Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 11:16

Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?!

(ya da Cumhuriyet klasiklerinin ‘Ultra Modern Türkçe’ye çevirisi: Lale, Orta Asya'dan gelme, Farsça bir kelime “Türban”dan gelmedir ve/veya Neo Lale / Türban Devri’nin sonu?!

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Sultan’dan Atatürk’e Türkiye
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=590592
Yazarı: Andrew Mango
http://tr.wikipedia.org/wiki/Andrew_Mango
Çeviri: Cem Küçük
Pegasus Yayınları
1. Baskı, Kasım 2011,
224 sayfa
18 TL
(…)
Sayfa 40:
Orduda Alman etkisi güçlüydü, savaş öncesinde İngiliz danışmanları bulunan Osmanlı donanması ise gelenekten gelen bir tavırla İngiliz yanlısıydı ve Rauf da görünüşe bakılırsa İngilizler’in iyi niyetli olduklarına dair abartılı bir güven duyuyordu.
(…)
Sayfa 42:
Vahidettin, topraklarının sembolik bütünlüğünü ve Padişah olarak kalması karşılığında devletin bağımsızlığını takas etmeye hazırken, tebaasının farklı düşüncelere sahip olduğunu bilmiyordu.
(…)
Sayfa 47:
Türkler’le ilgili olarak Almanlar’ın o günlerde anlattığı bir fıkra:
Bir gün bir Alman Subay, Osmanlı askerlerinin, İngilizlere karşı Filistin’de savaşırken Çanakkale haritası kullandıklarını görüp dehşete kapılır. “Bu harita yanlış” diye haykırır. Osmanlı askeri, “Yanlış harita derken neyi kastediyorsunuz?” diye sorar ve ardından ekler: “Galiçya Cephesi’nde işimizi gayet iyi gördü!”
(…)
Sayfa 66:
İstanbul işgali sırasında, “İngiliz kuklası” olmaya gönüllü olan kişilere hiç yardımcı olunmadı!
(…)
Sayfa 69:
Yahudiliği dünya üzerinde abartıldığı dönemde, “Siyonist kartı”nı çıkarlarımız gereği biz de oynadık!(…)
Sayfa 132:
Neticede bu Türk devrimi, büyük Fransız devrimi’nin kopyasıdır. Fransızlar’ın XIV. Louis’ye yaptıklarını Türkler, Vahidettin’e yapacaklardı. Devrimciler başka bir çözüm yolu görmez!”
(…)
Sayfa 150:
Henry Kissinger’ın deyişiyle söyleyecek olursak; “Büyük bir devletin, akılsız bir müttefikin müdafaası için intihar etmesini (ya da çıkarlarını tehlikeye atmasını) hiç kimse bekleyemez!”
http://tr.wikipedia.org/wiki/Henry_Kissinger
(…)
Sayfa 176:
“Milletimiz İngilizlere karşı değildir. Tam aksine İngiliz milletini dünyanın en büyük, en adil ve en uygar milleti kabuk eder.” Mustafa Kemal Atatürk
(…)
Sayfa 177:
Mustafa Kemal, hatasını görmüş anlamış olan Ali Kemal’in linç edilmesini onaylamadı!
(…)
Sayfa 181:
İngiltere’nin ve bir dereceye kadar Fransa’nın Müslüman kuklaları vardı!
(…)
Sayfa 188:
Mustafa Kemal realistti!
(…)
Sayfa 189:
Lozan’da, İngilizler, Türk Heyeti’nin kullandığı şifreyi kırmıştı!
(…)
Sayfa 192:
Mustafa Kemal, başlıca muhalifi olmasına rağmen hayranlık duyduğu bir ülke olan İngiltere’nin gücünü muhtemelen gözünde büyütmüştü. Batı tarzında eğitilmiş olan diğer Türkler gibi o da Fransızları daha iyi anlayabiliyor ve bu da ona iki itilaf devletinin arasını açmasında yardımcı oldu.
(…)
Sayfa 216:
Hatay Devleti olarak yeniden isimlendirilen bölge, Çin Seddi’nin dışında kalan Türk kabilelerinin yaşadığı “Hıtay bölgesi”nden adını alır.
(…)
Sayfa 218:
Atatürk bugün sıkça kullanılan anlamda bir Kemalist değildi!
(…)
Sayfa 218:
Atatürk’ün ileri görüşlülüğü, küreselleşmeye ve bilgi temelli evrensel bir medeniyete bakıyordu, yani bugün içinde yaşadığımız dünyaya…


Kitabın adı: Türkiye, Kısa Bir Tarih
http://www.idefix.com/kitap/turkiye-kisa-bir-tarih-norman-stone/tanim.asp?sid=Y4GGETDECK1KWZOS57XF
Özgün adı: Turkey a Short History
Yazarı: Norman Stone, 2011
Türkçesi: Orhan İsvan
Remzi Kitabevi, 2011
Birinci Basım, Kasım 2011
208 sayfa
15 TL
(...)
Norman Stone, Bilkent Üniversitesi Rusya Çalışmaları Merkezi'nin direktörüdür. Daha önce Oxford Üniversitesi'nde Modern Tarih öğretim üyesi olan Cambridge Üniversitesi'nde de yıllarca ders vermiş olan Stone, halen Oxford'da ve İstanbul'da ikamet etmektedir.
(…)
Sayfa 7:
Osmanlı İmparatorluğu modern dünyanın hafızasından silinmeyen bir hayalet gibidir.
(...)
Sayfa 9:
Osmanlı'nın başarısı İslamiyet'e ne ölçüde bağlıydı? Yoksa bunu tersten okuyup, Osmanlı'nın İslamiyet'te aşırıya kaçılmadığı dönemde mi başarılı olduğunu söylerdiniz?
(...)
Sayfa 9:
Cumhuriyetçi Türkler dinin devlet işlerinden ayrılması gerektiği konusunda son derece kararlıydılar ve devlet işlerini dinin belirlemesi, gelişmenin önünde muazzam bir engel olarak görüyorlardı. 1923 yılında Cumhuriyet'i kurarlarken, Kilise ile devlet'in 1905 yılında birbirlerinden ayrılmış ve rahibelerin de manastırlardan süngü zoruyla çıkarılmış olduğu Fransa'yı örnek aldılar.
(...)
Sayfa 9:
Cumhuriyet'i kuranlar Osmanlı'dan kendilerine kalmış mirasla barışık değillerdi.
(...)
Sayfa 11:
Günümüz Türkiyesi, XIX. yüzyıl sonlarında II. Abdülhamit döneminde olup bitenin kirli bir versiyonunu yaşıyor.
(...)
Sayfa 11:
Cumhuriyet'in kuruluşunda çok önemli rol oynayacak sivil entelejensiya ve Ordu, II. Abdülhamit'e başkaldırmışlardı ki, bu çekişmenin bir benzeri bugün de yaşanıyor.
(...)
Sayfa 12:
Biri Bilkent Üniversitesi'nden meslektaşım olan Hasan Ali Karasar, diğeri ise Cambridge'in en eski üniversitesi Peterhouse'da bulunan Murat Siviloğlu olmak üzere iki eski öğrencimin, Türk tarihi duayeni Andrew Mango ile beraber kitabımın taslağını gözden geçirmeleri talihin bana güldüğünün göstergesidir.
(...)
Sayfa 14:
(Hitler Almanyası'nda İstanbul'a kaçan) Bu Almanlar'ın B takımı çok üst düzeydeydi. O Almanlar'dan biri Ernst Reuter, Arapça ve Farsça kelimeler yerine Türkçe kelimeler koymakla ilgili dil komisyonuna üye yapılmıştı. Muhtemelen bu kelimeleri uydurdu.
(...)
Sayfa 15:
Halikarnas Balıkçısı daha 1940'larda, İngiltere'de en çok okunan yazarlardan biriydi.
(...)
Sayfa 17:
Batı dillerindeki "Kiosk" kelimesi Türkçe "köşk"ten türemiştir.
(...)
Sayfa 17:
Osmanlı'nın simgesi at kuyruğu idi. Bir çadırın dışında ne kadar çok at kuyruğu asılıysa, çadır sahibinin rütbesi de o kadar yüksek demekti.
(...)
Sayfa 17:
IV. yüzyıl Çin kaynaklarında, kendinden daha gelişmiş uygarlıkları yağmalamakta ustalaşmış göçebe savaşçı kabilelerden söz edilir: "Türk" kelimesi bu kabilelerden en baskın olanına verilen isimdi ve "güçlü adam" demekti.
(...)
Sayfa 18:
XII. ve XIII. yüzyıllarda Marko Polo Çin Türkistan'ından "Büyük Türkiye" diye söz etti! Bu yer isimlerinde Türk etkisi barizdir.
(...)
Sayfa 19:
"Taç Mahal"in ismi"Taç" ve "Mahal" kelimelerinden oluşur (tacın konulduğu yer anlamında).
(...)
Sayfa 21:
Napolyon'un "Rusları kazırsanız, altlarından Tatarlar çıkar" sözü meşhurdur.
(...)
Sayfa 25:
Türkoman, Orta Asya'dan yeni gelmiş olup, kentte kendisini rahat hissetmeyen kişi...
(...)
Sayfa 24:
Bizans'ı aslında Venedikliler ve Cenevizliler yönetiyordu ama bir taraftan da Karadeniz ticaretine hakim olmak için birbirleriyle savaşıyorlardı.
(...)
Sayfa 27:
Sultan, iddialı (ve Arapça kökenli) bir sıfat!
(...)
Sayfa 28:
Fethedilen yerlerin halkları, Türk'lerin getirdiği yeni düzeni genellikle hoş karşıladılar. Bu, adil ve keyfilikten uzak bir yönetim biçimiydi.
(...)
Sayfa 29:
Osmanlılar için asıl sorun Venedik idi. Vicdanız, iyi yönetilen, zengin ve güçlü Venedik, Doğu Akdeniz ticaretine tamamen hakimdi.
(...)
Sayfa 29:
Türkçe ve Macarca birbirlerine epey benzer yapıdadır ve çok sayıda ortak kelimeye sahiptirler. Örneğin, arpa her iki dilde de aynıdır.
(...)
Sayfa 31:
Ama Türkiye'nin hikayesi Anadolu'nun zafer kazanmasının, sonra da bir kenara itilmesinin hikayesidir.
(...)
Sayfa 32:
Acaba Osmanlılar böylesine yenilmez bir savaş makinasını neden yaptılar?
(...)
Sayfa 32:
Osmanlılar adeta işe yarar bir Bizans kurmuş gibiydiler (ve ne de olsa, hükümranlığın altındaki nüfusun dörtte üçü Hıristiyan'dı).
(...)
Sayfa 33:
Yeniçeriler'in kendi müzikleri ve kendilerine özgü merasim yürüyüşleri vardı (iki adım ileri, bir adım geri, baş yana eğik!
(...)
Sayfa 37:
Nitekim, Büyük Logotet (başbakan seviyesinde sivil yetkili) İstanbul'da kardinal takkesi görmektense padişah sarığı görmeyi tercih edeceğini uluorta ifade etmişti.
(...)
Sayfa 42:
Bugünkü "Orospu" kelimesi Ortaçağ Persçe'sinden kalmadır ve ikinci hecesi 'ros', "Rus"tan gelir.
(...)
Sayfa 51:
Osmanlı, gayet kesin kurallara göre düzenlenmiş askeri bir imparatorluktu. Bürokratik mekanizması, ticaret ve mülkiyet kayıtlarını şaşmaz bir hassasiyetle tutardı.
(...)
Sayfa 51:
Kızılbaş'lar şimdi Orta Anadolu'nun kuzeyinde kümelenmiş ve akılları çelinerek, kendilerini nüfus kütüklerine bu kimlikle kaydettirmeye ikna edilmişlerdi. Bunlardan kırk bin kişi kılıçtan geçirildi. Canlarını kurtarabilenler dağlara kaçtı. Bazıları ıssız ve geçit vermez bir bilge olan Dersim'e ulaştılar ve orada Zaza (kekelemek anlamına gelen farsça bir kelime) Kürtçe'sini benimsediler.
(...)
Sayfa 53:
Yavuz Sultan Selim öldüğü zaman bir büyüklük duygusu içinde Malik ül-Bareyn (iki kıtanın hükümdarı) ve Hakan ül-Bahreyn (iki denizin hakanı) ve Hadim-ül Haremeyn (kutsal mekanların - Mekke, Medine - hizmetkarı) ünvanlarını almıştı. Oğlu bunlara Marzban El' Afak (ufka yürüyen fatih), o Şah-ı Alem Penah (tüm dünyanın sığınağı) "tac-ı bahş hüsreva-yı ruyizemin", Kıtalar Fatihi ve Zillullah-i Fil Arz (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) sıfatlarını da ekleyecekti. Ona bağlı Kırım hükümdarının Rus Çarı'na gönderdiği resmi bildirimler de "ilan-ı yarlığ-ı şerif-i han budur ki... (yüce Han'ın emirlerini sizi ilgilendiren kısmı aşağıdaki gibidir) diye başlardı.
(...)
Sayfa 54:
Çıkardığı kanunlara atfen kendi ülkesinde "Kanuni" diye anılan bu padişaha Almanlar, "Büyük Türk" anlamında "deer gross Türck" derlerdi.
(...)
Sayfa 56:
Türkiye ile İspanya'yı kıyaslamak gayet ilginç olur. İspanya yedi yüzyıl süreyle İslami egemenlik altında yaşamıştı. Kurtuba Halifesi dönemi, görkemli Kahire'yi bile zaman zaman geride bırakmıştı.
(...)
Sayfa 60:
Protestanlar "Türkler'i papa yanlılarına tercih ederiz" diye haykırmışlardı. Fransızlar bir adım daha ileri gittiler.
(...)
Sayfa 62:
1529 yılında Kanuni bu sınırı ezcümle...
(...)
Sayfa 64:
Büyüklük taslamaya başladığı için 1536 yılında idam edilen Rum İbrahim Paşa da çok güçlüydü.
(...)
Sayfa 66:
Modern dünyaya işlerlik kazandıracak yeniliklerle ortaya çıkan Hollanda oldu: Milli banka, akla uygunluk esasına göre planlanmış askeri taktikler, zekice tasarlanmış gemiler, denizcilik sigortası, borsa, teleskop, mevsimsel açlığa son veren tarımsal gelişmeler vs, bunlar arasındaydı. Hollanda bir işgale karşı koyamayacak kadar küçük ve parçalara ayrılmış bir ülke olduğundan, Hollandalılar temel yapı taşlarını İngiltere'ye nakledip faaliyetlerini oradan yürüttüler. Hatta 1688 yılında İngiltere tahtına bile çıktılar.
(...)
Sayfa 67:
Moda haline gelen bir görüşe göre; bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir Batı emperyalizmi varmış. Bu görüş; önce Portekiz; sonra da Hollanda gemilerinin baharat ticareti bölgelerinde boy göstermeye başlamaları noktasından hareket eder. Kapitalizmin, emperyalizme dönüşüp Üçüncü Dünya'yı sömürdüğü anlamındaki Leninist yaklaşımın bir türeviydi.
(...)
Sayfa 70:
Kanuni Sultan Süleyman bu sorunlarla nasıl baş edileceğini gayet iyi bilirdi. Onun saltanat dönemi bir imparatorluk senteziydi. Roma İmparatorluğu'nun teşkilatı ve hukuk düzeni, İslamiyet ilhamı ve Orta Asya'nın savaşçılığı!
(...)
Sayfa 71:
İspanyollar, Güney Amerika'da efsanevi Potosi gümüş yataklarını bulup her yıl gemiler dolusu gümüş getirdiler. O zaman fiyatlar yükseldi ve İspanya tahtı bile borçlarını ödeyemez hale gelip 1575 yılında iflas etti. Bu süreç Türkleri de etkiledi. Venedik'in bastığı sikkelerin gümüş oranı sabit tutulduğundan rezerv para olarak herkes ona rağbet etti.
(...)
Sayfa 73:
Hadım etme, Bizans'tan kalan ve kökeni Hıristiyanlığın ilk dönemine dayanan bir olguydu. Pek de isabetsiz olmayan bir anlayışa göre, cinsellik şeytan işiydi. Görünüşe göre, bu fikri ilk ortaya atanlar, Mısır Kıptileriydi.
(...)
Sayfa 77:
Sünni İslam inancının dört ayrı hukuk anlayışı vardı. Osmanlı, yani hanefi anlayışına göre, yabancılara oldukça iyi davranabilirdiniz. İmparatorluğun doğusunda rağbet gören Şafii anlayışı daha hoşgörüsüzdü ve ayrıca, kadına yönelik tutumu da daha katıydı (bugün bile Diyarbakır havaalanından kadınlarla ve yabacılarla aynı havayı solumamak için maskeyle dolaşan, asık suratlı, yaşlı adamlar görebilirsiniz).
(...)
Sayfa 78:
Alkole karşı hoşgörülü bir tutum takınmış olan Bektaşi tarikatı Balkanlar'da ve Yeniçeriler arasında yaygındı.
(...)
Sayfa 80:
(IV. Murat zamanında) Hıristiyanlar'ın ve Museviler'in ortalıkta göğüslerini gere gere dolaşmalarını yasaklayan kanunlar çıktı: Rumlar mavi, Ermeniler ise kırmızı renkli ayakkabı giyeceklerdi. Bir süre için bu kanunlar uygulandı da. Dahası, bu padişah alkolü yasakladı ki, eğer yönetmeniz gereken bir imparatorluğunuz varsa, bu hiç de iyi bir fikir değildi. (I. Ahmet, sigara içerken yakalanan bir adamı idam bile ettirmişti. IV. Murat da aynı sebeple binlerce kişiyi idam ettirdi.)
(...)
Sayfa 83:
Değişen dengeler: Karadeniz hala bir Osmanlı gölüydü. Ne Rus, ne de Avrupa gemileri orada herhangi bir varlık gösterebilirdi. Bu denizin kuzey kıyıları ve Kırım, tıkır tıkır işleyen bir Tatar devletinin kontrolündeydi.
(...)
Sayfa 87:
1730 yılına kadar süren bu dönem "Lale Devri" olarak anılır. Lale, Orta Asya'dan gelmedir. İsmi, Farsça bir kelime olan "Türban"dan gelir.
(...)
Sayfa 89:
Günü geldiğinde, Patrona Halil'in ve arkadaşlarının yüksek mevkilere tayin edilişlerini kutlamak bahanesiyle verdiği bir ziyafette hepsini topluca öldürttü. Bu "Lale Devri"nin sonuydu.
(...)
Sayfa 90:
III. Mustafa borç alan ilk padişah.
(...)
Sayfa 91:
Tarabya ismi, 'terapi şehri' anlamındaki Rumca 'therapeia' kelimesinden gelir.
(...)
Sayfa 91:
Klepht ve kleptomani aynı kökten "çalmak" kelimesinin rumca karşılığı olan "kleptein"dan türemişlerdir.
(...)
Sayfa 94:
Merkezi karar organı Babıali, Devlet-i Aliye-i Osmani'nin kapısıydı (yüce devletin kapısı). Fransızca kısaltması evrensel olarak benimsenmiş, herkes bu kuruma "Kapı" der olmuştu.
(...)
Sayfa 96:
Şimdi de topçuluk uzmanı olarak yine bir Macar olan Baron de Tott geldi (muhtemelen Slovak'tı. Macarca karşılığı "zenci" olan 'Tot' nahoş bir isimdi ama onu Fransızlar tavsiye etmişti). Bir humbaracı (bombardımancı) birliği kurdu.
(...)
Sayfa 105:
XVII. yüzyılda Fransızlara ilham kaynağı olmuş klasik Roma anlayışının tersine, bu insanlar Yunanistan'a romantik bir pencereden bakıyorlardı. Bu biraz da Alman milliyetçiliğinin Fransız tahakkümüne karşı gösterdiği bir tepkiydi. Eski Almanca cümlelerin sıradışı yapıları da bunun bir göstergesidir. Fiil sondadır. İlgi tümcesi, isimden sonra gelen ortaç nedeniyle uzun bir sıfat tamlamasına dönüşmüştür.
(...)
Sayfa 105:
Der Spiegel okuyarak yetişmiş günümüz Almanları bu eski dili kolay kolay anlayamadıkları için, felsefeci Kant Berlin'de İngilizce olarak okutulur. Helenizm fikri Kuzey Avrupa'da çılgın bir coşkuyla karşılandı. Napolyon sonrası dönemde çok sayıda asker işsiz kalmıştı ve Rum tüccarlarda da onları işe alabilecek kadar para vardı.
(...)
Sayfa 109:
Yeniçeriler'in imha edilişi tarihe "hayırlı bir iş" anlamında "Vaka-i hayriye" olarak geçti. II. Mahmut bunun şerefine Tophane civarına, Boğaz'ın liman bölgesine mükellef, neredeyse rokoko tarzı sayılabilecek bir cami yaptırdı. İsmi "zafer" anlamına gelen Nusretiye'dir.
(...)
Sayfa 110:
II. Mahmut bir gün ansızın pantalon giymişti. Yeni ordunun üniformasında da pantalon vardı. Siviller için enseden iliklenen, uzun etekli bir ceket tasarlanmış, adına da İstanbulin denmişti.
(...)
Sayfa 119:
Viyana'da finansal kriz patladı, Almanya üzerinden yayıldı ve İstanbul'a gürül gürül borç para akıtan musluklar kapandı. 1875 yılında Osmanlı İmparatorluğu iflasını ilan etti. Artık son perdeyi oynayacaktı.
(...)
Sayfa 122:
Gladstone müthiş bir ahlakçıydı ama maliye bakanlığı yaptığı dönemde bile tutmayı sürdürdüğü Rumca günlüklerinde, mastürbasyon fantezilerini ancak kendisini altın bir kırbaçla kamçılatmak suretiyle bastırabildiği yazılıdır.
(...)
Sayfa 128:
Anatole France, yükseltici bir sıfat olan "senyör" kelimesinin bir harfini değiştirerek ona "sanyör" lakabını taktı ki bu lakap, kan dökücülük çağrışımı yapıyordu. Gladstone gibileri ise ona "Lanet Olası Abdül" anlamında, "Abdul the Damned" dedi.
(...)
Sayfa 130:
Beyoğlu tarafında, dört tane devasa bronz kartalıyla Alman Büyükelçiliği... Kuş kafesi...
(...)
Sayfa 131:
Şair Ziya Paşa'nın dizeleriyle; "Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslam'ı bütün viraneler gördüm" ifadesi abartılıdır ama gerçeği yansıtır.
(...)
Sayfa 135:
Aslında "soykırım" yapmakla ilk suçlanan II. Abdülhamit'ti. Bu olayda 300.000 Ermeni'nin öldürüldüğü öne sürüldü. Fransız tarihçi François Georgeon ve İngiliz meslektaşı Andrew Mango, bu sayının aslında yaklaşık 30.000 olduğunda birleşirler.
(...)
Sayfa 136:
Yine de, İngiltere Türklere sırtını döndü. İngiltere kendisine başka bir müttefik hatta bir uydu buldu: Yunanistan. Garip ama gerçektir ki, 1947 yılına gelininceye kadar İngilizler bu ülkenin iç işlerine o kadar çok karıştılar ki, iç savaşlarına bile müdahale ettiler. Ama Hidistan ve Filistin yutabileceklerinden büyük lokmalardı. Ağızlarına sığmayan dolarlar kulaklarından fışkırıyordu ( sonunda Yunanistan'ı Washington'a bıraktılar).
(...)
Sayfa 139:
İstanbul'da yaşayan bir başka Macar olan Theodor Herzl huzura çıktı ve son derece kibar bir dille, borçların ödenmesi halinde Filistin'e bir musevi göçünün uygun görülüp görülemeyeceğini sordu. Aynı derece kibar bir dille "hayır" cevabı aldı. 1905 yılında Ermeniler Yıldız Camii'nin dışına, padişah çıkarken patlayacak şekilde ayarlanmış bir saatli bomba yerleştirdiler. Padişah, Şeyhülislam'la yaptığı kısa bir görüşme nedeniyle biraz gecikince, kalabalığın içinde patlayan bomba yetmiş kişiyi öldürdü veya sakat bıraktı.
(...)
Sayfa 143:
Ama bir bakıma, nasıl ki bir imparatorluğun Balkanlar'da kurulduğu söylenebilirse, Cumhuriyet'in temellerinin de Balkanlar'da atılmış olduğu düşünülebilir.
(...)
Sayfa 147:
İttihat ve Terakki zamanında futbol patlama yaptı (günümüzde, İstanbul'da yaşayan Kürtler nedense genellikle Galatasaray sempatizanıdırlar).
(...)
Sayfa 148:
1913 yılında bu hükümet de bir darbeyle devrildi. Enver Bey bu hükümeti silah zoruyla istifaya zorladı. Modern Türkiye tarihinin ilk askeri darbesi oldu.
(...)
Sayfa 152:
Liman von Sanders! Sonradan Hıristiyan olmuş bir Musevi'nin oğlu olduğu için Doğu'ya uygun olacağı düşünülmüştü (eşi de İngiliz'di). Prusya düşünce tarzı bu kadar ruhsuzdu. Boğaz'lardaki bir Türk kolordusunun başında bir Alman generali mi? Bu Rusya'nın yaşamsal çıkarlarını ilgilendirirdi. O zamanlar dünyanın en büyük tahıl ihracatçısı olan Rusya'nın tahıl sevkiyatının yüzde 90'ı Boğazlar'dan yapılırdı.
(...)
Sayfa 153:
Berlin - Bağdat demiryolunun finansmanını Deutsche Bank sağlıyordu, hem de Berlin'de ağızdan ağıza dolaşan bir fikre göre Osmanlı İmparatorluğu da "Bizim Mısır'ımız haline gelebilirdi. Yatırımların aslan payını Fransızlar kapmış olsalar da, ticaretin büyük bölümü Almanlar'la Avusturyalılar'ın elindeydi ve onlar, İngilizler'i bu piyasanın dışına iteliyorlardı. Artık herkes Türkler'i defterden silmişti: Soru, imparatorluğun nasıl bölüneceğiydi. Petrolüyle, metrolüyle; her şey nasıl paylaşılacaktı?
(...)
Sayfa 155:
Enver Paşa doğuştan maceraperestti.
(...)
Sayfa 156:
1914 yılının Aralık ayında, Sarıkamış muharebelerinde 90.000 kişi hayatını kaybetti.
(...)
Sayfa 157:
Rus ordusunda dört Ermeni tugayı vardı. Rus Ermenistan'ındaki patrik, Çar'ın da onayıyla, Türkler'e karşı topyekun bir ayaklanma çağrısı yaptı. Van bölgesinde de tam da bu yaşandı. Müslümanlar topluca katledildi ve Van Gölü'ne bakan büyük kalenin dibindeki Müslüman kasabası yerlebir edildi.
(...)
Sayfa 162:
O zaman, Mustafa Kemal üstün niteliklerini farklı bir biçimde tekrar gösterdi: Ne zaman ve nerede durulacağını gayet iyi biliyordu.
(...)
Sayfa 164:
29 Ekim 1923 günü Mustafa Kemal bu devletin bir cumhuriyet olduğunu ilen etti.
(...)
Sayfa 166:
Öyle ki, bugünün öğrencileri için dünün klasiklerinin "Ultra Modern" Türkçe'ye çevrilmesi gerekiyor.
(...)
Sayfa 168:
Kayseri'nin eşrafı o zamanlar koyu cumhuriyetçi, milliyetçiydi. (2007 yılında 11. Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül, Kayseri'lidir ve bugünün Kayseri'si onun şahsıyla bütünleşmiştir. Başarılı bir şekilde sanayileşmiş ama aynı zamanda gayet katı dindar bir şehirdir. Özal zamanında serpilen Anadolu sermayesinin sembolüdür. Cumhuriyetçi ve laik kesimler bu sermayeyle gergin bir ilişki içindedirler.
(...)
Sayfa 170:
Laik ve aydın çevreler Demokratlar'dan nefret eder oldu. 1960 yılında Demokratlar askeri bir darbeyle devrildi. Papa'nın, Başkan Eisenhower'ın ve İngiltere Kraliçesi'nin ricalarına kulak asılmaksızın başbakanları Adnan Menderes idam edildi. Rum Patriği bile mahkemede onun lehine şahitlik yapmıştı.
(...)
Sayfa 173:
İslami eğilimli parti, Recep Tayyip Erdoğan'ın 1994 - 1998 yılları arasındaki İstanbul belediye başkanlığı döneminin de gösterdiği gibi (akabinde başbakan oldu), genellikle dürüst davrandı ve becerikliydi.
(...)
Sayfa 175:
Eğer günümüz Türkiyesi vaktiyle bir çeşit genişletilmiş İstanbul'dan ibaret olsaydı, Avrupa Birliği böyle bir Türkiye'yi muhtemelen üyeliğe kabul ederdi. Kürtler'i denklemin içinde tutarsanız, en iyimser sonuç II. Abdülhamit rejiminin modern versiyonu olur: Dininin siyasallaştırılması! Bunu kabul etmeyen, Kürtler de dahil milyonlarca kişi, Osmanlılığı değil, yüzü Batı'ya dönük bir Türkiye'yi tercih ediyor.
(...)
Sayfa 176:
2010 yılına gelindiğinde, Türkiye'de eski laik güç odaklarıyla yeni yarı - dinci güç odakları arasında ciddi sorunlar vardı. Yargıçlar ve generaller şu veya bu vesileyle tutuklandılar.



