Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sina AKŞİN ile Söyleşi
Türkiye Bağımsızlığını Yitirmiş Durumda
2023- I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’nın içinde bulunduğu durum nedir? İstanbul’un işgaline varan sürece nasıl gelinmiştir?
Sina Akşin- Osmanlı Devleti çağa ayak uyduramamıştı. Avrupa’daki gelişmeler ayak uyduramamıştı, matbaayı geç aldılar, kapitalizme geçemediler. Çünkü, Türkler tarih sahnesine yeni çıkmış, genç bir halk bana göre. Dolayısıyla, çağdaş uygarlık düzeyine yetişmekte birtakım sıkıntılar çekiyor. Osmanlı Devleti göçebeliğe son vermeye çalışırken Avrupa’da insanlar kapitalizme geçmeye başlamışlardı, ayak uyduramadık kısaca… Ayrıca Avrupa’nın, genel olarak Batı’nın, Osmanlı’ya karşı, Türkler’e karşı dışlayıcı bir tutumu vardı. Zaten onlar “Osmanlı Devleti” tanımlamasını kabul etmiyor, “Türkler” diyorlardı. Türkler’in Avrupa’dan çıkartılması onların programıydı. Türkler’i Rumeli’nden çıkartmak için, Balkan halklarını Türkler’i çıkartma işine koşullandırdılar. Dolayısıyla Osmanlı Devleti perişan oldu. Uzun yıllar dayanmasının nedeni de, bu emperyalist devletlerin kendi aralarındaki çekişmelerdir, rekabettir.
2023-Peki Osmanlı’nın yıkılmasında imparatorluk çağının kapanması ve ulus devletlerin doğuşunun etkisi oldu mu?
Sina Akşin- Bir görüşe göre, böyle bir şey varit değildir. İngiliz tarihçi Taylor diyor ki; “Hayır, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti savaşta yenildiği için yıkıldı. Yoksa çok uluslu olduğu için yıkılmadı.” Ben bu görüşe katılıyorum. Ulus meselesi, bir inanç meselesidir. Bir ulusa mensup olduğunuza inanıyorsanız, o ulustansınızdır. Meselâ, Sovyetler Birliği’nde insanlar biz “Sovyet’iz” diye inanıyorlarsa Sovyet ulusundan oluyorlardı. Yahut Amerikalılar; dünyanın dört bir köşesinden gelen insanlar, “Biz Amerikalıyız” diye inanıyorsalar, istedikleri kadar farklı etnik kökenleri, anadilleri hatta dinleri olsun, Amerikalı oluyorlar. Dolayısıyla bir Osmanlı milleti, Avusturya-Macaristan milleti pekâlâ olabilirdi. Ama bu iki devlet, savaşta yenildi. “Savaşa rağmen devam edebilir miydi?” sorusu sorulabilir. Tabiî, çok etnikli yapısının Osmanlı’nın yıkılmasında etkisi olmuştur ama birtakım şartlar olmuş olsaydı, yenilgiye rağmen Osmanlı devam edebilirdi. Ama o şartlar vâkî olmadı.
2023-İttihat ve Terakkî’nin Osmanlı’nın içinde ve genç Cumhuriyet’in kuruluşunda oynadığı rol nedir?
Sina Akşin- İttihat ve Terakkî, Osmanlı Devleti’nin modernleştirmek ve ayakta tutmak, yâni Avrupa emperyalizminin “hasta adam” ilân ettiği devleti, ayağa kaldırmak iddiası ile ortaya çıktı. Onlar, kapitalizmi temsil ediyorlardı, bir burjuva devrimi gerçekleştirdiler veya gerçekleştirmeye çalıştılar. Fakat, geç kalınmıştı. İttihat ve Terakkî’nin Osmanlı Devleti’ni kurtarmak istemesi, emperyalizmi çok öfkelendirdi. Çünkü emperyalizm Osmanlı Devleti’ni, eninde sonunda kucağına düşecek, tamamen parçalanarak paylaşılacakları bir av olarak görmekteydi. Tabiî, İttihatçılar’ın böyle bir iddia ile ortaya çıkmalarından dolayı onlardan nefret ettiler. Nasıl bugün Saddam’a karşı bir nefret kampanyası yürütüldüyse, Batılılar çok iyi yapıyorlar bu işi, o zaman onlara karşı da böyle bir kampanya yürütüldü. Bunun yanında İttihat ve Terakkî’nin acemilikleri, iş bilmezlikleri oldu. Ama temel mesele, bu korkunç iddiaydı; “Osmanlı devletin adam etme” iddiasıydı. Avrupa emperyalizminin böyle bir şeye tahammülü yoktu.
