NATO’yu Savunmak Türk Ordusuna ve Türk Ulusuna Yapılan Saldırıya Ortak Olmaktır
Seçim sürecinin başlamasıyla, siyasi yaklaşımların turnusol kâğıdı işlevini gören, NATO’ya, ABD’ye yani genel olarak Batı emperyalizmine yaklaşım ve Kürtçü bölücülüğe dönük bakış açısı partiler nezdinde, farklı ve aynı renkleri ortaya koyuyor. Bu süre zarfında, ABD’nin sahaya sürdüğü yeni adlar ve yeni yüzlerin NATO’ya yaptığı güzellemeler, geçmişten günümüze NATO’nun ve ABD’nin Türkiye’ye dönük gerçekleştirdiği açık – örtülü operasyonları, yeniden değerlendirmemize neden oldu. 90’larda yaşayan bizim kuşağımız, bu operasyonlara, dönemi itibariyle tanık oldu. Ancak özellikle genç arkadaşlar için, Batı’nın Türkiye’yi hedef alan operasyonlarını ana hatlarıyla ortaya koymakta fayda var diye düşünüyorum. 1992 yılından itibaren, kısa başlıklarla incelediğim konular, genç arkadaşlar için bilinmesi gerekeni ortaya koyduğu kadar, 80 ve 90’larda o dönemi yaşayan bizim kuşağımız için de bir hatırlatma niteliği taşımaktadır.
“Geminizi Vurduk Özür Dileriz”
Yıl 1992… Ege Denizi'nde gerçekleştirilen NATO Kararlılık Gösterisi-92 Tatbikatı sırasında USS Saratoga (CV-60) uçak gemisinden atılan 2 Sea Sparrow füzesi Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait Muavenet Zırhlısına isabet eder.
Bu olayda gemi komutanı Kurmay Yarbay Levent Kudret Güngör, Uçaksavar Yardımcı Subayı Teğmen Alper Tunga Akan, Telsiz Astsubayı Serkan Aktepe, İkmal Çavuşu Mustafa Kılıç ve Er Recep Atak hayatını şehit oldu, 22 asker de yaralandı. Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Lawrence Eagleburger haberi Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir'e "Geminizi batırdık özür dileriz" ifadesiyle iletti.
Yıl 1993. J.Gn. Komutanı Org. Eşref Bitlis Irak’ın kuzeyinde konuşlanan ABD’ye bağlı Çekiç Güç kuvvetlerinin Türkiye’den ayrılması gerektiğini, ABD’nin aynı bölgede oluşturmaya çalıştığı Uydu Kürt Devleti’nin, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edeceğini açıktan belirten komutanlardandı. Hatta bu açıktan tavrı dolayısıyla, dönemin hükümetine ABD tarafından birkaç kez şikâyet edildiği bile söyleniyor. Eşref Bitlis Paşa dönemin Cumhurbaşkanına yazdığı bir mektupta "Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Âliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz." diyordu.
Eşref Bitlis Paşa 7 Şubat 1993 tarihinde İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçaklarının, PKK'ya yardım dağıttığı, açıklamasını yaptı. Bu açıklamadan 10 gün sonra 17 Şubat 1993 tarihinde içinde bulunduğu Beechcraft B200 King Air tipi uçağın düşürülmesi sonucu Eşref Bitlis ve beraberindeki emir subayı Albay Fahir Işık, uçağı kullanan Binbaşı Fahir Eliyar, Yüzbaşı Tuğrul Sezginler ve teknisyen Astsubay Başçavuş Emin Öner şehit oldular.
1995… Irak’a yönelik, ABD’nin 1991’de başlattığı Körfez Harekâtından sonra, “Güvenlikli Alan” olarak ilan ettiği Irak’ın kuzeyinde bölücü terör örgütüne geniş bir manevra alanı sağlanır. Bölücü terör örgütü, bu bölgeyi Türkiye’ye karşı “Cephe Gerisi” olarak kullanmaya başlar. Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyine operasyon hazırlığı yapmakta olduğu süreçte, İstanbul Gazi Mahallesi’nde mezhep çatışması çıkarmaya dönük bir kışkırtma gerçekleştirilir. Bir Alevi dedesinin öldürülmesi ile başlayan olaylar, kısa zamanda polis ve Gazi Mahallesi’nde yaşayanlar arasında çatışmalara neden olur. Çatışmalara kimi sol terör örgütlerinin dâhil olmasıyla olaylar büyür. Üç gün süren çatışmalar, 1.Ordu Komutanlığı’nın devreye girmesiyle son erer. ABD’nin “Güvenli Alan” ilan ederek bölücü terör örgütünü himaye ettiği bölgeye, TSK’nın operasyon hazırlığı yaptığı bir sırada bu çatışmaların gerçekleşmesi, olayların bir tesadüf olmadığını gösteriyor.
