11 Eylül’ün arkasındaki sırlar
Nikolai Malishevski
strategic-culture.org
ABD çapında yürütülen araştırmalar, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’na girmesini hatırlayacak kadar yaşlı olan kıdemli yurttaşlar da dâhil olmak üzere Amerikalıların çoğunluğunun 11 Eylül 2001’i, 1941 Pearl Harbor saldırısının tarihsel önemini geride bırakan bir dram olarak gördüğünü gösteriyor. Bu ikincisinden söz etmek gerekirse, o günlerde ABD yönetiminin gelmekte olan Japon saldırısından haberdar olduğu ve önceden uygun önlemleri almak yerine ülkeyi Washington’da planlanan şekilde savaşa sokmak için 1,500 canın bilerek feda edildiği, herkesin bildiği bir sırdır. ABD Savaş Bakanı Henry Stimson, 25 Kasım 1941 tarihli hükümet toplantısı sonrasında günlüğüne şunları yazmıştır: “Soru, onları [Japonları] bizim için çok fazla tehlike yaratmalarına izin vermeden ilk ateşi açacak konuma nasıl getireceğimizdi. Zor bir önermeydi bu.”
Genişçe kabul gören görüşe göre ABD, provokasyon temelli taktiği, örneğin Berlin’in Fransa’yı işgal etmek için bahane aradığı bir sırada sivillerin ölümünden bu ülkeyi sorumlu tutmak için Almanya’da Freyburg’u bombalamış olan Nazilerden ödünç almıştır. Bu görüş yeterince ikna edici değildir zira çok daha eski bir tarihte, 15 Şubat 1898’de ABD, İspanya’ya karşı savaşı meşrulaştırmak için yüzlerce savaş gemisiyle Maine’yi havaya uçurmuş ve yüzlerce mürettebatın ölümüne neden olmuştur. ABD hükümeti patlamanın sorumluluğunu bir İspanyol deniz mayınına bağlamış ve Washington geminin batmasını ABD’nin dünya hegemonyasını kurma yönündeki ilk askeri kampanya için kullanmış, ancak 1911 senesinde savaş gemisinin su yüzüne çıkarılmasıyla, zırhının içeriden gelen bir patlamayla havaya uçtuğu anlaşılmıştır. Bir diğer örnek olarak, 12 Ekim 2001’de Executive Intelligence Review’da ortaya konan belgeler 1960’ların başında, James Bamford’un “Body of Secrets: Anatomy of the Ultra-Secret National Security Agency” (“Sırlar Kuruluşu: Ultra Gizli Ulusal Güvenlik Ajansı’nın Anatomisi”) kitabında yazdığı üzere ABD Genel Kurmay Başkanlığının “Küba’ya karşı başlatmak istedikleri eksik planlanmış bir savaş için Amerikan kamuoyunu desteğini kazanmak üzere, kendi ülkelerine karşı gizli ve kanlı bir terör savaşı başlatmayı” önerdiklerini göstermiştir. Northwoods Operasyonu, Başkan Kennedy’nin Küba’yla ilgili meseleler ağının kontrolünü CIA’den Pentagon’a devretmesine neden olan Domuzlar Körfezi bozgunundan sonra iptal edilmişti. Rivayetler şöyledir: “İlk amaç, Küba’daki Guantanamo Körfezi’nde bulunan ABD Deniz üssü içinde ve yakınlarında gerçekleşecek ‘bir dizi iyi koordine edilmiş olay’dır; bunların içinde Küba askeri üniformaları giymiş olan dost Kübalıların üste isyan başlatması, üs içinde cephanelerin havaya uçurulması, yangın çıkarılması, hava üssünde bir uçağın yakılması, limandaki bir gemiye sabotaj yapılması ve liman girişi yakınlarında bir geminin batırılması da vardır… Bir sonraki öneri ise şöyle tanımlanmıştır: \"Bir \'Maine’yi hatırla\' olayı