AKP döneminde özellikle Ortadoğu ve Afrika eksenli götürülen Türk Dış Politikasını “Yeni Osmanlıcılık” olarak nitelendirenler olduğu gibi Ahmet Davutoğlu bu politikayı “merkez ülke”, “çok kulvarlı politika”, “statejik derinlik” gibi değerlendirmelerde bulunuyor. (Ahmet Davutoğlu Küre Yayınları 2001 İstanbul, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu)
Yeni bir politika mı?
“Aslında AKP’nin dış politikada izlediği yol Özal politikalarının bir devamı niteliğinde. Kaldı ki bir önceki Ecevit hükümeti Dışişleri Bakanlığı başta Dışişleri Bakanı İsmail Cem olmak üzere bu konjonktürü değerlendirmeye çalışmış ve “Komşuluk Forumu” adı verilen bir süreci başlatmıştır”.(Özlem Tür) “Türkiye ve Ortadoğu Gerilimden İşbirliğine, Zeynep Dağı” Ak Partili Yıllar: Doğudan Batıya Dış Politika, Orion Yayınevi Ankara 2006.
AKP hükümetinin bu sürecin bir devamı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Peki, Davutoğlu’nun ortaya koymaya çalıştığı dış politika anlayışı nedir?
1- Türkiye Ortadoğu’da aktif olmalı, değilse Ortadoğu Türkiye’de aktif olur. PKK sorunu da bunun somut örneğidir.
2- Ankara Hükümetleri Osmanlı’nın mirasçısı olduklarını hep reddetmişlerdir. Oysa Ortadoğu coğrafyasına baktığınızda Osmanlının devamındadır Türkiye. Gerek tarihi gerekse kültürel ve dinsel bir doku birlikteliği söz konusudur.
Davutoğlu’nun bu yaklaşımı kendisi isimlendirmemişse de Osmanlı’ya sürekli atıfta bulunması nedeniyle “Yeni Osmanlıcılık” olarak değerlendirilmiştir. Ancak buradaki esas önemli nokta şu.
AKP döneminde Türk Dış Politikasının, iç politikanın “dönüşümünden” kaynaklanan derin bir dönüşümden geçtiği ve bunun kendisini başta Orta Doğu olmak üzere bütün dış politika sürecinde gösterdiği dile getirildi. Bu bağlamda Türk Dış Politikasını açıklamak için “Yeni Osmanlıcılık” ve daha yaygın olarak “yumuşak güç”(soft power) kavramları kullanılır oldu.
“Özal’ın Cumhurbaşkanlığı yıllarında gündeme ilk kez gelen “Yeni Osmanlıcılık” Özal’ın ölümünden sonra gündemden düşmüştür. Keşfedilmesi yeniden AKP dönemine denk gelse de esas itibariyle yukarda da yazıldığı gibi başta Davutoğlu olmak üzere “Osmanlıcılık” kelimesi yerli literatürden ziyade yabancıların kullandığı bir kavram olmuştur. Bütün bunları bu kadar detaylandırmamızın elbette nedenleri var. Neyse devamla “Yeni Osmanlıcılık” bazen daha farklı da tanımlanan bir dönüşümün bir ayağı Türkiye’nin dış politikada aktif olmasını öngörürken, bir diğer ayağı da Türkiye’deki siyaseti bu dış politika kavramı üzerinden dönüştürmekti.
Yeni Osmanlıcılık Türkiye’nin iç ve dış politikasında kapsamlı bir dönüşümü, Kemalizmin, toplumun, kimliğin yeniden tanımlanması ve sorgulanmasını içermektedir. Bu süreçte başta laiklik ve Kürt meselesinin öne çıktığını gördüğümüz gibi bunların da yeniden tanımlanması ve din eksenli yorumlamalarının olduğunu görmekteyiz. Bu yüzden şunu da söylemek doğru olur. Yeni Osmanlıcılığı sadece Türk dış politikası eksenli görmemek gerek. Kemalizmin karşısında bir yeni düzen olarak da algılanmaktadır. Ancak bu algıya rağmen gerçek hiç de gösterilmeye çalışıldığı gibi değildir”.
Yeni bir metod değil
Davutoğlu’nun sözünü ettiği çok kulvarlı bu dış politika, Türk Dış Politikasında yeni bir metod değildir.