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 29 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 11:28

Şah-ı Alem Penah II ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 2?!

(ya da Stratejik Vizyon ve/veya Amerika ve Küresel Güç Buhranı?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Stratejik Vizyon / Amerika ve Küresel Güç Buhranı
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=601854
Yazarı: Zbigniew Brzezinski
Çevirenler: Sezen Yalçın, Abdullah Taha Orhan
TİMAŞ Yayınları
I. Baskı: Mayıs 2012
234 sayfa
16 TL
(…)
Arka Kapak: Stratejik Vizyon, ABD başta olmak üzere Batı dünyasının çöküşe geçtiğine ilişkin tezlere yönelik bir cevaptır. Kitap özetle; başta ABD olmak üzere Batı dünyasının kuvvetli çöküş emareleri gösterdiğini, bu duruma ABD ve Batı içerisinden basiret ve dirayetli bir müdahale olmaması halinde bu öngörünün gerçeğe dönüşebileceğini, fakat ABD’nin dünya liderliği sona ererse yerini dolduracak gerçek bir küresel süper gücün varolmadığını, bu sebeple ABD’nin küresel liderlik vazifesini yerine getirmemesi halinde, 2025 sonrası dünyanın çok daha kaotik ve çatışmalarla sarsılan bir yer haline geleceğini dile getirdikten sonra, bunu engellemek adına ABD’nin önce içindeki yapısal sorunları çözmesi ve Avrupa’yı da daha canlı hale getirmesi, ardından da Çin başta olmak üzere yükselen Asyalı güçlerle hem dengeleme hem de anlayışa dayalı sürdürülebilir bir ilişki kurması gerektiğini savunmaktadır. Küresel dünyaya bütüncül ve güncel bakış açısıyla başta konu ile ilgili kimselerin gözden kaçırmayacağı bir eser niteliğindedir.
(…)
Sayfa 8:
1- Küresel güç dağılımının Batı’dan Doğu’ya kaymasının sonuçları nelerdir?
2- Amerika’nın küresel cazibesinin azalmasının sebebi nedir?
3- Amerika’nın, küresel üstünlük konumundan düşmesinin olası jeopolitik sonuçları nelerdir?
4- 2025’in de ötesine baktığımızda, yeniden güç kazanan Amerika, uzun vadeli jeopolitik hedeflerini nasıl belirlemelidir ve geleneksel Avrupalı müttefikleri ile birlikte, daha büyük ve daha kuvvetli bir batı inşa etme projesine Türkiye ve Rusya’yı nasıl dahil edebilir? Aynı zamanda Amerika, Doğu’da Çin’le yakın işbirliği kurmak isterken, Asya’da yapıcı bir rol oynayabilmek için Çin merkezli bir siyaset izlemeden ve Asya çatışmalarına karışmadan nasıl bir denge kurabilir?
(…)
Sayfa 15:
Yirmi yıl sonra Amerika’nın önde gelen küresel konumu zayıflar gibi görünürken, Avrupa Birliği’nin siyasi olarak ciddi bir küresel oyuncu olarak ortaya çıkacağını pek az kişi tahmin ediyordu.
(…)
Sayfa 22:
Başkan Roosevelt’in, Doğu haritasını işaret ederek ustaca ortaya koyduğu gibi; “İran petrolü sizindir. Irak ve Kuveyt petrollerini paylaşıyoruz. Suudi Arabistan petrolleri ise bizimdir.” İşte böylece Amerika’nın, Orta Doğu bölgesinde sancılı siyasi varlığı başlamış oldu.
(…)
Sayfa 31:
“Amerika hala rakipsizdir!”
(…)
Sayfa 49:
AMERİKAN RÜYASININ SÖNMESİ
(…)
Sayfa 52:
Amerikan Anayasası’nı hazırlayanlar (utanç verici bir şekilde köleliği yasaklamasalar da) insanın “devredilmez haklarıyla” ilgili ortak temel varsayımları koruyan bir siyasi sistem inşa ederek, bu idealizmi anayasaya dahil etmeye çalıştılar.
(…)
Sayfa 60:
Krizden kısa bir süre sonra Almanya Şanşölyesi Angela Merkel’in, ABD Kongresi’nde (3 Kasım 2009) yaptığı bir konuşmada “Amerikan rüyası”nı ve ona olan “tutkulu” bağlılıklarını hararetle anlatması son derece dikkat çekiciydi. Amerikan sistemini “herkesin bireysel çabayla istediği yere gelebilmesi için başarı fırsatı” olarak tanımladı ve Amerikan sisteminin doğasına işaret ederek büyük bir inançla şunları ekledi: “Hayatta özgürlüğün gücü kadar bana ilham ve pozitif enerji veren başka bir şey yoktur.”
(…)
Sayfa 61:
ABD’nin en önemli ve giderek daha tehlikeli boyutlara ulaşan dezavantajlarının altı kritik boyutu vardır:
Bunlardan ilki Amerika’nın biriken ve nihayetinde sürdürülemez hale gelen ulusal borçlarıdır.
(…)
Sayfa 62:
Amerika’nın ikinci temel dezavantajı, kusurlu finansal sistemidir. Bu sistemde çifte zayıflık mevcuttur. İlk olarak bu kadar riskli ve kendini olduğundan daha büyük gören bir sistem yalnızca Amerikan ekonomisini değil dünya ekonomisini tehdit eden bir saatli bombadır. İkinci olarak, (açgözlü Wall Street spekülatörleri) ahlaki tehlike üretmektedir.
(…)
Sayfa 64:
Üçüncü olarak, artan gelir eşitsizliği, durgunlaşan sosyal hareketlilikle birleştiğinde, etkin bir AD dış politikasının sürdürülebilmesi için gerekli iki koşul olan toplumsal uzlaşma ve demokratik istikrar için uzun vadeli bir tehlike oluşturmaktadır.
(…)
Sayfa 66:
Amerika’nın dördüncü dezavantajı, çürüyen ulusal altyapısıdır.
(…)
Sayfa 67:
Amerika’nın beşinci büyük güvenlik açığı, dünya hakkında son derece cahil bir halka sahip olmasıdır.
(…)
Sayfa 68:
Beşinci ile bağlantılı olan altıncı dezavantaj, Amerika’nın giderek tıkanmış ve son derece hizipçi siyasi sistemi.
(…)
Sayfa 69:
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Amerika’nın “fırsatlar ülkesi” olarak, geleneksel ününe rağmen, Avrupa’nın toplumsal eşitlik ve hareketlilikle Amerika’dan daha yüksek oranlara sahip olduğu bir gerçektir.
(…)
Sayfa 71:
Amerika’nın Kalan Güçleri
Amerika’nın hayati varlıklarından ilki genel ekonomik gücüdür. Amerika hala dünyanın açık ara en büyük ekonomisi olma özelliğini sürdürmektedir.
(…)
Sayfa 74:
Amerika’nın ekonomik başarısını sağlayan ikinci avantajı; girişimcilik kültürünün getirdiği teknolojik, yenilikçi cesareti ve yükseköğretim kurumlarının üstünlüğüdür.
(…)
Sayfa 75:
Amerika’nın üçüncü avantajı, özellikle Avrupa, Japonya ve Rusya’ya kıyasla nispeten güçlü demografik temelidir.
(…)
Sayfa 76:
Amerika’nın dördüncü avantajı, tepkisel seferberlik kapasitesidir.
(…)
Sayfa 78:
Beşinci olarak, bazı büyük güçlerin aksine Amerika, eşine az rastlanır biçimde güvenli, doğal kaynak zengini, stratejik olarak elverişli bir coğrafyaya ve milli birliğini sağlamış, ciddi bir etnik bölücülük tarafından kuşatılmamış nüfusa sahip olmanın avantajına sahiptir.
(…)
Sayfa 78:
Amerika’nın altıncı önemli avantajı ise – insan hakları, bireysel özgürlük, siyasal demokrasi, ekonomik fırsatlar gibi – genel olarak halk tarafından kabul görmüş ve yıllar içinde ülkenin küresel duruşunu ileri taşıyan değerleridir.
(…)
Sayfa 79:
Yukarıda anlatılan altı temel avantaj Amerika’ya, tarihsel yenilenmesi için ihtiyaç duyduğu sıçrama tahtasını sağlayabilir.
(…)
Sayfa 83:
2010 yılına gelindiğinde, Afgan ve Irak savaşları Amerikan tarihinin en uzun savaşları arasında sayılıyordu.
(…)
Sayfa 83:
Irak savaşı Başkan Bush’u daha çok heyecanlandırdığından, Afganistan’daki savaş yedi yıl boyunca görece olarak ihmal edilmiştir.
(…)
Sayfa 84:
ABD’nin Büyük Savaşlarının Süresi
(Mart 2011 itibariyle, aylar halinde (*) aktif bir savaşı ifade eder)
Afganistan (*): 112
Vietnam: 102
Bağımsızlık Savaşı: 100
Irak (*): 96
İç Savaş: 48
İkinci Dünya Savaşı: 45
Kore: 37
İngiltere (1812): 32
Filipin Ayaklanması: 30
Meksika: 21
Birinci Dünya Savaşı: 20
İspanya: 3
Irak (1991): 2
(…)
Sayfa 85:
Bu iki savaşı da “İslami cihat” başlığı altında toplayıp, “terörle savaş”ı ABD’nin askeri taleplerinin gerekçesi olarak sunmak, Amerikan halkının 11 Eylül öfkesini yalnızca gerçek faillere değil, diğer İslami gruplara karşı da seferber etmeyi kolaylaştırdı. İleride Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olacak olan Condolezza Rice’ın tabiriyle Amerika’ya karşı tehdit oluşturan “mantar bulutu”; kamuoyunu, yeni belirlenen ve çok kapsamlı bir hedefe karşı harekete geçirmek için uygun bir sembol haline geldi.
(…)
Sayfa 87:
Gerçek şu ki, yabancı güçlerin baskısıyla gerçekleştirilmiş ve derin dini inançlardan kaynaklanan yüzyıllık geleneklerle çatışan modernleşme reformlarının, uzun süreli ısrarlı bir yabancı varlığı olmaksızın devam etmesi pek olası değildir.
(…)
Sayfa 93:
AMERİKA SONRASI DÜNYA:
2025’TE ÇİN EGEMENLİĞİ YOK
AMA KAOS VAR
(…)
Sayfa 101:
Çinli liderler, küresel liderlik için herhangi bir aleni iddia ortaya koymaktan ihtiyatlı bir şekilde kaçınmışlardır ve hala Deng Xiaoping’in ünlü deyişini takip etmektedirler: “Sakince gözlemleyelim; yerimizi sağlamlaştıralım; sakince işleri yoluna koyalım; kapasitemizi gizleyip fırsat kollayalım; liderlik iddiasında değil, tevazu göstermede başarılı olalım.”
(…)
Sayfa 104:
“Uyum kavramı Çin’in barışçıl yükselişinin teorik bir ifadesidir ve adalet, kazan – kazan ve ortak geliştirme kavramları ile birlikte dünyaya yayılmalıdır.
(…)
Sayfa 105:
Gerçek şu ki, Çin’in önemli komşularından hiçbiri – Japonya, Hindistan ve Rusya – Çin’in Amerika’dan boşalacak küresel teorem direği konumunu hak ettiğini kabullenmeye hazır değildi.
(…)
Sayfa 109:
Jeopolitik Anlamda En Fazla Tehlikede Olan Devletler
(…)
Sayfa 110:
Gürcistan
(…)
Sayfa 111:
Rusya’yı motive eden bir diğer düşünce de Avrupa’nın enerji ihtiyacı için güney koridorun, özellikle de Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan Bakü – Tiflis – Ceyhan petrol boru hattının Amerika tarafından finanse edilmesi olabilir.
(…)
Sayfa 111:
Tayvan
(…)
Sayfa 113:
Güney Kore
(…)
Sayfa 114:
Belarus
(…)
Sayfa 115:
Ukrayna
(…)
Sayfa 117:
Afganistan
(…)
Sayfa 118:
Pakistan
(…)
Sayfa 119:
İsrail ve Büyük Orta Doğu
(…)
Sayfa 121:
Bundan yalnızca otuz beş yıl öncesinde ABD, Orta Doğu’daki en önemli dört ülkeyle kurduğu güçlü ilişkilerden yararlanıyordu. Bu ülkeler; İran, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’ydi. Bunun sonucu olarak, bölgede Amerikan çıkarları güvendeydi. Günümüzdeyse Amerika’nın bu dört devletin her biriyle ilişkileri büyük ölçüde azalmıştır. Amerika ve İran düşmanca bir ilişki içinde sıkışıp kalmıştır; Suudi Arabistan, Amerika’nın gelişen bölgesel politikasına eleştirel yaklaşmaktadır; Türkiye, bölgesel emelleri konusunda Amerika’nın anlayışsızlığı sebebiyle hayal kırıklığına uğramıştır, Mısır’ın ABD’nin İsrail’le ilişkilerine yönelik artan kuşkuları onu Amerika’nın öncelikleriyle zıt bir noktaya düşürmektedir. Kısacası, ABD’nin Orta Doğu’daki konumu açıkça kötüye gitmektedir. Amerika’nın gerilemesi bu konumu ortada kaldırabilir.
(…)
Sayfa 122:
Usame bin Ladin, ABD’ye 11 Eylül terör saldırılarını hazırlayan 2001 tarihli fetvasını haklı göstermek için Amerika’yı “şeytanın” vücut bulmuş hali olarak tanımlar. Amerika’nın El Kaide’nin hedefi haline gelmesi için bir başka gerekçe ise Amerika’nın İsrail’e desteği ve Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD askeri güçlerinin kutsal İslam mekanlarına yaptıkları iddia olunan saygısızlık olmuştur.
(…)
Sayfa 125:
Amerika’nın bocalaması halinde Çin ve Hindistan büyük bir çatışmadan kaçınsa bile daha zayıf ülkeler giderek istikrarsızlaşan bir ortamda jeopolitik seçimler yapmak zorunda bırakılabilirler. Kuzey Kore’nin açıkça nükleer silahlanma arayışına girmesi de belirsizliği arttıran bir durumdur.
(…)
Sayfa 136:
Günümüzde internet, uzayın geçmişteki yerini almıştır.
(…)
Sayfa 137:
Günümüzde İran’ın nükleer silah peşinde olması gelecekte Amerika’nın düşüşü ihtimaliyle birleştiğinde, 21. Yüzyılda nükleer silahlanmaya devam edilmesinin potansiyel tehlikeleri gözler önüne serilmektedir, bunlardan bazıları; silahların yayılmasını önleme rejiminin yok olması, yeni ortaya çıkan devletler arasında nükleerin daha fazla yayılması, Rusya, Çin ve Hindistan’daki nükleer şemsiyelerin uzantıları, bölgesel bir nükleer silahlanma yarışının yoğunluk kazanması ve nükleer malzemenin terör örgütleri tarafından çalınması ihtimalidir. Amerika’nın olası bir düşüşü, Amerikan nükleer şemsiyesinin inandırıcılığına dair bir güven krizini körükleyerek nükleer alanı çok derinden etkileyecektir. Başka birçok ülkenin yanı sıra Güney Kore, Tayvan, Japonya, Türkiye ve hatta İsrail gibi ülkeler, güvenlik için ABD’nin genişletilmiş nükleer caydırıcılığına sırtını dayamaktadır.
(…)
Sayfa 147:
2025 SONRASI: YENİ BİR JEOPOLİTİK DENGE
(…)
Sayfa 150:
11 Eylül trajedisi, Amerika’nın global hedefine ilişkin kendi görüşünü temelden değiştirdi.
(…)
Sayfa 151:
Avrasya’nın Jeopolitik Belirsizliği
(…)
Sayfa 152:
Her halükarda, Amerika hala nükleer bir İran’ı zapt edebilir durumda.
(…)
Sayfa 154:
Avrasya, Soğuk Savaş’tan sonraki 20 sene içerisinde sürüklendi. Türkiye ve Rusya, Batı için belirsiz birer çevre ülke olarak kalmaya devam ederken Avrupa daha az ölçüde siyasi birlik sağladı.
(…)
Sayfa 155:
İngiltere, AB içindeki özel statüsü ve ABD ile olan özel bağlantısına sarılmakta. Fransa, Almanya’nın AB’nin birincil gücü olarak yükselişini kıskanmakta ve Amerika, Rusya ya da Almanya ile birlikte ortak liderlik için yaptığı periyodik tekliflerle (sınırları belirsiz Akdeniz Birliği liderliği talebini saymıyoruz bile) kendisine özel, seçkin bir rolü aramaya devam ediyor. Almanya, Bismarck tarzı, Rusya ile özel ilişki kavramlarıyla giderek daha fazla oynamakta ve bu da kaçınılmaz olarak bazı Orta Avrupalılar’ı, ABD ile en yakın güvenlik bağlarını ileri sürerek korkutuyor.
(…)
Sayfa 156:
Ne var ki, bu, uzun vadeli bir vizyon ve bunu uygulayabilmek uzun vadeli bir strateji gerektiriyor.
(…)
Sayfa 157:
Türkiye’de Jön Türkler Hareketi’nin lideri olan Atatürk tarafından 1921’de dağılmış ve çökmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun etnik çekirdeğini oluşturan Türk etnisitesini Avrupa tarzı, seküler bir ulus – devlete, sonradan Türkiye olarak bilinecek devlete dönüştürme kararının ilan edilmesiyle birlikte Avrupa modelli, henüz tamamlanmayan değişim başlamıştı.
(…)
Sayfa 157:
Bu da, AB’nin 2005’te resmi müzakereleri başlatmasına yol açtı. Bazı AB üyelerinin – özellikle Almanya ve Fransa – son dönemdeki tereddütlerine rağmen, Türkiye’nin üyeliği, jeopolitik bir realitedir, zira kendine özgü Batı tarzı bir Türk demokrasisi, eğer sadece NATO’ya değil, Batı’ya da sağlam bir şekilde bağlanırsa, Avrupa’yı istikrarsız Orta Doğu’dan koruyan bir kalkan haline gelebilir.
(…)
Sayfa 159:
Yüzyıldan fazla bir zaman önce çığır açan jeopolitik düşünür Harold Mackinder, Avrasya’yı kilit “dünya – adası” (world – island) olarak tanımladı ve “dünya – adasını yöneten, dünyayı yönetir” sonucuna vardı.
(…)
Sayfa 159:
Hitler, Avrupa’yı fethederek, ters taraftan benzer sonucu elde etmeye çok yaklaşmıştı ve eğer Naziler’in Rusya’yı işgali, Rusya’nın doğusunda da Japon saldırısı ile eşzamanlı olsaydı, muhtemelen başaracaktı.
(…)
Sayfa 160:
Yeni ve dinamik fakat hem uluslararası bakımdan içinde çıkılamaz hale gelmiş, hem de siyasi olarak uyanmış Asya’nın doğuşu, ayan beyan ortada olsa da, hiçbir tek güç bundan sonra Avrasya’ya – Mackinder’in ifadesiyle – “hükmedemez” ve dolayısıyla dünyaya “hükümran” olamaz.
(…)
Sayfa 161:
Batı, stratejik olarak temkinli ve dikkatli bir tarzda Türkiye’yi daha eşitlikçi, Rusya’yı da aynı şekilde siyasi ve ekonomik bakımdan kucaklayana dek de, bu süreç tamamlanmamış olarak kalacaktır.
(…)
Sayfa 161:
Bir tarafta Avrupa’yı diğer tarafta Rusya ve Türkiye’yi ayıran çizgi, coğrafi soyutlamadır. Ne Bug Nehri (Polonya ve Belarus’u ayıran), ne Prut Nehri (Romanya ve Ukrayna’yı ayıran) ne de Narva Nehri (Estonya ve Rusya’yı ayıran) Avrupa’nın doğudaki doğal coğrafi ve harici kültürel sınırlarını çizebilir.
(…)
Sayfa 164:
Sürekli bir sekülerleşme, Türkiye’nin demokratik gelişiminde kritik öneme sahiptir. Atatürk, 1924’te sekülerleşmeyi yukarıdan aşağıya empoze ettiğinde, çoğu Avrupalı hatta bazı Türkler, Türkiye’nin son yıllarda artan bir ivme ile devam eden demokratikleşmesinin, siyasi anlamda şeffaflığın artmasının sosyal hayatta dinin daha aşırı dışavurumlarının yeniden canlanmasına hatta dini kimliğin ulusal kimliğe tercih edilir hale gelmesine neden olacağından endişe etmektedirler.
(…)
Sayfa 165:
Türkiye zaten önemli vesilelerle, genel olarak Batı’yla ve özelde Avrupa ile bağlantılıdır. Başlangıcından beri Türkiye, NATO’nun cesur bir üyesi oldu. Diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla olarak, NATO’nun ikinci en büyük askeri gücü olarak, ittifakın menfaati için gerçek çatışmalarda yer aldı.
(…)
Sayfa 169:
Rusya’da yaşanan ciddi demografik kriz – yüksek ölüm oranları nedeniyle azalan nüfus – yaygın alkoliklik ve dolaylı olarak, demoralizasyon nedeniyle nispeten kısa ömürlü erkeklerin oluşu gibi faktörler sosyal anlamda yaşanan başarısızlığın göstergesidir.
(…)
Sayfa 174:
Tarihindeki Nazi sayfasını tamamen silen Almanya’nın aksine, Rusya resmi olarak suçlamada bulunsa da, hala en kanlı suçların ilk elde sorumlularından olan şahıslara karşı hala saygı gösteriyor.
(…)
Sayfa 176:
Yukarıda anlatılanlardan şu sonuç çıkıyor: Bazı Avrupalılar (Çoğunlukla Almanya ve İtalya’daki iş çevreleri işe bağlantılı) tarafından öne sürülen NATO’nun, Rusya’yı içine alacak şekilde hızla genişlemesinin büyük bir dengeye doğru, kestirme bir yol olacağı argümanı yanlıştır. Rusya’nın, mevcut otoriter ve oldukça yozlaşmış siyasi şartları ve saplantı derecesinde gizemli zihniyeti sahip ordusuyla NATO’ya girmesi, bütünleşmiş demokratik devletlerin ittifakı olan NATO’nun adeta sonu olacaktır.
(…)
Sayfa 196:
Özetle, birinci Asya üçgeni sözkonusu olduğunda, en önemli ilke, Amerika’yı Asya’nın ilgili bölgelerinde askeri müdahaleye mecbur bırakacak herhangi bir ittifaktan kaçındırmak olacaktır.
(…)
Sayfa 202:
Çin’i tehdit eden beş büyük tehlike:
1- Zenginle fakir arasındaki eşitsizlik
2- Şehirli halkın huzursuzluğu ve memnuniyetsizliği
3- Yolsuzluk kültürü
4- İşsizlik
5- Sosyal hayatta güvenin yitimi
(…)
Sayfa 206:
Bundan şu çıkıyor ki, Çin’in daha büyük global bir partner haline gelmesi ihtimalini artırma arayışı için, Amerika açıkça Çin’in, Asya’nın lider ekonomisi olarak yükselişini olduğu gibi, Asya anakarasındaki jeopolitik üstünlüğünü de kabul etmelidir.
(…)
Sayfa 220:
Böyle bir durumda Almanya veya İtalya ile Rusya arasında ekonomik çıkar temelli özel ilişkilerin geliştiği bir senaryo hayal edilebilir. Birlik içerisindeki parçalanma ve siyasi rekabete olumsuz tepki gösteren İngiltere ise ABD ile daha yakın bir çizgiye gelecektir. Fransa da İngiltere’ye yaklaşarak, birlikte Almanya’yı ve ABD’den sürekli yeni güvenlik taahhütleri isteyen Polonya ve Baltık ülkelerini kuşku ile izleyeceklerdir. Tüm bunlar yeni ve stratejik öneme sahip bir Batı yerine artan bir şekilde küçük parçalara ayrılan ve vizyonu sarsılan bir Batı sonucunu verecektir.
(…)
Sayfa 225:
Kısaca, Asya’da Amerika’nın oynayacağı aktif rol, yalnızca bölgede istikrarın güçlendirilmesi için hayati olmayacak, aynı zamanda Amerikan – Çin ilişkilerinin barışçıl ve işbirliği temeli olarak gelişmesi için gerekli keyfiyeti de oluşturacaktır.
(…)
Sayfa 225:
Sonuç olarak; günümüz dünyası – Amerika gibi askeri güce ve siyasi etkiye sahip bile olsa – tek bir güç’ün hakimiyetine oldukça şüpheli yaklaşmaktadır. Fakat Amerika henüz Roma olmadığından ve Çin de hala Bizans’a benzemediğinden, istikrarlı bir küresel sistem, Amerika’nın kendini yenilemesine, akıllıca yeniden dinamizm kazanan Batı’nın garantörü ve destekçisi, yükselen yeni Doğu’nun da denge belirleyici unsuru ve uzlaştırmacısı olmasına bağlıdır.



