A be Te Re Te! Aman Te Re Te!
A be Katerina, kuzum Katerina...
Rumca sözler bitince „abe , kuzum“ sözleri söylenince, ah,şarkıcı Türkçeye geçti bu da nesi? diyorum ve meraktan öyle taş kesiliyorum...
A be Katerina, kuzum Katerina...
Bir kilise içi veya manastır içi...Kirli taş duvarlar, sütunlar. Gölgeli yüksek duvarlar, oyuklar...
Bir siyah saçlı orta yaşlı kadın, yarı karanlık bir köşede, omuzu, göğsü açık, kollarına rengârenk tül pelerin dolanmış ipek giysili bir kadın, ağlamakla hıçkırmak arası bir sesle şarkı söylüyor.
Önce Rumca söylüyor bu şarkıyı, sonra Türkçe sözlere geçiyor...Sonra yine Rumca...
Çalgıcılar her şarkının arasında uzun uzun tek başlarına sazlarını çalıyorlar. Özellikle keman acı acı cızırdıyor...
Çalgıcılar kendilerinden geçmişler. Başka bir dünyaya uçmuşlar sanki...
Keman, çalmayı bırakıyor, sözü akordion alıyor...Sonra gitar tıngırdıyor...
Öylesine acı acı çalıyorlar ki bu da ne böyle demekten insan alamıyor kendini...
Bu neyin yası böyle? Hangi acıyı anlatıyor bu yüzü kederden kırış kırış olan kadın? Bu bükülen ağlamaklı dudaklar? Bu kırpışan kapalı gözler?
Bu şarkı bitince diğer şarkıların adları alta yazılıyor sırası geldikçe.
Şarkısının sözlerine bir bakayım, neymiş derdi bunların diye sözlere kulak veriyorum:
„Güzel Gözlerin Aklımı başımdan Aldı“
Ne varmış bunda derken sonraki şarkı:
„Çok Aşığın Var Diyorlar“
Geceler uzun ve yalnız
Yoksun sabaha kadar
Düşümde bile günahkârsın
Bunu kim hayra yorar?
Her nakarattan sonra keman devreye giriyor…Döktürüyor…Cızır da cızır…cız…cız…Bir ağlamadığı kalıyor kemancının…
Sonra yeni bir şarkı:
“Bir Su Gibi Süzül”
Burada, “Bu kadın kim? Bu nasıl tarz? Bunlar ne yapıyorlar böyle?” diye kendimize sorular sorarken birden bir alt yazı geçiyor ekrandan, yani kilise dekorlu mekândan:
Solist: Melihat Gülses. Ardından yeni şarkının adı:
“Kalplere Vur Bir Zımba”
“Rumba da Rumba Rumba”
Bu şarkıyı bile ağlamaklı söyleyen şarkıcı yeni şarkısına başladığın da artık kemancı sanki çalmıyor, ağlıyor…Yüzünün kederini görseniz emin olun içiniz yanacak…
“Geri Dönme!”
„Bir zamanlar gelmeyecek bir mevsimi bekler gibi bekledim, gelmedin…
Geri dönme, beni görme, beni sevme ne olur...”
Bu bize ait olmayan tınılarla çalınan, sözleri öylesine Türkçeyle söylenivermiş havası veren, kilise görünümlü karanlık bir mekânda ağlamaklı çalınan ve söylenen bu Rum müziğini çağrıştıran müzik ziyafetini(?) nerede izledim ben dün gece biliyor musunuz?
Yunan Televizyon kanalında mı?
Kıbrıs Rum Tarafı Televizyon kanalında mı?
Olur mu öyle şey?
Yunan deli mi Türkçe sözlerle müzik çalacak devletinin televizyonunda!
Hem de diyelim ki, durumu onlara çevirirsek, kilisenin veya manastırın karşıtı cami dersek, cami avlusunda veya eski bir medrese dekorunda halkına şarkı dinletsin, hem de gece yarısı devletinin tek müzik kanalında...Olur mu hiç böyle şey?
Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü denmez mi şimdi?
Deyin deyin ama bu kanalın bundan sonra neyi yayına koyduğuna da bakın öyle deyin diyeceğinizi...(Grup Pandora 'ymış bu çalan çalgıcıların adı, en sonunda yazdılar. Programı da TRT yaptırmış. 24 saat Rumca yayın hızlarını kesememiş demek ki…)
Sonra İngilizce bir yazı yazdılar, bir an durdu ekranda bu yazı. Unutmayın Türk devlet televizyonunun ekranında...Türkçesi olmayan bir yazı. İngilizce yazı.
Peşinden davul sesi ve bir insandan çıkan hu... hi... he… he …sesleri....Ah… ah… sesleri...Deniz, dalgalar, bulut…
İç burkan bir ayinden tınılardı bunlar sanki...
Dilsiz birinden dilsiz şarkı...İngilizce tanıtımlı...
Bu bitti, sonra ne başlayacak derken ne başladı biliyor musunuz?
Sıkı durun bu bölümde halkımızı Rumlaştırma, Rumları işin içine sokma, İstanbul 'la kaynaştırma işini bitirince resmen „Bölücülük ve Yeni Osmanlıcılık“ yaptılar!
Program adı:
„Geçmişten Günümüze“
Ayin müziği havası bu kez yerini saz eserlerine bıraktı. Bıraktı ama nasıl? Alt yazıya bakın. Ben bu oflu moflu yazının ne anlama geldiğini bilmek zorunda mıyım? Dilimiz İngilizce mi bizim? (Hem biz belki çoktan sömürge olmuşuz ve paramparça edilmişiz…Kendimizi aldatıyor olmayalım biz hâlâ bağımsızız diye? Türkçe ad bulmak bile imkânsız artık iş yerlerimizde, şehirlerimizde…Müzik kasetinin adı bile yabancı.)
