Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt Haz 28, 2010 1:31

Ne Özerk bölge, ne Federasyon

PKK eylemleri yoğunluğunu arttıkça, sorumlu sorumsuz herkeste bir çözüm önerme merakı başladı.
Bunların içinde Abdullah Öcalan ile görüşmek, O’nu muhatap almak gerek diyen Nazlı Ilıcak gibi aklı evveller olduğu gibi, PKK ile oturup çözüm konusunda görüşme yapmakta beis görmeyenler de var.

Konuşacağımız şeyler ne peki?

Bu kadar süredir takip ediyorum, okuyorum, dinliyorum, yazıyorum ama PKK ile ne konuşulacak veya Öcalan’ı muhatap alıp ile hangi konuda anlaşma yapılacak ben bilemedim.
Birileri ise “tek çözüm açılıma devam etmek” diyor başka bir şey demiyor.

Başbakan gibi.

Hükümet Üyeleri gibi.

AKP’li yöneticiler gibi.

Şu ana dek yapılanlar açılımsa, bundan sonrakiler ne?

Kürtçe televizyon, Kürtçe dil eğitimi bu açılımdan önce başladı.

Ne değişti terörün durması açısından?

Arttı sadece.

Hepsi o.

Bir de "demokratikleşme süreci"nden bahsedenler var.

Nedir bu "demokratikleşme süreci" dediğinizde, anlatılanların hiçbiri, terörün durmasına çare
olacak gibi görünmüyor.

Aslında herkesin de bildiği ama bilmiyormuş gibi davrandığı bir şey var.
Dillendirmek birileri için tabu, bir diğer taraf için de şimdilik konuşulması erken hedef bu.

Ne kadar “demokratik ve kültürel haklar” adı altında talep edilen noktalarda taviz verirseniz verin, gerek PKK yı gerekse Meclisteki temsilcisi DTP’yi tatmin etmeniz mümkün olmayacaktır.

İstenilen şey bellidir.

"Önce “Özerklik” ardından Kuzey Irak’ı ve İran’ın bir kısmını da içine alan “Büyük Kürdistan”.
Bana kim aksini anlatmaya çalışırsa çalışsın, sadece son adımı söylemeye henüz cesaret edememelerinin tezahürü olarak bakarım ben anlatılanlara.

Hükümet’in önce “oy avcılığı” diye çıktığı yolda, PKK ve DTP, bu zafiyeti iyi kullanarak ciddi bir yol almıştır.

Herkes bunu kabul etsin.

Bu taviz istemenin diğer yolu olan terörün tırmandırılması kartını da masada tutarak, AKP gitmeden, bir an önce bu hedefe varmanın planları yapılıyor.

Ya bu vatanın birliğinden yana olanlara, toprak bütünlüğü konusunda hassasiyeti olanlara ne tavsiye ediliyor bu arada.

İtidal.

Sadece itidal.

Yani birileri bu vatanın topraklarını bölme noktasında her geçen gün biraz daha yol alırken, diğerleri seyredecek.

Bu kadar geniş mideli olmamızı kimse beklemesin bizden.

Yok öyle iki tane zırtaboz istedi diye, bu vatanın elden gidişine seyirci kalmak.

Ne Özerk bölge, ne Federasyon.

Herkes bu bayrağın altında adam gibi yaşayacak. Yaşamak istemeyenler de alıp başını istediği cehenneme gidebilir.

Ben vergi veriyorum. Dünyanın en büyük ordusu için Genel Bütçe’den eğitimden bile fazla pay verilmesine karşın, sesiz kalıyorum bu toprakların savunması için.

Ordu da gereğini yapacak.

Günümüzde bu tip ayrılıkçı terör örgütlerine, onların destekçilerine, temsilcilerine, para kaynaklarına nasıl bir müdahale ediliyorsa, Türk Ordusu da aynı şekilde müdahale edecek.

Devleti korumak ve kollamakla yükümlü silahlı silahsız tüm birimler vazifelerinin gereğini yapacaklar.

“Efendim bizi Ergenekon’da yargılıyorlar sonra” bahanesinin arkasına sığınmaya hakkı yok kimsenin.

Vazifelerinin gereğini yapmazlarsa, yarın vatana ihanet ten yargılanmaları mukaddemdir.
Bu işi gölgelemek adına saçma bahaneler sürenlere karşı uyanmanın zamanı geldi.

"Yugoslavya böyle parçalandı.

Hırvatistan’da Hırvatça haber dinlemek istiyoruz diye başladılar....


28.06.10
Lütfü TÜRKKAN
internethaber.com






Burası Yugoslavya değil


Yugoslavya’yı ayrılık sürecine hazırlayanlar için, Yugoslavya, Türkiye kadar önemli bir jeopolitik coğrafyada değildi.

Buna rağmen, soğuk savaşın bitiminin ardından, ele geçen fırsatı ıskalamadılar.

Eski Yugoslavya’nın 1990 Tito sonrası parçalanma sürecine girdiğinde, önce Hırvatistan, hemen ardından Slovenya, merkezi idareden önceleri çok masum görülen bir talepte bulundular.

Yugoslavya döneminde televizyon yayınları Sırpça yapılırken, bu her iki Federatif

Cumhuriyet, kendi dillerinden yayın yapma hakkını istediler.


Bunun masum bir talep olduğunu düşünenler çok geçmeden yanıldılar.

Zira hemen ardından, yayınların Hırvatça ve Slovence olduğundan dem vurarak, okullarda eğitim dilinin Sırpça olmasını bahane ederek, her iki ülkede yaşayan gençlerin, yayınları takip etmekte zorlandığı fikrini anlatmaya başladılar.

Yani yayınların önce Hırvatça ve Slovence olmasını isteyenler, sonrasında bu yayınların anlaşılması için eğitim dilinin de tüm Yugoslavya’nın resmi ortak dili olan Sırpça değil, Slovence ve Hırvatça olması gerektiği fikrini ortaya attılar bu kez.


Bunu elde etmek de fazla zor olmadı.

Peşi sıra kitaplar, gazeteler, dergiler derken, bu kez kültürel otonomi talepleri gelmeye başladı.

Her şey hazırdı artık.

Tek bir tüfeğin patlamasına gerek kalmadan, Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan “self determinasyon”, referandumu ile Yugoslavya’dan ayrılan iki ayrı devlet kuruldu.

Ardından Bosna’da ve Kosova’da yaşanan trajik olaylar ve Makedonya’nın kopuşu.

Bütün bunlar birkaç seneye sığdırıldı.


Bu parçalanma sürecinin bu kadar kısa bir zaman dilimine sığdırılmasındaki önemli etkenlerden birisi de, o zamanki Yugoslavya Halk Ordusu’nun, olan biten karşısında bigane kalışıdır.

Müdahale etmekte gecikince, Ordu inisiyatifi kaybetmiş, siyasetin emrine girmiştir.

Bu ayrılık sonrası neler olduğuna gelince:

Bir kere bu topraklar kendi isminde geçen Bal yerine, Kan ile anılır olmuştur tekrar, tarih boyunca olduğu gibi.

Çevresinde bulunan ülkelerde “Megalo İdea” ları hortlatmıştır.

Büyük Bulgaristan, Büyük Yunanistan, Büyük Arnavutluk idealleri, bu bölgede istikrarın sağlanmasını her geçen gün zorlaştırmaktadır.

Dünün Güçlü Yugoslavya’sı gitmiş, yerinde, Emperyal Güçler’ in bölgedeki domino taşları, piyonu olan, çoğu “Banana Republic “ müsveddesi Devletçikler gelmiştir.

Yugoslavya’nın bölgedeki ve dünyadaki ağırlığı gitmiş, başka bir ülkeye iltihak etme korkusuyla NATO’nun kapısında yatan Devletçikler oluşmuştur.


Türkiye’ye gelince;

- Bu oyuna, bu topraklarda müsaade edilir mi?

- Asla!

Oyunu hazırlayanlar aynı olsa bile, oyuncuların bir tarafı bu kez Sırp, Hırvat veya Slovenler değil Türklerdir.

Müsaade etmeyeceğiz!



29.06.10
Lütfü TÜRKKAN
internethaber.com








Unutulmayan lider Josip Broz Tito diyor ki...

"...dünyanın geleceği bağımsız ülkelerin elindedir.Bugün dünyanın bağımsız ülkeler sıralamasında ülkemiz başı çekiyor. dünya savaşlarından sonra kurulan Büyük Yugoslavya federasyonu, emperyalistlerin emellerini Doğu Avrupa'nın ortasında kesmektedir.Ancak ülkemiz bir kristal küredir. Ben 'Josip Broz Tito', bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde hemen birisi gelir ve bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur.İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır.Anadoluda 'Kemalist'ler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır..."

O kristal küre Tito'nun nefesi kesildiği an tuz buz olmuştur...
En son Başkomutan tarafından Sal Tem 06, 2010 18:51 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kez düzenlendi.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..

İletigönderen Başkomutan » Pzt Haz 28, 2010 1:39

Hükümet’in önce “oy avcılığı” diye çıktığı yolda, PKK ve DTP, bu zafiyeti iyi kullanarak ciddi bir yol almıştır...

Bu tespit doğru ama eksik çünkü!..Asıl hedef başka!

Büyük Ortadoğu Projesinin gereğini yapınca avcılığa gerek kalmayacak...Zaten avcılığı yapanlar Sam amcaları...Bunlar AV KÖPEĞİ...

Bir Zamanlar Bir Yugoslavya Vardı
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..

İletigönderen Başkomutan » Cum Tem 02, 2010 1:56


Kürtçe eğitim ve öğretim hakkı


KÜRTÇÜLÜK ya da Kürt “sorunu” hakkında düşünen, yazıp konuşanların artık bazı arkaik ya da anakronik gönderme ve tasvirlerden vazgeçmeleri gerek: “Kürt sorununun inkârı”, “Kürt yok kart-kurt Türk’ü var” gibi.

“Kürt” sorunundan söz ederken, dikkat edelim ki, kendi halinden rahatsız bir topluluktan ve bu topluluğun yaşadığı bir üniter devletten söz ediyoruz. Kendi halinden rahatsız (mutlu olmayan) topluluk olmanın nedeni ve nedenleri ne? Çünkü kendi halinden memnun olmamak başka, sahip olduğu hakların yetersiz olduğunu düşünmek başka! Bu rahatsızlık, mutsuzluk, yetersizlik duygusunu yaratan yasal koşullar mı, anayasal koşullar mı? Bu topluluğun sözcüsü olduğunu söyleyen bir grup silaha sarılmış ve isyan etmiş ise durum değişiktir. Hele bir de bu topluluğun TBMM’de bir temsilci grubu varsa, iş iyice karmaşıklaşır.


AVUKATIN ÖNERİLERİ

Genel konuşmak istediğim için bir ad vermeyeceğim. 4 Haziran tarihli yazımı bir gazetede eleştiren Diyarbakırlı bir avukat, bu konuda kendi önerilerini açıklamış:Vatandaşlığa ilişkin öneri: “Vatandaşlık temel bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip olmada ve bu hakların kullanılmasında dinsel, dilsel, ırksal, etnik ve benzeri hiçbir ayrım gözetilemez.

Vatandaşlık hakkının kazanılmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir. Hiç kimse, kendi isteği dışında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılamaz.”

Özdemir İnce der ki: Böyle bir tanıma hiçbir itirazım yoktur.

AMAÇ AYRI DEVLET

Eğitim ve öğretim hakkına ilişkin:

(1) Kimse, eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamaz.

Özdemir İnce der ki: Hiçbir itirazım yok.

(2) Herkes anadilde eğitim ve öğrenim hakkına sahiptir. Bu hak, eğitim ve öğretimin tüm aşamalarını kapsar.

Özdemir İnce der ki: Artık “anadilde öğrenim” ile “anadilin özgürce öğrenilmesi” arasındaki farkın bilindiğini düşünerek “Sorunun gözü ve kaynağı işte buradadır” diyebiliriz. Ben “anadilde öğrenim hakkı”nın ancak: (a) Özerk bölge; (b) Federasyon; (c) Bağımsızlık için ayrılma durumunda söz konusu olabileceğini düşünüyorum.

Bir üniter devlette resmi dilin dışında bir anadil öğrenim dili olamaz. Olması durumunda, en kısa zamanda “ayrılık” gelir. Ancak bu itirazım, özerklik, federasyon ya da ayrı devlet çözümlerine karşı olduğum anlamına gelmez. Bu üç sonuçtan biri istenmiyorsa, anadilde öğrenim neden isteniyor? İlerde sağlam bir gerekçe, tutamak yaratmak için mi? Gevelemeye gerek yok, harbi olunsun!


(3) “Türkçeden başka dillerde eğitim ve öğretim yapılması ile ilgili esaslar, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak düzenlenir. Türkçeden başka anadillerde eğitim yapan kurumlarda resmi dilin öğrenimi zorunludur.”

Özdemir İnce der ki: Ülkenin devlet dili olan resmi dil bir yabancı dil olarak öğretilemez. “Anadilde öğretim”in bir tek amacı vardır: Ayrı devlet kurma! Önce devletini kur, gerisi kolay. Ayrılığa giden sürecin masraf ve faturalarını TC’ye ödetme!

Bir başka dünya elbette mümkündür! Ama ortak sözcük ve kavramlarla konuşarak!


hurriyet.com.tr
02.07.2010
Özdemir İNCE
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal Tem 06, 2010 19:21

Lozan’da İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet İnönü’ye isteklerini kabul ettiremez ve bunun üzerine şunları söyler: “Bütün bu isteklerimi şimdi cebime koyuyorum. Fakat siz yeni kurulan bir devletsiniz borç almak zorundasınız. Bir gün borç istemeye geldiğinizde cebime koyduklarımı o zaman teker teker çıkaracağım. Yine Kürtlere bir alfabe verirsem siz o zaman ne olacağını görürsünüz....


Türkiye'de ilk defa resmi olarak Kürtçe

Üniversitenin Temeli Üç Dilde Duayla Atıldı

YÖK tarafından alınan izinle Türkiye'de ilk defa resmi olarak Kürtçe Dilinde eğitim vermeye başlayan Mardin Artuklu Üniversitesi, düzenlediği görkemli törenle temel attı.

Akres Mevkiinde planlanan yerleşke alanında düzenlenen tören Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Serdar Bedii Omay'ın davetlileri Arapça, Süryanice, Kürtçe ve Türkçe selamlaması ile başladı.

Yaklaşık 3 saat süren törenin açılış konuşmasını yapan Rektör Prof.Dr. Serdar Bedii Omay, Mardin'in tarihi ve kültürel geçmişine dikkat çekti. Rektör Omay, açılışa katılanlara Arapça; Ehlen vesehlen bikum Ya ihvanu'l-azizin, Kürtçe; Hun giş bixyerhatin-sersere min-ser çawe min hatın, Süryanice; İbşeyno êteytun ohabîbey şeklinde 4 farklı dilde selamlayıp "Hoşgelniz" dedi.

Yerleşke alanına iki fakülte binası yaptıracak olan işadamı Süleyman Bölünmez ise üniversiteyi okuyamamanın uhdesi içinde temelini attığı fakülte binalarını tamamlayarak üniversite diploması almış gibi olacağını söyledi. Davetlilere Kızıltepe İlçesinde de bir fakülte yaptırma sözü veren Bölünmez, "Mardin'den Ankara'ya 1968 yılında göç eten bir babanın oğlu olarak hiperkatifliğim ve ticarete daha yatkın bir kişiliğimden dolayı orta okulu yarıda bırakmak zorunda kaldım. Daha önce lise binası yaptırmıştım. Kendimi lise mezunu gibi hissediyordum. Şimdi de fakülte binaları yaptırarak kendimi sanki üniversite mezunuymuşum gibi hissedeceğim. Bu hayırlı yatırımları yapmama vesile olan herkese şükranlarımı sunuyorum." diye konuştu.

Törende ayrıca Mardin Milletvekilleri Cüneyt Yüksel, Gönül Bekin Şahkulubey, Mehmet Halit Demir ve Mardin Valisi Hasan Duruer de birer konuşma yaptı.

Törene katılan ünlü modacı Cemil İpekçi ise Mardin'de üniversite kuruluyor olmasının kendisi için de çok sevindirici olduğunu belirterek, "Bu üniversite de Kürtçe eğitim verilecek olması beni gerçekten sevindirdi. Gönül isterdi ki sadece Kürtçe değil Türkiye'de konuşulan bütün dillerde eğitim verilsin. Burada önemli olan zenginliklerimiz sayesinde bütünleşme sağlayalım. Bunu sağlayabildiğimiz takdirde liberal demokrasiyi sağlamış oluruz." şeklinde konuştu.