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 29 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 12:17

Şah-ı Alem Penah III ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 3?!

(ya da “Hof” ve/veya TOP GEHEİM?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk



Kitabın adı: ALMAN DERİN DEVLETİ
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=602065
Yazarı: Talip Doğan Karlıbel
Profil Yayınları
1. Baskı / Mayıs 2012
312 TL
17,50 TL
(…)
Sayfa 27:
Uzun Bıçaklar Gecesi!
(Mesaj: “Neo Uzun Bıçaklar Gecesi’nin arifesindeyiz!” HM)
(…)
Sayfa 48:
E. GEHLEN ÖRGÜTÜ (BND) – İSTİHBARAT BİRİMİ
(…)
Sayfa 66:
1945 yılının Kasım ayında yapılan bir askeri mahkemede, Gehlen ve adamları beraat etmişlerdi.
(Tercümesi: “İstihbarat oyunları, illüzyonları!” HM)
(…)
Sayfa 66:
ABD’de istihbarat o dönemde pek de bilinmeyen bir konuydu. Askeri istihbarat birimleri ise ancak 1944’te kurulmuştu. Gehlen ve ekibinin yaptığı sınır ötesi operasyonlar ABD’lilerin çok ilgisini çekiyordu.
(Mesaj: “ABD’de istihbarat Almanlar’ın kontrolünde!” HM)
(…)
Sayfa 66:
Almanlar’ın savaşı kaybetmesinden sonra ABD’ye belgeleri teslim eden Gehlen, bu aşamadan sonra da, OSS (Amerikan Stratejik Hizmetler Bürosu) ve CIA’nın kontrolü altında bir istihbarat örgütü kurdu. Ve Gehlen örgütü giderek CIA’nın Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği’ndeki gözü kulağı oldu.
(Tercümesi: “Soğuk Savaş’ta ABD ve SSCB üzerinden Dünya’yı Almanlar yönetti!” HM)
(…)
Sayfa 67:
ABD Merkez Komutanlığı’nın emriyle ve ABD Başkanı’nın izniyle, 1945 yılının Aralık ayında, Almanya’nın Bavyera Eyaleti’ndeki Oberusel adlı küçük bir kasabada bulunan ABD askeri üssünde “Organisation Gehlen” (Gehlen Grubu – Gehlen Organizasyonu) adında bir Alman – ABD ortak İstihbarat Servisi kuruldu. Bu kuruluşun başında denetmen olarak Binbaşı James H. Chritchfield getirildi ve onunla birlikte kırka yakın ABD subayı bu gruba dahil edildi. Bütün ABD subayları, 18 Eylül 1947’de kurulacak olan CIA’nın ilk kurucu elemanları olacaktı.
(Tercümesi: “Almanlar, ABD’nin içinde istihbarat servisi kurdular! ‘CIA’, BND’nin taşeronu!” HM)
(…)
Sayfa 71:
Yakın tarihe ait en çok bilinen 10 gizli operasyon, istihbarat birimleri tarafından gerçekleştirildi. Bu 10 gizli operasyonun, çoğunda Alman gizli servisinin parmağı vardı!
(Mesaj: “İstihbarat savaşları! Adres belli, açığa düşmüş ve/veya sahte bayrak operasyonları! Yenileri geliyor!” HM)
(…)
Sayfa 87:
Alman istihbarat ajanlarının en ünlüsü, Sovyetler Birliği’ne (Gehlen Örgütü olarak da bilinir) karşı casusluk harekatı kurması için kullanılan Reinhard Gehlen, görevlendirildi. Gehlen ayrıca İsrail Özel Kuvvetleri MOSSAD’ı eğitmek için de yardımcı oldu. Alman Gizli Servisleri, kendi aralarındaki istihbarat birimleri ve diğer ülkelerin istihbarat birimleri ile tıpkı günümüzdeki gibi birbirleri ile ilişki içerisinde çalışmaktaydılar.
(Mesaj: “BND, CIA’dan sonra MOSSAD’ın çekirdeğine de yerleşti!” HM)
(…)
Sayfa 91:
Reinhard Gehlen, BND’de olduğu süre içerisinde dünyanın en iyi istihbarat servislerinden birini yaratmıştı. BND, en modern teknolojik imkanlarla kısa sürede dünyanın en iyi istihbarat servisi durumuna gelmişti.
(Mesaj: “BND artık yaygın bilinen bir marka! Neo Roma’daki son savaş kapsamında daha gizlisini, BND’ye kontrollü kontra operasyon yapanını kurduk! Onu da deşifre ettiler!” HM)
(…)
Sayfa 91:
1990’dan itibaren BND, Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla ve rakibi Doğu Alman Gizli Servisi’nin kapanmasıyla birçok konuda işsiz kalmıştı. Çünkü artık doğuda düşman yoktu ve dünyadaki siyasi ve ekonomik konjonktür değişmişti.
(Tercümesi: “BND elemanları şirketlerin içine nasıl sızdı, küresel sermaye operasyonu nasıl yapıldı!” HM)
(…)
Sayfa 95:
Amerikalılar ondan zeki istihbaratçı diye söz ederler.
“R. Gehlen, o bir savaş zekasıdır!”
(…)
Sayfa 98:
Anti – Komünist Gehlen için ABD, “Düşmanımın düşmanı” statüsünde idi. Hatta o dönemde, Harry S. Truman, “Başkan, Amerika’da eski Nazi ile nasıl çalışacağız, olur mu bu?” itirazlarına karşılık, Başkan “İsterse gitsin keçilerle münasebeti olsun. Beni ilgilendirmez, işimize yarar birisi olduktan sonra sorun değil” cevabını vermiş ve her dönem Gehlen’i korumuştur.
(Tercümesi: “Naziler, Gehlen, Truman’a günah defteri üzerinden şantaj yapıp etki altına almışlar! Sonra da ABD’de at koşturmuşlar!” HM)
(…)
Sayfa 99:
Mehmet Eymür’ün anlattığına göre, Hiram Abas, Gehlen’in anılarını başucu kitabı olarak telakki etmiş ve üst üste okumaktan dolayı aşındırmış. Gehlen, o dönemde MİT’ten de önemli isimleri yetiştirmiştir. Bunların başında Fuat Doğu gelir. Gehlen’i en iyi Talat Turhan özetlemiştir: “20. Yüzyıl istihbarat dünyasının en yetenekli kişisi ve en büyük haini…”
(Tercümesi: İstihbarat dünyasında ihanet olmaz! Bir istihbaratçının hain olup olmadığını anlamak için yüz yıl dahi az gelir. İstihbaratçı kendine dönük çalışır, sadece ana hikayeye bağlıdır. Alman İstihbaratı’nın bugün ulaştığı güç karşısında Gehlen için kim hain diyebilir ki?! Rolünü çok iyi oynamış! Satranç tahtası üzerinde her yeni hamle, istihbarat dünyasında bir başka oyun’dur! Doğu üzerinden MİT’in içine yerleşmişler! Almanlar adına Müsteşarlığa çıkmaya kalkışan Hiram Abas ise istihbarat savaşları kapsamında harcanmış! MİT’i tehdit ediyorlar! “Oyun bitti”, çanını çalmışlar! HM)
(…)
Sayfa 102:
PKK, aşırı dinci vb… Bavyera ise bu yıkıcı faaliyet gösteren gruplara toleranslı davranmıyordu.
(Tercümesi: AKP’ye ve dinci akımlara, PKK’ya kapıyı göstermişler. Yeni süreç’i hatırlatmışlar! Oyun bitti, Türk ‘çelik çekirdek’i ile uzlaştık, mesajı vermişler! HM)
(…)
Sayfa 105:
Almanlar’ın burada en önemli felsefesi şudur.
“En iyi ajan, ajan olduğunu bilmeyen ajandır!”
(Tercüme: “Kitabın yazarı ile inceden dalgalarını geçmişler!” Mesaj: “Birileri bu sözü Gülen, Gül ve Erdoğan’a okumalı! Gökçek hariç, o daha neye bulaştığını bilmiyor! Janjanlı bir piyon! HM)
(…)
Sayfa 108:
Sonuç olarak, Türkiye’nin de acil şekilde MİT ve Emniyet Teşkilatı’nın dışında yeni bir iç istihbarat teşkilatı daha kurması gerekmektedir.
(Mesaj şu: “Biz ‘çelik çekirdek’ ile uzlaştık, onların kurduğu yapıya resmiyet kazandırın ki, sizinle iş yapabilelim, aynı dili konuşmasak da aynı duyguları paylaşabilelim! Duygudaşlık! ‘Yönlendiren Devlet’ akidi! Ultra Voltran! ‘Neo Sezar’!” HM)
(…)
Sayfa 116:
Alman yetkililerin, uyuşturucu kaçakçılığı ve satıcılığı işi içerisinde PKK kadar, Türk mafyalarının da pay sahibi olduğunu iddia etmeleri, işin içyüzünde PKK’nın olduğunu bildiklerini gösterir. Hatta Alman istihbaratı, Türk Güvenlik Güçleri’nin ve çeşitli aşiretlerin, Güneydoğu’da uyuşturucu işini beraber yürüttüklerini ispatlar raporlar hazırlamaları da aslına bakıldığında ülkemiz hakkındaki oyunları bizden bile daha fazla bildiklerini ortaya çıkarmaktadır.
(Tercümesi: Uyuşturucu kaçakçılığı işi ile iştigal edenlere, uyuşturucu ticareti üzerinden ticarete bulaşan “iş”adamlarına, MİT, Emniyet, Asker ayaklarına ve PKK’ya mesaj var burada; “Ne yaptığınızı biliyoruz, oyun bitti!” AKP’den uzaklaşın! HM)
(…)
Sayfa 125:
Almanlar, Türk istihbaratçıların yapamadığı işleri yıllar öncesinde yapmaktaydılar. Potansiyel suç işleyebilecek kişi veya grupları önceden analiz edebilmektedirler.
(Mesaj: “Potansiyelin farkındayız, her an için o potansiyeli eyleme dönüştürebiliriz! Tehdit! Eğer, oyun bitmedi diyorsanız…” HM)
(…)
Sayfa 127:
Çocuk pornografisi konusunda da BKA iç ve dış ceza tahkikat makamları arasında ulusal merkezi değerlendirme ve koordinasyon vazifesini yerine getirmektedir.
(Tercümesi: Çocuk pornosuna bulaşmış özelikle cemaat içindeki işadamı, politikacı, yüksek bürokrat ve gazetecilere uyarı mesajı; “Bilgisayarınızın içinde ne haltlar karıştırdığınızı biliyoruz, özel hayatınızdaki iğrenç sırlara sahibiz!” HM)
(…)
Sayfa 131:
Alman Derin Devleti’nin Türkiye’deki Gizli (!) Ajanları!
12. yüzyıldaki II. Haçlı Seferi sırasında, Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Friedrich Barbarossa, ordusunun başında Selçuklu başkenti Konya’ya kadar gelmiştir. İmparator Konrad, Anadolu Selçukluları Devleti Sultanı I. Rükneddin Mes’ud ile çatışmış olmasına karşın, iki lider arasında dostça ilişkiler de kurulmuştur.
(Tercümesi: “Türk Devleti’nin içinde yaşayan bir organizmayız!” Mesaj: “Zapsu bizim saha elemanımız!” HM)
(…)
Sayfa 132:
Türk ve Alman askerlerinin birbirleriyle çatıştıkları son savaş ise 1683 yılındaki İkinci Viyana Kuşatması olmuştur.
(Tercümesi: “Türkler’le savaşacak kadar aptal değiliz!” HM)
(…)
Sayfa 135:
II. Wilhelm, 1888 yılında izlemeye başladığı “Dünya Politikası” (Weltpolitik) çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu ile yakın ilişkiler kurulmasına özen göstermiştir.
(Mesaj: “İlişkimiz, derindir!” HM)
Cumhuriyet Mitingleri’ni şişirerek, o zamanlar Tuncay Özkan’ın kanalı olan Kanal Türk ve Aydın Doğan’ın kanalları aracılığı ile kamuoyuna basın yayın yolu ile psikolojik baskı uygulamışlardır.
(Tercüme: “Cumhuriyet Mitingleri’nin finansman ve kamuoyuna aktarımı kapsamında çorbada bizim de tuz’umuz var! Bizi düşman olarak görmeyin!” Tercüme: “Aydın Doğan’ın son kullanım tarihinin son kullanım tarihi geçti! Alman’laşan, maddeci Aydın Doğan, Almanlar’a da artık çok ağırlık yapıyor! Toksik!” HM)
(…)
Sayfa 210:
STASİ ve Türkiye Masası!
(Tercümesi: Aktif, Neo Rus İmparatorluğu ve/veya Neo Putin operasyonu üzerinden çalışmaya devam ediyor! Medya büyük oranda bu servis’in kontrolünde! Oyun bitti! Medyada büyük değişiklik zamanı! HM)
(…)
Sayfa 222:
RAND, 1948 yılında ABD Hava Kuvvetleri tarafından kurulmuştur ve 1955 yılından itibaren de Alman Gizli Servisi BND ile ortak projelere imzasını atmıştır. Bu şirketin 600 personeli vardır, 150’ye yakını Alman gizli servisi personelidir. Eski CIA şefi Graham E. Fuller, J. Barkey, BND’nin kurucusu Reinhard Gehlen ve eski Alman Dışişleri Bakanlığı ve BND başkanlığında bulunan Klaus Kinkel, RAND’ın elemanlarıdır.
(Tercümesi: “Enerji bazlı BOP operasyonu “Neo Turan”dır! İngilizler üzerinden Yahudiler’in eli ile oynadık, elimize yüzümüze bulaştırdık! Özür!” HM)
(…)
Sayfa 225:
Alman ırk bilimcileri ve arkeologlarına göre “Dolikosefal kafatasına” sahip Ari Erler yani Almanlar’ın (büyük büyük ataları!) Anadolu’dan gelmiştir ve bu da Anadolu’nun, Alman vatanı olduğunu ispatlamaktadır.
(Tercümesi: “Bir Alman fantazisi ve/veya kaba ironisi!” HM)
(…)
Sayfa 229:
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na girişinden bir gün önce Almanya’dan 5.000.000 Osmanlı Lirası borç almak için imzaladığı gizli anlaşmanın belgesi 1996’da yayınlandı. Almanya adına Baron Wangenheim, Osmanlı İmparatorluğu adına Talat Paşa, 10 Kasım 1914 yılında bu gizli anlaşmayı imzaladı. Bu belge ile hem Osmanlı cepheye gidip Almanya için savaşacak, hem Almanya’ya yüzde 0,6 faizle borçlanacaktı! I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu tümüyle Alman komutasının emri altına girmişti. Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’na da Alman Friedrich Bronsart Von Schellendorff getirildi. 1915 Ermeni Tehciri’nin de (!) Alman komutanların buyruk ve denetiminde gerçekleşmediği iddia edilebilir mi?!
(Tercümesi: “Parayla her şeyi satın alabilir, çözebiliriz zannettik, kaybettik! Yahudi soykırımı, Ermeni tehcirinin perde arkasında biz varız! Kabul! Ama İngiliz, Fransız, İtalyanlar’ın, Vatikan’ın payına düşeni de unutmayın! Her şeyin sebebi biz değiliz! Ayrıca, satın aldığın, devşirdiğin her adam, bir süre sonra kendi doğal özelliğini kaybediyor, kötü bir taklidin oluyor! Bu defa satın aldığın adamlar kendi özelliklerini kaybettikleri için bilmeden operasyonu baltalıyor! Zincir, zayıf halkadan geçilmez oluyor! Örnek Gül, Gülen, Erdoğan, Zapsu vb… Sizin deyişle başparmak faktörü ve/veya ilahi adalet! Pes! Allah’a tam teslim!” HM)
(…)
Sayfa 245:
ABD, NATO için Almanya’nın Hof şehrinde dünyanın en büyük dinleme tesisini kurmuştur ve bu tesis ABD Gizli Servisi, NSA (National Secret Administration) tarafından “Hofa Kupe” adında işletiliyor. NSA’nin bu dinlenme tesisinde, dakikada 20 milyon telefon, faks, bilgisayar ve telsiz sistemi dinleme imkanı mevcuttur. Bu dinleme tesisi ile ABD, 80’li yıllarda birçok olabilecek saldırı planlarını ve suikastleri deşifre etmiş ve önlemini almıştır. Bu sistemi NATO namına kuran şirket de WANDEL UND GOLTERMANN’dır. NASA’nın bütün uzay araçlarının komünikasyon sisteminden tutun da, İngiliz, Fransız ve İsrail Gizli Servisleri için tüm telekomünikasyon ağlarını da bu şirket kurar.
(Mesaj: “Avrupa’nın istihbaratına sahibiz! İstihbaratları’nın içindeyiz! Sır’larına hakimiz! Debka üzerinden istediğimiz an sır boşaltabiliriz! AKP & Gülen iktidarının Avrupa ayağında duran kazanç ortakları için de oyun bitti!” Tercümesi: “11 Eylül, TM ile ortak yaptığımız bir operasyondur! I. Dünya Savaşı’nın rövanş harbi’dir! Sonra operasyon içinde operasyon oldu, ihale üstümüze kaldı! Kendi yazdığımız senaryoda figüran durumuna düştük! Arap baharı takozları (ultra) üzerinden Avrupa baharı bumerangı ile yüz yüze bırakıldık! Türkler’in arka bahçesinde “çelik çekirdek” ne derse o olur! Pes! HM)
(…)
Sayfa 254:
Yani görüldüğü üzere, Alman Vakıfları 2000’li yıllarda, Türkiye’ye yıllık ortalama 1,5 ile 2,5 milyar arasında Alman markı harcamışlardır.
(Tercümesi: “Bu parayı alanlar için de, ki onlar kendilerini biliyorlar, oyun bitti, AKP’nin yanından hızla uzaklaşacaklar!” HM)
(…)
Sayfa 252:
“Euro Gold”!
(Mesaj: “Altın pas tutmaz, Euro ise bir kağıt parçasıdır, kir tutabilir! Yani, Mark’tan vazgeçen Euro’dan da konjonktürel ihtiyaçlarına binaen vazgeçebilir!” HM)
(…)
Sayfa 253:
Çünkü Dünya’da, ABD’den sonra en büyük altın rezervi olan ülke Almanya’dır.
(Mesaj: “Almanya batmaz, bizde altın çok!” Tercümesi: Almanlar için her şey “madde” demektir. Para kağıttır “altın” ise madde! Dünyadaki en büyük altın rezervi, ABD’deki de (önemli ölçüde) dahil olmak üzere Almanlar’dadır! Power! HM)
(…)
Sayfa 253:
Altın fiyatlarının yükselmesi Almanya’nın yararınadır!
(…)
Sayfa 254:
“Bugün Almanya’nın 90 bin ton altın stoğu bulunuyor!”
(Mesaj: Altın altındır!” ve/veya “Bizde Ordu yok, istihbarat ve altın var!” Power! HM)
(…)
Sayfa 255:
Nazi Almanyası, II. Dünya Savaşı döneminde işgal ettiği tüm ülkelerin altın stoklarına el koyarken…
(Operasyon: II. Dünya Savaşı’nda saklı olan illüzyon; Avrupa’nın altınları! Yani Avrupa’yı işgal etmek değil altınlarına sahip olmak! Onca şamata, kan, Hitler vs bu operasyonun figürasyonu! Tercümesi: Anadolu’yu geçemedikten sonra “altın” hiçbir işe yaramıyor! Su, enerji vb altın’dan da değerli! HM)
(…)
Sayfa 265:
Uzun zamandır zarar eden Alman bankaları, 2001 yılında genel olarak Türkiye’deki yaşanan ekonomik krizden dolayı yaptıkları güzel bir manevra ile 15 milyar Alman Markı’nı, 27 milyar’a çıkarmışlardı.
(Tercümesi: 28 Şubat operasyonu’nun perde arkasında Alman İstihbaratı da var! 11 Eylül öncesi BOP’a hazırlık süreci! Parmak izlerimizi kabul ediyoruz! HM)
(…)
Sayfa 275:
Bir başka Alman organizeli şantaj olayı da, Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel’in tuzağa düşürüldüğü…
(Tercümesi: “Gökçek bizim de zaman zaman kullandığımız, çevirdiğimiz bir ‘Topaç’tır. Tüm faturayı bize kesmeyin!”! HM)
(…)
Sayfa 296:
“Hablemitoğlu’nu Alman istihbaratı öldürdü!”

….

Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 12:40

Şah-ı Alem Penah IV ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 4?!