Türkiye özellikle 1960’lardan sonra Ortadoğu’da aktif roller almıştır. Özellikle 1967-1973 Arap-İsrail savaşları sırasında Türkiye açık bir şekilde Araplardan yana tavır almıştır. Yine 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı Türkiye’nin önemli dış politika açılımlarından birisidir. Aslına bakılırsa bir siyasetin yeniden gündeme getirilmesidir.
Türkiye gerçekten “Soft Power” mıdır?
“Türkiye’nin Orta Doğu Bölgesinde aktif diplomaside gözle görülür bir artış olmakla birlikte bunun bir bölgesel (yumuşak) güce dönüştüğü, inandırıcı ve ikna edici değildir. AKP döneminde iç politikada derin bir ayrışma ve bölünmeye giden Türkiye kaldı ki liberal-Kemalist-İslamcı çizgide giderek kutuplaşmıştır. Yani Ortadoğu’da istikrar üretmeye çabalayan Türkiye kendi içinde istikrarsızlaşmaya ve halk düzeyindeki gözle görülen Kürt-Türk ayrışması giderek belirgin hale gelmeye başlamıştır.”
Bölgede gelişen son Türkiye-İsrail ilişkilerine belki de bu açıdan bakmalıyız. Daha detaylı bilgi için bakınız “Bir Dönüşümün Bilançosu” AKP Kitabı, İlhan Uzgel, Bülent Duru, Phoenix Yayınevi Şubat 2009.
NURİYE ATABEY
Yeni Osmanlıcılık BOP’un yeni ismi mi?
Geçen hafta sizlere kısaca “Yeni Osmanlıcılık”ın nerden çıktığını, ne demek olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Aslında çok özet geçtik hani, yerimiz dar diye. Yoksa oyunu biliyoruz. Öyle bir oyun ki şaşırıp kalıyorsunuz.
Oyunun ilk adı “Büyük Ortadoğu Projesi” idi. Hatta bunu o zamanlar şöyle ifade etmiştim. “Büyük Ortadoğu’nun İşgali” ama bunu böyle söylemeyeceklerdi herhalde. Kulağı tırmalıyordu ve acı çağrıştırıyordu. Çünkü projenin gerçek amacını ortaya koyuyordu bu isim. O dönem bağırıp çağırmamıza, hatta ilk Telafer saldırısında gazeteci olarak bölgeye gitmek için müracaat ettiğimizde engellenmemize herkes kulağını tıkamıştı.
Irak Büyükelçiliği önce vizelerimizi vermişti sonra ne olduysa iptal edip bölgeye gitmemize engel olmuştu. Hayretler içerisinde kalıp bangır bangır ART’de bunu anlatmaya çalışmıştım. Orada masum insanlar öldürülüyor, cenazelerin bile kaldırılmasına izin verilmeyip sokaklarda adeta hayvan ölüsü gibi ortada bırakılıyordu.
Ebu Gureyp bir utanç abidesi olarak sadece bu yüzyılın değil gelecek yüzyılın da hafızasına kazınıyordu. Gazeteci olarak bölgeye gidip haberciliğimizi yapmak istedik. Oradaki çaresiz insanların sesi olmak bu görüntüleri dünya kamuoyu ile paylaşmak istedik. Engellendik, gidemedik. Fakat heyhat liboş medya ve yandaş medyadaki Müslüman sever kardeşlerimizden bir teki bile kalkıp bir tek kelime etmediler, edemediler. Şimdi insan hakları savunuculuğunu kimseye bırakmayan bu gazetecilerimiz neredeydi? Kaldı ki o dönemde henüz adımız “komplocu” idi “Ergenekoncu” olmamıştı bile. Yani gönül rahatlığı ile korkmadan bizi destekleyebilirlerdi.
