Tayyip Erdoğan - ''Haçlı Seferleri'ni artık farklı şekilde değerlendirmek durumundayız''
-------------------------------------------------------------
Tayyip Erdoğan'ın övgüler dizdiği Haçlı Seferleri konusunda, sayın Prof. Dr. Alpaslan Işıklı'nın güncellik kazanan bir yazısı:
ÖNSÖZ, Bkz. Yeni Ortaçağ, İmge Kiabevi, Ankara, 2009
İçinde bulunduğumuz dönemin geçmiş Orta Çağ ile çok belirgin benzerlikleri var. Bu nedenledir ki yeni bir Orta Çağ’a ayak bastığımızı söylemek, bir hayli gerçekçi görünüyor. Geçmiş Orta Çağ, M.S. 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile başlayan ve M.S. 15. yüzyılın ortalarında Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans’ın) çöküşüne kadar uzanan bir zaman diliminde yer almıştı. Yeni Orta Çağ ise Sovyetlerin çöküş sürecine girdiği 90’lı yılların başında ve 1991’de ilk Körfez saldırısının hemen ardından Washington’un “yeni dünya düzeni” söylemlerini dünyanın gündemine oturtmasıyla birlikte başlamıştır denilebilir.
Geçmiş Orta Çağ, esas olarak Avrupa ile ilgili bir oluşumdur. Bununla birlikte, Türk ve İslam dünyası ile değişik açılardan derin bir etkileşim içinde olmuştur. Değişik tarihçilerin, Orta Çağ’a son veren olaylar arasında 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethinin de bulunduğunu belirtmeyi ihmal etmedikleri bilinir. Ayrıca unutulmaması gerekir ki Orta Çağ’a damgasını vurmuş olan olayların başında gelen Haçlı Seferleri, Türklere ve Müslümanlara karşı yapılmıştır.
Yeni bir Orta Çağ’dan söz etmemizin önde gelen nedeni de günümüzdeki emperyalist işgal ve istila olaylarının, 1094-1270 yılları arasında hüküm sürmüş bulunan geçmişin Haçlı Seferleri’ni anımsatan bir vahşet boyutuna varmakta olmasıdır. Dün olduğu gibi bugünün Haçlı Seferlerinde de Hıristiyanlık dininin istismarı, ortak bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Medeniyetler Çatışması safsatası da, özünde, bu süreci bütünleyen bir unsur olarak icat edilmiş bulunuyor.
Geçmişin Orta Çağ’ında egemen sınıfı oluşturan ve Haçlı Seferlerine öncülük eden, Avrupalı derebeyler, halklarını, çapulculuk ve soygun amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için Hıristiyanlık dininin istismarının bilinen en korkunç ve en iğrenç örneklerini sergilemişlerdir. Günümüzün küresel egemenleri de farklı bir şey yapmıyorlar. Yalnızca Bush değil, yardakçısı Blair de Irak’ta giriştikleri ve esas olarak petrol yataklarını ele geçirmeye yönelik yağmalama girişimlerini haklı gösterebilmek için dinsel öğelere sarılma yolunu yeğlemiş, bu konudaki “kararında Hıristiyanlık bilincinin ve inancının etkili olduğunu” ifade etmiştir.[1]
Irak istilasından hemen önceki bir tarihte yeni bir “Haçlı Seferi”nden ilk defa söz etmiş olan kişi, ABD Başkanı Bush olmuştur.[2] Günümüzde küresel imparatorluğun tepesinde yer alan bir isim olarak Bush’un, geçmişin Haçlı Seferlerini, kendisi açısından esin kaynağı oluşturan tarihsel bir unsur niteliğiyle bugünün gündemine taşıması, bir bakıma anlaşılması kolay olmayan bir durumdur. Bu durumu anlayabilmek için Haçlı Seferleri konusunda Batı’da yaygın olan değerlendirmeleri nazara almamız gerekir. “Batı’da çok az insan Haçlı Seferlerini incelemek zahmetine katlanmıştır. Beyaz Saray’ın günümüzdeki sakinleri dâhil pek çok kişi için Haçlı Seferleri, görmüş oldukları filmlerden bulanık bir biçimde anımsadıkları bazı şeylerden ibarettir. Haçlı Seferleri bu filmlerde, Hıristiyan şövalyeliğinin üstün örnekleri olarak göz kamaştırıcı ve romantik bir havada temsil edilirler.” Kuşkusuz, yalnız Batılılar açısından değil, Haçlı Seferlerinin ne olduğunu bu tür filmlerden öğrenen herkes açısından durum pek farklı değildir. Oysa, gerçek başkadır. “Haçlı Seferleri, ayırım gözetilmeksizin işlenmiş bir katliam, cinsel taciz ve soygun fiillerinden oluşan feci bir manzara ortaya çıkarmıştır. Haçlılar, kondukları her yeri yiyip bitiren aç çekirge sürüleri gibi, geçtikleri her yerde, arkalarında tahribat ve kaos bırakmışlardır.” [3]
Prof. Sezer’in aktardıklarına göre, olayların görgü tanıklarından Papaz Fulcher, Haçlı Katliamlarını anlatırken şunları yazmaktadır. “Binaya girdiğimizde karşılaştığımız manzaranın güzelliğini kelimelere dökmek zordur ama şu kadarını söyleyeyim ki atlarımızın bacakları dirseklerine kadar pis Müslüman kanı içinde gömülü olarak ilerlemek zorunda kalmıştık.”
