla hangi konuma düşmüşlerdir?

6- KURUCU GÜCÜN ENDİŞESİ...

TSK için konuşmakta olanlar önce tarihi gerçekleri bileceklerdir. TSK zamanın emperyalizmini Mustafa Kemal Paşa komutasında tarihi yenilgiye uğratan bir güçtür. Kaç defa bu sütunda yazmışımdır. Cumhuriyet'in ilanı ve padişahlığın kaldırılması İkinci Meclis tarafından uygulanmıştı. O mecliste zamanın TSK'nın önde gelen komutanları da kendi seçim bölgelerinden seçilmiş olarak yer almışlardı. Yani TSK Kurucu Güç'ün başında yer almıştır. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasının siyasi yönü yoktur yalnızca endişe belirtilmiştir.

7- SİYASET İSTERSE İMİŞ...

Bazılarının ağızlarında bir laf dolaşmaktadır. Özeti şudur: Siyaset isterse Türkiye eyaletlere de ayrılabilir, otonom 20 özerk devlete de ayrılabilir, isterse Demokratik Toplum Kongresi ve BDP'nin de isteklerini kabul edebilirmiş. İsterse meselâ, sözde Kürt bayrağını da kabul edebilirmiş. Peki BDP dışında hangi siyasetçi bunları kabul edebilecektir? Haa eğer bazı zihinlerde bu varsa onu da bilemeyiz. Şimdi eğer dikkat edilir ise TSK'ne karşı asimetrik psikolojik harekatlar dahilinde olan kimileri Demokratik Toplum Kongresi kararlarının yanında yer almaktadırlar. Bilmem anlatabildim mi?

8- "BAŞKAN İMRALI'DAKİ"...

Özerk Kürdistan ilanı tamamdır. Bunun ardından sözde bir bayrak da bulunmuştur. Peki BDP ve Demokratik Toplum Kongresi zaman zaman yaptıkları açıklamalarla İmralı'daki tetikçi başını "başkan olarak" ilan etmemiş miydi? Etmişlerdi. Eh işte başkanları da tamamdır. Geriye de pek fazla bir şey kalmamıştır.

9- "ÖZERK KÜRDİSTAN"...

Siz şu hale bakınız: Demokratik Toplum Kongresi "Demokratik Özerk Kürdistan" tabirini de kullanmaktadır. Lamı cimi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sı fiilen ihlal edilmiştir. Çünkü o coğrafi bölgede BDP'li belediyeler de fiili hareketlere başlamışlardır. Anayasa ihlali bütün çıplaklığı ile ortadadır.

Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.





Özerklik, Arka Plan- Adem-i Merkeziyetçilik- Tarihsel Süreç, Belgeler ve Düşünmek...


Demokratik Toplum Kongresi ve BDP yalnızca sözde özerk Kürdistan demekle kalmamışlar, bir de Türkiye'nin 20 özerk bölgeye ayrılmasından söz etmişlerdir. Bu siyaset aslında etnisitenin üzerinde başka türlü siyaset organizasyonudur. Sanılmakta mıdır ki, bu proje yalnızca BDP ve Demokratik Toplum Kongresi projesidir. Böyle bir projeyi hayata geçirmek kimsenin gücünde değildir. Ama, aslında Türkiye'nin darmadağın olmasını da ortaya çıkarabilecek tarihi hatalı bir yaklaşımdır.

1- "ÖZERK MÜSTEMLEKELER"...

Yirmi özerk bölge, ardından o özerk bölgeler dahilinde kurulacak özerk parlamentolar, giderek ayrı ayrı olmak üzere yabancı devletlerin iktisadi ve siyasi hakimiyetlerine itileceklerdir. Böylece ortaya çıkacak olan yapı "özerk bölgeler müstemlekeleri" olacaktır. Tabii bu yapıyı ortaya koymak kimsenin gücünde değildir, ama, arka planı o müstemlekecilikleri de devreye sokacak niteliktedir. Türkiye üzerinde acaba böyle bir siyaset hangi dış merkezlerin de sümenlerinin altındadır? Bunu da düşünmek gerekmektedir.

2- ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK...

BDP ve malum kongrenin ortaya koyduğu planlamanın ardından medyanın bazı köşelerinde, medyanın bazı ekranlarında "Adem-i Merkeziyetçilikten" söz edilmeye başlanmıştır. Hatta bundan söz edenlerden bazıları Adem-i Merkeziyetçiliği hoş ve olumlu bir proje olarak tarihi bir hata ile sunmaya çalışmaya başlamışlardır. Ama bunları gündeme getirirken biraz da tarihsel süreçlere bakmak zorunludur. O süreçlere iyi bakmadan, doğru yorumlamadan ortaya atılan böyle bir projeye olumlu bakmak tarihi yanılgıyı da beraberinde taşıyacaktır. Taşımaktadır da.

3- PRENS SABAHATTİN...

"Adem-i Merkeziyetçilik" tartışması, zamanın emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak istemesi sürecinde gündeme gelmiş ve tartışılmaya başlanmıştı. Adem-i Merkeziyetçiliği siyaset sahnesine sokan da Prens Sabahattin idi. O tarihlerde İttihat ve Terakki de tarih sahnesine çıkmış yerini almıştı. Prens Sabahattin'in siyaseti geniş tartışmalar yaratırken İttihat ve Terakki servisleri Prens Sabahattin'in zamanın bir büyük devletin Şark Masası'na bağlı olduğunu tesbit etmişlerdi.

4- FOYASI ÇIKINCA...

Prens Sabahattin foyası ortaya çıkınca yurttan firar etmiştir. Zamanın emperyalizminin Adem-i Merkeziyetçilik projesinde ilk adım olarak yerel parlamentolar da o projenin kapsamına alınmıştır. Daha sonraki aşama ise adım adım "bağımsızlık"tı. Zamanın emperyalizmi 1. Dünya Savaşı ile 1. Şark Meselesi siyasetini başlatınca olanlar da olmuştur.

5- EŞ ZAMANLI: DERVİŞ VAHDETİ...

Tarih bazen tesadüflerle dolu gibi sanılır. Ama o tesadüf denilenlerin arka planlarına bakıldığında tam bir "organizasyon" da görülecektir. "Adem-i Merkeziyetçilik" tartışılırken bir de bakılmaktadır ki, 31 Mart 1909 günü zamanın Nakşibendi Şeyhi Derviş Vahdeti "kadınlar sokağa çıkıyorlar, din elden gidiyor" vaveylaları ile bir ayaklanma başlatmıştır.

Derviş Vahdeti'nin yabancıların altınlarının destekleri ile yayımlanan bir de Volkan adlı gazetesi vardı. Vahdeti ayaklanması sırasında, İstanbul kan gölüne döndürülmüş, ayaklanmacılar Galata Köprüsü üzerinde üç subayı "siz mekteplisiniz" diyerek linç etmişlerdir. Ayaklanma Anadolu'ya da yapılmıştır.

6- VE SAİD-İ KÜRDİ...

Derviş Vahdeti ayaklandırması Beyazıt Meydanı'nda başlatılmış, sonra Sultanahmet Meydanı'na yürünmüştür. Burada zamanın yine Nakşi şeyhlerinden "Said-i Kürdi" ayaklanmacıları destekleyen bir konuşma yapmıştır. Bu ayaklanma, o sırada Berlin'de bulunan sonraki zamanda Enver Paşa diye anılacak olan genç kurmay Enver'in acele dönüşü, Mustafa Kemal'in düzenlediği Selanik'teki 3'üncü Ordu'dan gelen Hareket Ordusu, sonraki zamanda Cumhuriyet'in 3'üncü Cumhurbaşkanı olan İzmir İttihat ve Terakki Katibi Mahmut Celal'in (Bayar) gönüllü birlikleri ve Resneli Niyazi birlikleri tarafından bastırılmıştı.

Cumhuriyet döneminde Menemen Olayı'nda Kubilay'ı şehit edenlerde onların devamıdır. (Geniş bilgiler için bak Taylan Sorgun: Devlet Kavgası. O dönemi yaşayanların bire bir anlattıkları belgesel. Destek Medya Yayınları).

7- KÜRTÇÜLÜK AYAKLANDIRMASI...

Bu gelişmeler sürecinde bir de bakılmıştır ki Doğu Anadolu'da zamanın emperyalist devletlerinin kışkırtmaları ile bir Kürt aşiret reisi bir ayaklandırma başlatmıştır. Ayaklandırma genişlemiş ama sonunda bastırılmıştır. Belgeselini yazdığım Altay Paşa o sırada Doğu'daki ordumuzun kurmay heyetindedir.

8- ASIL MAKSAT ANADOLU...

Prens Sabahattin'in Adem-i merkeziyetçilik hareketinin ardındaki asıl maksat Anadolu topraklarının parçalanmasına dayanmaktadır. Zamanın emperyalist devletleri Arapların, Balkanların İmparatorluktan kopmaları için bir siyaset başlatmışlardı. Onlar nasıl olsa kopacaklardı. Ama, asıl proje Anadolu topraklarının parçalanması esasına dayanmıştı. Bunun için de şu planlama yapılmıştı: 1- Önce Adem-i merkeziyet sağlanacak. 2- Ardından bunlar kendi parlamentolarına sahip olacaklar. 3- Ardından da etnik kışkırtmalar sağlanacak ve Anadolu toprakları parçalanma içine itileceklerdi.

9- SEVRES HARİTASI...

Zamanın emperyalist devletleri 1'inci Dünya Savaşı'nı çıkarmaya hazırlandıkları dönemde sümenlerinin altına sonradan ortaya çıkarılan Sevres haritalarını koymuşlardı bile. O haritalara göre Anadolu bölgelere ayrılacak her ayrı bölge bir başka devletin "müstemlekesi" olacaktı.

Şimdi bütün bunları toplayıp çıkartınız. Alt alta koyunuz. Bakalım şimdiki zaman için nasıl bir yargı karşımıza çıkacaktır? Karar sizindir.


Taylan SORGUN
Ortadoğu Gzt.


Türkiye Kürdistanı’nın ilanıdır!

Güya “Biz bölünme istemiyoruz, üniter devlet içinde çözüm istiyoruz” demişlerdi.. Güya 30 yıldır bunca katliamın “kültürel haklar, eşit vatandaşlık, daha çok demokrasi için” yapıldığına millet inandırılmak istenmişti. Ne zaman “Kürt sorunu diye tekrarlanıp durulan ve AB uyum yasalarıyla yapılan birçok değişiklikten sonra bile hiç değişmeden aynı çizgide sürdürülen kampanyanın nedeni” sorulsa hep “dil, kültür, eşit haklar” dile getirilmişti.

Oysa TBMM’de bir Kürt partisi varken ve her soruna orada çözüm aramak mümkünken, bunlar için terör cinayetlerinin aralıksız sürdürülmesi olacak şey değildi. Bu nedenle de ‘Kürt Sorunu’ adı altında BDP ile birlikte her gün aynı yazar ve akademisyenlerin TV ekranlarından ‘gerçek Kürt sorunu’na hiç değinmeyerek, açıkça konuşmayarak aylar yıllardır yaptıkları beyin yıkama bir alıştırma- dönüştürme (hem Türkler, hem Kürtler için) niteliğindeydi ve bunu görmemek için de üzerinize afiyet-kör olmak gerekirdi.

Ama terör hızla sürerken, bu konuda diyalog için önce “BDP ile kolkola görünen, bu partinin ‘ilk kanlı terör saldırısının yıldönümünü’ bayram gibi kutladığı, belediye başkan adaylarını bile onlara seçtirdiği” örgütün silah bırakması şart koşulmadan “açılım” diyerek başlattığı görüşme ve pazarlıklar, bazı sivil toplum kuruluşu ve gazetecilerin sanki mesele “dilden ibaretmiş gibi” bilinçsiz yaklaşımlarıyla verdiği destek şimdi Türkiye’yi “bölünmeyi tartışma” noktasına getirdi.

‘KÜRDİSTAN DEVLETİ’NİN BAŞKA TARİFİ VAR MI?

BDP zaten Öcalan’la dayanışma halinde, onun yol haritası ile aynı ifadeleri kullanarak “Türkiye’nin 20-25 bölgeye bölünmesini istediklerini” iktidarın açılım süreci dediği günlerde açıkça belirtmişti. Şimdi Diyarbakır’da yapılan Demokratik Özerklik Toplum Kongresi isimli bir toplantıda “Türkiye sınırları içinde ‘Demokratik Özerk Kürdistan’ın yani ayrı bir Kürt devletinin” ilanı yapılıyor:

“Demokratik özerklik, Kürt halkının Demokratik Türkiye içinde yaşama iradesidir. Demokratik Özerk Kürdistan’ın kendini temsil eden özgün bayrak ve sembolleri vardır. Ortak vatan Türkiye ve Kürdistan’dır.”

“Demokratik Özerklik hukuku yeni T.C anayasası ve AB hukukunca tanınarak karşı referanslarla hukukilik ve yasallık sağlanmalıdır.”

“Öz savunma tüm toplumlarda varlığını korumanın olmazsa olmazıdır ve uluslararası sözleşmeler ile BM tarafından tanımlanan bir haktır” gibi çok sayıda karar açıklanıyor. BDP Genel Başkanı Demirtaş “Diyarbakır’da alınan bu kararlar bir grup arkadaşa aittir, toplu bir karar sayılmaz” dese de hemen arkasından “Biz Türkiye’ye yerinden yönetim modeli vaat ediyoruz. Artık ülkenin yalnızca Ankara’dan yönetilmesi mümkün değil. Bu model için anayasa değişikliği gerekiyor” diyor ve “20-25 bölge” vurgusunu tekrarlıyor.

SONUÇLARA ÜLKE KATLANACAK!

Cevabın her konuda konuşan Başbakan’dan gelmesi gerekirken nedense TBMM Başkanı Şahin’den geldi; “Ayrı bayrak, ayrı meclisli başka bir yapı tanımıyoruz. Bu hayale kapılanlar sonuçlarına da katlanırlar”. BDP Genel Başkanı Demirtaş buna hemen tehditli bir karşılık verdi; “TBMM Başkanı 12 Eylül ruh haliyle konuşuyor, o dönem bitti. Yağlı boyalarını alır Marmaris’e yerleşir.”

Bu ne demektir; “Biz ne pahasına olursa olsun ayrı bayrak, ayrı Meclis, ayrı örgütlenmeli bir Kürdistan’ı Türkiye sınırları içinde kuracağız”. Peki bu durumda Şahin’in söz ettiği “sonuçlar”a yalnız BDP mi katlanacak yoksa bütün ülke, bütün toplum mu? Elbette bütün ülke.. Demirtaş bu tehdidi neye dayanarak patlatıyor; tabii ki teröre!

SORUMLULUK HÜKÜMETTE!

O zaman, artık burada ‘açılımın yanlış başlatıldığını söyleyip karşı çıkan’ muhalefet partileri ve medyanın (dinlemedikleri aksine “terör sürsün, analar ağlasın istiyorlar” diye suçladıkları) büyükçe bir kesimi de sorumluluğa ortak edilemeyeceğine göre tüm sorumluluk iktidar partisinindir (Bu kez muhalefet için ortada “BDP ile aynı çizgideler” gibi gerçek dışı bahanelere sığınacak bir fırsat da yoktur.)

BDP açıkça “ayrı bayrak, ayrı meclis, ayrı devlet” dayatmasına geçmiştir ve “bunu anayasa ile kesinleştireceksiniz ve AB’nin de bizi ayrı devlet olarak tanımasını sağlayacaksınız” demekte, aynı zamanda ülke için büyük bir tehlikeyi işaret etmektedir.

Bu durumda “analar ağlamasın diye” nasıl bir çözüm düşündüklerini ve ülkeyi “öyle bir savaş çıkarırız ki” tehdidinden nasıl koruyacaklarını açıklamak onlara düşüyor.

Son yıllarda kıyasıya sürdürdükleri “Hiçbir kurum konuşmasın, sadece biz konuşalım” anlayışının gereği de budur!


Ruhat MENGİ
21.12.2010







AKP’nin Türkiye’yi getirdiği nokta: Bölünmenin ön aşaması

2009 ortalarında Cumhurbaşkanı A. Gül, Hakkari’den gelen bir heyete “iyi şeyler olacak” demişti. Bu sırada A. Öcalan ile AKP iktidarı arasında Kürt Açılımı’nın pazarlığı yapılmaktaydı. Öcalan da Kürt Açılımı’nı onayladığını açıklamış ve hatta bir yol haritası ile sürece katkıda bulunacağı sözünü vermişti.

Sonra Erdoğan, Ahmet Türk ile bir araya gelerek Ağustos 2009’da Kürt Açılımı’nı resmen başlattı. AKP basını ve Batı basını bu süreci alkışlarla ve çığlıklarla karşıladılar. Türkiye’nin 1984’den buyana “silah ile aşamadığı” sorunu artık müzakereleri aşacağı ilan edildi.

Aralık 2010’dayız. AKP’nin Kürt Açılımı’nın somut sonuçlarını ortaya koyalım. İmralı’da soyutlanmış bir mahkum olan A. Öcalan artık bir siyasal lider.

İmralı’dan hükümetin gözünün içine baka baka avukatları aracılığı ile PKK’yı yönetiyor. PKK’nın terör stratejisini çiziyor. Örgütü bir emri ile hareket ettiriyor, bir emri ile durduruyor. Türkiye’yi sürekli tehdit ediyor. “Ya isteklerimi kabul edin ya da kan dökmeye devam ederim” diyor. Sadece Türkiye’yi tehdit etmekle kalmıyor, örgütü içinde farklı görüşlerde olanları da tehdit ediyor.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) diye bir örgüt kurduruyor. Ahmet Türk’ü bu örgütün başına atıyor. Bütün bunlar olurken, AKP Hükümeti Öcalan ile pazarlıklara devam ediyor. Öcalan da “diyalogdan müzakereye geçtik” açıklamasını yapıyor. İmralı artık yeni Bekaa Vadisi olmuştur. Öcalan yeni Bekaa’dan PKK’yı yönetirken, şehit haberleri gelmeye devam ediyor.

AKP Hükümeti bir yandan “Öcalan ile hükümet değil devlet görüşüyor” derken, öte yandan Kürt Açılımı’nı yani terörle müzakereyi “askeri yöntemler ile PKK yok edilemedi, bir başka yol denemeliydik” diyerek savunuyor. Oysa, AKP Hükümeti 2002 sonundan 2010’a değin, terörle mücadele yerine terörle mücadele edenlerle mücadele etmeyi tercih etmiştir. AKP, terörsüz bir Türkiye teslim almış ve Türkiye’yi terörist örgüte teslim etmiştir.

2002’den 2006’ya kadar AKP Hükümeti tarafından AB Uyum Yasaları çerçevesinde alınan kararlar ile sanki Türkiye Belçika imişcesine, Türk Ordusu’nun terörle mücadelede eli kolu alınan hukuki önlemlerle bağlanmıştır. Bu hukuki yapı ile terörle mücadelenin mümkün olmadığı konusunda uyarıda bulanan komutanlar, “önce demokrasi” diye terslenmişlerdir. Ordu üzerinde öyle bir baskı oluşturulmuştur ki, sınırdan sızan PKK’lıyı namlusunun ucunda gören asker, ateş etmek yerine komutanına, “Komutanım öldürürsem yargılanır mıyım?” diye sormaya başlamıştır.

AKP Hükümeti döneminde Kandil’in basılması yerine bu köşede bir süre önce yayımlanan “Türk Özel Kuvvetleri” başlıklı yazımda ele aldığım PKK ile mücadelenin bel kemiği olan özel kuvvetlerin karargahının basılması tercih edilmiştir. Bülent Arınç’a suikast iddialarının üzerinden 368 gün geçmiş olmasına rağmen hâlâ iddianame hazırlanmadığı ve dava açılmadığı göz önünde tutulur ise Türk halkı ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaktır.

