[ Önsöz ]
Yazımıza başlamadan önce iki hususu belirtelim...
1- Tarih 10 Kasım 2010. Atanın vuslata erişinden bu yana tam 72 yıl geçmiş. Atanın huzuruna çıkmanın haklı gururunu yaşamak isterdik; ancak buna yüzümüz bulunmamaktadır. Başımız önümüze eğiktir, söyleyecek sözümüz dahi yoktur onların yaptıkları, bizim ise yapamadıklarımız adına... Gözlerimizin yaşlı olması bizi asla haklı çıkarmayacaktır. İlahi huzurda bir araya gelindiğinde dahi yüzlerine nasıl bakılacaktır onu düşünmekteyiz...
Hepsinden rabbimiz razı olsun. Onlara layık olamadık belki; ama en azından şerefimizle bu topraklarda ölmek için söz veriyoruz tüm benliğimiz adına...
2- Yazının imlâ kontrolü tarafımızca yapılmıştır; ancak gözden kaçan hatalar mevcut ise geri bildirim yapılmasını önemle rica ediyoruz.
[ Ana Yazı ]
Köreltilen Toplum, Köreltilen Askeri Dehalar ve Sonuç: Tüm Unsurlarıyla Üzerinde Yaşadığı Toprağın Hakkını Veremeyen Bir Devlet!
Kimisi daha çocuktu, kimisi yaşlı, kimisi yorgun (yaralı), kimisi de ana... Ama hepsi de cepheye inançla koşmuştu. O zamanlarda savaş toplaydı, tüfekleydi, bilek gücüyleydi, iman gücüyleydi... Sonunda bir zafer kazanılmıştı ve bu haktı; çünkü hak edilen bir mücadele verilmişti. Kazanılan zaferlerle elde edilen başarılar her alanda daha da ileriye götürülmesi gerekirken ve bu o toprakların üzerinde yaşayanların bir borcu iken, bugünkü tabloya bakıldığında gözle görülür bir geri gidiş açıkça görülmektedir. Bırakın yetişkinleri, aklı başında olan bir gencin bile artık "Neden?" sorusu üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Zaman bunu istemektedir artık...
Bakınız, bizler toplum olarak askeri yeteneklerin ağır bastığı bir soydan geliyoruz ve haliyle yapımızda bu özellik bulunmaktadır. Osman Bey'den tutun da, Fatih'e, Kanuni'ye, Abdülhamit'e, Mustafa Kemal'e, v.b. hep bu askeri dehanın bir yansıması olarak onlar tarih sahnesine çıkmışlar ve devlet kurarak, devletin yanan ateşini daha da canlandırarak soyumuzu devam ettirmişlerdir. Hepsi de Türk'ün gücünün farkında olmuştur. Sadece savaşlarla değil, sosyal alanda da bunu destekleyici adımlar atmışlardır. Dönemin şairleri özellikle edebi eserlerinde Türk'ün farklı olduğunu, Tanrı tarafından adeta korunduğunu düşündürerek toplumun kendisini tanımasına yardımcı olmuşlardır. Yine ilim adamları çeşitli buluşlar yaparak dünyaya hizmet etmişlerdir. Kuşkusuz onların da buralara gelinmesinde çok büyük payları bulunmaktadır. Rabbimiz onlardan da razı olsun...
Son (Şu an için öyle olduğu için son denmiştir.) askeri dehamız -Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nın başkanı değerli hocamız Sn. Prof. Dr. Turan Yazgan'ın tabiriyle son derece iyi yetişmiş bir toplum mühendisi olan askeri dehamız- Atatürk, her alanda yaptığı çalışmalarla milletinin her bir bireyine kim olduklarını, nereden geldiklerini ve nasıl yaşamaları gerektiğini açıkça göstermiştir. Kendisi Türklük şuurunu çok iyi idrak etmiştir. Bunu halkının yüreğine de nakşetmek için konuyla ilgili birçok söz söylemiştir. Birkaç örnek verecek olursak:
"Dünya yüzünde, Türk'ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir."
"Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."
"Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.
Bu sözler ve daha nicesi, Türk'ün askeri özelliğe sahip bir ırk olduğunu açıkça ortaya koymakla birlikte, bunun devlet kurmak ve yönetmede nasıl kullanılacağı da bizzatihi yaşanılan olaylarla topluma gösterilmiştir. Peki nasıl oluyor da askeri dehasını kaybeden bir millet, özünden örnekler alarak yoluna devam edemiyor?
Atanın ölümünden sonra toplum yapısı analiz edildiğinde, liderlik anlayışının kullanılarak toplumun yönlendirildiğini görüyoruz. Askeri dehadan çok siyasi alanda ön plâna çıkan şahsiyetlerin "lider" olarak adlandırılması ve topluma o şekilde kabul ettirilmesi oldukça dikkat çekicidir. (RTE'nin Osmanlı Padişahı ilan edilmesi gibi.) Dolayısıyla sahneye çıkan/çıkartılan isimlerin düşman ülkelerce cevherinin kendi lehlerine kullanılması sağlanarak toplum üzerinde operasyonlar yapılmıştır. Bugün gözünün önünde olan bitene hâlâ daha kayıtsız, sessiz kalabiliyorsa bir toplum; işte geçmişin yansımalarıdır bunlar. Çok iyi bilinmektedir ki devletler milletleri ile var olurlar. Eğer onlar yönlendirilirse, devlet de yönlendirilmiş olacaktır.
