2007'de İsrail, 17 Ton Patlayıcı İle Suriye'ye Saldırdı!
Erol BİLBİLİK, Araştırmacı-Yazar
13 Temmuz 2011'deki makalemde; “Suriye halkı, Esad'ın ve 10 Temmuz Program'ının arkasındadır. Suriye'ye müdahale edilemeyecektir, direnen Suriye kazanacaktır; bundan şüphe edilmemelidir. Ancak, şu da kesin bir gerçektir ki, Türkiye halkı, Suriye'ye müdahalenin doğrudan Türkiye'ye müdahale olduğunun bilincindedir.” diye yazmıştım.
Nitekim BOP Eşbakanı'nın yönetimindeki Türkiye şu güne kadar Suriye'ye müdahale edememiştir. Buna karşın İsrail, Suriye'ye 5 Eylül 2007 gecesi nükleer saldırıda bulunmuştur. Bölge liderliği iddiasındaki Türkiye Yönetimi'nin bu saldırının hiç bir safhasından haberi olmamıştır. Ama müdahaleden bu yana geçen beş yıldan bu yana Beşar Esad Yönetimi emperyalizme direnmektedir.
Müdahalenin ana çizgileri özetle şöyledir:
SESSİZ DARBE
2007 Mart'ının ilk günlerinde İsrail haber alma merkezi, Mossad ajanları Suriye Atom Enerjisi Komisyonu başkanı İbrahim Othman'ın Viyana'daki evine tehlikeli bir saldırı düzenlemişti. O sırada Othman, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın kurul toplantısına katılmak üzere evden çıkmış kent merkezine gitmişti. Evden ayrılışının üzerinden daha bir saat geçmeden Mossad ajanları içeri süzülmüş, Othman'ın bilgisayarındaki son derece gizli bilgileri almış ve hiçbir iz bırakmadan çekip gitmişlerdi.
Son aylarda İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri Suriye'nin nükleer silahlara ilişkin heveslerinden kaygı duymaktaydı. 1990'larda Suriye Başbakanı Hafız-el Esad Arjantin ve Rusya'dan nükleer araştırma reaktörleri alma girişiminde bulunmuş ama ABD baskısı yüzünden anlaşma sağlanamamıştı. 2006'nın sonlarına doğru İsrail yeni nükleer faaliyet olasılıkları hakkında istihbarat toplamaya başlamıştı. O günlerdeki CIA yöneticisi General Michael Hayden bana kuzeydoğu Suriye'deki çölde “gizemli” koskoca bir yapı kurulduğuna ilişkin bazı kuşkuları olduğunu söylemişti.
Mossad ajanlarının topladığı bilgiler korkunçtu: Suriye'deki yapının içinden çekilmiş yaklaşık üç düzine renkli fotoğraf burada çok gizli bir plütonyum nükleer reaktörü bulunduğunu işaret eder nitelikteydi. Al Kibar adlı reaktör Fırat Nehri'nden yaklaşık dokuz yüz yarda uzakta ve Türkiye'yle Irak arasındaki sınırın arasında ortalarda bir yerdeydi. Fotoğraflarda Suriye'nin büyük kentlerinden uzak bir yerde bulunan bu şantiye bölgesinde Kuzey Koreli işçiler görülüyordu. Mossad'ın çözümlemesi uyarınca bu tür bir plütonyum reaktörünün tek amacı, ancak atom bombası yapmak olabilirdi. İçeride de Yong-byon'daki Kuzey Kore reaktöründe bulunan aynı mühendislik unsurlarının birçoğu yer almaktaydı – bu son otuz beş yıl içinde Kuzey Koreliler'den başka hiç kimsenin yapmadığı bir modeldi.
Yirmi beş yıl kadar önce İsrail Irak'a Osirak nükleer reaktörünü yok etmek üzere bombardıman uçaklarını yollamıştı. İndirilen bu darbe, İsrail Başbakanı Menachem Begin'in adı verilen Begin doktrininin ortaya çıkışına damgasını vurmuştur; bu doktrin uyarınca İsrail düşmanı hiçbir Orta Doğu ülkesinin nükleer silahlara sahip olmasına izin verilemezdi. Söylentilere göre İsrail'in kendisi de yaklaşık 1967'den beri nükleer silahlara sahipti ama bunu ne yadsıyor ne de kabul ediyordu; Londra-merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu bugün İsrail'in elinde iki yüz nükleer başlık bulunduğunu tahmin etmektedir. İsrailli yetkililer kendilerinde var olduğu söylenen nükleer silahlarla Suriyeliler'inki arasında ahlaki bir denklik bulunduğu iddialarını kayıt dışı olarak reddetmektedirler. Yetkililer, bunun nedenlerinden birinin Suriye'nin, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terörist örgütler olarak kabul edilen Hizbullah ve Hamas’la kurduğu ilişki olduğunu söylemektedir.
Saldırıdan sonra, 8 Mart'ta Mossad yöneticisi Meir Dagan ve iki yüksek yetkili İsrail Başbakanı Ehud Olmert'le buluşmuş ve saldırıdan elde edilen bulguları sunmuşlardı. Geçen yıl Olmert'in yolsuzluk suçlamasıyla (büyük ölçüde aklandığı) bir duruşma salonunda boy gösterdiğinde, doğrudan doğruya Dagan'dan ya da Suriye'deki şantiyeden hiç söz etmemiş ama “ülkede pek görülmeyen bir biçimde” masasına bırakılan “birkaç bilgi kırıntısına” dolaylı olarak değinmişti. Ayrıca “O andan sonra artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Bu işin önemi, varlık düzleminde, öngörülmemiş ölçekteydi,” diye eklemişti. Olmert reaktörün çarçabuk yok edileceği sözünü vermişti; bu “tam kapasite çalışırsa”, yıkıntılardan sızan radyasyon Fırat'ı kirletirdi.
Beş yıl sonra, Al Kibar konusu İsrail'de hâlâ açıktan açığa tartışılmamaktadır. Gazeteciler ya da askeri analizciler bu konuya değindiğindeyse, raporlarını genellikle yabancı kaynaklara dayandırmaktadırlar. Sızan bilgilerse Al Kibar reaktörünü İsrail'in yerle bir ettiği yolundadır. Bu operasyonun bazı ayrıntıları yayınlanmıştır. 2008 Nisanı'nda, gizlilikten birkaç ay sonra, ABD istihbarat yetkilileri, reaktörle ilgili kendi değerlendirmeleri konusunda Meclis'e bilgi vermiştir. Bush Yönetimi'nin en üst düzeydeki üyeleri, aralarında Bush da bulunmak üzere, anılarında ABD'nin reaktörle ilgili kanıtlara gösterdiği tepkiden söz etmişlerdir. Son aylarda Al Kibar'ın sonuyla ilgili bilgi sahibi olan yaklaşık iki düzine İsrailli ve Amerikalı yetkiliyle orada tam olarak neler olup bittiğini ve bu konunun ayrıntılarının neden bu kadar gizli tutulduğunu öğrenmek için konuştum. Başbakan Benjamin Netanyahu ve hükümeti İran'ın geliştirmeye başladığı nükleer programını nasıl karşılayacağını düşünürken, İsrail'in Al Kibar'a verdiği tepki hem örnek hem de uyarıcı olarak ortaya atılmıştır.
Başbakan Olmert'le yarım düzine yardımcısının çalıştığı, Kudüs'teki tanımlanması olanaksız ofis binasındaki odalar, cam kapıların ardında yer almaktadır ve öylesine sıkı bir biçimde gözlenmektedir ki buralara Akvaryum adı takılmıştır. Bu nedenle Suriye'deki kurulumun bulunuşundan sonraki günlerde Olmert birkaç mil uzakta Balfour Caddesi'nde yer alan devlet konutunda önemli toplantılara ev sahipliği etmiştir.
Kabinede görevli bakan ve bir zamanlar Kudüs belediye başkanı olan Olmert 2006 başlarında barış sözü vererek iktidara gelmiş ve o yaz Lübnan'daki Hizbullah'la giriştiği savaş gözden düşmesine yol açmıştı. Aralıkta yeniden uzlaşma yolları aramaya yönelik çabalarında Olmert Filistin devletinin kurulacağı yeri belirlemek üzere, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'la düzenli toplantılar yapmaya başlamıştı. 15 Şubat 2007'de Viyana'daki Mossad saldırısından birkaç hafta önce, Olmert Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'la Ankara'da buluşmuş ve kendisinden Suriye Başkanı (Hafız'ın oğlu) Beşar Esad'ın, İsrail'le gizli barış görüşmelerine girip girmeyeceğini öğrenmesini istemişti. Erdoğan 3 Nisan'da Esad'la buluştuktan sonra Olmert'e Esad'ın bu konuda istekli olduğunu bildirmişti. O sıralarda İsrail Suriye'deki reaktörle ilgili kanıtlar bulmuş ve ciddi çözüm yollarına gidilmişti.
Aralarında Şimon Perez, Ehud Barak ve Olmert'in siyasal rakibi Netanyahu da bulunmak üzere, eski İsrail Başbakanlarıyla, Balfour Caddesi'ndeki bilgilendirme toplantıları başlamıştı. Liderler, gizliliği sağlayıp sızmaları önlemek amacıyla toplantıya teker teker çağrılmıştı. Aralarında Savunma Bakanı Amir Peretz; İsrail Savunma Güçleri genelkurmay başkanı Gabi Ashekenazi; IDF, askeri haber alma örgütü başkanı Amos Yadlin; İsrail Güvenlik Hizmetleri Örgütü, Shin Bet'in başkanı Yuval Diskin; Mossad başkanı Dagan'da bulunduğu – ikinci grup 2007 Martının sonlarından başlayıp Eylül başlarına kadar süren ve çoğunlukla Cuma günleri yapılan bu toplantılarda bir araya geliyordu. Bütün üyeler bir gizlilik anlaşması imzalamıştı.
Derken Amerikalılar'ı bilgilendirme zamanı gelmişti. 18 Nisan'da İsrail'e yapılan rutin bir ziyarette, George W. Bush'un Savunma Bakanı Robert Gates, kendisiyle aynı konumu paylaşan İsrailli bakan Peretz'le buluşmuştu. Peretz'in İngilizcesi akıcı olmadığı için ona reaktörle ilgili haberleri açıklarken başvurabileceği bir bilgi kartı hazırlanmıştı. Olmert, en önemli iki danışmanının, yani Yoram Turbowicz'le – ABD yetkililerinin TnT adını taktığı- ShalomTurgemen'in yanı sıra Dagan'ı da, öbür önemli ABD yetkililerini bilgilendirmek üzere Washington'a yollamıştı. Dagan ABD'li uğraştaşı CIA başkanı Hayden'ı bilgilendirmişti. Dagan, Turbowicz ve Turgemen Başkan Yardımcısı Dick Chenney'le ve ulusal güvenlik danışmanı Steve Hadley'le buluşmuştu. Dagan onlara şantiye fotoğraflarını göstermiş ve öbür bilgileri sunmuştu. ABD'nin üst düzeydeki eski bir yetkilisine göre, bu haberler istihbarat örgütünü Kuzey Kore'yle Suriye arasındaki ilişkileri soruşturmaya zorlayan Chenney'i haklı çıkarmıştı.
Başkan Bush, istihbarat başkanlarından, İsrail’in öne sürdüğü bilgileri doğrulamalarını istemişti; Irak’taki kitle imha silahları konusunda uğranan korkunç istihbarat yanlışı, bütün tazeliğiyle herkesin aklındaydı. Bu üst düzeydeki eski ABD yetkilisine göre, Bush’un sözleri “Gizli kalmalı, kesin olmalı” biçimindeydi. CIA kriz çözme örgütü (crisis task force) kurulmuştu ve aynı yetkiliye göre CIA şantiyenin “elden verilen” fotoğraflarıyla, Amerikan uydularının “havadan” çektiği fotoğrafları karşılaştırmıştı. Bunun üzerine fotoğraflar National Geospatial-Intelligence Agency’ye (Ulusal Coğrafi Haberalma Birimine) verilmiş, onlar da görüntüleri ve harita temelli bilgileri siyaset oluşturucularla ulusal güvenlik topluluğuna iletmişti. NGA iki fotoğraf takımının da geçerli olduğuna karar vermiş, Enerji Bakanlığı nükleer uzmanları ve dışarıdan bulunan bir nükleer silahlanma kuruluşu da aynı saptamada bulunmuştu. Sonunda, gene sözü edilen şu üst düzey eski ABD yetkilisine göre, CIA’nın özel amaçlı “kızıl takımı”, “Eğer bu bir nükleer reaktör değilse, o zaman uyduruk bir nükleer reaktördür,” sonucuna varmıştı.