(ya da Sırlar Evreni ve/veya Sağır Tokat?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Sırlar Evreni / ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin Dinleme ve İstihbarat Ağı
http://www.pandora.com.tr/urun/sirlar-evreni-abd-ulusal-guvenlik-dairesinin-dinleme-ve-istihbarat-agi/176486
Yazarı: James Bamford
Çeviri: Suat Kemal Angı
2001, 2002
Ocak 2009
Dost Kitabevi
716 sayfa
9 TL
(…)
NSA: Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın dünya çapındaki faaliyetlerini konu alan bu çalışma, bugüne dek içyüzü meydana çıkarılamamış birçok etkinlik, operasyon, uluslararası anlaşma ve işbirliğinin üzerindeki sır perdesini de kaldırıyor. Bu alandaki uzman araştırmacılardan biri olarak kabul edilen Bamford, hayli kapsamlı bir araştırmanın sonucu olan ve ABD’de büyük yankılar uyandıran kitabında tarihin akışını belirleyen olayların esas temellerini ve faillerini açıklıkla gözler önüne seriyor. Soğuk Savaş döneminden post-endüstriyel dünyaya uzanan bir yelpazede birçok uluslararası ve bölgesel ihtilaf için alternatif bir okuma sunan çarpıcı bir araştırma.
http://www.milliyet.com.tr/abd-turkiye-yi-gozetliyor/dunya/haberdetay/15.05.2010/1238261/default.htm
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ulusal_G%C3%BCvenlik_Te%C5%9Fkilat%C4%B1
(…)
Sayfa 15:
Savunma Departmanı, “DoD” için çalıştıklarını söylüyorlar ama işleri hakkında kesinlikle konuşmuyorlar.
(…)
Sayfa 19:
TICOM üyeleri, “Ultra Gizli şeyleri, yani Birleşik Devletler ve İngiltere’nin Almanya’ya ait en üst düzey kodları kırmış olduğunu bilen birkaç kişi arasında yer alıyordu.
(…)
Sayfa 25:
Alman kriptologları bu cihaza Kılıçbalığı’nın bir ön modeli diyordu. Amerikalılar ve İngilizler ise kısaca “Balık” diyordu.
(…)
Sayfa 26:
NSA’nın Avrupa’daki en gizli ve en önemli dinleme karakollarından biri olacak olan Augsburg şehrine vardığında…
(…)
Sayfa 53:
Süveyş Kanalı’na el konulması, “Soğuk Savaş” denen “acımasız poker oyunu”nda son hamle oldu.
(…)
Sayfa 54:
NSA’nın uzun vadeli İngiliz ortağı GCHQ, İngiltere ve Kıbrıs’taki dinleme karakolları sayesinde, batı Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun birçok bölgesini izleyebilecekti.
(…)
Sayfa 84:
Bu tam bir (Küba) “Wag the Dog” savaşı olacaktı. (Salla –gitsin- köpeği ya da kim takar köpeği. Köpek, ‘Başkan’ı, kuyruksa ‘Başkan’ın Adamları’nı temsil eder, iletişim PR danışmanları…)
(…)
Sayfa 89:
Pentagon’daki masanın üzerinde kristal bir top, çekmecesinde de favori şiiri vardır. Planlamacılar eğlenceli insanlardır. Ne kılıç ne de tabanca taşırlar, omuzları düşük kambur yürürler. Çünkü; onların testisleri kristaldir!
(…)
Sayfa 97:
“İster Fransız isterse Amerikalı olsun, silahlı kuvvetler mensupları mesleklerinden kaynaklanan bazı ortak niteliklere sahiptir ve dünyanın her yerinde tetik üzerinde bekleyen birçok asker parmağı vardır” diyordu rapor.
(…)
Sayfa 153:
Havana’da Mexico City’deki Küba elçiliğine çekilen bir mesajda, “Kennedy suikasti, Birleşik Devletler’deki gerici güçlerin mükemmel bir şekilde planladığı, dünya barışına karşı yapılmış bir provokasyondur” deniyordu.
(…)
Sayfa 331:
Gizli bir NSA analizinde, “Müttefik haberleşmeler karşısında Vietnamlı Komünistlerin giderek çok açık hatta korkutucu üstünlüğü ortaya çıkmaktaydı” diye yazar.
(…)
Sayfa 351:
Gövdesindeki bıçak benzeri anten sayısı arttıkça, bir zamanların zarif U-2’si giderek bir ‘oklukirpi’ye daha çok benzemeye başlıyordu.
(…)
Sayfa 429:
Kanadalılar sinyal istihbaratının yeni çocukları olsalar da, İngilizler sinyal olgusu ortaya çıkmadan yüzlerce yıl önce Sigint’i keşfetmişti. Ta Elizabeth zamanında, İngiltere’de en azından birkaç kişi hükümdarlığın herkesin mektubunu gizlice okuduğunu biliyordu. Yeşil tepeciklerin ve sazdan yapılma küçük evlerin Avon boyunca uzandığı Stratford’ta William Shakespeare, Henry V’te bu uygulamadan söz ediyordu:
“Herkesin niyeti gider Kral’ın kulağınan
Hayal bile edemeyecekleri bir yolla!”
(…)
Sayfa 443:
Hiç kuşkusuz, NSA’ya verilen anahtar kelime listenin başlarında, Çin Ulusal Hassan Makineler İthalat ve İhracat Anonim Şirketi Başkanı Jin Xuekuan’ın adı yer almaktadır.
(…)
Sayfa 445:
İran, yıllarca Çin’den C-802 satın almayı sürdürdü, fakat Tahran’daki görevlilerin füze satışlarının geleceği konusundaki endişesi giderek artıyordu. Çin’in Amerika’yla yakınlaşmaya başladığını hissettiklerinden, bu ülkenin, daha önce Pakistan’a yaptığı gibi, İran’a yaptığı silah satışını da yavaşlatması veya durdurması olasıydı.
(…)
Sayfa 446:
1997 Temmuz’unda NSA, Beyaz Saray’a bazı kötü haberler ulaştırdı. Teşkilatın elektronik süpürgeleri, Tahran’dan Hong Kong’a yapılan bir telefon konuşmasını dinlemişlerdi ve görüşmeden İran’ın bir Fransız Microturbo motoru elde edip nasıl yapıldığını anlayıncaya kadar parça parça sökmeyi deneyeceği anlaşılıyordu.
(…)
Sayfa 461:
‘Krallığa Ait Sırların İfşası ve Devlet Sırları Yasası’nın ihlali olacaktır.
(…)
Sayfa 461:
Asıl mesele çok daha önemlidir: Echelon’un bir insan hakkı olan bireysel mahremiyeti ortadan kaldırıp kaldırmadığıdır. NSA’nın bilgisayar sisteminin neredeyse sonsuz belleğinde 5 trilyon sayfalık metni (241 km yüksekliğinde bir kağıt yığınını) dosyalayabilen bir sistem depolanır.
(…)
Sayfa 429:
“Sistem”de bir yıldan fazla saklanamayan Birleşik Devletler vatandaşlarına ait bilgilerin tersine, yabancı ülke vatandaşlarına ait bilgiler sonsuza dek saklanabilir. Hint mürekkebi kadar kalıcı olan işaret, sonsuza dek ilgili kişinin üzerinde kalır.
(…)
Sayfa 497:
“Teknoloji artık çift taraflı bir kılıç haline geldi” diyordu Hayden.
(…)
Sayfa 500:
“Sinyalleri sadece dijitalleştirmek, belirli oranda bir koruma sağlar” diyordu eski bir NSA görevlisi. “Fakat ona gerçekten zorlu bir şifreleme sistemiyle vurursanız, ki bu dijital şifrelemedir, o zaman bu çabanın da boş olduğunu anlarsınız.”
(…)
Sayfa 511:
Eski CIA direktörlerinden Robert Gates, Körfez Savaşı’nın gizli servis için bir tür Waterloo olduğunu söylüyordu. (Waterloo Savaşı: Kesin yenilgiyi, acı tecrübeyi simgeler.)
(…)
Sayfa 518:
Geniş anlamda, değişen felsefe göstermektedir ki, Amerikan casus dünyası tam bir daire çizerek, sırlara ulaşmanın en iyi yolunun onları saklandığı yerden çalmak olduğu noktasına geri dönmüştür. Bugün artık dünyadaki tüm bilgiler tek bir sabit sürücüye sığabilmektedir.”
(…)
Sayfa 521:
Kripto Şehri’nin yıllık elektrik tüketimi – 1065 km uzunluğundaki teller üzerinden 409.005.840 kilowatt saat – Maryland’ın başkenti Annapolis’inkine eşittir. Altı dönümden fazla yer tutan bilgisayarları, yılda 169.920.000 metreküp soğuk hava pompalayan 25 tonluk havalandırma cihazları ve yarım milyondan fazla ampulüyle şehir, günde 54 milyon watt elektrik harcar. Bu tüketim, tüm eyaletteki ikinci en büyük elektrik kullanıcısı olan gizli şehre, ayda yaklaşık 2 milyon dolarlık şok bir elektrik faturasına mal olur. 1992 yılında, Kripto şehir 3,5 trilyon BTU’luk (İngiliz ısı birimi) petrol, elektrik ve gaz tüketmiştir. – 33 milyon galonluk akaryakıta eşit.
(…)
Sayfa 522:
Eldeki bu devasa enerjiye rağmen, Kripto Şehir hala elektrik kesintilerinin sıkıntısını çeker ve bir NSA rapor(lar)ına göre, bu durum zaman zaman “kritik bilgi kaybı”na yol açar!
(…)
Sayfa 524:
“Kripto Şehir”in başka bir yerinde NSA’nin Büyük Körfez Bandosu çalarken, Parkway Korosu da Cats’i ya da Phantom of the Opera’yı, hatta Mozart’ın Requiem’ini seslendiriyor olabilir.
(…)
Sayfa 528:
Görünmez şehrin kalbinde NSA’nın devasa “Karargah”ı (Operasyonlar Binası) bulunur. Kapladığı altmış sekiz dönümlük zemin alanının içine, dört tane Birleşik Devletler Capitol Binası kolaylıkla sığabilir.
(…)
Sayfa 528:
Dev “Karargah” (Operasyonlar Binası), her yöne uzanan ve birbirine bağlanan 278.700 metrekarelik bir labirenttir. Binaya ilk giriş, gizli şehrin içindeki…
(…)
Sayfa 541:
A Grubu’nun şifre kırıcıları Sovyetler Birliği üzerine yoğunlaşırken, B Grubu Komünist Asya’nın…
(…)
Sayfa 541:
Küresel Sorunlar ve Silah Sistemleri Ofisi (W Grubu) kuruldu. Jeopolitik ve Askeri Üretim Ofisi (M Grubu) adı altında oluşturulan diğer organizasyon ise…
(…)
Sayfa 543:
NSA ile DIA’nın ortak projesi lan DEFSMAC (“deaf – smack” – Sağır tokat – diye telaffuz edilir) istihbarat topluluğu içinde bile çok az bilinir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/11_Eyl%C3%BCl_sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1
(…)
Sayfa 547:
“Kırmızı Mühür”, “Tecrit Alanı” anlamına gelir – bir NSA belgesinde yazana göre, “aşırı hassas” (örneğin, bölümlere ayrılmış) gizli malzeme ve faaliyetlerin bulunduğu ofis” (vurgu aslındaki gibidir.) Kullanılmadığı sürece tüm gizli belgeler, güvenli bir yerde kilit altında tutulmak zorundadır. “Mavi Mühürlü” yerlerdeki hassas belgelerin gizlilik derecesi o kadar yüksektir ki, bunlar “üzerleri siyah bir örtüyle tamamen örtülmek” koşuluyla masanın üzerinde bırakılabilir.
(…)
Sayfa 550:
“SIGINT Operasyonları ve İstihbarat Bilgisi”ne mi ihtiyacınız var? Güvenli telefondan 9.555.1212’yi çevirin, NSA’nın “ERİŞİM” menüsüne bağlanın ve sonra “1” tuşuna basın!
(…)
Sayfa 562:
“Almanlar, ‘Gizli Dinleme’ sanatının eski efendileridir.”
(…)
Sayfa 562:
CIA eski Direktörü Robert Gates: “Devasa miktarlarda veri toplama yeteneğimiz var ama asla bunların tümünü analiz etme kabiliyetine sahip değiliz. Sadece depoluyoruz. Elektronik istihbarat toplama sistemlerimizin, analizcilerimizin işleyebildiğinden ve siyasetçilerimizin kullanabileceğinden çok daha fazla ham veri ürettiği ortada!”
(…)
Sayfa 563:
NSA Basım Tesisi’nde üretilen kripto – grafik malzemeler arasında, nükleer savaşa onay vermek için kullanılan “vurulan kodları” (Go Codes: Askeri terminolojideki vurun kodu, B – 52 mürettebatına gönderilen ve onlara yerleri önceden saptanmış nükleer silahları vurma emri veren şifreli mesajlara denir), bir kere kullanıldıktan sonra imha edilmek üzere tasarlanmış kare şeklinde küçük kağıtlar – ki rakam ve harf dizileriyle karmakarışık edilmiş halde olurlar – ve delikli, şifre anahtar bantları vardır. Kasete benzer mühürlü kutularda paketlenmiş şifre şeritler çekip çıkarılır, koparılır ve kripto – grafik makinelere takılır. Bu anahtar bant, güvenliği sağlamak için her gün değiştirilir.
(…)
Sayfa 571:
NSA bir şirket olarak düşünülseydi, harcadığı dolarlar, kapladığı yer ve çalıştırdığı personel sayısı bakımından ‘Fortune 500’ şirketinin ilk yüzde 10’unun içinde olurdu.(…)
Sayfa 603:
Bu yeni “sistem”, aşırı parazitli ortamdan gelen kelimeleri seçmekte inan kulağından çok daha iyidir. Hedef kelimeleri, konferans, toplantı ve kokteyl partileri gibi gürültülü ortamlarda arkadan gelen bir yığın düzensiz sesin arasından bile seçebilir. “Sistem, aynı kelimeyi söyleyen farklı konuşmacıları insanüstü bir duyarlılıkla saptayabilir” diyordu üniversite yetkilileri…
(…)
Sayfa 605:
“Soğuk Savaş”, savaşılmayan, can verilmeyen çarpışmalarla nitelendirilir. “Bu dönemde, matematikçiler ve kriptologlar savaştı!”
(…)
Sayfa 626:
NSA’nın bütçe sorunlarını eski bir pilot deyişiyle özetliyordu: “Burun yere doğru yöneldi ve evler giderek büyüyor.”
(…)
Sayfa 634:
“Kırılmaz şifre diye bir şey yoktur!”
(…)
Sayfa 634:
“Şimşek Projesi” için araştırmalar haziran 1957’de başladı. Tarihin hükümet destekli bu en büyük bilgisayar araştırma projesinin yüklenicileri arasında Sprey Rand, RCA, IBM, Philco, General Electric, MIT, Kansas Üniversitesi bulunmaktaydı.
(…)
Sayfa 636:
II. Dünya Savaşı’nda, Birleşik Devletler Donanması’nın “bombe” diye bilinen şifre kırma makineleri saniyede 1300 karakteri test edebiliyordu. Diğer bir deyişle, “Alman kilidi”ni açacak doğru anahtarı bulabilmek için saniyede 1300 farklı anahtar deniyordu. NSA, doğru olanı bulabilmek için saniyede 3 milyon veri anahtar deneyebiliyordu – gerçekten şimşek hızıyla. Hasat, bir izleme listesindeki…
(…)
Sayfa 644:
Suyun da “ultra” saf olması gerekir. Çünkü; sudaki partiküller transistora zarar verebilir.
(…)
Sayfa 653:
NSA’nın bilgi depolama kapasitesi… Sistem tamamlandığında 5 trilyon sayfalık metni – 242 kilometre yüksekliğinde bir kağıt yığınını – depolama kapasitesine sahipti.
(…)
Sayfa 658:
NSA’nın saniyede bir katrilyon matematiksel işlem hızına ulaşmak için geliştirdiği fikirlerden biri de işlemcileri bellek çiplerinin ortasına yerleştirmekti.
(…)
Sayfa 666:
Ladin’in telefon numarası (0087736825055331) aynı zamanda Mısır ve Kenya’daki teröristlerin özel telefon defterlerini ve günlük planlarını da ortaya çıkarttı.
(…)
Sayfa 698:
On milyarlarca haberleşme mesajı NSA tarafından her saat emilmeye devam edilirken, çok az sayıda analizci olması nedeniyle sistem tıkandı. “Birleşik Devletler İstihbaratı belki de dünyadaki en geniş bilgi işlem ortamıdır” diye hatırlıyordu eski NSA Direktörü William O. Studeman. “Şunu göz önünde bulundurun: tek başına bir istihbarat toplama sistemi, yarım saatte milyonlarca girdi üretebilir.” Meclis Seçim İstihbarat Komisyonu eski personel direktörü ve eski CIA görevlisi John Millis’e göre asıl srun bu devasa miktarın kendisiydi. “Topladığımız istihbaratı işlemden geçirmenin, analiz etmenin ve diğer birimlere yaymanın yanına yaklaşamıyoruz” diyordu. “Tam olarak dengesiz bir durumdayız!”
(…)
Sözün özü:
“Sırlar Evreni” bağlamında durum analiz:
1- Bu kitaptan da anlaşılıyor ki, ABD “kabuk devlet”! Dünyanın istihbaratını topluyor! Derin Avrupa’nın “sır yük”ünü taşıyor! Daha doğru ifade ile ABD’yi herkes hamal olarak kullanıyor!
2- NSA’nın “şifre”si kırılalı uzun zaman olmuş ve 11 Eylül, NSA’nin tam içinden, göbeğinden yapılmış, organize edilmiş (Avrupa’da iç savaş ve/ve Neo Roma’da iç savaş)!
3- Büyük çaplı dinlemelerin aynı zamanda “algı körlüğü” yarattığı da ortada! İşine yaramayan istihbarat ve/veya başkasının işine yarayan istihbaratın ağırlığını taşımak zorunda kalmak ABD’de “metal yorgunluğu” yaratmış!
4- Suriye üzerinden “İran operasyonu” öncesinde bu kitap üzerinden AKP’ye verilen mesaj çok açık: “Sistem’de bir yıldan fazla saklanamayan Birleşik Devletler vatandaşlarına ait bilgilerin tersine, yabancı ülke vatandaşlarına ait bilgiler sonsuza dek saklanabilir. Hint mürekkebi kadar kalıcı olan işaret, sonsuza dek ilgili kişinin üzerinde kalır.”
5- Kitapta, verilen sözlerin tutulması halinde ise “kritik bilgi”lerin nasıl yok edildiğine dair ipuçları da var: “Eldeki bu devasa enerjiye rağmen, Kripto Şehir hala elektrik kesintilerinin sıkıntısını çeker ve bir NSA rapor(lar)ına göre, bu durum zaman zaman ‘kritik bilgi kaybı’na yol açar!”
6- Almanlar, ‘Gizli Dinleme’ sanatının her daim eski efendileridir! Abdullah Gül’ün ise başı ‘Krallığa Ait Sırların İfşası ve Devlet Sırları Yasası’nın ihlali yüzünden büyük belada! “Herkesin niyeti gider Kral’ın kulağına / Hayal bile edemeyecekleri bir yolla!”
7- 2012 Şita: Go codes ve/veya “M” / “W” Savaşı?!



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 14:13

Şah-ı Alem Penah V ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 5?!

(ya da Hükümet Diktatörlüğü ve/veya Sağır Tokat?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Seçimle Gelen Hükümdarlar, Dünya Demokrasi Tarihi
http://www.pandora.com.tr/urun/secimle-gelen-hukumdarlar-dunya-demokrasi-tarihi/232045
Yazarı: Dr Öğüt Yazman
Alp Kitap
1. Basım Nisan 2011
ANKA Matbaa
30 TL
393 sayfa
(…)
Sayfa 28:
“Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa, verdiği hükmü, yazılı olarak takdim eder, daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan ederler ki, Yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla Yargıçlık yapmak için oraya oturamaz.”
Hamurabi Kanunları, Madde 5
(M.Ö. 1795 – 1750)
(…)
Sayfa 29:
Osmanlılar’da “devlet” yerine “mülk” sözcüğü de kullanılmıştır. “Adalet, mülkün temelidir” yani “Adalet ‘devletin’ temelidir” diye.
(…)
Sayfa 42:
“Kimseye hakkı ya da adaleti satmayacağız, menetmeyeceğiz ya da geciktirmeyeceğiz.”
(Magna Carta)
(…)
Sayfa 44:
Dünyada ilk parlamenter deneyim ve uygulaması da İngiltere’de yaşanmıştır.
(…)
Sayfa 50:
1872 Anayasası ile oy vermede gizlilik ilkesi uygulamaya konuldu ve 1884 yasası ile tarım işçileri de oy hakkına kavuştu. İngiliz İşçi Partisi, 20. Yüzyıl başlarken kuruldu.
(…)
Sayfa 66:
Duverge’nin anlatımıyla:
“Amerikan işçi sınıfının, sınıf bilincinden yoksunluğu ve bireyci anlayışı sosyalist bir partinin” neden bulunmadığını açıklar.
(…)
Sayfa 73:
ABD’de, Başkan’ın 10 gün içinde veto etmediği ve onaylamadığı bir yasa metnine kongre ısrarcı olmaz ve tekrar görüşmezse o metin yok sayılır. Buna Başkan’ın gizli vetosu anlamında “cepteki veto” denilir.
(…)
Sayfa 74:
Federal düzeyde yargı yetkisi, üst mahkeme niteliğindeki bir kurula (Federal Yüksek Mahkeme) verilmiştir. Bu kurulun üyeleri Başkan tarafından Senato’nun onayı ile atanır. Suprem Court’s denilen bu mahkemeye atanan yargıçlar hayatları boyunca bu görevde kalırlar. Emekli olmak yargıçların isteğine bağlıdır. Ölüm, emeklilik gibi nedenlerle üyeliğin boşalması durumunda yeni yargıç atanabilir.
(…)
Sayfa 77:
Özetle “Çok seçim, çok oylama, çok demokrasi anlamına gelmiyor.”
(The Economist, 22 Temmuz 2010)
(…)
Sayfa 89:
“Her yurttaş, yazma, konuşma ve yayın yapma özgürlüğüne sahiptir.”
(İnsan ve Vatandaşlar Hakları Bildirisi, Madde 11)
(…)
Sayfa 103:
Şiddet dönemi sona ererken, ardında bir bilanço bırakıyordu. Toplam 300 binden fazla tutuklama, Paris’te giyotine gönderilen 2672 ve taşrada 20 binden fazla Fransız’ın ölümü…
(1794 Fransası)
(…)
Sayfa 109:
Krallık özlemi, Napolyon’un İmparatorluğu ve sonrası Parisliler’e gelince o zamanki bir anlatımla: “Paris her seferinde duygusuz kalmış ve gözlerini yummuştu.”
(…)
Sayfa 109:
“… Parisliler, evlere yapılan baskınları, tutuklamaları, sürgünleri gazetelerde okumaktaydılar. Yaptıkları ya umursamazlıktan ya da korkudan omuz silkip geçmekten ibaretti. Bu müthiş vurdumduymazlık, bu miskin sessizlik olsa olsa asıl büyük maceraya heveslenenleri cesaretlendirebilirdi. Sıkışınca, silahlı kuvvetlere sığınmak, onların yardımına dayanmak bir kural haline geldiğinden, yöneticilerin tek düşüncesi kumandanları ele geçirmek ve elde tutmak oluyordu.”
(İhtilal ve Darbeler Tarihi)
(…)
Sayfa 113:
Napolyon’un 28 Şubat’ta kaçtığını öğrenen kral…
(…)
Sayfa 114:
Napolyon Bonaparte, 5 Mayıs 1821’de St Helene adasında 52 yaşındayken öldü. Cenazesi ölümünden 20 yıl sonra Paris’e getirildi.
(…)
Sayfa 122:
Kendisini Seçen Meclis’e Darbe Yapan Cumhurbaşkanı!
Bu kez Cumhurbaşkanı Louis Napolyon darbe istiyordu. Meclis’e kızgındı. Kendisine ikinci defa Cumhurbaşkanlığı yolunu açacak Anayasa değişikliğine Meclis “Hayır” demişti. Ünlü yazar ve düşünürlerin onun diktatörlük istediğini yazıp söylemelerinden, basının muhalefetinden hiç hoşlanmıyordu. Amcası gibi astığı astık, kestiği kestik” bir hükümdar olmak istiyordu. Devamlı içinde bir sır olarak sakladığı bu arzusunu, sonunda Milli Savunma ve İçişleri Bakanları’na anlattı. Bir çekirdek kadronun kurulması ve buna bürokrasiden kilit isimlerin alınması gerektiğinde anlaştılar. Milli Savunma Bakanı, Paris Kumandanı ile İçişleri Bakanı, Paris Emniyet Müdürü ile görüşerek çekirdek kadro tamamlandı. Darbe Paris’te yapılacak ve buna göre nasıl olsa ayarlanıp susturulabilecekti.
(…)
Sayfa 123:
Sabahın 4’ünde tutuklamalar! 2 Aralık 1851 sabah 4’te harekete geçildi. Karşı koyması düşünülebilecek kumandanlar ve politikacılar gözaltına alındı ve hapsedildi. Birlik kumandanlıklarına yeni atamalar yapıldı.
(…)
Sayfa 128:
Fransız Devrimi’nin “Özgürlük, kardeşlik, eşitlik” ilkeleri yerine “iş, aile, vatan” ilkelerini koydu. Almanya’nın Fransa Büyükelçisi, adeta Patein’in akıl hocası durumundaydı. Patein, zaman geçtikçe daah da ileri giderek, Nazi yönetimine benzeyen, Yahudi aleyhtarlığı güden bir rejim kurdu ve bir cins Fransız ‘Führer’i haline geldi.”
(Sander’in anlatımıyla)
(…)
Sayfa 129:
Mareşal Patein, Almanlar çekilirken Almanya’ya götürüldü. Bir yıl sonra Fransa’ya getirildi ve yargılandı. İdama mahkum edildi ve cezası daha sonra ömür boyu hapis cezasına çevrilerek Atlas Okyanusu’ndaki küçük bir adaya gönderilerek hapsedildi. Mareşal Patein, yargılandığı zaman 89 yaşındaydı, altı yıl sonra sürgün edildiği adada öldü.
(…)
Sayfa 136:
Çin Halk Cumhuriyeti’ni, ABD’nin karşı tutumuna rağmen ilk tanıyan ülke Fransa olmuştur.
(…)
Sayfa 137:
De Gaulle, Avrupa Birliği’ni savunmuştur. 23 Kasım 1959 Strasbourg’ta yaptığı konuşmada bu “Avrupa Vizyonu”nu şu sözlerle açıklamıştı: “(Avrupa) Atlantik’ten Urallar’a kadar bütün bir Avrupa’dır. Avrupa budur. Böyle bir Avrupa, dünyanın kaderini belirleyecektir.” Almanya’yı ziyaret ederek, Avrupa Birliği fikrini geliştirmek için ilk adımı atmıştır. De Gaulle’ün Almanya ziyareti, Napolyon’dan sonra devlet başkanı olarak gerçekleşen ilk ziyaret olmuş ve ardından Fransa – Almanya dostluk anlaşması imzalanmıştır. Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurmaya yönelmiş ve yumuşama “detente” politikasını başlatmıştır.
(…)
Sayfa 138:
De Gaulle, Avrupa tanımına İngiltere’yi katmamıştır. İngiltere’nin Avrupa’da ABD’nin“Truva Atı” olacağını söylemiştir. İngiltere’nin Avrupa Topluluğu’na üye olma isteklerini “veto” ederek iki kez (1963 ve 1967) önlemiştir. İngiltere 1973 yılında üye olduğunda de Gaulle hayatta değildi.
(…)
Sayfa 151:
Sosyalizm sözcüğü 1810 – 1820 yılları arasında Robert Owen tarafından kullanılmıştır. Bazı başka görüşlere göre sosyalizm, komünizmi savunan Eflatun’la başlar.
(…)
Sayfa 258:
Rus mafyası bir zamanlar Sovyet Ordusu’nun görevlileri olan Rus Mühendisler’in kullandığı 60 bin bilgisayar şebekesine sızdı. O kadar ki, artık mafya gruplarının at koşturdukları İtalya’nın yerini, siber suçların yeni merkezi Rusya aldı.”
(Finacial Times, 19 Aralık 1998)
(…)
Sayfa 258:
Amerika’da yayınlanan USA Today gazetesi haberin devamında Yeltsin’in kızı Tatyana Dyaçenko ile Başkan’ın yakın danışmanlarının da skandalının ortaya çıktığı bankada 20 milyar dolarlık hesapları vardı. Gazete, o bankanın neden seçildiğini de açıklamıştı:“Çünkü o bankanın üst düzey iki yetkilisi de iki Rus’la evliydi.”
(…)
Sayfa 259:
İtalya’da yayınlanan Corriere Della Sera gazetesi ise bir İtalyan işadamının adını vererek Rusya ve İsviçre’de yürütülen iki soruşturmaya tanıklık yapmış ve şunları söylemişti: “Yeltsin, Türk, Finlandiya, Fransız ve İtalyan inşaat firmalarından ihale karşılığında rüşvet aldı.”
(Hürriyet, 28 Ağustos 1999)
(…)
Sayfa 259:
İktidar önce Kral’dan Parlamento’ya, sonra Parlamento’dan Hükümet’e geçti. Şimdi ise ‘Hükümet Diktatörlüğü’ var!”
(Duverger, 1975)
(…)
Sayfa 344:
Duverge, “Siyasal Rejimler” adlı incelemesinde bunu daha açık şöyle aktarıyor:
“İnsanlara hayvan gözüyle bakmak… İktidarı elinde tutanlar için sürekli eğilim olarak kalmaktadır.”
(…)
Sayfa 344:
Aşağıdaki diyalog bundan 2500 yıl öncesine aittir ve eski Çin’de geçer. Konfüçyüs’ten (M.Ö. 551 – M.Ö. 481) aktarıyorum:
“Thai Dağı’nın yanından geçerken, Konfüçyüs bir mezarın başında acı acı ağlayan bir kadına rastladı. Üstat adımlarını hızlandırıp hemen kadına yaklaştı; sonra da Tze – lu’ya kadının ağlamasının sebebini sordurdu. Tze – lu kadına “Senin ağlaman, acı üstüne acı çekenlerin ağlamasına benziyor” dedi. Kadın, “Öyle” dedi, “Bir seferinde kocamın babasını bir kaplan öldürmüştü, sonra bir başka kaplan kocamı öldürdü, şimdi aynı şekilde oğlumu da bir kaplan öldürdü.” Üstat, “Öyleyse neden bu diyardan gitmiyorsun?” diye sordu. Kadın şu cevabı verdi: “Burada hükümet baskısı yok da ondan.” Bunun üzerine Konfüçyüs şu yorumu yapar: “Unutmayın çocuklarım. Baskı yapan hükümetler, kaplanlardan daha dehşet vericidir.”
(…)
Sayfa 345:
John Locke (1832 – 1704) ise şunları yazmıştı:
“Bir kimse, kim olursa olsun – yasasız bir toplumda herkesin yaptığı gibi – hakkı olmadan kuvvet kullanırsa, bu kuvveti kendilerine karşı kullandığı kişilerle savaş durumuna girer. Bu durumda önceki bütün bağlar ortadan kalkar, başka bütün haklar sona erer ve herkesin kendisini korumaya ve saldırana karşı direnmeye hakkı olur.”
(Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi – 2002)
(…)
Sayfa 345:
“İnsanların, kendilerine sansarlar ya da tilkiler tarafından yapılabilecek kötülüklerden kaçınmaya çalışırken, aslanlar tarafından yutulmaktan memnun olacak, hatta bunun güvenli olduğunu sanacak kadar aptal oldukları düşünülmemelidir.”
Konfüçyüs