1990’lı yıllarda PKK’nın kalesi haline gelen Cizre’yi, terör örgütüne dar eden ve örgütün canına okuyan Albay Cemal Temizöz, 2 seneden bu yana Diyarbakır Cezaevi’nde faili meçhul cinayet iddiaları ile yargılanmaktadır. 21 Aralık 2010’da Cizre’de polis ve jandarma güçleri kaçak sigara operasyonu yapmış fakat direniş ile karşılaştıkları için operasyon başarısız olmuş ve devlet güçleri geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Gelinen nokta budur.

Bu psikolojik ortam, Dağlıca gibi sınırda gerçekleşen uluslararası komplolarla desteklenmiş, TSK üzerindeki baskı artırılmıştır. Nihayet Ümraniye Davası’nı Ergenekon psikolojik operasyonuna dönüştüren psikolojik savaş odakları, Türkiye’yi terörist örgütle müzakere aşamasına getirmişlerdir.

Kürt Açılımı’nın geldiği noktada, DTK adlı örgüt Diyarbakır’da bir bildiri yayınlayarak, “bölgesel özerk Kürdistan” talebinde bulunmuşlardır. Bu Kürdistan’ın ayrı bayrağı ve sembolleri olacaktır. Ayrı ekonomisi olacaktır. Türk Ordusu burada görev yapmayacak, öz savunma güçleri yani PKK bölgeyi devralacaktır.

Ayrı bir eğitim sistemi kurulacaktır. Ayrı bir bölgesel parlamento oluşturulacaktır. Bütün bu talepleri gündeme getirenler, sonra Türk milletinin her halde çok saf olduğunu düşünerek, “Biz ayrılmak istemiyoruz” demektedirler. Eğer bir ülkenin bölünmesi bu değil ise nedir?

AKP Hükümetinin müzakere ortağı Öcalan’ın projesi olan demokratik özerklik projesi, AKP’nin ve onun Kürt Açılımı politikasının Türkiye’yi nereye getirdiğini göstermektedir.

Ümit ÖZDAĞ
23 Aralık 2010








"Özerk Kürdistan" ihaneti

Kimilerine göre günümüz Türkiye’sinde “Cin şişeden”, kimilerine göre de “ok yaydan” çıkmıştır. Burada “Cin” ya da “ok” un “Özerk Kürdistan” anlamına geldiğini hatırlatalım. Bizce birilerinin bugün “Cin” dedikleri ve özünde küresel güçlerin Türkiye’yi küçülterek denetim altına alınması sorunu hiçbir zaman şişenin içinde değildi. Biz bunu her söyleyip yazdığımızda birileri bunu “paranoya”, “travma” ya da “sendrom” deyip geçiştirdiler. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne yönelik bu tehdit malum aydın tarafından “milliyetçilik hastalığı” olarak nitelendirildi.

AB’nin “insan”, ABD’nin “azınlık hakları” kavramıyla kamufle ederek dayattığı “Kürdistan” projesi DTK’nın talepleriyle somut bir hal almıştır. Esasen

AKP’nin açılım projesi adıyla başlattığı sürecin Türkiye’yi bölünme tartışmalarının odağına taşıyacağı başından belliydi.

Önce “özerk” sonrasında da “Bağımsız Kürdistan” özünde bir Sevr projesidir. Türk milletini Ön Asya coğrafyasında silme amacını taşıyan Sevr antlaşmasında, Fırat’ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölgede özerk bir “Kürdistan” kurulması öngörülmüştür. Özerk yönetim biçimi İtilaf Devletleri delegelerinden kurulacak bir komisyon tarafından hazırlanacaktır.../... Antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra, bu bölgenin Kürt halkı, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak, Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye’den ayrı, bağımsız bir devlet kurmak istediğini ispat ederse ve Milletler Cemiyeti bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü haklarından vaz geçecektir.

Millet ve Devlet inşası

Atatürk’ün, Türk milleti aleyhine yüzlerce yıl önce hazırlandığını söylediği “suikast” belgesi olan Sevr’in 62 ve 64. maddeleri, bunları içeriyordu. PKK, arşivin tozlu raflarında bulunan Sevr anlaşmasında yer alan “Özerk Kürdistan” hayalini ideal edinmiştir. Bunun için de önce bir millet bilinci, ardından da onun siyasi otoritesini temsilen bağımsız bir devlet oluşturmaya kalkışmıştır.

PKK, kuruluş bildirgesinde bu amacını şöyle ifade etmiştir: “Barışçıl bir ortamda her gün bir ulus olarak eriyip yok olmaktansa, savaşla ve savaş içinde dirilmeyi bir ilke olarak kabul eder.” PKK’nın uyguladığı devrim terör ve “şiddetin Kürdistan’da yalnızca bir toplumun dünyaya gelmesine yardımcı olmak babında bir nevi ebe misali olmayacağı, her şeyi yeniden yaratacağı” iddiasını da dile getirmiştir.

“Özerk Kürdistan” Öcalan’ın önerisiydi

Terörist PKK örgütü, dağlarda ve mağaralarda üslenerek yaptığı saldırılardan bir sonuç alamamıştır. Ancak Öcalan’ın, yakalanarak tıkıldığı İmralı’da gördüğü inanılmaz hoş görü sayesinde PKK örgütünü ve Türkiye’nin gündemini yönetmeyi başarmıştır. “Özerk Kürdistan” tartışmaları İmralı tarafından planlanmıştı.

Öcalan, görüştüğü avukatlarına “demokratik özerklik” konusunun bir iki günde tartışılıp tüketilmemesi gerektiğini tembih etmişti. Demokratik özerkliği bir “eyalet sistemi” olarak ifade ederek bunun her boyutunun ayrı ayrı ele alınması gerektiği talimatını vermişti. Öcalan’ın işareti üzerine DTK da derhal harekete geçmiştir.

DTK bu bağlamda Diyarbakır’da düzenlediği toplantıda “Özerk Kürdistan” proje taslağını açıklamıştır. Taslak Öcalan’ın şifrelerinin açıklamasından ibarettir. Öcalan Sevr’i, DTK ise Öcalan’ı taklit etmiştir. DTK’nın önerdiği “Demokratik Özerk Kürdistan” modeli Sevr’in çağdaş versiyonu niteliğindedir.

DTK’nın önerdiği taslaktaki Sevr modeli şöyle ifade edilmiştir: “Demokratik Özerklik, Kürdistan toplumunun siyasal, hukuki, özsavunma, sosyal, ekonomik, kültürel, ekolojik ve diplomasi şeklinde 8 boyutlu örgütleyerek siyasi irade yapıp Demokratik Özerk Kürdistan inşası” hedeflenmektedir.

Türkiye’de kurulması talep edilen “Özerk Kürdistan” Kuzey Irak’taki Barzani yönetimi gibi yalnızca ayrılıkçı ve bölücülerin talebi değildir. “Özerk” sonrada “Bağımsız Kürdistan” aynı zamanda küresel bir projedir. Küresel güç projesi olarak “Özerk Kürdistan” konusunu yarınki yazımızda ele alacağız.

Özcan YENİÇERİ
27 Aralık 2010







Alıştıra alıştıra


Türkiye adım adım federasyona doğru gidiyor. 12 Eylül referandumu öncesi İmralı ile yapılan pazarlıkların ve APO’nun Ankara’ya gönderdiği “yol haritası” paketinin içinde ne olduğu bir bir ortaya çıkıyor.

Kürtçe dil.

Kürtçe yer isimleri.

Özel Kürt ordusu.

Özerk bir yapı.

Ayrı bayrak ve semboller.

Talepler adım adım geliyor.

AKP, kamuoyunu üniversite öğrencilerinin attığı yumurtaların ne kadar tehlikeli olduğu safsatası ile oyalamaya çalışırken Güneydoğu bölünüyor.

Bölünmeyi istemek en doğal demokratik hak oldu.

Bölünmeyi isteyenleri AKP dost olarak görüyor, tek devlet tek bayrağı isteyenleri düşman.

Bölünmeyi topluma alıştıra alıştıra kabul ettiriyorlar.

Meşhur bir deneydir: Kurbağayı kaynar suyun içine attığınızda hemen dışarı fırlar ve canını kurtarır. Aynı kurbağayı ılık su dolu bir kaba koyup suyu yavaş yavaş kaynatmaya başlarsanız kurbağa kaçmaz. Suyun içinde yavaş haşlanır ve ölür!

Alıştıra alıştıra!

Türkiye’yi bu feci sona hazırlıyorlar.

Bir anda “böleceğiz” demiyorlar, PKK demokratik talep diyor, hükümet demokratik açılım diyor.

Demokratik talepte birleşiyor her ikisi de.

Alıştıra alıştıra.

Sevr adım adım geliyor.

Millet uyuyor.

Muhalefet uyuyor.

ABD ile yaptıkları derin anlaşmaların gereğini yapıyorlar.

Nazım Hikmet ise şöyle haykırıyor üzerine ölü toprağı serpilmiş ülkeye:

“Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, Sakarya’da, İnönü’nde, Afyon’dakiler Dumlupınar’dakiler de elbet ve de Aydın’da, Antep’te vurulup düşenler, siz toprak altında ulu köklerimizsiniz yatarsınız al kanlar içinde.

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çağırdılar, satıldık, uyanın!

Biz toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi!

Uyandırın bizi!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!”

Muharrem Bayraktar
25 Aralık 2010







BÖLÜNME HAYALDEN GERÇEĞE Mİ DÖNÜŞÜYOR?


ABD'nin talimatı, Barzani ve Talabani'nin akıl hocalığı, PKK'nın işbirliğinde hazırlanan "Kürt Açılımı" Türkiye'yi bölme noktasına getirmiş durumdadır. Türkiye'nin bölünmesi hayal mi? AKP iktidarında yaşananlara baktığımızda asla hayal olmadığı anlaşılmaktadır.

Yıllardır silahlı terör mücadelesi vererek bu derece başarı sağlayamayan PKK'nın bugün Türkiye'yi şekillendirme noktasına gelmesi bölücüler adına başarıdır. Hiç kimse masal okumasın, Türkiye'nin kaderi PKK'nın eline teslim edilmiştir. Bunu da Türkiye'nin başındaki AKP iktidarı sağlamıştır.

"Kürt Açılımı" adı altında bir garabeti hayata geçirmeye başladıkları günden bu yana atılan her adımda güçlenen PKK olmuştur.

O güçlenme hali bugün Türkiye'nin doğusunda bölünme provalarına dönüşmüş durumdadır.

AKP bu provalar karşısında sadece rol yapmaktadır. Bölme mücadelesi veren odakların tamamı AKP'nin açtığı yoldan rahat bir şekilde yürümektedir. Bölücülük AKP iktidarı zamanında resmen meşrulaştırılmıştır. TBMM'nin kürsüleri artık PKK'nın savunulduğu, İmralı'daki alçağa haklar kazandırılmaya çalışılan kürsü haline dönüşmüştür.

Devlet iradesi ve otoritesi kaybolmuş durumdadır. PKK karşısında korkaklığın, pısırıklığın her hali gösterilmektedir. AKP işine geldiğinde devleti yönetenin kendisini olduğunu bağıra bağıra söylüyor, işine gelmediği vakit ise "Biz yapmadık, devlet yaptı', 'Biz görüşmedik, devlet görüşüyor.' gibi sanki milletle dalga geçiyor gibi açıklamalar yapmaktadır.

AKP iktidar olmuş ama millet düşmanları karşısında iradesi yoktur, milletin geleceğini ihanet projeleri ile tehlikeye atmaktadır.

TBMM'nden BDP, İmralı'dan Apo, Kandil'den PKK AKP'nin yarattığı atmosferi kendileri açısından en iyi şekilde değerlendirmektedir.

"Başkaldırıyoruz, isyan ediyoruz, mecbur yapacaksınız, taleplerimizi tanıyacaksınız, artık kimse bize engel olamaz, dediklerimizi yapmazsanız yapacaklarımızı görürsünüz" gibi açık tehditler her gün PKK tarafından Türk devletine ve AKP hükümetine yöneltilmektedir.

Yumurta atan öğrencilere omlet yapma tavsiyesinde bulunarak dalga geçen Başbakan Erdoğan, PKK'nın tehditleri ve ihanet adımları karşısında sessizliğe bürünmektedir.

Daha kendilerine dümdüz küfür eden ve açıktan PKK'ya hizmet eden Osman Baydemir'den bile hesap soramayanlardan tavır beklemek ne kadar doğru olur, onu da kamuoyunun takdirine bırakıyorum.Osman Baydemir'i görevden dahi alamayan AKP'ye güven duyabilen olması mümkün değildir.

Güneydoğu bölgesinde, bölünme söylemden eyleme doğru ilerlemektedir. Bölücü mikroplar "Özerk Kürdistan'ı" kurduklarını ve bundan sonra bunun şekillenmesi için mücadele vereceklerini ilan etmişlerdir.

Güneydoğu Bölgesinde birçok yerin ismi Türkçe'den Kürtçe'ye dönüştürülmekte, devlet dairelerinde ise şimdilik Türkçe'nin yanına Kürtçe tabelalar asılmaktadır. Bu bölünmenin en net ve somut göstergesidir.

Bu alçak talepler ve girişimlere karşı da MHP Lideri Devlet Bahçeli dışında "Herkes aklını başına almalı, ayağını denk atmalıdır" şeklinde bir tane cesur ve yürekli uyarıyı yapan olmamıştır. Kapasitelerine ve küresel ilişkilerine baktığımızda da başka yapabilecekte zaten yoktur.

AKP siyasi yavrusu BDP'nin bölücülük yaramazlıklarına yol verirken, ana muhalefet partisi CHP'de partisinin kadrosuna PKK'nın avukatlarını dâhil ederek gelişmeleri sessizce izlemekte ve sinsice desteklemektedir.

Türkiye ilk defa bu derece bölünmeyi tartışmaktadır. Türk milliyetçilerinin uyarılarını yıllardır paranoyaklıkla suçlayan embesiller yaşanan gelişmelere ne yorum getirir acaba?


Yıldıray ÇİÇEK
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Başkomutan » Pzt Ara 27, 2010 2:49


DTK, BOP VE AKP

Diyarbakır'da toplanan ve adına demokratik toplum denen sözde kurultaydan çıkan sözde kararlar birkaç gündür gündemimizi daha yoğun meşgul etmeye başladı. İstek belli. Özerklik ve İmralı'daki caniye özgürlük…

Bu saçmalık, daha doğrusu bu bölücülük, bu anayasal suç aslında yeni değil. Başlayalı üç sene oluyor. İlk sözde kurultaylarını 2007 yılının Ekim ayında yaptılar. Yani üç yıldır birileri toplanıyor, bu ülke nasıl bölünür, nasıl paramparça edilir bunun cevabını arıyorlar, hepsi bir araya gelip yanlarına şu bizim meşhur "aydın" çevreleri de alıp sözde sonuç bildirgeleri yayınlıyorlar.

Sonuç bildirgesi diye ortaya çıkardıkları her belgenin hemen hemen her kelimesi anayasal suç. Ve buna rağmen üç yıldır bu toplantılara göz yumuluyor. Bunları engellemesi gereken hükümetin yetkililerinden konuyla ilgili herhangi bir girişim yok, engelleme yok. Suç var, ceza yok.

Hükümet yetkilileri şimdi canını sıkan suçsuzlara suç uydurmakla meşgul... Bölücü zihniyetler onlar için bir tehlike değil, hatta onların varlığı kendilerine oy kazandırıyor, yol haritalarına destek veriliyor. Sonra da buna demokrasi diyorlar.

Bu sözde kurultayın 2007 yılındaki sözde sonuç bildirgesinin başlığı "Türkiye'nin siyasi idari yapısında reform ve kürt sorununda çözüm modeli" idi. Başından sonuna kadar İmralı'daki caniye methiyeler düzen bu belge, sadece güneydoğu toprakları üzerinde değil, Türkiye'nin tamamında kendi çapında farklılıklar öngören bir belgeydi.

Üç beş bölücü bir araya gelmiş, kendi zihniyetinde olan sözde aydınları da yanlarına almış ne hadlerine ise kalkmış Türkiye'nin siyasi ve idari yapısını ağızlarına alma cesaretini göstermişlerdi. Teröristbaşı için kürt halk önderi terimi kullanılıyor ve bu iki dilli yaşam saçmalığı o zamandan başlamıştı.

Şimdi artık iyice gemi azığa almışlar, kendi kurumlarını, sistemlerini hatta sözde yurttaşlık şartlarını açıklıyorlar. Artık çatal dilli yılan gibi iki dilli hayat konusunda saldırıya bile geçiyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne saldırıyorlar, askeri operasyonlara tepki gösteriyorlar. İmralı'daki caninin de çözüm sürecine dâhil olmasını istiyorlar. Kendi aralarında bile anlaşamadıkları için bu sözde kurultayı bile Türkçe yapmak durumunda olanlar anaokulundan üniversiteye kadar Kürtçenin eğitim dili olmasını istiyorlar.

Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de yaşayan kürtlerin bağlı bulundukları devletlerle ilişkilerinde yeni bir dönem başlamasını istiyorlar.

Onların isteklerini ve bölücü zihniyetlerini gayet iyi biliyoruz. Ancak bunların son dönemde daha fazla gündeme gelmiş olmasının, terörist örgütünün siyasi parti gibi davranmaya başlaması ve 40 bin kişinin katili olan bir suçlunun, İmralı'daki caninin bölücü emellerinin yol haritası diye değerlendirilmesi, hatta bu bölücü başının sözleriyle hareket edilmesinin sebebi nedir, bu payeyi bunlara kim vermiş daha yakından bakalım.

Ülkemizdeki bölücü zihniyetlerin bir araya gelip yaptığı sözde kurultaylardan çıkan sözde sonuç bildirgeleri, AKP'nin bir yılı aşkın bir süredir ısrarla devam ettirdiği açılım zırvasının gündeme gelen gelmeyen her türlü detayını ve ABD'nin büyük Ortadoğu projesini yan yana önümüze koyup karşılaştırdığımızda aralarında pek fazla bir fark görmeyeceğiz. AKP'nin iktidara geldiği gün ABD'den yükselen sevinç nidaları ve bu sekiz yıl içinde güneydoğumuzdan yükselen sesler bunun açık bir kanıtı. Bu üç tarafın amacı aslında aynı…

AKP de kendi açılım projeleri gereği bu bölücü zihniyetlere o kadar paye verdi ki 1071'de Anadolu'nun kapılarını Türklere kürtler açtı diyebilecek kadar şuurlarını yitirip bir hayal âleminde yaşamaya başladılar.

Milli birlikten bahseden, bin yıllık kardeşlikten bahsedenler suçlandı, hakarete uğradı ama halklara özgürlük diye zırvalayanların, anayasanın değişmez maddelerini açık bir şekilde ihlal edenlerin sözleri fikir özgürlüğü oldu. Bölücü zihniyetlere tepki gösteren aklı başında insanlar faşist oldu, özerklik diyenlere destek vermek demokrasi oldu.

Bütün bu bölücü unsurlar bir araya geldi ama unuttukları bir şey vardı. Onlar Türkiye'yi, Türk milletini sahipsiz sandılar. Her istediklerini yapabilirler sandılar. Sessizlikten umut bulup şımardıkça şımardılar ve artık asıl niyetlerini açık açık ortaya koymaya başladılar.

Ama işte durum öyle sandıkları gibi değil. Bu ülkenin bir karış toprağı için bile canını vermeye hazır neferleri var...

F. Banu DOĞAN
Ortadoğu Gzt.


Türkiye o yola girdi!.. / BİR OYUNUN PARÇALARI

BİR OYUNUN PARÇALARI


Bir ülkeyi bölmek, yok etmek, parçalamak için bazı önemli stratejik saldırı noktaları vardır. Bu noktalar öyle önemlidir ki buralara yapılan saldırılar toptan, tüfekten, bombadan, en üstün modern silahlardan ve fiziksel saldırıdan daha da yıkıcı sonuçlara yol açar. Öyle ki bu saldırılar devamlı hale getirilirse sonunda başarı kaçınılmazdır. Bölünmesi istenen ülke istenildiği şekilde paramparça olur.

