30 Ağustos ve genel manzara
19 Mayıs 1919, emperyalist ülkelerin işgaline ve hegemonya kurma çabalarına karşı Kurtuluş Savaşı’nın başladığı tarihtir. 30 Ağustos 1922, bu savaşın zaferle sonuçlandığı tarihtir. Bu mücadelenin öncüsü ve lideri, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, vatanı işgal kuvvetlerinden kurtardıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kişidir.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlamaktan kaçanlar veya zorla kutlayanlar veya bu kutlama sırasında Atatürk’ü yok sayanlar, vatana ihanet edenlerdir. 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi vatanın var oluş sürecini belirleyen temel tarihi günleri ve o tarihi yazan Atatürk’ü yok saymak, vatan hainliğinden başka bir şey değildir.
Bunlar vatanın da vatandaşlığın da ne olduğunu bilmezler. Bunlar için vatan sadece, ümmetçi ve dinci bir zihniyetle işgal edilip talan edilmesi gereken bir coğrafya parçasıdır. Emperyalizmin ülke içindeki uzantıları olan bu odaklar, vatanı vatan yapan tüm unsurları ortadan kaldırmayı kendilerine misyon edinmişlerdir.
Bunun ilk adımı, önce siyasetin yetki organlarına, daha sonra da devlet kadrolarına, ağırlıklı olarak dinci vatan hainlerini yerleştirmek olmuştur. Böylece siyaset ve bürokrasi, halka ve ulusa hizmet aracı olmaktan çıkıp emperyalizme hizmet eden teokratik bir otorite aygıtına dönüşmüştür.
Sonraki adım, anayasal düzeni ortadan kaldırmak olmuştur. Bu çerçevede, laiklik; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; yargı bağımsızlığı; düşünce, ifade, basın, yayın, örgütlenme özgürlüğü ve serbest seçimler ile ilgili anayasada yer alan maddeler fiilen ortadan kaldırılmıştır, anayasadaki 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 67., 68., 69., 138. ve 148. maddeler, kâğıt üzerinde kalmıştır.
Buna paralel atılan adımlardan birisi de, halkı cehalete sürüklemek olmuştur. İmam hatip okulu, Kuran kursu, ilahiyat fakültesi enflasyonu ve “4+4+4” eğitim sistemi, eğitimin dinselleşmesinin, bilimsel ve laik eğitim sisteminden uzaklaşılmasının, halkın cahil bırakılmasının yolunu açmıştır.
Bunlarla birlikte atılan adımlardan birisi de, iç ve dış güçlere karşı bir ülkenin güvenliğinin sağlanmasında birinci derecede önemli olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ele geçirilip parçalanması olmuştur. Vatanın, milletin ve devletin ordusu yerine, hükümetin, belli bir siyasi partinin ve belli bir siyasi görüşün ordusu kurularak, ülke genelindeki kurumlara dayatılan kutuplaşma, parçalanma ve bölünme, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de uygulanmıştır. Bu uygulama 15 Temmuz darbe girişiminden önce Fethullah Gülen’e bağlı çeteler üzerinden gerçekleşmiştir, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da, farklı aktörler üzerinden devam etmiştir.
15 Temmuz 2016’dan sonra, harp okullarının “Milli Savunma Üniversitesi”ne bağlanması ve askerin eğitiminde kara, deniz ve hava komutanlıklarının büyük ölçüde devre dışı bırakılması; Genelkurmay Başkanı’nın bazı yetkilerinin Milli Savunma Bakanı’na devredilmesi; imam hatip mezunlarına da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kapılarının açılması; askeri şûralarda, liyakate, yeteneğe ve beceriye göre değil, AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına bağlılığa göre, feodal ölçütler üzerinden, terfi ve emeklilik işlemlerinin gerçekleşmesi, TSK’yi bölüp parçalama operasyonunun bir parçasıdır.
Ülkenin kurtarıcısıyla ve kurucusuyla kavgalı olan bir şahsın ve siyasi partinin iktidarda olduğu bir ülkeyi, emperyalizmin bölüp parçalaması dünyanın en kolay işidir. Bunun için dış güçlerin özel olarak fazla bir şey yapmasına gerek yoktur. Dışarıdan işgal edilemeyen bir ülkeyi içeriden işgal etmek, modern emperyalizmin yöntemlerinden birisidir.
CIA ve Pentagon destekli Fethullah Gülen çetesi 15 Temmuz 2016’da darbeyi gerçekleştirebilmiş olsaydı Türkiye’de yaşanacak olanlar, iç politika bağlamında, ana hatlarıyla, zaten yaşanmaktadır. Askeri darbenin yapamadığını, sivil darbeciler adım adım uygulamaktadır.
Örsan Kunter ÖYMEN, 2 Eylül 2019