düzenlenebilir... Guantanamo Körfezi’nde bir ABD gemisini havaya uçurabilir ve Küba’yı suçlayabilirdik”, yahut Küba karasularında bir uçak gemisi de havaya uçurulabilirdi. Soğukkanlılıkla öngörülen rapor şuydu: \"ABD gazetelerindeki ölüm listeleri, bir ulusal infial dalgasının doğmasına yardımcı olacaktı.... Miami bölgesinde, diğer Florida şehirlerinde ve hatta Washington’da Komünist Küba terörü kampanyası başlatabilirdik. Terör kampanyası ABD’de sığınma arayan Kübalı mültecileri hedef alabilirdi. Kübalıları taşıyan, Florida yolundaki (gerçek veya temsili) bir gemiyi batırabilirdik. ABD’deki Kübalı mültecilerin canlarına yönelik saldırıları teşvik edebilirdik…”
11 Eylül trajedisinden bu yana geçen on yıldan fazla zamanda bir dizi soru hâlâ yanıtsız. Eski Alman hükümeti üyesi Andreas von Bülow, ABD’li entelektüel yazar Gore Vidal, “11 Eylül: Büyük Yalan” kitabının yazarı Fransız gazeteci Thierry Meyssan ve daha pek çok kişi, bilmeceyi çözmeye çalıştı ve hepsi de ABD yönetiminin anlattığı hikâyeyi reddetti… Gore Vidal, 23 Şubat 2003 tarihinde gazeteci Kenneth Hubbard’a verdiği ve İspanya’nın La Vanguardia gazetesinde yayınlanan bir röportajda, ABD medyasının gerçekliğin bir kısmını kamuoyundan gizlediğini söyledi ve başka şeylerin yanında, CIA, Pakistan istihbarat servisi ve 11 Eylül faillerinden birisi arasında bir bağlantının olabileceğini ifade etti. Gore Vidal ve diğerlerinin sıraladığı bir dizi çarpıcı gerçeğin görmezden gelinmesi imkânsız, fakat bunlar hiçbir zaman resmi soruşturma tarafından açıklanmadı.
Öncelikle, elinde maket bıçağı olan 3-4 kişilik grupların, yolcular ve mürettebatla dolu uçakları nasıl kaçırabildiği belirsizdir. Pilotların alarm sinyali gönderemeden anlık olarak teslim alınması ve teröristlerin transcoderları anlık olarak devre dışı bırakması mümkün olabilse bile, kaçırılan uçakların hepsinde bunun olması pek tesadüf gibi durmamaktadır. Ayrıca ABD’nin – ve görkemli zamanlarında SSCB’nin – bütün topraklarını içine alan bir gözetim sistemi uyguladığını ve hacker saldırılarından kesinlikle korunan Ulusal Güvenlik Ajansı’na kesintisiz olarak bilgi gönderildiği dikkate alınmalıdır.
10 ve hatta 14 uçağa el konulduğuna dair aktarımlar daha da şüphelidir. Her durumda, kaçırılan uçaklar plan hayata geçirilmeden önce 40-60 dakika havadaydı ve bu süre içinde, olağandışı bir şeylerin olduğu yönünde raporların Başkan’a ulaşmış olması gerekirdi. Neden bunun olmadığına dair bir açıklama hâlâ yapılmamıştır fakat aşağıda listelenen sorulara verilecek yanıtlar boşluğun doldurulmasına yardımcı olabilir.
Uçaklar nasıl olup da aniden sivil hava trafik kontrol sistemlerine ve askeri radarlara görünmez hale geldi? Bunu yapabilmiş olsalar bile, servislerin, olmaları gereken güzergâhta olmamalarına tepki vermiş olması gerekirdi. Neden kara kutulardaki bilgi herhangi bir felaket durumunu göstermiyor ve pilotların konuşma kayıtları tamamen okunamaz durumda? Garip bir biçimde, uçağı kullandığı varsayılan bir teröristin pasaportu zarar görmemiş halde bulundu.