Kitabın adı: Anayasal Yurtseverlik
http://www.dr.com.tr/Kitap/Anayasal-Yurtseverlik/Jan-Werner-Muller/Arastirma-Tarih/Politika-Arastirma/Politika/urunno=0000000407391
Yazarı: Jan - Werner Müller
Çeviri: A. Emre Zeybekoğlu
Dost Kitabevi
Mayıs 2012, Ankara
138 sayfa
9,50 TL
(...)
ARKA KAPAK: Günümüzün liberal demokrasileri için yepyeni bir yurttaşlık teorisi sunuyor Jan-Werner Müller. Liberal ulusçuluk ve kozmopolitanizm çevresinde kurulu tüm yerleşmiş fikirleri redderek özgün anayasal değerler ve evrenselci normlar temelinde bir siyasi aidiyet tartışması öneriyor. Bir taraftan demokratik meşruiyetin önkoşullarıyla ilgili kimi esasları tanımlayan, bir taraftan da Avrupa Birliği ve Birleşik Devletler gibi örnekler üzerinden güncel uygulamalara dikkat kesilen bir inceleme Anayasal Yurtseverlik. Günümüz devletlerinin çokkültürlü yapısı üzerinden göçmen politikaları ve sivil erk gibi hayli hassas konuları da yeni bir entelektüel kavrayış ve tarihsel duyarlılık merkezinde ele alıyor.
"Anayasal yurtseverlik tartışmasının hem politik hem de entelektüel-tarihsel bağlam içinde açıklığa kavuşturulduğu daha açık ve daha titiz bir inceleme bilmiyorum. Jan-Werner Müller'in bu başat kavrama getirdiği usta işi yorum konuyu birçok yanlış anlamadan arındırıyor."
Jürgen Habermas
(...)
Sayfa 14:
Anayasal yurtseverlik fikri şimdiye dek değişken bir talihe nail oldu. Savaş ertesinde doğru, Almanya'yı böldü ve çoğunlukla "münasip" bir ulusal kimlik için zayıf bir ikame kavram - ülkenin birliğini sağlamasından sonra fazlasıyla ağdalı bir kavrama dönüşecek olan bir ikame kavram olarak görüldü.
(...)
Sayfa 16:
Örneğin; Bosnalı Müslümanlar'ın başkanı açıkça "Pan - Boşnak" bir anayasal yurtseverlik için çağrıda bulunmuştu.
(...)
Sayfa 17:
Kısacası, soykütüksel eleştiriye göre, anayasal yurtseverlik bu durumda evrenselci bir tebdili kıyafet altında boy gösteren ve "Avrupalı anayasal yurtseverlik" savunucularının arzu ettikleri gibi bütün Avrupa'ya hileyle kabul ettirilebilecek bir tür hususiyetçiliktir (particularism). Velhasıl, Thomas Mann'ın kabusu - yani Avrupalı bir Almanya'dansa, Alman bir Avrupa- tuhaf bir kılık altında gerçekleşiyor olabilir."
(...)
Sayfa 18:
Başka bir deyişle "insanlar" kendilerini yalnızca İngiliz ya da Hintli ya da İrlanda kökenli Amerikalı ya da Sırp asıllı Boşnak vs olarak hissetmek istiyorlar, "anayasal yurttaşlar" olarak değil.
(...)
Sayfa 19:
Dönüş teorileri (sipn theories)...
(...)
Sayfa 22:
Diğer bir deyimle ve zamanımızın en yaygın klişelerinden birinin tersine, her "kimlik" öncelikli olarak bir "Öteki" aracılığı ile "kurulmak" zorunda değildir.
(...)
Sayfa 25:
"İnsan" gerçekte "Almandır".
Marx, Alman ideolojisi
(...)
Sayfa 26:
Anayasal Yurtseverliğin Almanların
Suçluluk Ruhundan Doğuşu:
Özgür İletişimden Cumhuriyetçi Sadakate
(...)
Sayfa 51:
Ülkenin ardında eski "Devlet" dikildiğinde, adalet çok uzakta demektir. Yurtseverliğin modern şeklinde adaletin oynayacak fazla bir rolü yoktur ve her şeyden öte adalet ile yurtseverlik arasında bir ilişki kurmak için cesaret verecek hiçbir şey henüz söylenmedi.
Simone Weil, The Need for Roots
(...)
Sayfa 100:
Bosna'da 1990'ların başından ortasına dek sürmüş olanlara karşı kolektif körleşme (ve utanç), yakın geçmişte yer alan "ulus - aşırı hatıraya" bir örnek olarak gösterilebilir. Avrupa'nın müdahale etmekte gönülsüz davranmakla kendi liberal ideallerine ihanet etmiş olduğu konusunda "örtüşen bir ahlaki mutabakat" (overlapping moral consensus) oluşmuş gibi gözüküyor. Tabii burada "Avrupalı" ile "uluslararası" arasında bir çizgi çekmek zor ama Yugoslavya Savaşları'nın başında AB temsilcilerinin bunun "Avrupa'nın zamanı" olduğunu ne kadar ateşli bir biçimde savunmuş oldukları düşünülürse, bunun ardından gelen fiyaskonun sorumluluğu, en az AB kadar, Birleşmiş Milletler'e veya münferit ülkelere de yüklenmelidir.
(...)
Sayfa 124:
Bizzat "Ötekilik" hakkının uygulanması (diyelim isterseniz), "Ötekilerden" oluşan bir kuruluşun kararına bağlı olacaktır.
(...)
Sayfa 131:
Floransa Cumhuriyeti'ne dönemeyiz ama aynı zamanda ulusçuluğu anayasal demokrasi açısından güvenli kılmak için, diyelim ki, ideal liberal ulusçu bir Britanya ya da Kanada'nın üzerini kaplayan varağa da güvenemeyiz.
(...)
Sayfa 136:
Anayasal yurtseverlik, tam tersine, hem eleştirel düşünce hem de karmaşık duygusal bağlılıkla ilgili bir sürecin bunu güçlendirebileceğini iddia eder. Bu, her halukarda, anayasal yurtseverliğin vaadi - ve bazılarına göre, muhtemelen tehlikesidir.



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 20:42

Şah-ı Alem Penah VI ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 6?!

(ya da 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi ve/veya 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=113241
Yazarı: Prof. Dr. Fahir Armaoğlu
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fahir_Armao%C4%9Flu
Alkim Yayınevi, 2006
Birinci Baskı: 1997
Altıncı Baskı: Nisan 2012
1152 sayfa
19,50 TL
(…)
Sayfa 19:
Avrupa Tarihi’nin 1789 – 1815 dönemine egemen olan gelişmeler, sadece çağdaş Avrupa’nın değil, aynı zamanda çağdaş dünyanın oluşumunun da başlangıcını teşkil eder.
(…)
Sayfa 20:
Dolayısıyla, sözünü ettiğimiz dönemde, iki ana gelişmeden biri, ihtilal fikirlerinin etkileri, diğeri de, Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı sorunlarıdır. İhtilal fikirlerinin etkilerini de gözardı etmek mümkün değildir. Yunan ayaklanması ve Balkan kaynaşmalarında olduğu gibi.
(…)
Sayfa 23:
1815’in Avrupa’da 5 numaralı Prusya’sı, 1890’larda Avrupa’nın 1 numaralı kuvvet merkezidir. “Üçlü İttifak” bu merkez etrafında kurulacaktır.
(…)
Sayfa 19:
(Osmanlı huzur adası!) Bir tanesini zikredelim: 1572 yılında Fransa’da Katolikler, Sain – Barthelemy katliamı ile Protestanlar’a yaşama hakkı tanımazken, Bosna’nın Sokolovici köyünden Ortodoks Bayo, “Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa” adı ile Osmanlı Devleti’ni yönetmekteydi.
(…)
Sayfa 45:
Kaldı ki, İngiltere, Osmanlı Devleti’ni destekleme politikasının sonuçsuzluğunu görüp, 1878’den itibaren bu politikayı değiştirmeye karar verince, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması kaçınılmaz olmuştur. İleride göreceğimiz üzere, İngiltere’nin yerini Almanya’nın alması da derde deva olamamıştır. Zaten Almanya da Osmanlı Devleti ile beraber yıkılmıştır.
(…)
Sayfa 108:
İngilizler’den daima nefret etmiş olan ve hatta onları küçük gören Napolyon, Amiens görüşmeleri ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: “Beni hangi tarafımdan etkileyebileceklerini bilmeyen İngilizler, bana Fransa Kralı olmayı teklif ettiler. Kendilerine acıyarak omuz silktim. Bir yabancı sayesinde kral olmak! Ben zaten milletin iradesi ile hükümdar bulunuyordum.”
(Memorial de Sainte – Helene, Tome 7, p. 165)
(…)
Sayfa 109:
Bugünkü “lise”ler Napolyon tarafından kurulmuştur.
(…)
Sayfa 437:
Alman Milli Birliği’nin Kuruluşu
(…)
Sayfa 439:
Otto von Bismarck 1815 yılında Brandenburg’un küçük bir kasabasında dünyaya geldi.
(…)
Sayfa 440:
II. Aleksandr, Gorçakof’un şu sözünü benimsemişti: “Büyük bir devletin, büyük devlet olduğunun başkaları tarafından kabulüne ihtiyaç yoktur. Böyle bir devlet kendi kendini ortaya koyar.”
(…)
Sayfa 443:
Bismarck, Alman Birliği konusunda, iki şeyden çok çekinmiştir. Bunlardan biri Fransa’nın muhalefeti ve milli birlik hareketine karşı bir Fransa – Rusya blokunun ortaya çıkması, diğeri de Avusturya’nın muhalefeti idi.
(…)
Sayfa 488:
Bismarck, “Fransa müttefiklerden yoksun kaldığı sürece bizim için tehdit olamaz” diyordu.
(…)
Sayfa 491:
Bu ancak Alman İmparatoru, Şansölye De Beust’e “Kara Kartal” nişanının en yüksek rütbesini tevcih etti.
(…)
Sayfa 511:
Görülüyor ki, bir sömürge olma açısından, Tunus özellikle Fransa ile İtalya arasında bir çekişme konusu idi.
(…)
Sayfa 550:
… İngiltere, “Sine Germania, nulia salus”, yani “Almanyasız barış olmaz” demesine rağmen, Almanya ile bir ittifaka yanaşmamıştı.
(…)
Sayfa 566:
Fransa, Rusya’ya “İki milletin dost olması için resmi bir ittifaka gerek yoktur. Tehlike günü geldiği zaman, her biri gerçek dostlarını nerede bulacaklarını bileceklerdir” diyordu.
(…)
Sayfa 583:
1863’te Mısır Valisi İsmail Paşa, Osmanlı Devleti ileri gelenlerine para ve hediye dağıtmaktan geri kalmıyordu. “Kapıyoldaşı Hediyesi” denen bu paraların nereden geldiğini kimse sormuyordu. Padişah Abdülaziz ve Sadrazam Fuat Paşa Paşa da, İsmail Paşa’dan hoşnuttular.
(…)
Sayfa 604:
Afrika’da İngiliz – Fransız Çatışması
(…)
Sayfa 605:
Bundan dolayıdır ki, İngiltere Başbakanı Salisbury, “Bırakalım Galyalı horoz bu kumlarda eşinsin” diyordu.
(…)
Sayfa 613:
… “Aşkta ve politikada her şey mubahtır” şeklindeki bir İngiliz atasözünü hatırlatır.
(…)
Sayfa 631:
Görülüyor ki, “Entente Coriale”in bu gizli hükümleri ile bir toprak paylaşımı söz konusuydu. İngiltere, Mısır’ı alıyor, Fransa Fas’ı ve İspanya’yı susturmak için ona da Fas’tan bir miktar toprak veriliyordu.
(…)
Sayfa 637:
Edward Grey’e göre, İngiliz – Rus münasebetlerinin “tehlikeli noktası” İran’dı. İngiltere’nin İran politikası olarak Rusya’nınki ile çatışma halindeydi.
(…)
Sayfa 639:
İran iki devlet arasında nüfuz bölgelerine ayrılıyordu. Bu anlaşma üzerine, İngiltere’nin tanınmış mizah dergisi Punch, bir Kedi’yi, Aslan ile Ayı arasında gösteren bir karikatür yaparak altına şu yazıyı yazmıştı:
“Aslan Ayı’ya: Görüyorsun, sen kedinin başını ben kuyruğunun okşamayacağım. Sırtını da her ikimiz okşayacağız.” (Fay, p. 208)
(…)
Sayfa 666:
“Allah bizimledir.” (Golt mit Uns)
(…)
Sayfa 673:
Üçüncü olarak, 16 Ocak 1902’deki bir “İrade” ile Bağdat Demiryolu imtiyazının “Anadolu Alman Demiryolu Şirketi”ne verilmesi de Almanya ile İngiltere’yi çatışma durumuna getirmişti.
(…)
Sayfa 835:
Yeni Osmanlılar (Jön Türk) Hareketi!
(…)
Sayfa 873:
Von Bülow, süt döküldükten sonra feryat etmenin fayda vermeyeceğini, Almanya’nın müttefiki Avusturya ile dostu Türkiye’yi desteklediğini, lakin şimdi “İngilizler Türkler’den daha fazla Türk olduğuna göre” Almanya’nın Türkiye lehine müdahale etmeyeceğini bildirdi.
(…)
Sayfa 880:
(Ferdinand) Politikasında iki ülkeyi kendisine rehber edinmişti. Biri “Böl ve Yönet” (Divide and rule), diğeri de “Her insanın bir fiyatı vardır” idi. Yine bu çerçevede Ferdinand zamanında Bulgaristan’da “rüşvet” almış yürümüştür. Devlet memurları, üstü kapalı bir şekilde de olsa, “cebinizi doldurunuz” diye teşvik ediyordu.
(…)
Sayfa 977:
İspanyollar bir cunta “Junta: İspanyolca komite, konsey anlamında) kurdular ve…
(…)
Sayfa 1034:
Zaten köylü “Ben Çinliyim” demiyordu. “Çinli” diye bir kavram yoktu. Her köylü, kimliğini köyünün adı ile belirtiyordu. Çinli olma bilinci, Avrupa devletlerinin gelmesinden sonra başlamıştır.
(…)
Sayfa 1064:

Fakat Rusya başta olmak üzere, diğer devletlerin Çin ile yakından ilgilenmeleri, İngiltere’nin hoşuna gitmemiştir. Rusya bakımından, İngiltere’nin endişesi, bu devletin Asya’daki faaliyeti dolayısıyla Hindistan’dı.
(…)
Sayfa 1065:
İkincisi, Avrupa veya Batı devletleri Uzakdoğu’nun bu iki ülkesini, Batı’ya açmak isterlerken, sadece ve sadece sömürücü amaçlarını düşünmüşlerdir.
(…)
Sayfa 1066:
Japonya’nın Kore ile ilgilenmesi Çin’in hiç hoşuna gitmedi ve Kore Kralı’nı, Japonya’ya karşı Avrupa devletlerini oynamaya teşvik etti. Çin, Kore’ye “zehire, panzehirle karşı konulur” diyordu. Nitekim, Japonya’nın Kore ile ilgisinin artması üzerine, Amerika, İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa da. 1882’de Kore ile anlaşmalar imzaladılar.
(…)
Sayfa 1071:
(1895) Almanya da Rusya’yı destekledi. Fakat onun hesabı başkaydı. Esasında Almanya’nın Uzakdoğu’da herhangi bir toprak ihtirası yoktu. Fakat Almanya, soruna “Avrupa politikası” açısından baktı. Almanya, Rusya’nın Uzakdoğu’da başının derde girmesini ve bu suretle Avrupa’daki durumunun zayıflamasını istiyordu. Almanya, Fransız – Rus ittifakının kokusunu almış bulunuyordu. Dolayısıyla, bu ittifakı, Uzakdoğu maceraları ile zayıflatmak istiyor ve bunun için de Rusya’yı Uzakdoğu’’ya teşvik ediyordu. Almanya, on yıl süre ile bu politikayı izleyecektir. Ayrıca, Almanya, Rusya’yı desteklemediği takdirde, bunun Avrupa’daki Alman – Rus münasebetlerine olumsuz bir şekilde yansımasından çekiniyordu.
(…)
Sayfa 1074:
Çin’in Parçalanması (Break Up Of China)!
1895 yılında, Çin’in, Japonya’ya borçlu olduğu savaş tazminatının 400 milyon Franklık ilk taksidini ödemesi gerekiyordu. Fakat Çin’in bu parayı ödemesi imkansızdı. Onun için Rus ve Fransız bankalarından 400 milyon Frank borç aldı ve bu borcu Rus Hükümeti garanti etti.
(…)
Sayfa 1076:
1 Haziran 1899’da yapılan bir anlaşma, Sibirya ve Mançurya Demiryollarını Pekin’e bağlama hakkını Rusya’ya verdi. Rusya’dan sonra Almanya da fırsattan yararlanmakta gecikmedi.

………………….


Kitabın adı: 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=31612
Yazarı: Prof. Dr. Fahir Armaoğlu
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fahir_Armao%C4%9Flu
Alkim Yayınevi, 2009
Birinci Baskı: 1983
On Sekizinci Baskı: Nisan 2012
1200 sayfa
19,90 TL
(…)
Sayfa 67:
Osmanlı İmparatorluğu 1699’dan sonra bilhassa Rusya’nın tehdidi ve baskısı altına girmeye başlamış ve buna 18. Yüzyılın başlarından itibaren Balkanlar’da Avusturya da eklenmişti. Bunun neticesi olarak da, 18. Yüzyıl içinde, birkaç defa bu devletlerle savaşmak zorunda kalmıştı.
(…)
Sayfa 67:
Osmanlı Devleti dışarıdan kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı yanına bir büyük devleti almak suretiyle bir denge meydana getirerek varlığını korumaya, dağılma ve yıkılmasını önlemeye çalışmıştır. Buna “Denge Politikası” diyoruz. Şunu da hemen ilave etmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu denge politikası Cumhuriyet devrinde de Atatürk tarafından devam ettirilmiş ve bugünlere kadar (İki Almanya’nın birleşmesi, SSCB dağılana kadarki süreç’te HM) sürdürülmüştür.
(…)
Sayfa 67:
Denge politikası başlıca şu devrelere ayrılmaktadır:
1. 1791 (1798) – 1878: Rus tehlikesine karşı İngiltere’ye dayanma
2. 1888 – 1918: Rus ve İngiliz tehlikesine karşı Almanya’ya dayanma
3. 1920 – 1936: Batılılar’a karşı Sovyet Rusya’ya dayanma
4. 1938 – 1945 Faşist İtalya tehlikesine karşı İngiltere’ye dayanma
5. 1945 – Günümüze kadar. Sovyet tehlikesine karşı Amerika’ya dayanma
(…)
Sayfa 77:
19. yüzyıl içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli alanları büyük devletler arasındaki mücadelelere konu olmuştur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
A. Boğazlar üzerinde İngiliz – Rus mücadelesi
B. Balkanlar üzerinde Avusturya – Rusya mücadelesi
C. Mısır üzerinde İngiliz – Fransız mücadelesi
Ç. Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu topraklarında İngiliz – Alman mücadelesi
(…)
Sayfa 111:
19. yüzyılda ve 20 yüzyılın başında, sömürgeciliğin en etkili vasıtalarından biri demiryoludur. Demiryolu, bilhassa Asya ve Afrika’da sömürgeciliğin gelişmesinde en müessir vasıta olmuştur. 1890 yılında dünyadaki demiryollarının uzunluğu 617.000 km, 1913’te yüzde 80 nispetinde artmak suretiyle 1.104.000 km oluyor. 1890 – 1913 devresinde Asya’da demiryolu artışı yüzde 127’dir. Afrika’da ise bu oran yüzde 270’dir. 19. Yüzyıl’da sömürgeciliğin iki aktif alanı, Afrika ile Uzakdoğu olmuştur.
(…)
Sayfa 204:
Dawes Planı, Almanya’ya bir rahatlık getirdi. Yeni bir para sistemi ile ekonomisini düzeltti. Mark’ın kıymeti yükselmeye başladı.
(…)
Sayfa 249:
I. Dünya Savaşı’na ait gelişmeleri açıklarken belirttiğimiz gibi İngiltere, Arap halkını Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmak için özellikle Mekke Şerifi Hüseyin ile birtakım anlaşmalara girişmiş ve ona bir Arap İmparatorluğu veya bir Arap Devletleri Federasyonu kurmayı vaat etmek suretiyle Araplar’ın bağımsızlık duygularını kışkırtmıştı.
(…)
Sayfa 295:
Almanya’da Nasyonel – Sosyalizm ve Sonuçları
A – Nazi Partisi’nin İktidara Gelmesi
(…)
Sayfa 325:
İspanya İç Savaşı!
(…)
Sayfa 337:
Çinliler, “Japonya bizi bir enginar gibi yaprak yaprak parçalıyor” diyorlar.
(…)
Sayfa 362:
Mussolini, “Politik fahişe durumunda kalamayız” diyerek, kendi gücünü göstermek için Arnavutluk’u işgale karar verdi ve 5 Nisan 1939’da bu niyetini Almanya’ya da bildirdi.
(…)
Sayfa 443:
Avrupa’da Alman Üstünlüğü!
(…)
Sayfa 452:
Mareşal Georing “Bana iyi havalı beş gün veriniz, bir tane İngiliz uçağı bırakmam” diyordu.
(…)
Sayfa 516:
Sovyetler’in İran’a Yerleşme Çabaları!
(…)
Sayfa 523:
Yunanistan İç Savaşı!
(…)
Sayfa 587:
İsrail’in kuruluşu ve Arap – İsrail Savaşı 1948 – 1949!
(…)
Sayfa 623:
Sonuç:
1954 – 1959 arasındaki Ortadoğu buhranlarının en mühim neticelerinden biri, hiç şüphesiz, Sovyet Rusya’yı Ortadoğu politikasının aktif bir unsuru haline getirmiş olmasıdır. Bunun tek sebebini, Batı’nın bu bölgede yapmış olduğu hatalarda görmek yanlıştır. Şüphesiz bu hataların tesiri olmuştur. Fakat esas faktör: 1952 Temmuz’unda Mısır’da monarşinin yıkılmasından sonra Başkan Nasır’ın takip etmiş olduğu çok geniş çerçeveli politikasıdır.
(…)
Sayfa 708:
Buna komünistler “Uzun Yürüyüş” (The Long March) adını vermişlerdir. Bu gerilemeye rağmen sonunda komünistler on dört yıl sonra Çin’de iktidarı ele geçirmişlerdir. Nixon’un söylemek istediği bu “nihai zafer”di.
(…)
Sayfa 772:
Neticesiz Kalan SALT – II?!
(…)
Sayfa 809:
Vietnam Savaşı denen ve 1965’te başlayıp 1973 yılı başlarına kadar sekiz yıl devam eden, Amerika’nın Kuzey Vietnam’la mücadelesi, Amerikan tarihi bakımından olduğu kadar, savaş sonrası milletlerarası münasebetlerinin gelişmesi açısından son derece enteresan ve mühim bir hadise teşkil eder. Vietnam Savaşı, bir süper devletin, 17 milyonluk bir küçücük ülkede bataklığa nasıl saplandığının da bir hikayesidir. Bu, aynı zamanda, ağır tabiat şartlarından iyi yararlanan bir gerilla taktiğinin en mükemmel konvansiyonel silahlar karşısındaki zaferinin de bir ifadesidir.
(…)
Sayfa 857:
1973 Arap – İsrail Savaşı!?
(…)
Sayfa 895:
İran’da Şah’ın Devrilmesi, Yeni Rejim?!
(…)
Sayfa 931:
Türk Dış Politikası (1960 – 1980)
(…)
Sayfa 933:
Son yirmi yıllık Türk dış politikasının esas mihverini bir tek mesele teşkil etmiştir. Kıbrıs meselesi.
(…)
Sayfa 977:
II. Dünya Savaşı’ndan sonraki Türk – Amerikan münasebetleri iki ana bölüme ayrılır. 1945 – 1960 arasında bu münasebetler, sarsıntısız sağlam ve tam bir dayanışma gösterir. NATO bile Türkiye için Amerika demektir.
(…)
Sayfa 984:
Bu sebeplerden Türkiye’de 12 Eylül 1980 hareketi, Amerika tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Çünkü istikrar Türkiye’ye yeniden geliyordu.
(…)
Sayfa 985:
Türk – Sovyet Münasebetleri
… Her ne kadar Türkiye 1960 yılının başlarında, Sovyetler’le münasebetleri düzeltmek için harekete geçmiş ise de, 27 Mayıs 1960 darbesi ile bu teşebbüs gerçekleşememiştir.
(…)
Sayfa 1097:
2 Ocak 1990’da, Berlin Duvarı’nın yıkılacağını ilan etti ve 14 Ocak’tan itibaren de duvar yıkılmaya başladı.



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 20:48

Şah-ı Alem Penah VII ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 7?!