İşte bu stratejik öneme sahip saldırı noktalarından birisi o ülkenin dilidir. Dile yapılan saldırılar o ülkeyi bölmek için yeterlidir. Bu saldırılar sonucunda ülkenin insanları arasındaki anlaşmazlıklar dengesiz iç siyaset ve yıpratıcı gelişmeler kontrolden çıkar. Ülke yönetimindekiler -şayet bunları bilerek yapmıyorlarsa- durumu fark ettiklerinde iş işten geçmiş olur ve dilinize yapılan saldırılar karşı konulmaz bir biçimde ülkenizin parçalanmasına yol açar.

Bugünlerde ülkemizde iki dilli hayattan bahsedilmesi, mecliste, televizyon kanallarında, sağda solda bu konunun tartışılır hale gelmesi de tesadüf değildir. Bunlar bir oyunun parçalarıdır. Ve oyunun son hamlesi ülkemizi bölmeye yöneliktir.

AKP'nin anayasa değişiklik paketi ve ardından bu paketin referanduma sunulması sırasında gündeme gelen özerklik talepleri de aynı bugünlerdeki dil konusunda tartışmalar gibi aynı oyunun bir parçasıydı. Sekiz yıl önce AKP'nin iktidara gelişiyle başlayan oyun sürüyor. O tarihten bu yana yapılan bütün icraatların altında hep başka amaçlar var gibi görünüyor.

Bir düşünsenize, siyasi hayatımızda AKP gibi bir parti yokken İmralı'daki caninin sözünün değerlendirileceğini, talimatlarının dinleneceğini, terörist örgütünün başı olan bir suçlunun adam yerine koyulup yol haritalarının gündeme geleceğini hiç tahmin edebilir miydik?

AKP'nin açılım adını verdiği ihanet projesinin ülkemizin bölünmesiyle sonuçlanacağını bir yılı aşkın bir süredir söylüyoruz. Herhalde bu şaka gibi algılanıyor ama yaşadığımız en büyük gerçek! Bugüne kadar yapılanlar, toplumu ısıtıp, alıştırıp, uyutup uygulananlar kademe kademe bizi birbirimizden koparıyor.

Son günlerde gündemde olan çok dilli yapıya biraz daha yakından bakalım. PKK'nın siyasi kanadı ve temsilcisi olan BDP'nin hiç dilinden düşürmediği ve en alakasız konularda bile meclis kürsüsünden dile getirdikleri bu mesele son günlerde Bülent Arınç'ın da yoğun katkılarıyla gündeme oturdu. Meclis kürsüsünde kürtçe konuşuldu. Ardından Başbakanın Kürtçe sözcüklerine sıra geldi. Ne oluyor ibretle seyredin ki, neler olabileceğini de tahmin edebilesiniz.

Geriye dönerek bu sürecin nasıl başladığını, başlatıldığını hatırlayın. Önce Kürtçe dil kursları, ardından TRT 6 Özel Kürtçe televizyon kanalı, sonra durumdan vazife çıkararak yaranma yarışına giren üniversiteler, Kürtçe bilim dalları, Kürtçe siyaset serbestîsi vs. Eee daha ne olsun tek dil devlet eliyle rafa kaldırılırken bu yolla da bölünme yolunda mesafe almak isteyenlere bulunmaz fırsat oluşturuluyor. Haydi şimdi kamusal alanın her yerinden delik açmak için hücum!

Bu gidişin sonu, ne olacağı belli. Ne yapmak istedikleri ortada. Sorumlular ise ortada yok. Devlet ve millet hayatı korunmasız. Devletin bekası kimsenin umurunda değil. Olan biten Anayasa'ya aykırı olmasına rağmen iktidardan çıt çıkmadığı gibi teşvik ediyor. Bazıları da bakın aman ha bu parti kapatmaya girer diye cılız bir sesle fısıldıyor. Ama bunu söyleyenler daha birkaç ay önce Anayasa'nın parti kapatma hükmünü kaldırıyordu ama muhalefetin sıkı mücadelesi ve birkaç sağduyu sahibi AKP milletvekilinin oyları ile geri döndü. Şimdi bu maddenin önemi daha iyi anlaşıldı. O gün gerçekleştirilecek ihanetin de vahim boyutu ortaya çıktı. MHP aylarca bu oyuna dikkati çekti ancak bizim insanımız da maalesef anlamakta güçlük çekti.

Bir daha yüksek sesle söylüyoruz. Meclis kürsüsünde Türkçe'den başka bir dilde konuşmak Anayasa'ya aykırıdır.

Genelkurmay'ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada da yer aldığı gibi Anayasanın değiştirilemez üçüncü maddesine göre "Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir"

Bu durumda çok dilli yapıdan bahsetmek de anayasanın değiştirilemez hükümlerine aykırıdır.

Anayasanın üçüncü maddesini yok saydığımızı farz edelim, diyelim ki böyle bir madde yok. Böyle bir durumda bile çok dilli bir yapıdan söz etmek abesle iştigaldir. Bahsettikleri dilde, yani Kürtçe olarak kendi aralarında bile anlaşamadıkları her seferinde ortaya çıkmaktadır. Milletvekili olarak parlamentoda görev yapanlardan bu dili hiç bilmeyenler vardır. Bilenler de kendi aralarında anlaşamamaktadırlar. Kuzey Irak'a gittiklerinde kendilerinin Irak kürdistanı dedikleri bölgede tercüman kullanmak zorunda kaldıklarına, anlaşamadıklarına hepimiz şahit olduk. En son genel seçimlerden önce halkın karşısına çıkıp o "bilinmeyen dilde" konuşma sırasında halk ne dediğini anlamıyor diye yine Türkçe'ye dönmek zorunda kaldığını hepimiz gördük.

O halde nedir bu çok dilli yapı konusu? Amaç sadece Türkçe'yi ve dolayısıyla Türkiye'yi yıpratmak, bizi ayırmak, aramıza nifak sokmak için ortaya atılmış bir konudur. Bunlar zaten özerklik konusu olmazsa dil, o olmazsa eğitim, o da olmazsa mutlaka başka bir konu bulup gündemi oyalayarak ülkemizin elini kolunu bağlamak için adeta yemin etmişlerdir. PKK ve onun sempatizanı olanların gündemi bu kadar kolay belirleyebilmesi, ne isterlerse onun konuşulmaya başlaması, hiç çekinmeden, anayasaya aykırı olarak bu kadar rahat konuşabilmelerinin tek sebebi de AKP'dir. AKP'nin yarattığı ortamdır. Bunlara sağladığı iklim ve kolaylıklardır.

Milletimizin bu oyunlara gelmemesi, ortaya çıkan bu konuların bir oyunun parçaları olduğunu çok iyi görmesi gerekmektedir. Bugün, başta dilimiz olmak üzere tüm milli değerlerimize sahip çıkma günüdür. Dilimizi tartışma konusu haline getirmememiz gerekmektedir. Bu iktidarın değişmesinden başka çare yoktur. Unutulmamalıdır ki Türkçe giderse Türkiye gider.

F. Banu DOĞAN
Ortadoğu Gzt.








Bölünme “paranoyası”

Geçmişte anadiliyle ilgili talepler gündeme geldiğinde bunun ayrılmanın başlangıcı olacağını, ülkeyi parçalayacağını öne sürenlere ülke içinden ve aslında dışından da bir koro…

“Biz bölünmeyiz…”

“Kimse ayrılmayı istemiyor.” gibi yanıtlar verirlerdi.

Gerçi kafasını kuma gömen AB ve ABD şakşakçıları bu ve benzeri şeyleri bugün de söylüyorlar ama hani ne denir “Görünen köy kılavuz istemez”

Bundan bir süre önce Erbil’de toplanan Barzani’nin partisi İKDP’ nin kongresine Türkiye’den de bazı konuklar katıldı.

Hatta öyle ki, iktidar partisinin yanında ana muhalefet partisi de iki kişiyle kongrede temsil edildi.

Konukların, ABD desteğinde kukla bir devletin kurulmasında görevlendirilen Barzani’nin kongresine katılması oldukça önemli…

Çünkü bu kongreye katılmak açıkça o kukla devleti tanımak anlamına gelmektedir.

Ancak bunun kadar önemli…

Hatta daha da önemli olan bir konu daha var ki o da orada yapılan konuşmaların içeriğidir.

Barzani konuşmasında öncelikle Kürt halkının “self determinasyon” hakkını vurguladı.

Peki, self determinasyon nedir? diye aklınıza bir soru geldiğinde ki bazılarınız “self servis” sözcüğünden çıkarsama yapabilir.

Belki gerçekten o şekilde de yorumlanabilir ama…

“Self determinasyon” en bilinen tanımıyla kendi kaderini tayin hakkıdır.

Daha açık bir tanımla da “ayrılma hakkı…”

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Biz bu self determinasyon hakkını aslında 2003 yılında tanıdık.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1966 yılında kabul edip 1976’da yürürlüğe soktuğu. Türkiye’nin ancak 2000 yılında onaylayıp 2003 yılında TBMM’den geçirdiği ve halk arasında ikiz yasalar olarak da adlandırılan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile” Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinin” Ortak olan birinci maddesinde özetle ne yazıyordu: “Tüm halkların kendi yazgılarını belirleme hakları vardır…”

Ya ikinci maddede: ” Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz. “

Yani açıkçası biz self determinasyonu yani ayrılma ve doğal kaynakları kullanma haklarını vereli yaklaşık yedi yıl olmuş.

İşte bu yedi yıl içinde yapılan tüm operasyonlar ya da bir başka deyişle açılımlar…

Ülkede bir halkın değil, birden fazla halkın yaşadığını kanıtlamaya yönelik adımlardır.

Ve tabi bunun da en önemlisi Anayasaya birden fazla halkın yaşadığının açıkça yazılması…

Geçtiğimiz günlerde CIA ajanı Henry BARKEY ne demişti:

Çok fazla siyasi faaliyet var. Bazı şeyler oluyor ve bunları durdurmak çok zor. Pandora’nın kutusu açıldı, artık geri dönüş yok. Seçimden sonra hükümet hızlı adımlar atar. Anayasa değişikliği sorunu çözer.

Yani bakmayın birilerinin iki dillilik gündeme geldiğinde yaygara koparmalarına falan…

Hele bir seçimler geçsin…

Siz asıl değişikliği işte o zaman göreceksiniz.


Nusret KEBAPÇI
25 Aralık 2010








BDP hazmettiriyor, AKP yapıyor




Günler süren suskunluktan sonra bir AKP yöneticisinden nihayet ses çıktı. Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) kararlarını, "ülkeye suikast" olarak değerlendirdi. Aynen katılıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı bir suikast yapılıyor. Bu lafın söylemiş olması çok isabetli olmuştur. Ancak söyleyende bir problem var. Ortada bir suikastın olduğu doğrudur. Suikastçı belli. Sorun azmettirenin araziye uymasında. Oysa bütün suikastlarda asıl üzerinde durulması gereken tetiği çeken değil, çektirendir. Silahı PKK dolduruyor. Hedefi İmralı canisi gösteriyor. Ortamı BDP hazırlıyor. Tetiği DTK çekiyor. Bunu görüyor ve biliyoruz. Peki, bunları suikasta hazırlayan, o silahı sağlayan, zemini oluşturan, zamanı belirleyen kim? Ömer Çelik'in milletin aklıyla alay ettiği nokta tam burasıdır. Artık herkes biliyor ki, asıl sorumlu AKP'dir. Bunlar bu cüreti, bu cesareti AKP'den almış, AKP sayesinde böyle bir suikasta imkan bulmuşlardır. Ömer Çelik, bir tarafı kapatmaya uğraşırken kendini ve partisini ifşa etmiştir.

Birbirlerini tamamlıyorlar

Ortaya dökülen ihanet belgeleri ve Çelik'in itirafları AKP ile BDP'nin nasıl birbirlerini tamamlayarak gittiklerini de bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermiştir. BDP derken bunun içine talimat aldıkları bebek katilini, silahlı uzantıları PKK'yı, sivil örgütlenmeleri olan DTK'yı da koyuyoruz. AKP-BDP işbirliği yeni de değildir. AKP'nin iktidara geldiği ilk günden itibarendir. Hatta başbakanın "sayın" ve "kelle" yakıştırmalarını dikkate alırsak daha öncesi de vardır. Adım adım ilerlemiş, sindire sindire yürümüşlerdir. AKP sayesinde yeniden palazlanmış, yeniden silaha sarılmış, yeniden katliam ve soykırımlara yönelmiş, yeniden siyaset sahnesine dönmüşlerdir.

Böylece alt yapı tamamlanmış ve "işte görüyorsunuz, silahla çözüm olmuyor. 30 yıldır bunu denedik bir yere varamadık" bahaneleri ile ihanetin siyaset zemine çekilmesinin yolu açılmıştır. Televizyon ekranlarını parselleyip bu bahanelerle beyin yıkamaya başlayan besleme ve yanaşmalar bu ihanet sürecinde çok hayati bir rol almışlardır.

Yol haritasının gerekleri

Bütün bunları Türk milletinin hazmettiğini ve artık harekete geçilmesinin zamanı geldiğini gören AKP hükümeti, eline verilen yol haritasının gereklerini yerine getirmeye başlamış ve adına açılım dediği yıkım projesini uygulamaya koymuştur. Ancak Habur rezaletlerine Türk milletinin gösterdiği büyük tepki üzerine duraklamak ve yeni taktikler geliştirmek ihtiyacı hissetmişlerdir. Açık ve aleni şekilde gidemeyecekleri için yeni manevralar yapmış ve rol paylaşımını yeni baştan değerlendirmişlerdir. Gelinen noktada artık BDP kötü polisi, AKP iyi polisi oyuyor. Bu rol paylaşımının mimarı hiç kuşkusuz İmralı canisidir. AKP ile müzakereleri bu cani yürütüyor.

BDP ve uzantılarının nasıl hareket edeceğini o belirliyor. Ne isteneceğine, ne söyleneceğine, ne yapılacağına o karar veriyor. Talimatı alan BDP ve uzantıları bir öncü kuvvet gibi hemen harekete geçiyor ve ön alıyor. Hiçbir kural tanımıyor, hiçbir kanunu ve Anayasayı dinlemiyorlar. Yaptıklarıyla ve söyledikleriyle gündem oluşturuyor ve tartışma başlatıyorlar.

Suikasta karşı ne yaptınız?

AKP bütün bunların yaşanmasını sadece seyrediyor. Eğer çok ileri gidilir ve Türk milletinin tahammülleri zorlanırsa, hemen araya girip, Ömer Çelik'in yaptığı gibi küçük bir operasyonla ortamı yumuşatıyorlar. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in çıkışlarını da, hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün önümüzdeki günlerde Diyarbakır'a yapacağı geziyi de yine bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Zira, söylediklerinde samimi olsalardı, bunun gereğini de yaparlardı. En basit ve en hafif şekliyle Ömer Çelik'e "ortada bir suikast varsa bu ülkenin hükümeti ne yapıyor? Bu suikastı engellemek için hangi tedbiri alıyor, suikastçıları nasıl etkisizleştiriyor?" diye sormak gerekmez mi?

Söylenen başka, yapılan başka

İlgisi, yetkisi, kimliği ne olursa olsun bir tek kişi çıkıp AKP'nin aleyhinde bir şey söylese, başbakanın bir yanlışını ortaya koysa anında kıyametler kopuyor. Her türlü hakareti sıralıyor, her türlü tehdidi yağdırıyorlar. Anında davalar açılıyor, açıklamalar yapılıyor. Tam bir seferberlik ilan ediliyor. En son Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili iddialar sırasında bunu gördük. Yüzlerce, binlerce örneği var. Bu ülkenin temel kurumları, yargısı, Türk Silahlı Kuvvetleri ile futbol topu gibi oynanıyor. Ancak sıra Türkiye'nin varlığına, birliğine gelince başbakan tek bir kelime bile söylemiyor. Söylese de sadece kağıt üzerinde kalıyor. Nitekim, bugüne kadar söyledikleriyle yaptıklarının ne kadar farklı olabileceğinin çok vahim örneklerini gördük.

Herşey ortada

Tablo budur. Susmak kabullenmektir. Bu hainler iki dilli hayat dayatmasına, fiili durumla özerklik ilanına, Anayasa ve kanunlara karşı açık ve aleni şekilde baş kaldırma noktasına böyle geldiler. BDP hava kuvvetleri gibi saldırıyor, bombalıyor, yakıp yıkıyor. İtirazlar oluyor, tepkiler oluyor, ama devlet kararlığı gösterilmediği için hiçbir şey değişmiyor. Besleme ve yanaşmalar hemen devreye girip bütün olanları hazmettirme sürecini işletiyorlar. Artık zeminin oluştuğunu gören AKP'de hükümet imkanları ve meclis çoğunluğu ile gereğini yapıyor. Zaten anlaşmaları böyledir. İmralı canisi ile sürdürülen müzakerelerin ayrıntılarında bunlar vardır. Bunu görmek ve anlamak için çok zeki, çok bilgili olmak gerekmiyor. Herşey ortada.

BDP'nin isteklerini hayata geçirirler

Buradan iddia ile söylüyorum. Bugün BDP'nin savunduğu, DTP'nin maddeler halinde sıraladığı her ne varsa, AKP'nin bilgisi ve onayı dahilindedir. Zamanı gelince hepsi teker teker hayata geçirilecektir. Bu bir iddia değil tespittir. Bugüne kadar hep böyle yapmadılar mı? Başbakan genel seçimlerden sonra ilk işlerinin yeni bir Anayasa yapmak olacağını defalarca ilan etmedi mi? O Anayasanın niçin yapılacağı, nelerin yer alacağı belli değil mi? AKP sözcüleri defalarca Türk kelimesinin çıkarılacağını, Türkiye'nin yeniden dizayn edileceğini söylemediler mi?

Yine geldik aynı yere. Herkes varlık gereğinin gereğini yapıyor. Hainin varlık sebebi bölmektir. Düşmanın varlık sebebi yıkmaktır. Peki, biz ne yapıyoruz? Bütün mesele buradadır. Önümüzde tarihi bir fırsat var. Türk milleti artık silkinmek ve bu ihanete son vermek zorundadır.

Orhan KARATAŞ
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Oca 01, 2011 19:35

Bölücüler umutlandı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2 günlük Diyarbakır gezisi, ’özerklik’ve ’2 dil’talebini ortaya atanlar arasında büyük memnuniyet yarattı. Gül’ün gezisi ve ılımlı söylemleri, malum çevrelerde “Devletin zirvesi, isteklerimize yakın” şeklinde algılandı. Dün sabah sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle kahvaltılı toplantıda bir araya gelen Gül, daha sonra Kürtçe yayın yapan TRT 6’nın canlı yayınına katıldı, “Farklılıklar zenginliğimizdir. Edirne farklı, Diyarbakır farklı. Herkesi mutlu, özgür ve hür yapmak için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz” dedi.

Gül’e sert tepki
MHP lideri Devlet Bahçeli, Gül’ün gezisini “MGK’nın, resmi dille ilgili kararının çiğnenmesi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yerine getirilmiştir” diye değerlendirdi.

Gül, Kürtçe yayına katıldı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır’a yaptığı 2 günlük gezi, ’özerklik’ve ’2 dil’talebinde bulunanları çok memnun etti. PKK açılımını “İyi şeyler olacak” sözüyle başlatan Gül’ün son gezisi ve ılımlı söylemleri, malum çevrelerde “Devletin zirvesi, isteklerimize yakın” algılamasına yol açtı. Gül, dünkü temaslarına Dedeman Oteli’nde sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle kahvaltılı toplantıda bir araya geldi. Temsilciler Gül’den özerklik ve 2 dil konusunda destek istedi. Abdullah Gül, daha sonra Kürtçe yayın yapan TRT 6’nın canlı olarak yayınladığı Rojev (Gündem) adlı programda iki günlük Diyarbakır gezisini değerlendirdi. Kürtçe bilmemesine rağmen zaman zaman TRT Şeş’i izlediğini belirten Gül, kaçırdığı maçların gollerini de buradan takip ettiğini söyledi.