Sezer’in bazı Batılı kaynaklara dayanarak belirlediği gözlemler bununla da kalmamaktadır: “Papazların önderliğinde kadınlara kızlara tecavüz ediliyor. Sonra hepsi kılıçtan geçiriliyordu. Kafalar, kollar bacaklar kesiliyor. Karınlar deşiliyor, kalpler çıkarılıp tekmeleniyordu. İsa’nın değil iblisin temsilcileri haline gelmiş papazlar özellikle Türklerin katledilmesi karşısında zevkten daha da kuduruyor “Daha fazla kan, daha fazla kan” çığlıkları atılıyordu.
Meydanlar, sokaklar kesilmiş kol, kafa, bacaktan geçilmiyordu. Haçlı sürüsünün atları, parçalanmış insan vücutlarıyla dolu sokaklarda zorlukla yürüyebiliyorlardı. Çocuklar ve bebekler, özellikle de Türk çocukları ve bebekleri bir kılıç darbesiyle ikiye bölünüyordu…
Ve pişirilip yeniyordu.”[4]
Bush’un örnek aldığı Orta Çağ işte budur.
Bakışlarımızı günümüzün Orta Çağ’ına çevirdiğimizde gördüğümüz manzara bundan çok mu farklıdır?
Yalnızca Irak işgalinde öldürülen insan sayısı bir milyonu aşmış bulunuyor. Öldürülenlerin önemli bir bölümünü kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Bu ülkede bombalanmamış kutsal mekân kalmamış gibidir. Bunlar arasında Hazreti Ali’nin türbesi de bulunmaktadır. Başta matematik olmak üzere pek çok bilimin doğuşuna ve bilimsel alandaki çok önemli gelişmelere beşiklik etmiş bulunan Mezopotamya havzasının asırlar öncesinden süzülüp gelen tarihine tanıklık eden müzeler, Teksas’ın at pazarlarında biçimlenmiş bir zihniyete kölelik edenler tarafından hoyratça yağmalanmıştır. Küresel basın üzerinde uygulanan yoğun sansüre rağmen, Bağdat’tan Guantanama’ya uzanan vahşet manzaralarından her gün bir yenisi, kamuoyunun bilgisine sızmaktadır.
Yeni Orta Çağ’a özgü çağdaş Haçlı Seferleri, Irak’ın işgaliyle başlamadığı gibi, bu işgalle sona erecek gibi de görünmemektedir. Öte yandan, Yeni Orta Çağ’da hüküm süren vahşet, yalnızca askeri operasyonlarla bağlantılı olarak ortaya çıkmamaktadır. Küresel egemenlerin dayatmalarının sonucu olarak yeryüzünü kasıp kavurmakta olan sosyal adaletsizlik ve yoksulluk, başlıbaşına bir zulüm ve ıstırap kaynağı olarak insanlığın kaderi üzerine çökmüş bulunuyor. Birleşmiş Milletler kaynaklı verilere göre ”... açlık, salgın hastalık, su yokluğu ya da sefaletten kaynaklanan nedenlerle oluşan yerel anlaşmazlıklar sonucu her yıl, İkinci Dünya Savaşı’nda altı yılda ölenlerden daha fazla kadın, çocuk ve erkek ölüyor. Üçüncü Dünya ülkeleri için üçüncü dünya savaşı çoktan başlamış durumda.”[5]
Yeni Orta Çağ’da hafızalar adeta silinmiş; İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası düzeyde kabul görmüş gibi görünen “yoksulluğa karşı savaş” ilkesi unutulmuş; onun yerine “yoksullara karşı savaş” ilkesi egemen olmuştur.
Bu durumda varılan sonuç, kendiliğinden belirginleşmiş bulunuyor: “Ahlaki açıdan Orta Çağ”daki barbarlık ile çağımızdaki arasında fazla bir fark kalmamış bulunuyor. Başlıca farklılık, çağdaş orduların tahrip gücünün Orta Çağ’dakilere oranla sonsuz kere daha büyük olmasıdır.”[6]
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı
Seferihisar, 2 Temmuz 2007
KAYNAKÇA
[1] Yeniçağ Gazetesi, 05.03.2006.
[2] Alan Woods, George W. Bush and the Crusades, http://www.marxist.com/MiddleEast/bush_crusades.html
[3] Aynı makale.
[4] Bkz:Ayhan Sezer, “Batı’da Yeni Bir Şey Yok:Galileo’dan Davıd Irving’e”, Yeni Hayat,????
http://www.brighton73.freeserve.co.uk/f ... erview.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Ma%27arrat_al-Numan
http://www.crusades-encyclopedia.com/cannibalism.html
[5] Jean Ziegler, Dünyanın Yeni Sahipleri ve Onlara Direnenler, Altın Kitaplar, çeviren: M. N. Demirtaş, Haziran 2004, s. 117.
[6] Alan Woods, George W. Bush and the Crusades, agm.