ABD istihbarat yetkilileri İsrail raporlarını doğrulamaya çabalayıp dururken, ulusal güvenlik danışmanı Hadley, siyaset seçenekleri oluşturmak üzere –Tasarlama Komitesi olarak maksatlı yumuşaklığıyla tanınan- birimler arası yardımcılar kurulu yönetiyordu. Kurul üyeleri arasında ulusal güvenlik başkan yardımcısı Elliott Abrams; Dışişleri bakanlığında üst düzey Orta Doğu uzmanı olan sonradan da ulusal güvenlik danışman yardımcılığına getirilen James Jeffrey; daha önce Türkiye Büyükelçisi olarak çalışan ve Gates’e üst düzey danışman yardımcısı olan Eric Edelman; Condolezza Rice’ın altında Dışişleri bakanlığında danışman olarak çalışan Eliot Cohen bulunuyordu. Grubun korumalı yönetim e-postalarına hiçbir kişisel yardımcı alınmamıştı. Oluşturulan siyaset seçenekleri, yönetim bilgisayarlarında dolaşıma sokulmuyordu; kurul üyelerininse konuya ilişkin belgeleri Beyaz Saray Durum Tasarlama Odası'ndan dışarı çıkarmaları yasaklanmıştı.
Baştan beri, Tasarlama Kurulu'nun birkaç üyesi, Suriye nükleer programının diplomasi yoluyla etkisizleştirilebileceği konusunda kuşkuluydu. Esad’ın zaman kazanmak için reaktörü tam hız çalıştırmayı geciktirmesinden çekiniliyordu, bu noktada askeri harekât çok tehlikeli olabilirdi. Birkaç Salı ikindisi boyunca çok ama çok üst düzey üyelerden oluşan bir ulusal güvenlik grubu Hadley’in, Beyaz Sarayın Batı Kanadı'nda bulunan çalışma odasında toplanır olmuştu. Aynı zamanda gruptan birkaç kişi Amerikan askeri harekâtını savunur durumdaydı. Gates Edelman’a “Her Yönetim bir Müslüman ülkesine karşı önleyici savaş açar,” demişti yarı şaka, “ve bu Yönetim de bunu çoktan yaptı işte.”
Ayrıca İsrail’in Hizbullah’la 2006’daki savaşı, Rice’ın İsrail’in askeri kararlarına duyduğu inancın zayıflamasına yol açmıştı. Üst düzey yönetim yetkilerinden biri bana “Condi İsrail ordusunun güvenilmez olduğunu ve artık onların küçüklüğümüzden beri bize öğretildiği gibi on-ayak boyunda devler sayılmadığını düşünüyor,” demişti. Rice indirilecek darbenin, Suriye ve Hizbullah’la savaşı da kapsayan çok daha büyük karışıklıklara yol açacağından korkuyordu. Rice iki diplomatik girişimde daha bulunmuştu: bunlar Kuzey Kore’yle nükleer programları hakkında altı parçalı bir görüşme ve o yıl Annapolis’de yapılacak Orta Doğu barış konferansıydı. Bu arada Yönetim görev süresinin sonuna yaklaşmaktaydı. Eliot Cohen bana “Irak’ta tam köşeyi dönmek üzereydik, Afganistan’daysa rahatsızlık duygusu başlamıştı,” demişti. “Yönetimdeki birçok kişi üçüncü Orta Doğu savaşı olacağını düşündükleri bir şeye başlamak istemiyordu. Amerikan halkının, bu tür bir olasılığa duyduğu hoşnutsuzluktan başka sabrı da kalmadığını düşünüyorlardı.
17 Haziran'da Beyaz Saray devlet konutunda, Olmert’le programlanmış bir ziyaretin öncesinde, Bush Sarı Oval Odada danışmanlarla buluşmuştu; eski bir üst düzey yetkilinin söylediğine göre, bu oda içli dışlı olmayı ve biçimsel davranmamayı sağlıyor, Bush’unsa “karar verici değil dinleyici konumunda bulunmasına olanak veriyordu. Bu dönemi Washington Post’ta çıkan bir yazıya dayanarak anlatan Hayden “Başkana Al Kibar’ın nükleer silahlar programının bir parçası olduğunu” ve “bu tesisin başka amaçlarla kullanılabileceğini düşünemeyeceğimizi söyledim,” demişti. Ama yeniden işleme tesisi ya da savaş başlığı üzerinde aktif çalışma gibi “silahlanma programının öbür olmazsa olmazlarını tam olarak saptayamadıkları” için “bu bulguları sakınımlı bir biçimde ‘düşük güvenlikli’ olarak nitelemiştik diye yazmıştı Hayden.
Yönetim, reaktörün gelecek aylarda tam kapasite çalışabileceğini ama “düşük güvenlikli” terimi ortaya atıldığı için Bush artık, indirilecek savaş önleyici darbeyi haklı çıkaracak siyasal bir kılıf bulunabileceğini düşünmüyordu. Bush anılarında Olmert’e “istihbarat ajanlarım ortaya çıkıp da bu bir silahlanma programıdır demedikçe bağımsız bir ülkeye yapılacak bir saldırıyı haklı gösteremem,” dediğini yazar. Bilim ve Uluslararası Güvenlik Kurumu'nda nükleer silahlanma konusunda uzman olan David Albright bana yeniden işleme tesisinin henüz kurulmadığını söylemiş; sonra da Suriye’nin böyle bir tesisin aranması için kimseye izin vermediğini de eklemişti.
Olmert 19 Haziranda Washington’da Amerikalı yetkililerle buluşmuştu. Gazete muhabirlerine İran ve Filistin barış sürecini görüşmek üzere geldiğini ama Bush ve Chenney’le yaptığı toplantılarda Suriye reaktörüne ABD önderliğinde bir saldırı düzenlenmesini istediğini söylemişti. Olmert bu ABD darbesinin “bir taşla iki kuş vuracağını” savunmuş, böylece Bush’un, uluslararası topluluğa Esad’ın hainliğini anımsatma ve İran’ı kendi nükleer programını oluşturmaktan caydıracak bir mesaj verme olanağına kavuşacağını söylemişti. Olmert Bush’a eğer ABD reaktörü yerle bir etmezse, bu işi İsrail’in Amerikalılar'dan yardım almadan kendi başına yapacağını da bildirmişti. Bush bunu kısa zamanda yanıtlayacağına söz vermişti.
12 Temmuz'da Bush ikinci bir toplantı düzenlemiş ve bir temsilciyle Esad’a reaktörü sökmeye başlaması yolunda bir ültimatom yollayacağını bildirmişti. Söküm işlerini, Konseyin P5 adı verilen beş sürekli üyesi – ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa – denetleyecekti.
Bush Olmert’i ertesi sabah saat sekizde çağırmıştı. Reaktörü Amerikalılar vuracak olursa, Yönetim, bilgilerin İsrail’den geldiğini Kongreye açıklamak zorunda kalır, demişti. Olmert’in istediği bu muydu? Bush bölgeye Rice’ı göndermeyi önermiş ama Olmert, Rice’ın yapacağı bu tür bir ziyaretle ilgilenmediği yanıtını vermiş ve diplomatik yolların yalnızca Suriye’yi, reaktör tam kapasite çalışmaya başlayana kadar, geciktirmeye yarayacağından korktuğunu söylemişti. Bush anılarında ABD diplomasi yolunu seçtiği için “başbakanın düş kırıklığına uğradığını” yazmış ve Olmert’in kendisine “Bu, ülkeyi can damarından vuracak bir darbedir,” dediğini eklemiştir. Carnegie Vakfı'ndaki nükleer silahların sınırlandırılması programında bulunan üst düzey geçici üyelerden biri olan Ariel Levite bana, Amerika’nın Kuzey Kore ve Pakistan’a yönelik nükleer silahlanmayı engelleme siyaseti “erken davranmak, çok erken – ayy,- çok geç olur” biçiminde tanımlanmaktadır, demişti. İsrailliler de diplomatik odakların, sürpriz bir askeri operasyonu baltalayacağına inanıyordu. Abrams’ın bana söylediğine göre Esad bir kez yakalandığını anlarsa, şantiyenin yanına bir anaokulu kurmasını ya da uçaksavarlar yerleştirmesini ne önleyebilirdi?
Amerika ve İsrail temel olgularla ve riskler konusunda düşünce birliğine varmışlar ama birbirine karşıt siyasi sonuçlara ulaşmışlardı. Olmert Bush’tan telefon gelene kadar saldırıya ABD’nin öncülük edeceğini umuyordu. Ama artık darbe konusunda İsrail’le aynı düşüncede olmayan bir ABD yetkilisinin bilgi sızdırarak bunu baltalayacağından çekinmeye başlamış ve bu korkusunu Bush’a iletmişti. Başkan Olmert’e Amerikalıla'rın “suskun kalacağı” konusunda söz vermişti.
Bush büyük olasılıkla daha ileri bir askeri harekâttan hoşlanmamış ve Irak’taki istihbarat bozgununun yinelenmesinden korkmuştu ama Olmert’in durumunu da anlamışa benziyordu. Bush ABD’nin İsrail eylemini engelleyeceğini hiçbir noktada belirtmiş değildir. Bir İsrailli general bunu bana, “Olmert, Bush’dan yeşil ışık yakmasını istemediğini ama Bush’un da ona kırmızı ışık yakmadığını söylemişti,” diye anlatmıştı. “Olmert de bunu yeşil ışık olarak yorumlamıştı.”
İsrailliler tek yanlı saldırı hazırlığına başlamıştı. IDF ve İsrail Hava Kuvvetleri üç strateji olasılığı üzerinde duruyordu: birincisi İsrail Hava Kuvvetleri komutanı General Eliezer Shkedi’nin adından yola çıkılarak Şişman Shkedi diye adlandırılan geniş kapsamlı bir İsrail Hava saldırısıydı; ikincisi Sıska Shkedi adıyla dar kapsamlı bir saldırı; üçüncüsüyse özel kuvvetler tarafından gerçekleştirilecek kara harekâtıydı.
Ana düşünce Şam’dan gelebilecek olan tepki potansiyelini en aza indirgeme arzusuydu. Reaktör bulunduğundan beri birçok İsrail yetkilisi saldırı belirtisi ne kadar az olursa, Suriye’nin misilleme olasılığı da o kadar düşük olur sonucuna varmıştı. Esad nükleer reaktörün varlığını bildirmeyerek, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna karşı yükümlülüklerini çiğnemiş oluyordu. Nükleer silahlanma arzusunun İsrail tarafından açığa çıkarılıp engellenmesinin yaratacağı aşağılanma bir yana – kuralları çiğnediğinin daha fazla fark edilmesini önlemek için Esad bu konuyu hasıraltı etmeyi yeğlerdi. Yıllardan beri Esad’ın profilini çizip ortaya çıkartan ve IDF’nin danıştığı psikologlar, eğer İsrail bir saldırı için herkesten açıkça güvence isteyerek Başkanı köşeye sıkıştırmaz da Esad’a İsrailli güvenlik yetkililerinin “inkâr bölgesi” olarak adlandırdığı sığınacak bir yer bırakırsa o zaman misillemenin de önlenebileceğini savunuyordu. İsrail’in 2006’da Lübnan’da Hizbullah’la tutuştuğu savaşta Esad’ın İsrail’e karşı açıktan açığa düşmanca bir tutum takınmama kararı, onun İsrail’le askeri bir çatışmaya girmemesinin kendi yararına olacağını gördüğünü ortaya koymuştu. İsrailliler'in de farkına vardığı üzere Al Kibar reaktörü uzak bir bölgedeydi; indirilecek darbe sivil ölümlere neden olmayacak ve herkesin dikkatini pek çekmeyecek gibiydi.
Bu faktörlerin ışığında, IDF, Mossad ve Tzipi Livni’nin bulunduğu Dışişleri Bakanlığı, reaktöre küçük hedefli (low-signature) bir saldırı gerçekleştirmekten yanaydı. Daha Haziran'da İsrail özel operasyon birimi şantiyenin bulunduğu alanın bir yakınına sokulmuş ve çektiği ek fotoğrafları yollamış, dönerken yanında toprak örnekleri getirmiş, İsrail’e saldırı için gereken başka bilgiler toplamıştı.