2023- İttihat geleneğin genç cumhuriyette etkisi var mıdır? “İttihatçı” diye eleştirilir, genç cumhuriyetin kurucuları. Biraz “Jakoben” olmakla suçlanırlar. Siz böyle bir etki görüyor musunuz?
Sina Akşin- Şüphesiz cumhuriyette İttihatçı bir etki var. Atatürk de İttihatçılar’ın içindeydi. Gerçi, hiçbir zaman A kadrosunun içine girmeyen, yalnız bir insandı. Ancak, politikalarını eleştirse bile, o da bir İttihatçı’ydı. O da, diğer İttihatçılar gibi, Fransız İhtilâli’ni model alıyordu. Atatürk hareketi de, bir bakıma, İttihatçı geleneğinin devamıdır. Bunu söylerken arada çok önemli farkların olduğunu da belirtmek gerekir.
2023- Ne gibi farklar?
Sina Akşin- Bir kere Türk milliyetçiliği meselesi var. İttihat ve Terakkî’de Türk milliyetçisiydi ama imparatorluktan vazgeçemedikleri için bunu gizli tutuyorlardı. Balkan Savaşı’ndan sonra, Rumeli elden gidince imparatorluk hayâlleri güme gitmişti. Artık, çağ da değişmişti. I. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir demokratikleşme rüzgarı esti dünyada. cumhuriyetler kuruldu bir çok yerde. Dolayısıyla Türkiye’de bundan etkilendi ve Atatürk hareketi ulusal bir devlet kurmaya işine girişti. Bu, imparatorluktan vazgeçme projesiydi. Bu proje, Erzurum Kongresi’nde oluşturuldu. Erzurum Kongresi, 15 gün sürüyor. Bu kadar uzun sürmesinin nedeni, sanıyorum, imparatorluktan vazgeçmenin zorluğu. Çünkü bunlar hepsi imparatorluk çocukları ama, orada imparatorluktan vazgeçme kararı alındı. “Vazgeçtik” gibi bir şey söylemiyorlar ama bu karar şu şekilde somutlaştı: Mondros Mütarekesi’nin sınırlarını ilke olarak esas almaları, Arap ülkeleri üzerinde hiçbir iddiada bulunmamaları, imparatorluktan vazgeçildiğini gösteriyordu.
Daha başka önemli farklarda var. Meselâ, İttihatçılar laiklik konusunda Atatürk devrimindeki kadar ileri gidemiyorlardı. Gizli kapaklı birtakım şeyler yapıyorlardı ama, bunlar üstünkörü hareketlerdi. Hâlbuki Atatürk ve arkadaşları, saltanat ve hilâfete son verirken ve sonra laiklik konusunda son derece radikal bir çizgi tutturdular.
Tarihteki büyük olaylarda “süreklilik” ve “kopuş” incelenir. Burada süreklilik var ama, müthiş bir kopuşta var. Bazı bakımlardan kopuş daha büyük sayılabilir süreklilikten.
2023-“Kopuş ve süreklilik” dediniz. Oradan bir başka noktaya gelmek istiyorum; Türk devletlerinde bir geleneğin varlığından ve bunların bütünsel olarak değerlendirilmesi gerektiğinden Cumhuriyet’in nihayetinde bu devlet sistematiğinin bir devamı olduğunu söylemek mümkün mü? Hilâfetin kabul edilmesi bir kırılma noktasıdır ve önemlidir hilâfetin kaldırılması da aynı noktada bir kırılma noktasıdır ve önemlidir.
