TARİHİ GÜNLER YAŞADIĞIMIZIN FARKINDA MISINIZ?
24 KASIM-2 ARALIK :BÜYÜK OYUN ve BALYOZ
Bir büyük oyunun içinde bir kumpas zaten...
Doymak bilmeyen açgözlükleri ile
Dünyaya şekil vermek isteyenlerin BÜYÜK OYUNU...
Gerçek ortaya çıkıyor, çıkacak...
Kılavuzu karga olanın burnu...
En yüce yargı: TARİH
Bakalım kimleri çöplüğüne atacak???
Asıl balyoz kimlere nasip olacak???
Bunları görmeye ömür vefa etmeli...
Canlı müzik izlemeye pek meraklıyızdır...
Artık savaşları bile canlı izliyoruz.
Bir boks maçı izler gibi...
Ya tarihi canlı izlemek...
31 Kısım tekmili birden...
24 Kasım-2 Aralık(ARA KARAR GÜNÜ)
Silivri toplama kampında...
Bu süreçte önemli bir dönemeç, önemli bir kitap: “TSK’ya Karşı 12 Komplo” (ya da acemi çevirinin yakayı ele vermesi…)
Kurmay Albay Dr. Ahmet Küçükşahin tarafından yazılan kitabın adı “TSK’ya Karşı 12 Komplo”. Togan Yayınları tarafından yayınlanmış. Alb. Küçükşahin Balyoz davası kapsamında yargılanıyor ve şu anda tutuklu. Ancak kitabı sadece Balyoz davası ile ilgili değil. Ergenekon-2, Ergenekon-3, Poyrazköy, Kafes, Islak İmza, Amirallere Suikast, Çürük Çetesi, Askeri Casusluk ve Çete, Balyoz, Gölcük Araması, Eskişehir Araması ve İnternet Andıcı davalarını kitabında özetlemiş. Son yıllarda gerçekleşen bu davalar ile ilgili hiçbir şey bilmiyor iseniz veya ancak basından bölük pörçük davaları takip etti iseniz o zaman Ahmet Küçükşahin’in kitabı mükemmel bir özet niteliği taşıyor.
Ancak Ahmet Küçükşahin’in kitabına sadece mükemmel bir özet demek haksızlık olur. Kitap bunun ötesinde davaların en can alıcı, en çarpıcı noktalarını gün yüzüne çıkararak “ne oluyor?” sorgusunu yaptırıyor. Örneğin iddia edilen Balyoz darbe planının eklerindeki “b. Muhabere” başlıklı belgede çok ilginç bir ifade var. Belge darbe sırasında darbeye katılan birliklerin “esas muhabere vasıtasının radyo, yedek olarak da Kral tv mesaj band sistemi olduğunu” kaydediyor. Tabii ki, radyo karşılıklı iletişim için değil, tek taraflı iletişim için kullanılan bir araç. Yani radyo ile muhabere yapamazsınız. TSK ise muhaberede telsiz kullanır. Albay Küçükşahin şöyle devam ediyor: “Oysa TSK’de irtibat kurmak üzere muhabere aracı olarak radyo kullanılmaz, telsiz kullanılır. Bunu bütün Türk subayları bilir. O zaman bu radyo konusu nereden çıkmıştır? İngilizce radyo kelimesinin Türkçe karşılıkları; radyo ve telsizdir. Yani radyo, bir tercüme hatası olarak kayıtlarda telsiz yerine kullanılmıştır. Demek ki, bu plan önce İngilizce olarak yazılmış, sonra Türkçeye çevrilmiştir.” (s.70)
Küçükşahin bir başka örnek daha vermektedir: Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın yurtdışı bağlantısı kapsamında bir başka örnek 6 Aralık 2010 günü Gölcük’ten çıktığı iddia edilen belgeler içinde yer almaktadır. Kasım raporu olarak adlandırılan ve Aralık 2002 tarihli “Yeniden Yapılanma Faaliyetleri” konulu, TCG Gaziantep Komutanı Dz. Kur. Yrb. Ümit Metin’in adının yer aldığı imzasız Bilgi Notu başlıklı yazı içersinde geçen “Ramazan ayının ilk gününde Aksaz Üs Radyosundan Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an’dan bölümler yayınlanmasına izin vermiş” ifadesidir. Yüzde 95’i Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde hiçbir kimsenin resmi bir yazışmada “Müslümanların kitabı olan Kur’an” ifadesini yazması mümkün değildir. “ Küçükşahin haklı. Bu, çok fazla tercüme kokuyor.