Amerikan Hava Yolları’nın Boeing 767 uçağının Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarpmasından önce ve çarpma sırasında kulenin üst kısımlarının fotoğrafını çeken kimdi? Nasıl olup da New York şehrinin çok sayıda ilintisiz kamerası çarpma noktasına odaklanabildi? Neden ABD yönetimi ve kişisel olarak Başkan Bush, daha 11 Eylül günü, soruşturma henüz açılmayı beklerken saldırının arkasında El Kaide’nin olabileceği yönünde telkinlerde bulundu?
Neden varsayılan teröristlerin hiçbirinin adı uçakların yolcu listesinde yoktu? Neden saldırıyı gerçekleştirmeden önce arkalarında çok sayıda iz bıraktılar? Faturaları gerçek kredi kartlarıyla ödediler, pilot okuluna gerçek isimlerle kaydoldular; son gün, veda mektupları başka adreslere yazılmış olsaydı FBI aldatılabilirdi. Binlerce araç sabitlenmişken, teröristlerin araçlarının kolayca havaalanının park alanına gelebilmesi tuhaf değil midir? Çok çarpıcı bir şekilde, bulguların arasında Arapça Kuran nüshaları, Boeing el kitapları ve – adayların bu olayların sorumluları olduğuna dair bütün şüpheleri silmek üzere – pilot okulunda yaptıkları çalışmaları gösteren kişisel videolar da vardır.
Bir nedenle ABD yönetimi, Rusya’nın acil durum bakanlığından, başka ülkelerin benzer kurumlarından ve bireylerden gelen destek tekliflerini reddetti. Neden seçmenler ve onları temsil eden ABD Kongresi, ulusal güvenlikten sorumlu ajans şeflerinin görevden alınmasını istemedi? Neden, saldırı günü ABD hava sahası kontrolünü yapan Gen. Ralph Eberhart cezalandırılacağına terfi ettirildi? Neden CIA müdürünün görevine ve “şirkete” – bütçede bu kuruluşa ayrılan ödeneklerin %42 artması nedeniyle – devam etmesine izin verildi? Neden SSCB’nin çöküşünden itibaren azalan ABD savunma bütçesi 11 Eylül’den sonra tırmanışa geçmeye başlayarak 396 milyar dolar seviyesine kadar ulaştı? Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Rusya, Çin, Büyük Britanya, Japonya, Almanya, Fransa, İtalya, Hindistan, İspanya gibi ülkelerin savunma harcamalarının toplamı 382 milyar dolar etmektedir.
Eğer gerçekten Bin Ladin veya terörist damgalı başka Müslüman liderler ABD’ye zarar vermek istediyse, mantıksal olarak, darbelerini birkaç hafta sonra, ABD Kongresi üyelerinin ABD başkanı, Yönetim’in önde gelen üyeleri ve istihbarat şefleriyle bir araya geleceği sırada yapmalıydılar. Böyle bir esnada Kongre binasının vurulması ABD’yi derin bir kaosa sürüklerdi, ancak teröristlerin yaptığı şey sadece bir psikolojik şok yaratmakla sınırlı kaldı.
500 bin ton en kaliteli betonun kullanıldığı ikiz kuleler, nasıl böyle sefilce patlayabildi? Malzemeyi eriten ve sıcaklığı 3,000 dereceye getiren – bir yanardağdan fazla – nereden geliyordu? Felaket alanının 19 Aralık’a kadar yanmaya devam etmesinin nedeni neydi ve itfaiyecilerin kesintisiz çalışmasına rağmen neden yangını söndürmek bu kadar zor oldu?