(ya da “Bizantine Commonwealth”, Petro I’in vasiyetnamesi’nden ve/veya İHTİLAL nasıl olur?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Batı’ya Direnen Devlet Rusya
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=440721
Yazarı: Doç. Dr. Yaşar Onay
Yeni Yüzyıl Yayınları!
Fiyatı: 20 TL
360 sayfa
(…)
Sayfa 13:
Bugün Rusya’nın itaat aktörü Putin’dir. Rusya’da daha önce de vurgulandığı gibi akıl, kolektif olarak çalışır; bu nedenle de özellikle Sovyet düzeni içinden yetişmiş bir lider olan Putin’in, Rusya’daki düzeni, Batı’nın beklediği ve istediği yönde dönüştürmeyeceği gerçeği de kabul edilmelidir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Putin
(…)
Sayfa 38:
Rus kelimesinin ise Fin kökenli bir kelime olan Ruotsi’den geldiği ve “kürek çeken adamlar” anlamında İskandinavyalı Vikingler için kullanıldığı ileri sürülür.
(…)
Sayfa 47:
“İstanbul Piskoposu, Roma Piskoposu’ndan sonra birinci olsun; çünkü İstanbul yeni Roma’dır!”
(…)
Sayfa 47:
Ruslar’ın Bizans’a olan ilgileri gerçekte çok daha eskidir. Oleg zamanında Bizans’lılara karşı çok ciddi saldırılar düzenlenmiş, bunlardan birisinde de İstanbul ele geçirilmiştir. İstanbul’un ele geçiriliş şekli özellikle bizler için oldukça ilginçtir. Zira Rus destanlarında bu olay anlatılırken, Oleg’in gemilerini karaya çıkartarak, tekerlekler üzerinde karadan İstanbul’a saldırıdğı söylenir. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u aynı strateji ile ele geçirdiğini düşünecek olursak, 910’lu yıllarda yaşanan bu olayın 1453’te Fatih Sultan Mehmed’e fikir verdiğini düşünebiliriz. Muhtemelen Fatih Sultan Mehmed, Ruslar’ın izlediği bu yolu bilmekteydi.
(…)
Sayfa 47:
İstila sırasında bile Türkler, kendilerine direnen şehirlerdeki kiliselere ve rahiplere dokunmamışlardır. Öyle ki, Rus Ortodoks Kilisesi’nin başı olan Kiev Metropoliti’ne “dokunulmazlık” sağlayan “yarlık” hakkı verilmiştir. Yarlık hakkına göre kilise mensupları her türlü vergiden muaf tutulmuştur. Böylece, Rus kilisesi sadece Ortodoksluğun değil, Rus kültütünün ve Rus milli hayatının saklandığı, korunduğu ve geliştirildiği bir kurum haline gelmiş ve Ortodoks gerçek bir Rus dini özelliği kazanarak, Rus kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuştur.
(…)
Sayfa 59:
Rus milli karakterinin en temel özelliği “koşulsuz vatanseverlik”tir.
(…)
Sayfa 60:
“…Tıpkı Tatar’ın Lanetliler ülkesi, yani cehennem anlamına gelen Tartar kelimesinden geldiği gibi! Fakat biz safız, biz Ortodoks’uz, biz iyiyiz, biz Slav’ız!”
(…)
Sayfa 61:
Düşmanlık özellikle Yahudilere yönelikti. Sovyetler Birliği döneminde sınıf düşmanlığı, Yahudiler’e karşı milli nefrete dönüşmüştü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudi sorunu olarak adlandırabileceğimiz sorun, günümüzde de etkilerini sürdüren bir hassas milliyetçilik sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
(…)
Sayfa 65:
(Eski Rusya ile yeni Rusya arasındaki fark!)
Çar = Parti
Çarlık Ordusu = Kızıl Ordu
Gizli Servis (Okhrana) = KGB
Halk = Halk
(…)
Sayfa 70:
Petro I’in vasiyetnamesi’nden:
Mümkün olduğu kadar, İstanbul ve Hindistan’a yaklaşmalıyız. Her kim İstanbul ve Hindistan’ı ele geçirirse, dünyanın hakimi olur. Rusya, Karadeniz sahillerinde askeri limanlar kurmalı; bu denizle birlikte Baltık Denizi’ne sahip olmalıdır.
(…)
Sayfa 80:
Jeopolitik teoriler arasında özellikle öne çıkan Harford Mackinder’in “Kara Teorisi”dir. Bu teoriye göre Asya, Avrupa, Afrika bütünü “Dünya Adası” olarak adlandırılır. Batı’da Volga, doğuda Sibirya, güneyde Himalayalar, kuzeyde Buz Denizi arasındaki bölge “Heartland (Kalpgah)” veya “Merkez Bölgesi” kabul edilmiş; Avrupa, Rusya’sının tamamına merkez bölgesi içinde yer verilmiştir. “Kara Hakimiyeti Teorisi”ne göre; Doğu Avrupa’ya hakim olan merkez bölgesini kontrol eder. Dünya Adası’na hakim olan Dünya Adası’nı kontrol eder. Dünya Adası’na hakim olan dünyayı kontrol eder. Tarih boyunca bütün büyük fatihler bilerek ya da bilmeyerek bu güzergahları izlemişlerdir.
(…)
Sayfa 83:
Bu gerçeği Rahip Philotheus şöyle dile getiriyordu:
“Yeni bir Roma, III. Roma, kuzeyden yükseliyor ve kainatı aydınlatıyor. Bu III. Roma sonsuza dek sürecek ve IV. Roma asla olmayacaktır. Bu nedenle Moskova kutsal bir yer haline gelerek, Roma’nın mirasçısı olma hakkını devralmıştır. Onun görevi bir dünya İmparatorluğu haline gelmektir.”
(…)
Sayfa 85:
III. İvan, papanın umutlarını boşa çıkarmaktan başka, Dünya Ortodoksluğu’nun da tek temsilcileri olduğunu ileri sürdü. Bu amaçla ilk adım olarak, Bizans’ın “iki başlı kartal”ını kendi arması olarak kabul etti ve bir anlamda Moskova Knezliği’ne “Doğu Roma İmparatorluğu”nun varisi görüntüsü vermeye çalıştı. Böylece, Moskova’ya III. Roma adı takılırken, İstanbul’a da Çargrad” adı verildi. Bu dönemde geçmişte Bizans’a ait bütün töre ve törenler Rus sarayına sokuldu.
(…)
Sayfa 92:
Toplantı sonrasında yaşananlar II. Katerina’ya Rus yaşamını tanıma fırsatı verdi. Ne de olsa o, gerçek bir Rus değil, Alman Prensesi’ydi.
(…)
Sayfa 102:
Rus subayları ve Rus aydınları, özellikle Alman idealist felsefesinden etkilenmişlerdi.
(…)
Sayfa 116:
Rusya’ya geri döndüğünde 40 yaşında olan Tioutchev’in (1803 – 1875) en büyük düşü İstanbul’un yeniden ele geçirilerek, Slav İmparatorluğu’nun başkenti yapılmasıydı. İstanbul’a olan hayranlığını ise şöyle dile getiriyordu: “Moskova Petro’nun kenti, İstanbul ise Konstantin’in kenti. İşte Rus İmparatorluğu’nun iki başkenti. Fakat bunların sınırları nedir?”
(…)
Sayfa 119:
Görüldüğü gibi Slavlar, tarihleri boyunca Türk veya Germen kökenli devletlerin siyasi ve kültür tesirinde hatta egemenliği altında kalmışlardır. (Slav altılısı; Ruslar, Lehliler, Çekler, Bulgarlar, Sırplar ve Hırvatlar.)
(…)
Sayfa 120:
1711’de Prut seferi münasebetiyle Çar’ın Balkanlar’daki Slavları Türk hakimiyetine karşı ayaklandırmak teşebbüsü bunlardan biri sayılabilir.
(…)
Sayfa 129:
Panislavizim = Rus dili + Rus dini 6 + Rus kültürü = Rus egemenliği
(…)
Sayfa 149:
Çarlık Rusya’sı, Osmanlı İmparatorluğu’nun güçsüzlüğünden faydalanarak Türk Boğazlarını kendi topraklarına katmayı amaçlamıştı. Ağustos 1914’te savaş başladığında, Talat ve Enver Paşalar “Türkiye’nin (Osmanlı) bu savaşta tarafsız kalacağını, Balkanlar’daki statükonun korunmasının çok önemli olduğunu ve bunun korunması için gerek duyulması halinde, 250 bin kişilik bir ordunun Rusya ile birlikte hareket etmek üzere hazır tutulduğunu İstanbul’da bulunan Rus elçisine söylemişlerdi. Buna karşılık Rusya, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olacaktı. Ancak, Çarlık Hükümeti, Türkiye’nin bu teklifini ciddiye bile almadı. Ziar Rusya’nın niyeti, daha önce de belirtildiği gibi, Türk topraklarının tamamını kendi egemenlik sahasına katmaktı. Nitekim 1915’te, Rusya’nın ısrarı üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Türkiye’nin nasıl paylaşılacağı, Devrim sonrasında Bolşevikler tarafından açıklandı.
(…)
Sayfa 156:
Araştırmacı - yazar Aytunç Altındal’ın da belirttiği gibi “Bizantine Commonwealth” düşüncesinin hayata geçirilmesi pekala mümkün olabilir. İlk kez 1980’li yıllarda tarihçi ve ilahiyatçı Dimitri Obolensey tarafından ortaya atılan bu düşünceye göre; Bizans – Slav kökenli cemaatlerin ya da kavimlerin 6. Yüzyıldan 16. Yüzyıla kadar süren yaklaşık 1.000 yıllık dönemlerinde kurdukları dinsel birlik yeniden canlandırılmalıdır. Böylece Rusya bir anlamda, Ermenistan, Ukrayna, Moldovya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan ve Kıbrıs’ı da içine alan bölgesel politik kuşağın başına geçecektir!”
(…)
Sayfa 157:
İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi, statü itibariyle “Eşitler arasında birincidir”; ancak güç, Rus Ortodoks Kilisesi’ndedir. Bununla birlikte istenilen hedeflere ulaşılmasında, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi geçmişte olduğu gibi bugün de kullanılmak için ideal olma özelliğini muhafaza etmektedir. Bu bağlamda, “Bizantine Commonwealth”in gerçekleşebilmesi için atılması gereken en önemli adım, Fener Rum Patrikhanesi’nin “bağımsızlaştırılması”dır. Son yıllarda giderek önem kazanan bu konu Türkiye’nin geleceği ile de çok yakından ilgilidir.
(Yakın geçmişe kadar Patrikhane’nin izlediği ve açıkça din işleri ile pek ilgisi bulunmayan faaliyetlerinin bir dökümü yapıldığında karşılaşılan manzara, konunun Türkiye açısından önemini açıkça ortaya koymaktadır… Yunan Hükümeti’nin işgal edememesi ihtimalleri üzerine kurulmuş Rum Pontus Cemiyeti’nin, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine hazırladığı Pontus haritası Patrikhane’de bastırılmış ve Anadolu’daki bütün Metropolitler’e gönderilmiştir.)
(…)
Sayfa 165:
Sovyetler Birliği’nin başına gelenler ile Çarlık Rusya’sının başına gelenler arasında çok büyük bir farklılığın olmadığını, Rusya ile ilgilenen herkes yakından bilir. Lenin ve beraberindekiler Almanya’ya gitmek üzere Rusya’dan ayrılırlar, ancak…
(…)
Sayfa 157:
Tanınmış Rus yazarlarından Tolstoy’un, Pravda gazetesinde yer alan çarpıcı sözlerinden: “Bütün Slav milletlerinin tarihini yeniden tefsir etmek ve yeniden düzenlemek bizim için elzemdir. Bin yıldan beri bizim genç kanımızla ihtiyar Bizans canlandı ve Slavlar sayesinde antik medeniyet korundu ve feodal Avrupa’ya nakledildi…”
(…)
Sayfa 223:
Özellikle Varşova Paktı ülkelerinde generallerin askeri bir ihtilal ile ülke yönetimini ele geçirme istekleri içinde olduğuna dair bilgiler KGB’ye ulaştığında, bazı ilginç tesadüfler ortaya çıkmaya başladı:
* 2 Aralık 1984’te Doğu Alman Milli Savunma Bakanı ve Ordu Generali Gofman, kalp krizi sonucu vefat etti.
* 15 Aralık 1984’te Macaristan Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı ve ordu generali Olah, kalp krizi sonucu 59 yaşında vefat etti.
* 16 Aralık 1984’te Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve ordu generali Dzur, kalp krizi sonucu 66 yaşında vefat etti.
* 20 Aralık 1984’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Politbüro üyesi, SSCB Savunma Bakanı Mareşal Ustinov vefat etti.
Varşova Paktı Savunma Bakanları’nı birer birer yok eden neden gerçekten kalp krizi miydi?
(…)
Sayfa 233:
İşte tam bu noktada devreye giren KGB şefi Viktor Chebrikov, politbüro üyelerinin yolsuzlukları ile ilgili hazırladığı dosyanın varlığından üyeleri haberdar ederek, bu dosyanın ortaya çıkarılması durumunda her bir üyenin düşeceği durumun kötülüğü konusunda uyarıda bulundu. Bu açıkça Gorbaçov’un önünün açılması için yapılan bir şantajdı. İşe de yaradı. 1985’te Gorbaçov, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin en yüksek makamına, genel sekreterliğe getirildi.
(…)
Sayfa 274:
Rusya’nın şu anda yürürlükte olan askeri stratejik konseptinde tehdidin kaynağı olarak ABD ve Batı gösterilmektedir. Stratejik ilişkilerin zaman süresinin alt sınır 25 yıldır ve yaklaşık 30-40 yıllık bir süreyi kapsar.
(…)
Sayfa 319:
Rusya tarihinin her döneminde adına “Derin Devlet” denen oluşum varlığını sürdürmüştür. Derin devletin görevi, koşullar ne olursa olsun devletin yaşamını sürdürmesi için yasal ya da yasal olmayan her çözümün tereddüt edilmeden kullanılması olarak tespit edilebilir. Her ülkede birbirinden farklı olsa da, derin devlet vardır. Rusya’da derin devlet, tarihin her döneminde istihbarat servisinin etrafında şekillenmiştir. Çarlık döneminde “Okhrana”, Sovyetler döneminde “KGB”, şimdi ise “KGB”nin sadece adının değiştiği, ancak “KGB” yöntem ve uygulamalarının aynen kabul edildiği “FSB”, Rusya’da derin devletin merkezidir. Yeltsin döneminde bile etkisini sürdüren Rus derin devleti, Putin’in “Başkanlık”a getirilmesinde çok önemli rol oynamış ve Putin’le birlikte daha da etkili hale gelmiştir.
(…)
Sayfa 321:
Bugün Putin Rusya’da efsane olmuştur, üçüncü kez başkan seçilir veya seçilmez ancak kesin olan bir şey varsa, o da artık Putin’in Rusya’da efsane olduğudur.
(…)
Sayfa 324:
Rusya, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol üreticisidir. Dünyanın en büyük doğalgaz rezervine sahiptir ve Rusya’nın ihracatının yüzde 60’ını petrol gelirleri oluşturmaktadır.
(…)
Sayfa 325:
Rusya, İran ile aktif ticari işbirliği içindedir. Ayrıca Çin’le birlikte İran’a ve Kuzey Kore’ye uygulanması düşünülen yaptırımlara karşıdır. Kısaca neredeyse daha da küçüleceği düşünülen Rusya şimdi uluslararası sistemin en önce gelen aktörlerinden birisi haline gelmiştir.
(…)
Sayfa 355:
Kısaca söylemek gerekirse Rusya, dün olduğu gibi bugün de Batı’ya direnen bir devlet olarak karşımızdadır. Bu tarihin derinliklerinden gelen bir seçimdir ve Rus halkı ile Rus devletinin yazgısı belirlemiştir. Rusya ne Doğuludur ne Batılı ne Avrupalıdır ne de Asyalı! Rusya, Rusya’dır!
(…)
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/08/yakan-top-ii.html



Kitabın adı: Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali
Hazırlayan: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Dağıtım: Turkuaz Sabah Gazetesi hediyesidir.
Hazırlayanlar:
Prof Dr. Hayrettin Karaman
Prof Dr. Ali Özek
Prof Dr. İbrahim Kafi Dönmez
Prof Dr. Mustafa Çağrıcı
Prof Dr. Sadrettin Gümüş
Doç Dr. Ali Turgut
(…)
Sayfa 82!
Nisa Suresi!
30. Ayet:
“Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi ve öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.”
(…)
Sayfa 82:
(Karşılıklı rızaya dayanan mal, para, emek, ücret vb mübadele çeşitleri hem fertler, hem de onların teşkil ettiği toplum için faydalıdır; bu sebeple de meşrudur. Rızasız ve haksız kazançlar ise geçici refah ve menfaatler sağlamakla beraber, arkasından isyanlar, İHTİLALLER ve felaketler getirir. Ayet, ‘Başkasının malını’ demek yerine, ‘Mallarınızı’ demek suretiyle, ‘Milli servet’ mefhumuna ışık tutmaktır. Mali haksızlıkların getirdiği felaketlerden birisi ve belki en önemlisi katildir; haksızlıkla ve haram yollardan servet yapmak, fert ve cemiyet olarak adım adım ölüme gitmek demektir. Çünkü; ferdi intikam duygusu, ferdi öldürmelere yol açarken, sosyal sınıflar arası intikam duygusu da SOSYAL PATLAMALAR ve İHTİLALLER’E sebep olmaktadır.)
(…)
31. Ayet:
Eğer yasakladığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.
http://ahmetdursun374.blogcu.com/ihtilal-havasi-hayrullah-mahmud-ozgur/9566830



Ve…
Son olarak…
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 21:48

Şah-ı Alem Penah VIII ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 8?!

