PKK eylemleri yoğunluğunu arttıkça, sorumlu sorumsuz herkeste bir çözüm önerme merakı başladı.
Bunların içinde Abdullah Öcalan ile görüşmek, O’nu muhatap almak gerek diyen Nazlı Ilıcak gibi aklı evveller olduğu gibi, PKK ile oturup çözüm konusunda görüşme yapmakta beis görmeyenler de var.
Konuşacağımız şeyler ne peki?
Bu kadar süredir takip ediyorum, okuyorum, dinliyorum, yazıyorum ama PKK ile ne konuşulacak veya Öcalan’ı muhatap alıp ile hangi konuda anlaşma yapılacak ben bilemedim.
Birileri ise “tek çözüm açılıma devam etmek” diyor başka bir şey demiyor.
Başbakan gibi.
Hükümet Üyeleri gibi.
AKP’li yöneticiler gibi.
Şu ana dek yapılanlar açılımsa, bundan sonrakiler ne?
Kürtçe televizyon, Kürtçe dil eğitimi bu açılımdan önce başladı.
Ne değişti terörün durması açısından?
Arttı sadece.
Hepsi o.
Bir de "demokratikleşme süreci"nden bahsedenler var.
Nedir bu "demokratikleşme süreci" dediğinizde, anlatılanların hiçbiri, terörün durmasına çare
olacak gibi görünmüyor.
Aslında herkesin de bildiği ama bilmiyormuş gibi davrandığı bir şey var.
Dillendirmek birileri için tabu, bir diğer taraf için de şimdilik konuşulması erken hedef bu.
Ne kadar “demokratik ve kültürel haklar” adı altında talep edilen noktalarda taviz verirseniz verin, gerek PKK yı gerekse Meclisteki temsilcisi DTP’yi tatmin etmeniz mümkün olmayacaktır.
İstenilen şey bellidir.
"Önce “Özerklik” ardından Kuzey Irak’ı ve İran’ın bir kısmını da içine alan “Büyük Kürdistan”.
Bana kim aksini anlatmaya çalışırsa çalışsın, sadece son adımı söylemeye henüz cesaret edememelerinin tezahürü olarak bakarım ben anlatılanlara.
Hükümet’in önce “oy avcılığı” diye çıktığı yolda, PKK ve DTP, bu zafiyeti iyi kullanarak ciddi bir yol almıştır.
Herkes bunu kabul etsin.
Bu taviz istemenin diğer yolu olan terörün tırmandırılması kartını da masada tutarak, AKP gitmeden, bir an önce bu hedefe varmanın planları yapılıyor.
Ya bu vatanın birliğinden yana olanlara, toprak bütünlüğü konusunda hassasiyeti olanlara ne tavsiye ediliyor bu arada.
İtidal.
Sadece itidal.
Yani birileri bu vatanın topraklarını bölme noktasında her geçen gün biraz daha yol alırken, diğerleri seyredecek.
Bu kadar geniş mideli olmamızı kimse beklemesin bizden.
Yok öyle iki tane zırtaboz istedi diye, bu vatanın elden gidişine seyirci kalmak.
Ne Özerk bölge, ne Federasyon.
Herkes bu bayrağın altında adam gibi yaşayacak. Yaşamak istemeyenler de alıp başını istediği cehenneme gidebilir.
Ben vergi veriyorum. Dünyanın en büyük ordusu için Genel Bütçe’den eğitimden bile fazla pay verilmesine karşın, sesiz kalıyorum bu toprakların savunması için.
Ordu da gereğini yapacak.
Günümüzde bu tip ayrılıkçı terör örgütlerine, onların destekçilerine, temsilcilerine, para kaynaklarına nasıl bir müdahale ediliyorsa, Türk Ordusu da aynı şekilde müdahale edecek.
Devleti korumak ve kollamakla yükümlü silahlı silahsız tüm birimler vazifelerinin gereğini yapacaklar.
“Efendim bizi Ergenekon’da yargılıyorlar sonra” bahanesinin arkasına sığınmaya hakkı yok kimsenin.
Vazifelerinin gereğini yapmazlarsa, yarın vatana ihanet ten yargılanmaları mukaddemdir.
Bu işi gölgelemek adına saçma bahaneler sürenlere karşı uyanmanın zamanı geldi.
"Yugoslavya böyle parçalandı.
Hırvatistan’da Hırvatça haber dinlemek istiyoruz diye başladılar....