Sina Akşin- Kuşku yok ki, bir süreklilik var; Türkler’in yönettiği devletlerde, birinci plânda oldukları, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde… Bunu söyledikten sonra hemen şunu da söylemek lâzım, sosyolojik (toplum bilimsel) açıdan yaklaşıldığında muazzam farklar var bu üç devlet arasında. Selçuk Devleti göçebe hayvancılık devleti idi. Yâni, göçebe hayvancılığın egemen olduğu bir toplumun devleti idi. Osmanlı Devleti yerleşikliğin ve tarımcı bir toplumun devleti idi. Türkiye Cumhuriyeti ise kapitalizmin, kentleşmenin ve sanayileşmenin devletidir.
2023- Bu aynı zamanda toplumsal bir tekamülün ürünü değil mi? “Cumhuriyet bir oldu bittinin ürünü değildir, Türk toplumu evrilerek bu noktaya gelmiştir” diyebilir miyiz?
Sina Akşin- Tabiî, tabiî. Fakat bu süreci fazla basitleştirmemek gerekir, bunlar ayrı ayrı süreçlerdir.
2023- Sevr’in dayatıldığı bir İmparatorluk’tan Lozan’a giden bir süreç ve bağımsız bir devlet kuruluyor. Siz diyorsunuz ki, “Sevr tarihin çöp sepetine mi atılmıştır yoksa buz dolabına mı kaldırılmıştır?” Sevr’in akıbeti nedir?
Sina Akşin- Birtakım işaretlerden Sevr’in çöp sepetine atılmadığı, buzdolabına kaldırıldığı ortaya çıkıyor. Fakat burada böyle bir tehdidin olması, Atatürk devriminin hedefine ulaşamamış olmasındandır. Çünkü, Atatürk devriminin amacı Lozan’ı sürekli kılmaktı. Sevr’in bir daha gelmesini önlemekti ama, bunun şartı vardı; Atatürk devriminin gerçekleştirmesi. Atatürk devriminin gerçekleştirilmesi için; Türkler Avrupalılar kadar okumuş eğitimli ve kültürlü olmalıdır. İkinci olarak da; Türkler Avrupalılar kadar zengin varlıklı ve sanayileşmiş olmalıdır. Bu iki şartın yerine getirilmesi gerekiyordu, kesintiye uğradı bu süreç. Şimdi Türkiye Cumhuriyet’i tarihi tek bir çizgi hâlinde ele alınmıyor ve yahut ele alınmamaya başlandı. Türkiye Cumhuriyet’i net bir şekilde ikiye ayrıldı.
2023- Nedir bu ikiye ayrılma?
Sina Akşin- Biri Atatürk devrimi dönemi öbürü de benim kısmî karşı devrim dediğim dönem. Biz hâlen bu kısmı karşı devrim dönemi içindeyiz.
2023- Karşı devrimi 1945 sonra çok partili demokratik hayata geçiş süreci ile mi başlatıyorsunuz?
Sina Akşin- İsmet İnönü çok partili sistemi getirmekle 1945’te şeyhlik ve ağalık düzenine yâni cumhuriyetin mücadele ettiği düzene prim verdi. Osmanlı düzeni, şeyhlik ağalık düzeni idi. Osmanlı padişahı ağaların ağası durumundaydı. Hâlife olarak da baş şeyh durumundaydı. Tabiî saltanatın kaldırılması bunun sâdece üstünü örttü. Toplum, şeyhlik ve ağalık düzeninde yaşamaya devam ediyordu. Atatürk devrimi bu düzeni değiştirmek adına yapılmıştır. Yarı yolda kesildi. Niye kesildi? Çünkü, çok parti sistem gelince oy almak için şeyhler ve ağalara muhtaç oluyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye’de gittikçe gücü zayıflayan dönüşen bir kesim iken birden bire kuvvet aşısı aldılar bu çok partili sistem sayesinde. Sevr’in çöp tenekesine atılma harekâtı yarıda kaldı.
2023- 1945’e kadar yapılan neydi?