(ya da JFK suikastten sağ kurtulabilir miydi ve/veya AKP’nin JFK’sı RTE mi?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: JFK 22 / 11 / 63
http://www.altinkitaplar.com.tr/video-galeri?id=040612121825
http://www.altinkitaplar.com.tr/221163/
http://tr.wikipedia.org/wiki/John_F._Kennedy
23 KASIM 1963, CUMARTESİ, Daily News ön sayfa
Ön Kapak: JFK HAYATINI KAYBETTİ / LBJ GÖREVİ DEVRALDI
23 KASIM 1963, CUMARTESİ, Daily News EXTRA
Arka Kapak: JFK SUİKASTTAN SAĞ KURTULDU / EŞİNİN DE SAĞLIK DURUMU İYİ
Yazarı: STEPHAN KING
TÜRKÇESİ: ZEYNEP HEYZEN ATEŞ
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
1. BASIM / HAZİRAN 2012
816 sayfa
30 TL
(…)
22 KASIM 1963’te, Dallas’ta üç el silah sesi duyuldu. Başkan Kennedy öldü ve dünya tarihi değişti. Peki, bütün bunları değiştirme şansınız olsaydı? Eğer sizi 1958 yılına götürecek bir “Tavşan deliği” keşfetseydiniz ve bu yolculuktan istediğiniz an tekrar günümüze dönebileceğinizi bilseydiniz ne yapardınız? Üstelik geçmişte ne kadar kalırsanız kalın, döndüğünüzde şimdiki zamanda yalnızca iki dakika geçmişken...
(…)
Sayfa 5:
Eciş bücüş bir adamın, tek başına, bir devi, hem de adamlarıyla, limuzinlerle ve akıl almaz güvenlik önlemleriyle kuşatılmış bir devi devirişini bizim basit dimağlarımızın kavraması mümkün değildir. Dünyadaki en güçlü milletin lideri, böyle silik biri tarafından katledilebilmişse, içinde yaşadığımız dünyanın dengesizliğini kabullenmekten başka seçeneğimiz kalmaz ve anlamsız bir evrende yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşmenin zamanı gelmiş demektir.
Norman Mailer
Eğer aşk gerçekse, çiçekbozuğu bile bir gamze kadar sevimlidir.
Bir Japon atasözü
Dans etmek hayattır.
(…)
Sayfa 33:
Abe Lincoln’ün resminin altında “GÜMÜŞ OLARAK KARŞILIĞI VARDIR” yazıyordu ve başkanın yüzünün sol tarafında büyük mavi bir 5 vardı. Parayı ışığa tuttum.
(…)
Sayfa 39:
Asıl soru hangi zamanda olduğumuzdu.
(…)
Sayfa 44:
Globe’un eski bir sayısıydı ve başlığında “DULLES, KIZIL ÇİN MÜDAHALE EDERSE DURGUNLUK YAŞANACAĞINI İMA ETTİ” yazıyordu. Tarih 9 Eylül 1958 Salı’ydı.
(…)
Sayfa 63:
“İngilizce’de ‘Akıntının yönünün değiştiği an’ diye bir deyim vardır, bundan bahsedildiğini duymuş muydun?”
(…)
Sayfa 63:
“Kartografiden. Eskiden dağlık arazilerde, suyun akışının yönünü değiştirmek için set çekerlermiş. Tarih de bir nehir değil midir?”
(…)
Sayfa 64:
İki Mercedes’ten daha ucuza başkanlığı satın alabilmenin düşüncesi beni susturmaya yetti.
“Ama sıra tarih denilen nehre geldiğinde, en önemli dönüm noktaları suikastlardır – başarılı olanlar ve başarısız olanlar. Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın akli dengesi yerinde olmayan Gavrilo Princip tarafından vuruluşu I. Dünya Savaşı’nı tetikledi. Diğer taraftan Claus von Stauffenberg 1944’te Hitler’i öldürmeyi başaramadı – çok yaklaşmıştı ama olmadı – savaş devam etti ve milyonlar öldü.”
(…)
Sayfa 65:
“Tarihin akışını değiştirebilirsin Jake. Beni anlıyor musun? Kennedy sağ kalabilir?”
(…)
Sayfa 67:
“Kelebek etkisi.”
“Doğru ya. Ufacık detayların bile büyük etkileri olabileceği anlamına geliyor. Anafikir şu, adamın biri Çin’de bir kelebeği öldürüyor ve kırk yıl sonra Peru’da bir deprem oluyor. İlk olay ikinciyi tetikliyor. Senin kulağına da çılgınca gelmiyor mu?”
(…)
Sayfa 73:
Kurşun, generalin kolunu yalayıp geçmiş.
(…)
Sayfa 75:
Dünyayı değiştirmek istiyorsan işte sana şans. Kennedy’yi kurtar, kardeşini kurtar, Martin Luther King’i kurtar. İsyanları engelle. Vietnam Savaşı’nı engelle.” Öne eğildi. “Bir pislikten kurtularak milyonların hayatını kurtarabilirsin.”
(…)
Sayfa 80:
“Dur da sana yardım edeyim ihtiyar” dedi.
(…)
Sayfa 87:
John Kennedy sağ kalabilir. Onu kurtarabilirsin jake.
(…)
Sayfa 88:
Star Wars’taki askerlerden biri gibi giyinmiştim.
(…)
Sayfa 112:
Girişteki tabelaya göre adı “NEŞELİ BEYAZ FİL”di.
(…)
Sayfa 121:
Afişlerde Yükseklik Korkusu ve Uzun Yaz filmlerinin gösterildiği yazıyordu.
(…)
Sayfa 123:
Cırcırböceklerinin sesi daha da güçlenmişti. Ay, bulutların arkasında kalmıştı.
(…)
Sayfa 127:
“ÇALMAK NE HEYECAN VERİCİ BİR İŞTİR, NE MODA, NE DE HASTALIK! ÇALMAK BİR SUÇTUR VE SUÇLULARI YARGIYA TESLİM ETMEKTEN ÇEKİNMEYECEĞİZ!”
(…)
Sayfa 130:
“Ford’un motoru kaç çekişli?” Yine Maine aksanı. “V- 8 mi?”
(…)
Sayfa 151:
“Charlie Chaplin Fransa’ya gitti! Oradaki kadınları seyretti. Kraliçe’ye selam! Benim babalık sorup durur nerde benim param?”
(…)
Sayfa 162:
SEÇENEKLER
1. Polise haber ver.
2. Adını vermeden kasabı ara (seni izliyorum pislik herif, bir şey yapmaya kalkarsan polisi ararım gibisinden bir şeyler söyle.)
3. Bir suçu kasabın üstüne yık.
4. Bir şekilde kasabı etkisi hale getir.
(…)
Sayfa 165:
2011’in bilgisayarlarla dolu dünyasında Henry’nin hikayesini kontrol etmek kolaydı…
(…)
Sayfa 166:
“SİLAHLARDA SONBAHAR İNDİRİMİ”.
(…)
Sayfa 167:
Kapıda, “YARIN GÖSTERİME GİRİYOR! FIRTINA YOLU (MITCHUM) & VİKİNGLER (DOUGLAS) yazıyordu. Afişler Derry’li sinemaseverlere nefes kesici maceralar vaat ediyordu.
(…)
Sayfa 130:
“Anlamadım!”
“Ben Yahudi’yim evlat!”
Yüzümde beliren ifadeyi görünce sırıttı. “Demek bilmiyordun. Istakozundan yemediğim halde anlamamıştın. Şimdi kalbim sızladı.”
“Yahudi olmanın neyi değiştirdiğini çözmeye çalışıyorum” dedim.
(…)
Sayfa 177:
Troy’un Amerikan futbolundan Külkedisi’nin Maceraları’nı izlemekten daha fazla hoşlandığı belliydi.
(…)
Sayfa 180:
Örneğin savaş denildiğinde kastedilen İkinci Dünya Savaşı’ydı; çatışma Kore demekti. Her ikisi de gerilerde kalmıştı. İnsanlar Rusya ve güdümlü füzeler konusunda endişeliydi ama fazla değil. Gençliğin yozlaşmasından endişeliydiler ama fazla değil. Ekonomik gerileme vardı ama…
(…)
Sayfa 188:
Geçmiş değişmek istemiyor. Geçmiş inatçı.
(…)
Sayfa 207:
“Kes sesini! Oturup bekleyeceğiz!”
(…)
Sayfa 207:
Bir dakika daha. Ellery Queen’in Maceraları’nın başlamasına yirmi beş dakika vardı.
(…)
Sayfa 219:
“KANALİZASYON BORUSU ONARILANA DEK BU NOKTANIN ÖTESİNE GEÇİŞ YASAK.”
(…)
Sayfa 225:
“Çünkü gergindim. Ve artık bir önemi yok. Ok yaydan çıktı.”
(…)
Sayfa 234:
Gazetenin 7 Kasım tarihli nüshasını arıyordum. İkinci sayfada, araba kazası haberi ile kundaklama haberi arasında “POLİSLER KİMLİĞİ BİLİNMEYEN ADAMI ARIYOR” yazıyordu.
(…)
Sayfa 241:
Kennedy fikrini değiştirmese ve askerleri çekmese bile Harry, 6 Şubat 1968’de aynı yerde olur muydu? Hiç sanmıyordum.
(…)
Sayfa 261:
“İŞADAMI MEZARLIKTA ÖLÜ BULUNDU!”
(…)
Sayfa 265:
“LÜTFEN BANA İNAN VE BİR DOKTORA GÖRÜN!”
Bir dost
(…)
Sayfa 280:
Sorular muhteşemdi. İşte iki favori soru:
22. “Moby …” Melville’in başyapıtının adını tamamlayınız.
a. Tom
b. Dick
c. Harry
d. John
37. Yedi Masalı Ev’i kim yazmıştır?
a. Charles Dickens
b. Henry James
c. Ann Bradstreet
d. Nathaniel Hawthorne
e. Hiçbiri
(Hawthorne’un House of Seven Gables romanıyla ilgili kelime oyunu.)
(…)
Sayfa 282:
“Kendinizi tehlikede hissettiğiniz zamanlarda size öneririm…” demişti 1995’teki profesörüm. “Sezgilerinize güvenmeniz.”
(…)
Sayfa 293:
Bu arada bay Johnson ırkçı nutkuna devam ediyordu.
“Nuh bir gün gemide sarhoş olmuş, çırılçıplak yatağında yatıyormuş. Oğullarından ikisi ona bakmaya utandıklarından diğer tarafa dönmüş ve babalarının üstüne battaniye örtmüşler veya belki basit bir bez örtmüşlerdir, bilmiyorum. Ama Ham – ailenin yüzkarası – çıplak babasını seyretmiş ve bu yüzden Tanrı onu ve onun soyundan gelenleri lanetlemiş. İşte sana zencilerin hikayesi. Yaratılış, dokuzuncu bölüm. Dilediğin gibi açıp bakabilirsin. Amberson.”
“Hı hı” dedim. Irkçılıkla yaşayabilir ve delirmezdim.
(…)
Sayfa 298:
“DENHOLM ASLANLARI” yazıyordu. “3 YILDIR BÖLGE ŞAMPİYONU!”1960’ta da şampiyon olacağız! Bastır Jim Gücü!
(…)
Sayfa 314:
Aslanlar Amerikan futbolu takımında tek bir yıldız vardı, o da Jim LaDue’ydi.
(…)
Sayfa 314:
Şimdi kafasındaki eski püskü şapkayı geriye ittirişini izlerken, Gazap Üzümleri’ndeki Henry Fonda’ya benziyordu adeta.
(…)
Sayfa 322:
Kendimi komik hissediyordum - Mad dergisindeki “Casus Casusa Karşı” karikatürlerine benziyordum – ama böyle konularda dikkatli davranmam gerektiğini öğrenmiştim.
(…)
Sayfa 329:
“Bazen Dünyanın Durduğu Gün filmindeki Michael Rennie gibi bir uzaylı olduğunu düşünüyorum.”
(…)
Sayfa 330:
“Ne hoş bir kıyafet. Speedy Gonzales’e dönmüşsün.”
(…)
Sayfa 340:
“Batı Yakasının Hikayesi müzikalinden bir şarkı çalmanın aşırıya kaçmak olmayacağına emin misin?”
(…)
Sayfa 342:
Bizden istedikleri gibi A diye bağırdık. A harfini sırasıyla S, L, A, N, L, A, R takip etti.
Yani?
“ASLANLAR!”
(…)
Sayfa 342:
Amigo kızlar “Aslanların gururu kim? Aslanları zafere taşıyan kim?” gibisinden bir şeyler bağırır ve kalabalık “JIM! JIM! JIM!” diye karşılık verirdi.
(…)
Sayfa 347:
Sonbaharda yapılacak tiyatro gösterisi için 12 Öfkeli Adam’ı seçtim.
(…)
Sayfa 340:
Seçmeler Ekim’de yapılacaktı, provalara 13 Kasım’da Aslanlar’ın son büyük maçından sonra başlayacaktık.
(…)
Sayfa 348:
Ceketinin yakasında garip, fütüristik bir rozet vardı, “KİMSEYE GÜVENME” yazıyordu rozette.
(…)
Sayfa 360:
Bu gençlerden hiçbiri Yıldızlarla Dans gibi yarışmalarda dereceye girmezdi ama gençtiler, enerji doluydular ve eğlendikleri her hallerinden belliydi.
(…)
Sayfa 370:
“DENHOLM ASLANLARI’YLA KÜKRÜYORUZ”…
(…)
Sayfa 381:
Yehova Şahitleri’nin Sadie’nin kapısını çalışından kısa süre sonra – kasım başları olmalı; çünkü 12 Öfkeli Adam uyarlamamın rol dağıtımını tamamlamıştım – çimenleri biçerken birinin seslendiğini duydum. “Selam George, nasıl gidiyor?”
(…)
Sayfa 388:
Duvara karakalemle “YAKINDA BAŞKANI ÖLDÜRECEĞİM” yazılmıştı. Altına biri “GEÇ BİLE KALDIN, ADAM HASTALIK SAÇIYOR” diye eklemişti. Son yazı koyu renk rujla yazılmıştı. Belki de kanla.
Tak şak tak.
Yukarıdan gelen sesler.
(…)
Sayfa 403:
Ivy’nin köpeğini tatile götürmek gibi deyişini hatırladım.
(…)
Sayfa 404:
Yemekler soğudu ama tatlı olarak pasta var! (İntikam soğuk yenen yemektir, HM)
(…)
Sayfa 407:
“Zaten Fareler ve İnsanlar’da büyük başarı elde etmiştin” dedi.
(…)
Sayfa 409:
Seni sinsi tilki seni. Duymamışsın!
(…)
Sayfa 423:
“Artık gitmelisin George.”
“Bana ona karşı dikkatli olacağına söz verirsen giderim.”
“Söz veriyorum! Söz veriyorum! Söz veriyorum!’”
(…)
Sayfa 425:
“Bana her şeyin ne kadar güzel olabileceğini gösterdiğin için teşekkür ederim. Lütfen vedalaşmaya gelme.”
(…)
Sayfa 430:
Kimse benim için hoş geldin partisi düzenlemedi.
(…)
Sayfa 440:
Al notlarında şöyle yazmıştı: Oswald, 10 Nisan 1963 günü tek başına hareket etmişse yedi ay sonraki Kennedy suikastına başka bir keskin nişancının karışmış olması ihtimali sıfıra iner. Altına büyük harflerle kararını yazmıştı:
OROSPU ÇOCUĞUNUN İŞİNİ BİTİRMEK İÇİN BU KADARI YETER.”
(…)
Sayfa 449:
Resmin altında yaldızlı harflerle “TEBRİKLER JIM LADUE, 1960 ve 1961’İN EN İYİ OYUN KURUCUSU! ALABAMA’DA İYİ ŞANSLAR! SENİ HİÇ UNUTMAYACAĞIZ!” yazılmıştı. En alttaysa insanın gözüne batan kırmızı harflerle şu yazıyordu:
“JIMLA!”
(…)
Sayfa 449:
“Söylesenize, küresel mikrofon diye bir şeyden bahsedildiğini duydunuz mu?”
(…)
Sayfa 466:
Bu korkaklar ise 43’te ülkelerinin beli bükülmüşken Rusya Ana’yı terk edip Amerika’ya kaçmış ve Amerikan yaşamını benimsemişti.
(…)
Sayfa 469:
“… Oswald’ın katil olduğuna emin olamadığın için buradasın. Kennedy’yi kurtarmaya geldin ve belirsizliği ortadan kaldırma maceran burada başlıyor. Durma, kahrolası lambayı yerine koy.”
(…)
Sayfa 470:
“Böyle düşünerek omlet yapamazsın ahbap.”
(…)
Sayfa 481:
Ardından onu omuzlarından tuttu. Şöyle dedi, genizden gelen ağır aksanlı bir sesle – Rus’tan çok Alman aksanıyla konuşuyordu. “Dur da çok uzaklara yolculuk ettiği halde ideallerini korumayı başaran nice zorluklar atlatarak aramıza dönen şu genç adama bir bakayım!”
(…)
Sayfa 485:
“Tehlikenin farkındayım” dedi Lee.
(…)
Sayfa 504:
“Sihirbazların ne dediğini bilir misin?”
“Sihir? Sen neden bahsediyorsun?”
“Bilimadamlarını kandırabileceğini ama başka bir sihirbazı kandıramayacağını söylerler. Eski kocan fen dersi veriyor olabilir ama sihirbaz değil. Diğer taraftan Ruslar öyle.”
“Söylediklerin çok anlamsız Johnny, Ruslar’ın savaşmak zorunda kalacağını söylüyor. Füze üstünlüğünü kaybetmemek için hemen harekete geçecekler. Uzun süre üstünlüğü koruyamayacaklarını biliyorlar. Bu yüzden Küba’dan çekilmeyecekler. Hepsi bahane. Hepsi savaşı başlatmak için.”
(…)
Sayfa 505:
“Başkanınıza bu işten onurumuzla sıyrılmak istediğimizi iletin. Siz Türkiye’deki nükleer füzeleri kaldırırsanız ve Küba’yı işgal etmeyeceğinize söz verirseniz, biz de Küba’daki füzelerimizi çekeriz. Ve aynen öyle olacak Sadie.”
(…)
Sayfa 506:
“Cehennem donana kadar beklemeye hazırım…” diyecek ona.
(…)
Sayfa 514:
“Satıcının Ölümü”nde oynuyorum Bay A,” dedi Mike.
(…)
Sayfa 515:
“Şeytan yokladı” dedim. Gülümsedim. “Mutlu Yıllar.”
(…)
Sayfa 521:
KANAL 9’UN FAŞİST PROGRAMLARINI PROTESTO EDİN!
ZENCİLERLE BEYAZLARIN AYRILMASI TARAFTARI BILLY JAMES HARGIS’IN KANALI!
(…)
Sayfa 522:
“Haçlı Seferleri’ne hoşgeldiniz dostlar.”
(…)
Sayfa 523:
“Hayatımı orduya verdim ve ölene kadar da asker kalacağım.”
(…)
Sayfa 524:
“MORALLER DÜZELENE DEK DAYAKLAR DEVAM EDECEK!”
(…)
Sayfa 533:
“Yahudilerden nefret eden faşistler hepsi!”
(…)
Sayfa 558:
Çaresizce sırıtarak bıçağı gırtlağına götürdü… Ve kesti.
(…)
Sayfa 561:
11 Nisan 1963 tarihli Dallas Morning News gazetesinden (1. sayfa):
WALKER’A SUİKAST GİRİŞİMİ
Eddie Hughes’un kaleminden
(…)
Sayfa 564:
“BASTIRIN ERKENCİLER”.
(…)
Sayfa 575:
Belki Wikipedia’ya bakar ve keskin nişancının seyircilerin arasında olduğunu okurdum veya Houston Sokağı’ndaki Adliye’nin çatısında.
(…)
Sayfa 575:
Ya Mohrenschildt bir tür CIA ajanıysa?
(…)
Sayfa 576:
Domuzlar Körfezi olayında ordunun kalanını harekete geçirmeyi reddettiği için CIA, Kennedy’den nefret ediyordu. Füze krizi olayını diplomasiyle kontrol altına alması bu nefreti perçinlemişti; casuslar fırsatı değerlendirip soğuk savaşı bitirmek istiyorlardı. Sovyetler’in daha fazla füzesi olmadığına emindiler. Bu söylediklerimin çoğunu gazetelerden okuyordunuz, bazen haberlerin satır aralarında, bazen köşe yazılarının sütunlarında bu ihtimaller tartışılıyordu. Diyelim ki, CIA’nın içindeki bağımsız hareket eden bir grup George de Mohrenschildt’i çok daha tehlikeli bir görevi üstlenmeye, belki başkanı bizzat öldürmeye değil ama bu işi yapmaya gönüllü dengesiz tipler bulmaya ikna etmiş olsun.
(…)
Sayfa 582:
Önümüzde uzun bir yol var. Upuzun bir yol.
(…)
Sayfa 584:
Son James Bond romanı “Beni Seven Casus”u okuyor veya okuyormuş gibi yapıyordum.
(…)
Sayfa 593:
Çıkarken salaş barın kapısına yapıştırılan afiş gözüme ilişti:
YÜZYILIN BOKS MAÇINI KAPALI DEVRE TELEVİZYONDAN İZLEYİN!”
(…)
Sayfa 597:
Yıl 1963’tü. Diz boyu eteklerin, tüplü televizyonların, asker tıraşlı erkeklerin çağıydı. Başkan Kennedy nükleer testleri yasaklayan anlaşmayı imzalayacağına söz verdiği ve gazetecilere, “Ordu’nun Güneydoğu Asya’daki eski kavgaları canlandırmasına izin vermeye niyeti olmadığını” söylediği gün de dans ediyorlardı.
(…)
Sayfa 626:
Doğru dürüst eğitimi olmayan bir köylü ama becerikli.
(…)
Sayfa 631:
“Onluğunla vedalaşsan iyi olur güzelim” dedi, puro içen adam.
Al, Case kazanacak derken aklın neredeydi?
(…)
Sayfa 646:
Her koşulda oyun bitti. Oswald kazandı.
(…)
Sayfa 651:
Dünyanın kaderi buna bağlıydı: KOVBOY ŞAPKALI ADAM oradaydı.
(…)
Sayfa 653:
Sonunda yavaş yavaş iç dünyamla dış dünyam birleşti. Jacop Epping’dim, öğretmendim ve Kennedy suikastini engellemek için zamanda yolculuk etmiştim. Önce bunun gerçek olamayacağını düşündüm ama gelecek hakkında çok şey biliyordum. Hiçbiri hayal değildi. Anıydılar. Rolling Stones, Clinton’un mahkemeye çıkarışı, Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılışı. Başa bela eski karım Christy.
(…)
Sayfa 653:
“Kennedy’yi kim öldürecek? Onu nerede öldürecek?”
(…)
Sayfa 654:
“Suikastçinin bir çocuğu var” dedim, “Galiba adı April!”
(…)
Sayfa 658:
6 Kasım’da Times Herald, Kennedy konvoyunun izleyeceği güzergahı yayımladı. Love Field Havalimanı’ndan başlayacak ve Kennedy’nin konuşma yapacağı Ticaret Merkezi’nde sona erecekti.
(…)
Sayfa 659:
Kilisenin önüne “KURTARICININ KANI” yazılı bir levha dikilmişti.
(…)
Sayfa 677:
12.30: Oswald üç kez ateş ediyor. Üçüncü kurşun JFK’yı öldürüyor.
(…)
Sayfa 686:
“Charlie Chaplin Fransa’ya gitti! Oradaki hanımları seyretti! Kraliçe’ye selam!”
“Kaptan’a selam!” diye bağırdılar.
(…)
Sayfa 716:
Altıncı kata çıkan merdivenler üzerlerinde “DÖRDÜNCÜ VE BEŞİNCİ SEVİYEDEN OKUYUCULAR İÇİN” ve “HER YERE ÇIKAN YOLLAR” yazılı üç koliyle kesilmişti.
(…)
Sayfa 730:
“Dokunulmazlar” filmini izlediğimi ve mafyanın ispiyonculardan hoşlanmadığını bildiğimi söylüyorum.
(…)
Sayfa 731:
“Gizli Fırtına” ve “Dünya Dönerken” dizilerinin senaryolarını hatırlatıyor insana.
(…)
Sayfa 746:
Adamın cinsel hayatıyla ilgili dosyasını görsen, ne demek istediğimi anlardın. Gözlerine inanamazdın.
(…)
Sayfa 754:
Bir gazete aldım. Times Herald özel baskı yapmıştı. Bu sayfada tek fotoğraf vardı. Felaketi kıl payı atlatan limuzin hızla olay yerinden uzaklaşırken John F. Kennedy gövdesini karısına siper etti diyordu resim altında. Üstteyse dev harflerle atılmış başlık vardı. Boşluğun ortasında parlayan tek kelime:KURTULDU!
(…)
Sayfa 756:
“Başkan ve kahraman kurtarıcıları bu sabah Teksas’tan tek haberimiz değil” dedi, radyo programının sunucusu. Elimde kahve fincanıyla donup kaldım. Presque vu! (Ne olacağını biliyorum.)
(…)
Sayfa 758:
“ANTENİ ELLE AYARLAYIN FOLYO KULLANMAYIN!”
(…)
Sayfa 768:
“Paradokslar vardı”, dedim. “Türlü türlü açmaz. Hiçbirini görmedin mi?”
(…)
Sayfa 772:
Los Angeles’ta deprem. Yedi bin ölü.
(…)
Sayfa 776:
“Sen de kim oluyorsun?”
“Kahrolası Charlie Chaplin’im, Fransa’ya hanımların dansını görmeye gitmiştim. Döndüm. Şimdi defolun!”
“Bana sapanımı geri…”
Sapanın sapıyla kafasına vurdum.
(…)
Sayfa 782:
“Kennedy yeniden seçildi mi?”
“Goldwater karşısında mı? Elbette seçildi.”
“Başkan yardımcısı yine Johnson mıydı?”
“Elbette. Kennedy’nin Teksas’a ihtiyacı vardı. İstediği desteği aldı da. Vali Connally, Kennedy’nin Yeni Cephe’sinden nefret etse de seçimi kazanması için köle gibi çalıştı. Basın buna Utanç Desteği diyordu. Dallas’ta az kalsın öldürüleceği için valinin Kennedy’yi desteklemekten başka seçeneği yoktu. Bunları bilmediğine emin misin? Okulda hiçbirini öğretmediler mi?”
(…)
Sayfa 791:
Neşeli Beyaz Fil’in serseri sahibi sokağın karşısından piposunu içerek beni izliyordu.
Tarih tekerrürden ibaret değil midir?
(…)
Sayfa 794:
Uzun Sıcak Yaz’ı, Kwai Köprüsü’nü ve Güney Pasifik filmini tekrar izledim. Sinek ve Blob adlı korku filmlerini içeren “KORKU MACERASI – İKİ FİLM BİRDEN” gecesine katıldım.
(…)
Sayfa 795:
Ama bildiğim bir şey var: Kaplumbağa’nın kabuğu neden sertse, geçmiş de o sebepten inatçı. Çünkü kabuğun altındaki kanlı canlı yaratık ve çok savunmasız.
(…)
Sayfa 799:
YÜZYILIN KAHRAMANI (2012)
Her şey yolunda. En azından şimdilik.
(…)
Sayfa 801:
C’est la vie / Hayat işte.
(…)
Sayfa 803:
“JODIE, TEMMUZ’DAKİ KASABANIN YÜZÜNCÜ YIL KUTLAMALARI İÇİN ‘YÜZYILIN VATANDAŞI’NI SEÇTİ!”
(…)
Sayfa 808:
2 Ocak 2009 – 18 Aralık 2010
Sarasota, Florida
Lovell, Maine
(…)
Sayfa 814:
Politik fanatizmin nelere yol açabileceğini görmek istiyorsanız, Zapruder’in filmini izleyin. Kennedy’nin kafatasının parçalandığı 313. Kareye yakından bakın.



Ve…
Son olarak…
Cevabını arayan soru ortada:
“Kennedy neden öldü, öldürüldü?!”
http://tr.wikipedia.org/wiki/John_F._Kennedy
Başkan Kennedy, kendisini Beyaz Saray’a ulaştıran “Kaptanlar ve Krallar” koalisyonuna ihanet ettiği için öldürüldüğü öne sürülür.
Kennedy’nin, kendisini destekleyen petrolcülere “ilave vergi yükü” getirdiği için petrolcülerin merkezi Dallas’ta vurulduğu iddia edilir.
Hatta, baba Kennedy’nin, bu “infaz”dan önceden haberdar olduğu ve karşı çıkmadığı söylenir.
“Çankaya Savaşları” bağlamında, “Kıyamet öncesi” cevabı aranması gerekli soru şu:
AKP’den hangi isim ve/veya isimler, kendilerine 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde “Deliğe süpürülmeme, İran operasyonunda kullanılma” sözü karşılığında “Kaptanlar ve Krallar Koalisyonu”nun desteği ile yeniden iktidara iliştirildiler?!
Bu isimlerden hangisi ve/veya hangileri, “Derin Aralık” ve/veya küresel aksta yaşanan “Derin yarılma” ya da “İran operasyonu” öncesinde, “Kaptanlar ve Krallar Koalisyonu”na “verdikleri sözü tutmama ihtimali”ne binaen adları “suikast listesi”nin en tepesinde bekletiliyor?!
a- Erdoğan
b- Gül
c- Gülen
d- Zapsu
e- Hepsi
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/derin-frldak-iv-kurban-bayraminiz.html
Sözün özü:
2012 Cehennem Yaz’ı bağlamında, küresel aksta akıntının yönü değişti.
Devletlerin dostu yoktur, yüksek çıkarları vardır!
2013 Ayandon’da, küresel aksta ortak çıkar ve/veya “Şah-ı Alem Penah / Tüm dünyanın sığınağı”:
http://www.guncelmeydan.com/pano/sah-i-alem-penah-ve-veya-tum-dunyanin-siginagi-hayrullah-mahmud-ozgur-t33756.html
“Yeniden Atatürk, yeniden Laik Türkiye, yeniden çağdaş Türkiye!”
Netice:
“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!”
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?

http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Şah-ı Alem Penah ve/veya Tüm dünyanın sığınağı?! / Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 30, 2013 22:42

Şah-ı Alem Penah IX ve/veya Tüm dünyanın sığınağı 9?!

(ya da Politik Kıyamet Günü Makinesi ve/veya Politik Kıyamet Günü Makinesi?!)

“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Mustafa Kemal Atatürk




Kitabın adı: Diplomasi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=46846
Yazarı: Henry Kissinger Çeviri: İbrahim H. Kurt
Türkiye İş Bankası yayınları 10. Baskı, Şubat 2011
870 sayfa
24 TL
(…)
Sayfa 20:
“Entelektüeller, ulusların sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise bu sistemleri kuran kişilerdir. Bir analistin bakış açısı ile bir devlet adamının bakış açısı arasında büyük farklılık vardır. Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir, devlet adamı ise sorunları önünde bulur. Analist açık bir sonuca varmak için ne kadar zaman gerekiyorsa o kadar zaman kullanabilir; devlet adamı için asıl sorun zamanın darlığıdır. Analist üzerine risk almaz. Vardığı sonuçlar yanlış çıkarsa, başka bir inceleme yazabilir. Devlet adamı ise bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur. Analistin elinde bütün bilgiler vardır ve bunlar analistin entelektüel gücüne göre değerlendirilir. Devlet adamı ise doğruluğu henüz kanıtlanmamış tahminlere göre karar verir, kaçınılmaz değişimi ne derece akıllıca yönlendirdiğine ve her şeyden önce barışı ne kadar iyi koruduğuna göre tarih tarafından değerlendirilir. İşte bu yüzden devlet adamlarının dünya düzeni sorunu ile ne kadar başarılı veya başarısız bir şekilde ilgilendiklerini araştırmak, çağdaş diplomasiyi anlamanın sonu değil, belki de başlangıcıdır.”
(…)
Sayfa 37:
Roosevelt, bir dostuna şöyle yazdı:
“Kan ve demir politikası ile süt ve su politikası arasında bir seçim yapmak gerekirse, kan ve demir politikasından yanayım. Bu politika, yalnız ulus için değil, uzun vadede dünya için de daha iyidir.” (…)
Sayfa 69:
Güç dengesi, uluslararası düzeni yıkma kapasitesini sınırlar; paylaşılan değerler üzerindeki anlaşma ise uluslararası düzeni yıkma arzusunu durdurur. Hukuka dayanmayan güç, kuvvet gösterilerine neden olur; güçten yoksun hukuk da boş kabadayılıktan ileri gidemez. (…)
Sayfa 117:
“Coup de grace” yani “Acıya son vermek için indirilen öldürücü darbe”!
(…)
Sayfa 129:
Bismarck’ın dostu von Roon, onun hakkında “Kimse bedelini ödemeden ölümsüzlük ağacından meyve yiyemez” diye yazdı. Napolyon’un trajedisi, ihtiraslarını, yeteneklerini aşmış olmasıydı; Bismarck’ın trajedisi ise onun yeteneklerinin, toplumun onları massetme kabiliyetini aşmasıydı. Napolyon’un Fransa’ya bıraktığı miras stratejik felaketti; Bismarck’ın mirası ise özümsenemeyen büyüklüktür.
(…)
Sayfa 134:
Paradoksal olarak şu da bir gerçektir ki, son iki yüzyıl içinde, Avrupa güç dengesi birkaç defa Rus çabaları ve kahramanlığı ile korunmuştur. Rusya olmasa idi, Napolyon ve Hitler hemen hemen kesin olarak evrensel imparatorluklarını kurmayı başarmış olacaklardı. İki ters yöne aynı anda bakan iki yüzü olan ilah Janus gibi Rusya, aynı anda, hem güç dengesine bir tehdit oluşturma, hem de onun kilit durumundaki bir unsuru olan, denge için şart bir devlet olmuştur, fakat güç dengesinin yalnızca dış dünya tarafından kendine empoze edilen limitleri kabul etmiş, fakat bunu da dişlerini gıcırdatarak yapmıştır. (…)
Sayfa 162:
Bölüm Yedi
Politik Kıyamet Günü Makinesi
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce “Avrupa Diplomasisi”!
(…)
Sayfa 195:
Bölüm Sekiz
Girdaba Doğru:
Askeri Kıyamet Günü Makinesi
(…)
Sayfa 196:
Bu “Kıyamet Günü” süreci, “casus belli”yi etkili bir şekilde politik kontrolden çıkardı. Her kriz, seferberlik kararı şeklinde, bir savaşa doğru hızlanma mekanizması taşıyordu ve her savaşın genel bir savaş olacağı da kesindi. (…)
Sayfa 239:
Harold Nicolson durumu şöyle özetledi: “Biz Paris’e, yeni düzenin kurulacağı inancıyla geldik; ayrılırken gördük ki, yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.” (…)
Sayfa 244:
Fransa’nın muzaffer başkumandanı Mareşal Ferdinand Foch, Versay Anlaşması hakkındaki sözlerinde haklı idi. “Bu bir barış değildir, olsa olsa yirmi yıllık bir ateşkestir.”
(…)
Sayfa 255:
Öyleyse bir “Modus Vivendi / Geçici Anlaşma” bulunmalıdır! (…)
Sayfa 258:
Mesaj Alman görüşmeci Rathenau’ya, Sovyet – Alman anlaşmasını imzalamak üzere tam evden çıkarken ulaştı. Rathenau bir an tereddüt etti ve “Levin est tire, il faut le boire / Şarap bardağa dökülmüştür, içmek gerek” dedi. (…)
Sayfa 277:
Fakat Almanca’da “ruh” kelimesi “Hayalet” anlamına da gelir ve on yılın sonunda miliyetçi çevrelerde Locarno “hayaleti” hakkında espri yapmak da moda olmuştu. (…)
Sayfa 288:
Goebbels, Nisan 1940’ta Naziler’in Norveç’i işgal etmesinin arifesinde gizli bir brifingde şöyle diyordu: “Şimdiye kadar, Almanya’nın gerçek hedeflerinin ne olduğu hususunda düşmanlarımızı karanlıkta bırakmayı başardık. 1932’den önce, iç düşmanlarımız da, nereye gittiğimizi veya hukuka bağlılık yeminimizin sadece bir aldatmaca olduğunu anlayamadılar. Bize engel olabilirlerdi. 1925’te birkaçımızı tutuklayabilirlerdi ve bu işin sonu olurdu. Hayır, onlar bizim tehlikeli bölgeye girmemize izin verdiler. Dış politikada da aynen böyle oldu.” (…)
Sayfa 398:
Roosevelt, Emerson’dan alıntı yaparak yaklaşımını şöyle açıkladı: “Bir dost edinmek için tek yol, dost olmaktır.” (…)
Sayfa 577:
XIX. yüzyılda, bir Fransız diplomat İngiliz Başbakanı Palmerston’a, Fransa’nın Palmerston’un gömleğinin manşetinden diplomatik kart çıkarmasına alışık olduğunu söyleyince (kağıt oyununda hile yapmak anlamında) cesur İngiliz, “Kartları oraya Tanrı koydu” demişti. Yine de Büyük Britanya, ulusal egoizmini öyle bir ılımlılık sezgisi ile uygulamaya koymuştur ki, bunun herkesin iyiliğine olduğu zannı, sık sık doğrulanmıştır. (…)
Sayfa 620:
Eisenhower başkanlığı bırakmaya hazırlanırken, en çok düşündüğü şey Laos’tu. Waging Peace’de bu ülkeyi “Domino Teorisi”nin en önemli noktası olarak tanımlıyordu:
“… Laoss’un komünistlerin eline düşmesi, domino taşlarının düşmesi gibi, bunu ülkelerin izleyeceği anlamına gelir ki, bu ülkeler, halen hür olan komşuları Kamboçya, Güney Vietnam ve büyük bir olasılıkla Tayland ve Burma’dır.” Böyle bir olaylar zinciri, bütün Güneydoğu Asya’nın komünistlerin eline geçmesine yol açacaktır. (…)
Sayfa 704:
Lin Piao, Mao’nun 1965’te gazeteci Edgar Snow’a söylediği sözü de doğruladı: “Çin’in kendi sınırları dışında birliği yoktur ve topraklarına saldırılmadıkça kimseyle savaşmaya niyetli değildir.” (…)
Sayfa 772:
Ekim 1989’da Gorbaçov, Finlandiya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Brejnev Doktrini’ni açık bir şekilde terk etti. Sözcüsü Gerasimov basına espri yaparak, Moskova’nın Doğu Avrupa’da “Sinatra Doktrini”ni kabul ettiğini söyledi. Biliyorsunuz Frank Sinatra’nın bir şarkısı vardır: “I did it my way / Kendi bildiğim gibi yaptım (Bu benim kendi yolum)”… (…)
Sayfa 811:
Bir İspanyol atasözünde denildiği gibi, “Hey yolcu, yollar yapılmaz. Yollar yürüyerek oluşturulur.”



