23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Meclis, Türk milletinin egemenliğini temsilcileri vasıtası ile kullanmasına yönelik en önemli adımdır ve Türk bağımsızlık savaşı tamamı ile bu meclisin üstün çaba ve fedakarlığı sayesinde kazanılan bir zaferdir.
Bir toplum için egemenlik ve kim ya da kimler o toplumda egemen olacak meselesi çözülmesi gereken en önemli sorundur.
Egemenliğin tek bir kişide olduğu mutlaki monarşiler ya da hanedanların iktidarı bin yıllar boyunca hemen hemen tüm yerkürede hakim düzendi. Bu hanedanlar toprakların ve topraklar üzerinde yaşayan tüm insanların da tek sahibiydi. İnsanların kaderi tek bir adamın iki dudağı arasından çıkacak söze, karara bağlıydı; öl dediğinde ölüyorlar, ver dediğinde veriyorlardı. Gerçekte halkın tarladaki ekini, ahırdaki malı, dam altındaki oğlu ya da kızı; hükümdarların malıydı, kuluydu ve kölesiydi.
Hanedanların kaba kuvvete dayanan silahlı güçleri sayesinde kurdukları, ben asil kandan geliyorum ve beni tanrı seçti gibi iki temel gerekçe ile legalize ettikleri, halklara dayattıkları, insanları kullaştıran ve köleleştiren bu haksız düzen milli egemenlik kavramının iktidara gelmesi ile son bulmuştu.
Egemen olan güç, egemen olduğu toplum ve coğrafyada tüm kuralları koyar, hakkın hukukun sınırlarını belirler, üretimi ve bölüşümü düzenlerdi. Tarih boyunca egemen olan hanedanlar bu gücü daima kendi lehlerine kullanırdı. Bölüşümden en büyük payı kendi alıp bir kısmını da kendisini destekleyen asker, sivil bürokrasi ve din adamlarına dağıtırdı. Üretimin tüm zahmeti ve eziyeti sıradan halkın sırtına yüklenmekteydi. Halk boğaz tokluğuna çalışıp, yok yoksul, yoksun yaşamaktaydı. Hanedanların egemen olduğu düzen, bölüşümde adaletsizliğin zirvede olduğu bir çağdır. Bu çağda egemenler saraylarda, köşklerde yaşıyorlardı, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındaydı. Egemenler ipekler içinde yaşar, mücevherlerle donanırken; yoksul halk tarlada tabanda, güneşin altında, çuvaldan beter giysilerle ter ,kan ve gözyaşı dökerdi. Ünvanlarının sultan, imparator, kral, padişah ya da çar olması fark etmez bu çağ firavunların çağıydı.
Egemenliğin milletler tarafından hanedanların elinden sökülüp alınması ve milletin seçtiği temsilcilerin eliyle kullanılması bu firavun düzenine son veren en büyük devrimdir.
Halkın, halk için, kendi seçtiği temsilcilerin eliyle yönetilmesi, kanun ve kararların bu temsilciler tarafından alınması ve bağımsız yargı tarafından halk adına denetlenmesi düzeninin adı Cumhuriyettir.
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan meclis Türk Milleti için bu yönde atılmış en büyük adımdır ve bu adım 29 Ekim 1923’de ilan edilen cumhuriyet ile taçlandırılmış ve kurumsallaştırılmıştır.
Türk milleti bu iki günün değerini ve önemini çok iyi idrak etmelidir. Bu günlerin kazanımlarını daim kılmak için her türlü savaşı ve mücadeleyi vermelidir.
Milli egemenlik sadece siyasi ve hukuki bir kavram değildir. Aynı zamanda bölüşüm ve üretimin kurallarını belirleme hakkını da tamamıyla millete veren iktisadi bir haktır. Bu hak sayesinde başta vergi salma ve bütçe yapma hakkı gibi çok önemli iktisadi haklar bir ailenin tekelinden alınmış, milletin kendi iradesi ve kararına bırakılmıştır.
Türk milleti bundan tam yüz yıl önce Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kaderinin gidişatına el koymuş, milli egemenliğine sahip çıkmış, hanedan tarafından yüzyıllardır gasp edilmiş egemenlik hakkını söküp almış, kendi kararlarını kendi vermeye başlamıştı. Türk Milletinin egemenliğine kavuşması ve kendi kaderini belirlemesi sayesinde yüzyıllardır süren yenilgi, gerileme ve çöküş dönemine son verilebilmişti. Hasta adam olarak nitelenen bir millet bağımsızlık savaşını kazanmış, hem egemenliğine el koymuş bir ailenin tahakkümünden ve hem de yurdunu işgal eden emperyalist güçlerden kurtulabilmişti.
Unutmayınız, unutturmayınız 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan meclis Türk insanını egemenlerin kulu,kölesi, tebaası olmaktan kurtarmıştır. Bu sayede Türk insanı vatandaş olma hakkını kazanmış ve kendi kaderiyle ilgili iktisadi, siyasi, hukuki kararları alma hakkına sahip, özgür birey haline gelmiştir.