Sina Akşin- Atatürk devrimi bir kere bir aydınlanma devrimidir. İnsan zihninin sınırsız özgürlüğü amaçlanmıştır. Bunu dönüştürme aracı da eğitim, kültür ve bilimdir. Önce bunun kadroları oluşturuldu, kurumları oluşturuldu. Halkevleri ve Köy Enstitüleriyle bunlar bütün topluma yaygınlaştırılmaya başlandı. Karşı devrimle birlikte bu durdurulmuş oldu.
2023- Cumhuriyet’in kendi varlığı, aradan 22 senelik geçtikten sonra, çok partili sistemi dayatmıyor mu? Toplumsal talep bu anlamda gelişmemiş midir?
Sina Akşin- İki türlü demokrasi anlayışı var. Genellikle gazete yazarları, sokaktaki vatandaş ne anlıyor: Çok partili sistem olacak, seçimler dürüst yapılacak ve özgür bir basın olacak. Demokrasi, bununla eşitleniyor. Hâlbuki, bu yanlış. Demokrasi, çok daha karmaşık ve çok daha derin bir olaydır. Demokrasi, Fransız İhtilâli ilkeleri ile dile getirecek olursak, “eşitlik ve özgürlük”tür. Bir toplumda eşitliğin ne kadar olduğu ölçülebilir. Eşitlik; kadın erkek eşitliği, insanların yasalar önünde eşitliği, siyasal hakların herkese verilip verilmemesidir. 1923’e kadar ancak belli bir oranda vergi verenler oy sahibiydi. Bu hak, daha sonra herkese tanındı. Sonra özgürlükler, bu konuda yasalara bakmak lâzım, uygulamalar bakmak lâzım. Bence bir ülkedeki eşitlik ve özgürlük ölçülebilir bir şeydir. Birtakım göstergelerden hareketle bu sağlanabilir. Okula gidebilme imkânları, eğitimin, sağlığın parasız olup olması, bunlar eşitlik ile ilgili hususlardır. Şimdi, çok partili sisteme gelince; çok parti, dürüst seçim, özgür basın… Bu demokrasiye hizmet edebilir, etmeye bilir de. Eğer, sandıktan demokrasiye aykırı sonuçlar çıkıyorsa, demek ki etmiyor… Ama çıkıyorsa ne âlâ. O zaman, çok partili sistem demokrasiyi tamamlayan bir mekanizma oluyor. Ama, bu bir mekanizmadan ibaret. İşin ruhu o değil. İşin ruhu, toplumdaki özgürlüklerin ve eşitliğin bilançosudur. Ben bu görüşü benimsiyorum.
Atatürk başta olmak üzere, Cumhuriyet’in kurucuları, çok partili sistemi çok arzu ettiler. Nitekim, Atatürk’ün bir denemesi var. Ama o denemenin cılkı çıktı üç ayda. Hemen parti kapatıldı ve 1 ay sonra Menemen Olayı patladı. Bununla ilişkili bu tabiî. Daha önce bir Atatürk’e rağmen yapılmış bir tecrübe var, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası. Ondan sonra da Şeyh Sait İsyânı çıktı. Bu tecrübeler gösterdi ki, Türkiye çok partili sisteme hazır değil. Buna rağmen, İnönü’nün kalkıp 1945’te çok partili sisteme geçmesi bir hata olmuştur. Cumhuriyet’in içinde bulunduğu bunalım o hatanın sonucudur.
2023- Biraz aristokratik bir cumhuriyet modellemesi hasıl olmuyor mu Hocam? Mustafa Kemal ve arkadaşlarının da zihninde böyle bir elit cumhuriyet tanımlaması mı vardı? Toplumu tepeden aşağıya şekillendirmeyi öngören, “halka rağmen” bir cumhuriyet. Sizce bugün cumhuriyete yönelik saldırıların temelinde bu “halka rağmen”liğin etkisi yok mu?