Temmuz'a doğru Peretz İşçi Partisi liderliğini kaybetmiş ve Savunma Bakanlığı, eski Başbakan, eski Genel Kurmay başkanı ve İsrail tarihindeki en çok madalya alan askerlerden biri olan Ehud Barak’a geçmişti. “İki Ehud” yani Olmert’le Barak arasında, farklı partilerden olmalarına karşın içten bir ilişki vardı. Olmert doksanlarda Kudüs belediye başkanıyken Barak’ı, sonra da Başbakanı, İşçi Partisi liderinin Kudüs’ün yarısını Filistinlilere verdiğini öne süren sağcıların her zamanki nakaratlarına karşı savunmuştu. (Aslında Barak Kudüs’ün önemli bölgelerini 2000’deki Camp David zirvesinde gerçekten teklif etmişti)
Ama dostluk uzun sürmemişti. Barak kabinedeki bakan arkadaşlarına 2006 savaşının tekrarlanacağından korktuğunu ve Al Kibar saldırısını ertelemenin daha iyi olacağını düşündüğünü söylemişti. Bu, İsrail’in kuzeydeki askeri gücüne, Suriye misillemesine karşı hazırlanması için zaman kazandıracaktı. Olmert’e göre 2006 Lübnan savaşı caydırıcılığı sağlamıştı; Hizbullah o günden beri İsrail’e açıktan açığa tek kurşun atmamıştı. Olmert, Barak’ın Al Kibara yapılacak saldırıyı ertelemesinde başka nedenleri olduğundan kuşkulanıyordu. 2006’da Hizbullah’la girişilen savaş kapsamında alınan kararlara ilişkin hükümetin belirlediği soruşturma kurulu olan Winograd Komisyonu'nun hazırladığı son raporun yılsonuna doğru çıkacağı bekleniyordu; raporda Olmert’in savaşı ele alış biçiminin eleştirilmesi bununsa onu siyasal açıdan onu zayıflatması umuluyordu. Olmert Barak’ın rapordaki bulguları benimsemesinden, bu durumun Olmert’in Başbakanlık'tan alınmasını tetiklemesinden böylece Suriye reaktörüne yapılacak operasyonu Barak’ın tek başına yürütmesinden çekiniyordu.
İsrail’de savaşa yol açabilecek bütün büyük askeri harekâtların mutlaka ulusal güvenlikten sorumlu bakanların onayından geçmesi gerekir. Olmert güvenlikten sorumlu bakanlardan birkaçını ayrı ayrı evine çağırmış ve onları Al Kibar konusunda bilgilendirmişti. Bu bakanların her biri gizlilik yeminini imzalamış, bilgi sızmaları olursa soruşturmayı göze alacaklarını kabul etmişlerdi. Sonraki beş haftayı aşkın bir süre boyunca, güvenlikten sorumlu bakanların yarım düzine sıra dışı toplantıya katıldığı ortaya çıkmıştı. Barak reaktör çalışmaya başladıktan sonra erken evrede yapılacak dikkatli bir saldırının, Fırat’ı kirletmeyeceğini savunuyordu. Olmert buna inandırıcı, uzun ve sert bir karşılık vermişti. Orada bulunan güvenlikten sorumlu bakanlardan biri bana “güvenlik bakanlığında şimdiye kadar anımsadığım en olağanüstü oturumlar işte bunlardı,” demişti.
1 Eylül'de Tubowicz Beyaz Saraya tüm hazırlıkların hemen hemen tamamlanmış olduğunu bildirmişti. İsrail darbeden önce bir başka ülkenin istihbarat servisine daha - İngiltere’nin M16’sına - bu konuda bilgi vermiş ama saldırının zamanını iki ülkeyle de paylaşmamıştı.
5 Eylül'de güvenlikten sorumlu bakanlar kurulu konuyu bir kez daha tartışmış ve oyunu saldırının yapılması yönünde kullanmıştı. (Çekimser kalan tek bakan Avi Dichter olmuştu.) Bakanlar kurulu askeri girişimle saldırının zamanını onaylama yetkisini yalnızca Olmert, Barak ve Livni’ye vermişti. Barak ve Olmert saldırı emri veren karar metninde kendi el yazılarıyla, savaş olasılığını açık seçik belirten birkaç düzeltme yapmışlardı. Bakanlar kurulu oturumundan sonra Olmert, Barak ve Livni, Olmert’in çalışma odasının bitişiğindeki bilgilendirme odasında yeniden bir araya gelmişlerdi. Genelkurmay başkanı da buraya gelmiş ve saldırının gece yapılmasını, Sıska Shkedi harekâtının kullanılmasını önermişti. Genelkurmay başkanı gittikten sonra, Olmert, Barak ve Livni oybirliğiyle harekâta başlama kararına varmışlardı.
5 Eylül 2007 tarihinde gece yarısından hemen önce, Hayfa’nın güneydoğusundaki Ramat David de aralarında bulunmak üzere İsrail Hava Kuvvetleri üslerinden dört F15 ve dört F16 havalanmıştı. Akdeniz kıyısı boyunca kuzeye doğru yol aldıktan sonra uçaklar doğuya yönelmiş ve radara yakalanmamak için Suriye-Türkiye sınırını izlemişti. İsrailliler sıradan elektronik karıştırma araçları kullanarak Suriye hava savunma sistemini işlemez hale getirmişti. Tel Aviv’de, IAF’nin yeraltındaki “kuyu” adıyla bilinen kumanda ve kontrol merkezindeki bir odada Olmert, Barak, Livni üst düzey güvenlik yetkilileri radarla uçakları izliyordu. Saldırı bir savaşa yol açacak olursa bu oda Olmert için sığınak olarak kullanılacaktı; İsrailliler bir de askeri beklenmedik durum planı hazırlamışlardı.
General Shkedi bitişik odada pilotları sesli olarak izliyordu. Gece 12:40’la 12:53 arasında, pilotlar hedefe on yedi ton patlayıcı atıldığını anlatan bilgisayarda oluşturulmuş “Arizona” şifresini vermişlerdi. Orada bulunanlardan birinin anımsadığına göre “ortalığı bir bayram havası sarıvermişti.” “Reaktörü yerle bir etmiş ve tek bir pilot bile kaybetmemiştik.”
Ertesi gün Suriye Arap Haber Ajansı İsrail uçaklarının Suriye hava sahasına girdiğini ama geri püskürtüldüğünü duyuruyordu: “Hava savunma birimleri uçakların karşısına çıkmış ve çöl bölgesine, insanlara ya da malzemelere zarar vermeyen mühimmat attıktan sonra bu uçaklar dışarı çıkartılmıştır.” İsraillilerse tek bir Suriye hava savunma füzesinin bile atılmadığını söylemektedir. Bu saldırıda en az on ya da büyük olasılıkla sayısı üç düzineyi bulan işçi ölmüştü.
Uçaklar üslerine dönerken Olmert de Tel Aviv’de yer alan Kirya savunma binalarındaki çalışma odasına gitmiş ve o sırada Avustralya’da bulunan Bush’la telefon bağlantısı kurulmasını istemişti. Olmert ona “Yalnızca bir zamanlar var olan bir şeyin artık olmadığını bildirmek için aradım,” demiştir. “ İş başarıyla tamamlandı.”
Suriye reaktörün varlığını sürekli yadsımaktadır; yönetimdeki yetkililerin verdiği yanıtlarsa çelişkilidir. İndirilen darbeden üç hafta sonra, Esad BBC’ye İsrail savaş uçaklarının kullanılmayan askeri bir binaya saldırdığını ve Şam’ın da “bombaya bombayla” olmasa da misilleme hakkının bulunduğunu söylemişti. Bu arada Birleşmiş Milletler Suriye Daimi Temsilcisi Beşar Caferi ısrarla Suriye’de hiçbir yerin bombalanmadığını ve İsrail uçaklarının “hava savunma ateşiyle karşılandığını”, mühimmatla birlikte benzin depolarını da atmak zorunda bırakıldıklarını söylemeyi sürdürmekteydi.
Washington Enstitüsü'nde Suriye uzmanı olan ve o sıralarda Şam’da bulunan Andrew Tabler bana, “Suriye’de hiç kimse İsrail’in böyle bir şey yaptığına inanmıyor,” demişti. “İnsanlar rejime inanıyor.” Tabler Suriyeliler'in anlatılanlardan ikisine inanmadığını söylemişti; Esad’ın bir reaktör kurduğuna ve İsrail’in de bunu yerle bir ettiğine. Dünya basınında bir tür saldırı olduğunu doğrulayan haberler vardı ama Suriye buna karşılık vermemişti. Bu durum, İsrail’in ilk psikolojik yorumunu pekiştiriyordu: Esad reaktörün varlığını inkâr edebildiği sürece, kendini karşılık vermek zorunda hissetmezdi.
İsrailliler onun inkâra sığınmasına yardım etmişti. Aralarında Mısır ve Ürdün’ün de bulunduğu bölge müttefiklerine bilgi vermişler ve liderlerinden halka saldırıyla ilgili demeçler vermekten kaçınmalarını istemişlerdi. Olmert, Esad’la sıkı ilişkisi bulunan Rusya’ya bilgi vermek üzere Moskova’ya uçmuştu. Dick Cheney, Kuzey Kore’nin Suriye tasarısındaki göze batan rolünü sergilemek istiyor ve bunun açıklanması gerektiğini savunuyordu. Ama altı parçalı diplomatik görüşmeleri korumaya özen gösteren Condolezza Rice Kuzey Kore’yle konuşmuş ve suskun kalması konusunda kendisinden söz istenmişti, Rice buna razı olmuştu.
23 Ekim'de Olmert Londra’da Erdoğan’la buluşmuş ve ona İsrail saldırısıyla bunun nedenleri hakkında bilgi vermişti. Toplantıda Olmert Erdoğan’dan, barış görüşmelerine yeniden başlamak için Suriye’nin çıkarlarını değerlendirmesini istemişti. Esad, 2008 Şubat'ında Ankara’da başlayan dolaylı barış görüşmelerine olur vermişti; bu görüşmeler, İsrail Gazze’ye saldırınca Türkiye’yle Suriye’nin protesto etmek için geri çekilmesi üzerine Aralık'ta sona ermişti. İsrailliler iki yanın da Al Kibar darbesine hiç değinmediğini söylemişti.
Aylar geçip de Suriye’nin misillemeye kalkma olasılığı zayıflayınca, Bush belirli birtakım senatörlerle temsilcilere olup biteni açıklamak için Olmert’den izin istemişti. Böylece ayrıntılar sızmaya başlamış ve kongre istihbarat kurulu üyeleri kendilerine bilgi verilmediği için sinirlenmişlerdi. Ayrıca Yönetimin içinde de, Suriye reaktörünün yapımında Kuzey Kore’nin rolü hakkında halkı bilgilendirmeme kararıyla ilgili sert tartışmalar vardı. Olmert yumuşamıştı; bununla birlikte İsrail’de resmi sınırlamalar sürüp gitmişti.
IAEA’nın reaktör inşaat alanına gitme konusundaki ısrarlı isteklerini sert bir biçimde geri çeviren Suriye, aralarında Olli Heinonen’in de bulunduğu bir grup denetlemene 2008 Haziran'ında bir günlük ziyaret izni vermişti. Denetmenler örneklerde insan-yapımı uranyum bulmuş, Suriye’yse bunların atılan bombaların kalıntıları olduğunu iddia etmişti. 2009 denetmenler alanda grafit de bulunduğunu bildirmiş; Suriye’yse gene inkâr yoluna sapmıştı. En son raporlarda IAEA inşaat alanının nükleer reaktör olma “ihtimalinin çok yüksek” görüldüğü sonucuna varmıştı.
Geçen baharda Heinonen’le buluştuğum zaman bana inşaat alanının denetmenler gelmeden önce temizlendiğini söylemişti. Onun bu sözleri, Condolezza Rice’ın 25 Nisan 2008’de kongre bilgilendirme toplantısından sonra tüm dünyadaki Dışişleri Bakanlığı temsilcilerine yolladığı ve Wikileaks’in 2010’da bir İsrail gazetesine sızdırdığı telgrafın içeriğiyle aynı şeyleri yansıtıyordu. Rice bu telgrafta “İsrail hava saldırısından sonra, Suriye’nin olup bitenleri aylardır saklaması ve bu konuda söylediği yalanlar saklanacak bir şeyler olduğunu kanıtlar niteliktedir,” diyordu. “Aslında reaktör inşaat alanına saldırıdan sonra, Suriye alanı büyük ölçüde temizlemiş ve orada bulunan kanıtları yok etmiştir.” Suriye’nin temizleme çabaları IDF uyduları tarafından da izlenip doğrulanmıştı.