Baydemir yalnız bırakmadı
Abdullah Gül’ün konuşması Kürtçe tercüme edildi. Cumhurbaşkanı Gül, Ulu Camii önünde bir konuşma yaptı. Gül, şöyle konuştu: “Bu memleketin farklılıkları hepimizin zenginliğidir. Türkiye’nin Edirnesi farklı, Erzurumu farklı, Diyarbakır’ı farklı Trabzonu farklı. Hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin. Burada yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşlarıdır. Hepimizin hak ve hukuku eşittir. Hepimiz de bu ülkeyi hep beraber top yekun vatandaşlarımızla kalkındırmak, geçindirmek, herkese iş güç bulmak ve herkesi mutlu, özgür ve hür yapmak için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.” Devlete karşı ettiği küfürle tanınan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir de Abdullah Gül’ü gezisi boyunca yalnız bırakmadı.

Abdullah Gül, Diyarbakır’daki tarihi surları aniden bastıran yağmur altında gezdi. Gül’ün, şemsiyesini kendisinin tutması dikkat çekti.

MGK bildirisi yok sayıldı
Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır gezisiyle, başkanı olduğu MGK’nın kararlarını hiçe saydığını ve devletin zirvesini istismar ettiğini söyledi.

Haber: Fatih ERBOZ

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül’ün Diyarbakır gezisinde MGK’nın Türkçe’yle ilgili bildirisinin yok sayıldığını söyledi. Bahçeli, yeni yıl nedeniyle yayımladığı mesajında şunları kaydetti: “Maalesef milletimiz 2010 yılında; bir tarafta bölücülüğün, diğer tarafta da siyasi iktidarın bulunduğu çift kutuplu çekişmenin ve itişmenin tam ortasında kalmıştır. Milletimizin dayanışma kaynakları siyasi iktidarın saçtığı nifak asitleriyle erimeye başlamış ve birlikte yaşama iradesi darbe üstüne darbe almıştır.”

İki dil tartışması
Bahçeli, Gül’ün Diyarbakır gezisinde ortaya çıkan görüntü ve diyalogların iki dilli hayat konusunun aldığı boyutu göstermesi bakımından dikkat çekici olduğunu belirterek şöyle devam etti: “MGK toplantısında alınan; Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilemeyeceğine yönelik kararın çiğnenmesi ve boşa çıkarılması Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yerine getirilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı; başkanı bulunduğu kurulun kararlarını hiçe saymış ve devletin zirvesini istismar etmiştir.”

Birlik mesajı
Bahçeli, 2011 yılında Türk milletinin hak ettiği sevinç, mutluluk ve refaha ulaşacağına yürekten inandığını belirterek, şunları kaydetti: “2011 yılında; kavga yerine barışın, çatışma yerine uzlaşmanın, hiddet yerine sağduyunun, yoksulluk yerine zenginliğin, ayrılık yerine kucaklaşmanın ve bütünleşmenin egemen olması en öncelikli dileğim ve beklentimdir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün vatandaşlarıma Cenab-ı Allah’tan sağlıklı, huzurlu, bol kazançlı ve mutluluk içinde geçirecekleri bir yıl diliyor, hepsinin yeni yılını tebrik ediyorum.”


YENİÇAĞ, 31 Aralık 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt May 09, 2011 15:50


PKK'lılar Karadenizde, Komutanlar Hasdal'da!

Paşaları, komutanları hapse atan zihniyet, bunları durduramıyor... PKK, bölgede saldırılarını artırırken, terörle mücadelede bu illerde görevli iki bölge komutanı ve istihbarat başkanı "Balyoz Davası"ndan tutuklu...

Son eylemleri Kastamonu'da Kastamonu'da, Başbakan Erdoğan'ın konvoyuna PKK'lı teröristler saldırı düzenlemiş, kanlı eylemde polis memuru Recep Şahin şehit olurken, bir polis memuru da yaralanmıştı.


Saldırı önlenebilirdi ama...

KARADENİZde PKK'ya karşı güvenliği sağlayan komutanlarla birlikte teröristlerin telsiz ve telefon konuşmalarını dinleyip bunların değerlendirilmesinin yapıldığı Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı Teknik Daire Başkanı Albay Mustafa Önsel de Hasdal Cezaevi'nde... Kastamonu-Çankırı arasında bulunan İlgaz Dağı Yöresi'nde terör örgütünün 6 kişilik grubu faaliyet yürütürken, İlgaz'dan da sorumlu olan Çankırı İl Merkez Bölük Komutanı olan Binbaşının da Balyoz'un tutukluları arasında yer aldığı öğrenildi.

PKK "Karadeniz açılımı" adı altında Karadeniz illerinde eylemlerini sürdürürken, terörle mücadelede bu illerde görevli komutanların Balyoz Davası'ndan tutuklu oldukları ortaya çıktı. Terör örgütünün "Zigana" ve "Zerzan" telsiz kodlu iki ayrı grubu, taban edinmek ve eylem yapmak amacıyla Karadeniz'de dolaşıyor. 2008'den bugüne kadar Samsun, Giresun, Tokat, Sinop ve Kastamonu'da 7 asker, 3 polis memuru şehit edildi, 3 asker ve 7 polis memuru ise yaralandı.

Öncelikli hedef Tokat

Teröristlerin öncelikli hedefleri arasında Tokat bulunuyor. Tokafın Reşadiye ilçesinde de daha önce 7 askerimiz şehit edilmişti. Tokat Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Ömer Bulut Mimiroğlu "Balyoz Davası" sanığı olarak halen Hasdal Askeri Cezaevi'nde tutuklu...


Bölge komutanı içeride

PKK eylem alanım genişletip, Sinop'un ilçelerinde de güvenlik güçlerini hedef alırken, son eylemini de Kastamonu'da gerçekleştirdi. Sinop'un da bağlı olduğu Kastamonu Jandarma Bölge Komutam Tuğgeneral Ali Aydın da Balyoz Davası'nın tutuklu sanıkları arasında bulunuyor. Kastamonu Jandarma Bölge Komutanlığı eski Kurmay Başkam Albay Mustafa Koç da tutuklu komutanlar arasında.

Saygı ÖZTÜRK
9 Mayıs 2011

Resim

Danışıklı dövüş mü?

Seçim yaklaşınca; AKP ile PKK arasında kavga çıktı.

PKK; Kürt davasının temsilcisi... Yüzyıllık Kürdistan projesinin son temsilcisi...

2003'e gelindiğinde PKK susturulmuş, kıstırılmış; yandaşları da dağıtılmış halde idi.

Ne zaman ki Tayyip Erdoğan başbakan oldu; PKK'nın üstündeki baskıyı kaldıracak projeler devreye sokulmaya başlandı. 2004 yılında Başbakan Erdoğan; kendisine bağlı İnsan Hakları Kurulu'na bir azınlıklar raporu hazırlatmıştı. Bu raporda, 'Türk demeyelim, Türkiyeli diyelim' deniliyordu. Bu Türkiyelilik tezi; PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın fikir babalığı yaptığı bir görüş idi...

Böylece; dışa bağlı liberaller; Kürtçüler ve AKP'liler aynı noktada buluşmuş oldular.


KÜRT SORUNU

Buna bağlı olarak Başbakan Erdoğan, 'Türkiye'de 36 etnik yapının olduğunu' ileri sürdü. Yine 2005'te Diyarbakır'a gidip 'Kürt sorunu vardır!' diyerek ikinci bir adım daha attı. PKK'nın siyasal ve sivil uzantıları bundan faydalanarak Türkiye'nin Güneydoğusunu yeniden ele geçirdiler. Bu işgale; Avrupa Birliği'ne girmek adına, demokratikleşme denildi ve görmezden gelindi. Bastırılan PKK da yeniden güçlendi; canavar haline geldi.

İş bununla da kalmadı. 23 Temmuz 2009'da Başbakan Erdoğan, AKP programlarında da yer aldığını belirterek, 'Kürt açılımı başlattıklarını' söyledi.


AKP ile Cumhurbaşkanı Gül aynı çizgide idiler. Sayın Gül; 'Türkiye'de iyi şeyler olacak!' diye bu Kürt açılımına destek verdi.

VE HABUR

Kürtçülerin istediği ne varsa; AKP kabul ediyordu. Bu anlamda Kandil'deki teröristleri bile Türkiye'ye getirme eylemini başlattılar. 20 Ekim 2009'da 34 kişilik terörist grup Habur'dan Türkiye'ye alındı. Gazetelere yansıyan bilgilere göre; İçişleri Bakanı Atalay, 15 Ekim'de Ahmet Türk'le görüştü ve ona 'Müsteşarımı Diyarbakır'a gönderdim. Hakim ve savcılar ayarlandı. PKK'lılar geldiği gibi geçecek' dedi.'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye'de iyi güzel şeyler umut verici gelişmeler oluyor. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.' diyerek PKK gösterisine alkış tuttu.


Amerikan istekleri bu kadarla bitmiyordu.

Polis okulunda bile Kürt açılımı toplantıları yapıldı. Fethullah Gülen grubu; hem Abant'ta hem de Kuzey Irak'taki Erbil'de Kürt açılımı çalışmaları yürüttü. AKP medyası bu açılımı desteklemek için yoğun propaganda yaptı.

PKK ile mücadele eden asker; Ergenekon soruşturması başlatılarak susturuldu. Bu işin; Türkiye'yi parçalamak olacağını dile getiren aydınlar, yazarlar korkutuldu; birçoğu da Ergenekoncu gösterilip içeri tıkıldı.


Güneydoğu'da sokakları yakıp yıkan PKK'lılara mahkemeler dokunamaz hale getirildiler.

Bu ortamı fırsat bile PKK; dağlardan şehre indi; Güneydoğu'yu ele geçirdi.

Bütün bunlar olurken hükümet, PKK elebaşısı Öcalan ile pazarlık görüşmeleri yürüttü. Bundan faydalanan Öcalan da terör örgütünü yeniden toparladı ve devleti tehdit eder hale geldi.

SEÇİM GELDİ YA

Sonunda millet, Türkiye'nin başına PKK'nın bu hükümet tarafından bela edildiğini görmeye başladı. Bunun anlamı; AKP'nin bu seçimde iktidardan düşmesi demekti. Bunu anlayan Başbakan Erdoğan; taktik değiştirdi. PKK ile kavga başlattı. Böylece; milletini, ülkesini seven seçmeni etkileyip oylarını almak peşine düştü. Dün Kürt sorunu vardır, diyerek bölücüleri teşvik eden bir Başbakan'ın bugün U dönüşü yapması inandırıcı olabilir mi?

Rıza ZELYUT
9 Mayıs 2011

PKK'yı başımıza çıkaran sen değil misin?

‘Umut verici gelişmeler oluyor’

Başbakan Tayyip Erdoğan bir grup PKK’lının Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye girdikten sonra serbest bırakılmasını ‘sevindirici gelişme diye niteledi. Erdoğan, “Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Gerek dağdakilere gerek Mahmur kampında gerek Avrupa’da olanlara, hepsine ülkelerine dönmelerini tavsiye ediyorum” dedi.

Resim

Resim

Resim



Resim

Teröristbaşı ile imzalanan protokol
Sıra Güneydoğu'ya Kürdistan demekte
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt May 09, 2011 16:22

www.megavideo.com Video from : www.megavideo.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen bezgin » Çrş May 11, 2011 18:42

Korucular BDP saflarına geçti


Seçim kampanyası için Cizre'ye giden BDP destekli bağımsız milletvekili Hasip Kaplan'ı karşılayanlar arasında köy korucuları da vardı. Koruculardan Meman aşireti lideri Tahir Güven, Kaplan’ın fotoğrafını eline alarak "Artık biz de BDP saflarına katılıyoruz ve BDP’nin desteklediği bağımsız adayları biz de destekliyoruz" dedi.

Ramazan İmrağ'ın Doğan Haber Ajansı'nda servis edilen (9 Mayıs 2011) haberi şöyle:

Şırnak'ın Cizre İlçesi’nde etkin olan ve geçmişte PKK ile mücadeleye katılan, ancak 3 ay önce koruculuğu bırakan Meman aşireti BDP saflarında yer alma kararı aldı. BDP’nin Şırnak’ta desteklediği bağımsız milletvekili adayı Hasip Kaplan, Meman aşiretinin eski korucuları tarafından düğüne katılmak üzere gittiği köyde Kalaşnikof tüfekle havaya ateş açılarak karşılandı.

Şırnak’ın Cizre ve Güçlükonak ilçelerinde etkin olan, geçmiş yıllarda PKK’ya yönelik operasyonlarda güvenlik güçleriyle birlikte hareket eden yaklaşık 5 bin nüfuslu Meman aşireti üyeleri, düğünlerine gelen Hasip Kaplan için şölen havasında karşılama töreni düzenledi. Cizre’nin Ulaş Köyü’nde aşiret lideri ve eski korucubaşı Tahir Güven’in oğlu Ali Güven’in düğününe katılan Hasip Kaplan’ı karşılama sırasında eski korucular Kalaşnikof tüfeklerle havaya ateş açarken, gençler ise havayi fişekler attı.

’Biz de BDP saflarındayız'

Köy girişinde Tayin aşireti lideri ve halen Emekli Albay Temizöz ile tutuklu yargılanan Kamil Atak’ın kardeşi Rauf Atak ile birlikte bağımsız milletvekili adayı Hasip Kaplan’ı karşılayan Meman aşireti lideri Tahir Güven, Kaplan’ın fotoğrafını eline alarak "Artık biz de BDP saflarına katılıyoruz ve BDP’nin desteklediği bağımsız adayları biz de destekliyoruz" dedi.

Hasip Kaplan’ın köye gelişi nedeniyle kırsal kesimdeki PKK’lıların giydiği elbileseleri çağrıştıran kıyafetler giyen gençler davul zurnalar eşliğinde halaylar çekerken, kadınlar da zılgıtlarla Hasip Kaplan’a sevgi gösterisinde bulundu. Hasip Kaplan düğünü izlerken bir tarafına korucu Tayan aşireti lideri Kamil Atak’ın kardeşi Rauf Atak, diğer tarafına ise Meman aşireti lideri Tahir Güven oturdu. Köyde bir süre düğünü izleyen Hasip Kaplan ile yöresel kıyafetler giyen gençler bol bol hatıra fotoğrafı çektirdi.

'Yokuş aşağı kamyon gibi ineceksin’

Ulaş Köyü’nden Güçlükonak İlçesi’ne giden Hasip Kaplan aracını Cudi ile Küpeli Dağı arasında durdurarak burada gazetecilere açıklamlarda bulundu. Cudi ve Küpeli Dağlarını gösteren Hasip Kaplan, şöyle dedi:

"Ben burada Başbakan’a sesleniyorum. Bu ateşkes ortamında ve anneler gününde kim ki evlatlarının cenazelerini annelerine gönderiyorsa onların yeri cehennemin dibidir. Artık bu halkın yürüyüşüne, bu halkın renklerine, bu halkın seslerine terörist diyenleri de, devlet terörünü de lanetliyoruz. Her gün uçaklardan, Kobra helikopterlerden dağlarımızı, şehirlerimizi, köylerimizi bombalayanlar insan olamaz. Bunlar insanlıktan çıkmıştır. Buradan Başbakan’ı uyarıyorum. ’Kürt sorunu yoktur’ diyenler tarihin çöplüğüne gittiler. Sen de gidersin. Sen de Kürt sorunu yok dediğini için, yokuş aşağı bir kamyon gibi ineceksin."

'Arınç, kadın vekillerden özür dilesin’

Devlet Bakanı Bülenç Arınç’ı da eleştiren Hasip Kaplan, "Kadın politikacılara nezaketsiz bir dille yaklaşıyor. Her şeyin bir hakkı ve hududu var. Sen kadın düşmanı mısın? Kadın vekillere bu üslupla saldırmak seçim tarzı olamaz. Türkiye’nin bütün vekil kadınlarından özür dilesin."

t24, 09.05.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal May 17, 2011 23:05


Öcalan’a 15 Haziran’ı bekle diyen kim?

Abdullah Öcalan, “15 Haziran’da ya anlaşma ya da iç savaş” olacak diyor.

Hemen soralım, Öcalan neden seçimin hemen ertesi olan 15 Haziran tarihini verdi?

10 küsur yıldır hapis olan Öcalan, durduk yerde anlaşma gibi bir sözcüğü ağzına alabilir mi?

Evet cevap arıyorum, neden 15 Haziran?

Yoksa birileri Öcalan’a; seçim geçsin hem şahsın hem de Kürtler için şunları şunları yapacağız şeklinde taahhütlerde mi bulundu?

Böyle bir taahhüt yoksa, Öcalan’daki bu beklenti niye?

Ayrıca malum, Öcalan uzun bir süredir iktidarla masada!

Başbakan devlet diyerek örtmeye çalışıyor ama MİT’in kendisine rağmen İmralı kayığına bile binemeyeceği herkeslerin malumu!

Buradan hareketle ortaya çıkan, Öcalan’a bekle diyenlerin bizzat iktidarın zirvelerinden olmalarıdır.

Öcalan, yazımın girişinde sunduğum, “15 Haziran’da ya anlaşma ya iç savaş” ifadesiyle aslında varılan mutabakatı afişe ediyor ve de oyun bozanlık halinde iş savaş diyerek korku ya da tehdit salmaya çalışıyor.

Görülüyor ki tablo net, Öcalan’a seçim sonrasını bekle denmiştir ki içeriği milletten devlet sırrı gibi gizlenen yeni Anayasa olayı da bu fotoğrafla uyum gösteriyor.

Peki açıklanmayan Öcalan-AKP mutabakatında neler mi olabilir?

Bir hafta önce Bülent Arınç aslında bunun işaretlerini verdi.

Mesela Türk bayrağı kaldırılabilir.

Türkçe resmi dil olmaktan çıkarılabilir.

Ankara artık Başkent olmayabilir.

Keza Kürtlerin devletin kurucu unsuru olduğu yeni Anayasa’ya girebilir.

Güneydoğu’da sınırları geniş özerk bir yönetim söz konusu olabilir.

Bölgedeki valilerin halk tarafından seçimi kabul edilebilir.

Kürtçe ikinci resmi dil olarak kabul edilebilir ve Kürtçe eğitime izin verilebilir.

Bölgedeki madenlerin işletim hakkı yerel yönetimlere devredilebilir.

Abdullah Öcalan’a önce ev hapsi, akabinde salıverme gibi aşamalı af söz konusu olabilir.

Yok bütün bunlar fantezi değil, gelinen noktada maalesef gündem artık bu konulardır.

Öyle çünkü PKK ve Öcalan, AKP sayesinde terörist olmaktan çıkmış Ulusal Kurtuluş Hareketi ve önderi imajına terfi etmiştir.

Tabloya bakar mısınız, Türkiye’nin Batısı ya da Kuzeyinde gençler sadece yumurta attı ya da pankart açtı diye 14 yıl hapisle yargılanırken, Güneydoğu’yu her gün kana boğan, şehirleri yakan eşkıya çeteleri için bırakın dava açmak, gözaltı bile söz konusu değildir.

Hülasa, 15 Haziran tarihi Kürdistan’ın doğum günüdür haberiniz ola!

Sabahattin ÖNKİBAR
17 Mayıs 2011
Öcalan ile gerçekten bir protokol imzalandı mı?