Tören sonunda Ulu Cami imamı Mehmet Emin Beliktay Kur'an-ı Kerim okurken müftü vekili Mahsum Taşçı ise dua etti. Süryani Papaz Gabriyel Akyüz Süryanice, Yezidi Ebuzeyd AKtaş ise Kürtçe dualar okuyarak üniversitenin Mardin'e, ülkemize ve insanlığa, hayırlara vesile olmasını diledi. Süryani ilahi grubu ile üniversitenin reyhani grubu da ilahiler okuyarak davetlilere mini bir konser verdi.

Tören konfeti yağmuru ve havai fişekler eşliğinde platforma çıkan protokol üyeleri tarafından temel atmayı simgeleyen butona basılarak sona erdi.

Törene Mardin Valisi Hasan Duruer, Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu, AK Parti Milletvekilleri Mehmet Halit Demir, Gönül Bekin Şahkulubey, Cüneyt Yüksel, Cumhurbaşkanı eski genel sekreteri Kemal Nehrozoğlu, iki fakültenin yapımını üstlenen işadamı Süleyman Bölünmez, üniversiteye fakülte yaptırma sözü veren GENPA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem, Mardin'in eski milletvekilleri Nihat Eri, Mustafa Kemal Tuğmaner, komşu üniversitelerin rektörleri, Mardin Eğitim Vakfı Başkanı İbrahim Biter, Süryani Cemaati Temsilcisi Başpapaz Gabriyel Akyüz, Yezidi Cemaati adına Ebuzeyd Aktaş, Mardin Müftü Vekili Masuk Taşcı ile ünlü modacı Cemil İpekçi ve çok sayıda davetli katıldı.


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=301803



17.09.2009 tarihli bir yazı...

REKTÖRÜN KÜRT DOSYASI'NDA NELER VAR?

Mardin Artuklu Üniversitesi'nde neler oluyor?


Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Serdar Bedii Omay, Artuklu Üniversitesi bünyesinde “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” açılması için Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) yaptığı başvuruya, YÖK’ün, “Yaşayan Diller Enstitüsü” adı altında onay vermesine çok kızdı. Bunun üzerine 14.09.2009 tarihi yazılı bir açıklama yaparak YÖK’e tepki gösterdi. Rektör Omay açıklamasında; “Bu onayın kamuoyunda oluşan beklentiyi karşılamadığını, ‘Kürdoloji’ yerine ‘yaşayan dil’ ifadesinin kullanılmasının Kürt vatandaşlarımızı rencide edeceğini, Kürdoloji’nin bir bilim olarak kuruluşunun 1787 yılına kadar gittiğini” beyan etti.

Rektör Omay’ın, “Kürdoloji’nin bir bilim olarak kuruluşu 1787 yılına kadar gider” demesi siyasal Kürtçü unsurların bir iddiası. Çünkü Kürtçüler, İtalyan misyoner Maurizio Garzoni’nin Musul’da derlediği Kürtçe kelimeleri bir kitap halinde yayınladığı 1787 tarihini Kürdolojinin başlangıcı olarak kabul ederler. Nitekim, PSK’nın (Kürdistan Sosyalist Partisi) bir yan kuruluşu olan KOMKAR (Kürdistan Dernekleri Federasyonu), 1987 yılında Almanya/Köln’de, “Kürdoloji Biliminin 200 Yıllık Geçmişi 1787-1987” adını taşıyan bir de kitap yayımladı. Rektör Omay’ın ilham kaynağı PSK’nın bu kitabı mı acaba?


DOSYADA NELER VAR

Rektör Serdar Bedii Omay’ın imzası ile YÖK’e gönderilen “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” açılmasına ilişkin talep dosyasında neler vardı?

Kısacası, siyasal Kürtçü unsurların “Kürt dili” ile ilgili bugüne kadar ortaya attıkları hayali tezler neler ise tümü vardı. Bilimsel hiçbir değer taşımayan siyasi amaç içerikli iddiaların YÖK’e sunulup onaylanmasının istenmesi de, kimi çevrelerce büyük bir gaflet olarak değerlendirildi..

Rektör Omay, bu arada hızını alamadı, Kuzey Irak’a da yöneldi ve Mesut Barzani yönetiminden destek istedi. Dohuk, Erbil ve Kerkük üniversiteleri ile Mardin’e Kürtçe hocası transferi için anlaşmalar imzaladı. Türkiye’de Kürtçe bilen hoca yok sanki!

Rektör Omay’ın YÖK’e gönderdiği dosyada; Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okutulacak dersler arasında; Kürt Dili Tarihi, Kürt Dili Grameri, Kürt Alfabeleri, Klasik Kürt Edebiyatı, Modern Kürt Edebiyatı, Kürt Edebiyatında Öykü, Kürt Edebiyatında Dergiler, Kürt Romanı, Kürtçe Eğitimi Teknik ve Yöntemleri vs. vardı. Bunlara bakınca, Artuklu Üniversitesi’nin, farklı bölgelerde konuşulan birbirinden farklı dilleri tek çatı altında toplayarak tümüne “Kürtçe” demeyi ve bunlarla adeta bir “Kürt Dili ve Edebiyatı” yaratmayı hedeflediği anlaşılıyor.

KÜRTÇE OLMAYAN KÜRTÇE LEHÇELER

Rektörlük dosyasında, Türkiye’de konuşulan Zazaki, Irak ve ve İran’da konuşulan Gorani (Hewrami), Kakeyi, Bacelani, Lori, Leki, Mamesani, vs. gibi dillere “Kürtçenin lehçeleri” denilmiş olması ve bu dillerden yazılan eserler de “Kürt edebiyatı” kapsamına alınması çok şaşırtıcıydı.

Söz konusu dillerin Kürtçe olmadığı yönünde dünya çapında tanınmış bilim insanlarının (Oskar Mann, Karl Hadank, David N.MacKenzie, Vladimir Minorsky, Joyce Blau, Terry Lynn Todd, Garnik Asatrian, C.M. Jacobson, Jost Gippert, M.Sandonato, vd.) dev eserleri ortada duruyor.

Dosyada, bunların hiç birinden söz edilmeyip, sadece Kürtçü yazarların veya Kürtçü siyasal tezlere uygun eserlerin örnek verilmesi düşündürücü değil mi?

Dillerinin Kürtçe olmadığı yönünde bilimsel eserleri olan Zaza, Lor, Lek, Goran (Hewrami) kökenli yazarların görmezlikten gelinmesi de bir art niyeti göstermiyor mu?


Hemen burada çok çarpıcı bir hususu da vurgulamak gerekiyor:

Artuklu Üniversitesi’nin “Kürt lehçesi” diye gösterdiği Zazaca’yı, ünlü Kürt yazarı Cegerxwin (1903-1985) bile, “Kürtçe’nin dışında ayrı bir dil” şeklinde değerlendirmiştir (Cegerxwin, Tarixa Kurdistan, Stockholm 1985, s.14-15).

KÜRTÇE OLMAYAN KÜRT ALFABELERİ


Rektörlüğün dosyasında; “Kürt yazar, şair ve alimlerinin tarih boyunca kullandıkları Masi Surati, Avesta, Arami, Arap, Ermeni, Kiril ve Latin alfabeleri” şeklinde bir ibare var. Söyler misiniz, hangi Kürt yazarı, şairi ve alimi Masi Surati, Avesta, Arami dillerinde yazmış? Örnek var mı? Avesta dili, 2 bin yıl önce yok olmuş. O dönemde hangi Kürt yazarı veya şairi varmış da o dille yazmış? Bunun cevabı yoktur.

KÜRTÇE DERGİLER-YAZARLAR

Rektörlük, “Kürt edebiyatında dergiler” dersinde ele alacağı süreli yayınlar arasında, edebi olmayan Kürtçü ideolojik/siyasi dergileri de zikretmiş.

Örneğin; önce Almanya’da, daha sonra İstanbul’da yayınlanan “Rewşen” dergisi PKK’nın yayın organıdır. İsveç’te çıkan “Roja Nû” dergisi, illegal olarak faaliyetlerini sürdüren Kemal Burkay’ın Kürdistan Sosyalist Partisi’nin (PSK) yayın organıdır. Yekbûn, Nûdem, War, Bir, Vate, Çıra, Tiroj dergileri de PSK çizgisine yakındır. Nûbihar dergisi ise İslamcı-Kürtçü bir yayındır.

Rektörlük, Kürt Dili ve Edebiyatı derslerinde okutacağı kitapları ve yazarlarını da belirtmiş. Kimler yok ki! Siyasi Kürtçülüğün birçok ideologunun ismi var: Celadet Ali Bedirxan, Kamuran Ali Bedirxan, Qanatê Kurdo, İbrahim Ahmed, Cegerxwin, Mahmut Baksi, Mehmet Emin Bozarslan, Feqi Huseyn Sağniç, Tori vs.. Sadece bunlar mı? PKK ve PSK dergilerinde yazan birçok yazarın ismi de geçiyor. Örneğin; PKK’ya ait “Azadiya Welat” gazetesinde yöneticilik yapan ve yazı yazan; Sami Tan, Celalettin Yöyler, Zana Farqini. PSK’ya ait “Roja Nû”, “Dema Nû”, “Deng”, “Azadi”, “Komkar”, “Özgürlük Yolu” adlı dergi ve gazetelerde yazı yazan; Rohat Alakom, Fırat Ceweri, Lokman Polat, Hamit Bozarslan, Malmisanij, Munzur Çem, Mehmed Uzun, Zeynelabidin Zınar, Laleş Qaso, vs..


KİM BU SELİM TEMO


Mardin Artuklu Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Selim Temo Ergül’ün, “Kürt Şiiri Antolojisi” adlı kitabı da, okutulacak kitaplar arasında yer alıyor. S.T.Ergül’ün durumu oldukça enteresan. Ergül’ün; “18.07.2009 günü Mardin’de yapılan YÖK Koordinasyon Toplantısı’na katılan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ve diğer katılımcılara Kürt Dili ve Edebiyatı hakkında brifing verdiği, ayrıca Kürt Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığını yürüteceği” yönünde basına haberler yansıdı.

Artuklu Üniversitesi’nin YÖK’e gönderdiği “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” ile ilgili dosyanın da Selim Temo Ergül tarafından hazırlandığı ileri sürüldü.

Selim Temo Ergül’ün siyasi görüşü belli: Kürt milliyetçisi. YÖK’e gönderilen dosyanın içeriği de Ergül’ün siyasi görüşleri ile paralellik gösteriyor. Ergül’ün, “Kürtçü” olarak bilinen birçok dergi ve gazetede yazıları, şiirleri çıkıyor, kendisiyle yapılan söyleşiler yayınlanıyor. Bunlar arasında; PKK’ya yakın Özgür Politika, Gündem, Azadiya Welat gibi yayın organları da bulunuyor.

Selim Temo Ergül, DTP Diyarbakır Sur Belediyesince 2008’de çıkarılan Kürtçe kitaplarını hazırlayan, ayrıca PKK’ya ait ROJ TV’nin bazı programlarına katılıp konuşmalar yapan bir kişi. ROJ TV’de, 04.06.2008’de yayınlanan “Roj-Aktüel” programı buna bir örnek. Selim Temo Ergül de, YÖK’ün “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” yerine “Yaşayan Diller Enstitüsü” yönünde aldığı karara olumsuz tepki gösterdi.

YÖK’e gönderilen dosyada, “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü”nde okutulacak derslere konulan Kürtçe dergilerden bir kısmının adlarını yukarıda zikretmiş ve bu dergilerin edebi değil, SİYASİ olduğunu belirtmiştim. Selim Temo Ergül de, Taraf gazetesinin 05.12.2008 tarihli sayısında yayınlanan bir makalesinde bakınız neler söylüyor:

“Bugün Kürt toplumunun siyasal taleplerini kimin taşıdığı ve temsil ettiği açıktır. Kürt halk mücadelesinin yarattığı kültürel kurumlar vardır: Kürt Enstitüsü, Mezopotamya Kültür Merkezi, Kürt-Kav, Çıra Kültür Merkezi, Vate, Tîroj, Çirûsk, Dema Nû, Nûbihar, W gibi dergi ve çevreler. Bu kurumlarda yetişmiş birikimli insanlar bulunmaktadır. Bu insanların içinde olmadığı bir açılımın samimiyetinden söz etmek güçtür.

Söz konusu kurumların muhatap kabul edilmesi, yaşanan toplumsal gerilimi büyük ölçüde düşüreceği gibi, açılıma meşruiyet de kazandıracaktır.”


Selim Temo Ergül’ün bahsettiği kurumların/dergilerin PKK ve PSK’nın siyasi çizgisine yakın olduklarını bilmeyen yok. Şimdi düşünelim ve şu soruya cevap arayalım: Mardin Artuklu Üniversitesi’nde “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı” veya “Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü” olan/olacak yukarıdaki ifadelerin sahibi Selim Temo Ergül’ün, siyasi amaç gütmeksizin, tarafsız bir bakış açısıyla Kürt dili hakkında bilimsel çalışmalar yapması mümkün mü?

YÖK, Mardin Artuklu Üniversitesi’ne ait dosyanın içeriğini ve derslerini yeniden incelemesi, siyasi Kürtçü ideolojinin bilim dışı tezleriyle paralellik gösteren ifadelere müdahale etmesi ve bu yönde yürütülecek çalışmaları çok yakından izleyip ciddi bir şekilde denetlemesi gerekmiyor mu?


Sinan Sungur
Odatv.com

Deniz Baykal bu konu da...

Yugoslavya gibi oluruz

CHP lideri Deniz Baykal, Kürt açılımı için hükümete, “Bu sürecin sonunda Irak’ta, Yugoslavya’da ne çıktıysa Türkiye’de de o çıkar” uyarısı yaptı

Sürecin sonunda çatışma çıkar

Üniter devlet sözü, milli kimliğin bölünmesi düşüncesini kamufle etmek için kullanılamaz. Devlet üniter, ama millet parçalanmış, millet etnik kimlikler millileştirilerek, siyasallaştırılarak dağıtılmış... Öyle bir şey olamaz. Türkiye gerçekten tarihi bir dönüm noktasındadır. Nitekim İmralı’dan yapılan açıklamalar, ‘Yapmakta olduğumuz iş Atatürk’ün devlet kurmasına eşit değerde bir iştir’ denilmektedir. Evet, gerçekten öyledir. Eğer bu düşünceler hayata geçirilir, Türkiye milleti çözülmek istenir ve bu konuda adımlar atılırsa bu, Türkiye Cumhuriyeti anlayışının artık sonuna gelinmiş olduğu ortaya konulacaktır. Bu ayrışmanın sonunda güzellik, kardeşlik, barış, demokrasi, insan hakları çıkar diye düşünenler vahim bir yanılgı içindedirler. Bu sürecin sonunda çatışma, gerginlik çıkar. Irak’ta, Yugoslavya’da ne çıktıysa Türkiye’de de o çıkar.

Türkiye’ye kabul ettiremezler

Bu çok vahim bir projedir. Ağır söz söylemek istemiyorum ama sözlerim yeterince ağırdır diye düşünüyorum. Kimsenin kalbini kırmak istemiyorum ama bunun bizim milli birliğimizi, beraberliğimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu temel siyasi kimliği tahrip etmeye yönelik tehlikeli bir teşebbüs olduğundan hiç kuşku duymuyorum. Bunu anlatarak bunu önlemeye çalışıyorum. Bunu gerçekleştirme konusunda somut adımlar atacak olurlarsa herkes bilsin ki ilişkiler çok farklı bir noktaya gelir. Türkiye’deki siyaset nitelik değiştirir. Bunu Türkiye’ye kabul ettiremezler.

Başbakan vebal altında

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ağır bir vebalin altındadır. Her konuşmasında 30 küsur tane etnik kimlik saymaktadır. Bir ayrıştırma çabasını, bir etnik kimlik vurgulamasını Başbakanın ağzından ısrarla dile getirmenin anlamı, yararı nedir? Elbette herkesin bir kökü var, kökeni var, etnik kimliği var. Ama buna bu kadar ısrarla vurgu yapılması yanlıştır. Bu etnik kimliklerin tümünü kavrayan bir milli kimlik vardır. O milli kimliğin adını Başbakan bir türlü söyleyemiyor. O milli kimliği görmezlik geliyor.