Her şeye rağmen operasyon, 21 Mart 1995’te Hasan Kundakçı komutanlığında gerçekleştirilir. Operasyondan sonra, ABD bölgede himaye ettiği ajanların çoğunu Irak’ın dışında çıkarır. ABD’nin önde gelen gazeteleri için “TSK hizadan çıktı” değerlendirmesi yapılır. ( ABD’nin Türkiye’ye dönük genel operasyonları için “Türk – Amerikan Savaşı ve 15 Temmuz “ adlı ikinci kitabımı öneririm)
1996… ABD / CİA “Ilımlı İslam Projesi”ni başlattı. Türkiye uzmanı CIA ajanı Graham Fuller ve Paul Henze 'Balkanlar'dan Batı Çin’e: TÜRKİYE’NİN YENİ JEOPOLİTİK KONUMU' raporunda. "Avrupa ve ABD için stratejik önemi gittikçe artan, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'da Türkiye kesişme noktasındadır. Hem Türkiye'de hem de Afrika, Ortadoğu, Asya ve Balkanlarda kılcal damarları olan Fethullah Gülen önemli bir obje olarak kullanılmalıdır". ifadelerine yer veriliyordu.
1997… Türk Silahlı Kuvvetleri, irticai(gerici) faaliyetleri temel tehdit kapsamlarından biri arasına alır… ABD’nin Irak’ın kuzeyinde bir Uydu Kürt Devleti kurarak Türkiye’yi kuşatma planını 1995’te bozan TSK, irtica tanımlamasını yaparken de, “Batı destekli İrtica” ifadesini kullanır. 28 Şubat 1997’de alınan MGK toplantısı sonucu alınan kararlarda,
“- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.
- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’ dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.” şeklinde net bir kararlılık beyan edilmektedir.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org.İ. Hakkı Karadayı yaptığı açıklamada “Önlem alınmazsa Batı destekli irtica devlet kurumlarını ele geçirecektir. “ uyarısını,
15 Temmuz İç Savaş ve İşgal girişiminden 18 yıl önce yapmıştı…
1998… Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu "açık bir dille" belirterek Washington ziyaretini iptal etti. Org. Kıvrıkoğlu, NATO döneminde "ABD'yi ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı" olarak tarihe geçti. Kıvrıkoğlu 2002 yılında katıldığı son MGK toplantısında, Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt Devletinin savaş nedeni sayılacağını açık bir biçimde ifade etti.
1999 – 2001… İktidarda yer alan dönemin hükümeti, TSK’nın, ABD’yi işaret ederek bölge devletleri için tehdit olduğu tespitini yaptığı dönemden sonra, ABD hedeflediği Irak işgalini ve Irak’ın kuzeyinde bir Uydu Kürt Devleti kurma planını bir türlü gerçekleştiremedi. 2001 yılında çıkan mali krizin ardından adeta “sömürge valisi” olarak Türkiye’ye ABD’den atanan Kemal Derviş, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı oldu. Kemal Derviş’in gelmesi, dış merkezli ekonomik operasyonun “yerinden yönetilmesini” sağladı ve yaşanan mali kriz derinleşti. Bu mali operasyon, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcına dair emareleri de ortaya koyuyordu.
3 Kasım 2002… ABD’nin mali operasyonundan sonra, yapılan genel seçimler sonucu, 1990’larda ABD ve CIA’nin bölge devletlerine yönelik proje olarak geliştirdiği “Ilımlı İslam” modelini esas alan parti iktidara geldi.
