PADİŞAH Vahidettin, Mayıs 1919’da şöyle diyordu:
“İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecid’den miras aldım. Ümidimi, Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım.”
İşgal yıllarının ünlü yazarı Refi Cevat Ulunay da “Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak” diye yazıp kendi ulusuna hakaretler yağdırarak, işgalci İngilizlere destek oluyordu. (21 Mayıs 1919 Alemdar Gazetesi)
Aynı günlerde Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da, kafasındaki kurtuluş planlarını uygulayarak vatanı kurtarmak için harekete geçmişti.
Atatürk, o günleri Nutuk’ta şöyle anlatıyor:
* * *
- “Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor...
Farkında olmadığı halde başsız kalan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde beklemekte...
Ordu, ismi var, cismi yok durumda. Komutanlar ve subaylar, Birinci Dünya Savaşı’nın çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görerek yürekleri kan ağlıyor, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında beyinleri bir kurtuluş çaresi arıyor.
Millet, Padişah ve Halife’nin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla bağlı.
Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüz yıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce saltanat makamının kurtarılmasını düşünüyor.
Halifesiz ve Padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil. Bu inanca aykırı bir görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur!
* * *
“Kurtuluş çaresi ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti.
Osmanlı Devleti’nin yanında koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini birden yenip yerlere seren İtilaf Kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı!
Bu zihniyette olan yalnız halk değildi, özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu. İmkânsız denilen bu şartlar karşısında bir tek karar vardı. O da, milli egemenliğe dayanan ‘kayıtsız, şartsız, bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmak!’
İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur:
Ya istiklal, ya ölüm!”
* * *
Mustafa Kemal’in bu kararıyla Türk ulusunu yok olmaktan kurtarıp bizlere armağan ettiğini, bu yurdun ve bu cumhuriyetin ne büyük nimet olduğunu her zaman hatırlayalım.
Yalnız savaşta değil, savaştan sonraki 15 yılda yaptığı devrimlerle mucize yaratan büyük Ata’yı, yarın 71’inci ölüm yıldönümünde saygıyla, sevgiyle, hasretle anacağız.
Dünyadaki 56 İslam ülkesi arasında demokrasiyi uygulamaya çalışan, bağımsız ve çağdaş olan tek ülke biziz. Diğerlerinin hali malum...
Atatürk ilkelerinin, cumhuriyetin ve demokrasinin değerini bilelim.
Rahmi TURAN, 9 Kasım 2009