Gerçeği engelleyemez

Türkiye’nin önündeki bu projenin uzun süreden beri uluslararası katkıyla şekillendirildiği de ileri sürülüyor. Örneğin ABD’deki Atlantik Konseyi isimli kuruluşun Nisan 2009 tarihinde Washington’da yapılan toplantısı... Bu noktada İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, işini gücünü bırakıp gece gündüz bu işle uğraşmaya yönelmesi bir tesadüf olamaz. Bunun altında hiç kuşku yok Türkiye’ye yönelik bir yol haritasının uygulanması beklentisi vardır. Hükümet de buna girmiştir. Cumhurbaşkanı’nın, “Eğer biz şimdi kendimiz hareket geçmezsek başımıza başka işler açılır” derken kastettiği herhalde budur. Bunun gizlenir bir tarafı yoktur. Başbakan öyle ağır hakaretler, küfürler söyleyerek bu gerçeğin konuşulmasını engelleyemez.

Silah bırakılmıyor

Muhataplarınız hiç bir şekilde silahları bırakmayı öngörmediklerini açıkça ilan edecekler; ama siz yine de müzakereyi önemseyip temasları sürdüreceksiniz. Bu temasların getireceği nokta teröre son verilmesi değildir. Bu açıkça ortaya çıkmıştır. Müzakerenin amacı: Türkiye’de etnik kimliklere bir siyasal, milli kimlik kazandırma süreci harekete geçirmektir.

Hedef ayrıştırma

İmralı’dan yapılan açıklamalar, öngörülen hedefin, milleti ayrıştırmak olduğunu ve bu ayrıştırılacak milletin, silahlı kuvvetler, güvenlik, milli eğitim dahil her alanda kendisini yönetme arayışı içinde olduğunu bize göstermiştir. ‘Apo eski Apo değil, PKK’nın talepleri değişti’ söylemine dayalı olarak yaratılmak istenen atmosferin gerçekçi olmadığı görülmüştür. Hükümetin müzakere etmeye çalıştığı hangi muhatap olursa olsun ortaya çıkacak olan proje milleti ayrıştırma projesidir.

Terör değil, dil böler

Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in bir yazısı var. ‘Bizi terör bölemez, bizi bölerse dil böler’ diyor. Bu, çok doğru bir gözlem. Birileri bunu çok iyi bilerek, Türkiye’de dile özgürlük vermeye değil dili ayrıştırmaya yönelik adımlar atıyor, bu da demokrasi ve insan hakları diye sunuluyor. kuşku duymuyorum.


Hırvatça'nın paramparça ettiği Yugoslavya'nın lideri

Josip Broz Tito diyor ki...

"...dünyanın geleceği bağımsız ülkelerin elindedir.Bugün dünyanın bağımsız ülkeler sıralamasında ülkemiz başı çekiyor. dünya savaşlarından sonra kurulan Büyük Yugoslavya federasyonu, emperyalistlerin emellerini Doğu Avrupa'nın ortasında kesmektedir.Ancak ülkemiz bir kristal küredir. Ben 'Josip Broz Tito', bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde hemen birisi gelir ve bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur.İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır.Anadoluda 'Kemalist'ler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır..."

Lord Curzon'un planı Yugoslavya'da uygulanmış hedefe ulaşmıştır...Türkiye o yola girmiştir dünyanın kaderi ellerinde olan Türkiye...


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12342165.asp



Türkiye'nin girdiği yol

Dil,Kimlik,Özerklik ...







DİL BÖLÜCÜ UNSUR

Günümüzdeki etnik savaşların hangisine giderseniz ‘dil’in çok belirleyici bölücü bir unsur olduğunu görürsünüz, Nijerya’nın bağımsızlığı günlerinde dört-beş etnik dilden söz ediliyordu, bugün kimse işin içinden çıkamıyor çünkü otuzun üstünde kendilerine ‘ulus’ diyecek etnik dil ortada, örnekleri çoğaltmak mümkün.

Yunanistan kilisenin öncülüğünde ve arkasına Avrupa’ya alıp Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandığında konuştukları dil içinde biraz daha fazla kendi dilleri olan ama Osmanlıca’ydı, çünkü halk bu dili konuşuyordu, 1967 Cuntasına kadar bu halka zorla bir başka dil dayatıldı, konuşulmayan yaşanmayan ama kitaplarda yaşayan bir dil, Sokrates’in Aristo’nun dili.. Bir ‘ulus’un inşası için ikibin yıl ortalıkta sokakta evde konuşulmayan bir ‘kitabi’ dil yeniden icad edildi.

Tarihin derinliklerinden tapınaklardan mezar taşlarından ve kitap’lardan bir dil yeryüzüne indiriliyor ve halka zorla kabul ettiriliyor. İşte bu ‘ulus’ inşasında dünyanın çok bölgesinde mutlaka ilk elden uygulanması gereken bir yol’du..

Bugün Kürtçe’yi ana dilmiş gibi kabul ettirmek isteyenler türbelerde mezar taşlarında çok çok arayışlarına rağmen ‘yazılı’ kaynak bulmakta zorlanıyor, zorlanır çünkü ‘kaynak’ların kitabelerin yazıtların mezar taşlarının dili Farsça..

Federasyon tartışmalarında çokça örneği verilen Belçika tuhaf bir ülke, l. Dünya savaşında Almanya yenilince Zaire’yi (bugünkü adı Kongo) Belçika’ya sömürge diye verirler, uydurulmuş bir ülke. Bu tampon ülkelere yüzyılımızda çok şahit olacağız, yolu dahi olmayan sadece ‘hamisi’nin vesayeti ve yüreklendirmesiyle oluşmuş bir çok devletcik, Ermenistan buna dahildir, Barzani’nin federasyonu da.. Bir büyük devlet’in garantörlüğüyle varlıklarını inşa etmişler..


NİHAT GENÇ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal Tem 13, 2010 2:46

Pandora’nın kutusu açılırken


ORHAN Kemal ölümsüz “Cemile”sinde ne güzel yazar “Herkeş kendi cebinden harcasın ağam!” diye. “Hep bana Rab bana” da var ama birincisi kadar çarpıcı etki yapmaz, yapmıyor. “Fazla naz âşık usandırır!” da var tabii!

Kürtçülük sorunundan söz ediyorum ki Pandora’nın kutusu açılmak üzere.
Ertuğrul Özkök bir yazı yazdı (“Birlikte yaşamak zorunda mıyız?”, 06.07.10). Vay sen misin yazan! Ben de buna benzer şeyleri birkaç kez yazdım. Demek ki pilavın taşı çürük dişe denk gelmemiş. Her mesaj cümlesi kendi antitezini de içinde taşır: “Birlikte yaşamak zorundayız!”; “Birlikte yaşamak zorunda değiliz!” gibi. Üstelik birlikte yaşamak istemeyen PKK’nın eylemleri her gün yaraya tuz basarken!

‘FEDERAL DEVLET’İ OKUYUN

İsterseniz baştan alalım. Hürriyet’te yazmaya başladığım 1 Ocak 2000 tarihinden. Kürtçülük konusunda yazdıklarım kocaman bir kitabı doldurur. İlkin “Anadilde öğretim”in ne anlama geldiğini anlatmak için en azından beş yıl uğraştım. “Anadilde öğrenim” Kürtçülük davasının en önemli halkasıdır. Ardından “Daha fazla demokrasiciler” bildirileriyle birlikte geldiler. “Anadilde öğretim”in, “Daha fazla demokrasi”nin sırasıyla özerklik, federasyon, bağımsız (ayrı) devlet anlamına geldiğini yazdım. “Hayıııır, vallabilla öyle değil!” dediler. Ama artık anlaşıldı “Vehbi’nin kerrakesi” ve Çapanoğlu da ortaya çıktı.

Türkiye’nin iki türlü bölünebileceğini de yazmıştım:

1. PKK’nın TSK’yı yenmesi; 2. Referandum.

PKK, TSK’yı yenerse istediğini barış masasında söke söke alır. Ama iş referanduma kalırsa, Türkiye’nin tüm seçmen nüfusu katılacağı için “Sonuca pek güvenmeyin!” diye yazmıştım. Bakarsınız referandumdan “kahir bir ekseriyetle” ayrılma sonucu çıkar. Bu sonucun çıkması Pandora’nın kutusunun açılmasına bağlı, ki gidiş kutunun açılmakta olduğunu göstermekte.
Açıkgöz Kürtçü esnafına, Prof. Dr. Oktay Uygun’un “Federal Devlet” (XII Levha Yayınları) adlı kitabını bulup okumalarını da tavsiye etmiştim.


İŞİN BİR DE ‘AMA’SI VAR

Bir kez daha uyarmak istiyorum: Bölgesel (coğrafi) özerklik, yerel yönetimsel özerklik mümkündür. Ama bu özerkliklere “Anadilde öğretim”i eklemek mümkün değildir.

“Anadilde öğretim”in uygulanması tam özerkliktir artık. Bunun ardından federasyon ve bağımsızlık gelir. Barış içinde birlikte yaşamak isteyenler ille de “Anadilde öğretim!” diye tutturmazlar. Tuttururlarsa, bu, bağımsızlığa giden hesaplı kitaplı bir programları olduğu gerçeğini ele verir.

“Merkezi hükümet versin, biz gelecekteki devlet kurumlarını kuralım; ekonomik yapılanmamızı halledelim; insan kadrolarımızı yaratalım ve sonra cumburlop gerdeğe girelim” anlamına gelir.

İnsanlar samimiyete saygı duyarlar, ama enayi yerine konulmak istemezler. Kimse Kırım’ı, Bask memleketini, Katalunya’yı örnek göstermesin. Merkez bastırmasın yarın palamarı çözerler. Bu konuda söz almak isteyen kişi ilkin “Anadilde öğretim!” sorununun nasıl çözümleneceğini açıklamak zorundadır! Gerisi kolay!

Yeni bir dünya kuşkusuz mümkündür, ama işin bir de “ama”sı var!


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15298084.asp?yazarid=72&gid=61

ÖZDEMİR İNCE
13.07.10






Bir kez daha uyarmak istiyorum: Bölgesel (coğrafi) özerklik, yerel yönetimsel özerklik mümkündür.

Özerkliğe yani parçalanmaya giden yolu açıklayan yazara burada katılmıyorum.Neden katılmıyorum?

Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı Mustafa Balbay'ın kaleminden cevap veriyor...


Yugoslavya Nasıl Parçalandı?

Son günlerde Türkiye’nin iç gündemini düşünürken nedense, Yugoslavya’nın nasıl parçalandığı sorusu daha çok aklıma düşmeye başladı! Balkanlar’a, hem hüzünlü hem sevinç çoğaltıcı geziler yaptım.

Sırt çantasıyla en uzun gezinin sonrasında bölgenin kitabını yazarken Türkçenin anlatım gücünden, sözcüklerin içindeki gizli enerjiden yararlanıp şu tarifi yaptım:

Bal... Kan...Lar...

Bal tadının ve kan kokusunun coğrafyası.

Bunu en çok hissettiğim bölge tabii ki eski Yugoslavya toprakları oldu. Yugoslavya nasıl tarih sahnesinden silindi, sorusunun yanıtı, Turgut Özakman ustamızın diliyle “tarih bilincini diri tutmak” açısından son derece öğreticidir.

Yugoslavya sözcüğünün anlamı şu:

Güney Slavları...

Yugoslavya’nın kurucusu Tito, adı ırksal ve etnik temele dayalı olmayan bir devletin kalıcılaşabileceğini düşündü. Bu ad uygundu. 4 Mayıs 1980’de ölümüne dek, yönetim gücünün tüm halkalarını kullanarak ülkesini ayakta tuttu. Doğu-Batı bloku ayrımının dışında kalmaya özen gösterdi, Bağlantısızlar’ın öncüsü oldu. Ölümünden sonra sürdürülmeye çalışılan “kolektif yönetim” tam Batı’nın dişine göreydi!


1980’lerin sonundan itibaren ABD ve Avrupa ülkeleri usul usul Yugoslavya içindeki etnik grupları kaşımaya başladı. ABD’nin planı şuydu:

“Yugoslavya, Kosova’dan parçalanır... Stratejimizi ona göre çizelim...”

Ancak Almanya’nın daha erken davranması, “Yugoslavya birliğinin içindeki Hırvatistan bağımsızlığını ilan ederse tanırım” çıkışını yapması hesapları değiştirdi. Hırvatistan’ın bağımsızlığı Bosna-Hersek’i tetikledi, ardından Makedonya...

Bosna-Hersek, başta başkent Saraybosna olmak üzere 1992-1996 yılları arasında çok kanlı bir iç savaş yaşadı. 3 milyon nüfuslu ülkede 250 bin kişi yaşamını yitirdi, 1 milyon kişi yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldı. Batı, Saraybosna’nın bütün gücünü birbirine karşı kullanıp tükenme noktasına gelinceye dek durumu seyretti. Uygun bulduğu bir aşamada “barış operasyonu” gerçekleştirdi.

Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, 21. yüzyıla Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya’yı doğurmuş bir ülke olarak girdi... Bunca doğumdan sonra 2003’te kendisini bitirdi, adı değişti:

Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyeti!

2006’da Karadağ da ayrı bir devlet oldu.

Geriye kaldı Sırbistan Cumhuriyeti... Belgrad, bu sınırları mutlaka korumalıyım refleksiyle, içinde milliyetçiliği de barındıran çıkışlar ararken Şubat 2008’de Kosova bağımsızlığını ilan etti.


Parçalanma burada durdu mu?

Görünen o ki, hayır...

Önümüzdeki dönem Bosna-Hersek 3’e ayrılırsa, Makedonya’nın kuzeyinden Arnavutlar ayrılırsa, Sancak bölgesi sesini yükseltirse şaşırmamak gerekir.

Çünkü, ayrılıkların öne çıkartılması temel politika olarak belirlendi mi, işin ucu yok!

Örneğin; Bosna-Hersek’te barış ortamı öylesine pamuk ipliğine dayalı bağlantılarla kuruldu ki, bir fiske her şeyi karıştırmaya yeter...

Ahmet Taner Kışlalı’nın sık kullandığı tümcelerden biri şuydu:

Ayrılıkları öne çıkardınız mı, buyrun Tito’nun kurduğu Yugoslavya... Ortak yanları öne çıkardınız mı, buyrun Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye...

Yugoslavya 1980’lerin sonunda parçalanma kulvarına sokuluyor... 90’lar boyunca lime lime ediliyor... 2003’te adı bitiriliyor... Yıl 2008, hâlâ tam olarak parçalanamadığı düşünülüyor!


Başka yorum yok!


Mustafa BALBAY
Perşembe, Ekim 23, 2008


Bağımsız Kürdistan Emperyalizmin Hayalidir
İsmail Şefik AYDIN


Prof. Halil İnalcık yaşayan en büyük tarihçimizdir. Bu değerli tarihçimiz “Tarihçilerin Kutbu” isimli mülâkat kitabında ‘Kürt Meselesi’ hakkında şu çok önemli tespitleri yapmış:

“ABD ve Batı bilhassa buradaki petrol kaynakları nedeniyle bağımlı hükümetler yaratıyor bölgede. Bu hükümetler arasında en kuvvetli durumda olanı, en bağımsız hareket edeni Türkiye’dir. Türkiye’yi bağımlı tutmak için Kürt meselesine çomak sokuyorlar. Mesele bugün Irak Savaş’ından sonra açıkça ortaya çıktı; Amerika bizim güney hududumuzda açıkça bir Kürt devletinin altyapısını hazırladı.

Benim görüşüme göre Amerika Ortadoğu’da Türkiye gibi büyük bir kuvvetin daima müşkülât içinde bulunmasını ister. Bu açık bir hakikattir. Kuzey Irak’ta ABD’nin politikası bu konuda açık, orada Kerkük-Musul petrol kaynakları üzerinde kendisine uydu bir devlet istiyor. Bugün Amerika Ortadoğu’ya hâkim olmak istiyor İsrail’i yarattı; Irak’a geldi.

Kuzey Irak’ta başka bir İsrail devleti yaratmaya çalışıyor. ABD ve Avrupa Birliği bugün Kürtleri destekliyor; Ermeniler ve Kürtler, şimdi Amerika’nın Ortadoğu’da yeni “parçala-bağımlı yap” politikasından kendileri için çok ümitliler!”


Bir başka değerli tarihçimiz Prof. Kemal Karpat da hemen hemen aynı şeyleri söylüyor ve ‘Bağımsız Kürdistan’ hayali peşinde koşanlara şu önemli uyarıyı yapıyor:

“Türkiye dağılırsa bir Kürt devleti uzun süre yaşayamaz. Ne bir Arap devleti kalır ne de Kürtler. Bu topraklar bambaşka bir şekil alır. Türkiye’nin ayakta kalması, kuvvetli olması, birçok bakımdan uzun vadede Kürtler için de Araplar içinde emniyet kilididir.”