Bugün kimi kesim geçmişin etkisinde kalmış, özünü unutmuş ve adeta bakan kör olmuştur. Bu kesim derin bir uyku hali ile birlikte gelen akıl tutulması içindedir. Tamamiyle gösterilmek isteneni görmektedirler. Hipnoz edilmiş gibi diğer gelişmeler de görülür; ama sadece görülür o kadar! Bu kesimi istediğiniz şekilde yönlendirebilirsiniz, istediğiniz şekilde galeyana getirebilirsiniz. Peki yönlendirme nasıl olmaktadır?
1- Görsel medya: Özünde dış güçlerin finanse ettiği dolayısıyla maddi yönden sıkıntı çekmeyen; ancak milli bir yayın kuruluşu gibi yayın yapan, özel günlerde bayrak çeken, geçmişe dair duygu yüklü filmler yayınlayan, yeri geldiğinde sağlık programları yapan, yeri geldiğinde dini programlar yapan, sayısız dizileri ile milleti ekrana kilitleyen (Özellikle aşk konulu olanlarda, aşk tamamiyle aldatma üzerine kurulmaktadır! Son zamanlarda geçmişe yönelik sağ-sol çatışmalarını ele alan dizilerdeki artışa da dikkat edilmelidir!), iddia ile milleti futbola köle yapan, reklamlar ile kadını seks aracı olarak gösteren, tüketim toplumu olduğumuzu her fırsatta vurgulayan bir medya.
2- Yazılı medya: Yine özünde dış güçlerin finanse ettiği dolayısıyla maddi yönden sıkıntı çekmeyen; ancak sahip oldukları satılık kalemlerle milletin beynini yıkayan bir medya.
3- Kitap: Bu satılık kalemlerin fikirlerini daha çok kitleye ulaştırmak için kullandıkları araç.
4- Sanat Dünyası: Toplumu uyuşturma dünyası. Sanatçı diye sunulan namustan yoksun, adi kişiliklerin ön plâna çıkarılarak özellikle genç potansiyel hedeflenmiştir. Magazin programları, eğlence programları süslü, göze hoş gelen araçlardır. Şehvet duygusu ön plândadır.
Bugün kimi kesim ise ne döndüğünü zoraki yayın yapan, sesleri susturulmak istenen medya, kişiler aracılığı ile az çok bilmektedir. Asıl yük onların omzundadır. Kör kesimin gözünü açarak ne olursa olsun onları kucaklamak ve mücadeleye beraber girmek sorumluluğu hepsinin üstündedir. Peki bu sorumluluk ne derece gerçekleştirilmektedir? Bu kesim ne haldedir?
1- Belli bir olgunluk seviyesine gelen bilgili ve bilinçli kişiler düzenledikleri konferanslar, imza günleri, katıldıkları televizyon programları aracılığı ile bildiklerini halka anlatmakta ve kör kesimdeki at gözlüklerini çıkarıp atmaya çalışmaktadır.
2- Vatansever cephede görülen ve azınlıkta kalan birkaç milli partinin ve örgütlerinin il ve ilçelerde düzenledikleri etkinliklerle uyuyan beyinler, köreltilen beyinler yeniden kazanılmaya çalışılmaktadır.
3- Normal vatandaş olup olan biten hakkında yaptığı araştırmalar ve okuduğu kitaplarla bilgi sahibi olanlardan iletişimi güçlü olanlar olan biteni kendi imkânları ölçüsünde çevresine, tanıdıklarına anlatmaktadır. Bu sırada interneti de kullanmakta, forumlarda yazışmakta hatta facebook ile sürekli paylaşımlar yapmaktadırlar. Yeterli imkânı olmayan, eylemde değil sözde kalmak isteyenler ise net aracılığı ile oturdukları yerden paylaşımlarda bulunarak, forumlarda yazarak üzerindeki sorumluluğun hakkını vermeye çalışmaktadır.
Bilinçli kesimin bu tablosu incelendiğinde görülecektir ki plânlı bir strateji ne yazık ki yoktur. Neden toplumda ön plâna çıkan değerli vatansever insanlarımız bir araya gelip de bir konferans düzenlememektedir ya da bir etkinlikte buluşmamaktadır da her biri ayrı ayrı faaliyetlerde aynı birlik çağrısını yapmaktadır? Halk daha doğrusu bu bilinçli kesim içinde olanlar somut olarak da birliği görmek istemektedir. Sadece sözde kalmak yetmemektedir artık.