2003… ABD, Büyük Ortadoğu Projesi kapmasında, Irak’ı işgal etmeye yönelik “Irak’a kuzeyden Türkiye üzerinden cephe açma” planı, yapılan tezkere oylaması sonucu TBMM’den geri döndü. ABD’nin misillemesi gecikmedi. Aynı yıl 4 Temmuz’da ABD Kara Kuvvetleri’ne bağlı 173’üncü Hava İndirme Tugayı askerleri, Kuzey Irak Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yaptıkları baskın sonucu 3’ü subay 8’i astsubay 11 Türk askerlerini esir aldı.
2003’te başlatılan “Çözüm ve Açılım” süreciyle, bölücü terör örgütünün “meşru – siyasal zemine çekilmesi” sağlanırken, aynı dönem içerisinde 2014’e kadar devam edecek olan ve TSK’yı hedef alan “Ergenekon ve Balyoz” kumpasları dönemi yaşandı.
TSK’nın Hedef Alınması ve ABD’nin Ortadoğu Planları
ABD’nin Irak’ı işgal etme sürecinden sonra, “Arap Baharı” adı altında NATO’nun Mısır, Libya, Tunus’u hedef alan iç savaş – işgal planları gerçekleştirilir. Aynı dönemde, 2011’de, Suriye’yi hedef alan dış destekli iç çatışmalar sonucu NATO standartlarında silahlandırılan bölücü terör örgütü, Suriye’nin kuzeyinde geniş bir alan hâkimiyeti sağlar. Bölücü terör örgütü ve örgütün legal uzantısı, Suriye’de elde ettiği destek ve deneyime güvenerek Güneydoğu’nun bazı bölgelerinde “Özerklik” ilan eder. Bunun karşısında Türkiye, 2014 – 2016 arasında meskûn mahalleri kapsayan operasyonlara başlar. TSK’nın önceliğiyle başlayan operasyonlardan en çok rahatsız olan devlet ABD’dir. ABD bu rahatsızlığını her kanaldan (konsolosluk, büyükelçilikler, önde gelen gazeteler aracılığıyla ) belirtir. Türkiye’nin denetimden çıkmak üzere olduğunu tespit eden ABD, bugüne kadar görülmeyen alçak bir planı devreye sokar… Hedefinde yine TSK’nın olduğu, ancak Ergenekon ve Balyoz kumpasları sonucu tasfiye edilen Atatürkçü – milliyetçi komutanların yerine geçerek TSK’ya sızan ve bir casusluk örgütü olan FETÖ’ye bağlı teröristler, Orduyu ve özellikle Polis Özel Harekât Daire Başkanlığı’nı hedef alan bir saldırı başlatır. Saldırı yine Türk Ordusu içerisindeki vatansever subaylar ve askerler ve halkın girişime destek vermemesi sonucu kısa sürede bastırılır. Ancak toplumda yaşanan sendromun sonuçları zamanla ortaya çıktı / çıkıyor.
15 Temmuz’dan Sonra Bölge Devletlerine Yaklaşma: Bir Eksen Kayması mı?
2016 yılında 15 Temmuz İç Savaş ve İşgal girişiminin yaşanması ve bu girişimin merkezinin ABD olduğunun net olarak tespit edilmesinden sonra, Türkiye, sürecin de dayatmasıyla bölge devletleri ile yakınlaşır.
15 Temmuz 2016’dan 2018’e Türkiye, bölge devletlerinin olurunu da alarak Suriye’de Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı adlarıyla, ABD destekli IŞİD ve PYD / PKK terör örgütlerine karşı iki temel askeri harekât icra eder. Afrin’de sürdürülen Zeytin Dalı Harekâtı 20 Mayıs 2018 itibariyle, zaman zaman aktif olmak üzere devam ediyor.
Seçim Süreci ve Siyasi Partilerin ABD ve NATO’ya Yaklaşımı
Ancak, ABD’nin Türkiye’ye karşı bütün açık – örtülü operasyonlarına, Türkiye’yi çevre ülkelerden kuşatmasına, milli güvenliğimizi için temel tehdit olan bölücü / irticai faaliyetlere destek vermesine rağmen, Türkiye’deki politik iktidar Atlantik cephesinden gerekli kopuşu gerçekleştirmemiştir.