Karanlık bir cinayete kurban giden Hrant Dink’in de Ayrılıkçı Kürt Hareketi hakkında ilginç tespitleri ve Kürtçülere önemli tavsiyeleri var:

“Hiçbir emperyalist ülke bir milletin kara kaşı kara gözü için onu kurtarmaya gitmez. O önce kendi çıkarını düşünür. İşine geldiğinde de anında satar; arkasına bile bakmadan çeker gider. Nitekim yüz yıl önceki o beklentiler, o umutlar Ermeniler açısından tam bir hüsranla sonuçlandı işte. İyisi mi sen ey Kürt kardeşim; Sen gel şu işi bir bilene sor. Şu Ermeni kardeşinin bilirkişiliğine güven.”

Hrant Dink, Emperyalist devletlerin Ermenileri kendi çıkarları için nasıl kullandıklarını sonra onları nasıl bir başlarına bıraktıklarını çok iyi bilmekteydi.

Bugün ortalıkta ‘Ezilen Kürtler’ teranesi ile dolaşanlar, ‘Bağımsız bir Kürdistan’ hayali kuranlar gerçekçi düşünmelidirler. Bu kadar insan kaybına yazık değil mi? Asla gerçekleşmeyecek bir hayal uğrunda bu kavga ve bu kin daha ne kadar sürecek? ‘Bağımsız Kürdistan’ emperyalizmin bir projesidir ve bu projenin hayata geçirilebilmesi için Türk Devleti’nin sona erdirilmesi gerektiği ve bunun da pek kolay olmayacağı artık anlaşılmalıdır. Ayrıca, farzımuhal, Türk Devleti yok olduğunda nelerin olacağı hakkında değerli bilim adamı Prof. Kemal Karpat’ın yaptığı uyarıya da kulak verilmelidir.

Emperyalizmin bu coğrafyada gerçekleştirmek istediği kanlı senaryoları ancak güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti ile bozabiliriz. Bunun için birlik olmak gerekir.Emperyalizmin ‘böl parçala yönet’ politikalarına âlet olunmamalıdır.

Emperyalizmin ‘böl parçala yönet’ politikalarına âlet olunuyor,hizmet ediliyor.

Ayrılıkları öne çıkartıyor demokratik açılım yapanlar! Onlara göre 36 tane etnik grup

...dünyanın kaderi Anadolu'nun ellerinde diyen Tito’nun kurduğu Yugoslavya.







Birleştiren ve bölen dil



BİRKAÇ yıl önce “Anadil kutsaldır ama böler” başlıklı bir yazı yazmayı tasarlamış ama zamanlama hatası yapmayayım diye yazımını ertelemiştim.

Bu yazıyı artık yazmazsam geç kalırım, geç kalırız. Çünkü böyle bir yazıyı benden başka birinin yazacağını sanmıyorum.

Ben bunları düşünürken 15 Temmuz tarihli New York Times Gazetesi’nde Suzanne Daley imzalı ve “The Language Divide, Writ Small, in Belgian Town” başlıklı bir yazı yayımlandı. Aşağıda bu yazıdan yapılan alıntılar okuyacaksınız:

BAŞKANA FRANSIZCA YASAĞI

“Brüksel’in bir dış mahallesi olan Wemmel’de yaşayan varlıklı ailelerin çoğu Fransızca konuşan insanlardan oluşuyor ama yasalara göre Belçika’nın bu bölgesinde bütün resmi yazışmaların Flamanca yapılması gerekiyor.

Wemmel’in Belediye Başkanı Christian Andries’in tek kelime Fransızca konuşmasına hatta çeviri yapmasına bile izin yok. Kütüphane için Fransız tiyatrolarından malzeme istemek üzere Fransızca mektup yazdığı için evinin önü protesto pankartlarıyla doldu.

Anadili Fransızca olan Kongolu bir şarkıcı davet ettiği için öyle şikâyetlere ve tehditlere maruz kaldı ki, sonunda polisten yardım istemek zorunda kaldı.

Geçen yıl Fransızca konuşan Belçikalıların okullarının pencerelerini Flamanlarınkinden daha önce yenilediği için Flaman gazetelerinde eleştirildi.

Durumu ondan kötü olanlar da var. Flaman bölgesinin dört yıl önce seçilen üç belediye başkanı, Fransız seçmenlere Fransızca seçim mektubu gönderdikleri için hâlâ resmen belediye başkanlığı koltuğuna oturamadı.

Etno-linguistik fay hattı hiç bu kadar belirgin olmamıştı ve aslında ülke şu anda üç parçalı bir federasyondan farksız.

Uzmanlar ülkenin bu hale gelmesinin şaşırtıcı olmadığı, Fransız ve Flaman bölgelerinin kendi siyasi partilerinin, gazete ve televizyon kanallarının bulunmasının yarattığı bir sonuç olduğu görüşünde. Bir Flaman gazetesinin editörü, ‘Siyasal partiler birbirleri için iyi bir şey söylemek zorunda değil çünkü bu onlara puan kazandırmıyor’ diyor.

Avrupa birliği farklılıkların, kültürel dengesizliklerin, eski düşmanlıkların üzerine şal örtmeye çalışırken Belçika tam ters yöne gitmekte.”


CAPON TUTKALI YAPIŞTIRAMAZ

Benim de birkaç kez başıma geldi: Belçika’nın kuzeyindeki Flaman bölgesinde Fransızca konuştuğum zaman hiç kimse cevap vermedi. İngilizce konuştuğum zaman herkes bülbül kesildi. Güneydeki Fransızca konuşulan Vallon bölgesinde bunun tersi oluyordur zahir!
Geçen ay Brüksel’de bir Brüksel Bölgesi bakanıyla yemek yiyorduk. Kendisi Vallon Sosyalist Partisi’nden.

Flamanlar bir uzlaşma jesti olarak, resmi dili Fransızca olan Brüksel’de resmi dilin İngilizce olmasını önermişler.

Kıssadan hisse 1: Anadilin bölüp ayırdığını hiçbir Capon tutkalı yapıştıramaz.

Kıssadan hisse 2: Başka bir dünya elbette mümkündür, ama değirmene yoğurt öğütmeye gidenlerle değil.


Özdemir İNCE
27 Temmuz 2010




Dananın kuyruğu

DÜNKÜ yazımı anımsayalım: Belçika’da Flamanca Flamanları birleştiriyor ama Vallonlardan ayırıyor.

Vallonlar için tam tersi oluyor: Fransızca Vallonları birleştiriyor ama Flamanlardan ayırıyor. Brüksel’de resmi dil Fransızca. Aklıevvel Flamanlar, Vallonlarla uzlaşmak için resmi dilin İngilizce olmasını istiyorlar. Flamanlar, İngilizce ve Almanca öğreniyorlar ama Fransızca öğrenmek istemiyorlar.

İki resmi dilli olup geleceğin dünyasının, çokdilliliğin ve çokkültürlülüğün somut örneği olarak gösterilen Belçika bir nar gibi parçalanmak üzere.

Brüksel, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin başkenti olmamış olsaydı, Belçika çoktan üçe bölünmüştü.


BELÇİKA’LAŞMAK

Şimdi benim “Kürtçülük sorunu” dediğim Kürt sorununa gelelim. Gelelim ama bana 2007 yılında Uşak’ta mevki sahibi, sözüne güvenilir bir zat, bir güneydoğu kentinde, yemeklerini Türkçe ısmarladıkları için lokanta garsonlarının kendilerine hizmet etmediğini söylemişti. Bu eğer doğruysa ve yaygınlaşmış ise biz çoktan Belçika olmuşuz da haberimiz yokmuş demektir.


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15430507.asp?yazarid=72&gid=61

28 Temmuz 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eyl 25, 2010 16:16


Bölünmenin sınırı yok...


Ülkemiz üzerine öyle oyunlar oynanıyor ki bunları anlayabilmek için çok iyi analiz etmek gereklidir.

Hatta öylesine ki, adamlar bir taşla iki, hatta daha fazla kuş vurmaya bile çalışmaktadırlar.

Bastan başlayalım

Bir zamanlar kendi kendimize

Terör neden önlenmiyor?

Neden maddi kaynakları kurutulmuyor?

Onlara neden propaganda fırsatı tanınıyor?

Hatta neden hapishanedeki adama örgüt yönettiriyorlar diye soruyorduk ya…

Soruyorduk diyorum, bu gün artık sormuyoruz.

Çünkü tüm bu soruların yanıtları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Bu örgüt önlenmeyecek…

Hatta Habur gibi operasyonlarla büyük, silahla yenilemeyen karşısında çaresiz kalınan bir örgüt yaratılmalıydı ki istenilen talepler açıkça tartışma konusu yapılabilsin.

Bu gün açık açık ne diyorlar?

“Madem artık silahla çözülemiyor, onun için demokratik adımların atılması gerekli.”

O demokratik adım falan dedikleri de sadece ve sadece ülkenin bölünmesi.

Bakın uydurma gerekçelerle ülkenin yurtseverleri birbiri ardına içeri atılırken…

AB ve ABD emperyalizmi tarafından desteklenen PKK ve onun yasal partisi hakkında ve üstelik her türlü hakaret ve sözler söylemelerine…

Hatta birçok il’de ciddi anlamda ayaklanma provaları yapıp ve üstelik ülkenin üniter yapısının parçalanmasını hemen her gün değişik şekillerde talep ettikleri halde. Her nedense?...

Haklarında hiçbir işlem yapılamamaktadır.

PKK’nın yasal partisinin sözcüleri referandumu değerlendirirken ne diyorlardı ”Halk demokratik Kürdistan isteğini dile getirdi”

Peki, bu gün ne diyorlar “Ateşkes bir hafta daha uzatıldı”, yetkililer elini çabuk tutmalı.

Sonra da devam ediyorlar “PKK’nın silah bırakması için Katalonya modeli bir özerklik istiyoruz”

Bu gün gelinen noktada ise…

“Anadilde eğitim için “ güneydoğuda okulların açıldığı hafta bir haftalık çocukları okula göndermeme boykotu yapılacağını duyuruyorlar.

Adamlar bu hükümetle fırsatı yakalamışlar hiç bırakırlar mı?

Ulus devletin sinir noktasını iyi biliyorlar.

“Ana dilde eğitim.”

Hem zaten bir milletin en büyük harcı ortak dili değil mi?

Dili aradan çekerseniz millet diye bir şey kalmaz, herkes un ufak olur.

Belçika bile bu nedenle parçalanmanın eşiğine gelmedi mi?

Dünün özerklik taleplerinin yerini bu gün bağımsızlık almadı mı?

Peki

İçinde yasayan onca etnik kimliğe karşın ABD neden bir başka dile özgürlük tanımıyor?

Ya Almanya

O ülkeden biriyle evlenmiş olsanız bile Almancayı iyi bilmeden sizi kabul ediyor mu?

İngiltere…

Fransa…

Oralarda başka etnik kimliklerden kimse yaşamıyor mu?

Onun için, bu günün tartışmalarında nirengi noktası ana dildir.

Unutmayın Türkçe giderse, Türkiye gider.


Nusret KEBAPÇI
25 Eylül 2010 / Anayurt
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 28, 2010 22:23

Ana dil-baba dil

Kürtçü bölücüler, Türkiye’yi parçalamakta kararlılar; bu parçalanmadan “Büyük Kürdistan’ı” çıkaracaklar! Bizim tarafta onları destekleyen hainler ve hâlâ “terörü” güya durdurmak, sözde “barışçı çözüm” uğruna, abesle iştigal eden, çözümü ABD’de, AB’de, Barzani’de, APO’da arayan gafiller oldukça ve Bakanlarını destek almak için Barzani’nin, Talabani’nin huzuruna; adamlarını, ajanlarını APO’nun yanına gönderen, Aysel Tuğluk’un aracılığından hayır bekleyen bir iktidar var oldukça, işleri kolay!

Türkiye o kadar güçlü ki, hâlâ parçalayamadılar, ama yakındır!

Bölücülerin, BDP’nin, “Demokratik Özerklik” isyan bayrağını açmalarından sonra, yeni talepleri “Anadilde” eğitim! Yani Kürtçe eğitim, resmi okullarda Kürtçe eğitim!


Barış ve terörü bitirmek uğruna, “demokratik açılımlarla” , TC’nin yapısından bunca taviz verildikten, Kürtçe yayın yapan radyolar ve TV kanalları açıldıktan ve açılışlarında Devletin Başbakanı “Kürtçe” konuşunca “neden ana dilde eğitim” olmasın! Bu ülkenin, sözde aydınları, bilimsel makaleler yazarak bu konuyu tartışmaktan öte tasvip ediyorlarsa, “neden olmasın?” Yüz buldukça, analarımızın nikâh kâğıtlarını da isterler!

Dil

Her ülkede “dil” en birleştirici unsurdur... Etnik grupların, bol olduğu ülkelerde de “dil”, anayasa maddesi olmasa da “tek dil” realitede resmi dildir ve ülkede, kamu alanında kullanımı ile, birliği sağlar.

İnsanların anadillerinde konuşmaları, çocuklarına Kürtçe özel eğitim vermeleri, insan hakları gereğidir. Eğer, Kürtçenin, ikinci “resmi dil” olmasını, Kürtçe eğitim veren devlet okullarının açılmasını ve resmi dairelerde, mahkemelerde Kürtçenin geçerli olmasını istiyorlarsa, sayı ile kendilerine gelsinler. TC var olacaksa, bunları tartışmak bile, abestir.

Nasıl olacak?

Ama, gene de biz, bu talebin pratik ve “mümkünatı” olmadığını belirtelim. Önce “hangi Kürtçe”; Kırmaço mu, Zazaca veya diğer lehçelerden hangisi?.. Hepsi için ayrı okul mu? Bu okullarda ders verecek öğretmenler nerede, nasıl ve ne kadar zamanda, hangi öğretmen okullarında yetiştirilecekler?

Fakat asıl mesele; Türkiye’nin, her yöresinde yaşayan, çalışan binlerce Kürt vatandaşımız var; o yörelerde ayrı Kürtçe eğitim nasıl olacak? Daha önemlisi, aynı yörelerde yaşayan Çerkez, Laz, Arnavut vb. kökenliler de, kendi ana dillerinde okul-eğitim isterlerse, bu nasıl yapılacak? Ve bu parçalanma olmayacak mı?

Bunları hınzır gibi bilirler de, maksatları “ana dil” filan değil; ülkeyi parçalamak!

Dil, anadilde eğitim-öğretim konusunda, çeşitli uygulamalar konusunda, kategorik, evrensel bir tanımlama yapmak mümkün değil... Her ülkenin güncel ve tarihi şartlarına göre değişir ama sonunda ülkeleri, halkları birleştiren unsurdur dil.. Sömürgeciler, ülkeleri bölüp yönetebilmek için “dil” farklarını hep kullandılar. Sovyet devleti de Türkleri bölmek bunu için başarıyla kullandı.

Bu Cumhuriyetin kurucu babası Mustafa Kemal, tek dile -Türkçeye- özellikle önem vermiş, Cumhuriyetin değiştirilemez temel maddesi yapmıştı!
Açıkça söylemeli; Cumhuriyetin ilk yıllarında bu maksatla Kürtleri, benimsemek için “tek dil” kullanıldı!

Konuyu, başka ülkelerde şöyledir-böyledir, “insan haklarıdır” diye fazla dolandırmadan son noktayı koyalım; Bu TC devletinin, bu milletin, “Baba dili” Türkçedir, gerisi boş laf!.


Altemur KILIÇ
29.09.10 / YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!

İletigönderen Başkomutan » Prş Eyl 30, 2010 15:18


Anadil, özerklik, yeni anayasa...


"Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi baktıkca istikablime

Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkca istikbalime"


Aynı topraklar ve sınırlar içinde aynı geçmişi paylaşan aynı konularda birlikte üzülüp birlikte sevinen, aynı kültürü yaşayıp, aynı değerleri taşıyan, gelecek için aynı ülküyü hedefleyen insan topluluğuna millet denir.

1000 yıldır yerleşik kültür, değerler sistematiği aynı olan, aynı dilde konuşup, anlaşan bu millet, bugün bir ayrım'a sürüklenmektedir. Milleti millet yapan değerlerin en önünde bir yerde "dil" gelir. Ve bu topraklarda ortak dil "Türkçe" olmuştur.