Devam edelim. Kendisini Deniz Kuvvetlerinde subay olarak tanıtan Ahmet Yılmaz 23 Mayıs 2009’da bir e posta yazarak Poyrazköy’deki askeri birlik ile ilgili bazı iddialarda bulunmuş. Bu Ahmet Yılmaz şöyle diyor: Darbeciler panik içindeler ve ” Malzemeler yurt dışına giden bir gemiye verilmiş ve okyanusa atılması istenmiştir. “... ” Yapılan arama sonucu ele geçirilen mühimmatlar yurt dışına giden gemiye verilerek okyanusa atılması istenmiştir. Şimdi İstanbul’dan hareket eden bir Türk savaş gemisine yüklenen malzemeler neden Marmara Denizine atılmıyor. Muhtemelen çok derin değil diye mi?!! Sonra Ege’ye çıkıyor, o da yetmez. Akdeniz’e açılıyor Türk savaş gemisi. O da küçük ve sığ bir deniz ya oraya da atılmıyor. Savaş gemisi ya Cebelitarık’tan geçerek Atlantik Okyanusuna açılıyor ya da Süveyş Kanalını geçiyor. Kızıldeniz’i geçiyor. Hint Okyanusuna varınca atılması gereken şeyler atılıyor. Türkçede “okyanusa atmak” diye bir kavram yoktur. Olsa olsa “denize atmak” denilir. Küçükşahin, “özellikle Amerikalılar deniz yerine okyanus kelimesini kullanırlar” diyor. Kitap bu şekilde devam ediyor. Tamamını aktarmak mümkün olmadığına göre ilgileniyor iseniz ilk kitapçıya uğrayın. Bence çok şey öğrenmek mümkün.
Yalanı büyük söyleyeceksin ki inandırıcı olsun.
(Psikolojik Harbin Temel Kuralı)
BALYOZ Nedir?
Tüm sanıkları (367 kişi) asker olan ve Beşiktaş Adliyesi’nde görülmekte olan bir davadır.
İddia Nedir?
2003 yılında İstanbul 1 nci Ordu Komutanlığı Karargahında yapılan yasal bir seminerin darbe planlaması olduğu iddiasıdır.
Doğru mudur?
Değildir.
Öyleyse Ordu Neden Hedeftir?
Sizce bu ülke bölünürse bunu öncelikle kim kabul etmez?
O halde Ordu “uslu çocuk” yapılmalıdır.
Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkar mı?
Tabii ki çıkmaz. Peki, ateş yoksa duman niye var? Ortada duman yok ki… Herkesin şapkadan tavşan çıktığına inanması isteniyor. Ama şapkada tavşan yok. Sadece var “mış” gibi görünüyor.
Kanıtlayabilir misiniz?
Elbette. Sadece beş dakikanızı ayırın yeter.
BALYOZ’daki tuzak ve sahtekarlıklar “5” Grupta toplanabilir.
1. Sahte 11 No.lu CD
2. Var olup yok denilenler
3. Yok olup var denilenler
4. Bilirkişi Raporları
5. Varsayımlar ve kanaatler
1. 11 No lu CD:
Tüm dava 11 No.lu CD üzerine inşa edilmiştir. Çünkü suç unsuru taşıdığı iddia edilen “her şey” bu CD içindedir. CD; iddaya göre “2003” yılında hazırlanmıştır. 2003…
Ancak küçük bir sorun var. CD “sahte”. İki şey birazcık olmaz.