Heinonen inşaat alanındaki denetmen refakatçilerinden birinin de İran’a ilişkin çeşitli konularda yönetimin bağlantı kurmasını sağlayan önemli adamlarından General Muhammed Süleyman olduğunu söylemişti. İsrailli bir general onun Suriye “gölge ordusunun” başı olarak adlandırıyordu; bu onun Suriye’nin geleneksel Ordusunu ilgilendirmeyen, örneğin İran silahlarını Hizbullah’a vermek gibi birtakım sorunların üstesinden geldiği anlamını taşıyordu. İsrailli yetkililer hem Alevi hem de Esad ailesinin yakın dostu olan Süleyman’ın, reaktörün varlığını bilen yönetimde yer alan bir iki üst düzey yetkiliden biri olduğunu söylemektedir.
1 Ağustos 2008’de Süleyman, Suriye’nin Tartus liman kentinde hafta sonlarında kullandığı denize bakan evinde verdiği akşam yemeğinde konuklarını ağırlarken keskin nişancılar tarafından öldürülmüştü. Bu operasyonun Mossad’la ve Shayetet 13 ya da İsrail Deniz kuvvetlerinin, denizden karaya baskın yapmakta ve terörle mücadelede uzmanlaşmış seçkin komando birliklerinden Flotilla 13’le bağlantılı olduğuna inanılmaktadır. Bu baskında başka hiç kimse yaralanmamıştı. İsrail’se bu suikastı hiçbir zaman üstlenip kabullenmemiştir.
Olmert’in sandıktaki oy sayısı 2006 savaşının döküntülerinden sonra bir daha toparlanamamış ve Başbakanlık döneminin geri kalanı, Abbas’la Filistin barış görüşmelerini sürdürdüğü sırada bile, yolsuzluk suçlamalarıyla lekelenmişti. 2008 Temmuz'unda istifa edeceğini duydurmuş ve bunu izleyen Şubat seçimlerinden sonra görevi bırakmıştı. O Temmuz'da Olmert yasadışı nakit para alma ve yolculuk giderlerini İsrail kuruluşlarına iki kez faturalandırma suçlamalarından aklanmış ama güveni kötüye kullanmaktan suçlu bulunmuştu. Kudüs’te bir taşınmaz mal anlaşmasına ilişkin yolsuzluk suçlamasıyla bir kez daha yargıç önüne çıkmıştır ama son zamanlarda yapılan bazı anketler, Olmert yeni bir merkez koalisyonun başına geçerse bunun Netanyahu’nun partisine güçlü bir darbe indireceğini göstermiştir. İsrail’deki birçok araştırmacı Olmert’in son suçlamadan temize çıkarsa siyaset alanına geri döneceğini beklemektedir ama O böyle bir niyeti olmadığını herkesin önünde açıkça söylemektedir.
İsrail’e göre Al Kibar'a yapılan saldırı eşsiz bir başarıydı. Begin doktrini yeniden doğrulanmış ve ne Suriye ne Hizbullah o günden beri İsrail’e zarar vermeye kalkışmıştı. Bugün hemen yanıtlanması gereken soru, aynı başarıdan çıkarılacak derslere, tüm kanıtlara karşın nükleer enerjiyi yalnızca sivil amaçlar doğrultusunda kullanmak üzere geliştirdiğini ısrarla söyleyen İran’da da başvurulup vurulamayacağı ve İsrail’le ABD’nin bu tehlikeye aynı gözle bakıp bakmadığıdır.
Barak İran üzerine tek yanlı bir saldırıyı destekleyenlerin başında gelmektedir. Halka verdiği demeçlerde ve özel konuşmalarında – bölge komşusunun beklentilerinden ve İsrail’i yok etme yetisine sahip olmaya çalıştığını söylemekten çekinmeyen düşman devletten söz ederken – “İsrail’in ensesindeki kılıç” sözcüğünü kullanmaktadır. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay başkanı Hasan Firuzbadi’nin 20 Mayıs'ta ülkesinin “İsrail’i yeryüzünden sileceğini” söylediği demecini aktarmaktadır. Olmert bana “İsrail nükleer silahlara sahip bir düşmana hoşgörü gösteremez. Buna, Irak’ta olsun Suriye’de olsun, geçmişte göz yummamıştık, şimdi de İran’da yummayız,” demişti.
Nükleer silahlara sahip bir İran, Amerikan çıkarları için de tehlikelidir. Başkan Obama 4 Mart 2012’deki bir konuşmasında “İran’ın nükleer silahlara sahip olmasının önlenmesi, bütün dünyanın çıkarınadır,” demişti. “İran’ın nükleer silahları bir terör örgütünün eline geçebilir. Bölgedeki öbür ülkelerin de, nükleer silahlanmaya gitmek zorunda kalacağı kesindir, bu da dünyanın en değişken bölgesinde silahlanma yarışını tetikleyecektir. Silahlanma yarışı kendi halkına acımasız davranmaktan çekinmeyen bir yönetim biçimini teşvik edecek ve İran’ın Doğu Akdeniz ülkelerinden güneybatı Asya’ya kadar olan büyük bir bölgede terörist saldırıları gerçekleştiren ajanlarını yüreklendirecektir.” Bu, aynı zamanda Amerika’nın güvenilirliğini de baltalar. Nükleer silahların sınırlanması İkinci Dünya Savaşı'ndan beri hem ABD’nin için hem de Obama için altına imzasını attığı en büyük sorun olmuştur. İş başına gelen son üç Yönetim, yani hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, İran’ın nükleer çalışma programı geliştirmesine izin verilemeyeceği yolunda söz vermişlerdir.
Bununla birlikte İran’daki durumla Suriye olayı temelde birbirinden ayrıdır. Suriye olayı; Şam’daki, İsrail’deki ve Washington’daki birkaç yetkili dışında bilinmemektedir, oysa İran’ın nükleer çalışmalarına darbe indirme olasılığı herkes tarafından tartışılmaktadır. Uzmanlar sivil ölümlerle uzayıp giden misillemeler tehlikesine işaret etmektedirler. Ayrıca İran’ın en önemli nükleer enerji geliştirme alanı kutsal Kum kentinin dışında, yeraltında bulunmaktadır ve son derece sağlam bir biçimde takviye edilmiştir; buraya yapılacak bir saldırının büyük başarısızlığa uğrama tehlikesi vardır. Bu darbe İran’ın programını aksatıp geriletebilir ama bu ne kadar sürer ve bedeli ne olur? Bazı İsrail yetkilileri, böyle bir saldırının İran’ın nükleer programını haklı çıkarabileceğinden kaygılanmaktadırlar.
İsrail’in sorunuysa, Amerikalıların İran’ın nükleer hırslarını önleme konusunda yeterli kararlılığa sahip olup olmadığıydı. Obama, “blöf yapmıyorum” demiş ve kaba güce başvurmak dahil bütün seçeneklerin masaya yatırıldığını söylemişti. Şu ana kadar BM Güvenlik Konseyi'yle Almanya diplomatik yollara ve İran’ın petrol dışsatımı ve öbür ekonomik sektörlerine ABD önderliğinde yaptırımlar uygulamaya odaklanmıştır. İsrail bu kadar sabırlı davranmayabilir. Ulusal güvenlik sorunlarıyla ilgilenen yetkililerden biri bana, “İsrail dünyada yapayalnız ayakta durduğuna inanır,” demişti. “Eğer İran konusunda ABD’yle aramızda birtakım farklar varsa, o zaman İsrail, geçmişte de yaptığı gibi, kimin ulusal güvenliği doğudan doğruya etkileniyorsa, öbürü kabul etmese bile kendi başına eyleme geçmek zorunda kalabilir.”
Olmert’se biraz daha sakınımlıdır. “Her olay birbirinden ayrı ele alınmalıdır,” demiştir. “İran’daki durum, Suriye’dekinden, Suriye’dekiyse İran’dakinden farklıdır.” Olmert kendini, aralarında İran’a karşı İsrail’in tek yanlı eyleme geçmesine açıkça muhalefet eden Ashkenazi, Dagan ve Diskin gibi kişilerin de bulunduğu eski yüksek rütbeli yetkilerle aynı kampta görmektedir; Netanyahu’ya böyle bir girişimde bulunmaması konusunda açıkça baskı yapmıştır. Bana “En kötü olasılıkla, bütün seçenekler denenir, sonra elbette İsrail varlığını korumak için gerekirse eyleme geçer,” demişti. “Ama, son seçenek olan İsrail askeri operasyonuna başvurmadan önce uluslararası topluluklarla özellikle de ABD’yle birlikte hareket etmek için her şeyi denediğimizin açık seçik ortada olması gerekir.”
2007’deki gibi, İsrail İran’daki durumu kendi güvenliğini göz önünde tutarak değerlendirecektir. Barak 2012 Temmuz'unda İsrail Ulusal Güvenlik Kurulunda konuşurken “İran’ın nükleer silahlar edinmesini önlemenin karmaşıklığını ve derinliğini çok iyi biliyorum. Ama nükleer silahlara sahip İran’ın meydan okumaya kalkıştığı anda – eğer kalkışabilirse elbet – bu konuya eğilmenin çok daha karmaşık, çok daha tehlikeli olacağını ve insan yaşamıyla kaynaklarına çok daha ağır bedeller ödeteceğini de su götürmez bir biçimde biliyorum.” demiştir.
(David Makovsky, The New Yorker, 17 Eylül 2012, Sayfa 34-38)
SONUÇ YERİNE
Suriye Direnişinin Görünen İlk Belirtileri
Son Gazze saldırılarında Savunma Bakanı olan Ehud Barak, 26 Ekim 2012'de siyaseti tamamen bıraktığını, ancak 22 Ocak 2013'te yapılacak genel seçimlere kadar görevinin başında kalacağını açıklamış, Başbakan Binyamin Netanyahu da istifayı onaylamıştır. Eski Dışileri Bakanı ve koalisyonun ortağı Tzipi Livni de 22 Ekim 2012'de “Hat'nua” adlı bir parti kurduğunu ve genel seçimlere katılacağını açıklamıştır.
Böylece İsrail'deki Netanyahu, Barak ve Livni iktidarı çökmüştür.
BM'de, 30 Kasım 2012'de yapılan oylamada Filistin; “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmıştır. ABD ve İsrail'in “hayır” oylarına rağmen Suriye “evet” oyu kullanmıştır.
Hillary Clinton, Filistin'in yeni statüsüne karşı çok sert tepki göstererek, “evet” oyu verenleri açıkça tehdit etmiştir. Clinton'un tepkisi, faşist Amerikan emperyalizminin ekonomisi ve askeri gücünün çöküşe geçtiğinin ve küresel güç dengesinin Batı'dan Doğu'ya doğru kaydığının ikrarıdır.
Bu gelişmeler, Suriye direnişinin görünen ilk belirtileri olmaktadır.
Notlar:
• David Makovsky; Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitisü'nde çalışmaktadır ve ABD'nin Orta Doğu konusundaki en önemli uzmanlarından biridir.
• Condoleeza Rice'ın sözünü ettiği 2007 tarihli saldırı, İsrail'de yayınlanan Yedioth Ahronoth gazetesinin Wikileaks belgelerine dayandırdığı haberdeki saldırıdır.
• 1 yarda = 0.9144 metre'dir.
Erol BİLBİLİK, 3 Aralık 2012
Güncel Meydan
Erol BİLBİLİK, Araştırmacı-Yazar
13 Temmuz 2011'deki makalemde; “Suriye halkı, Esad'ın ve 10 Temmuz Program'ının arkasındadır. Suriye'ye müdahale edilemeyecektir, direnen Suriye kazanacaktır; bundan şüphe edilmemelidir. Ancak, şu da kesin bir gerçektir ki, Türkiye halkı, Suriye'ye müdahalenin doğrudan Türkiye'ye müdahale olduğunun bilincindedir.” diye yazmıştım.
Nitekim BOP Eşbakanı'nın yönetimindeki Türkiye şu güne kadar Suriye'ye müdahale edememiştir. Buna karşın İsrail, Suriye'ye 5 Eylül 2007 gecesi nükleer saldırıda bulunmuştur. Bölge liderliği iddiasındaki Türkiye Yönetimi'nin bu saldırının hiç bir safhasından haberi olmamıştır. Ama müdahaleden bu yana geçen beş yıldan bu yana Beşar Esad Yönetimi emperyalizme direnmektedir.
Müdahalenin ana çizgileri özetle şöyledir:
- • 5 Eylül 2007 tarihinde, gece yarısından hemen önce İsrail Hava Kuvvetleri üslerinden dört F15 ve dört F16 havalanmıştı. Radara yakalanmamak için Suriye-Türkiye sınırını izlemişlerdi. İsrail'liler sıradan elektronik karıştırma araçları kullanarak Suriye hava savunma sistemini işlemez hale getirmişti. Gece 12:40'la 12:53 arasında pilotlar on yedi ton patlayıcı atmıştı. Bu operasyonun şifresi “Arizona” idi.