Milleti birbirine bağlayan en büyük unsur ortak dil yani Türkçedir. Edirne'deki bir vatandaşla Ardahan'daki bir vatandaşın konuşup anlaşabildiği dil onları daha çok birbirine bağlar. İzmir'deki bir vatandaşla Urfa'daki bir vatandaşı birbirine bağlayan da bu dildir.

" Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme." işine asimilasyon deniyor. Asimilasyonun gerçekleşmesi için o grubun dilinin yok edilmesi gerekiyor. Dilini yitiren artık kültürünü yitirmiş olur. Ancak ülkemizde böyle bir şeyin varlığından, uygulandığından kim söz edebilir. Her fırsatta asimilasyona uğradık diyenler ve destekçileri bu yalanınıza kargalar bile güler.

Dikkat buyurun şimdi. 2010 Türkiyesinden çok önemli, ibretlik bir manzara. Yer Diyarbakır'ın Sur İlçesi. Belediyesi Başkanlığı kurumundaki birimlere Türkçe, Kürtçe, ve İngilizce yazılı tabelalar asmış. Belediye Başkan Vekili Bedri Turan, gazetecilere yaptığı açıklamada, Belediye sınırları içerisindeki vatandaşların yüzde 72'sinin günlük yaşamlarında Kürtçe, yüzde 24'ünün de Türkçe konuştuğunun tespit edildiğini savundu.

Şimdi bu nasıl bir asimilasyondur ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşı resmi dil olan Türkçeyi bilmiyor. Kendi yalanlarını ve bu yalana ortak olan demokrasi havarisi aydınları yine kendileri çürütüyor. Bu ülkede 40-45 yaşında hiç Türkçe konuşmayan insanlar var. Kim kimi kandırıyor. Akıllarında gizli emellerini allayıp pullayıp süsledikten sonra gündeme getirenler kendilerini akıllı alemi aptal olarak görüyorlar.

Her şey bir kenara Türkiye sınırları içinde bulunan bir bölgeden diğer bir bölgeye gidildiğinde insanlar nasıl anlaşacak? Bölgelere göre anadil resmi dil olsun diyenler, bu nasıl olacak? İnsanımız nasıl anlaşacak, hangi dilde konuşacaklar?

Şimdi demokrasi adına diğer etnik gruplar, Gürcüler, Çerkezler, Boşnaklar, Lazlar da anadilimizin resmi dil olmasını istiyoruz dediklerinde ne yapacaksınız. Böyle bir durumda misal, adliyelerde yürümeyen işler, hiç yürümez, bitmeyen davalar artık hiç bitmez. Her dilden tercüman bulundurup anlaşamayanların, anlaşılmaz davalarına tanık olacağız. Ya bir avukat ben Kürdüm ya da başka etnik gruptan biri savunmamı anadilimle yapıp yazacağım dediğinde ne olacak?

Yapmayın beyler hiç mi insafınız yok. Bu cennet ülkeyi parselleyip bölme girişimleri. Yeter artık! Tarih bize göstermektedir ki, dilini yitiren ilini yitirmektedir.

Bugün dünyada en çok konuşulan dillerden biri olan Türkçeden kaçıp, yapay bir kabile diliyle bilimsel gerçeklikten uzak hareket etmek istiyorlar. Kürtçe her yerde istendiği şekilde kullanıldığı halde hala resmi dil olsun diye diretiliyorsa, bunun altında yatan gerçek başkadır. Çünkü, başka anadillerin eğitim dili olması bölünme demektir. Hangi iyi niyetle istenirse istensin bunun sonunun kaçınılmaz bir bölünme olduğunu kimse inkar edemez.

İstenilen özerk bölgelerin kendi dilleri olunca, kendi bayrakları ve kendileri olacaktır. Hadi PKK'yı, ana dilde eğitim olmazsa barış olmaz diyen BDP'yi de anladık amaçları doğrultusunda hareket ediyorlar. Ya aydın geçinen zevat ve bunlarla birlikte olup ülkülerini yitirenler böyle bir amaca nasıl çanak tutuyorlar.

Bu aynen "vatikanın dilerarası diyalog komisyonunun amacının hizmetkarıyız" diyenlerin olduğu gibi, aydınlar, pusulasını şaşıran ülküsünü yitirmişler, demokrasi havarileri, dünya vatandaşlarının KCK'nın amacının hizmetkarı oldukları gerçeğini ortaya koyuyor. BOP'un müridi olanlar, Amerikanın istekleri doğrultusunda "hizmette sınır yoktur" prensibiyle hareket etmektedirler. Şimdi bu hizmet projesi içinde yer alanlar "bırakın bu bölünme paronayasını" demektedirler.

Ne yazık ki bugün İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı Barzaninin yanında soluklanıyor. Kürt açılımı tüm hızıyla sürüyor. Bir yanda Amerikalılar, bir yanda İmralı canisinin tehditkar istekleri bu sürece yön tayin etmektedir. Katilbaşının devamlı şekilde "yol haritam onlarda" ifadesi bunun doğruluğunu göstermektedir.

Bugün, oylanan 26 maddenin hiçbirinden söz edilmezken varsa yoksa açılımla ilgili çalışmaların yapılmasının nedenini aramaya gerek yok, çünkü bunun böyle olacağını Başbakan referandumdan önce açık açık belirtmişti: "bu anayasa değişikliği açılımın bir parçasıdır".

Şu an tartışılan anadilde eğitim, yarın tartışılacak olan özerk bölgeler konusu ve sonunda içinde Türk kelimesi geçmeyen yeni anayasanın gündeme gelecek olması Türkiye'nin parsellenmesine yardımcı olacaktır.

Bu duruma gelmemizde vebali olan herkes; bu vebalden kurtulmak, daha fazla yanlışa ortak olmamak, Türkiyenin bertaraf olmaması için yerini iyi belirlemelidir.

Sağlıcakla kalın!

Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi baktıkca istikablime

Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkca istikbalime



Fikri ATILBAZ
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Pzr Ara 19, 2010 17:33


DİL ÜZERİNDEN BÖLÜCÜLÜK !…

İlk çağlardan, bu yana insanlar birbirleri ile anlaşma ve iletişim kurma ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu konuda çeşitli araçlara başvuran insanlar, daha sonra yaşanılan bölgeye ve coğrafi şartlara göre değişkenlik gösteren sesli işaretleri, aralarında iletişim için kullanmışlardır. Bu sesli işaretler daha sonra, milletlerin konuşma dillerini oluşturmuşlardır.

Dil , insanlık tarihi kadar eskidir. Altay-Ural dil grubundan olan ses bayrağımız Türkçe, dünyada yaklaşık 200.000.000 kişi tarafından konuşulmaktadır.

Milletin oluşumunda dilin önemi asla yadsınamaz…Dil, kültür, yurt, tarih ve ülkü birliği olan topluluklar milleti oluştururlar.

Dil, kültür, tarih ve yurt birliği ise , ulus devletin olmazsa, olmazıdır.

Osmanlı Devleti’nde vatan anlayışı ve dil birliği yoktur.Topraklar Osman’ın mülküdür. Istanbul’da kullanılan dil, Tanzimat’a kadar, Farsça ve Arapça’nın etkisinde, Anadolu halkının asla anlamadığı Osmanlıca adı verilen,ağdalı bir dildir.Tanzimatla birlikte, Batı hayranlığının sonucu olarak, yabancı özellikle Fransızca sözcüklerin kuşattığı, Türkçe, devletle, halk arasında, anlaşılır olmadığı içindir ki, köprü olma özelliğini yitirmiştir.

Osmanlı’da vatan anlayışı, Namık Kemal’le birlikte dillenmeye başlamıştır..Millet olma bilinci ise Çanakkale Savaşı ile, beyinlere çakılmıştır.

Mozaik bir yapının ve toplumun oluşturduğu Osmanlı’nın çöküşünün nedenlerinden bir tanesi de, toplumun ortak bir dile sahip olmayışı nedeniyle, birbirinden habersiz ve kopuk yaşamasıdır. Bu kopuk yaşayışın yanı sıra, emperyalizmin körüklediği etnik milliyetçilik nedeniyle çıkan ve bastırılamayan isyanlar sonucu, imparatorluktan kopuş başlamış ve yeni devletler kurulmuştur…

Bağımsızlık Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile,Türk Milleti ”kul” olmaktan sıyrılıp, ulus olma bilincine erişmiştir..Sınırları Misak-ı Milli ile çizilen topraklarımız, artık ”Memalik-i Osman” değil, vatandır…

Ancak ulus olmanın birincil koşulu, birlikte yaşamak ve geleceği birlikte kurmak isteğidir. Ulus olmanın temel koşulu ise, DİL, TARİH, KÜLTÜR ve YURT BİRLİĞİDİR. Bu dört temel koşul ise, ulus devletin , olmazsa olmazıdır. O halde, bir ulusun, tek bir dilde, kendi dilinde konuşarak, yazışarak ve iletişim kurarak, milli kültürünü ve bütünlüğünü pekiştirmesi de şarttır.

1920-1938 yılları arasında Türkler tarafından, Türkler için yönetilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, en önemli devrimini, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirdi.DİL DEVRİMİ…

Dil devrimi nedir?..

”Dili, daha çok yerli ögelerin egemen olduğu, bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan, ulus çapında dili geliştirme eylemine dil devrimi denir.”

Dil bilimci Kamile İmer dil devrimini, tanımlarken, devlet ve ulus birlikteliğinin gereğini işaret ediyor.Türk Dil Devrimi, devletin öncülüğünde, halkla birlikte başarılmış, bir devrimdir.

Dil düşünmenin sesli aracıdır. Dil toplumsal barış, bağımsızlık ve milli bütünlük arasında vaz geçilmez bir köprüdür. Ulus dil; dil, kültür, tarih , yurt ile aralarında güçlü bir bağ olan toplulukların, yani milletlerin dili ve var olma nedenidir.

Milletin konuştuğu dil, asla farklılık göstermemelidir.

‘‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan korumalıdır.” M.Kemal Atatürk

Ancak günümüzde ulus dil Türkçe’mize yapılan saldırı,yabancı dillerin kuşatmasından çok daha ötededir. Kültür emperyalizmi ile beyinleri kefenleyen küresel güçler, etnik milliyetçiliği ve azınlık dillerini öne çıkararak, kapsama alanlarını genişletme çabalarını sürdürmektedirler.

1890 lardan bu yana, emperyalizmin ulus devletleri bölme çabası, ulus dilleri yok etme, milletin iletişim bağını koparma, devletle ulus arasındaki varlığı, dirliği ve birliği yıkma yönünde yoğunluk kazanmıştır. Şu anda tüm emperyal güçlerin hedefi Türkiye’dir.

İşte bu nedenle, ülkemizde bir ”DİL” savaşı başlatılmıştır. Bu savaşın baş aktörü emperyalistler, figüranları ise demokrasi ve özgürlük havarisi kesilen iş birlikçilerdir.

Bu bölüştürme savaşı şimdilik sadece, ”Kürtçe” üzerinden yapılmaktadır. Ancak bize ”ana dil”i pompalayan, ana dilde eğitimin bir hak olduğunu dayatan AB ülkelerinin tümünde, ana dilin ”A” sı bile yasaktır. En son olarak da AB ülkesi Slovakya, ”Ana dil”de konuşmayı bile yasaklamıştır…Dil polisi adı altında bir örgüt kurarak, ”Ana dil”inde konuşanların 5.000 avro para cezasına çarptırılmasını yasalaştırmıştır..

Şimdi , üyesi olmak için çırpındığımız (!) AB’nin, ”ana dil” konusunda, Türkiye’ye yapılan baskıların yazılı belgesi olan ”İlerleme Raporu” adı altındaki dayatmalarının satır başlarına şöyle bir göz atalım..

2001 AB İLERLEME RAPORU:

Türkçe dışındaki dillerde iletişim kurma hakkına müdahale edilmesine karşı etkili bir koruma sağlanabilmesi için, mevcut sınırlayıcı mevzuat ve uygulamaların değiştirilmesi gerekmektedir.

* Eğitim alanında ise (temel ve sonrasında ) Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi izni olmadan, Türkçe dışında bir dilde eğitim yapılmasına izin verilmemektedir.Anayasa reformunda, Türkçe dışında bir dilde eğitim yapılmasına yönelik her hangi bir hüküm bulunmamaktadır.

2002 AB İLERLEME RAPORU:

ANAYASA’nın 42. Maddesi’nde yer alan, ”Türkçe’den başka hiç bir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına okutulamaz ve öğretilemez hükmü” değiştirilmediği için,Türkçe dışındaki dillerde resmi eğitim verilmesi, değiştirilen Yabancı Dil Eğitim ve Öğretim Kanunu kapsamına girmemektedir.

2003 AB İLERLEME RAPORU:

Ağustos 2002 uyum paketinin Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde eğitim yapabilmeleri hakkındaki hükümlerin uygulanmasında ilerleme kaydedilmemiştir.

2006 AB İLERLEME RAPORU:

Türkçe bilmeyen kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için alınmış bir önlem yoktur.

2007-2008 AB İLERLEME RAPORLARI:

Ana dilleri Türkçe olmayan çocuklar, Türk kamu eğitim sisteminde ana dillerini öğrenememektedirler.
*…..Sonuç olarak, halen kamu veya özel eğitim sisteminde KÜRTÇE öğrenme imkanı bulunmamaktadır.

Bu raporların içeriğine şöyle bir göz attıktan sonra, rahatlıkla şu hükme varabiliriz. Bu ”ana dil” açılımı, yazılımı ABD’de yapılmış, AB tarafından raporlaştırılmış, Türkiye tarafından uygulanmaya konulması istenen, emperyalist bir projedir.

Açılım projelerinin tümü dış kaynaklıdır. İktidar tarafından zamana yayılarak gerçekleştirilmesi düşünülen bu projeler, ABD’nin Irak’tan acilen çekilme planları yapan, Amerika’nın istek ve çıkarları doğrultusunda öne alınmıştır.


Şimdi, bu projeler ”Dış kaynaklı” değildir diyebilir miyiz?.. Bu raporlara göre HAYIR..

Ana dil aymazlığı, bir demokratik açılım paketi değildir. Özellikle ABD emperyalizminin, kolay ve yutulur lokma olarak kabul ettikleri Kürtleri ve onların birbirlerini anlayamadıkları lehçelerden ve göçmen kelimelerden oluşmuş, dillerini kullanarak, Türkiye’yi bölme planıdır.

Çünkü ulus dil, yurt, tarih , kültür birliğini sağlayan ve ulus devleti ayakta tutan en güçlü bağdır.

Adı ”açılım” olan bu proje, bu sağlam bağın çökertilmesi ve kopartılması üzerine kurgulanmıştır..

Son günlerde haddini bir hayli aşan TBMM’de BDP’li milletvekillerin şovuna dönüşen ana dil aymazlığı, bölgede 2011 Türkiye İç Savaş Raporu’nda öngörülen sivil itaatsizliğin başlangıç adımlarının en önemlisidir.

Ayrıca BDP’li Cevahir Bayındır’ın Meclis kürsüsünden “Bu benim TC. kimlik numaram” diyerek gösterdiği koltuk değneği, devlete isyan eden militanlığının göstergesidir.

Bizim TC kimlik numaralarımıza gelince, PKK’nın kalleş kurşunu ile vatana katılan her yiğidin yüreğine saplanan mermidir.


Figen ÖZEN
18 Aralık 2010







Çift Dil Yetmez, Özerklik Verelim

BDP Genel Başkanının, yapılacak değişiklikleri beklemeden bölgede çift dilli hayatı başlatacaklarını söylemesine, iktidardan etkin cevap gelmedi. TSK’nin taraf olduğu açıklamayı duyan birisi, şunu söylüyordu arkadaşına.

“Eyvah, şimdi yeni bir dalga başlayacak.”

“Haklısın, orada burada gömülü silahlar, planlar çıkar yakında.”

Ergenekon davası toplumda iki şekilde algılanıyor. Yandaş medyayı izleyen vatandaş “asker darbe yapmayı düşünüyormuş. Başbakan’ı indireceklermiş” fikrine yakınken, diğer kesim o davaya inanmıyor. Balyoz Davasından iki gün önce hâkimin değişmesine bakış da öyle.

Toplumun medya yolu ile ayrışması, yargı konusundaki düşüncesi hukuk devleti kavramına yara aldırıyor. Millet kime inanacağına şaşırmış durumda.

Böylesine puslu ortamda iki yıldır süre gelen açılım tartışmaları, Öcalan’ın örgütü ilk elden yönetir konuma getirilerek PKK üzerindeki etkinliğinin tekrar sağlanması, bölgede hissedilir Öcalan hayranlığına dönüşmek üzere. Bunun vebali sadece iktidara ait değil. Yandaş tabir edilen, AKP politikalarını üstlenmiş herkese ait..