Sina Akşin- Vallahi “elit” sözcüğü pek hoş değil, “aristokratik” tanımlaması da pek hoş sayılmaz. Fakat, Mahmut Esad Bozkurt’un bir sözü var; “Hiçbir halkın geriye gitme hakkı yoktur” diyor. Geri kalma hakkı yoktur, esir olma hakkı yoktur insanların. “Ben kendi irademle esir olmak istiyorum” deme hakkın yok. Bunun teoride de yeri var. Rousseau’da iki çeşit toplum iradesi vardı. Biri, genel irade ki, genel irade olması gerekendir; iyi güzel, doğru olan genel iradedir. “Ama, insanlar bir araya gelip oylama yapıp, iyi güzel ve doğruya aykırı bir karar verirlerse, bu genel irade değildir” diyor Rousseau. Atatürk, bu ayrımın farkındaydı sanıyorum. Doğrusu da bu bence.
2023- Peki hâkimiyetin millete verilmesi bu anlamda bir yere oturuyor mu?
Sina Akşin- Millet soyut bir kavram. Millet, genel iradenin oluşturduğu bir topluluktur. Dolayısıyla iyi, güzel ve doğruya aykırılıklar makbul sayılamaz. Oylama ile yapılsaydı ne saltanat kalkardı, ne hilâfet kalkardı, ne şeriat kalkardı. Hiç biri olmazdı.
2023- Türkiye’de bildiğiniz üzere bir İkinci Cumhuriyet tartışmaları var ve biraz önce konuştuğumuz kavramlardan oluşuyor bu tartışmalar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sina Akşin- İkinci Cumhuriyetçiler, bir kere devrimi kabul etmiyorlar. “Atatürk’ün yaptığı, tepeden ineme bir darbedir” diyorlar. İşte Mete Tunçay diyor ki, “Kenan Evren ile Mustafa Kemal arasında bir fark yoktur. Yalnız, Mustafa Kemal daha zeki ve daha yakışıklıdır” diyor. Çünkü, bir devrim yapıldığını kabul etmiyorlar. Cumhuriyeti baştan aşağı bir olumsuzluk ve başarısızlık olarak değerlendiriyorlar. Bugün yaşadığımız olumsuzlukları, bugünün sorunu olarak değil, baştan beri bu böyleydi diye değerlendiriyorlar. Birçok İkinci Cumhuriyetçiler daha da ileri gidip İttihatçılar’ı da yanına katıyorlar. O da bir olumsuzluktu, tepeden inmeydi falan diyorlar. Sonuç olarak, bu eleştirileri getirenler feodalizmin, emperyalizmin kucağına oturuyorlar.
Zaten bu İkinci Cumhuriyetçiler, Türkiye’nin kendi kendine adam olacağına, böyle bir gücün varlığına da inanmıyorlar. Dolayısıyla, “Dışarıdan biz adam ediliriz kamçı ile zorlamayla” diye düşünüyorlar. “AB gelecek, şunu yapacak, bunu yapacak” gibi düşünceler besliyorlar. Hiçbir inançları yok aslında halka. Onlar, değişim mekanizması olarak emperyalizmi görüyorlar.
2023- İkinci Cumhuriyet savunucuları ile Kemalist devrimi savunanlar arasında şu noktada bir uzlaşma var gibi gözüküyor hocam, o da halkı güdülesi ve şekillendirilmesi gereken bir yapı olarak algılamaları. Cumhuriyet’in kuruluşunda halkın etkisi yok mudur? “Benim şahsımda bir olağanüstülük arıyorsanız Türk milletine mensup olmamdır” diyen, güvendiği tek kaynağın Türk halkı olduğunu ifâde eden Atatürk’ün halka güveni neden ortadan kalktı?