Hamilelik
Sahtecilik
CD ya gerçektir ya sahte. Azıcık sahte CD OLMAZ! Para gibi. Birazcık sahte para olmaz. Para ya gerçektir ya sahte…
Eğer bu CD gerçek ise içindekiler de gerçektir. Hatırlayalım. Savcı CD 2003’ de hazırlandı diyor.
Eğer bu CD gerçekten 2003’de hazırlandıysa;
İsmini 30 Temmuz 2009 yılında almış olan “Yeni Recordati İlaç ve Hammadde Sanayi ve Ticaret A.Ş.” 2003’de hazırlanan belgede ne arar?
Bursa Trf. Ş.Md.lüğüne kayıtlı ve 16 BEB 33 plakasını 13 Nisan 2006’da almış olan araç 2003’de hazırlanan belgede ne arar?
İstanbul’da 17 Temmuz 2006 tarihinde açılmış olan Sinagog 2003 yılında hazırlanan belgede ne arar?
2007’de İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi kararıyla verilen sokak isimleri, 2003’de hazırlandığı iddia edilen Cami bombalama krokilerinde ne arar?
2005’de Donanmaya katılan TCG ALANYA gemisinin personeli bu gemideki göreviyle 2003’deki belgede ne arar?
2003’de hazırlanan belgede, 2005 yılı yasa değişikliği Kanun No.su ve yayımlandığı Resmi Gazete tarih ve sayısı ile ne arar?
Adalet Bakanlığı’nda 06 Mart 2007 tarihinde işe giren kişi, 2003 yılında hazırlanan belgede ne arar?
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu güne kadar Mahkeme’ye sunulan bu tür maddi, somut sahtecilik kanıtlarının sayısı 800’ü geçti. Evet 800… İnanılmaz değil mi? Ama gerçek. Mahkeme ne mi yapıyor? SUSUYOR…
Aslında daha çok kanıt var. Onun için Mahkemeden CD’lerin ve özellikle 11 No. lu CD’nin imajlarını istiyoruz. Malum imaj, CD’nin klonlanmış aynısı. Ama vermiyorlar. Sizce imajlar verildiğinde sahtecilik artık saklanamaz hale geleceğinden çekiniyor olabilirler mi? Sizin aklınıza başka bir neden geliyor mu? İmaj alma dediğiniz en fazla 10 dakikalık bir iş. Ama vermiyorlar. Sizce Mahkeme gerçeğin açığa çıkmasını neden istemez? Hadi bize vermiyorlar, “siz inceletin o zaman” diyoruz onu da yapmıyorlar. Sizce böyle bir adil yargılama olabilir mi? Bir düşünün, bunlar sizin eşinizin ya da kardeşinizin başına gelse ne yapardınız?
Biz devam edelim…
2. Var olup yok denilenler:
Savcılık elde edilen sayısal verilerin doğruluğunu tespit etmek için ilgili tüm kuruluşlara yazı yazmış ve sorular sormuş. Sizce 2003’de şu kişi var mıydı ya da şu öğrenci yurdu İlinizde mi gibi. Cevaplar alınmış. Savcılık bakmış ki cevaplar sanıkların suçsuzluğunu kanıtlıyor, yani sanıkların lehine delil, hepsini “6” Klasör halinde Adli Emanete kaldırmış ve İddianameye de bunlarla ilgili tek kelime yazmamış. Biz uzun uğraşlardan sonra bu klasörleri aldık ve gördük ki;
22 Üniversitedeki; 58 Öğrenci 2003’de önce ayrılmış,
201 kişi öğrenci değil,
3 Öğrenci 2004,
2 Öğrenci 2005,
1 Öğrenci 2006,
1 Öğrenci 2007’de kayıt yaptırmış.