- Keza Felluce, Kerkük’deki katliamlara bu “müslüman sever kardeşlerimiz” bırak miting yapmayı sesini bile çıkartmadılar. Netice, Irak’ta 1.5 milyon Müslüman ve Türk’ün öldüğü, yüzyılın en büyük katliamına karşı üç maymunu oynadı bu demokrat, liberal ve insan hakları sevicileri. O yüzden şimdi inandırıcı olamıyorsunuz. Hiç kusura bakmayın. Şov yaptınız ama masum ve gerçekten inanmış insanlarımızı kullandınız. O gemide ölen vatandaşlarımızın hesabını kimden, nasıl soracağız bilmiyorum. Neyse esas meseleye dönersek, Türk Dış Politikasında Türkiye’yi Ortadoğu’da bir güç haline getireceğiz ya da geldi söylemi inandırıcı olamıyor. Çünkü Irak işgali sırasında aynı hükümet görevde olmasına rağmen neden Türkiye o dönemde “bölgesel güç” olamadı? Ya da birileri bunu istemedi mi? Artık proje olmaktan çıkmış bizzat uygulanan “Büyük Ortadoğu Projesi” buna izin vermedi mi?
Davutoğlu ve Fuller’in inanılmaz benzerliği
ABD’nin Irak işgali sadece Türkiye’de değil İslâm coğrafyasının tamamında büyük bir nefretle karşılandı. BOP iddia edildiği gibi demokrasiyi değil bölgeye kan ve katliamı getirmişti çünkü. Dolayısıyla Ortadoğu’daki şekillenme devam etmeliydi ama bu tepkiyi de ortadan kaldırmak gerekti. Peki, eskiyi yeni gibi ortaya koymak fikri nereden çıkmıştı? Burada sahneye Graham Fuller çıkıyor.
Bilindiği üzere 1990’lı yılların başından bugüne ilginç tezleri ile dikkatleri çekiyor. Fuller’in birbirinden ilginç çalışmaları var. Örneğin Sovyet Bloku’nun yıkılmasından sonra ortaya attığı ve Ian Lesser ile birlikte yazdığı “Turkey’s New Geopolitics: From Balkans to the Western China, Westview Press,1993 adlı kitabında ”Adriyatik’ten Çin Seddine kadar Türk Dünyası“ fikrini ortaya atmıştır.
Fuller bu çalışmayla yetinmemiş Yeni Dünya düzeni içerisinde Türkiye’nin nerede olması gerektiği konusunda yeni bir çalışmayla ortaya çıkmıştır. Bu çalışmasında ise sıkça Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabını kaynakça göstererek “Yeni Bir Türkiye Cumhuriyetini” tanımlamıştır.
Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” Timaş Yayınları, İstanbul 2008. Fuller bu çalışmasında ise Büyük Ortadoğu Projesinin Türk kamuoyunda yarattığı olumsuz etkilerin farkında olarak AKP’nin ABD ile dış politikadaki bağını kopartmaya çalışmış yani gizlemiştir. BOP dolayısıyla Türkiye’de yükselen anti- Amerikancı politikalar bunun başlıca nedenlerinden biridir. Çünkü AKP’nin dış politikadaki ABD yansımasının Türkiye’deki hem iç hem de dış politikadaki çabalarında ciddi sorunlar yaratmıştır.
Fuller bu yüzden Türkiye’nin Ortadoğu politikasının bir parçası haline geldiğini söylerken bunun Türkiye’nin “içsel” etkenlerinden kaynaklandığını özellikle vurgulamıştır. (Türkiye’nin geçmişiyle barışması, İslâm’la uzlaşması.) Proje bir anlamda BOP’un bir devamı ya da aslında yeni adlandırılmış hali olarak da düşünülebilir mi? Fuller’in tezleri Davutoğlu’nun tezleriyle bu bağlamda birebir örtüşmekte. Çünkü Davutoğlu da aslında var olan ve bilinen bir dış politikayı kullanarak içine Osmanlıcılık öğeleri, dinsel, tarihsel unsurlar katarak “Türkiye’nin geçmişiyle barışması”, “uzlaşması” diyerek Fuller ile bu bağlamda örtüşmüştür.
Türkiye’nin şekillenen yeni dünyada küresel dış politikanın bir unsuru olduğundan çok, merkezde “soft power” bir güç olduğu söylemi benimsenerek aslında BOP’un kendisini dış politikada gizlenmiş olmuyor mu? Daha açık soralım. Türkiye bölgede önce BOP’un “eşbaşkanı” iken şimdi ”bölgesel güç“ olarak ortaya BOP’un “uygulayıcısı” olarak mı çıktı?
NURİYE ATABEY
13 Haziran 2010