Sina Akşin- Şüphesiz ağaların ve şeylerin etkisinde olan bir halka dayanmıyor Cumhuriyet. Aydınlanmış bir halka dayanıyor. Şunu hesaba katmak lâzım: Sevr ile Türkler’in Anadolu’dan da atılması süreci başlatılıyordu. Yâni, kalkıp da Ege Bölgesi’ni Yunanlılar’a vermek; hiçbir kafa hesabı yapmadan, kaç Rum, kaç Ermeni, kaç Türk yaşıyor hesap etmeden... Aynı şekilde Kuzey Doğu Anadolu’da bir Ermenistan yaratılmak isteniyordu. Bunun sınırlarını ABD Başkanı Wilson çizdi. Bu sınırlar Trabzon’un batısından Tirebolu’dan başlıyor, Erzincan filan hepsi Ermenistan oluyor. Van Gölü’nün güneyinden bütün Kuzeydoğu Anadolu, Ermenistan oluyor, burada Ermeni çoğunluğu yüzyıllardır yoktu. Peki neydi bu yapılanmanın gerekçesi? “Efendim siz Türkler sonra geldiniz, 1071’den önce yoktunuz. Geldiğiniz gibi gidersiniz” demek istiyorlardı. Bu dünya tarihinde çok nadir görülmüş bir olaydır. Emperyalizm, sömürü düzenidir fakat yerli halka, “Arkadaş! Sen buradan çık, git” demez genellikle. Bunun benim bildiğim iki örneği var; bir tanesi Filistin halkına “Çek git ikibin yıl önce burada yoktunuz” denmesidir. İkincisi de; Anadolu halkına “1071’den önce siz yoktunuz çekin gidin” denmesidir.
Kuzeydoğu Anadolu’da Ermenistan yaratılması, Ege’nin Yunanistan’a verilmesi, bu sâdece başlangıçtı ve arkası gelecekti. Bu adamlar, çok sabırlı, yüzyıllarca aynı fikri takip edebilen fikir sabit insanlar. Güçleri de var, imkânları da var, bunu yürütüyorlar. En az gürültü ile en az zahmetle bunu yapıyorlar. Anadolu’yu Türkler’den bir anda boşaltma güçleri yoktu. Ama o bir başlangıçtı ve yalnız Atatürk görmedi bunu Türk halkı da gördü. Çünkü Türkler Rumeli’nden atılırken hep şeyi düşünüyorlardı, “Ya biz buradan gidiyoruz ama, Anadolu bizim atayurdumuzdur oraya sığınırız” ve Sevr ile görüldü ki, atayurdu falan kalmıyor. Orası da sığınak değildi. Bunun ilacı Atatürk devirim idi. Atatürk, devrimi halka, Noel Baba gibi, “Buyurun bakın. Size hoşluklar, güzellikler getirdim” diye sunmadı. Bu bir zaruretti, bu topraklarda kalabilmenin bir gereği idi. Halk bunu biliyordu. Onun için, kendisine ne kadar aykırı gelse de bu devrimin burada kalmanın şartı olduğun hissediyordu ve fazla ses etmiyordu. Belki, fazla hoşlanmıyordu padişahın, hilâfetin gitmesinden ama, gitmesinin gerekli olduğunu da hissediyordu. Yoksa başarılamazdı bu devrim, yürümezdi. Zaten devrimi ters yüz edemediler. Sâdece gelişmesi durduruldu. Bu da yine Atatürk’e halk desteği olduğunun göstergesidir. Yoksa tam karşı devrim olsa, şimdi şeriat geri gelmiş olurdu. Atatürk öldüğü zaman bir çok çevreler bunu bekliyordu zaten. “Eskiye döneceğiz” falan gibi umutlara kapıldılar. Sonra 1950’de kapıldılar bu umutlara fakat, devrim kök salmıştı. Kök salmış ama gelişmesi durdurulmuştu.
2023- Peki Batı’nın bize karşı tutumu cumhuriyetten sonra değişmiş midir?
Sina Akşin- Bakın, Kıbrıs Barış Harekâtı’na korkunç bir cevap verdi Batılılar. O cevap da Türk hariciyecilerinin keklik gibi avlanması meselesidir. ASALA terörü olarak bildiğimiz hâdise yâni. Dikkat ederseniz ASALA terörü 1975’te başladı ve bu cinayetler genellikle faili meçhul olarak kaldı. Bunları gerçekleştirenler korunuyorlardı. Sonra bir halt ettiler Orly’de, Fransızları’da öldürdüler, onun üzerine “şıp” diye terör hareketleri durduruldu. Ama ertesi yıl PKK başladı. Bence ASALA’nın terör kampanyası olsun PKK’nın yaptıkları bunlar naylon hareketlerdir. Bunlar dışardan fişteklenen, destek ve teşvik gören hareketlerdir.