9 İldeki; 2 Vakıf yok,
6 Vakıf faal değil,
41 Yurt yok,
36 Yurt faal değil,
9 Yurt/Dershane 2003’den SONRA açılmış,
18 Basın-Yayın kuruluşu yok,
2 İlaç deposu faal değil,
4 Kur’an kursu yok,
7 Kur’an kursu faal değil,
2 İlaç deposunun ismi farklı,
3 Sinagog kapalı,
1 Sinagog 2007’de açılmış,
1 Basın-Yayın kuruluşu önceden kapanmış,
41 Siyasi Parti üyesinin siyasi faaliyeti yok.
8 Kuruluştaki; 125 kişi o kuruluşun çalışanı değil,
5 kişi daha önce işten ayrılmış,
2 kişi 2000’de emekli olmuş,
1 kişi 2004’ de
1 kişi 2006’da,
4 kişi 2007’de işe girmiş.
Bunların tümü Adli Emanete kaldırılan dosyalarda yazılı. Peki, İddianamede ne yazılı? Sayfa 211’de şöyle yazılı: “İlgili kurumlarla yapılan yazışma neticesinde belgede ismi yer alan şahısların belirtilen yerlerde görevli oldukları anlaşılmıştır.”
Silivri’deki hukuk işte böyle bir hukuk. Bir savcı bütün bunları Adli Emanete neden kaldırır? Bu delil saklamak değil midir? Lehe delil toplamak savcının yasada yazılı görevi değil midir? Peki, buna rağmen neden uygulanmaz? Sizce bunları gerçeğe ulaşmak isteyen kişi mi yapar yoksa gerçeğe ulaşılmasını istemeyen kişi mi? Ne dersiniz?
Mahkeme bunları biliyor ve ne mi yapıyor? SUSUYOR…
3. Yok olup var denilenler:
Birkaç örnek vermekle yetinelim. Zira tümü için ne sizin zamanınız ne bizim kağıdımız yeter.
İddianame Sayfa 955. Savcı; “Nejat BEK tarafından imzalanmış olan…” diyor. Böyle bir imza YOK!
Sayfa 956. “İzzet OCAK tarafından imzalanmış” diyor. Öyle bir imza da YOK!
Sayfa 384. “Aytaç YALMAN darbeyi önledi…” yazıyor. Kanıt, belge, tanık, kendi ifadesi? YOK!
Sayfa 957. “Tüm belgelerin TSK bilgisayarlarında hazırlandığı…” deniliyor. Tek kanıt ya da kanıt gibi anlaşılabilecek herhangi başka bir şey? YOK!
Savcı bunların olmadığını bilmiyor mu? Tabi biliyor. Daha vahimi Mahkeme de biliyor ve SUSUYOR…
4. Bilirkişi Raporları:
İddianamede yer alan “7”, yer almayan 3’ü yurt dışından 1’i yurt içinden alınmış olmak üzere toplam 11 Bilirkişi Raporu var.
Savcı bir bilirkişiye BALYOZ Planı gerçek mi diye sormuş, bilirkişi de “BALYOZ Planı’nın doğru olduğunu farz ve kabul edersek bu bir darbe planıdır” demiş. Yani, siz bir kuyumcuya “bu altın mı?” diye sormuşsunuz, o da size “bunun altın olduğunu varsayarsak bu bir altın bileziktir” diye cevap veriyor. Aynen bunun gibi.
Bir diğer Bilirkişi Raporu, üst verilere göre bu CD 2003’ de oluşturulmuş diyor. Üst veri değiştirilebilir mi diye soruyorsunuz cevap yok. Çünkü değiştirilebilir. Yani üzerine BMW amblemi yapıştırılmış Şahin’e bakıp “bu araba üzerindeki ambleme göre BMW’dir “ diyor bilirkişi. Peki, “bu amblem bu arabaya sonradan yapıştırımış olabilir mi?” diye soruyorsunuz, cevap yok.