Şimdi bu tanıtım yazısına bakınız. Yarısı Türkçe, diğer yarısı da İngilizce olmalı.
Osmanlı Kent Musikisi
Rast peşrev
Splendours Of Topkapı
Bezmânâ
Gece yarısından çok sonra yayınlanan bu programla neyi, kimi hedeflediler bir bakın!
Osmanlı Kent Musikisi ayağına saatler süren bir Osmanlı övgüsü ve Osmanlı sevdası yayını yaptılar.
Devamlı bir müzik eseri değişik sazlarla çalınırken padişahların resimleri gösterildi ve padişahların müziğe katkıları anlatıldı. Bu iş için seçilmiş değişik değişik üniversite hocasına söyletilen bir kaç cümleyle padişahlar tanıtıldı ve müziğe katkıları açıklandı… Bitmek tükenmek bilmeyen eski saray ve sultan görüntüleriyle, eski tarihleri gösteren tarih yazılarıyla program sürdü gitti…
Baştan dediler ki:
“İnsan yaşamıyla ve toplumla sıkı sıkıya bağlıdır müzik….”
Peşinden gösteri başladı:
1. Mahmut dönemi
1754 İstanbul
Edirne İstanbul
Tam burada nefesim tutuldu, öylesine kalakaldım…
İki ayrı harita ekranda.
Birinin ortasında İstanbul, diğerinin ortasında Edirne yazıyor.
İçleri koyu renkli, ayrı şekilli iki ada şeklinde…
Bu nedir, ne değildir? Hayırdır insallâh demeye kalmadan, her bir kaç dakikada bir bu İstanbul haritası yayınlanmaz mı ?
Gözümüze gözümüze soktular !
Ne alâka denecek anlarda bile, haydi ekranda yine İstanbul haritası…
On beş yirmi kez gösterildi…
…….
Tanzimat dönemi
1823 Nefiri Behram « Yitik Sesin Peşinde“
İstanbul haritası
Sultan Abdülâziz Dönemi
1876
İstanbul haritası
1884 Hacı Arif Bey
İstanbul haritası
1871,Tanbur virtiözü Cemil Bey
İstanbul haritası
Kusura bakmayın benim kafam biraz kalındır eskiden beri bu harita numarasını neye yoracağımı bilemedim…
Koskoca TRT devletin tek müzik kanalında nasıl yayın yaptırıyor ve nasıl bir beyin yıkaması yapıyor ?Ben anlayamadım…
Hem ben biraz kötü kalpliyim demek ki, aklıma olmayacak şeyler geldi dün gece.
Yok bunlar İstanbul için plânlar yapıyor !
İstanbul 'da Vatikan kuracaklar ! Yok istanbul 'u özerk yapacaklar !
Yok İstanbul 'u bizden alacaklar ! Yok bütün şehirlerimiz BOP planlarında ve bölücü kanlı terör örgütünün hedeflerinde belirtildiği gibi şehir devleti haline dönüştürülecek !
Ülkemiz param pörçük edilecek !
…
Yok bu nedenle Edirne 'yi öyle haritasıyla gösterdiler ! Kenarları çevrili bir uzun ada gibi…
Yok bu nedenle onlarca kez İstanbul adı İstanbul haritasıyla ve haritanın ortasında İstanbul yazısıyla gözümüze gözümüze sokuldu !
İki bölümlü, ortası ayrı, iki birleşik dikdörtgen şeklinde…
Yok, Türk halkına sundukları bir programda milletimiz bu dille yazılanı bilmek zorundaymış gibi « Splendours Of Topkapı « / Bezmânâ yazdılar defalarca ekrana…( Bari bu lâf ne demektir ? Neyin nesidir ?Açıklasalardı.)
Yok yine bu nedenle 1878 İstanbul- Dede Efendi diye başlayıp anlatırlarken birdenbire İstanbul, Suudi Arabistan yazdılar ekrana ve bu iki ismi, İstanbul da bir ülkeymiş gibi yanyana iki haritayla gösterdiler. Bir yanda etrafı çevrili içi koyu renkli İstanbul haritası, bir yanda yine etrafı çevrili içi koyu renkli Suudi Arabistan haritası…
Bunları desem, eminim bana senin kalbinde kötülük var diyeceksiniz…Adım kötüye, bozguncuya çıkacak !
Bunlar doğru olamaz değil mi ?
Özel televizyonlar istediği milletin, dinin,dilin, kültürün müziğini versinler. İsterse hiç Türk Müziği ve Türk Halk Müziği eseri çalmasınlar ! Bu müziğimizi yozlaştırarak söyletsinler ! Kime ne ? Bütün gün isterlerse magazin yayını yapsınlar…Ama devlet televizyonu hele şu günlerde, Sevr haritalarının hortlatıldığı, ülkemizin her yönden kuşatıldığı şu günlerde kendi milletine bunu yapamaz değil mi ?
Devletin müzik kanalı tam bu programların ardından, « Merhaba Müzik Magazin » izleyicileri diyerek örneğin o gece olduğu gibi pop müzik söyleyen şarkıcılarla özel kanallar gibi « hava civa »sohbetler yapmaz değil mi ?
Devletin tek müzik kanalı kendi kültürüne ihanet edemez ! Böyle beyinlere bölücülük telkin edemez!.. Haritalarla kafaları efsunlayamaz!..
Bir devlet, kendini kendi eliyle akrep gibi sokamaz değil mi ?
Doğru ben yanılmış olmalıyım…
Yapmaz ! Hain plânlara alet olmaz !
A be Te Re Te, kuzum Te Re Te, bunu yapar mı hiç ?
Ben yanıldım besbelli!
Feza Tiryaki, 17 Ocak 2011