Batı’ya bağımlı toplumsal sistemin yapısal bunalımı, hemen her dönem yaşanan siyasi – iktisadi krizlerin ve yönetememe krizinin temel nedenidir. Çözüm modeli ve planı, mevcut sistem partileri eliyle gerçekleşmediği zaman, her dönem olduğu gibi bir seçim kararı alındı. Batı, tabandan gelecek ve gerçek seçeneği ortaya koyacak muhalefeti engellemek ve kendisine yedeklemek için, yine kendi aktörlerini devreye soktu. Sahada faaliyet sürdüren temel aktörlerin renkleri ve adları farklı… “Ilımlı İslamcı”, “Sosyal Demokrat” partiler, Sivas katliamından tanıdığımız “muhafazakâr İslamcı” parti ve bunların yanında ABD ve Batı’nın yeni gözdesi liberal – sağ parti…
Yukarıda tarih tarih aktardığımız bütün açık – örtülü operasyonlara, ABD ve NATO’nun on yıllardır, Türkiye ve Türk ulusuna karşı ortaya koyduğu açık düşmanca tavırlara rağmen, bu farklı renk ve tondaki partilerin söylemleri bu seçim sürecinde de değişmedi.
- Anadilde eğitim (Kürtçe eğitimden bahsediliyor)
- Bölücü terör örgütünün legal uzantısı olan parti liderinin serbest bırakılması
- NATO olmadan bir dünyanın mümkün olmadığı
- Küresel sisteme uyumlu olunması
- Bölge devletlerine düşmanlık
- Yabancı sermayenin denetimin sağlanması sistemin denetiminde olan partilerin temel çıkış noktası.
Sanki on yıllardır Türkiye’ye dönük operasyonları uzayda kurulu olan bir devlet gerçekleştirmiş gibi, Batı’ya, ABD’ye, NATO’ya sadakat yeminleri edercesine bir propaganda mekanizması kurulmuş; iktidarı ile muhalefeti ile bütün denetimli partiler aynı söylemde bulunuyor.
Halk, partiler aracılığıyla yüzdelik dilimler halinde, küçük parçalara bölünürken, Batı emperyalizmi ile Türk ulusu arasındaki temel çelişli ve çatışma manipüle ediliyor. Tek kurtuluş çaresi ve adresi olarak halka “Oy ve Sandık” çıkmazını gösterenler, kendi statükolarını sarsacak, partiler üstü çözüm önerisi getirenleri “politika yapmamakla” suçluyor.
“Peki, kime oy vereceğiz.” seçeneksiz önerisinin halka dolaylı olarak dayatıldığı bu günler için bakınız Atatürk ne diyor:
"Osmanlı yurtseverliğini savunan Müdafaa-i Hukuk hareketi, İstanbul hükümetince ittihatçılıkla, bolşeviklikle, saltanata ve hilâfete isyankârlıkla, Cumhuriyetçilikle, asilikle suçlandırılmıştır. Yukarıda da vurguladığımız gibi ülkenin içinde bulunduğu somut koşulların bir ürünü olan Müdafaa-i Hukuk hareketinin bu suçlamalarla herhangi bir ilgisi yoktu.
Müdafaa-i Hukukçular, geçen dönemin aktif siyasal güçleriyle organik bir ilişki içine girmekten kaçınmışlardır. Rauf Beyin de vurguladığı gibi “Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin amacı halkı birleştirmek, bütünleştirmekti”.
Bu nedenle de ayrılmalarına yol açacak olan “Fırkacılık’a” karşı idiler. Nitekim Sivas Kongresi’nde Fırkacılıkla ilgili uzun tartışmalardan sonra, “meclis-i millî” toplanıncaya kadar geleneksel ittihatçı yörüngesinde gelişen siyasetten uzak durularak, halkın birliğini bütünlüğünü sağlamanın zorunluluğu benimsenmiş ve 5 Eylül 1919’da “İttihat ve Terakki Cemiyetini yeniden canlandırmaya çalışmayacaklarına, mevcut siyasî partilerden hiçbirinin siyasî amaçlarına “hadim” olmayacaklarına ilişkin yemin şeklini benimsemişlerdir."
Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanaktan, Ankara, 1969
Mithat AKAR