- • 15 Şubat 2007'de Olmert Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'la Ankara'da buluşmuş, Beşar Esad'ın, İsrail'le gizli barış görüşmeleri yapıp yapmayacağını öğrenmesini istemişti. Erdoğan 3 Nisan 2007'de Esad'la buluştuktan sonra Olmert'e Esad'ın bu konuda istekli olduğunu bildirmişti. O sıralarda İsrail Suriye'deki reaktörle ilgili kanıtlar bulmuş ve ciddi çözüm yollarına gidilmişti.
- • İsrail darbeden önce İngiliz M16’sına bu konuda bilgi vermiş ama saldırının zamanını bu ülkeyle paylaşmamıştı.
- • İsrail Bakanlar Kurulu saldırının zamanını onaylama yetkisini yalnızca Olmert, Barak ve Livni’ye vermişti. Olmert, Barak ve Livni oybirliğiyle harekâta başlama kararı almışlardı.
- • Reaktör yerle bir edilmiş ve tek bir pilot bile kaybedilmemişti. Uçaklar üslerine dönerken Olmert, Avustralya’da bulunan Bush’a telefonla “ İş başarıyla tamamlandı.” demişti.
- • İsrailliler aralarında Mısır ve Ürdün’ün de bulunduğu bölge müttefiklerine bilgi vermiş ve liderlerden halka saldırıyla ilgili demeçler vermekten kaçınmalarını istemişlerdi. Olmert, Rusya’ya bilgi vermek üzere Moskova’ya uçmuştu. Condolezza Rice, Kuzey Kore’yle konuşmuş ve suskun kalması konusunda kendisinden söz istenmişti.
- • 23 Ekim 2007'de Olmert, Londra’da Erdoğan’la buluşmuş ve ona İsrail saldırısıyla nedenleri hakkında bilgi vermişti. Toplantıda Olmert, Erdoğan’dan barış görüşmelerine başlamak için Suriye’nin çıkarlarını değerlendirmesini istemişti. Esad, 2008 Şubat'ında Ankara’da başlayan dolaylı barış görüşmelerine olur vermişti; bu görüşmeler, İsrail Gazze’ye saldırınca Türkiye’yle Suriye’nin protesto etmek için geri çekilmesi üzerine Aralık'ta sona ermişti.
- • İsrailli yetkililer, hem Alevi hem de Esad ailesinin yakın dostu olan General Muhammed Süleyman’ın, Al Kibar reaktörünün varlığını bilen yönetimde yer alan bir iki üst düzey yetkiliden biri olduğunu söylemiştir. 1 Ağustos 2008’de Süleyman, Suriye’nin Tartus liman kentinde Mossad-Shayetet komandolarınca öldürülmüştü.
- • İsrail’e göre Al Kibar'a yapılan saldırı eşsiz bir başarıydı. Ehud Barak İran üzerine tek yanlı bir saldırıyı destekleyenlerin başında gelmektedir.
İran’daki durumla Suriye olayı; Şam’daki, İsrail’deki ve Washington’daki birkaç yetkili dışında bilinmemektedir.
SESSİZ DARBE
2007 Mart'ının ilk günlerinde İsrail haber alma merkezi, Mossad ajanları Suriye Atom Enerjisi Komisyonu başkanı İbrahim Othman'ın Viyana'daki evine tehlikeli bir saldırı düzenlemişti. O sırada Othman, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın kurul toplantısına katılmak üzere evden çıkmış kent merkezine gitmişti. Evden ayrılışının üzerinden daha bir saat geçmeden Mossad ajanları içeri süzülmüş, Othman'ın bilgisayarındaki son derece gizli bilgileri almış ve hiçbir iz bırakmadan çekip gitmişlerdi.
Son aylarda İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri Suriye'nin nükleer silahlara ilişkin heveslerinden kaygı duymaktaydı. 1990'larda Suriye Başbakanı Hafız-el Esad Arjantin ve Rusya'dan nükleer araştırma reaktörleri alma girişiminde bulunmuş ama ABD baskısı yüzünden anlaşma sağlanamamıştı. 2006'nın sonlarına doğru İsrail yeni nükleer faaliyet olasılıkları hakkında istihbarat toplamaya başlamıştı. O günlerdeki CIA yöneticisi General Michael Hayden bana kuzeydoğu Suriye'deki çölde “gizemli” koskoca bir yapı kurulduğuna ilişkin bazı kuşkuları olduğunu söylemişti.
Mossad ajanlarının topladığı bilgiler korkunçtu: Suriye'deki yapının içinden çekilmiş yaklaşık üç düzine renkli fotoğraf burada çok gizli bir plütonyum nükleer reaktörü bulunduğunu işaret eder nitelikteydi. Al Kibar adlı reaktör Fırat Nehri'nden yaklaşık dokuz yüz yarda uzakta ve Türkiye'yle Irak arasındaki sınırın arasında ortalarda bir yerdeydi. Fotoğraflarda Suriye'nin büyük kentlerinden uzak bir yerde bulunan bu şantiye bölgesinde Kuzey Koreli işçiler görülüyordu. Mossad'ın çözümlemesi uyarınca bu tür bir plütonyum reaktörünün tek amacı, ancak atom bombası yapmak olabilirdi. İçeride de Yong-byon'daki Kuzey Kore reaktöründe bulunan aynı mühendislik unsurlarının birçoğu yer almaktaydı – bu son otuz beş yıl içinde Kuzey Koreliler'den başka hiç kimsenin yapmadığı bir modeldi.
Yirmi beş yıl kadar önce İsrail Irak'a Osirak nükleer reaktörünü yok etmek üzere bombardıman uçaklarını yollamıştı. İndirilen bu darbe, İsrail Başbakanı Menachem Begin'in adı verilen Begin doktrininin ortaya çıkışına damgasını vurmuştur; bu doktrin uyarınca İsrail düşmanı hiçbir Orta Doğu ülkesinin nükleer silahlara sahip olmasına izin verilemezdi. Söylentilere göre İsrail'in kendisi de yaklaşık 1967'den beri nükleer silahlara sahipti ama bunu ne yadsıyor ne de kabul ediyordu; Londra-merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu bugün İsrail'in elinde iki yüz nükleer başlık bulunduğunu tahmin etmektedir. İsrailli yetkililer kendilerinde var olduğu söylenen nükleer silahlarla Suriyeliler'inki arasında ahlaki bir denklik bulunduğu iddialarını kayıt dışı olarak reddetmektedirler. Yetkililer, bunun nedenlerinden birinin Suriye'nin, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terörist örgütler olarak kabul edilen Hizbullah ve Hamas’la kurduğu ilişki olduğunu söylemektedir.
Saldırıdan sonra, 8 Mart'ta Mossad yöneticisi Meir Dagan ve iki yüksek yetkili İsrail Başbakanı Ehud Olmert'le buluşmuş ve saldırıdan elde edilen bulguları sunmuşlardı. Geçen yıl Olmert'in yolsuzluk suçlamasıyla (büyük ölçüde aklandığı) bir duruşma salonunda boy gösterdiğinde, doğrudan doğruya Dagan'dan ya da Suriye'deki şantiyeden hiç söz etmemiş ama “ülkede pek görülmeyen bir biçimde” masasına bırakılan “birkaç bilgi kırıntısına” dolaylı olarak değinmişti. Ayrıca “O andan sonra artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Bu işin önemi, varlık düzleminde, öngörülmemiş ölçekteydi,” diye eklemişti. Olmert reaktörün çarçabuk yok edileceği sözünü vermişti; bu “tam kapasite çalışırsa”, yıkıntılardan sızan radyasyon Fırat'ı kirletirdi.
Beş yıl sonra, Al Kibar konusu İsrail'de hâlâ açıktan açığa tartışılmamaktadır. Gazeteciler ya da askeri analizciler bu konuya değindiğindeyse, raporlarını genellikle yabancı kaynaklara dayandırmaktadırlar. Sızan bilgilerse Al Kibar reaktörünü İsrail'in yerle bir ettiği yolundadır. Bu operasyonun bazı ayrıntıları yayınlanmıştır. 2008 Nisanı'nda, gizlilikten birkaç ay sonra, ABD istihbarat yetkilileri, reaktörle ilgili kendi değerlendirmeleri konusunda Meclis'e bilgi vermiştir. Bush Yönetimi'nin en üst düzeydeki üyeleri, aralarında Bush da bulunmak üzere, anılarında ABD'nin reaktörle ilgili kanıtlara gösterdiği tepkiden söz etmişlerdir. Son aylarda Al Kibar'ın sonuyla ilgili bilgi sahibi olan yaklaşık iki düzine İsrailli ve Amerikalı yetkiliyle orada tam olarak neler olup bittiğini ve bu konunun ayrıntılarının neden bu kadar gizli tutulduğunu öğrenmek için konuştum. Başbakan Benjamin Netanyahu ve hükümeti İran'ın geliştirmeye başladığı nükleer programını nasıl karşılayacağını düşünürken, İsrail'in Al Kibar'a verdiği tepki hem örnek hem de uyarıcı olarak ortaya atılmıştır.
Başbakan Olmert'le yarım düzine yardımcısının çalıştığı, Kudüs'teki tanımlanması olanaksız ofis binasındaki odalar, cam kapıların ardında yer almaktadır ve öylesine sıkı bir biçimde gözlenmektedir ki buralara Akvaryum adı takılmıştır. Bu nedenle Suriye'deki kurulumun bulunuşundan sonraki günlerde Olmert birkaç mil uzakta Balfour Caddesi'nde yer alan devlet konutunda önemli toplantılara ev sahipliği etmiştir.
Kabinede görevli bakan ve bir zamanlar Kudüs belediye başkanı olan Olmert 2006 başlarında barış sözü vererek iktidara gelmiş ve o yaz Lübnan'daki Hizbullah'la giriştiği savaş gözden düşmesine yol açmıştı. Aralıkta yeniden uzlaşma yolları aramaya yönelik çabalarında Olmert Filistin devletinin kurulacağı yeri belirlemek üzere, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'la düzenli toplantılar yapmaya başlamıştı. 15 Şubat 2007'de Viyana'daki Mossad saldırısından birkaç hafta önce, Olmert Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'la Ankara'da buluşmuş ve kendisinden Suriye Başkanı (Hafız'ın oğlu) Beşar Esad'ın, İsrail'le gizli barış görüşmelerine girip girmeyeceğini öğrenmesini istemişti. Erdoğan 3 Nisan'da Esad'la buluştuktan sonra Olmert'e Esad'ın bu konuda istekli olduğunu bildirmişti. O sıralarda İsrail Suriye'deki reaktörle ilgili kanıtlar bulmuş ve ciddi çözüm yollarına gidilmişti.
Aralarında Şimon Perez, Ehud Barak ve Olmert'in siyasal rakibi Netanyahu da bulunmak üzere, eski İsrail Başbakanlarıyla, Balfour Caddesi'ndeki bilgilendirme toplantıları başlamıştı. Liderler, gizliliği sağlayıp sızmaları önlemek amacıyla toplantıya teker teker çağrılmıştı. Aralarında Savunma Bakanı Amir Peretz; İsrail Savunma Güçleri genelkurmay başkanı Gabi Ashekenazi; IDF, askeri haber alma örgütü başkanı Amos Yadlin; İsrail Güvenlik Hizmetleri Örgütü, Shin Bet'in başkanı Yuval Diskin; Mossad başkanı Dagan'da bulunduğu – ikinci grup 2007 Martının sonlarından başlayıp Eylül başlarına kadar süren ve çoğunlukla Cuma günleri yapılan bu toplantılarda bir araya geliyordu. Bütün üyeler bir gizlilik anlaşması imzalamıştı.
Derken Amerikalılar'ı bilgilendirme zamanı gelmişti. 18 Nisan'da İsrail'e yapılan rutin bir ziyarette, George W. Bush'un Savunma Bakanı Robert Gates, kendisiyle aynı konumu paylaşan İsrailli bakan Peretz'le buluşmuştu. Peretz'in İngilizcesi akıcı olmadığı için ona reaktörle ilgili haberleri açıklarken başvurabileceği bir bilgi kartı hazırlanmıştı. Olmert, en önemli iki danışmanının, yani Yoram Turbowicz'le – ABD yetkililerinin TnT adını taktığı- ShalomTurgemen'in yanı sıra Dagan'ı da, öbür önemli ABD yetkililerini bilgilendirmek üzere Washington'a yollamıştı. Dagan ABD'li uğraştaşı CIA başkanı Hayden'ı bilgilendirmişti. Dagan, Turbowicz ve Turgemen Başkan Yardımcısı Dick Chenney'le ve ulusal güvenlik danışmanı Steve Hadley'le buluşmuştu. Dagan onlara şantiye fotoğraflarını göstermiş ve öbür bilgileri sunmuştu. ABD'nin üst düzeydeki eski bir yetkilisine göre, bu haberler istihbarat örgütünü Kuzey Kore'yle Suriye arasındaki ilişkileri soruşturmaya zorlayan Chenney'i haklı çıkarmıştı.
