15 Temmuz'un ertesi günü okunacak yazı
Ağaçların arasından mütevazı bir anıt yükseliyor. Üzerinde 34 şehidin isminin yazdığı mermer, Malatya’da Akçadağ yakınlarında, yolunuzun pek de düşmeyeceği bir arazinin ortasında ziyaretçilerini bekliyor gibi. Konuşabilseler anlatacaklar, anıtların da insanlar gibi hikâyesi var.
Her şey planlandığı gibi gitseydi o gün, 34 kişi için de onları bekleyenler için de bambaşka olacaktı. Birkaç dakika, sadece birkaç dakika içinde yaşam ile ölüm arasındaki çizgiyi geçtiler.
16 Mayıs 2001 günü saat 12.50’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait CASA uçağı havalandı. Kalkıştan 25 dakika sonra, 13.15’te, kumanda arızası baş gösterdi. Uçağı kullanan Kara Pilot Yüzbaşı Yılmaz Tekgül, en yakındaki Malatya Erhaç Hava Üssü ile irtibat kurdu. Acil iniş izni istedi. 5 bin 600 metrede saatte 444 kilometre hızla uçuyorlardı. Havaalanına 3 kilometre kala uçak kontrolden çıktı. Sol kanadının üzerinde dönerek, dikine doğru düşüyordu. Akçadağ ilçesinin Gülyurdu ve Yağmurlu köyleri arasında tarlaların olduğu mevkidelerdi. İki evin üzerine doğru düşüyorlardı. Pilot Tekgül, son bir hamle yaptı, uzaklaşarak evde yaşayanların hayatını kurtardı. Ancak bu, uçaktakilerin kaderini değiştiremedi.
1 binbaşı, 3 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 16 astsubay, 1 uzman çavuş, 10 er uçağın yere çarpmasıyla şehit oldu. Ölümden beteri var derler ya... Uçağın yakıt depoları tam doluydu. Kaza anında infilak etti. Üstüne uçakta bulunan askeri mühimmatlar da patladı.
9 tabuta sığan 34 can
Cehennem, ortaya çıkan görüntünün yanında sıradan bir hayal olabilir mi?
Olay yerine ilk olarak köylüler gitti. İsmail Ertaş gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor: “Her tarafta ceset parçaları ve çok sayıda parçalanmış silah vardı.” Dönemin Akçadağ Belediye Başkanı Haydar Karaaslan da “Geldiğimizde her şey bitmişti, et parçaları sağa sola yayılmıştı” dedi. Gördüğü manzara karşısında fenalaşanlar oldu.
Köylülerden sonra ilk gelenler şehitlerin Özel Kuvvetler’deki silah arkadaşlarıydı. “Bir umut” demişlerdi ama ortada kurtarılacak hiçbir şey yoktu. Ağaç dallarından arkadaşlarının parçalarını topladılar. 500 metrekare alana yayılan 34 insandan arta kalanlar 9 tabutu doldurabildi. Ankara’da yapılabildiği kadar birlikte ölüme giden bedenler birbirinden ayrıldı. 34 şehit tabutlarından çıkarılamadan ayrı ayrı toprağa verildi.
Son kez dünyaya baktıkları ıssız tarlanın sahibi Şeyho Ertaş, bu olayın unutulmaması için kanla sulanan araziyi bağışladı. Devlet imkânlarıyla kıt kanaat bir anıt dikildi. Her yıl kazanın yıldönümünde şehitlerin aileleri o anıtın başında buluşuyor. Az kişinin bildiği anıtın pek de başka ziyaretçisi yok.
Şehidin ağabeyinin son sözleri
Diyeceksiniz ki ateş düştüğü yerde kalmıştır.
Yok, “ne istediniz de vermedikçiler” o kadarla bırakmadı. Ne zaman bir CASA uçağı arızalansa kazanın hatırlanmasını kastetmiyorum. Mesele daha başka.