“Kürt Sorunu Osmanlıdan bakiye, yargı falanın elinde olacağına filanın elinde olsun…” şeklinde iktidarın önüne serilenler, atılan adımın bir nolu müsebbibi. Kendilerini, yakın çevrelerini kandırabilirler. “Açılımın faili meçhul değil” yani. Türk Milletine, devletine bunu yapan-lar “bulunduğumuz yer doğru mu?” muhasebesini yapmak için umarım geç kalmaz.

***

TSK’NİN AÇIKLAMASI

BDP tarafından yapılan “bölgede çift dile geçeceğiz” açıklamasına, iktidar olarak resmi bir açıklama yapılması, sert dille eleştirilmesi gerekiyordu, yapılmadı. Cumhurbaşkanımız Kayseri Belediye başkanına kefil olduğunu açıkladı fakat çift dil konusunda sadece var olan yasaları engel gösterdi.

Genelkurmaydan açıklama beklemiyordum, işin doğrusu. Balyozdur, şudur budur diye üzerlerine o kadar gidildi ki. “İki değil, üç dile geçmezsiniz hatırımız kalır” diye düşünüyorlardır kırgın olarak derken, bu konuda üniter yapıdan taviz vermeyecek şekilde taraf oldukları açıklandı.

Anayasa’nın değişemez maddelerine yapılan atıfla başlayan açıklama:

“Son günlerde "Dilimiz" üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir.”

“Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir.”

Demişler de, “Müslümanlık, açılım, falan filan” sebepler içine hapsolmuş zihniyet, son bir atakla AKP’ye omuz verirse, Anayasa’nın ne değişemez maddesi kalır, ne de üniter yapı?

Devleti ayakta tutan değer yargısı aşındırıldıktan sonra, birlik nasıl sağlanacak?


Neval KAVCAR
19 Aralık 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen TÜRKK » Pzt Ara 20, 2010 1:31

PARÇALANMA DİL İLE BAŞLAR
Resim


Devlet ile vatandaşlar arasındaki tüm resmi işlemlerin resmi dilde yapılması gerekmektedir. Resmi dil, bir ülkede anayasa ile kabul edilen dili tanımlamak için kullanılan terimdir. Bir ülke sınırları dahilinde yaşayan kişiler ya da topluluklar farklı bir dil konuşsalar bile, resmi işlemlerini gerçekleştirirken resmi dil kullanmak durumundadırlar.

Anadil ise, insanın çocukken anasından, babasından, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dildir. Anadili ne olursa olsun, insanların resmi dili öğrenmeleri, bilmeleri gereklidir. Çünkü ülke içindeki tüm resmi işlemler gerçekleştirilirken, anadil yerine sadece resmi dil kullanılır.

 : ABD ve AB’nin çeşitli dayatmaları sonucunda, Türkiye’de bir “anadilde eğitim” söylemleri başladı. İlköğretimden, üniversiteye anadilde eğitimin özerklik, federasyon ve sonunda da ayrı bir devlet kurma anlamına geldiği bilinmektedir. Emperyalist devletlere şirin gözükmek ve son kullanım sürelerini uzatmak için başlatılan, ama sonuçlarını şimdiden göremeyenlerin dillendirdikleri anadilde eğitim çabaları, ülkemizin Misak-ı Milli sınırlarının değiştirilmesini amaçlamaktadır.

Ülkemize; “ulusal devlet öldü, Kemalizm’i unutun” diyen ülkeler, kendi ülkelerinde ulus devlettirler ama Türkiye’ye dayatmalarını sürdürmektedirler. “Kürt açılımı Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırıyor” diye bol keseden palavra atan emperyalist güçler, AB üyesi ülke olan Slovakya’nın ülkedeki azınlıkların kamusal alanlarda kendi dilleri ile konuşmalarını yasaklarken utanmıyor mu? Bu yasağa karşı gelmenin cezası 5.000 Euro’dur. Ülkedeki 500.000 Macar asıllı, karara isyan etti ama AB’den bu yasağa karşı tek ses çıkmadı. ABD ve AB’nin, Slovakya hükümetine “Macar açılımı yapın, Macarca televizyon kurun, Macarlar ana dillerinde eğitim yapsın” baskılarında bulunmaması, üzerinde düşünmeye değer bir olgudur.

Paris’teki bir mahkemede sanıklar Korsika dilinde konuştukları için mahkeme görevlileri tarafından dışarı çıkartılmışlardı. Avrupa ülkelerinde bu gibi olayların örnekleri çoktur. Hiç kimse bu ülkelere “Korsikaca, Baskça, Brötanca, Oksitanca, Katalanca vb. dillerde televizyon kurun, bu dillerde eğitim yapın” demiyor. Ama konu Türkiye olunca, Kürtçe eğitim yapmaya ve tüm etnik dillerde televizyon ve radyo yayını yapmaya zorlanıyoruz. Başka AB üyesi ülkelerden istenmeyen ve sadece Türkiye’den istenen bu konuların nedenini çok iyi analiz etmek gerekmektedir.

ABD nüfusunun yaklaşık %30 kadarının ana dili İspanyolca’dır. Ancak ABD’ye “İspanyol kökenlilere ana dillerinde eğitim hakkı verin” diye bir baskı yapılmıyor. 2007 yılında ABD, ‘İngilizce Dil Birliği Kanunu’nu çıkardı. Bu kanunun gerekçelerinden biri, İngilizce’nin “ABD’deki farklı etnik köken, kültür ve dilleri birleştiren temel olgu” olduğu gerçeğidir. Diğeri ise ülkedeki az gelişmiş bölgelerin dil farkı sebebiyle geri kalmalarını önlemektir (Birleşmiş Milletler’in, resmi dil için kullandığı gerekçe budur).

ABD titizlikle bu kanunu uygulamaya yönelirken, her Avrupa ülkesi kendi resmi dilinde yayın ve eğitimde ısrarlı iken, Türkiye’ye hangi amaçla “ana dilde eğitim” adı altında Türkçe dışında eğitim dayatılıyor?

Birçok ülkenin parlamentosunda, anadili farklı olan milletvekilleri bulunmaktadır ama hepsi mecliste resmi dille konuşurlar. Hiç Almanya ya da Avusturya’da Türk kökenli milletvekillerinin parlamentoda Türkçe konuştuğu görüldü mü?

Her ülkenin dil konusundaki duruşları belliyken, emperyalist güçlerce bize dayatılan Kürt açılımları meyvelerini vermeye başladı. Etnikçi partinin bazı milletvekilleri TBMM’de Kürtçe konuştu. Etnikçi partinin başkanı, bundan böyle devletin Kürtçe ile ilgili düzenleme yapmasını beklemeden, iki dilli hayatı bölgede yaşamın her alanında egemen kılacaklarını açıkladı. Bu açıklamanın ardından Diyarbakır Anakent Belediyesi tarafından 97 tane köy ve mezraya isimleri Türkçe ve Kürtçe olan tabelalar asıldı. Diyarbakır Sur Belediyesi ise, birimlerinin tamamının isimlerini Türkçe, Kürtçe ve İngilizce olarak tabelalara yazdı.

“Meclis’te Kürtçe kapatma nedenidir” diyen TBMM Başkanı BDP’nin kararını; “siyasi propaganda ve palavra kokuyor. Savcılar üzerlerine düşeni yapmalı” şeklinde değerlendirdi. Bu gelişmeler karşısında “Türkiye’nin resmi dili Türkçe’dir” diyen Çankaya’daki AKP’liye sormak gerek; Bitlis’in düşman işgalinden kurtuluşunun 93. yıl dönümü törenlerine katılmak için yaptığı gezide, Güroymak ilçesinden geçerken neden bu ilçenin adına Norşin dedi? Başbakan ise, öğrenci olaylarını eleştirmekten, henüz bu iki dilli yaşam konusunda görüş bildiremedi..

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, iki dilli yaşam konusunda AKP’yi suçlayarak; “Türkiye’nin bölünmesine, çok dilli, çok milletli bir yapıya, milli devlet ve üniter yapının tahribatına müsaade edilemez” dedi. CHP Genel Başkanı, geçtiğimiz Kasım ayında çıktığı Diyarbakır gezisinde esnafla bayramlaşırken kendisine, “Kürt sorunu, anadilde eğitim ve işsizlik” konularında görüşü soruldu. CHP Genel Başkanı’nın verdiği yanıt şöyleydi; “sorunların çözüm adresi biz olacağız, size söz veriyorum. Anadilde eğitim talebini de zaten Meclis’te ilk ben dillendirmiştim.”

İki dil konusunda “…Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir” şeklinde açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı için, “seni ilgilendirmeyen konularda görüş açıklama” diye çıkış yapanlar, patronların kurduğu ve öncelikli ilgi alanı ekonomi ve üretim olan TÜSİAD örgütünün başkanı için aynı şeyi düşündüler mi? Yeni demokrasi hareketi adı verilen partinin başarısız başkanının eşi ve TÜSİAD’ın sadece çağdaş görünümlü başkanı olan bayan, Diyarbakır’da bölgesel kalkınma zirvesi yemeğinde yaptığı konuşmada Kürtçe tümceler kullanmış ve halay çekerek Kürt sorununa “katkı!” sağlamıştır.

 : Bizim okullarımızda okunan ant’tan rahatsızlık duyan emperyalizmin maşaları, ABD okullarında öğrencilerin sabahları ders öncesinde, sınıflarında ayağa kalkarak şu yemini ettiklerini biliyorlar mı? “Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete bağlılık için ant içiyorum. Herkes için özgürlük ve adaletle, tanrının gözetiminde bölünmez, tek vatan için..”

Türkiye’nin sorunlarının nedeni iki dilli yaşam, anadilde eğitim ya da Kürt sorunu değildir. Yıllardır devleti küçültmek bahanesiyle kamu varlıklarını değerlerinin çok altında satarak, üretmeden tüketerek, küresel sermayenin emirleriyle tezgahlanan piyasa, insanlarımıza çözüm olarak sunulmaktadır. Sosyal devlet bitirilmek istenmektedir. Sosyal güvence, sağlık güvencesi, barınma olanakları tüketilmektedir. Açlık, yoksulluk, işsizlik kader olarak sunulmaktadır. Ekonomik kriz sonucunda yatırımlar durmuş, fabrikalar kapanmaya başlamış, tarım ve hayvancılığımız bitirilmiştir. Emperyalist güçlerin isteğiyle yapılan açılımlar sorun oluşturmuş, terör azmış, yolsuzluk ve hukuksuzluk büyük boyutlara ulaşmış, siyasi belirsizlik ortaya çıkmıştır. Laiklik ve cumhuriyetimiz çok büyük tehlike altındadır. Türkiye Cumhuriyeti, dışa bağımlı yanlış yöneticiler nedeniyle kuruluş rotasından saptırılmıştır. Kemalist ilkelerden, devrimlerden ve o muhteşem altı oktan verilen tavizler, bugün tüm sorunların kaynağını oluşturmaktadır.

Ülkemizin sorunları iki dilli yaşamla çözülemez; cumhuriyetçilik, ulusalcılık, devletçilik, halkçılık, laiklik, devrimcilik ilkeleri, dün olduğu gibi bugün de, yarın da sorunların çözümü için vazgeçilmez bir dayanaktır.




SUAY KARAMAN, 20 Aralık 2010
Kullanıcı küçük betizi
TÜRKK
Üye
Üye
 
İletiler: 152
Kayıt: Sal Mar 09, 2010 20:44

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!

İletigönderen Başkomutan » Cmt Oca 01, 2011 3:30


İki Dil, İki Millet



Son günlerde yaşanan iki dillilik ve demokratik özerklik tartışmalarını izlerken toplumca bazı noktaları gözden kaçırıyoruz diye düşünüyorum.

Kürt partisi iki dillilik ve demokratik özerklik konularını gündeme getirince

Birden bire iktidar cephesinde bir panik yaşandı ve hemen iki dilliliğe ve demokratik özerkliğe karşı bir yaylım ateşi başladı.

Hatta hızlarını da alamayıp daha düne kadar ağızlarına alamadıkları tek bayrak, tek millet, tek dil edebiyatına bile sarıldılar.

Aslında ilginç!

    Yıllardır açılım adı altında ülkemizde etnik kimlikler uyandırılırken, dillerini öğrenmeleri için televizyonlar, radyolar kurulurken hatta federasyon tartışmalarına bile sessiz kalınırken…

    Neden birden bire böyle sert bir tepki ortaya konuldu?

    Aslında nedeni gayet basit…

    Ve kurnazca.

Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Zirvesi için İstanbul’a gelen Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin söyledikleri zaten bunun açıklamasını yapar durumdadır.

Kendisine sorulan “Türk Hükümetinden önümüzdeki 6 aylık zaman zarfında, yani genel seçimlere kadar önemli adımlar atılmasını bekliyor musunuz?” Sorusuna verdiği cevap zaten bu gün yaşanan kargaşayı çok net biçimde ortaya koymaktadır.

Talabani bu soruya verdiği cevabında aynen şöyle demektedir.: ”Bence bunu beklemek ne mantıklı ne de makul .Seçimlere kadar beklemeniz gerekiyor.İnşallah seçim sonuçları çok iyi olacak.”

Yani daha önce hükümet açıklamalarında da belirtildiği üzere asıl final seçimlerden sonra…

Onun için iktidar partisinin kazasız belasız seçimleri alması gerekiyor.

İşte hele bir seçimler alınsın…

Hem zaten anayasa değişikliği referandumu sırasında da Başbakan birçok kez, “Asıl değişikliğin seçimlerden sonra yapılacağını” söylemedi mi?

Dolayısıyla seçimlere kadar bu konuyla ilgili önemli herhangi bir adım atılmayacağı görülmektedir.


Tabi bu arada…

Meclisteki Kürtçü partinin de acelesi bulunmaktadır.

Çünkü kendi tabanına seçimlerden önce kazanılmış bazı haklarla gitmek istemektedirler ki seçimlerde daha başarılı olabilsinler.

Ama görünen odur ki

Böyle bir acele aynı zamanda toplumda önemli bir tedirginliğe de neden olabileceğinden.

İktidar acısından son derece olumsuz olabilecektir.

İşte bu nedenle zaten daha önce de çeşitli kereler vurgulandığı gibi

Esas önemli adımlar seçimlerin arkasından yapılacaktır.

Aslına bakarsanız “ortak dil” milleti oluşturan öğelerin en başında gelmektedir.

Dili ayırdığınızda biliniz ki ülkeyi de bölersiniz.

Hani çok kültürlülük çok dillilik falan deniyor ya örneği var mı?

ABD bile ülkesinde yasayan çok sayıda azınlık olmasın karşın daha önce bir dönem uyguladığı iki dilli sistemi sürdürüyor mu?

50 kadar eyaletinden hangisi etnik dili öne sürebiliyor?

Bırakın onu, 1830’da bu günkü haliyle kurulan Belçika bile bu nedenle kopma noktasına kadar gelip 200 günü hükümetsiz geçirmiyor mu?

Yani kısacası dilin tekliği: milletin, bayrağın, vatanın tekliğini ifade eder.

Ama iki dil…?

Nusret KEBAPÇI
01.01.11 / Anayurt


Talabani:” ...Seçimlere kadar beklemeniz gerekiyor.İnşallah seçim sonuçları çok iyi olacak.”
...Hükümetin başlattığı açılım boş değil. AKP bu konuda büyük çaba harcıyor"


Talabani, AKP - PKK İşbirliğini Deşifre Ederken


AKP iktidara gelinceye kadar Kuzey Irak'ta kurulacak olan bir Kürt Devletinin Türkiye için bir savaş nedeni sayılacağı devlet politikası olarak tüm dünyaya ilan edilmişti. Çünkü böylesi bir durumun coğrafi ve etnik gerçeklerden dolayı, Türkiye'nin istikbalini ciddi şekilde tehdit edeceği, son derece açıktı. AKP'nin 2002 yılında iktidara gelişi sonrasında ABD önce Irak'ı işgal etti, sonrada Kuzey Irak'ta ki Kürdistanı kurdu. İşte Güneydoğumuzda da ne olduysa bundan sonra oldu.

Bu Kürt Devletinin ve ABD'nin kanatları altında yeniden güçlenmeye başlayan PKK, aradan geçen süre içerisinde tarihinde ki en güçlü konumuna erişerek , bu gün güneydoğumuzda Özerk bir Kürdistan kuracağını ilan etme cüretini dahi gösterdi . Bu günkü gelinen noktada elde ki veriler, aradan geçen bu süreç içerisinde, AKP'nin Talabani aracılığıyla PKK ile yakın bir ilişki içerisine girdiğini ortaya koyuyor. İsterseniz Şimdi gelin bizi bu sonuca götüren gerçekleri birlikte gözden geçirmeye çalışalım. Öncelikle de işe geçen haftaki yaşananlar dan başlayalım.