Başkan Bush, istihbarat başkanlarından, İsrail’in öne sürdüğü bilgileri doğrulamalarını istemişti; Irak’taki kitle imha silahları konusunda uğranan korkunç istihbarat yanlışı, bütün tazeliğiyle herkesin aklındaydı. Bu üst düzeydeki eski ABD yetkilisine göre, Bush’un sözleri “Gizli kalmalı, kesin olmalı” biçimindeydi. CIA kriz çözme örgütü (crisis task force) kurulmuştu ve aynı yetkiliye göre CIA şantiyenin “elden verilen” fotoğraflarıyla, Amerikan uydularının “havadan” çektiği fotoğrafları karşılaştırmıştı. Bunun üzerine fotoğraflar National Geospatial-Intelligence Agency’ye (Ulusal Coğrafi Haberalma Birimine) verilmiş, onlar da görüntüleri ve harita temelli bilgileri siyaset oluşturucularla ulusal güvenlik topluluğuna iletmişti. NGA iki fotoğraf takımının da geçerli olduğuna karar vermiş, Enerji Bakanlığı nükleer uzmanları ve dışarıdan bulunan bir nükleer silahlanma kuruluşu da aynı saptamada bulunmuştu. Sonunda, gene sözü edilen şu üst düzey eski ABD yetkilisine göre, CIA’nın özel amaçlı “kızıl takımı”, “Eğer bu bir nükleer reaktör değilse, o zaman uyduruk bir nükleer reaktördür,” sonucuna varmıştı.
ABD istihbarat yetkilileri İsrail raporlarını doğrulamaya çabalayıp dururken, ulusal güvenlik danışmanı Hadley, siyaset seçenekleri oluşturmak üzere –Tasarlama Komitesi olarak maksatlı yumuşaklığıyla tanınan- birimler arası yardımcılar kurulu yönetiyordu. Kurul üyeleri arasında ulusal güvenlik başkan yardımcısı Elliott Abrams; Dışişleri bakanlığında üst düzey Orta Doğu uzmanı olan sonradan da ulusal güvenlik danışman yardımcılığına getirilen James Jeffrey; daha önce Türkiye Büyükelçisi olarak çalışan ve Gates’e üst düzey danışman yardımcısı olan Eric Edelman; Condolezza Rice’ın altında Dışişleri bakanlığında danışman olarak çalışan Eliot Cohen bulunuyordu. Grubun korumalı yönetim e-postalarına hiçbir kişisel yardımcı alınmamıştı. Oluşturulan siyaset seçenekleri, yönetim bilgisayarlarında dolaşıma sokulmuyordu; kurul üyelerininse konuya ilişkin belgeleri Beyaz Saray Durum Tasarlama Odası'ndan dışarı çıkarmaları yasaklanmıştı.
Baştan beri, Tasarlama Kurulu'nun birkaç üyesi, Suriye nükleer programının diplomasi yoluyla etkisizleştirilebileceği konusunda kuşkuluydu. Esad’ın zaman kazanmak için reaktörü tam hız çalıştırmayı geciktirmesinden çekiniliyordu, bu noktada askeri harekât çok tehlikeli olabilirdi. Birkaç Salı ikindisi boyunca çok ama çok üst düzey üyelerden oluşan bir ulusal güvenlik grubu Hadley’in, Beyaz Sarayın Batı Kanadı'nda bulunan çalışma odasında toplanır olmuştu. Aynı zamanda gruptan birkaç kişi Amerikan askeri harekâtını savunur durumdaydı. Gates Edelman’a “Her Yönetim bir Müslüman ülkesine karşı önleyici savaş açar,” demişti yarı şaka, “ve bu Yönetim de bunu çoktan yaptı işte.”
Ayrıca İsrail’in Hizbullah’la 2006’daki savaşı, Rice’ın İsrail’in askeri kararlarına duyduğu inancın zayıflamasına yol açmıştı. Üst düzey yönetim yetkilerinden biri bana “Condi İsrail ordusunun güvenilmez olduğunu ve artık onların küçüklüğümüzden beri bize öğretildiği gibi on-ayak boyunda devler sayılmadığını düşünüyor,” demişti. Rice indirilecek darbenin, Suriye ve Hizbullah’la savaşı da kapsayan çok daha büyük karışıklıklara yol açacağından korkuyordu. Rice iki diplomatik girişimde daha bulunmuştu: bunlar Kuzey Kore’yle nükleer programları hakkında altı parçalı bir görüşme ve o yıl Annapolis’de yapılacak Orta Doğu barış konferansıydı. Bu arada Yönetim görev süresinin sonuna yaklaşmaktaydı. Eliot Cohen bana “Irak’ta tam köşeyi dönmek üzereydik, Afganistan’daysa rahatsızlık duygusu başlamıştı,” demişti. “Yönetimdeki birçok kişi üçüncü Orta Doğu savaşı olacağını düşündükleri bir şeye başlamak istemiyordu. Amerikan halkının, bu tür bir olasılığa duyduğu hoşnutsuzluktan başka sabrı da kalmadığını düşünüyorlardı.
17 Haziran'da Beyaz Saray devlet konutunda, Olmert’le programlanmış bir ziyaretin öncesinde, Bush Sarı Oval Odada danışmanlarla buluşmuştu; eski bir üst düzey yetkilinin söylediğine göre, bu oda içli dışlı olmayı ve biçimsel davranmamayı sağlıyor, Bush’unsa “karar verici değil dinleyici konumunda bulunmasına olanak veriyordu. Bu dönemi Washington Post’ta çıkan bir yazıya dayanarak anlatan Hayden “Başkana Al Kibar’ın nükleer silahlar programının bir parçası olduğunu” ve “bu tesisin başka amaçlarla kullanılabileceğini düşünemeyeceğimizi söyledim,” demişti. Ama yeniden işleme tesisi ya da savaş başlığı üzerinde aktif çalışma gibi “silahlanma programının öbür olmazsa olmazlarını tam olarak saptayamadıkları” için “bu bulguları sakınımlı bir biçimde ‘düşük güvenlikli’ olarak nitelemiştik diye yazmıştı Hayden.
Yönetim, reaktörün gelecek aylarda tam kapasite çalışabileceğini ama “düşük güvenlikli” terimi ortaya atıldığı için Bush artık, indirilecek savaş önleyici darbeyi haklı çıkaracak siyasal bir kılıf bulunabileceğini düşünmüyordu. Bush anılarında Olmert’e “istihbarat ajanlarım ortaya çıkıp da bu bir silahlanma programıdır demedikçe bağımsız bir ülkeye yapılacak bir saldırıyı haklı gösteremem,” dediğini yazar. Bilim ve Uluslararası Güvenlik Kurumu'nda nükleer silahlanma konusunda uzman olan David Albright bana yeniden işleme tesisinin henüz kurulmadığını söylemiş; sonra da Suriye’nin böyle bir tesisin aranması için kimseye izin vermediğini de eklemişti.
Olmert 19 Haziranda Washington’da Amerikalı yetkililerle buluşmuştu. Gazete muhabirlerine İran ve Filistin barış sürecini görüşmek üzere geldiğini ama Bush ve Chenney’le yaptığı toplantılarda Suriye reaktörüne ABD önderliğinde bir saldırı düzenlenmesini istediğini söylemişti. Olmert bu ABD darbesinin “bir taşla iki kuş vuracağını” savunmuş, böylece Bush’un, uluslararası topluluğa Esad’ın hainliğini anımsatma ve İran’ı kendi nükleer programını oluşturmaktan caydıracak bir mesaj verme olanağına kavuşacağını söylemişti. Olmert Bush’a eğer ABD reaktörü yerle bir etmezse, bu işi İsrail’in Amerikalılar'dan yardım almadan kendi başına yapacağını da bildirmişti. Bush bunu kısa zamanda yanıtlayacağına söz vermişti.
12 Temmuz'da Bush ikinci bir toplantı düzenlemiş ve bir temsilciyle Esad’a reaktörü sökmeye başlaması yolunda bir ültimatom yollayacağını bildirmişti. Söküm işlerini, Konseyin P5 adı verilen beş sürekli üyesi – ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa – denetleyecekti.
Bush Olmert’i ertesi sabah saat sekizde çağırmıştı. Reaktörü Amerikalılar vuracak olursa, Yönetim, bilgilerin İsrail’den geldiğini Kongreye açıklamak zorunda kalır, demişti. Olmert’in istediği bu muydu? Bush bölgeye Rice’ı göndermeyi önermiş ama Olmert, Rice’ın yapacağı bu tür bir ziyaretle ilgilenmediği yanıtını vermiş ve diplomatik yolların yalnızca Suriye’yi, reaktör tam kapasite çalışmaya başlayana kadar, geciktirmeye yarayacağından korktuğunu söylemişti. Bush anılarında ABD diplomasi yolunu seçtiği için “başbakanın düş kırıklığına uğradığını” yazmış ve Olmert’in kendisine “Bu, ülkeyi can damarından vuracak bir darbedir,” dediğini eklemiştir. Carnegie Vakfı'ndaki nükleer silahların sınırlandırılması programında bulunan üst düzey geçici üyelerden biri olan Ariel Levite bana, Amerika’nın Kuzey Kore ve Pakistan’a yönelik nükleer silahlanmayı engelleme siyaseti “erken davranmak, çok erken – ayy,- çok geç olur” biçiminde tanımlanmaktadır, demişti. İsrailliler de diplomatik odakların, sürpriz bir askeri operasyonu baltalayacağına inanıyordu. Abrams’ın bana söylediğine göre Esad bir kez yakalandığını anlarsa, şantiyenin yanına bir anaokulu kurmasını ya da uçaksavarlar yerleştirmesini ne önleyebilirdi?
Amerika ve İsrail temel olgularla ve riskler konusunda düşünce birliğine varmışlar ama birbirine karşıt siyasi sonuçlara ulaşmışlardı. Olmert Bush’tan telefon gelene kadar saldırıya ABD’nin öncülük edeceğini umuyordu. Ama artık darbe konusunda İsrail’le aynı düşüncede olmayan bir ABD yetkilisinin bilgi sızdırarak bunu baltalayacağından çekinmeye başlamış ve bu korkusunu Bush’a iletmişti. Başkan Olmert’e Amerikalıla'rın “suskun kalacağı” konusunda söz vermişti.
Bush büyük olasılıkla daha ileri bir askeri harekâttan hoşlanmamış ve Irak’taki istihbarat bozgununun yinelenmesinden korkmuştu ama Olmert’in durumunu da anlamışa benziyordu. Bush ABD’nin İsrail eylemini engelleyeceğini hiçbir noktada belirtmiş değildir. Bir İsrailli general bunu bana, “Olmert, Bush’dan yeşil ışık yakmasını istemediğini ama Bush’un da ona kırmızı ışık yakmadığını söylemişti,” diye anlatmıştı. “Olmert de bunu yeşil ışık olarak yorumlamıştı.”
İsrailliler tek yanlı saldırı hazırlığına başlamıştı. IDF ve İsrail Hava Kuvvetleri üç strateji olasılığı üzerinde duruyordu: birincisi İsrail Hava Kuvvetleri komutanı General Eliezer Shkedi’nin adından yola çıkılarak Şişman Shkedi diye adlandırılan geniş kapsamlı bir İsrail Hava saldırısıydı; ikincisi Sıska Shkedi adıyla dar kapsamlı bir saldırı; üçüncüsüyse özel kuvvetler tarafından gerçekleştirilecek kara harekâtıydı.
Ana düşünce Şam’dan gelebilecek olan tepki potansiyelini en aza indirgeme arzusuydu. Reaktör bulunduğundan beri birçok İsrail yetkilisi saldırı belirtisi ne kadar az olursa, Suriye’nin misilleme olasılığı da o kadar düşük olur sonucuna varmıştı. Esad nükleer reaktörün varlığını bildirmeyerek, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna karşı yükümlülüklerini çiğnemiş oluyordu. Nükleer silahlanma arzusunun İsrail tarafından açığa çıkarılıp engellenmesinin yaratacağı aşağılanma bir yana – kuralları çiğnediğinin daha fazla fark edilmesini önlemek için Esad bu konuyu hasıraltı etmeyi yeğlerdi. Yıllardan beri Esad’ın profilini çizip ortaya çıkartan ve IDF’nin danıştığı psikologlar, eğer İsrail bir saldırı için herkesten açıkça güvence isteyerek Başkanı köşeye sıkıştırmaz da Esad’a İsrailli güvenlik yetkililerinin “inkâr bölgesi” olarak adlandırdığı sığınacak bir yer bırakırsa o zaman misillemenin de önlenebileceğini savunuyordu. İsrail’in 2006’da Lübnan’da Hizbullah’la tutuştuğu savaşta Esad’ın İsrail’e karşı açıktan açığa düşmanca bir tutum takınmama kararı, onun İsrail’le askeri bir çatışmaya girmemesinin kendi yararına olacağını gördüğünü ortaya koymuştu. İsrailliler'in de farkına vardığı üzere Al Kibar reaktörü uzak bir bölgedeydi; indirilecek darbe sivil ölümlere neden olmayacak ve herkesin dikkatini pek çekmeyecek gibiydi.