Az sayıda Amerikalı ve Avrupalı gözlemci, ikiz kulelerin uçakların çarpması nedeniyle değil, içeriden gelen bir patlama nedeniyle çöktüğünü savunuyor. “Loose Change 11 Eylül” belgeselinde belirtildiği gibi, 11 Eylül 2009 tarihinde ABD Kongresi’ne kendi bağımsız araştırmalarından hareketle bir rapor sunan Amerikalı uzmanlar, ikiz kulelerin patlayıcıyla dolu olduğunu ileri sürdüler. Dahası bu grup, ABD hükümetinin de suç ortağı olduğunu ima etti. Onlarca Amerikalı inşaat mühendisi ve mimar, “FBI Amerika’yı havaya uçuruyor” iddiasında bulundu. Yanı sıra, daha ileri bir tarihte, yakınlarda bulunan 47 katlı Salomon Brothers binasının da aynı nedenlerle yıkılmış olması gerektiğini söylediler. Gökdelen bir terörist saldırıya maruz kalmadı, fakat Dünya Ticaret Merkezi’nden 8 saat sonra enkaza döndü. Salomon Brothers binasındaki herkes zamanında tahliye edildi, fakat diğer yandan, Federal Acil Durum Yönetim Ajansı, ikiz kulelerle ilgilendi ve felaketin bu kısmına neyin neden olduğuna dair hiçbir ipucu sunmadılar. Fransız yorumcu Thierry Meyssan, kaçırılan uçaklara kılavuzluk etmek üzere Salomon Brothers binasına vericilerin yerleştirildiğini ve içerdiği kanıtlardan kurtulmak için de yok edildiğini iddia ediyor.
Benim yorumuma göre, eğer bu masallaştırılan olayın arkasındaki etkenleri açığa çıkarmak istiyorsak, 11 Eylül trajedisinin ekonomik etkileri de, ABD’ye dünya çapında askeri kampanyalar için olanak vermesiyle birlikte ele alınmalıdır. New York’ta ve ABD’nin başka yerlerinde borsa işlemlerinin askıya alınması, Washington’a finans ve tahvil piyasalarını onarma ve mayalanmakta olan bir ekonomik krizin gelişiminin yönünü değiştirme olanağı verdi. Bu bağlamda, bir dizi ulusal ekonomiye baskı uygulama ve politikalarının yıkıcı etkilerine dair devamlı eleştirileri görmezden gelmeyle geçen yılların sonunda, Eylül 2001 itibariyle IMF’nin büyük tehlikeler yaratacak noktaya getirdiğini söylemek gerekir. Aşağıya doğru giden trendler – varlıkların % 10-20 oranında değer kaybetmesi – 11 Eylül’e giden yaklaşık bir ay içinde borsaların pek çoğunda görülüyordu ve ABD ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorun kısa süreli bir küçülmeden ibaret değildi. Durum en iyi şekilde, ABD’nin GSYH’sinde %15’lik yer tutan reel sektör ile %85’lik yer tutan finans sektörü arasındaki korkutucu fark ve mevcut ürün ve hizmetlerin toplam ABD doları hacminin ancak %4 ila 6’sını emebilmesinde kendisini gösteren bir yapısal kriz olarak tanımlanabilirdi. ABD doları, süren nominal değerini küresel statüsüne borçluydu, fakat yine, meblağ en çok muhtelif yan ürünlerle dengeleniyordu. Eylül 2001’de balon patlayacak gibi görünüyordu ve bunun engellenmesi için savaş benzeri bir şoka ihtiyaç vardı. Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılması bundan fazlasını yaptı – beklenmeyen bir dolar emisyonu için potansiyeli açığa çıkardı ve bu da ABD dolarını yükselen Euro karşısında güçlendirdi. ABD Merkez Bankası Başkanı A. Greenspan, görünüşe terörist saldırının sonuçlarını yumuşatmak üzere dünya çapındaki bankalara uygun döviz hacimleri sunma sözü verdiğinde, iyi zamanlanmış bir tepki veriyordu.
Dahası, saldırının ertesi günüde ABD Merkez Bankası, Avrupa Merkez Bankası ve Japon Merkez Bankası’ndan oluşan üçlü, ortak taahhütte bulundu. ABD mali otoriteleri, kısa vadeli mali işlemlerdeki oyuncuların üzerindeki kısıtlamaları kaldırdı ve piyasayı izlemek üzere Hazine Bakanlığı ve CIA’in birlikte yönettiği bir komisyon oluşturdu. Sonuç olarak, küresel ekonominin acil durum moduna geçmesi ve geniş ölçekli bir savaşın öngörülmesi ABD dolarının eski durumuna geri getirilmesine yardımcı oldu ve terörist saldırılar ve intikam vuruşları oyunu dünya çapında oynanmaya başladı.