Ekonomik işbirliği teşkilatı 11. Devlet ve Hükümet başkanları zirvesine katılmak için İstanbul'a gelen Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Çırağan sarayında görüştüğü Ahmet Türk , Sırrı Sakık ve Aysel Tuğluk'a " Türkiye yapacağı yasal düzenlemelerle 5 yıl içerisinde Kürtçe sorununu çözecek, Ocak ve Şubat ayında bu konu da bazı adımlar atılabilir. Türkiye bu amaçla Kürtçe bilen eleman ve personel yetiştirme çabalarına hız verdi. Bunların çoğu şu an da Kuzey Irak'taki Üniversitelerde eğitim görüyor, onlara Kürtçe öğretiyoruz. Siz hiç endişe etmeyin . Hükümetin başlattığı açılım boş değil. AKP bu konuda büyük çaba harcıyor" diyor.

Bu gelişme üzerine MHP grup başkan vekili Oktay Vural da TBMM'de yaptığı basın toplantısında Celal Talabani'nin bir Televizyon Kanalına verdiği röportajında ki

" AKP'nin teklifi tarihi bir tekliftir ve PKK'nın bunu kaçırmaması gerekir" şeklinde ki sözlerini hatırlatarak, bu neyin teklifidir. ? Türkiye Cumhuriyeti hükümeti teklif yapmış ve kabul edin diyor. Ortada teklifler geziyor ama bizim hiç haberimiz yok . Talabani'yle yapılan görüşme de neler konuşulmuş ve de hangi teklifler gündeme getirilmiştir? Şeklinde ki sorularını gündeme taşıyor.

Şimdide 4 yıl öncesindeki yaşananları hatırlayarak, bu günkü olanların gerisindeki bağlantıları ortaya koyalım

Yıl 2006. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK ile görüştüklerini ve Terör örgütünün silah bırakacağını söylüyor. Bunun ardından ayağa kalkan Türk kamuoyu PKK'yı muhatap aldığı iiçin Talabani'ye ateş püskürüyor. Bu gelişmeler üzerine Celal Talabani'nin Partisi Irak Kürdistan Yurtseverler birliğinin Ankara temsilcisi Behruz Galali yaptığı açıklamasında " PKK ile görüşmemizi Türk hükümeti istedi.

Talabani'nin hiç bir şeyi yalınız başına yapması söz konusu değildir. Bizim PKK ile masaya oturmamızı isteyen Türk yetkililer, şimdi ağızlarını açmıyorlar. Hatta dahası sayın Talabani'ye saldırıyorlar. Çıkıp her şeyi ve herkesi isim, isim açıklayacağım. PKK ateşkes kararını ilan edecek . Her şey Türk yetkililerle kararlaştırıldığı gibi adım, adım ilerliyor. Bu durumda Talabani'ye yönelik saldırılar da neyin nesi oluyor" diyor. Yani AKP'nin gizliden gizliye PKK ile görüştüğünü deşifre ediyor. Bu ise bize PKK'nın Özerklik ilanına kapı aralayan Kürt açılımının, aslında geçmişi olan bir AKP projesi olduğunu ,ve de bunu Talabani'yle sıkı bir işbirliği içinde yürüttüğünü gösteriyor.

GÜNÜN SÖZÜ : SORULAR GERÇEKLERE GİDEN KAPILARI AÇARLAR, ÖN YARGILAR İSE BU KAPILARI KAPARLAR

JOSEF KİRSCHNER

Yalçın Güzelhan
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!

İletigönderen Başkomutan » Cum Oca 07, 2011 3:03

AB’de "özerklik-anadil" taleplerine yer yok...


İki örnek sunarak başlayalım.. “ ‘Kendi ülkelerinde’, ama Flaman bölgesinde yaşayan Valonlar, belediyelerde ve resmi dairelerde anadillerini kullanamıyorlar...”

Bir başkası..

“... yaklaşık 7 milyon kişinin Fransızcanın dışında bir dili konuştuğu Fransa’da, Fransız hükümetinin şartı imzalamasına karşı çıkan Cumhurbaşkanı Chirac, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme, 14 Haziran 1999’da, şartın Fransız Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü, vatandaşların yasalar önünde eşitliği ve Fransız halkının tekliği gibi temel ilkelere aykırı hükümler içerdiğini vurgulayarak olumsuz bir karar alması üzerine Başbakan Jospin, şartın onanması için anayasa değişikliği yapmak istemişse de, Chirac bu öneriyi de reddetmiştir...”

Avrupa Birliği’nde, şimdi bizim ellere dayatılan “özerklik, iki dilli resmiyet” konularına bakışı aktarıyoruz..

Daha doğrusu biz aktarmıyoruz, yapılan bir akademik değerlendirme-araştırmadan kesitler sunuyoruz..

Araştırmanın sahibi Sibel Özbudun adlı bir hanımefendi. Yazdıklarına itibar edilsin diye kendisinin, Abdullah Öcalan’dan “Önder Apo(!)” diye bahsedecek kadar ileri demokrat bir kişilik olduğunu vurgulayalım.. Sayın Özbudun, belli ki içi acıyarak AB ülkelerindeki durumu yansıtmış, ama çarpıtmadan (sadece kendi görüşleri doğrultusunda yorumlayarak) olanı biteni yazmış..

İşte Sibel Özbudun’un araştırması..

“1) Bölgesel ya da Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (BADAŞ-Strasburg, 5 Kasım 1992).

2)Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi (UAKÇS- Strasburg, 1 Kasım 1995).

“Bölgesel ya da azınlık dilleri”ni, “bir devletin sınırları dahilinde belirli bir teritoryada, Devlet nüfusundan sayıca daha az ve o devletin yurttaşı bir grup tarafından geleneksel olarak kullanılan diller” olarak tanımlayan BADAŞ, işe sözleşmenin tanıdığı hakların “göçmenlerin konuştuğu diller” için geçerli olmadığını vurgulamakla başlıyor. Böylelikle, daha ilk andan itibaren, Avrupa topraklarında konuşulan onlarca göçmen dili, şartın sağladığı olanaklardan (anadilde eğitim, dilin resmî kurumlarda kullanılması vb.) dışlanarak, her bir devletin (ya da her bir devletin kendine yonttuğu muğlak bir ‘çokkültürcülük’ söyleminin) insafına terk ediliyor.

Hakların devletlerin egemenlik ve teritoryal bütünlüğü dahil olmak üzere, uluslar arası hukuk yükümlülüklerine ters düşecek tarzda yorumlanamayacağının altı çizilerek ‘koruma’nın da bir sınırı’ olduğunu anlatılıyor. Ve bizatihi bu ‘devletin egemenliğinin ihlâl edilemeyeceği’ hükmü, taraf devletlere ‘azınlık dillerini korumak’ adına alacakları önlemleri manipüle etmede eşsiz bir olanak sağlıyor.

İmzacı devletleri, ‘gerçek anlamda çoğulcu ve demokratik bir toplumun ulusal azınlığa mensup her kişinin etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğine saygı duymakla kalmayıp, bu kimliği ifade etmeleri, korumaları ve geliştirmelerini sağlayacak uygun koşulları sağlamaya’ çağıran UAKÇS ise, onları “ulusal azınlıklara mensup kişilerin asimilasyonunu hedefleyen siyasa ya da pratiklerden ve her türlü ayırımcılıktan kaçınmakla, kültürlerarası hoşgörü ve diyalogu teşvik etmekle, azınlık grubu mensuplarının örgütlenme özgürlüklerini güvence altına almakla, kitle iletişimi ortamında kendilerini ifade etmelerini sağlamaya, anadilinden kaynaklanan haklarını (dili sözlü ve yazılı ortamlarda özgürce kullanma, eğitim, isim verme, yer adları, işaret tabelaları...) kullanmalarını güvenceye almakla... yükümlendirmekte. (Ne ki, bu hükümlere uymayan üye devletler konusunda herhangi bir yaptırım yoktur!) Ve bu sözleşme de, devletlerin egemenlik ve teritoryal bütünlük haklarının altını önemle çizmekte.


Behiç KILIÇ
05 Ocak 2011




Fransa ‘bölünürüz’ dedi...


Sibel Özbudun’un “AB’de iki dil konusu” temelindeki araştırma yazısından alıntıya devan ediyoruz..

“(Baş tarafı dün..) her iki sözleşme de, sözkonusu hakların gruplara/kolektivitelere değil, kişilere ait olduğunu, yani kolektif değil bireysel haklar olduğunu özenle vurgulamaktadır. Her iki sözleşmenin (ve BMÖ’nün benzer sözleşmeleri; örneğin Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi - 1992) maddelendirilişinde hakların sahibi “özne”, kişiler/bireylerdir, gruplar değil...

Aslına bakılırsa, akıl hocalığını müteveffa MHP milletvekili Gündüz Aktan’ın yaptığı bu “bireysel kültürel haklara evet, bunların grup hukukuna dönüştürülmesine hayır” yaklaşımı, Kürtler için bugünkü durumdan fazlasını ifade etmiyor: Özel alanda Kürtçe konuşmak, Kürtçe müzik dinleyebilmek, Diyarbakır ve diğer Kürt illerinde Newroz kutlamak, çocuğuna Kürtçe isim koyabilmek, TRT Şeş, haydi diyelim ki bölgedeki devlet dairelerinde ve mahkemelerde Kürtçe tercüman bulundurmak...

UAKÇS’nin getirdiği denetim mekanizması, Bakanlar Komitesi’nin taraf devletlerin belli aralıklarla vereceği raporları değerlendirmesinden ibarettir [Şimdilik sadece hukukî (de jure) durumdan söz ettiğimi, fiilî (de facto) durumun bundan daha vahim olduğunu vurgulamalıyım.] Dahası, bizatihi Birlik üyesi Fransa ve Belçika sözleşmeyi imzalamış değildir. Aday ülkelerden de Polonya, Litvanya ve Letonya ise onaylamamıştır ve bu nedenle herhangi bir yaptırımla karşılaşmış değillerdir.

Örneğin, yaklaşık 7 milyon kişinin Fransızca’nın dışında bir dili konuştuğu[6] “Fransız hükümetinin şartı imzalamasına karşı çıkan Cumhurbaşkanı Chirac, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme, 14 Haziran 1999’da, şartın Fransız Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü, vatandaşların yasalar önünde eşitliği ve Fransız halkının tekliği gibi temel ilkelere aykırı hükümler içerdiğini vurgulayarak olumsuz bir karar alması üzerine Başbakan Jospin, şartın onanması için anayasa değişikliği yapmak istemişse de, Chirac bu öneriyi de reddetmiştir.

(...) Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı onaylamayan ve Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesini imzalamayan Fransa, ülkesinde ulusal azınlıkların bulunmadığını ileri sürmektedir. Aynı gerekçeyle BM KSHS’nin 27. Maddesinin kendisine uygulanamayacağını duyurmuştur.

Fransa, 1999’da yayımladığı bir bildirgeyle Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı ancak bazı yorumlar getirerek onaylayacağını duyurmuş, örneğin Şartın amacını azınlıkların tanınması ve korunması değil, sadece Avrupa dil mirasının geliştirilmesi olarak gördüğünü, Fransa’nın yurttaşları arasında etnik, dilsel ve ırk açısından hiçbir ayrı muamele yapamayacağını ve Fransa’nın sadece Fransız halkını tanıdığını söylemiş ve birçok maddeyi de bu çerçevede yorumlamıştır.
Onun bu yaklaşımı, azınlıkların korunması konusunda pek istekli olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte Fransa Korsika’ya özerklik vererek Korsikaca’ya hukuksal statü tanımıştır.

Birçok alanda Fransızca uygulanan tek dil olmasına rağmen, çok sınırlı da olsa bazı dillerin öğrenimine ve basında kullanılmasına izin verilmiştir. Ama dil grupları arasında eşit muamele olduğu yoktur. Örneğin Flamanca kanunen korunan diller arasında yer almamakta, buna karşılık Korsikan dili bölgesel özerklik statüsü altında korunmaktadır. AB’nin en önemli ikinci ülkesi olan Fransa, AB’nin benimsediği politikayı ülkesinde tam olarak uygulamamaktadır.”

Behiç KILIÇ
06 Ocak 2011




Anadilini konuşamayan Avrupalılar

Sibel Özbudun’un satırlarını okumayı sürdürelim..

“Avrupa Konseyi, UAKÇS’yi imzalamayan Belçika’nın, “azınlık haklarını tanıması” yönünde bir tavsiye kararı aldı. Flemenkçe konuşan Flamanların bulunduğu Flandr bölgesi ile Fransızca konuşan Valonların bulunduğu Valonya’dan ve ayrı bölgesel yapı oluşturan Brüksel’den oluşan Belçika’da, bugüne dek yalnızca Almanca konuşan ve Almanya sınırında ikamet eden 70.000 kadar Belçikalı, resmen ‘ulusal azınlık’ olarak tanınmakta, Flamanlar, Flandr’da yaşayan 300.000 Valon’u “azınlık” olarak tanımayı reddettiği için Sözleşme imzalanmamaktaydı:

‘Kendi ülkelerinde’, ama Flaman bölgesinde yaşayan Valonlar, belediyelerde ve resmi dairelerde anadillerini kullanamıyorlar.

Kamu sektöründe, özel sektörde ve ticari yerlerde, Fransızca konuşanlar dışlanıyor. Valonlar, ülkelerinin yarısını oluşturan bu bölgesinde televizyon yayınları, okul ve eğitim gibi konularda kültürel hak elde edemiyorlar. Flaman belediyeler, Valonların düzenlemek istedikleri kültürel toplantılar için salon kiralamayı reddediyorlar. Valonlar, Flandr’da yaşayan İtalyanlara, Türklere ve diğer yabancılara bu alanlarda hiçbir sorun yaratılmadığına dikkat çekiyorlar.

Avrupa Konseyi, ‘Belçika’da azınlıklar’ konulu rapor ve bu rapor kapsamındaki karar çerçevesinde, Federal Belçika Kraliyeti’nin Flandr bölgesinde ikamet eden Valonların ve Valonya bölgesinde ikamet eden Flamanların, ‘azınlık haklarından yararlanması’, ‘kültürel haklarının tanınması’ve ‘azınlık olarak korunmaları’ gerektiğini vurguladı.

Vlaams Blok Partisi, ‘bölgenin tüm yabancılardan olduğu gibi Valonlardan da arındırılması gerektiği’ görüşünü savunmayı sürdürüyor.
Daha ‘ılımlı’ tanınan sağ partilerden Volksunie’nin eski başkanı Geert Bourgeois, ‘Flandr’a yerleşen çürümüş, zengin ve şımarık Valonların, Flamanca öğrenmediklerini, uyum sağlayamadıklarını ve kendilerini tüm dünyaya, ezilen zavallı azınlıklar gibi gösterdiklerini’söylüyor.

Flaman Sosyal Hıristiyan Partisi, Avrupa Konseyi’nin tavsiye kararını onaylamalarının söz konusu olmayacağını bildirdi. Avrupa Konseyi kararının yaptırım gücü bulunmuyor.”

“Zengin” Flamanların “yoksul” Valonları artık sırtlarında taşımak istemediklerini açıktan açığa dillendirdiği, “bölünme” nin eşiğindeki Belçika’da olanlar [üstelik Avrupa’nın bu açıdan tek riskli ülkesi Belçika da değil; İskoçya ve İrlanda’sıyla Britanya’nın, Bask ve Katalanlarıyla İspanya’nın, Korsikalılarıyla Fransa’nın, ‘zengin’kuzeyi ve ‘yoksul’güneyiyle İtalya’nın ‘birlik ve beraberliği’nden söz etmek hayli zor!], The Guardian’dan Ian Buruma’nın, “Hiç böyle bir niyeti olmamasına rağmen AB, gelinen noktada tam da savaş sonrası tasarlanan birliğinin dizginlemeye çalıştığı güçleri cesaretlendiriyor,” [9] saptamasını doğrulamaktadır.