PKK, karakol baskınlarına her an başlayabilir

PKK, görünürde “devlet” ile ateşkes ilan ettiğini, seçimlerden sonra bu ateşkesin biteceğini söylüyor. Ama Başbakan Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok, APO’yu peygamber ilan edenlerle işim olmaz” diyerek seçim sathı mahallinde milliyetçi oyları almaya yönelik yaptığı açıklama PKK’yı fena kızdırdı.

Saldırılar şimdilik “hafif “dozda olmak üzere yeniden başladı. Güneydoğu’da polis noktalarına yönelik saldırılar, Kastamonu’da Başbakanın konvoyuna yönelik saldırı, yeniden can almaya başlayan mayınlar bunun göstergesi.

Bu saldırıların tek sebebi “APO ile devlet arasında yapılan” gizli anlaşmaya devletin (hükümetin!) sadık kalmayacağına dair PKK tarafında oluşan kuşku.
APO, cezaevinden tehditlerini sürdürüyor. “15 Haziran’da dediklerimiz olmazsa savaş çıkar, hükümet 3 ay bile dayanamaz” diyor.
İlave ediyor:

“Benimle görüşmeye gelen heyette devletin ciddi kurumlarının temsilcileri vardı. Bunlar devlete etki edebilecek güçte idi. Burada yaptığım görüşmeler nitelikli görüşmelerdir, anlamlı görüşmelerdir. Ciddi görüşmelerdir. Benimle görüşmeye gelen heyet, görüşmenin ciddiyetinin farkında, her geçen gün daha da farkına varıyor diyebilirim.”

APO net konuşuyor. “AKP bana devletin en önemli birimlerinin temsilcilerini gönderdi, konuştuk, olayın ciddiyetini kavradılar.”

APO ile devlet adına görüşen bu heyeti daha sonraki yazılarımızda irdelemeye devam edeceğiz.

AKP, APO’nun huzuruna devlet bürokrasisinin önemli isimlerini gönderip “pazarlık” yapıyor.

Facia!

Bu faciayı daha sonra ele alacağız.

APO, İmralı’dan sinyal veriyor:

“Bana bazı sözler verdiniz, bazı konularda anlaştık, sözünüzü tutmazsanız neler olabileceğini tahmin edin.”

Son saldırılar bu “tahmin edin” ifadesinin açılımı niteliğinde.

Başbakanın korumalarına yapılan saldırının verdiği mesaj açık.

Erdoğan her ne kadar “PKK ile anlaşma yapmış bir hükümet” olma görüntüsünden çıkmak isteyip “PKK’ya verip veriştirmeye kalkıyorsa da” PKK’yı kızdırıyor.

2002’de bitme noktasına gelen, eylem yapamaz hale gelen PKK’nın yeniden ve daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına yol açan AKP, büyük bir vebal altında.

AKP kurmayları habire “Anayasayı değiştirip ülke ve milletiyle bölünmez bütünlük” ifadesini kaldıracağız diyorsa da PKK seçime kadar hükümete ne kadar ciddi olduklarını göstermek amacıyla “büyük eylemler ortaya koyabilirler.”

Mesela ses getirecek bir karakol baskını.

AKP’nin hatalarının ve basiretsiz politikalarının bedelini her zaman bu ülkenin evlatları ödüyor.

“APO dostları” geri dönülmez bir yola girdiler.

Muharrem Bayraktar
16 Mayıs 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal May 17, 2011 23:06


Cambaz, maskara, serhildan

Çakalların dolaştığı, üzerinde akbabaların, leş kargalarının uçuştuğu ülkemizde, biz cambazlara, palyaçolara bakarken ve ayrıntılara, kısır seçim atışmalarına dalmışken, tarihi belli 12-15 Haziran’dan sonraki “felaketin” farkında değiliz. Küçük politikacılık “Her zamanki gibi!” Ne var ki, Apo’nun dedikleri olur, “kıyamet” koparsa, ortada ne cambazlar, ne palyaçolar ne de küçük politikacılar kalacak. Çakallar ve leş kargaları TC’nin enkazı üzerine üşüşecekler. Bu kadar aşikâr! Kıyamet alametleri ortada.

PKK’nın medyada “özgürce” (!) meydanı müsait bulunca hortlayan organı Gündem gazetesinin manşetleri: “Adım adım kıyamete” ve “Ölümüne serhildan” yani eşkıyabaşının, Eruh-Şemdinli’de “kıyametin” ilk kurbanlarını aldığı “isyan”!..

Apo son mesajında “Ben Şeyh Sait değilim” diyor. Değil de ondan bin beter. “On gerilladan” bir ordu çıkardı, fakat akıbeti Şeyh Sait’in akıbeti gibi olamadı. Şimdi TC Devletini yönetenlerle pazarlık yapıyor ve kesin uyarı veriyor!

Düşünün; TSK, teröristlere karşı operasyonda 12 eşkıyayı öldürüyor. Türkiye’nin, sözde “meşru” partisi BDP, bu “şehitler(!)” için “yas” eylemleri düzenliyor. Sadece Güneydoğu dağlarında, kent sokaklarını değil, başka kentlerin sokaklarını, her gün, her gece savaş alanına çeviriyorlar... Kuru gürültü değil gerçek “serhildan” !.. Apo’nun adamları-kadınları açıkça söylüyorlar, “Serhildan” -isyan- fiilen başlamıştır ve sonunda “kıyameti” koparmakta kararlılar. Onların “Değişemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” amaçları “Büyük Kürdistan” , ancak böyle kurulacak...

Eylemlerle uyguladıkları, taktik-stratejileri de Libya’da olduğu gibi, yabancı güçlerin müdahalesini sağlamak!..

Sonra da Deniz Baykal’ın hatırlattığı gibi, Lord Curzon’un “Sevr” deki projesinin gerçekleştirilmesi! Farkında mısınız? “Büyük Orta Doğu Projesi” yle “Sevr” , Türklük üzerine oynanan ezeli “Büyük Oyun” ne kadar örtüşüyor?!

Türkiye, eşkıyanın, idam mahkûmu Apo’nun, devlete kesin uyarı verdiği savaş, hatta kıyamet ilan edebilecekleri bu duruma “kıyametin” eşiğine nasıl geldi? Bu durumun, tarihi kökleri çok derin... Son yıllarda öyküsünü çok yazdım, ama özetleyeyim. Apo’nun hak ettiği gibi idam edilmemesinden, AKP’nin “açılım” ile bölücülere umut vermesinden Apo ile pazarlık yapmasına kadar uzanan bir gaflet ve ihanet zinciridir bu! Bu zincirde, bu senaryoda, Orhan Pamuk emsali sözde aydın yazarlar, palyaçolar ve Bülent Arınç gibi, Diyarbakır’dan Leyla Zana’ya, Hatip Dicle’ye sevgi selam gönderen bölücülere hak veren “devlet adamlarımız” var...TSK’nın kolunu kanadını kıran tertipler ve de tersine “Ergenekon efsanesi” var...

Nihayet “dostumuz” ABD var! Bazı iş adamı ve kadınları Anayasanın değiştirilemez maddelerini, değiştirmek gayretindeler. Neden? Anayasadaki bu “engeller” ortadan kaldırılınca kurulacak “Büyük Kürdistan”ın inşasında çıkarları ve yatırımları var da ondan!..

AKP iktidarının, Apo ile pazarlık yapması gafletin, ihanetin son halkası!.. Sabahattin Önkibar “Abdullah Öcalan, neden ‘15 Haziran’da ya anlaşma ya da iç savaş olacak’ dedi ve ültimatomunu neden seçimden hemen sonraki 15 Haziran için verdi?” diye soruyor ve devam ediyor: “Yoksa birileri Öcalan’a; seçim geçsin hem şahsın hem de Kürtler için şunları şunları yapacağız şeklinde taahhütlerde mi bulundu?

Ben de sorarım; devletin adamlarıyla İmralı’daki eşkıya başı arasındaki konuşmalarda, çay kahve içilip, havadan sudan sohbet edilmediyse, acaba neyin pazarlığı yapıldı? Mesela, Apo’dan “Büyük Kürdistan” dan vazgeçmesi taahhüdü istendi, alındı mı? Eğer böyle bir vaat alınmadıysa, “Büyük Kürdistan” sınırlarının Türk toprakları pahasına çizilmesi mi müzakere edildi?! Ve mesela, Türk bayrağının kaldırılması, Türkçenin resmi dil olmaktan çıkarılması, Ankara’nın başkent olmaması...

Kürtlerin TC Devletinin kurucu unsuru olduğunun yeni Anayasa’ya girmesi, Güneydoğu’da sınırları geniş özerk bir yönetim kurulması vb.. masaya konmuş olabilir mi? Ve mesela Abdullah Öcalan’a önce ev hapsi, akabinde salıverme gibi aşamalı af da konuşuldu mu? Neden olmasın!.. “Pazarlıkta” muhakkak masaya konmuştur! Apo’dan, TC Devletinin bölünmez bütünlüğünün korunması için yardım ve yol haritası istenecek değil ya! Ve öyle ya; Apo pazarlık yapıldığını söyledikten sonra, neden 15 Haziran’a kadar bekleyecek? Oraya kadarki sürede hangi beklentileri var?

Bugün, köşemde yer kalmadı. Yarınki köşemde “isyan-serhildan- kıyamet” şartlarının adım adım nasıl oluşturulduğunu genç bir “araştırmacı yazar” Kaan Turhan’dan nakledeceğim!..

Birkaç yıl önce Ankara’da ‘Cumhuriyet Mitingleri’ yapılırdı. Binlerce kadın erkek, ihtiyar genç, çocuk ellerinde bayraklar, çiçekler Anıtkabir’i ziyaret ederler, Mustafa Kemal’den umut, işaret beklerlerdi. Biliyoruz bu mitingleri düzenleyenlerin çoğu “içeride”, ama o binlerce kişi sonra ne oldu?.. Bu insanlar buharlaştı mı?..

Artık tehlikenin, “kıyametin” farkında değiller mi?..

Altemur KILIÇ
18 Mayıs 2011 YENİÇAĞ

Arınç: Sadece 'cumhuriyet'e dokunulmasın
KÜRT AÇILIMININ ABD’DEKİ ADI “KÜRDİSTAN’DA ÇATIŞMAYI ÖNLEMEK”
AÇILIM Görümsetme
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Prş May 19, 2011 2:53


Yol haritasında çıkmaz yol!

İçeriden ve dışarıdan, çok öncelerden, en çizilmiş “yol haritası”, sonunda Apo tarafından Türk milletinin, Türk devletinin önüne konuldu! Eşkıya başı devlete meydan okuyordu: “Çizdiğimiz güzergâhı takip etmezseniz, bana verdiğiniz vaatleri seçimlerden sonra 15 Haziran’a kadar yerine getirmezseniz, ‘kıyameti’ koparırız. Bu sizin ve Türkiye’nin sonu olur” dedi. Şimdi, haritadaki çatal yol kavşağına varmış bulunuyoruz...Bir tarafta “çıkmaz yol” - İngilizcede “dead end” denilen “ölü sona”... Buradan da muhakkak “kıyametimize” mi yuvarlanacağız?

Yoksa diğer tarafa yönelerek kendi yolumuzda devam edip kurtulacak mıyız? Kendi kaderimizi tayin edecek hayati bir “karar zamanı”...

Asıl soru da bu: “Olmak veya olmamak mı?” Ötesi türlü “şeytanlıklarla” dolu ayrıntılarda.

Ve tam bu sırada ortaya, gene aynı gizli sanal odaklar tarafından MHP ile ilgili şantaj kasetleri çıkarıldı... Maksat belli: Türkiye’nin kaderini etkileyecek güçlerden biri, MHP’yi, bu pespaye komplolarla barajın altına düşürmek, saf dışı kılmak. Böylelikle, öteden beri biçilmekte olan “kefen”, milletimize ve Türkiye Cumhuriyetine giydirilecek! Yabancı düşmanların amaçlarıyla, 2. Cumhuriyetçilerin ve Neo-Osmanlıcıların amaçları örtüşüyor!

MHP hakkındaki iddialar ne dereceye kadar doğru?.. Hangi gizli eller ve güçler tarafından kotarıldı; gösterime sokuldu?..

Bu kişiler “farklı” da olsalar, hakikaten ülkücü iseler ve “milliyetçi harekete” içtenlikle bağlı iseler, şu sırada milliyetçiliği güçsüz duruma düşürmezler ve karşı tarafa yardım etmezlerdi. Parti ve hareket içinde rekabet söz konusuysa, parti de, hareket de onlara da kalmaz! Kim yararlanacak bu yeni komplodan?.. Bunun yanıtı, karanlıkları dağıtabilir! Ancak, bütün bunlar, sözünü ettiğimiz “ölüm- kalım” savaşımızda artık akademik uçta! Fakat, ne var ki, son şantaj, seçime kadar gündemin baş köşesine oturacak, zihinleri bulandıracak ve muhtemelen sonuçları da etkileyecek! Ve de asıl tehlikeyi değiştirmeyecek, aksine kıyamete yeni bir alamet olacak... Bundan sonra her şey artık, milletin basiretine ve mağdurların sabır ve dirayetlerine kalmış!

Apo /PKK/DTK BDP; ayvaz kasap hep aynı hesap. TSK operasyonu ile 12 teröristin öldürülmesinden sonra kanlı, bıçaklı “yas” eylemleri yapıyorlar... “Türk” Denizli’de bile! Buna karşılık bizim liboşlar, liboşeler, sözde aydınlar ve yanaşma yazarlar “Hükümetin ve TSK’nin tam şu bağlamda bu operasyonları barış sürecini önlemek için” yaptıklarını iddia ediyorlar....Aklım fikrim sana emanet Allah’ım... “PKK’lılara pusu kuruldu” diye orduyu eleştiriyorlar aynen PKK ağzıyla!.. Ve bunun üzerine “Pusu kurulmadı, çatışmada öldüler” diye savunma durumuna getiriliyoruz...

Polislerimizin, askerlerimizin şehit edilmesi üzerine yas tutmayanlar. Göz yaşı dökmeleri bir yana adeta mazur görenler veya “Şimdi sırası mı?” diye eşkıyayı uyaran bu kişilere sormalı: Türk Ordusu alçak PKK teröristlerini itlaf etmek için tuzak da kurar, onları pusuya da düşürür. Sizler kimden yanasınız?..


Araştırmacı Kaan Turhan: “Türkiye’de Ayaklanma Koşulları Oluşturuluyor” diyor. Söylediklerinin özetini dikkatinize sunuyorum.

İç siyasette AKP hegemonyasına koşut hareketlilik devam ediyor. Ergenekon davasından tutuklu olan aydınların siyasete girmelerinin önüne engeller yığılması planlamaları, anayasanın ilk üç maddesinin ortadan kaldırılmasına dönük ifadelerin açıkça söylenerek devleti yok hükmünde kılmanın koşullarının hazırlanması gibi bir çok çetrefilli konuyla boğuşan Türkiye’de her şey alt üst durumda” ... Bu ortamda Amerikan neo-conlarının kurguladığı Türkiye’nin inşası sürüyor. AKP, 12 Haziran seçimleri için iktidara gelmeye kesin gözüyle bakıyor. Yeni CHP, her hareketiyle AKP’yi besliyor ve MHP kirli kaset siyasetine boğuluyor.

Siyasetin aşağılık hareketler dizisi haline dönüştüğü ortamda, öte yandan Türkiye etnik boğuşmalara hazırlanıyor. Amerikan ve İsrail emperyalist siyaseti tarafından nüfuz altına alınmış olunan Irak’taki, Suriye’deki, Türkiye’deki Kürt hareketi özerk bir yapılanmayla kuklalaştırılmış devlet projesiyle birleştirilmeye çalışılıyor.

Aydınları, Ergenekon operasyonuyla Silivri’ye hapsedilmiş Türkiye, geleceğini prangalarla bağlıyor.Yaşamda ve siyasette bağımsızlık duruşu törpülenerek hiçleştirilmiş ve kaynakları sömürgeleştirilmiş, halkı aydınsız bırakılarak dizilerle uyuşturulan Türkiye, emperyalizm için en elverişli konumda dizginlenmiştir
.

Altemur KILIÇ
19 Mayıs 2011 YENİÇAĞ
AKP ve PKK'ya arka çıkan yas tutan yandaş basından iki yazar -haberlerin sonuna eklenmiştir.





Türkiye'de Ayaklanma Koşulları Oluşturulurken!

Kaan TURHAN 05.05.11

İç siyasette AKP hegemonyasına koşut hareketlilik devam ediyor. Şifreli olduğu ortaya çıkan YGS için umut bağlayan gençlerin düş kırıklıklıkları, Yüksek Seçim Kurulu’nun 12 Haziran seçimlerine ilişkin hazırlıkları, bağımsız adayların adaylıklarını engelleme girişimleri, Ergenekon davasından tutuklu olan aydınların siyasete girmelerinin önüne engeller yığılması planlamaları, anayasanın ilk üç maddesinin ortadan kaldırılmasına dönük ifadelerin açıkça ifade edilerek devleti yok hükmünde kılmanın koşullarının hazırlanması gibi bir çok çetrefilli konuyla boğuşan Türkiye’de her şey alt üst durumda.


Asıl tehlike son haftalarda ortaya çıkmaya başladı. Güneydoğu’daki illerde yaşanan gerginliğin temelleri çoktan atılmıştı ki, ‘Yeni Osmanlı Misyonuyla Kürdistan İnşaası Ergenekon ve Fethullah’ kitabımda; Ortadoğu’da Türkiye’ye koçbaşı işlevi verildiğini, BDP’nin ve AKP’li olmayan özellikle Güneydoğu’da etkinliği olan şeyh, ağa gibi feodal unsurların AKP’lileştirilmesi, muhafazakâr demokrat kimlikle bütünleşmelerinin sağlanmasına dönük ipuçlarına yer vermiştim.

Bu süreç hızla ilerledi. Bununla birlikte Ortadoğu’da ‘diktatörlüklerden kurtulması’, ‘demokratik yönetim anlayışının yerleştirilmesi’, ‘dışa açılması’, ‘petrol için değil insanlık refahı için demokrasi açılımları’ gibi Sorosvari tanıdık kavram karmaşalarıyla olaylar yaşanmaya, Arap ayaklanmaları gündemi meşgul etmeye başladı.

Milyonlarca insan batı ittifakının bombaları altında yine ve yeniden can verdi, yaralandı, yurdu işgal edildi. Bu faşist işgal politikasına, mevcut batı ittifakı, demokratik açılım adını verdi ve halkların en kutsal hak olan yaşamda kalım haklarını ellerinden aldı. Halbuki muhalif hareket fonlanmış örgütleriyle, Amerikan dış politika araçları olan dernek, vakıf ve araştırma merkezleriyle bağlantılı toplumsal hareketleriyle, medya olanaklarıyla hazırlanmış ve ‘demokratik bomba’ siyaseti bataklığına saplanmıştı.

Çarpık ilişkiler olarak yansıyan, kafamızı bulandıran “acaba hangisi gerçekten muhalif”, “acaba hangisi diktatoryaya gerçekten hayır diyor”, “hangi hareket batının organizasyonu” gibi soru işaretleri ortaya çıkıyor. ‘Bazı rejimlerin devrilmesine atlantik ötesinden, Avrupa’dan çok büyük destek var. Hatta istihbarat organları ve özel birlikler bu rejimlerin devrilmesi için yoğun operasyonlar yürütüyor.

Ama aynı güçler, devrilmesi istenenler kadar zorba, baskıcı bazı rejimleri daha da güçlendirmek hatta onların eliyle aynı hak ve özgürlük talepleri için sokaklara çıkanları ezmek için kullanıyor’[1] Bu nasıl ilişkiler ağı derseniz, batı demokrasisi, özgürlük anlayışı, batı emperyalizminin çıkarlarıyla, sermayenin ihtiyaçlarıyla birlikte anılıyor da ondan yanıtını vermelisiniz.