Bu faktörlerin ışığında, IDF, Mossad ve Tzipi Livni’nin bulunduğu Dışişleri Bakanlığı, reaktöre küçük hedefli (low-signature) bir saldırı gerçekleştirmekten yanaydı. Daha Haziran'da İsrail özel operasyon birimi şantiyenin bulunduğu alanın bir yakınına sokulmuş ve çektiği ek fotoğrafları yollamış, dönerken yanında toprak örnekleri getirmiş, İsrail’e saldırı için gereken başka bilgiler toplamıştı.
Temmuz'a doğru Peretz İşçi Partisi liderliğini kaybetmiş ve Savunma Bakanlığı, eski Başbakan, eski Genel Kurmay başkanı ve İsrail tarihindeki en çok madalya alan askerlerden biri olan Ehud Barak’a geçmişti. “İki Ehud” yani Olmert’le Barak arasında, farklı partilerden olmalarına karşın içten bir ilişki vardı. Olmert doksanlarda Kudüs belediye başkanıyken Barak’ı, sonra da Başbakanı, İşçi Partisi liderinin Kudüs’ün yarısını Filistinlilere verdiğini öne süren sağcıların her zamanki nakaratlarına karşı savunmuştu. (Aslında Barak Kudüs’ün önemli bölgelerini 2000’deki Camp David zirvesinde gerçekten teklif etmişti)
Ama dostluk uzun sürmemişti. Barak kabinedeki bakan arkadaşlarına 2006 savaşının tekrarlanacağından korktuğunu ve Al Kibar saldırısını ertelemenin daha iyi olacağını düşündüğünü söylemişti. Bu, İsrail’in kuzeydeki askeri gücüne, Suriye misillemesine karşı hazırlanması için zaman kazandıracaktı. Olmert’e göre 2006 Lübnan savaşı caydırıcılığı sağlamıştı; Hizbullah o günden beri İsrail’e açıktan açığa tek kurşun atmamıştı. Olmert, Barak’ın Al Kibara yapılacak saldırıyı ertelemesinde başka nedenleri olduğundan kuşkulanıyordu. 2006’da Hizbullah’la girişilen savaş kapsamında alınan kararlara ilişkin hükümetin belirlediği soruşturma kurulu olan Winograd Komisyonu'nun hazırladığı son raporun yılsonuna doğru çıkacağı bekleniyordu; raporda Olmert’in savaşı ele alış biçiminin eleştirilmesi bununsa onu siyasal açıdan onu zayıflatması umuluyordu. Olmert Barak’ın rapordaki bulguları benimsemesinden, bu durumun Olmert’in Başbakanlık'tan alınmasını tetiklemesinden böylece Suriye reaktörüne yapılacak operasyonu Barak’ın tek başına yürütmesinden çekiniyordu.
İsrail’de savaşa yol açabilecek bütün büyük askeri harekâtların mutlaka ulusal güvenlikten sorumlu bakanların onayından geçmesi gerekir. Olmert güvenlikten sorumlu bakanlardan birkaçını ayrı ayrı evine çağırmış ve onları Al Kibar konusunda bilgilendirmişti. Bu bakanların her biri gizlilik yeminini imzalamış, bilgi sızmaları olursa soruşturmayı göze alacaklarını kabul etmişlerdi. Sonraki beş haftayı aşkın bir süre boyunca, güvenlikten sorumlu bakanların yarım düzine sıra dışı toplantıya katıldığı ortaya çıkmıştı. Barak reaktör çalışmaya başladıktan sonra erken evrede yapılacak dikkatli bir saldırının, Fırat’ı kirletmeyeceğini savunuyordu. Olmert buna inandırıcı, uzun ve sert bir karşılık vermişti. Orada bulunan güvenlikten sorumlu bakanlardan biri bana “güvenlik bakanlığında şimdiye kadar anımsadığım en olağanüstü oturumlar işte bunlardı,” demişti.
1 Eylül'de Tubowicz Beyaz Saraya tüm hazırlıkların hemen hemen tamamlanmış olduğunu bildirmişti. İsrail darbeden önce bir başka ülkenin istihbarat servisine daha - İngiltere’nin M16’sına - bu konuda bilgi vermiş ama saldırının zamanını iki ülkeyle de paylaşmamıştı.
5 Eylül'de güvenlikten sorumlu bakanlar kurulu konuyu bir kez daha tartışmış ve oyunu saldırının yapılması yönünde kullanmıştı. (Çekimser kalan tek bakan Avi Dichter olmuştu.) Bakanlar kurulu askeri girişimle saldırının zamanını onaylama yetkisini yalnızca Olmert, Barak ve Livni’ye vermişti. Barak ve Olmert saldırı emri veren karar metninde kendi el yazılarıyla, savaş olasılığını açık seçik belirten birkaç düzeltme yapmışlardı. Bakanlar kurulu oturumundan sonra Olmert, Barak ve Livni, Olmert’in çalışma odasının bitişiğindeki bilgilendirme odasında yeniden bir araya gelmişlerdi. Genelkurmay başkanı da buraya gelmiş ve saldırının gece yapılmasını, Sıska Shkedi harekâtının kullanılmasını önermişti. Genelkurmay başkanı gittikten sonra, Olmert, Barak ve Livni oybirliğiyle harekâta başlama kararına varmışlardı.
5 Eylül 2007 tarihinde gece yarısından hemen önce, Hayfa’nın güneydoğusundaki Ramat David de aralarında bulunmak üzere İsrail Hava Kuvvetleri üslerinden dört F15 ve dört F16 havalanmıştı. Akdeniz kıyısı boyunca kuzeye doğru yol aldıktan sonra uçaklar doğuya yönelmiş ve radara yakalanmamak için Suriye-Türkiye sınırını izlemişti. İsrailliler sıradan elektronik karıştırma araçları kullanarak Suriye hava savunma sistemini işlemez hale getirmişti. Tel Aviv’de, IAF’nin yeraltındaki “kuyu” adıyla bilinen kumanda ve kontrol merkezindeki bir odada Olmert, Barak, Livni üst düzey güvenlik yetkilileri radarla uçakları izliyordu. Saldırı bir savaşa yol açacak olursa bu oda Olmert için sığınak olarak kullanılacaktı; İsrailliler bir de askeri beklenmedik durum planı hazırlamışlardı.
General Shkedi bitişik odada pilotları sesli olarak izliyordu. Gece 12:40’la 12:53 arasında, pilotlar hedefe on yedi ton patlayıcı atıldığını anlatan bilgisayarda oluşturulmuş “Arizona” şifresini vermişlerdi. Orada bulunanlardan birinin anımsadığına göre “ortalığı bir bayram havası sarıvermişti.” “Reaktörü yerle bir etmiş ve tek bir pilot bile kaybetmemiştik.”
Ertesi gün Suriye Arap Haber Ajansı İsrail uçaklarının Suriye hava sahasına girdiğini ama geri püskürtüldüğünü duyuruyordu: “Hava savunma birimleri uçakların karşısına çıkmış ve çöl bölgesine, insanlara ya da malzemelere zarar vermeyen mühimmat attıktan sonra bu uçaklar dışarı çıkartılmıştır.” İsraillilerse tek bir Suriye hava savunma füzesinin bile atılmadığını söylemektedir. Bu saldırıda en az on ya da büyük olasılıkla sayısı üç düzineyi bulan işçi ölmüştü.
Uçaklar üslerine dönerken Olmert de Tel Aviv’de yer alan Kirya savunma binalarındaki çalışma odasına gitmiş ve o sırada Avustralya’da bulunan Bush’la telefon bağlantısı kurulmasını istemişti. Olmert ona “Yalnızca bir zamanlar var olan bir şeyin artık olmadığını bildirmek için aradım,” demiştir. “ İş başarıyla tamamlandı.”
Suriye reaktörün varlığını sürekli yadsımaktadır; yönetimdeki yetkililerin verdiği yanıtlarsa çelişkilidir. İndirilen darbeden üç hafta sonra, Esad BBC’ye İsrail savaş uçaklarının kullanılmayan askeri bir binaya saldırdığını ve Şam’ın da “bombaya bombayla” olmasa da misilleme hakkının bulunduğunu söylemişti. Bu arada Birleşmiş Milletler Suriye Daimi Temsilcisi Beşar Caferi ısrarla Suriye’de hiçbir yerin bombalanmadığını ve İsrail uçaklarının “hava savunma ateşiyle karşılandığını”, mühimmatla birlikte benzin depolarını da atmak zorunda bırakıldıklarını söylemeyi sürdürmekteydi.
Washington Enstitüsü'nde Suriye uzmanı olan ve o sıralarda Şam’da bulunan Andrew Tabler bana, “Suriye’de hiç kimse İsrail’in böyle bir şey yaptığına inanmıyor,” demişti. “İnsanlar rejime inanıyor.” Tabler Suriyeliler'in anlatılanlardan ikisine inanmadığını söylemişti; Esad’ın bir reaktör kurduğuna ve İsrail’in de bunu yerle bir ettiğine. Dünya basınında bir tür saldırı olduğunu doğrulayan haberler vardı ama Suriye buna karşılık vermemişti. Bu durum, İsrail’in ilk psikolojik yorumunu pekiştiriyordu: Esad reaktörün varlığını inkâr edebildiği sürece, kendini karşılık vermek zorunda hissetmezdi.
İsrailliler onun inkâra sığınmasına yardım etmişti. Aralarında Mısır ve Ürdün’ün de bulunduğu bölge müttefiklerine bilgi vermişler ve liderlerinden halka saldırıyla ilgili demeçler vermekten kaçınmalarını istemişlerdi. Olmert, Esad’la sıkı ilişkisi bulunan Rusya’ya bilgi vermek üzere Moskova’ya uçmuştu. Dick Cheney, Kuzey Kore’nin Suriye tasarısındaki göze batan rolünü sergilemek istiyor ve bunun açıklanması gerektiğini savunuyordu. Ama altı parçalı diplomatik görüşmeleri korumaya özen gösteren Condolezza Rice Kuzey Kore’yle konuşmuş ve suskun kalması konusunda kendisinden söz istenmişti, Rice buna razı olmuştu.
23 Ekim'de Olmert Londra’da Erdoğan’la buluşmuş ve ona İsrail saldırısıyla bunun nedenleri hakkında bilgi vermişti. Toplantıda Olmert Erdoğan’dan, barış görüşmelerine yeniden başlamak için Suriye’nin çıkarlarını değerlendirmesini istemişti. Esad, 2008 Şubat'ında Ankara’da başlayan dolaylı barış görüşmelerine olur vermişti; bu görüşmeler, İsrail Gazze’ye saldırınca Türkiye’yle Suriye’nin protesto etmek için geri çekilmesi üzerine Aralık'ta sona ermişti. İsrailliler iki yanın da Al Kibar darbesine hiç değinmediğini söylemişti.
Aylar geçip de Suriye’nin misillemeye kalkma olasılığı zayıflayınca, Bush belirli birtakım senatörlerle temsilcilere olup biteni açıklamak için Olmert’den izin istemişti. Böylece ayrıntılar sızmaya başlamış ve kongre istihbarat kurulu üyeleri kendilerine bilgi verilmediği için sinirlenmişlerdi. Ayrıca Yönetimin içinde de, Suriye reaktörünün yapımında Kuzey Kore’nin rolü hakkında halkı bilgilendirmeme kararıyla ilgili sert tartışmalar vardı. Olmert yumuşamıştı; bununla birlikte İsrail’de resmi sınırlamalar sürüp gitmişti.
IAEA’nın reaktör inşaat alanına gitme konusundaki ısrarlı isteklerini sert bir biçimde geri çeviren Suriye, aralarında Olli Heinonen’in de bulunduğu bir grup denetlemene 2008 Haziran'ında bir günlük ziyaret izni vermişti. Denetmenler örneklerde insan-yapımı uranyum bulmuş, Suriye’yse bunların atılan bombaların kalıntıları olduğunu iddia etmişti. 2009 denetmenler alanda grafit de bulunduğunu bildirmiş; Suriye’yse gene inkâr yoluna sapmıştı. En son raporlarda IAEA inşaat alanının nükleer reaktör olma “ihtimalinin çok yüksek” görüldüğü sonucuna varmıştı.