2023- Bugün Türkiye’nin uyguladığı dış politika stratejisi ile Atatürk’ün uyguladığı stratejiyi karşılaştırmanız mümkün mü?
Sina Akşin- Atatürk tam bağımsızlık ilkesi üzerine bir dış politika yürütüyordu, bütün komşular iyi ilişkiler kurma esası üzerine gidiliyordu. Hâlbuki Türkiye daha sonra özellikle 1945’ten sonra komşularını boş verdi; ABD, Avrupa, NATO ne derse onu yapmaya başladı. Son tezkere ile birlikte maalesef komşumuza karşı silâh çekmiş oluyoruz. Irak’a yapılan tecavüzün bir parçası hâline geliyoruz. Bu, Cezayir Kurtuluş Savaşı’nın desteklenmemiş olmasından daha vahim bir şeydir. Düpedüz 3. Dünya Ülkeleri’nin bağımsızlığına karşı bir anlamda silâh çekmiş oluyoruz biz.
Türkiye bugün bağımsızlığını yitirmiş durumdadır. Bunu bilelim. Ordumuz, “çok bilenmiş, becerikli” filan diye ilân ediliyor ama maalesef bağımsız olmayan bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Bağımsızlığımızı ne ölçüde kaybettiğimiz tartışılabilir belki ama, 1 Mart tezkeresi geçseydi Türkiye, ABD işgaline de uğrayacaktı. Bugün Türkiye ABD işgali altındaydı ve o zaman bağımsızlığımız iyice kısıtlanmış olacaktı. O vartayı şimdilik atlattık. Ama borca batmış bir ülke, daha da kötüsü borçkolik olmuş bir ülke, Türkiye. Çünkü borca batıklık o kadar önemli değil. Borca batık olabilirsiniz ama bu borçtan kurtulma iradesi her an gösterilebilir. Alırsınız alacaklılarınızı karşınıza, “İşte ben şu kadarını ödeyebiliyorum şu kadarın ödeyemiyorum gelin bir plân yapalım” diyebilirsiniz. “Ben okul yapacağım, hastane, yol yapacağım bunlara para ayırmam lâzım” diye alacaklılarınızı karşınıza alıp adam gibi bir pazarlık yapabilirsiniz. Ama sâdece borca batık değil, borçkolik olduğumuz için borçsuz yaşayamayacağımız düşüncesi var. En tehlikelisi bu…
Yeni bir borç getiren adamı yâni Kemal Derviş’i kurtarıcı diye karşıladık. Bizim büyük basın Derviş’e tapındı âdeta. Adamın tenis oynaması, karısının saç şekli, taksicilerle çay içmesi bunlar aslan basınımızın manşet konuları oldu. Bakan yapıldı bu adam. Kimdir Derviş? Dünya Bankası’nın yâni Türkiye’nin borçlu olduğu bir örgütün memuru. Hem onu bağrına basıyorsun bakan yapıyorsun hem de o senin parlamentona “şu kadar günde şu kadar yasa çıkacak” diye talimat veriyor.
2023- Size göre Cumhuriyet’in önünde borçkoliklik dışındaki en büyük tehlike nedir?
Sina Akşin- En büyük tehlike kısmı karşı devrimin hız kazanmış olması. Bu gidiş tam karşı devrime doğru. Biz başımızı kuma gömüyoruz. AKP, “Biz değiştik” diyor, bunu kabul ediyoruz. Hâlbuki böyle bir şey yok. Ali Bulaç, “Muhafazakâr parti geleneğinden gelen AKP eski hedeflerinden kopamaz” diyor. Türkiye’nin uluslaşma süreci durduruldu. AB zaten Türkiye’yi mozaiğe dönüştürmek için her şeyi yapıyor. İşte Ermenileri kışkırtıyor, Kürtleri kışkırtıyor. Doğrudan doğruya yerel yönetimlere yapılan yardımlarla Türkiye’deki bağları gevşetmeye, uluslaşma sürecini tersine çevirmeye çalışıyorlar.