Kitabın adı: Fener – Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik İddiası ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=132672
Yazarı: Prof. Dr. Sibel Özel
IQ Kültür Sanat Yayıncılık
1. baskı, Eylül 2011
232 sayfa
16 TL
(…)
Arka kapak tanıtım yazısı:
19. yüzyılda İstanbul Patrikhanesi, Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan kiliseleri üzerindeki kontrolünü kendi iradesi dışında kaybetmiştir. Balkan savaşlarından sonra Osmanlı ülkesinde yaşayan Rumların çoğu kültürel lider olarak İstanbul’u değil, Atina’yı görmektedir. Yunanistan’a kalan toprak parçası Balkan savaşlarının sonunda Patrikhanenin ruhani yetkisi içinde kalsa da Patrik fiiliyatta sadece İstanbul ve Anadolu’daki Ortodokslar üzerinde etkili olmuştur. Dolayısıyla "Patrikhane ekümeniklik fırsatını kaçırmış ancak Rum kilisesi olarak kalmıştır."
"Fener Rum patrikhanesi ekümeniklik iddiasıyla bütün Ortodoksluğun merkezi olarak kabul edildiğinde patriğin ve metropolitlerin TC vatandaşı olma zorunluluğunun kaldırılması söz konusu olacaktır. Bu talep hem 1862 Rum Nizamatına hem de Türk Anayasa ve kanunlarına aykırıdır. Egemen bir devlette azınlık statüsünde bulunan bir kilisenin, bütün dünya Ortodokslarının lideri sıfatıyla hareket etmesi ve hukuk düzenini buna göre şekillendirerek ekstra territorial status talebi ne ulusal ne de uluslararası hukuka uygundur."
"Azınlıkların din özgürlüğünün ve din adamı yetiştirme özgürlüğünün engellendiği savıyla konuyu gündemde tutan ve yabancı devlet adamlarından yardım isteyen Patrikhane Heybeliada ve Ruhban Okulu’nu kendisine bağlı uluslararası teoloji okulu olarak açmak istemektedir. Dolayısıyla talep edilen statü azınlık okulu değil, yabancıların Patrikhanenin bünyesinde teoloji eğitimi aldığı uluslararası üniversitedir. Ancak bu üniversitenin YÖK’e bağlı olmaması istenmektedir. Türkiye’de bırakın Ortodoks azınlığı çoğunluğa dahi tanınmayan bu imtiyaz Patrikhanenin ekümeniklik iddiasının belkemiğini oluşturmaktadır."
(…)
Sayfa 17:
Fener – Rum patrikhanesi “Bir Türk kurumu” olmasına rağmen, resmi, internet sitesini (http://www.patriarchate.org veya http://www.ec.patr.org) Türkçe olarak hazırlamamıştır. Sitede Yunanca, İngilizce ve İspanyolca dil seçenekleri vardır ancak Türkçe yoktur. Diğer tüm patrikhaneler bulundukları ülkenin resmi dilinde web sayfası hazırladığı halde, Fener – Rum Patrikhanesi Türkçe internet sitesi düzenlememekte, bu sitede İstanbul’un adı Constantinople olarak geçmekte ve ekümenik patrikhane sıfatı kullanılmaktadır.
(…)
Sayfa 23:
Tarihi gerçekler açıkça göstermektedir ki, İstanbul kilisesi bir havari tarafından kurulmadığı için apostolik (Hz İsa’nın havarileri tarafından kurulan kilise) değildir. İlginçtir ki, Ankara, Selanik, Efes, Antakya’nın Hıristiyanlık açısından mukaddes olma özellikleri vardır ancak İstanbul’un böyle bir özelliği yoktur.
(…)
Sayfa 72:
İmparatorluk sınırları dışında kalan kiliseler üzerinde de hiçbir yetkisi bulunmamaktadır. Özellikle Moskova kilisesinin durumu bu açından ilginçtir. Moskova Patrikhanesi, İstanbul’un ekümenikliğini kabul etmemektedir. Buna karşılık emperyal düşünceli İstanbul patrikleri bile Moskova Kilisesi’ni kontrol etmeyi hayal dahi etmemişlerdir.
(…)
Sayfa 77:
Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun başlangıcı da Patrikhane’nin tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. (Nutuk 1, 1927, İstanbul 2006, sf 23 – 24)
(…)
Sayfa 84:
22 Ocak 1923’de Bursa’da, Şark Sineması’nda halka yaptığı konuşmada Atatürk, “Patrikhane’nin siyasi meselelerle iştigal etmemek üzere İstanbul’da kalabileceğini, bu şart hilafında hareketi görüldüğü takdirde, derhal sınır haricine çıkarabileceğini” söylemiştir. Atatürk, 4 Mayıs 1924’de New York Herald muhabirine verdiği demeçte de, “Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseler patrikhaneleri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır” demiştir. Dolayısıyla Türk Hükümeti Patrikhane’nin ihracı için uğraş vermiş ancak Hıristiyan ittifakı ile karşılaşmış ve bu isteğini gerçekleştirememiştir.
(…)
Sayfa 99:
ABD tek süper güç olarak Rusya’nın yeniden yapılanması ve güçlenmesini engelleyecek projeler geliştirmiştir. Bu amaçla ezici Rus – Ortodoks nüfusu temsil eden Moskova Patrikhanesi’ne karşı İstanbul Patrikhanesi’nin güçlendirilmesini hedeflemiştir. Dolayısıyla Lozan müzakerelerinde salt dini bir kurum olarak kabul edilen Fener patrikhanesi soğuk savaş sonrası ABD – Rusya çekişmesinde siyasal bir rol üstlenmekte ve ekümeniklik iddiası bu siyasanın gerçekleşme unsuru olarak Türkiye’ye dağıtılmaktadır. Siyasetin dini kullanması, dini inanç ve özgürlüklerin ardına sığınması bir kez daha sahneye konulmaktadır.
Patrik göreve başladığı ilk 3,5 yılda Yunan Olimpia Havayollarına ait ve üzerinde “Çift başlı Bizans bayrağı” bulunan uçakla 23 ülkeyi ziyaret etmiştir.
(…)
Sayfa 100:
Başkan Bill Clinton onu “dünyadaki tüm Hıristiyan Ortodoksların lideri” olarak tanıtmıştır. Böylelikle Patrik, ABD’ye yakın çevrelerde ve hatta Türkiye içinde beklenmedik müttefikler bulunmuştur. 4 Nisan 1996’da Fetullah Gülen’in Patrik Bartholomeos ile görüşmesinin ardından Zaman gazetesi, Aksiyon dergisi ve daha önceki yayın politikalarından farklı bir yol izlemeye başlamışlardır.
(…)
Sayfa 110:
Ortodoks inancında papa’nın yanılmazlığı ve onu “İsa’nın vekili” olduğu inancı yoktur. Katolik kilisesinin aksine Ortodoksluk dünya üzerinde etkisi olan bir din, bir kilise değildir. Ortodoks kilisesi birbirinden bağımsız, kendi kutsal meclisleri tarafından yönetilen milli kiliselerden oluşmakta ve bütün Ortodoksları bünyasinde toplayan bir merkezden yoksun bulunmaktadır. Her ne kadar Fener Patrikhanesi merkezi rol oynamaya gayret etse de Moskova Patrikhanesi de aynı amaçla hareket etmektedir. Bu itibarla Fener – Rum Patrikhanesi’nin papalık gibi uluslar arası kişilik kazanması, böyle bir tarihi geçmiş ve dini inanca sahip olmaması nedeniyle mümkün değildir.
(…)
Sayfa 200:
Başbakan Adnan Menderes’in bir talimatıyla Heybeli Ruhban Okulu’na gelecek yabancı öğrencilere istisnasız vize verilmiştir. Böylelikle okuldaki yabancı öğrenci sayısı TC vatandaşı öğrenci sayısını aşmıştır.
(…)
Sayfa 220:
Wikileaks arşivlerine göre Bartholomeos “Patrikhane eğer İstanbul’dan giderse Rus Kilisesi Ortodoks dünyanın liderliğini üstlenecek. Patrikhane’nin hem Ankara tarafından küçük düşürülmesine hem de Ruslar’ın ihtiraslarına karşı korunması gerekir” demiştir. (Hürriyet, 25 Mayıs 2011)
(…)
Sayfa 224:
TC Devleti, laik bir hukuk devleti olarak dış odaklardan gelen siyasi baskılar ne olursa olsun meseleyi hukuki zemin içinde değerlendirmeli ve sessiz kalmaktan vazgeçmelidir.
(…)
Bu meseleyi siyasi bir mesele olarak görmek ve “Bize kaba 24 saat içinde açarız” ya da “Açmayı düşünüyoruz” diyerek oyalama siyaseti gütmek, Türkiye’yi tarih önünde zora sokacaktır.
(…)



Kitabın adı: Kaçın Demokrasi Geliyor
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=588935
Yazarı: Banu Avar
Remzi Kitabevi
Beşinci baskı, Ekim 2011
160 sayfa
10 TL
(…)
Sayfa 74:
CIA mensubu Henry Barkey, 2 Kasım 2012’da konuşmuştu:
“Kürtlere özerklik verin, yoksa büyük kentlerde isyan çıkar!”
(…)
Sayfa 81:
Amerikan petrol şirketi Exxon, yıllar önce hazırladığı gizli raporda açıklamıştı. Fransız gazetesi Le Matin, bu raporu yayınlamıştı:
“2000 yıllarından itibaren dünya petrolünün ağırlık merkezi Arap ülkelerinden Latin Amerika, Afrika ve Türkiye gibi ülkelere kayacaktır.”
(…)
Sayfa 82:
Amerikalı uzman David Philips’in “PKK raporu”ndan:
1- Güneydoğu’yu uluslararası şirketlere açın!
2- Fırat – Dicle’nin suyunu özel bir yönetime açın!
3- Türkiye – Irak arasındaki sınırı kaldırın!
4- Kerkük’ten elinizi çekin!
(…)
Sayfa 83:
Prof. Ergun Özbudun’un 2010’da açıkladığı “yeni anayasa” taslağında “devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü korumanın devletin amaç ve görevleri arasından çıkarılması” teklifi getiriliyordu. Profesör… “Ulus devletten eyalet sistemine geçişin önünde hiçbir engel kalmamalı” diyordu. (…) Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Berkey, “Demokratik açılım, bu anayasa değişmeden yapılamaz” demişti.
(…)
Sayfa 84:
1922’de Amerikan Yüksek Komiseri Mark Bristol, Washington’a ilettiği raporda şu tespite yer vermişti:
“Kürdistan’daki zengin petrol yatakları nedeniyle yabancı entrikalar başlamıştır. İngiltere, Kürdistan’ı denetim altına almak için, Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyecektir.”
(…)
Eski ABD Başkanı Bill Clinton depremden sonra geldiği Türkiye’de, TBMM çatısı altında şu sözleri söylemişti:
“20. yüzyılın ilk 50 yılını Türkiye belirledi. 21. yüzyılın ilk 50 yılı da Türkiye’nin olacağı doğrultuda şekillenecek! Türkiye 21. yüzyılın kilit ülkesi!”
(…)
Sayfa 100:
İsrail Enerji bakanı Joseph Paritzki ne demişti:
“Musul – hayfa Boru Hattı için Suriye işgal edilmeli!”
(…)
Sayfa 104:
Alman Die Welt gazetesi gelinen durumu özetlemiştir:
“Suriye’deki kaos, Türkiye’nin mülteci kriziyle sarsılmasına yol açacaktır. Bundan daha önemlisi Suriye’de yaşanacak bir rejim değişikliğini PKK’nın gücünü artıracak, Kürt otonom bölgesinin kurulmasını sağlayacaktır.”
(…)
Sayfa 139:
Adım 1:
1991’de “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” kabul edildi!
Adım 2:
2003 Yaz’ında “İkiz Yasalar” kabul edildi.
Adım 3:
2006’da “Bölgesel kalkınma Ajansları” kuruldu!
(…)
http://www.guncelmeydan.com/anasayfa/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=53&Itemid=216
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/107413.asp
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/derin-frldak-vii-veveya-kasabann-papaz.html
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22475997.asp
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/10/patrikhanenin-fedaisi-ii.html



Kitabın adı: MÜNİH’TE BİR CAMİ / NAZİLER, CIA VE MÜSLÜMANKARDEŞLERİN BATI’DAKİ DOĞUŞU
http://www.dr.com.tr/Kitap/Munihte-Bir-Cami/Lan-Johnson/Arastirma-Tarih/Politika-Arastirma/Dunya-Politika/urunno=0000000399881
Yazarı: Ian Johnson, 2010
Mikado Yayınları
Çeviri: Serhat Ataman
Mayıs 2012
242 sayfa
23 TL
(…)
Bir Nazi casusunun büyüleyici soğuk savaş hikayesi... CIA tarafından yönetilen bir radyo istasyonu ve Batı’da merkez haline gelen bir cami... 11 Eylül’de uçakları kaçıranların Avrupa’da yaşadıkları öğrenilince Washington Post yazarı gazeteci -yazar Ian Johnson bu grupların Batı’da nasıl var olduklarını merak etmeye başlıyor. Johnson, Londra’daki radikal İslami eserler satan bir kitapçıda Müslümanlık’la ilgili kitaplara bakarken Müslümanlık’ta 4 adet caminin önemli olduğunu görür. Biri Mekke’deki Büyük Cami (her yıl milyonlarca Hacı’nın uğrak yeri), Kudüs’teki Mescid-i Aksa (Hz. Muhammed’in (S.A.V) cenneti gördüğü varsayılan yer), harikulade Sultanahmet Camii ve Münih İslam Merkezi. Ian Johnson, Almanya’da yaşamış biri olarak Münih İslam Merkezi’nin bu görkemli gruba uymadığını düşünür. Cami hakkında, Almanya’nın daha küçük İslam organizasyonlarından biri olduğunu bilmektedir; ancak Münih şehri İslam’ın merkezlerinden biri değildir. Cami ise Almanya’daki en büyük camilerden biri hiç değildir. Yine de birilerinin tapınağında ölümsüzleştirilmiştir. Münih’e giden Ian Johnson, camiyi bulur, kapısındaki görevliden cami hakkında bilgi alamayınca iyice kuşkulanır ve araştırmaya karar verir.
(…)
Sayfa 19:
Subay güldü. Nazi gamalı haçı taşıyordu ama eski okul Prusyalı’ydı. Adamlar esiriydi ve sorumluluğu altındaydı. Görevi ağır bastı ve işlerinin tamamlanması için cephe gerisine gönderildiler.
(…)
Sayfa 20:
Kafkaslarla Naziler daha çok ilgileniyorlardı.
(…)
Sayfa 55:
Daha önce kullandığı, Rusçalaştırılmış ismi Garif yerine Garip “Bir anda etnik Türk olduk. Bana Kaşgar’daki Xinjiang bölgesine ait bir kimlik verdiler. Ben bu sayede hayatta kaldım” demişti Sultan.
(…)
Sayfa 57:
Özgür Radyo o kadar çok Nazi işbirlikçilerine sırtını vermişti ki, onlar olmadan istasyon kapanırdı. Bir tahmine göre Özgür Radyo’da daha önce Naziler için çalışmış kişilerin oranı yüzde 75 – 80 arasındaydı.
(…)
Sayfa 71:
Bazı hacılar için, “954 yılı Haccı biraz farklıydı. Olgun domatesler ve güçlü ciğerlerle teçhiz edilmiş iki CIA destekli Müslüman, Mekke’yi soğuk savaş arenasına döndürdüler…”
(…)
Sayfa 77:
Hakikaten de “çarpıcı belgeler” hazırlanmıştı.
(…)
Sayfa 77:
Ancak Münih Müslümanları birkaç yumruk atacaktı.
(…)
Sayfa 81:
HARAP BİNA: GİRERSENİZ RİSKİ TAMAMEN SİZE AİTTİR.
(…)
Sayfa 91:
Ali Kantemir; “Uzun yıllar İngilizler’in para ödediği eski bir devrimci.” Ahmet Nabi Magoma da dahil olmak üzere, İslam kucaklaşması için harcanan çabalarda pay sahibi olan hemen herkes oradaydı.
(…)
Sayfa 93:
Sultan; “Burada Hac İdaresi’nde hizmetçi olarak çalışan basit, yaşlı bir Arap’ın SSCB hakkında görüşlerini dikkate almamız gerekir” diye yazmıştı. “Nereden geldiğimi söylediğimde, bana hemen ‘Moskova iyidir. Orada başka Müslümanlar da var. SSCB’den her yıl hacılar geliyor. İngiltere, Fransa, Amerika’nın hepsi gavur. Onlar bizim düşmanımız’ dedi.”
(…)
Sayfa 95:
“POLİTİK OLARAK AKILLI BİR HAREKET” CAMİ PLANLANIYOR!
(…)
Sayfa 97:
Kırk yıl süren “Soğuk Savaş” süresince Batı Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri çok yakın müttefiklerdi.
(…)
Sayfa 98:
“Mein Kampf (Kavgam – Adolf Hitler) kitabını Almanya’da masa üstüne çıkartmayı amaçlayacak türde Nazi değillerdi. Ama milliyetçi – emperyalist açıdan, Almanya’nın menfaatlerini her şeyden önde tutuyorlar” diyordu, grup hakkında hazırlanan bir devlet raporunda.
(…)
Sayfa 103:
Batı Almanlar, bir senedir devam etmekte olan Namangani tartışmasına, Namangani’yi Müslümanlar’ın baş imamı atayarak son vermeyi kararlaştırdılar.
(…)
Sayfa 112:
Müslüman Kardeşler örgütü büyüdükçe, bu kalp iki milli konuya odaklanmaya başlamıştır. Bunlardan ilki, tüm Mısırlılar’ın da katılacağı sömürge karşıtlığıdır. Diğeri ise İsrail’e Yahudiler’in göç etmesine karşı çıkmaktır… Müslüman Dünya” için yanıltıcı bir tabirdir Yahudi aleyhtarlığı. İslam en başından beri hiçbir zaman uzay boşluğunda bulunmamış, her zaman için diğer dinlerle ilişkide olmak zorunda kalmıştır.
(…)
Sayfa 113:
Savaş sırasında Nazi propagandaları da bu fikirleri körüklemeye devam etmiştir. Alman radyoları Yahudi aleyhtarı yayınları Ortadoğu’ya da yönlendirmiştir.
(…)
Sayfa 119:
“Mısır gençliğinin ilgilendiği tek şey İngilizleri atmaktır” dediği rapor edilmişti.
(…)
Sayfa 125:
ANLAŞMALI EVLİLİK
(…)
Sayfa 134:
“Almanya hiç kimsenin kontrol etmediği bir kapı, çünkü kapıcısı yok. Herkes kafasına göre girip çıkıyor” şeklinde bir mektup yazmıştır von Mende’ye, 1960 yılının Mart ayında.
(…)
Sayfa 137:
Bavyera Göçmen Bakanlığı’nın görevi, yerel Müslümanlara yardım etmekti.
(…)
Sayfa 145:
İşin ilginç yanı, Alman raporuna göre, Kemal doğrudan CIA için yapılan teklifi reddetmişti. Çünkü örgütün Sovyet ajanlarının sızması ile bozulduğunu düşünüyordu.
(…)
Sayfa 147:
“Çok akıllıca bir iş yaptı. CIA ajanına kendisi için çalışmasını teklif etti.”
(…)
Sayfa 151:
Almanlar açısından artık Ramazan ve Amerikalılar durdurulacak gibi görünüyordu.
(…)
Sayfa 153:
Ürdün Kralı Hüseyin ve Libya ile Türkiye’deki işadamlarından da bağış sözü almıştı.
(…)
Sayfa 154:
“Görevimiz Münih’te bir cami inşa etmektir.”
(…)
Sayfa 163:
Ramazan’ın fikirleri Seyit Kutb ve daha sonraları Usame bin Ladin tarzı saf İslami düşünce tarzını benimsiyordu.
(…)
Sayfa 164:
KONTROL KAYBEDİLİYOR
(…)
Sayfa 167:
Artık Ramazan Camii projesinin başındaydı ama Birleşik Devletler’den bağımsız hareket ediyordu.
(…)
Sayfa 172:
1990’lı yıllarda el Kaide ve İslamcı terörizmin yükselişiyle, Birleşik Almanya’nın ulusal istihbaratı tekrar bu gruplar üstüne odaklanmaya başladı. Ancak sahnede tek bir grup kalmıştı: Müslüman Kardeşler Örgütü. Sessizce Münih Camiini Batı Dünyası’na yayılmak için bir güvenli kıyıya dönüştürmüşlerdi.
(…)
Sayfa 175:
On bir yıl önce Rabıta’yı kurmada yardımcı olduğunda Ramazan’ın gücü en tepe noktasına ulaşmıştı.
(…)
Sayfa 188:
Bir yıl sonra grup, Suudi Arabistan’da toplanarak UİDE’yi Birleşik Devletler’e taşıma kararı aldı. Lugano toplantısına da katılmış bulunan önde gelen İslam düşünürlerinden İsmail Faruki’ye kürsüsünün bulunduğu Temple Üniversitesi yakınlarında, Pennsylvania’da merkezi kurma görevi verildi.
(…)
Sayfa 194:
Bugün, çoğu Müslüman 2 milyon Türk kökenli vatandaş Almanya’da yaşamaktadır.
(…)
Sayfa 195:
Almanya’daki Türkler anavatanlarından Süleymancılar ve Necmettin Erbakan taraftarlarını getirmişlerdir.
(…)
Sayfa 196:
2004 yılında, Londra’nın ücra semtlerinden birinde, küçük bir otelde…
(…)
Sayfa 198:
Bu zihniyet dünyayı iki kampa bölmektedir: Korunacak olanlar (az sayıda iyi Müslümanlar)…
(…)
Sayfa 203:
Sonra, El Kaide’nin finans şefi olduğu ve Bin Ladin’in akıl hocası olduğu düşünülen Mahmut Selim vardı. 1998 yılında iş gezisi için geldiği Alanya’da, caminin yakınlarında küçük bir kasabada tutuklanmış, Amerika’ya iade edilmeden önce Halife’yi aramış ve ruhani talep etmişti.
(…)
Sayfa 215:
On yılın ikinci yarısında CIA dahi 1950’lerdeki zihniyetin bir devamı olarak Müslüman Kardeşler Örgütü’nü destekliyordu.
(…)
Sayfa 217:
Avrupa’da, Mısırlı bir baba ve Alman bir anneden doğan Zayat, Batı’da çok rahattı, ancak eski ülkesiyle yakın bağları vardı. Akıcı bir şekilde Almanca ve İngilizce konuşuyordu. Siyasi bilimler alanında bir Alman üniversitesinden yüksek lisans derecesi vardı.
(…)
Sayfa 224:
“… Her zaman camiler gizli yapılmalı!”
(…)
Sayfa 226:
Daha yakın bir geçmişte Alman Federal Polisi, Münih İslam Merkezi’ni basarak, para aklama ve diğer mali yolsuzluklar hakkında delil aramışlar.
(…)
Sayfa 227:
Türk Müslüman Kardeşler gibi Ramazan da, 1979 yılında gerçekleşen İran’daki İslam Devrimi’ne hayran kalmıştır. Her ne kadar kendisi Sünni, İran’dakiler Şii ise de, Tahran’la iyi ilişkiler geliştirmiştir.
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/06/neo-osmanlnn-yalova-kaymakam-veveya.html



Ve…
Son olarak…
Sözün özü:
2012 Cehennem Yaz’ı bağlamında, küresel aksta akıntının yönü değişti.
Devletlerin dostu yoktur, yüksek çıkarları vardır!
2013 Şita kapsamında, küresel aksta ortak çıkar ve/veya “Şah-ı Alem Penah / Tüm dünyanın sığınağı”:
http://www.guncelmeydan.com/pano/sah-i-alem-penah-ve-veya-tum-dunyanin-siginagi-hayrullah-mahmud-ozgur-t33756.html
“Yeniden Atatürk, yeniden Laik Türkiye, yeniden çağdaş Türkiye!”
Netice:
“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!”
Star Wars ve/veya Bugünün Hikayesi Geçmişte Yazıldı!?

http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/go-codes-alman-kilidi-veveya-gordion.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/hof-veveya-top-geheim.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/11/neo-mandaclar-veveya-neo-katrlar-21.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/03/kiosktaki-guclu-adam-veveya-koskteki.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/08/turkiyeyi-yugoslavyalastrma-anayasas_31.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html
Nokta.


Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x