Kaldı ki George Soros’la beraber anılan “R2P (Responsibility to Protect) Koruma Sorumluluğu doktirinine göre uluslararası arenada bağımsızlık, köleci ve feodal dönemlerden kalma arkaik bir terim ve günümüzde karmaşık çağrışımları olan bir kavram. İnsan hakları gibi temel hukuk normları, hukukun bu iradesi kendinden menkul kurucu nesnesinden daha önemli ve insan haklarını koruyamadığı oranda kendisine her türlü müdahale meşru.

Dünyaca ünlü banker ve spekülatör George Soros’un öncülüğünü yaptığı ve bugün de belli başlı bütün batı ülkelerinin takip ettiği bu doktrin uyarınca artık dünya aynı çarklar içinde dönen bir sistemin parçasıdır ve bu sistemi sorunsuz olarak devam ettirmekse uluslararası hukukun en önemli görevidir.”[2]

Uluslararası hukukun bu işgal yöntemi, Tunus’ta 4 Ocak’tan itibaren, Mısır’da 25 Ocak’tan itibaren halk ayaklanmasını belirledi. Ardından Libya ve son olarak Suriye’de yaşananlar, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesine oturan ve Condoleezza Rice’ın bu projeyle “Türkiye dahil 22 ülkenin sınırları değişecek” açıklamalarına koşut düşünüldüğünde tam da rayına oturuyor.

Peki bu sınır değişimi, özgürlük ve demokrasi nakli ortadoğu coğrafyasında nasıl uygulanacak. Onu da Amerikan dış siyasetinin belirleyici isimlerinden Zbigniew Brzezinski’nin 2008 yılındaki açıklamalarıyla anlamak olanaklı:

Önceleri bir milyon kişiyi kontrol etmek, bir milyon kişiyi fiziksel olarak öldürmekten kolaydı. Bugün, bir milyon kişiyi öldürmek, bir milyon kişiyi kontrol etmekten son derece daha kolaydır.”[3]

Offtopic :
Bu kadar basit, demokratik hareketlere, bombalar yağdırılacak. Batı ittifakı yanında yer alan diktatörlere karşı ayaklanmış halk; yoksulluk, işsizlik, anti emperyalist bir blok kurma istenciyle bir araya getirilip, yeni bir işbirlikçi oligarşiyi iktidara taşıyacak. Halkın talepleri normal, koşullar tamam geriye ne kalıyor; halkın gerçek taleplerini törpüleyip (bunu halkı bombalarla yok etmek olarak okumalı), batı ittifakının gereksinim ve çıkarlarını hakim ve esas kılmak.



Libya’ya ilişkin küçük anımsatma bu süreci anlamayı kolaylaştıracaktır. Libya’da petrol millileştirilmiş; Kaddafi üniversiteler kurdurmuş ve sanayiyi geliştirmişti ve çölün kumlarında gelişmekte olan bir tarımı yaratmıştı, yüz binlerce vatandaş ilk defa layık olduğu konutlarda yaşama hakkına sahip olmuştu. Ta ki, Lockerbie faciası yaşanana kadar!

Pan Amerikan Havayolları'na ait Boeing 747 tipi uçak, içine bomba konması sonrası, 21 Aralık 1988'te İskoçya'nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etmiş, 270 kişi ölmüştü. Abdül Basit el Megrahi, 1988 yılında Amerika'ya giden Pan Am Havayolları'na ait yolcu uçağına bomba yerleştirmekten suçlu bulunup ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. 189'u Amerikalı 270 kişinin ölümüne neden olmaktan hüküm giyen ve kanserli olan eski Libya ajanı, sadece üç aylık ömrü kaldığı gerekçesiyle serbest bırakılmıştı.[4]

Lockerbie faciasını bahane eden Amerika’nın baskısıyla sağlanan uluslararası ambargoyla, Libya’nın kalkınma hamlesine darbe vuruldu. Ardından 2003’te ABD’nin Irak’a fiili müdahalesi Kaddafi üzerinde korku yarattı. Bu korkuyla ekonomik ve siyasi tavizler verdi. Ekonomiyi yabancı banka ve şirketlere açtı. IMF taleplerini kabul etti. Pek çok devlet şirketini özelleştirdi. Gıda ve benzin gibi temel maddelere subvansiyonu kesti. Bu yükselen fiyatlar geçim şartlarını zorlaştırdı ve işsizliği artırdı.

Amerika, Kaddafi’yi diyalog kurulacak bir lider olarak görmeye başladı. Özel onurla Avrupa’ya kabul edildi. Sarkozy, Berlusconi ve Brown hükümetleriyle muhteşem sözleşmeler imzaladı. Kaddafi’den ödünler koparmak, küresel sistemin doyumsuz aktörlerine yetmedi.”[5]

Bombalarla ortadoğu ülkeleri tehdit edildi, yaratılan halk hareketi baskılanarak iktidara, küresel faşizmin yeni piyonları yerleştirilmek üzere tüm sistem alt üst edildi.
Bunu en somut örneğini de, McCain’in Bingazi’de göstericilerle karşılaşmasında yaşadık. 2000 ve 2008 ABD Başkanlık Seçimi Cumhuriyetçi adayı, savaş yanlısı bir neo-con ve Yahudi lobisi ilişkisi güçlü olan John McCain’i, Bingazi’de göstericiler ellerinde Amerikan bayrakları ve ‘yaşasın Amerika’ diye bağırararak karşıladı.

McCain, Amerika’nın Kaddafi’nin yıkılması için daha fazla işler yapması gerektiğini savundu. Obama’nın, “Libya’da kara hareketı yapmama” kararını destekleyen ama “direnişçilere daha fazla silah ve eğitim verilmesi gerekiyor” bir ABD senatörüyle karşı karşıya kalmıştır.[6]

Eli silahlı demokrasi yanlılarının kimlerce hangi amaçlar için örgütlendirildiğini açıkça görmekteydik.

Libya gibi, Suriye’nin de bu halk hareketi dalgasında sürüklenmesine tanık oluyoruz. Suriye’yi, ilk aşamada kışkırtıcı eylemlerle gündem belirlendiği, ardından ordu ve siyasetin bölüneceği ve emperyalizmin kuracağı yeni iktidarın ABD, İngiltere ve Arabistan tarafından tanınarak; işgalin meşruiyetinin sağlanması planı[7] yavaş yavaş işliyor.

Bu sürecin nasıl işletileceğine ilişkin ayrıntılar da Wikileaks’te yayınlanan ve The Washington Post gazetesinde haber olan belgede yer alıyor.

Gazete, Suriye’de yayın yapan Barada TV’nin kışkırtmaların hazırlık aşamasında 2009 Nisan ayında kurulduğunu ve olayların başlamasıyla birlikte uydu ve internet üzerinden daha etkin bir rol oynamaya başladığını yazdı. Gazete, kanalın uzun vadede Beşar El Esad’ı devirmeyi hedeflediğini belirtti.

Obama, Suriye cumhurbaşkanı Esad’la ilişkileri normalleştirip 6 yıl aradan sonra 2011 Ocak ayında Robert Ford’u Şam büyükelçisi olarak atamasına rağmen, yıkıcı faaliyetlere para aktarmaya devam etmiş, Wikileaks belgesinde yer alan kriptoya göre:

Suriyeli yetkililer, ABD’nin illegal siyasi gruplara gönderdiği para yardımını, kuşkusuz rejimi değiştirmeyi desteklemekle eş değer görüyorlar. Suriye’nin içinde ve dışında uygulanan karşıt grupları destekleme programının yeniden gözden geçirilmesi faydalı olabilir…2006 Şubat ayında, Bush yönetimi; Suriye’de reformcuların çalışmasını güçlendirmek için 5 milyon dolar aktaracaklarını bildirmişti. Aynı dönem içinde ‘sürgündeki Suriyeliler’ Avrupa’da ‘Adalet ve Kalkınma Hareketi’ni kurdu. Hareket açıkça Beşar el Esad’ın gitmesini istedi ve Suriye’de yasaklandı. ABD diplomatik kaynakları, Adalet ve Kalkınma Hareketi’ni ‘Müslüman Kardeşlerden ayrılmış, liberal ve ılımlı islamcı’ olarak tanımlıyor.[8]

Adalet ve Kalkınma Hareketi kanalı Barada TV’ye giden paralar, ABD Los Angeles merkezli “Democracy Council”den gönderilmişti.[9]

Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi:

“Olup bitenlerden kaygı duyuyoruz. Ancak, bu şiddet eylemlerinin gizli bir proje olduğu, dış güçlerin Suriye’yi istikrarsızlaştırmaya çalıştığı gerçeğini anlamalısınız.”[10]

ifadelerine karşın, Tayyip Erdoğan, Suriye’deki OHAL’in kaldırılmasının yetersiz olduğunu, demokratikleşmenin devam etmesi için hızlı adımlar atılması gerektiği[11] yönündeki açıklamalarıyla Amerikan seviciliğini gösteriyordu. Obama’yla görüşen ve görüşme sonrası Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre:

Obama ve Erdoğan, Suriye vatandaşlarının demokratik arzularını yansıtan anlamlı reformları derhal hayata geçirmesi gerektiği yönünde de anlaştılar.”[12]

El Cezire’nin yorumu da, Amerikan misyonunun taşıyıcılığını yapmanın farklı bir penceresini göstermekteydi:

“Esad’ın istifa etmekle ilgili herhangi bir düşünceyi reddettiği, olağanüstü hal yasalarının teoride kaldırılması ötesine geçen her türlü reformu benimsemeyi reddettiği fazlasıyla açıktır. Bunun yerine muhalefeti hainlikle, yabancı güçlerle işbirliği yapmakla ve devlete karşı silahlı ayaklanma yürütmekle suçladı.”[13]

Halbuki Esad’ın suçlamaları haklı ve gerçeği ifade ediyordu. Suriyeli stratejist yazar Talib İbrahim’in Anadolu Ajans’ıyla yaptığı söyleşide, Suriye’nin bazı kentlerinde yüklü miktarda silah ele geçirildiğini ve bazı göstericilerin silah kullandığını hatırlatarak,

“Keskin nişancı tüfekleriyle bıçaklarla güvenlik güçlerine saldırılar yapılıyor, protestocular etrafa ateş açıyor, şiddetin kendiliğinden oluşmasını sağlamaya çalışıyorlar” diyordu.

İbrahim şöyle devam ediyordu:

“Bu çalışmalar sonucunda her şehir için gruplar oluşturuldu. Bunlar bir merkeze bağlı değil, bir lidere bağlı değiller. Duma’da peçe sorununu öne çıkarıyorlar. Dera’da vali ve bazı güvenlik müdürlerinin kötü uygulamaları, yolsuzlukları vardı. Buradan yola çıkarak karışıklık yaratmaya çalıştılar. Lazkiye’deyse her şey çok iyiydi, vali görevini iyi yapıyordu. Orada da mezhep çatışması çıkarmaya çalıştırlar. Çünkü güvenlik güçlerini şaşırtmaya çalıştılar.”[14]

Tüm bunlar olurken, Kuzey Irak, PKK ve Güneydoğu çevresinde hareketlenmeler başlamıştı.

Suriye’de 13 Kürt partisinden 9’unun bir araya gelerek siyasi meclis adı altında kurduğu ittifak, Karayılan’la görüşmek üzere bir heyet gönderdi
. Kürt Sol Partisi sözcüsü Şellal Gedo, Teyyar El Mustakbel-Kurden Suriye Sözcüsü Mihemed Hemo, El Parti sözcüsü Behçet Beşir’den oluşan heyet, 21 Nisan günü KCK Yürütme Konseyi başkanı Murat Karayılan’la görüştü.

Ortadoğu ve Suriye’deki halk ayaklanmaları değerlendirilerek, Suriye’deki Kürtlerin koordineli ve tek ses halinde hareket etmesi gerektiği söylenmekteydi.[15]

Bu arada, Karayılan, oğul Esad’a, Saddam’ı örnek olarak göstererek, Saddam’ın Kürtlerle birlikte hareket etmediği için sonunun ölüm olduğunu belirtmiş ve Esad’ı da aynı tutumda ısrar etmemesi uyarısıyla, bu kargaşadan tek çıkış yolunun “Kürtlerin Demokratik Özerklik” haklarının verilmesi olduğunu ileri sürmüştü.[16]


Amerika’nın bu süreçte, Suriye’de Esad sonrası süreci hazırladığı ve bunu AKP üzerinden yapabileceğinin ipuçları yansıyordu. Bu AKP’nin, Suriyeli Kürtlerin ılımlı ve liberal islam projesine taşınması yönünde tezahür edecekti. Bu da Amerikan misyonerliğinin gereklerinden biriydi. Kuzey Irak’taki fiili duruma destek olabilecek, nüfuz edilmiş Kürt siyasetini eklemlemenin ön koşuluydu.[17]

Ayrılıkçı Kürt hareketi PKK ve siyasi uzantısı BDP tarafından yürütülen ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde en önemli piyonlardandı. Bu sürece dahil edilmeleri, görevleri gereğiydi. KCK’yla görüşen Suriye Kürt hareketinin ve Irak’taki Kürt örgütlerinin birlikte hareket etmesi ne anlama geliyordu?

Bu soruya, PKK’ya yakın bir yayın organında yanıt verilmekteydi. Kürt hareketinin birlikte hareketi:

“Kürdistan’ın her parçası için en uygun çözümü dayanışma içinde hayata geçirmek anlamına geliyor. Kuzeyde özerk, güneyde bağımsız Kürdistan talebi bu nedenle yükseliyor. Kuzeydeki demokratik Türkiye, özerk Kürdistan talebiyle, güneydeki bağımsızlık talebi de hem örtüşüyor hem de birbirini güçlendiriyor. Kuzeydeki mücadele güneydeki çözümü, güneydeki ilerleme de bölgesel çözümü yakınlaştırıyor. Bu iran ve Suriye Kürtlerinin de kısa erimde esaretten kurtulacakları anlamına geliyor.”[18]


Suriye’deki rejim karşıtlığı “Kürt” kökenli başlayıp devam ederken, Türkiye’de de BDP ve KCK’nın güdümünde “sivil itaatsizlik” adı altında yeni bir oyun sahleniyordu.[19]

Aydınlık’ın haberine göre “sivil itaatsizlik” eylemlerinin örgütlenmesinde özellikle Avrupa’dan getirilen CIA’ya bağlı 150 Kürt kökenli elemanın etkin rol oynamıştı. 6 aydır Türkiye’de olan bu elemanlar Güneydoğu’da görevlendirilerek, halkın Amerikan karşıtlığını önleyecek tedbirler kapsamında kullanılıyordu.[20]

Sivil itaatsizlik eylemleri öncesi son bir haftada PKK faaliyetleri; Kutlu Doğum Haftası, Ermeni soykırım yalanlarının yıldönümü pasif propagandaya yönelik eylemler olarak ortaya çıktı. KCK tutuklularının yargılanması, örgüt talimatıyla kendisini yakan bir kurbanla şiddet eylemlerinde ölen bir başka gencin cenazesi, YSK’nın kararı şiddet eylemlerinin bahanesi oldu. Bu arada doğrudan olmasa da dolaylı olarak PKK’ya hizmet eden bir sokak gösterisine daha tanık olduk.

Bu “Çerkes Hakları İnisiyatifi” örgütlülüğü altında Çerkesler adına hareket ettiğini ileri sürenlerin açık hava gösterisiydi. Birbirinden ayrı gibi görünen bölücülüğün ortak uluslararası boyutunu ortaya koyan bir gelişmeyle KCK adına konuşan Mustafa Karasu:

‘Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Sosyalistler, İslamcılar ve toplumun doğal önderleri Birinci Meclis’in oluşturulmasında önemli bir rol oynadı”

sözleriyle amaçlarının göründüğünden çok daha ileride olduğunu ortaya koydu. Bu sözlerle anlatılan; meclisi etnik grupların temsil edildiği bir çatı haline getirmek ve bu çatının altında toplayacakları gruplarla ülkeyi etnisiteye dayalı bir federasyona dönüştürmekti.”[21]

Ve sivil itaatsizlikle, kırsaldaki eylemlerle eşgüdümlü olarak kentlerde de ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri sırasında kışkırtılan kitle, güvenlik güçleriyle çatışmaya ve devleti temsil eden kurumlara saldırmaya zorlanıyor. Verilen eğitim sayesinde sokaklarda, meydanlarda kitleyi ustalıkla sevk ve idare edebiliyorlar. Kalabalıkların arasında gizledikleri militanların havai fişek ve molotof saldırılarıyla güvenlik güçleri müdahaleye zorlanıyor. Yapılan müdahalelerse, halka karşı yapılmış gibi gösteriliyor.

Halkta örgütün gücünün devletin gücüne eş olduğu, devletin yaptırım gücünün kalmadığı izlenimi ve hemen ardından da özgüven duygusunun yaratılması amacıyla şal-şepikli adeta askeri disiplin içerisinde hareket eden militanları sergiliyor. Bu konuda da göze çarpan bir nokta olarak belirtmek gereklidir ki; şal-şepikli militanların gösterisi de bir Filistin taklitidir.”[22]

PKK, güney komşularımızdaki Kürtçü hareketleri dikkatle izliyor. Bölgesel Kürt Yönetimi’ndeki ve Suriye’deki hareketlerle bağını koparmıyor. Irak’ın kuzeyindeki uzantısı olan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi aracılığıyla Süleymaniye ve Erbil’deki ayaklanmalara katılıyor. Suriye’deki kolu olan Demokratik Birlik Partisi’yse, benzer bir tutumla Şam yönetimine karşı büyüyen başkaldırı hareketinde yer alıyor. PJAK’ın İran yönetimiyle mücadelesiyse zaten bilinen bir gerçektir…

PKK’nın bölgemizdeki olaylara nasıl baktığı ve gelişmelerden nasıl bir beklenti içerisinde olduğu Karayılan’ın sözlerinden kolayca anlaşılıyor. Demokratik Barış çadırlarından ve İmralı’dan savrulan, “biz Kürtler Araplara benzemeyiz” tehditlerine o da aynı sözlerle katılıyor.

Ve bölgenin önemli günlerden geçtiği, değişimler olacağını ve bu değişimlerin etkisiyle “Kürdistan” halkının özgürleşeceğini iddia ediyor. Dönemin devrim dönemi olduğunun üzerine basarak, “Kürdistan özgürlük gerillalarının” hazırlıklı olmaları gerektiği çağrısını yapıyor. Sivil itaatsizlik eylemlerinin çok yakın bir gelecekte, şimdilik yetinilen kontrollü şiddet dozunun çok daha yükseltilecektir. Daha da önemlisi PKK tarafından bölgenin tümündeki hareketlerle eklemlenerek güç alacaktır.[23]

Emperyalizmin yeni işgal örgütleri NGO’ların, insan hakları ihlalleri üzerine çeşitlemeleriyle dolu bildirileri bu süreçte hızla yayılmaktaydı. New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü, “barışçıl eylemlere karşı geniş baskıya son vermeye” çağrı yapıyordu. Merkezi Paris’te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, uluslararası toplumu ihlallerin son bulması için Kürdistan Bölge hükümeti üzerinde baskı oluşturmaya çağırmaktaydı.

Washington’da bulunan International Republican Institute tarafından aralık ayında yapılan ankete dikkat çekiliyor ve Süleymaniye’de ankete katılanların yüzde 62’si milletvekillerinin halkın taleplerini görmezden geldiğini söylerken, yüzde 35’i Kürdistan’daki durumun “kötü” veya “çok kötü” olduğunu belirttiği ilân ediliyordu.[24]

İşgal örgütleri bu açıklamaları yaparken, Barzani, Selahattin kentinde Amerikan Kongre üyesi Robert Felner’le bir araya gelmişti. Görüşmede, ABD’nin çekilmesi sonrası Irak’ın durumuyla demokrasi üzerinde tartışıldığı ve Felner’in, Kürdistan Bölgesi’ndeki yeniden yapılanma ve kalkınmayı överek, Ortadoğu’da örnek teşkil edecek düzeyde gelişmeler yaşandığını dile getirilmekteydi.[25]

Mart ayında CIA başkanı Leon Panetta, Ankara’ya geldiği, ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la, hükümet yetkilileriyle ve Genelkurmay yetkilileriyle bir araya geldiği, tüm ortadoğu karmaşası yaşanırken gündeme bomba gibi düşüyordu.