Partiler de keza öyledir. Neden bir araya gelme üzerine görüşmeler, fikir alışverişleri yapılmıyor? Neden hep meclis kürsüsünden aynı ve bilindik sözler çıkıyor; ama icraat göremiyoruz net olarak? Oturdukları koltuklardan kalkmak çok mu zor geliyor! Tüm teknolojik imkânlarla donatılan bir meclis ortamı, altlarında son model arabalar varken bu mudur onların hakkını vermek? Bu mudur geçmişin hakkını vermek?
Kendi imkânı ile bir şeyler yapma derdinde olan vatandaşların içinde bulunduğu durum da tam bir muammadır. Örneğin facebook hizmeti kullanan bilinçli bir vatansever sürekli uyanan kesimin gözünü açacak paylaşımlarda bulunmaktadır. Peki, bu kimlere ulaşmaktadır? Arkadaşlarına. Peki, arkadaşları kimlerden oluşmaktadır? Tabiki kendisi ile aynı görüşte, doğrultuda olan kişilerden. O zaman bu paylaşımlar amacına ulaşmış oluyor mu? Şöyle yapılsa daha iyi olmaz mı: Belli bir ad altında (Şahsi değil) hesap açılıp bu hesaba arkadaş olarak eklenebilecek ve özellikle bilinçsiz kesimden olan insanları ekleyerek bu paylaşımları onlara sunmak nasıl olur bir düşünelim. Yani mücadelede net ortamı elbette kullanılmalıdır; ama doğru olarak kullanılmalıdır. Arkadaşlarınca özellikle beğenilme amacına yönelik paylaşımlarda bulunmak, beğenilme amacına yönelik yazılar yazmak, v.b. neti, özele inersek facebook'u doğru kullanmak demek değildir...
Ayrıca güzel paylaşımların bir cd ya da harici bir kaynakta toplanarak vatandaşa dağıtılması da uygun olabilir. Neden bu düşünülmemektedir? İmkânı olan bilinçli kesim bunu gayet tabi yapabilir. Cemaatlere kapı kapı dolaşıp türlü bahanelerle yardım isteniyor! Yetmiyor ücretsiz olarak kitaplar dağıtılıyor! Bunlar olurken imkânı olan neden oturuyor ya hu? Nedir bu atalet?
Görüldüğü gibi toplum ikiye ayrılmış durumdadır. Bu kendiliğinden olan bir şey değildir. Yılların meyvesidir. Arkamızdan kıs kıs gülenlerin zaferidir işte bu! Milleti ve milletin oluşturduğu devleti ile bu topraklar ne yazık ki dönen oyunların merkezindedir ve istenildiği şekilde yönlendirilmektedir. Halk türlü tezgahlarla sindirilmiş, susturulmuş, geçim derdine düşürülmüş, düşünemez hale getirilmiştir. Bu halde olan halk ülkesini cevherini iyi analiz edemediği kanı bozuklara emanet etmiştir. Emanet edilenlerin gaflet, dalalet içinde olanlar olması şaşırtıcı bir durum değildir; çünkü siz nasılsanız, öyle de yönetilirsiniz!
[ Sonuç ]
Açık ve net bir şekilde görülmelidir ki zaferin gelebilmesi için iki kesimin de ortak bir paydada birleşmesi gerekmektedir. Bu, bilinçli kesime yüklenmiş bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Hareket noktası, geçmişimiz olmalıdır. Örnek alınacak bir geçmişimiz vardır ve bundan fazlasıyla yararlanılmalıdır. Geçmiş iyi analiz edilmeli; kritik noktalar üzerinde önemle durulmalıdır.
Bilinçli kesim ne yaptığını ve neye hizmet ettiğini bilerek hareket etmelidir. Tüm geçmişini (Yaptığı hatalar, ideolojik fikirler, saplantılar) geride bırakarak "Ben bu davada "gerçekten" varım!" diyerek, yürüdüğü yola inanmalıdır. Sarsılmaz bir inaçla çeşitli derneklere, partilere, v.b. üye olmalıdır. Sürekli bir iletişim halinde olunmalıdır. Elde edilen veriler, bilgiler evde eşe, çocuklara samimi bir şekilde anlatılmalı, mücadele ruhu aşılanmalıdır. Bu adımlar atıldığı takdirde ileride kurulması muhtemel bir birliktelik için temel atılmış olacak ve zorluk çekilmeyecektir.
Şu cümlelerle yazımızı noktalıyor, en derin saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz...
Sevgili Atam;
Devlet-i Ebed Müddet anlayışı içinde açtğın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğimize genç neferler ve deneyimli çınarlar olarak ant içtik! Ne olursa olsun bu yoldan dönmeyeceğiz. Bu yeminin bozulması ancak ve ancak bizlerin bu topraklarda şerefli bir şekilde ölmesi ile vuku bulacaktır.
Bizlere hakkınızı/haklarınızı helâl ediniz!
Selam olsun size/sizlere...
-----------------------------------------------------------
Bnb. Süleyman Askeri
10 Kasım 2010