Kumpaslar döneminde kazanın hikâyesi iğdiş edildi durdu. Sorsanız şehitler konusunda çok hassaslar ya! Eski MİT’çi Mehmet Eymür’e uçaktaki askerlerin suikastlar düzenleyen ekip olduğu da söyletildi. Ergenekon’da TSK’ye karşı gizli tanık yapılan PKK yöneticisi Şemdin Sakık’ın ağzından uçakta Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın olduğu da anlattırıldı.
İşte şehidini bile sırtlan sürülerine boğduran yılların bir tanığı vardı: Düşen uçakta 29 yaşında şehit olan Çankırılı Üsteğmen Yılmaz Gülhan’ın ondan sadece iki yaş büyük ağabeyi Hasan Gülhan.
İki kardeş birlikte büyümüşlerdi. Biri asker öbürü polis olmuştu. Hasan Gülhan, her yıl ölüm yıldönümünde kaza yerine giderek andığı kardeşinin mirasını polis olarak taşıyordu. Son olarak Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Daire Başkanı Turgut Aslan’ın korumalığını yapıyordu. 2 çocuğu vardı. Aslan’ın yönettiği şubenin FETÖ raporu, Turgut Aslan’ı 15 Temmuz’dan önce örgütün hedefi yapmıştı.
Gülhan, darbe gecesi, Aslan ile birlikte Ankara Atlı Spor Kulübü’nde akşam yemeğindeydi. Haberi alınca Jandarma Genel Komutanlığı’na olayları durdurmak için gittiler. Konuşup ikna etmek istiyorlardı. Önce içeri alınmadılar. Ancak içerdekiler Turgut Aslan’ın ismini duyunca “gelin” dediler. İçeri girdikten sonra silahlarına el kondu. Gözleri bağlandı. Bileklerine plastik kelepçe takıldı. Aslan, “Yaptığınız yanlış, biz buraya konuşmaya geldik” diye uyardı ama nafile. Sabaha kadar bu şekilde bekletildiler. Darbe başarısız olunca sabah 05.59’da bulundukları salondan çıkarıldılar. “Saygı/ hazır kıta nöbetçileri odasına” götürüldüklerinde saat 06.03’tü. Dizlerinin üzerine çöktürüldüler.
Darbeyi yönetenler arasında yıllar önce şehit olan Yılmaz Gülhan ile aynı devreden olan birçok komutan vardı. Ağabey Hasan Gülhan, nereye götürüldüğünü anlayınca onların vicdanına seslendi. “Ben şehit kardeşiyim” dedi. Ancak dinlemediler. Silahsız, elleri ve gözleri bağlı Turgut Aslan ve Hasan Gülhan’ın kafalarına silahlarındaki mermileri boşalttılar. Turgut Aslan, yaşama tutundu, 5 ay yoğun bakımda kaldı ve hayata döndü. Hasan Gülhan ise vurulduğu yerde hayatını kaybetti. Kardeşinin yanına, Çankırı Eldivan’daki şehitliğe gömüldü. İki kardeş 15 yıl aranın ardından aynı mezarda buluştu.
Bu seferki anıtın hikâyesi değişik.
Hükümet, İstanbul’da Boğaz Köprüsü’nün girişine, 15 Temmuz’da hayatını kaybedenler hatırlansın diye bir şehitler anıtı yaptırdı.
Anıtın mermerleri Çobanlar Mermer AŞ’den alındı. Şirketin sahibi eski Muğla Sanayici ve İşadamları Derneği (MUSİD) Başkanı Sami Çoban’dı. Çoban kim miydi? FETÖ’den tutuklanan ardından itirafçı olan işadamı. Çoban, verdiği ifadede MUSİD için “Ben başkan görünüyordum ancak yönetimin idaresi tamamen imamlardan oluşuyordu, dernek tamamen örgütün güdümündeydi” demişti.
Halkın bağışladığı araziye 15 yıl önce yapılan anıt ile “Fethullahçılarla aynı menzile yürüyorduk” diyenlerin planladığı arasında her açıdan fark vardı.
İki kardeş, iki insan, iki şehit, iki anıt.
Şehitliğin anısını, onun edebiyatını sevenlere bırakmadığımız gün, belki de bir daha 15 Temmuz’lar olmayacak.
Barış TERKOĞLU, 16 Temmuz 2020