Türkiye’nin bir yere varması için Atatürk devrimine geri dönmesi gerekiyor. Atatürk devrimi Lozan’ın devamının garantisidir. Lozan’ı sevmeyenlerde var tabiî. Lozan’ı sevmeyenler bir bakıma Sevr takımına girmiş oluyorlar. Fakat Sevr’den bahsedilmesini de sevmiyorlar, “Efendim Sevr paranoyası” diyorlar. Bu arkadaşlarımız “emperyalizm” kelimesinin kullanılmasına da bozuluyorlar. “ABD emperyalizmi, AB emperyalizmi” değdiniz zaman kızıyorlar. Hâlbuki Amerikalılar iftihar ediyorlar. Roma imparatorluğu ile kendilerin karşılaştırıyorlar. Onlar iftihar ediyor. Bizimkiler bunu kullanmaya kıyamıyorlar.
2023- Türkiye’ye ABD tarafından baskı yapılıyor, “Ermenistan ile ilişkilerini geliştir” diye. Öte yandan soykırım iddialarını destekliyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sina Akşin- Bu bir anda gerçekleşecek bir şey değil ama bu adamlar çok sabırlı çok kararlı. Hedeflerine doğru adım adım gitmeye çalışıyorlar. Kalkıp da koca Fransız Parlamentosu’nun bir Ermeni kararı alması komik bir şey. TBMM, Venezüella tarihi ile ilgili bir karar almış olsa herkes güler. Haklı olarak güler. ABD’nin neredeyse bütün eyaletlerinde bu tasarılar onaylandı. Bir tek kongrede kabul edilmesi kaldı bu işin. Bir tehdit unsuru olarak tutuyorlar, “Bakın ha çıkartırım” diye. Oysa çoktan çıkartılmış birçok eyaletlerinde. Hatta komplo teorilerini çok sevenler, Türkiye’den kan örneklerini alma hareketinin arkasında Anadolu’yu Rumlara ve Ermenilere verme tasarısının bir parçası olarak değerlendiriyorlar. Herhalde diyecekler ki, “Ya sizin kan gruplarınız aynı, siz Rum ve Ermenisiz”. Biliyorsunuz müthiş bir misyoner saldırısı var. Olmadık yerde misyoner büroları açılıyor. Bir yandan da Türkiye’deki kuruluşlar şirketler, bankalar yavaş yavaş onların eline geçiyor. Türkiye’de bir bunalım daha çıksa herhâlde bütün bankaları ele geçirecekler. Özelleştirme, zaten, “yabancılaştırma” demek. Çünkü karşımızda muazzam bir para gücü var. Batı emperyalizminin emrinde yüzyılların birikimi olan bir servet var. Önemli bir bölümü sömürgeleştirme faaliyetleri sırasında edinilmiş önemli bir para gücü var. Bir daha, “dün gece 7,5 milyar dolar kaçtı” vaziyeti olursa Türkiye’deki bütün kuruluşlar yabancıların eline geçebilir. Zaten bunu tetikleyebileceklerini de söylemek mümkün. Biliyorsunuz Sabancı suyu, yoğurdu filan yabancılara sattı. Bir süre sonra Türkiye’de su işini tamamen ele geçirebilirler, yarın öbür gün otobüs işine el atarlar... Bu durumda Türkler şunu düşünmeye başlayabilirler, “Yahu biz Hıristiyan olsak, iş bulma olanakları daha fazla olacak”, “Biz Hıristiyan olsak, terfi etme yükselme olanakları daha fazla olacak” diye düşünebilirler. Bir de bakarsınız bir kısım Türkler Hıristiyan olmuş… Ondan sonra Hıristiyan Türkler ile Müslüman Türkler hikayeleri çıkacak. Tabiî bu Anadolu’nun Rumlar’a ve Ermeniler’e verilmesinin aşamaları olarak değerlendirilebilir.
Bakın Erzurum Kongresi karalarında çok güzel bir hüküm var. Diyor ki, “Her türlü dış müdâhale Rumluk ve Ermenilik kurma gâyesine yönelik sayılacaktır”. Yâni, “güzel müdâhale”, “bizden yana müdâhale” diye bir şey tanımıyorlar.
2023- Hocam görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.
2023