Geçen baharda Heinonen’le buluştuğum zaman bana inşaat alanının denetmenler gelmeden önce temizlendiğini söylemişti. Onun bu sözleri, Condolezza Rice’ın 25 Nisan 2008’de kongre bilgilendirme toplantısından sonra tüm dünyadaki Dışişleri Bakanlığı temsilcilerine yolladığı ve Wikileaks’in 2010’da bir İsrail gazetesine sızdırdığı telgrafın içeriğiyle aynı şeyleri yansıtıyordu. Rice bu telgrafta “İsrail hava saldırısından sonra, Suriye’nin olup bitenleri aylardır saklaması ve bu konuda söylediği yalanlar saklanacak bir şeyler olduğunu kanıtlar niteliktedir,” diyordu. “Aslında reaktör inşaat alanına saldırıdan sonra, Suriye alanı büyük ölçüde temizlemiş ve orada bulunan kanıtları yok etmiştir.” Suriye’nin temizleme çabaları IDF uyduları tarafından da izlenip doğrulanmıştı.
Heinonen inşaat alanındaki denetmen refakatçilerinden birinin de İran’a ilişkin çeşitli konularda yönetimin bağlantı kurmasını sağlayan önemli adamlarından General Muhammed Süleyman olduğunu söylemişti. İsrailli bir general onun Suriye “gölge ordusunun” başı olarak adlandırıyordu; bu onun Suriye’nin geleneksel Ordusunu ilgilendirmeyen, örneğin İran silahlarını Hizbullah’a vermek gibi birtakım sorunların üstesinden geldiği anlamını taşıyordu. İsrailli yetkililer hem Alevi hem de Esad ailesinin yakın dostu olan Süleyman’ın, reaktörün varlığını bilen yönetimde yer alan bir iki üst düzey yetkiliden biri olduğunu söylemektedir.
1 Ağustos 2008’de Süleyman, Suriye’nin Tartus liman kentinde hafta sonlarında kullandığı denize bakan evinde verdiği akşam yemeğinde konuklarını ağırlarken keskin nişancılar tarafından öldürülmüştü. Bu operasyonun Mossad’la ve Shayetet 13 ya da İsrail Deniz kuvvetlerinin, denizden karaya baskın yapmakta ve terörle mücadelede uzmanlaşmış seçkin komando birliklerinden Flotilla 13’le bağlantılı olduğuna inanılmaktadır. Bu baskında başka hiç kimse yaralanmamıştı. İsrail’se bu suikastı hiçbir zaman üstlenip kabullenmemiştir.
Olmert’in sandıktaki oy sayısı 2006 savaşının döküntülerinden sonra bir daha toparlanamamış ve Başbakanlık döneminin geri kalanı, Abbas’la Filistin barış görüşmelerini sürdürdüğü sırada bile, yolsuzluk suçlamalarıyla lekelenmişti. 2008 Temmuz'unda istifa edeceğini duydurmuş ve bunu izleyen Şubat seçimlerinden sonra görevi bırakmıştı. O Temmuz'da Olmert yasadışı nakit para alma ve yolculuk giderlerini İsrail kuruluşlarına iki kez faturalandırma suçlamalarından aklanmış ama güveni kötüye kullanmaktan suçlu bulunmuştu. Kudüs’te bir taşınmaz mal anlaşmasına ilişkin yolsuzluk suçlamasıyla bir kez daha yargıç önüne çıkmıştır ama son zamanlarda yapılan bazı anketler, Olmert yeni bir merkez koalisyonun başına geçerse bunun Netanyahu’nun partisine güçlü bir darbe indireceğini göstermiştir. İsrail’deki birçok araştırmacı Olmert’in son suçlamadan temize çıkarsa siyaset alanına geri döneceğini beklemektedir ama O böyle bir niyeti olmadığını herkesin önünde açıkça söylemektedir.
İsrail’e göre Al Kibar'a yapılan saldırı eşsiz bir başarıydı. Begin doktrini yeniden doğrulanmış ve ne Suriye ne Hizbullah o günden beri İsrail’e zarar vermeye kalkışmıştı. Bugün hemen yanıtlanması gereken soru, aynı başarıdan çıkarılacak derslere, tüm kanıtlara karşın nükleer enerjiyi yalnızca sivil amaçlar doğrultusunda kullanmak üzere geliştirdiğini ısrarla söyleyen İran’da da başvurulup vurulamayacağı ve İsrail’le ABD’nin bu tehlikeye aynı gözle bakıp bakmadığıdır.
Barak İran üzerine tek yanlı bir saldırıyı destekleyenlerin başında gelmektedir. Halka verdiği demeçlerde ve özel konuşmalarında – bölge komşusunun beklentilerinden ve İsrail’i yok etme yetisine sahip olmaya çalıştığını söylemekten çekinmeyen düşman devletten söz ederken – “İsrail’in ensesindeki kılıç” sözcüğünü kullanmaktadır. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay başkanı Hasan Firuzbadi’nin 20 Mayıs'ta ülkesinin “İsrail’i yeryüzünden sileceğini” söylediği demecini aktarmaktadır. Olmert bana “İsrail nükleer silahlara sahip bir düşmana hoşgörü gösteremez. Buna, Irak’ta olsun Suriye’de olsun, geçmişte göz yummamıştık, şimdi de İran’da yummayız,” demişti.
Nükleer silahlara sahip bir İran, Amerikan çıkarları için de tehlikelidir. Başkan Obama 4 Mart 2012’deki bir konuşmasında “İran’ın nükleer silahlara sahip olmasının önlenmesi, bütün dünyanın çıkarınadır,” demişti. “İran’ın nükleer silahları bir terör örgütünün eline geçebilir. Bölgedeki öbür ülkelerin de, nükleer silahlanmaya gitmek zorunda kalacağı kesindir, bu da dünyanın en değişken bölgesinde silahlanma yarışını tetikleyecektir. Silahlanma yarışı kendi halkına acımasız davranmaktan çekinmeyen bir yönetim biçimini teşvik edecek ve İran’ın Doğu Akdeniz ülkelerinden güneybatı Asya’ya kadar olan büyük bir bölgede terörist saldırıları gerçekleştiren ajanlarını yüreklendirecektir.” Bu, aynı zamanda Amerika’nın güvenilirliğini de baltalar. Nükleer silahların sınırlanması İkinci Dünya Savaşı'ndan beri hem ABD’nin için hem de Obama için altına imzasını attığı en büyük sorun olmuştur. İş başına gelen son üç Yönetim, yani hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, İran’ın nükleer çalışma programı geliştirmesine izin verilemeyeceği yolunda söz vermişlerdir.
Bununla birlikte İran’daki durumla Suriye olayı temelde birbirinden ayrıdır. Suriye olayı; Şam’daki, İsrail’deki ve Washington’daki birkaç yetkili dışında bilinmemektedir, oysa İran’ın nükleer çalışmalarına darbe indirme olasılığı herkes tarafından tartışılmaktadır. Uzmanlar sivil ölümlerle uzayıp giden misillemeler tehlikesine işaret etmektedirler. Ayrıca İran’ın en önemli nükleer enerji geliştirme alanı kutsal Kum kentinin dışında, yeraltında bulunmaktadır ve son derece sağlam bir biçimde takviye edilmiştir; buraya yapılacak bir saldırının büyük başarısızlığa uğrama tehlikesi vardır. Bu darbe İran’ın programını aksatıp geriletebilir ama bu ne kadar sürer ve bedeli ne olur? Bazı İsrail yetkilileri, böyle bir saldırının İran’ın nükleer programını haklı çıkarabileceğinden kaygılanmaktadırlar.
İsrail’in sorunuysa, Amerikalıların İran’ın nükleer hırslarını önleme konusunda yeterli kararlılığa sahip olup olmadığıydı. Obama, “blöf yapmıyorum” demiş ve kaba güce başvurmak dahil bütün seçeneklerin masaya yatırıldığını söylemişti. Şu ana kadar BM Güvenlik Konseyi'yle Almanya diplomatik yollara ve İran’ın petrol dışsatımı ve öbür ekonomik sektörlerine ABD önderliğinde yaptırımlar uygulamaya odaklanmıştır. İsrail bu kadar sabırlı davranmayabilir. Ulusal güvenlik sorunlarıyla ilgilenen yetkililerden biri bana, “İsrail dünyada yapayalnız ayakta durduğuna inanır,” demişti. “Eğer İran konusunda ABD’yle aramızda birtakım farklar varsa, o zaman İsrail, geçmişte de yaptığı gibi, kimin ulusal güvenliği doğudan doğruya etkileniyorsa, öbürü kabul etmese bile kendi başına eyleme geçmek zorunda kalabilir.”
Olmert’se biraz daha sakınımlıdır. “Her olay birbirinden ayrı ele alınmalıdır,” demiştir. “İran’daki durum, Suriye’dekinden, Suriye’dekiyse İran’dakinden farklıdır.” Olmert kendini, aralarında İran’a karşı İsrail’in tek yanlı eyleme geçmesine açıkça muhalefet eden Ashkenazi, Dagan ve Diskin gibi kişilerin de bulunduğu eski yüksek rütbeli yetkilerle aynı kampta görmektedir; Netanyahu’ya böyle bir girişimde bulunmaması konusunda açıkça baskı yapmıştır. Bana “En kötü olasılıkla, bütün seçenekler denenir, sonra elbette İsrail varlığını korumak için gerekirse eyleme geçer,” demişti. “Ama, son seçenek olan İsrail askeri operasyonuna başvurmadan önce uluslararası topluluklarla özellikle de ABD’yle birlikte hareket etmek için her şeyi denediğimizin açık seçik ortada olması gerekir.”
2007’deki gibi, İsrail İran’daki durumu kendi güvenliğini göz önünde tutarak değerlendirecektir. Barak 2012 Temmuz'unda İsrail Ulusal Güvenlik Kurulunda konuşurken “İran’ın nükleer silahlar edinmesini önlemenin karmaşıklığını ve derinliğini çok iyi biliyorum. Ama nükleer silahlara sahip İran’ın meydan okumaya kalkıştığı anda – eğer kalkışabilirse elbet – bu konuya eğilmenin çok daha karmaşık, çok daha tehlikeli olacağını ve insan yaşamıyla kaynaklarına çok daha ağır bedeller ödeteceğini de su götürmez bir biçimde biliyorum.” demiştir.
(David Makovsky, The New Yorker, 17 Eylül 2012, Sayfa 34-38)
SONUÇ YERİNE
Suriye Direnişinin Görünen İlk Belirtileri
Son Gazze saldırılarında Savunma Bakanı olan Ehud Barak, 26 Ekim 2012'de siyaseti tamamen bıraktığını, ancak 22 Ocak 2013'te yapılacak genel seçimlere kadar görevinin başında kalacağını açıklamış, Başbakan Binyamin Netanyahu da istifayı onaylamıştır. Eski Dışileri Bakanı ve koalisyonun ortağı Tzipi Livni de 22 Ekim 2012'de “Hat'nua” adlı bir parti kurduğunu ve genel seçimlere katılacağını açıklamıştır.
Böylece İsrail'deki Netanyahu, Barak ve Livni iktidarı çökmüştür.
BM'de, 30 Kasım 2012'de yapılan oylamada Filistin; “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmıştır. ABD ve İsrail'in “hayır” oylarına rağmen Suriye “evet” oyu kullanmıştır.
Hillary Clinton, Filistin'in yeni statüsüne karşı çok sert tepki göstererek, “evet” oyu verenleri açıkça tehdit etmiştir. Clinton'un tepkisi, faşist Amerikan emperyalizminin ekonomisi ve askeri gücünün çöküşe geçtiğinin ve küresel güç dengesinin Batı'dan Doğu'ya doğru kaydığının ikrarıdır.
Bu gelişmeler, Suriye direnişinin görünen ilk belirtileri olmaktadır.
Notlar:
• David Makovsky; Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitisü'nde çalışmaktadır ve ABD'nin Orta Doğu konusundaki en önemli uzmanlarından biridir.
• Condoleeza Rice'ın sözünü ettiği 2007 tarihli saldırı, İsrail'de yayınlanan Yedioth Ahronoth gazetesinin Wikileaks belgelerine dayandırdığı haberdeki saldırıdır.
• 1 yarda = 0.9144 metre'dir.
Erol BİLBİLİK, 3 Aralık 2012
Güncel Meydan