28.06.10
Lütfü TÜRKKAN
internethaber.com
Burası Yugoslavya değil
Yugoslavya’yı ayrılık sürecine hazırlayanlar için, Yugoslavya, Türkiye kadar önemli bir jeopolitik coğrafyada değildi.
Buna rağmen, soğuk savaşın bitiminin ardından, ele geçen fırsatı ıskalamadılar.
Eski Yugoslavya’nın 1990 Tito sonrası parçalanma sürecine girdiğinde, önce Hırvatistan, hemen ardından Slovenya, merkezi idareden önceleri çok masum görülen bir talepte bulundular.
Yugoslavya döneminde televizyon yayınları Sırpça yapılırken, bu her iki Federatif
Cumhuriyet, kendi dillerinden yayın yapma hakkını istediler.
Bunun masum bir talep olduğunu düşünenler çok geçmeden yanıldılar.
Zira hemen ardından, yayınların Hırvatça ve Slovence olduğundan dem vurarak, okullarda eğitim dilinin Sırpça olmasını bahane ederek, her iki ülkede yaşayan gençlerin, yayınları takip etmekte zorlandığı fikrini anlatmaya başladılar.
Yani yayınların önce Hırvatça ve Slovence olmasını isteyenler, sonrasında bu yayınların anlaşılması için eğitim dilinin de tüm Yugoslavya’nın resmi ortak dili olan Sırpça değil, Slovence ve Hırvatça olması gerektiği fikrini ortaya attılar bu kez.
Bunu elde etmek de fazla zor olmadı.
Peşi sıra kitaplar, gazeteler, dergiler derken, bu kez kültürel otonomi talepleri gelmeye başladı.
Her şey hazırdı artık.
Tek bir tüfeğin patlamasına gerek kalmadan, Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan “self determinasyon”, referandumu ile Yugoslavya’dan ayrılan iki ayrı devlet kuruldu.
Ardından Bosna’da ve Kosova’da yaşanan trajik olaylar ve Makedonya’nın kopuşu.
Bütün bunlar birkaç seneye sığdırıldı.
Bu parçalanma sürecinin bu kadar kısa bir zaman dilimine sığdırılmasındaki önemli etkenlerden birisi de, o zamanki Yugoslavya Halk Ordusu’nun, olan biten karşısında bigane kalışıdır.
Müdahale etmekte gecikince, Ordu inisiyatifi kaybetmiş, siyasetin emrine girmiştir.
Bu ayrılık sonrası neler olduğuna gelince:
Bir kere bu topraklar kendi isminde geçen Bal yerine, Kan ile anılır olmuştur tekrar, tarih boyunca olduğu gibi.
Çevresinde bulunan ülkelerde “Megalo İdea” ları hortlatmıştır.
Büyük Bulgaristan, Büyük Yunanistan, Büyük Arnavutluk idealleri, bu bölgede istikrarın sağlanmasını her geçen gün zorlaştırmaktadır.
Dünün Güçlü Yugoslavya’sı gitmiş, yerinde, Emperyal Güçler’ in bölgedeki domino taşları, piyonu olan, çoğu “Banana Republic “ müsveddesi Devletçikler gelmiştir.
Yugoslavya’nın bölgedeki ve dünyadaki ağırlığı gitmiş, başka bir ülkeye iltihak etme korkusuyla NATO’nun kapısında yatan Devletçikler oluşmuştur.
Türkiye’ye gelince;
- Bu oyuna, bu topraklarda müsaade edilir mi?
- Asla!
Oyunu hazırlayanlar aynı olsa bile, oyuncuların bir tarafı bu kez Sırp, Hırvat veya Slovenler değil Türklerdir.
Müsaade etmeyeceğiz!
29.06.10
Lütfü TÜRKKAN
internethaber.com
Unutulmayan lider Josip Broz Tito diyor ki...
"...dünyanın geleceği bağımsız ülkelerin elindedir.Bugün dünyanın bağımsız ülkeler sıralamasında ülkemiz başı çekiyor. dünya savaşlarından sonra kurulan Büyük Yugoslavya federasyonu, emperyalistlerin emellerini Doğu Avrupa'nın ortasında kesmektedir.Ancak ülkemiz bir kristal küredir. Ben 'Josip Broz Tito', bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde hemen birisi gelir ve bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur.İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır.Anadoluda 'Kemalist'ler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır..."
O kristal küre Tito'nun nefesi kesildiği an tuz buz olmuştur...