Tahmin edebileceğiniz gibi Savcı sadece bu iki Bilirkişi Raporuna itibar ediyor. Geri kalan 9 rapor ne diyor peki? “Bu CD’ler sahte” diyor. Hele birisi var ki… Askeri Savcı, Beşiktaş’taki Savcıya gönderiyor bilirkişi raporunu, tutanakla teslim ediyor, Tutanak var, alan belli, veren belli ama rapor dosyada yok. Buhar olup uçuyor rapor. Neden mi? O rapor; “bütün bunlar sahte ve bu sözde plan 1nci Ordu Komutanlığı bilgisayarlarında hazırlanmamıştır” diyen ilk rapor da ondan. Çok sonra samanlıkta iğne ararken biraz da tesadüf yardımıyla bulundu. Savcı, “bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler giderilememiştir” diyor iddianamede. Hukukta genel kural “şüpheden sanık yararlanır” şeklinde ama Silivri Hukukunda Savcı yararlanıyor. Gölcük’de ele geçirildiği söylenen sözde belgeler için Donanma Komutanlığı’nın, Eskişehir’de bulunduğu iddia edilenler için ise Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın bilirkişi Raporları var. İkisi de “bunlar sahte” diyor. Ama ilk 163 kişi Gölcük gömüsü gerekçe gösterilerek tutuklandı. BALYOZ-3 soruşturmasındakiler ise Eskişehir’de elde edilenlere dayanarak tutuklanıyorlar.
Biz diyoruz ki gelin, yeni, yurt içi/yurt dışı, üniversiteler, kimi, neresini isterseniz, sizi de bizi de tatmin edecek geniş katılımlı bir bilirkişi raporu alalım. Mahkeme mi? SUSUYOR…
5. Varsayımlar ve kanaatler.
İddianame bütünüyle varsayımlara ve kanaatlere dayanıyor. Çünkü somut kanıt yok. Tüm sanıkların suçlamalarının sonu “kanaatine varılmıştır” diye bitiyor. Mesela yüz kadar sanık için, imzasız, parafsız, el yazısı olmayan, bilgisayarda yazılı tek sayfalık bir nota dayanarak, “Ahmet tarafından hazırlandığı ve Mehmet’e sunulduğu anlaşılan bu bilgi notu nedeniyle Hasan’ın da Mehmet koordinesindeki plana dahil olduğu değerlendirilmiştir” deniyor. Hasan’ın ismi bir yerde geçiyor mu? Hayır! Herkes için “aynı” şey yazıyor.
Mahkeme bunları görmüyor mu? Görüyor. Peki? SUSUYORLAR…
Hepsi bu mu? Okuduklarınız sahtelik kanıtlarının % 1’i bile değil. Belki %0.1’i. Abartısız böyle. Daha neler var bilseniz. Birkaç örnek daha verip bitirelim.
Savcı, şu belgeyi şu kişi imzalamış dedi. Doğru. Bir imza var. Ama o imzanın sahte olduğuna dair Polis Ekspertiz Raporu da var.
Savcı, bu CD üzerinde el yazısı var dedi. Sonra o el yazısının makinayla nasıl sahte olarak CD’nin üzerine yazıldığını mahkemede 500 kişi ile birlikte izledi.
Savcı, şu tarihte toplantı yaptın dedi. O kişinin o tarihte, o saatte suyun 40 m. altında dalışta olduğunu gösteren TRT çekimi filmi mahkemede izledi
Son bir soru:
Sizce; üç ayrı şehirde, üç kişi, üç ayrı belgeyi, aynı gün, aynı saat, aynı dakika ve aynı saniyede hazırlamış olabilir mi? Biz hazırlamışız.
Bu dava askerlerin davası değil. Bu dava Ülkenin Davası. İlgilenin, sorun anlatalım…
Saygılarımızla…
Bilgivardiyabizdeplatformu.com