Toplantıda, Suriye’nin ‘kritik eşik’te olduğu, Suriye’de rejim değişikliği olacağı, Türkiye İsrail ilişkileri, Türkiye, ABD ve Irak arasında istihbarat paylaşımı yapılacağı, PKK’nın faaliyetleri değerlendirilmişti.[26]

Leon Panetta aslında sadece Türk yetkililerle görüşmemişti. ABD’nin Ankara büyükelçiliğinde, Suriye muhalefetinden 8 temsilciyle toplantı yapmıştı.

Suriye Müslüman Kardeşler lideri Ali El Beyanuni, Gazeteci Ali Ferzat, Doktor Ömer Ebu Seyid, Hafız Esad’ın sürgündeki kardeşi Rıfat Esad, Riyad El Türk, Suriye İnsan Hakları örgütü Başkanı Amar Kureybi, Suriye Reform Partisi adına Ferit El Gadiri, Suriye Kürt topluluğu adına Viyan Muhammed Shafia, Suriye Ulema Heyeti Başkanı Şeyh Afif El Nabilsi’nin temsilcisi.

Toplantıda,

“Sivillere silah dağıtılacak, zorunlu hallerde kullanılacak. Suriye ordusuyla el altından yakınlık kurulacak. Cuma namazlarına büyük kitlelerin katılması sağlanacak. Bu konuda bütün muhalif güçler işbirliği yapacak.”[27]

CIA başkanın Türkiye temaslarını değerlendiren Sabahattin Önkibar, şu başlıkların görüşüldüğünü yazdı:

Suriye’de Esad’ın devrilmesi için Ankara’nın ikna edilmesi, İran bankalarının Türkiye’yle ilişkilerinin kesilmesi ve enerji işbirliğinde Türkiye’nin İran’ı dışlaması, Kuzey Irak’da ilanı an meselesi olan Kürdistan’ın Ankara tarafından tanınacağının garantisi, Kürdistan’ın kuruluşunda Türkiye’nin garantör olması ve güvenliğine somut katkı sunması, Türkiye üzerinden bölgeye ajan ihracı zeminlerinin inşası.”[28]

DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk’a göreyse[29]:

“CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna kalmadı, en önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Amerika’nın Suriye, İran ve Libya politikalarını Türkiye alttan destekleyecek. Kürtlere istediği gibi yönelecektir.”

Türkiye Ortadoğu’da ayaklanmalar yaşanırken sağlıklı bir politika izleyemedi.

İran’da rejim karşıtlarına karşı Ahmedinecad’ı tutan, sandık sonuçları kesinleşmeden onu tebrik eden, Lübnan’da Hizbullah’ın hükümetten çekilmesiyle doğan hükümet bunalımında devreye girerek Hariri başkanlığında kurulacak hükümeti Hizbullah’ın desteklemesini isteyen, Nasrallah’ın sığınağına gidecek kadar sürece müdahil olan, Irak’ta hükümetin kurulması sırasında devreye giren Türkiye, “tribünden seyretmeyiz” demesine karşın, aktif tavır almamıştır.[30]

AKP’nin aktifliği, Amerikan siyaset sahnesinde iplerini sukûtla bırakmasından kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’da Amerikan misyonuna eklemli dış politik manevralarıyla, ABD’nin dış politik aktörü ve taşeronudur, öz olarak. Arap ayaklanmalarına ilişkin AKP’nin Cumhurbaşkanı ünvanını kazanan Abdullah Gül, 5 Nisan’da Endonezya ziyareti sırasında, Libya hakkında yaptığı:

Akdeniz kıyısında kapalı rejimlere artık yer yok. Demokrasi bütün bölgede gerçekleşecektir.”[31]

yorumuyla, küresel faşizmin demokrasi taleplerinin meşruluğuna yönelik dikkat çekmişti. Ardından Abdullah Gül, New York Times’a yazdığı makalede, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki isyan hareketlerini ‘bölgenin yeniden düzenlenmesi’ ve ‘İsrail’in bekasının temin edilmesi’ arasındaki ilişkiyle açıklamıştı.[32] Gül şunları söylemişti:

İsrail’in bölgedeki yeni siyasi ortama uyum sağlamaya diğer bütün ülkelerden daha fazla ihtiyacı var. Ancak İsraillilerin korkmasına gerek yok. Etrafında demokratik ülkelerin oluşması, İsrail’in güvenliğinin nihai teminatıdır.”

Gül’ün makalesi, ABD çekirdekli, İsrail merkezli yeni ortadoğu demokrasilerinin adı olan Büyük Ortadoğu Stratejisi’nin gereğini de ifade etmekteydi. Aslında Gül, iç ve dış politikada Amerikan hegemonyasının gereği kalem oynatmıştı. Türkiye’ye biçilen rolün ve oyuncunun kulağına fısıldananların ötesinde değildi, yazdıkları.

Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da gerçekleşen halk hareketlerine karşı İsrail merkezli bakış açısına sahip olan Gül’ün, Türkiye’yi bekleyen tehlike konusundaki endişelerinin odak noktası da ayrıca merak konusudur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları yorumlayabilme yetisi ancak ‘ithal tehdit algılamaları’yla olanaklı olan bir kişi için merak duyma gereksinimi de abartılı görünebilir.

Örneğin,

“Diyarbakır’da halk, Mısır’daki gibi günlerce sokaklardan ayrılmazsa, taleplerini dile getirirse, işte o zaman barış gelir, bakın bakalım o zaman AKP kalır mı kalmaz mı, işte o zaman Erdoğan’ın kendisi bu sorunun çözümünü talep edecektir.”

sözleriyle Öcalan’ı nasıl yorumlayacaktır?

Ya da Öcalan’ın sözlerine:

“Mısır’da olup bitenlerin Kürt siyasi hareketine de ilham vereceğine, belki bu mücadelenin pratiğinde temel bir karakter değişikliğine yol açacağına dair düşüncelerin halı altına süpürülmesi imkânı kalmadı”[33]

olarak ekleme yapan Taraf’ın güngörmüş Alper Görmüş’ünü ne tarafından duyacaktır?

Ortadoğu’da yaşananları “Prag baharı” olarak niteleyen ve Türkiye Ortadoğu’daki isyanları üstlendi ve yönlendirdi diyen ve bu isyanların Türkiye’ye de sıçraması arzusunu ağzından

“Türkiye baharı desek çok mu ileri gideriz”[34]

olarak kaçıran Hasan Bülent Kahraman’ı nasıl okuyacaktır?

Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis, 2 Nisan’da Wall Street Journal’a şunu söylemişti:

Ortadoğu ülkelerinde diktatörlükler sona erecek” ve Lewis, Türkiye’yle ilgili olarak:

Türkiye’de hareket giderek daha hızlı ilerliyor ve islamlaşıyor. Hükümet gayet akıllıca kurumları birbiri peşinden teslim alıyor. Ekonomi iş dünyası akademik camia ve medya.. Şimdi de geçmişte Cumhuriyetçi rejimin kalelerinden biri olan yargıyı da devralıyorlar.”[35]

Amerikan neo-conlarının kurguladığı Türkiye’nin inşaası sürüyor. AKP, 12 Haziran seçimleri için iktidara gelmeye kesin gözüyle bakıyor.

Yeni CHP, her hareketiyle AKP’yi besliyor ve MHP kirli kaset siyasetine boğuluyor.

Siyasetin aşağılık hareketler dizisi haline dönüştüğü ortamda; öte yandan Türkiye etnik boğuşmalara hazırlanıyor. Amerikan ve İsrail emperyalist siyaseti tarafından nüfuz altına alınmış olunan Irak’taki, Suriye’deki, Türkiye’deki Kürt hareketi özerk bir yapılanmayla kuklalaştırılmış devlet projesiyle, birleştirilmeye çalışılıyor.

Aydınları, Ergenekon operasyonuyla Silivri’ye hapsedilmiş Türkiye, geleceğini prangalarla bağlıyor. Yaşamda ve siyasette bağımsızlık duruşu törpülenerek hiçleştirilmiş ve kaynakları sömürgeleştirilmiş, halkı aydınsız bırakılarak, dizilerle uyuşturulan Türkiye, emperyalizm için en elverişli konumda dizginlenmiştir.

Birileri yeniden “Birinci Meclis”i gündeme getirip, çıkarlarına alet edebiliyorsa; o zaman gerçekten “Birinci Meclis” koşullarını gündeme getirip,




[1] İbrahim Karagül, Arap İç Savaşı Başladı! Türkiye Ne Yapacak?, Yeni Şafak, 12.04.2011, s. 13.

[2] Eric Walberg, İnterdaily’de yayınlanan makalesi, Soros Patentli İnsan Hakları Emperyalizmi, 08.04.2011, http://www.sol.org.tr.

[3] Orhan Koloğlu, Mehmet Ali Güller, Barış Doster, Haluk Hepkon, Soros, CFR ve Arap Ayaklanması, Kırmızı Kedi Yayınevi, Mart – 2011, İstanbul.

[4] 'Lockerbie saldırısı emrini Kaddafi verdi', 28.02.2011, BBC

[5] Nejat Tarakçı, Sömürgecilik Hortluyor, http://www.tasam.org.tr (Erişim: 20.04.2011)

[6] Ardan Zentürk, İsrail Libya’da Devrede, Star Gazetesi, 25.04.2011

[7] Aydınlık, Suriye’ye Üç Aşamada Parçalama, 13.04.2011, s.6

[8] ABD Kışkırtıcılara 6 Milyon Dolar Aktardı, Aydınlık, 19.04.2011, s.6

[9] Bakanlıktan Konseye Konseyden Kanala, Aydınlık, 20.04.2011, s.6

[10] Libya Tezgâhı Suriye’de Tutmadı, Aydınlık, 29.04.2011, s. 6

[11] Türkiye Suriye’ye Özel Temsilci Gönderiyor, Sol, 26.04.2011

[12] Türkiye Ortadoğu’daki İsyanları Üstlendi ve Yönlendirdi, Odatv.com, 27.04.2011

[13] Mervan Bişara, Arap Devrimindeki Örüntüler, 25.04.2011, El Cezire, Çev. Işık Barış Fidaner, Sendika.org, 26.04.2011

[14] Suriye’de Her Şey Komplo, Aydınlık, 30.04.2011

[15] Kandilde Önemli Suriye Görüşmesi, ANF, 22.04.2011

[16] İbrahim Çevik, Türkiye’deki ve Suriye’deki PKK, turksam.org, 25.04.2011

[17] Barzan İso, Suriye AKP’lileşir mi?, ANF, 29.04.2011

[18] Tarık Hemo, Kaos ve Kürdistan, Yeni Özgür Politika, 21.04.2011

[19] Celalettin Yavuz, Suriye’de Rejim Karşıtlığı Olayların Türkiye’deki Sivil İtaatsizlik İlgisi Olabilir mi?, Turksam.org, 13.04.2011

[20] Sivil İtaatsizlik’te 150 CIA Elemanı!, Aydınlık, 09.04.2011, s.8

[21] İbrahim Çevik, Türkiye’deki ve Suriye’deki PKK, turksam.org, 25.04.2011

[22] İbrahim Çevik, PKK ve Kürtçülük Konusunda Son Dönemle İlgili Bir Analiz, Turksam.org, 05.04.2011

[23] İbrahim Çevik, Sivil İtaatsizlik Eylemi Öcalan’a Kayıtsız Şartsız İtaatkârlıktır, turksam.org, 13.04.2011

[24] Kürdistan Bölgesi İyice Karışıyor, ANF, 24.04.2011

[25] Barzani Amerikalı Kongre Üyesiyle Görüştü, Peyamner, 20.04.2011

[26] Ankara’da 5 Gün Kalan Gizli Konuk, Vatan, 26.04.2011

[27] Suriye Muhalefetini CIA Örgütledi, Aydınlık, 28.04.2011

[28] Sabahattin Önkibar, CIA Başkanı Bunlar İçin Geldi!, Yeniçağ, 30.04.2011

[29] Kürtlere Yemen’i Tunus’u Örnek Gösterdi, Vatan, 29.04.2011

[30] Barış Doster, Yorulan BOP, Eskiyen Yüzler, Değişen Dinamikler, içinde, Soros, CFR ve Arap Ayaklanması, Kırmızı Kedi Yayınevi, Mart – 2011, İstanbul.

[31] Taraf Gazetesi, 06.04.2011.

[32] Ahmet Erhan Çelik, Gül’ün Bu Görüşleri Satır Satır Saklanmalı, http://www.yenitan.com, (Erişim: 22.04.2011)

[33] Alper Görmüş, Diyarbakır ‘Tahrir’i Geldi İşte, Taraf, 8.4.2011.

[34] Türkiye Ortadoğu’daki İsyanları Üstlendi ve Yönlendirdi, Odatv.com, 27.04.2011

[35] Kurtul Altuğ, Rejim Değişir mi?, Aydınlık, 12.04.2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Prş May 19, 2011 6:34

DEVLET NEREDE
Bülent SERİM 18.05.2011

Türkiye ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan son olaylar, içimiz acıyarak vurgulamalıyız ki, Müslüman coğrafyası için öngörülen “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) uygulamaya konulmasından başka bir şey değildir. BOP, Müslüman coğrafyasının, ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi tasarımıdır. Aynı zamanda petrol üretim ve iletimini denetim altında tutmaya yarayacak olan, İsrail ile İran arasında yaratılmak istenen “Kürt devleti” tampon bölgesi, BOP’un alt başlıklarından biridir.

“Kürt açılımı” da bu amaca hizmet etmektedir. Irak’ın kuzeyinde fiilen Kürt devleti kurdurulduktan sonra, Kürt açılımı ile olaylar Türkiye’de öne çıkarılmış ve hızla yaygınlaştırılmıştır. Şimdi sıra Suriye’dedir. Suriye’deki olayların gerisinde, o ülkede yaşanan Kürt ayaklanması olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır. Daha sonra, Türkiye’de Kürt açılımına son nokta konulacak, bölge ve kimlik anayasal statüye kavuşturulacaktır. Bunun için seçimlerden AKP iktidarının, yeni anayasa yapacak güçte çıkması gerekmektedir.

Bölgede amacın “ayrılmak” değil, yalnızca “kimliklerin tanınması”, “anadilde eğitim” olanağına kavuşulması ve “demokratik özerkliğin” elde edilmesi olduğu kandırmacasına halkımız inanmamalıdır. Çünkü bunlar bağımsızlığın temel öğeleridir. Nitekim kısa süre önce, demokratik özerklikten, Kürtler’in demokratik bir ulus olarak varlık kazanmalarının amaçlandığı ifade edilmiştir. Yani öyle bir özerkliktir ki bu, liderlerinin ifadeleriyle Kürtler bölgelerinde, sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini kendileri yapacak kendi öz savunması, ihtilafları çözecek bir savunma gücü olacaktır

Bunun sonu Irak’ın kuzeyinde fiilen yaratılan sözde devletle birleşmek ve tarihi (!) görevi yerine getirmektir. Bunu anlayabilmek için, 1984’ten beri istemleri alt alta koymak ve özellikle “Kürt açılımı” tasarımından sonra hızla gelişen olayları iyi değerlendirmek gerekir. Niyet okumaya gerek yoktur; olaylar ve istemler amacı açıkça ortaya koymaktadır. Bunu anlamak için son gelişmelere birlikte bir göz atalım.

FİLİSTİN’DEKİ “İNTİFADA” GÖRÜNTÜLERİ, HER GÜN TÜRKİYE’DE YAŞANIYOR

Güneydoğu’nun çeşitli il ve ilçeleri ile Adana, Mersin ve İstanbul’da, çocukların güvenlik güçlerine taşla saldırmadıkları, neredeyse bir tek gün yoktur. Filistin’deki “intifada” görüntüleri, her gün Türkiye’de yaşanmaktadır.

Demokratik Toplum (DTK) Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, BDP’nin Diyarbakır İl Başkanlığı’nda düzenlediği toplantıda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak” dediğini, ancak kendisinin bunun tam tersine “kötü şeyler olacağını” duyumsadığını belirttikten sonra, konuşmasını şöyle sürdürmüştür: “Kürt meselesiyle ilgili herkes bilebilir ki ağır ağır değil, hızlı hızlı sıfır noktasına doğru gidiyoruz. Kürtlerin bu anlamda sabrı da bitmiştir, tahammülü de. Devletle olmuyorsa halkımız kendi demokrasisini kuracak ve kendi kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak bir statü kazanılacak ve bu ne pahasına olursa olsun savunulacaktır.” (Cumhuriyet, 06.05.2011, Mahmut Oral)

Bu tehditte altı çizilecek husus, Kürt bölgesi için, Mısır ve Suriye örneklerinde olduğu gibi, ayaklanma ile bir fiili statü yaratılacağı ve “ne pahasına olursa olsun” bu statünün korunacağı gerçeğidir. Son birkaç ayda ortaya konulan istemler ve atılan adımlar bunu kanıtlamaya yeterlidir.

Tam bu aşamada bağımsız milletvekili adaylarından birinin, böyle giderse Trakya’nın da yaşanmaz olacağı tehdidini görmezden gelmek, aklı ziyan etmektir. Bu aday, kendi tercihlerinin TBMM çatısı altında sorunlarını dile getirmek olduğunu, ama istediklerini elde edemedikleri takdirde evlerine çekilip oturmayacaklarını belirtmekten de geri durmamıştır. (Ali Sirmen, Cumhuriyet, 07.05.2011)

Koroya terörist başı da katılmış, en açık ve amacı saptırmadan, doğrudan ifade eden sözü söylemiştir: “Biz heyetle görüşmelere başlarken ölümler, tutuklamalar olmayacaktı. Ancak bunlara uyulmadı. 15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran’dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar, ya savaş başlar, kıyamet kopar.” (Mehmet Türker, Sözcü, 08.05.2011)

Eski BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, gerçek amacın ayrı bir bölge yönetimi olduğunu şöyle ifade etmiştir: “Her şey Ankara’dan yönetilemez. Türkiye, coğrafi ve nüfus olarak büyük bir ülke, tek bir merkezden tek bir başbakanla yönetilemez.” (Cumhuriyet, 10.05.2011)

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Ahmet Türk, “Kürtler ilk kez Devlet’i ve hükümeti dikkate almadan siyaset belirliyor” deyip, artık devletin kendileri için bir anlam ifade etmediğini açık biçimde ortaya koymuştur. (Mehmet Şehirli, Sözcü, 11.05.2011) Artık devlet ve hükümet öylesine dikkate alınmamaktadır ki, bir süre önce Diyarbakır Belediye Başkanı, açıkça hükümete küfür edebilmiştir.

Ya aday belirleme aşamasında Yüksek Seçim Kurulu’nda (YSK) yaşananlar?

YSK, Kürt kökenli 7 kişinin milletvekilliği adaylığını, yasal gerekçelerle kabul etmemiştir. Bunun üzerine kimi il ve ilçelerde başlatılan ayaklanmayı başka biçimde anmaya yarayacak hiçbir gerekçe yoktur. YSK kararından sonra gerçekleştirilen toplu saldırı, bu ülkede hukuka ne kadar saygı gösterildiği, “yargı bağımsızdır, biz yargının işine karışmayız” sözünün ne kadar boşta kaldığını göstermektedir.

Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek yargıçlardan oluşan bir Kurul’u, siyasal iktidarın baskısı ile midir bilinmez, yaşanan olaylardan etkilenerek kararından dönmüş, ve 7 başvurunun 6’sını sonradan kabul etmiştir. Bu konuda dikkat çeken husus, YSK veto ettiği bağımsız adayların durumunu görüşürken, Cumhurbaşkanı’nın, “memnu hakların iadesine ilişkin belgeler tamamlandığına göre bir problem olmaması gerekiyor” demesi (Aydınlık, 22.04.2011) ve YSK toplantısından da bu yolda karar çıkmasıdır. Oysa sorun YSK’nın ilk kararında değil, Anayasa ve yasalardadır. YSK ilk kararını Anayasa’nın 76. ve TCK’nun 69. maddelerine dayanarak vermiştir; yani verilen karar yasaldır. Bu durumu bilen ve yargıyı ele geçirmek için anayasayı değiştiren, üç günde yasa çıkaran siyasal iktidar, anayasa ve yasalarda gerekli değişiklikleri yapmamıştır. Ne yazık ki, sokak gösterileriyle hukuksal sonuç alınmış, yargı ve hukuk devleti bir kez daha zedelenmiştir. İstanbul Barosu Başkanı’nın anlatımıyla, “YSK’ya sen niye hukuka uygun karar veriyorsun diye saldırılmış ve yargısal kurumlardan siyasi sonuçları da hesaplayan kararlar vermesi istenmiştir.” (Aydınlık, 25.04.2011)

Kısaca yasaya uygun bir yargı kararı “ayaklanma” sonucu kurulan baskı ile değiştirilmiş; siyasal bir karar verilmesi sağlanmıştır.

Bu olayların ve söylemlerin sonucu ve özeti şudur: Eğer Türk Devleti, yurdumuzun Kürtlerin istediği bölgesine özerklik tanımazsa, Devlet’i dışlayarak kendileri fiilen özerkliklerini ilan edecek, anadilde eğitimi gerçekleştirecek, yasama ve yürütme güçlerini, yerel yönetimlerini, güvenlik güçlerini kuracaklardır. Bunun sonunun bağımsızlık istemi olduğunda herhangi bir kuşkuya yer var mı? Kuzey Afrika ve Ortadoğu yangını ülkemize ve güzel yurdumuza sıçramak üzeredir.

“Kürt Açılımı” yapacağız diye içi boş bir proje ile yola çıkılırsa, Devlet terörist başıyla masaya oturtulup, siyasal kaygılarla pazarlık yapılırsa, Kandil’den gelen teröristlerin Habur’da kahramanlar gibi karşılanmasına göz yumulursa, bu da yetmez, Habur’a teröristler için özel “çadır mahkemesi” kurdurulur, teröristlerin ayağına yargıç ve savcılar ile üst düzey bürokratlar gönderilirse, terörle yıllarca dağlarda mücadele eden kahramanlar “Ergenekon” tertibiyle tutuklanıp yargılanırsa, “Kürt Açılımı”na karşı çıkanlar bile “Ergenekoncu” diye suçlanırsa, Atatürk Anıtı’na terörist başının posterinin asılmasına göz yumulursa, BDP’li bir kadın milletvekilinin Türk Polisi’ni tokatlamasına gerekli ve yeterli tepki gösterilmezse, sonunda olacağı budur.

Tüm bunların karşısında sormak hakkımızdır: Devlet nerede? Hükümet siyasal çıkarlarla olayların üzerlerine gitmiyor. Başbakan Erdoğan’a, bir miting sırasında slogan atanlar hakkında, Başbakan’a hakaret etti diye soruşturma başlatan, Cumhuriyet’in koruyucusu savcılar nerede? Yoksa artık yargı, kimilerinin söylediği gibi yalnızca “siyasal kararları onaylayan merci” durumuna mı geldi? Peki öyleyse, büyük özverilerle, kan ve can pahasına kurulan bu Devlet’i kim koruyacak?

Odatv.com


PKK’YLA MÜCADELE, ARTIK SUÇ KAPSAMINDA
Mehmet Ali GÜLLER 18.05.2011

AKP’nin “Kürt Açılımı” ne sonuçlar getirdi?

Bazı aydınlar, meseleye salt Kürt sorunu açısından baktıklarından, Kürtlere ne getirdiği konusunda, haklı olarak büyük bir hayal kırıklığı içindeler… Ve bu nedenle de AKP’yi haklı olarak eleştirmektedirler…

Ama ilk günden beri altını çiziyoruz ki, “Kürt Açılımı” bir AKP projesi değil, bir ABD projesidir. Dolayısıyla Açılım’a, “AKP Kürtlere ne verdi” diye bakmak eksiktir… Açılım’ı, ABD-Türkiye ilişkileri penceresinden, Kuzey Irak penceresinden ve hatta Kürt meselesi dışında Türk meselesi penceresinden değerlendirmek gerekiyordu…

AKP projesi olarak baktığınızda çuvallamış gibi gördüğünüz Açılım, bir ABD projesi olarak bakıldığında, aslında çok önemli ilerlemeler kaydetti. Son bir haftadır yaşadığımız süreç bile tek başına Açılım’ın geldiği noktayı göstermektedir:

Açılım’ın en önemli başarısı, PKK’nın artık ülkenin bir bölümünde devlet otoritesinin yerinde kendi otoritesini inşa etmiş olmasıdır. Bunun sağlanması için uygulanan “PKK’yı zihinlerde meşru hale getirmeye yönelik” psikolojik savaş, önemli bir başarı kazanmıştır. TSK’nın PKK ile mücadelesi artık suç kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır. TSK bile bu psikolojik savaştan etkilenip, “pusu kurmadım” yollu savunmalara düşmüştür. Bu sürecin başarısı, ABD’nin Ergenekon operasyonu başarısından kaynaklanmıştır. Ergenekon operasyonu ile hedef alınan TSK, psikolojik savaş düzleminde “çete” diye damgalanmış ve buradan hareketle “derin PKK” ile ilişkili “derin TSK” olduğu varsayımı medya yoluyla işlenmiştir…

Uzatmayalım, bu konuyu daha geniş bir yazımızda, dosyamızda, enine boyuna ele alacağız. Şimdilik, PKK ile mücadele etmenin artık suç sayıldığının üzerinde duralım ve bazı kalemlerin neler yazdığına bakalım:

Emrullah Uslu: 12 PKK’lının öldürülmesini “cunta işi” olarak değerlendirdi. Operasyonun başındaki Tümg. Mustafa Bakırcı’nın, “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı”nı hazırlayan isim olarak suçladı. Kastamonu’daki, Başbakan’ın konvoyunun geçişi sırasında yapılan saldırıyı, “Özel kuvvetlerin” yaptığını iddia etti.

Ahmet Altan: Tunceli’deki 7 PKK’lının “durduk” yere öldürüldüğünden şikâyet etti!

Cengiz Çandar: “12 Eylül referandumuna günler kala, Hakkâri’deki mağaralara dalıp, eylemsizlik halindeki 7 PKK’lıyı kim öldürttü, bir bakıverin.”

Bejan Matur: “PKK artık eyleme geçince hedef olarak polisi seçiyor, askeri değil. Dolayısıyla askerin içinden bir grubun…”

Oral Çalışlar: “PKK içinde uzlaşma karşıtı olan bir grubun olduğunu biliyoruz. TSK içinde de uzlaşma karşıtı olan bir eğilimin olduğunu biliyoruz. Bu iki eğilimin zaman zaman birbirlerine dolaylı olarak destek verdiklerini biliyoruz.”


PKK’lıları öldürdükleri için TSK’yı yerden yere vuran yazarlarımız, aydınlarımız sadece yukarıdakilerle sınırlı değil elbette…

Açılım’ın başarı elde ettiğinin tek işareti, bu yazarlarımızın sayılarının çoğalması da değil elbette… Başarı TSK’nın bu açıklamalar karşısında yaptığı açıklamada gizli…

TSK, görevi gereği yaptığı operasyonu “pusu yok” diye savunma durumuna düşmüştür. İşte bu savunma, Açılım’ın başarısı açısından kritik bir dönemeçtir!

TSK, kendisini “PKK’ya pusu kurdu” diye suçlayanlara karşı, “pusu da kurulur, baskın da yapılır, bu milletimin bana verdiği görevdir” diyememiştir!

İşte bu Ergenekon operasyonunun ağır travmasının sonucudur!

TÜRK DE BİZİZ KÜRT DE BİZİZ

Ergenekon sürecini bir ABD projesi olarak görmeyip, “yargı nasılsa çözer” düzleminde meseleye bakınca ve de Kürt Açılımı’nı bir ABD projesi olarak görmeyip, AKP’nin iç politikası diye bakınca, sonuçları, Türkiye için gittikçe ağırlaşıyor ve telafisi mümkün olmaktan çıkmaya doğru ilerliyor…

Bu süreçten çıkışın yolu, öncelikle Ergenekon Operasyonunu ve Kürt Açılımı’nı, bir ABD projesi olarak tespit etmekten geçiyor; her iki konunun da ulusal güvenlik meselesi olduğunu bilmekten geçiyor… Çünkü tespit doğru olmadan, doğru mücadele yapılamıyor!

Aksi takdirde, “Türk de biziz, Kürt de biziz, hepimiz biriz” hattından uzaklaşıyor ve kopuşa sürükleniyoruz! Unutulmamalı ki, Sırplar Hırvat’ını, Boşnak’ını kaybedince bölündü; Bağdat Kürtleri kaybedince parçalandı!


Odatv.com



Ne diyordu Altemur Kılıç?
Bülent Arınç gibi, Diyarbakır’dan Leyla Zana’ya, Hatip Dicle’ye sevgi selam gönderen bölücülere hak veren “devlet adamlarımız” var...

‘Kürdistan’ için senaryo işliyor! İç savaş senaryoları üretildi
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen 77aer77 » Prş May 19, 2011 9:31

akp, chp, ve mhp gibi partilerin gözünde ki değeri aynı... bu üçünden kim gelirse gelsin başa türkiye deki yaşanan olayların sona ereceği kanısında değilim
abd nin komsu ülkelerdeki ve bizim üzerimizdeki oyunu son bu partilerle sona eremez...
bütün bunlara dur diye bilmemiz için başı dik devlet ve onurlu bir millet olabilmemiz lazım... takım tutar gibi parti tutmayı bırakmalı
oylar bölünmesin gibi düşüncelerden sıyrılmalı ve şu zor dönemde bir isme odaklanmalıyız... sayın hak ve eşitlik genel başkanı Osman PAMUKOĞLU
Kullanıcı küçük betizi
77aer77
Üye
Üye
 
İletiler: 5
Kayıt: Prş May 19, 2011 9:23

Re: PKK vuruyor, AKP susuyor! AÇILIM sürüyor... BARZANİ abi!..

İletigönderen Başkomutan » Pzr May 22, 2011 2:29

15 HAZİRAN NEYİN TARİHİ? CANİYE NE SÖZÜ VERDİNİZ?
Orhan Karataş 18.05.2011

İmralı canisi yaptığı pazarlıkların sonuca bağlanması için tehdit ediyor, hükümetten ses çıkmıyor.

Yalan ve talandan, iftiradan, tezgahtan, şantajdan fırsat bulup ihaneti yeteri kadar konuşamıyoruz. Sadece bu kadarı ne yapılmak istendiğini anlamaya ve anlatmaya yetiyor. Düşünün ki İmralı'daki cani, bir parti başkanı gibi görüşmelerde bulunuyor, düzgün aralıklarla açıklamalar yapıyor, kolaylıkla ve etkili biçimde parti yönetiyor ve daha da acı olanı Türkiye'nin geleceğine dair kararlar alıp, bunların hayata geçirilmesini isteyebiliyor. Aldığı kararların karşılık bulmaması halinde bir iç savaş çıkarmaktan söz edecek kadar haddini aşıyor. Bu rezil durum karşısında hükümetin suskun kalması, konuştukları zaman da bu caninin söyledikleriyle paralel açıklamalar yapmaları, Türkiye'nin nasıl büyük ve tehlikeli bir yıkımla karşı karşıya kaldığını ve 12 Haziran'dan sonra bu yıkımın nasıl gerçekleşeceğini gösteren kesin işaretlerdir.

Netleşen fotoğraf

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim meydanlarında akla gelebilecek her şeyin siyasetini yapıyor. Bir vatandaşın yakınmasına, halini arz etmesine bile çok sert karşılık veriyor. Ancak sıra İmralı canisine gelince suspus oluyor. Sorulan sorulara verdiği cevaplar ise bu suskunluğun sebebini de, niyeti de, olacakları da anlamaya fazlasıyla yetiyor. Siyaset Meydanı'nda Ali Kırca'nın soruları üzerine daha önce "bunu söyleyen şerefsizdir" dediğini unutarak, İmralı canisi ile görüştüklerini doğrulamakla kalmamış, bu görüşmelerin sonunda terörün azaldığını, artık şehit gelmediğini söyleyecek kadar da ileri gitmişti. Ne olup bittiğini anlayabilmek için masanın iki tarafına bakmak ve söylenenleri karşılaştırmak gerekiyor.

Masanın bir tarafında oturan İmralı canisi açıklamalarında, herşeyin istedikleri gibi gittiğini, tarihteki ilk büyük anlaşmalarını yapmaya çok yakın olduklarını, ancak daha fazla bekleyemeyeceklerini söylüyor ve "15 Haziran" diye bir tarih veriyor. Seçimlerin 12 Haziran'da yapılacağı düşünülürse bu tarihin özelliği daha iyi anlaşılıyor. Başbakanın söyledikleriyle İmralı canisinin söylediklerini bir araya getirince fotoğraf netleşiyor. İmralı canisi emrindeki bölücü katilleri ülkeyi daha fazla karıştırmamaları, hatta mümkün olduğu kadar ülkede huzurlu bir ortam olduğunu göstermeleri için kontrolde tutacak, AKP hükümeti de bunun karşılığı olarak tekrar iktidar olması durumunda PKK taleplerini yerine getirecek. Bu taleplerin neler olduğunu da dışarıdaki siyasi sözcüleri seçim meydanlarında açıklıyorlar.

YSK'nın ibret veren kararları

İmralı canisi ile varılan mutabakata uymakta ne kadar kararlı olduklarını çok çarpıcı biçimde gösteren bir gelişme de, Yüksek Seçim Kurulu'nun bazı BDP kökenli bağımsız adaylarla ilgili aldığı karar sırasında ortaya çıktı. Veto kararı sonrasında bölücüler büyükşehirler dahil olmak üzere Türkiye'nin her yerinde bir terör rüzgarı estirirken, hükümet en küçük bir tedbir almadığı gibi, YSK'yı suçladı. Arkasından da sadece üçüncü dünya ülkelerinde eşine rastlanacak türden gelişmeler yaşandı. Mahkemeler 2 ayda veremedikleri kararı bir günde verdiler. Daha doğrusu önceki kararlarını bozup, yeni kararlarla bölücüleri temize çıkardılar ve aday olmalarının önünü açtılar. AKP'nin 12 Eylül referandumu ile yargıyı ne hale getirdiğini de gösteren bu vahim örnekten sonra çıkıp, "bizim değil yargının kararı" demeleri, insan aklıyla alay etmenin yeni bir versiyonu olarak tarihe geçti.

Terörle mücadele suç oldu

Terörle mücadele sadece güvenlik güçlerinin gayret ve insafına kalmıştır. Şehirlerde görev yapan Türk polisleri tokatlanırken, hergün alçak saldırılarla hayatlarını kaybederlerken, hainlere karşı direnen güvenlik güçleri suçlu ilan edilecek noktaya getirilmişlerdir. Bölücü katillere karşı mücadele vermek ve onların alçak saldırılarına karşı direnmek neredeyse ağır suç olmaya başlamıştır. Türkiye'nin bölgesinde her gün, her saat ihanetin yeni tezahürleri ortaya çıkıyor. AKP hükümeti sadece bunları seyrediyor. Başbakan tedbir almak, bu hainlere hadlerinin bildirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak yerine, miting meydanlarında bu durumu siyaset malzemesi yapıp, şikayet ediyor. Zaman kazanmaya ve 12 Haziran'ı atlatmaya uğraşıyor.

Adını da koydular

Herşey çıplak biçimde ortadadır. Türkiye bilerek ve isteyerek AKP eliyle bir bölünmenin eşiğine getirilmiştir. "Sivas'ın doğusu ve batısı" diyerek sınırı bizzat başbakan çizmiştir. Son RTÜK kararıyla, "Kürdistan" olarak adını da koymuşlardır. 12 Haziran'da tekrar iktidar olmaları durumunda sıra son sözü söylemeye gelecektir. Yapacaklarını ilan ettikleri, fakat içeriğini bir türlü açıklayamadıklara yeni Anayasada tamamen bunun içindir. Onun için MHP'yi mecliste istemiyor, onun için ülkücü ve milliyetçileri siyaset dışına itmek uğruna yatak odalarına kadar girerek, kahpe pusular kuruyorlar. Türk milleti çok iyi bilsin ki 12 Haziran bir iktidar belirleme seçimi değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının, bölünmez bütünlüğünün ve devamının seçimidir. Dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Sandığa gidecek her Türk vatandaşı büyük bir vebal altındadır. İyi düşünmek ve doğru karar vermek zorundadır. 2007 seçimleri öncesinde AKP'yi bir defa daha iktidar yapmanın Türk milletinin intiharı olacağını söylemiştik. Yanılmadık. İdam sehpasını kurdular ve tekmeyi vurmak için 12 Haziran'ı bekliyorlar. Herşey meydanda. Görmemek, anlamamak için kör ve sağır olmak bile yetmez. AKP'ye verilecek her oy Türkiye Cumhuriyeti'nin idam sehpasına atılmış bir tekme olacaktır.



ERDOĞAN-KANDİL HATTI VAR
odatv.com 21.05.2011

Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde ATO’da yaptığı konuşmada Güneydoğu’da yaşanan olayları Silivri ile Kandil’in beraber organize ettiğiniz iddia etti. Erdoğan’ın Silivri diyerek kastetdiği, Silivri cezaevindeki tutuklular. Silivri cezaevindeki tutukluların Kandil’de bulunan PKK yöneticileri ile görüşme olanağı yok. Ancak resmi belgeler ve tanıklar AKP hükümeti ile PKK arasında görüşmeler olduğunu ortaya koyuyor.

Alman Die Welt Gazetesi’nin yayınladığı 13 Mart 2008 tarihli, belgede Erdoğan’ın isteği ile dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in görüştüğü açıkca anlatılıyor. ABD’nin büyükelçisi Ryan Crocher’in yazdığı kripto Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin Türkiye ziyareti sonrasında ABD elçisine aktardıklarını içeriyor.Talabani MİT Müsteşarı Emre Taner’i PKK ile görüşmeler için görevlendirdiğini anlatırken çok ilginç bir bilgide vardı. Erdoğan’ın görevlendirdiği Emre Taner, Talabani’ye PKK’yı Kandil’de ziyaret etmek istediğini ifade ettiği de belgelerde yer alıyor. Emre Taner ile PKK arasında yaşanan görüşmeleri ise TSK’nın sınır ötesi operasyonunun zora soktuğu da belgede Talabani tarafından anlatılıyor. Kısacası ABD belgelerine göre Silivri-Kandil değil ama Erdoğan*Kandil hattı Emre Taner aracılığıyla kuruldu.

Söz konusu görüşmeleri BDP lideri Selahaddin Demirtaş da doğruladı. Demirta yaptığı açıklamada: “Kandil’le en çok görüşen Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Kaç görüşme yapılmış, onu biz bilmeyiz, ama Başbakan bilir. Kandil’den kaç defa ateşkes istemiş, bunu Başbakan bilir ve ateşkesin gereğini neden yerine getirmemiş, Başbakan bunu da en iyi kendisi bilir. Ateşkes isterken “askeri operasyonlarda sürecek” diyor muydu? Ama ateşkes olunca, ateşkesi elde edince fırsatçılık yapmayı biliyor.”

Kısacası Erdoğan-Kandil hattı hem Wikileaks belgeleri ile hem de Demirtaş’ın açıklaması ile doğrulandı.

Odatv.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x