“Dizginlemeye çalışılan güçler” in, son Avrupa Parlamentosu seçimleriyle birlikte zincirden boşanması ise, hiçbir sözleşme, şart, ya da AİHM kararının “çok kültürlülük, hoşgörü, kültürel zenginlik vb.” söylemlerini güvence altına alamayacağını net bir şekilde gözler önüne sermiştir.[10] 736 sandalyeli Parlamento’nun 120 milletvekilinin “yabancı düşmanı veya AB karşıtı” [11] olduğu mevcut tabloda, artık “Avrupa karşıtı, göç karşıtı ve birbirinden çok farklı olan popülist güçlerin Avrupa’yı silip süpürmesi” kaygıları somut olarak dile getiriliyor.”

Behiç KILIÇ
07 Ocak 2011 / YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal Nis 12, 2011 0:01


Türkçeyi bırak, etnik bir dil yaratmaya bak

Okyanus ötesinden gelen “Açılım yapılacaaak, yap” komutu ile harekete geçen teslimiyet iktidarı, kendisine destek veren malum cemaat aracılığıyla, olup bitenlerden habersiz olan sokaktaki vatandaşın kulağına aynen şu yalanları üflüyordu:

- “Anaların daha fazla ağlamaması için bu açılım kesinlikle şart. Açılım Türkiye’yi birbirine kenetleyecek, milli birlik ve beraberliğin yeniden tesis edilmesine katkı sağlayacak. Terör ortadan kalkınca, Türkiye kısa sürede bölgesinde lider ülke haline gelecek.”

Habur’da uğradığı ‘yol kazasının’ ardından kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine bir süre ‘geri adım’ atar gibi yapan işbirlikçi iktidar, el altından, şimdilik ‘küçük’ gibi görünen ama ileride ‘daha büyük’ belalara yol açacak işlere imza atmaya başladı.

Önce orduya ‘sınır ötesi operasyon’ düzenleme hakkı veren tezkere rafa kaldırıldı, ardından dağlardaki “Ne mutlu Türküm diyene” yazıları birer birer temizlendi ve sıra ilkokullardaki “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan andın kaldırılmasına geldi.

“Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil” söyleminden sinsi bir şekilde ‘dil’ kısmını çıkaran AKP, açılım faaliyetlerini ‘Kürtçe’ üzerine yoğunlaştırdı.


***

Ankara’nın ‘puslu’ tepelerinde yapılan ‘gizli’ zirvelerden çekilen fotoğraflardan kamuoyuna yansıyan bazı karelere göre, devletin kanalında ‘Kürtçe yayın’ başlatan, devletin üniversitelerinde ‘Kürdoloji’enstitüleri kuran AKP iktidarının ‘İmralı’da hazırlanıp eline tutuşturulan bundan sonraki ‘yol haritası’ şöyle olacak:

- Kürtçe, ilköğretim ve lisede ‘seçmeli ders’ olarak okutulacak.

- 29 harften oluşan Türkçe alfabeye ‘Q W X’ de dahil edilecek.

- Devlet, ‘Kürtçe yayınların’ artması için maddi destek verecek.

- Devlet, ‘Kürtçe Kur’an mealleri’ bastırarak vatandaşa dağıtacak.

- Devlet dairelerinde zorunlu ‘Kürtçe tercüman’ bulundurulacak.

- Güneydoğuda değiştirilen ‘Kürtçe yer isimleri’ iade edilecek.

- Güneydoğu’daki karayollarına ‘Kürtçe levhalar’ konulacak.


Haritadan çıkan sonuç şu:

Yaklaşık 80 yıldan beri Güneydoğu’daki vatandaşların önemli bir kısmına bir tek kelime dahi ‘Türkçe’ öğretemeyen devlet, şimdi ‘Kürtçe’nin önünü açıp ‘ulusal bir dil’ haline gelmesi için adeta ‘seferberlik’ halinde.

***

Devletin Anayasa’da açıkça belirtilen görevi, vatandaşlarına ‘Türkçe’ öğretmektir, kendi eliyle ‘azınlık dilleri’ yaratmak değildir.

Devleti ‘bir başka dilin oluşması’ sürecine payanda yapmaya kalkışanlar, düpedüz ‘Anayasa suçu’ işliyorlar.

Kürtleri devletin imamlarını reddederek, ‘kendi imamlarının’ ardında saf tutmaya çağıran DTP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, aynen şu tehdidi savuruyordu:

- “Amed halkı olarak önümüzdeki günlerde nasıl tarihi bir direnişe geçeceğimizi hep birlikte bütün dünyaya göstereceğiz.”

‘Kak’ Barzani ve ‘Mam’ Talabani ile belirledikleri ortak strateji çerçevesinde şimdilik ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri ile yetinen bölücü örgütün siyasi uzantıları, seçimin hemen ardından devlete karşı ‘topyekun isyan’ başlatıp, birkaç kişinin ölümü karşılığında BM’yi müdahaleye çağırma hazırlıkları yapıyor.

Üstlenmiş olduğu ‘taşeronluk’ görevi doğrultusunda ‘etnik ırkçılığa’ kol kanat geren teslimiyet iktidarı da muhtemel hain kalkışmanın ‘altyapısını’ oluşturuyor.


Birileri ise, ‘ahmaklık’ ve ‘cehaletin’ verdiği dayanılmaz mutluluk içerisinde hâlâ “Devlet-millet kaynaşacak” diye geviş getiriyor.


İsrafil K.KUMBASAR
12 Nisan 2011 / YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Sal Tem 26, 2011 2:30

AB’NİN BEYNİNDE ULUSALCI DALGA!

Farklılık zenginliktir” propagandası yapan Belçika dağılma noktasına gelince paniğe kapıldı. İlk iş olarak ana dilde eğitimi yasakladı!

Ne oldu federal yapınıza...

AB ve NATO’nun ev sahibi Belçika, parçalanmanın panzehirini ’birlik’te arıyor. Federal sistemin ülkeyi bölünme noktasına getirmesi üzerine Brüksel, çok tartışılacak bir karara imza attı.

30 yıllık uygulamaya son

Flaman-Valon çekişmesinin ülkeyi bölünme noktasına getirdiğini gören Brüksel yönetimi, “ana dilde eğitim”i yasakladı. Halktan “ulusal uyumun ve birliğin önemini düşünmeleri” istendi.

Tek millet, tek devlet, tek bayrak


400 gündür hükümetsiz olan ve her geçen gün parçalanmaya biraz daha yaklaşan Belçika’da binlerce kişi bu sloganla yürüdü.

AB’nin merkezi bölünmeye karşı “ulusalcılığa” sarıldı

AB ve NATO’nun ev sahibi Belçika’da, “ayrılıkçı federal sistem” ülkeyi bölünme noktasına getirince ilk olarak “anadilde eğitim” yasaklandı.

Haber : Salim Yavaşoğlu

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Toplulukları Komisyon’u Türkiye’ye “özerklik”, “anadilde eğitim” gibi federalizmin yapı taşlarını dayatırken AB’nin (Avrupa Birliği) bu kurumları ile NATO’ya ev sahipliği yapan Belçika, tam tersini yaptı. Türkiye de “Kürtçe” eğitim verilmesi için bastıran Belçika, bölünme korkusu sarınca önlem olarak anadilde eğitimi yasakladı. Yaklaşık otuz yıldır Brüksel’deki bazı Flaman okullarında verilen çok dilli eğitim sistemi önümüzdeki eğitim yılı sonu itibariyle sonlanacak. Ayrı dilleri konuşan Flaman ve Valonların arasındaki ayrılık rüzgarları nedeniyle Belçika’da 13 Haziran 2010 seçimlerinden bu yana hükümet kurulamıyor.

Ayrılıkçılığa eleştiri!

Türkiye “yi bölmek için çalışan örgütlere kucak açan Belçika’da ülkenin bölünmesine, yeni devletler kurularak haritadan silinmesine yönelik çalışmaların yoğunlaşması, başta Kraliyet ailesi olmak üzere herkesi panikletti. ”Ayrılıkçı federal sistem“in Belçika” yı bölünme noktasına getirdiğini gören Kraliyet Sarayı, harekete geçti. Geleneksel Noel konuşmasında halka seslenirken eski gelenekleri bozan Belçika Kralı II. Albert, “Flaman, Valon ve Brüksellilere” değil, “Baylar ve Bayanlara” hitap etti.

“Belçikalı” kimliğinin tekrar ön plana çıkarılması arzusundaki Kral, insanlardan “birlikte yaşamalarını”, “bugünkü küresel ortamda ulusal uyumun ve birliğin önemini düşünmelerini” istedi. Ayrılıkçı anlayışı eleştiren Kral, Belçika kuruluşunun 179. yıldönümünü etkinliklerinde yaptığı konuşmada da halkı birliğe davet etti. Federe yapılı Belçika’da 13 Hazirandaki erken genel seçimlerde Bart De Wever liderliğindeki Flaman İttifakı, ülke nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan ve gelir seviyesi yüksek olan Flaman bölgesinde, bağımsızlık talebiyle oyların yüzde 28’ini alarak birinci çıkarken, nüfusun yaklaşık yüzde 40’ının yaşadığı Fransızca konuşan Valon bölgesinde ise seçimi sosyalistler kazanmıştı.

Adım adım dağıldılar

1830’da kurulan Belçika, Hollandaca konuşan Flamanlar ve Fransızca konuşan Valonlardan oluşuyor. Ülkede Almanca konuşan küçük bir halk grubu da bulunuyor. Belçikalılar, 1980’li yılların başında, “model olmak” iddiasıyla yöneldikleri federal sistemle yerel parlamento ve yönetimlerin yetkilerini genişlettiler. Valonya, Flandr ve Brüksel bölgelerinde farklı hükümetler kurulurken, “ayrılıkçılık” ülke anayasasının “temel ilkeleri” arasında yer aldı. Bu durum, Valonlar, Flamanlar ve Brükselliler arasındaki kopukluğu artırırken, menfaat çatışmalarını da hızlandırdı.

Siyasi partileri de Flaman ve Valon olarak bölünen ülkede, ayrı ayrı kurulmuş olan liberal, muhafazakar veya sosyalist Flaman partiler ile Valon partilerin, ideolojik eğilimleri aynı gözüktüğü halde, tamamen farklı görüşler içinde çatışmaları da hız kazandı. Politikacılar, kurumlar ve vatandaşlar arasında diyalog giderek koptu, toplumlar arası menfaat kavgaları arttı. “Belçikalı” kelimesi, giderek yerini “Flaman”, “Valon” ve “Brükselli” ye bıraktı.

Fransızlar pusuda bekliyor

Fransız milliyetçiler Belçika’nın Valon bölgesine göz dikti. Fransa’nın aşırı sağcı partisi Milli Cephe’nin (FN) lideri Marine Le Pen, beklenmedik bir çıkış yaparak, Belçika’nın parçalanması halinde ülkenin Fransızca konuşulan Valon bölgesinin Fransa’ya bağlanmasından yana olduğunu bildirdi. 400 gündür hükümetsiz olan Belçika’nın parçalanmasının “her geçen gün daha da artan bir olasılık” olduğunu belirten Le Pen, bu olasılığın gerçeğe dönüşmesi halinde, “iki halk arasında varolan tarihsel ve kardeşçe bağlar nedeniyle Fransa’nın Valonları ortada bırakamayacağını” savundu. Le Pen, bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda Fransızlar ve Valonların, Valon bölgesinin bir il olarak Fransa’ya eklenmesi konusunda referanduma gitmelerini önerdi.

YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Yugoslavya'yı Hırvatça parçaladı!..Türkiye o yola girdi!..

İletigönderen Başkomutan » Cum Oca 20, 2012 2:58

Kürtçe eğitim

Bazı çevrelerde son günlerde PKK’nın arkasındaki desteğin sona erdirilmesi ve böylece “Kürt Sorununun” yok edilmesi için Kürtçe eğitime geçilmesi gerektiği savunulmaya başlandı. Osmanlı İmparatorluğunun 19. Yüzyılın son döneminde hangi aşamalardan geçerek Balkanlardan tasfiye edildiğini ve bu süreçte Balkanlarda anadil eğitiminin nasıl bir rol oynadığını bilmeyenler/unutanlar, iyi niyetli ancak sonuç itibarı ile tahripkâr olabilecek önerilerde bulunabiliyorlar.

Milli devletlerde her şeyden önce eğitimin amacı yurttaş kimliğini o ülkede yaşayanlara kazandırmaktır. Yurttaş yani aynı yurdu, ülkeyi paylaşan, birlikte yaşayan insanlar topluluğu. Ancak yurttaşları sadece coğrafya bir araya getirmez. Yurttaşı yurttaş yapan anılan coğrafya üzerinde yaşayan bir millete mensup olmaktır. Aynı millete mensup olmak, kaderde, tasada, kıvançta birlik olmaktır.

Kaderde, tasada ve kıvançta birlik olmak kendiliğinden olmaz. Bu ortak kültür, ortak tarih bilinci, ortak gelecek arzusu ile olur. Eğitimin en önemli amaçlarından birisi de yurttaşları kaderde, tasada, kıvançta ortak yapacak, ortak kültür, ortak tarih bilinci, ortak gelecek arzusunu vermektir.
Buna milli kimlik de denilir.

Kimlik sadece bir nüfus cüzdanı meselesi değil, aynı zamanda bir milli güvenlik meselesidir. Ortak bir milli kimliğe sahip olmayan toplumların ortak vatanları ve milli hedefleri de olmaz. Ortak tasaları ve kıvançları olmaz. Bu tür hasta toplumlar, çok kısa süre içinde dağılma noktasına gelirler. Ortak dil eğitimini kaldırarak, Valonca ve Flamanca eğitime başlayan Belçika’nın parçalanma noktasına geldiği bilinmektedir.

Trajedi sadece Belçika’nın parçalanması değildir. Daha büyük bir insani trajedi, 26 Aralık 2011’de Belçika’nın Vilvoorde kentinde çıkan yangında itfaiyeyi arayarak, yangın çıktığı ihbarını Fransızca yapanların suratına Flamanca konuşmadıkları için telefonun kapatılarak, ihbarın alınmamasında ortaya çıkmıştır.Farklı dillerde yapılan eğitim ile ortak bir milli kimlik inşa edilemez. Aksine farklı dilde yapılan eğitim ile her gün öğrencinin kafasında farklı bir milli kimliğe, yani millete ait oluşun altı çizilir.

Milleti yapan tarihtir. Milleti devam ettiren ise tarih eğitimidir. Farklı dillerde yapılan tarih eğitimi ile bir millet devam ettirilemez. Farklı dillerden birisini konuşan, sonunda “bu benim milletimin tarihi değil” noktasına gelmek zorundadır. Farklı dilde eğitime başladığınız an edebiyat dersi bir grup için “kaçınılmaz olarak başkasının edebiyatı” olacaktır. Özet ile farklı dilde eğitim her gün farklı bir millete ait oluş düşüncesini tahrik edecektir.

Farklı millet, farklı kültür, farklı hedefler ve tabiî ki farklı vatan talebini doğurur. Tarihte farklı dillerde eğitim yaparak, bir istisna olan İsviçre dışında ortak milli kimlik oluşturabilen millet yoktur.


Milli devletler ki, başarılı bir devlet modelidir, yurttaşlarını farklı etnik kimlik modelleri etrafında gruplaştırarak ülkenin enerjisini içeride tüketmesini değil, aynı kimlik etrafında birleşen ve enerjilerini ülkenin kalkınması için kullanan modelleri temsil ederler.

Farklı dillerde eğitimden başlayıp bugün gelinen noktada parçalanma eşiğinde olan İngiltere ve İskoçya, Belçika’de Valonlar ve Flamanlar, çok yüksek gelir seviyelerine ve saygın ülkelere mensup olmalarına rağmen parçalanmaya engel olunamadığını gösteren somut örneklerdir.

Türkiye ise her şeye rağmen milli kimlik etrafında bütünleşme konusunda çok önemli bir mesafe kaydetmiştir. PKK terör örgütünün 1984’ten bu yana yapmış olduğu tahribata rağmen milli kimliğimiz varlığını sürdürmektedir. Şimdi, Kürtçe eğitime geçmek, Anadolu’da Malazgirt’ten bu yana milli kimlik konusunda sağlanmış olan bütün ilerlemeyi kısa zamanda ortadan kaldırır.

Önemli Not: 21 Ocak 2012 saat 14.00’de Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 100. Yıl Salonunda (Beşevler/Ankara) rahmetli Denktaş’ın anısına “Bir Milli Kahramanın Ardından” konulu panel düzenlenecektir. Panel size ve getireceğiniz arkadaşlarınıza açıktır. Konuşmacılar Sadi Somuncuoğlu, Mümtaz Soysal, Ümit Özdağ, Gözde Kılıç Yaşin’dir.

Ümit ÖZDAĞ - 20 Ocak 2012,
YENİÇAĞ
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x