Hayatlarımız üzerinde kurulan ve bizleri birer köleye dönüştüren gelişmeler çevremizde adeta görülmez hücre duvarları örüyor. İşin kötüsü bunların hepimize birer gelişme, kalkınma olarak sunulması. Kökten tekelcilik bu gelişmeyi görülebilir ve algılanabilir hale getirmeye çalışan bir kavram. Gelin tohum olayı ile bu kavramı açalım.
Biliyoruz ki on bin yıl önce oluşan tarım devriminden başlayarak köylüler tohumları geliştirdiler. Buğday, çeltik, fasulye gibi her üründe her koşula uyan yüz binlerce çeşit tohum çiftçiler tarafından geliştirildi. Örneğin kılçıkları nedeniyle domuzların yemek istemediği buğday çeşitleri hala Anadolunun birçok köyünde yetişiyor. Gene tamamen susuz koşullarda yetişen ve hem çok lezzetli hem de besin değeri yüksek buğday çeşitleri var. Üreticiler bu tohumları her sene ayırarak ertesi sene ekiyorlar. Bir hastalık veya sel gibi bir olay karşısında komşularından yeni koşullara uyan çeşitler değişim yoluyla sağlanabiliyor.
Ancak son 2030 yıldır, dünyada büyük tohum tekelleri gelişme adına bu alana girdiler. Öncelikle on bin yıldır köylülerin geliştirdiği bu çeşitlere babalarının malı gibi el koydular. Bunları doğa değil çiftçiler oluşturmuş idi. Örneğin doğa da buğday yoktur. Bu kültür çeşitlerini doğaya bıraksanız birkaç yılda kaybolurlar. Şirketler bu çeşitleri ufak değişikliklerle patentlemeye başladılar. Şirketlerin çeşitleri çoğu zaman kimyasal gübresiz, ilaçsız veya susuz yetiştirilemiyordu. Tohum şirketleri aynı zamanda tarım ilaçları alanında da yatırım yaptılar. Böylelikle şirketler sadece kendi çeşitlerine uyan örneğin ot öldürücüler (herbisitler) geliştirdiler. Küçük şirketleri satın alarak dev gibi büyümeye başladılar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde köylü tohumlarını sıfırlayamadılar. Bunun üzerine yasal alana da el attılar. Tohum kanunlarının çıkarılmasını sağladılar. Bu kanunlarda köylülerin kendi tohumlarını satması yasaklandı. Bu tabii hastalıklardan korunmak adına yapıldı. Hâlbuki şirket tohumları ile de birçok hastalığın yayıldığı biliniyordu. Aldırmadılar. Yasak getirdiler. Irak işgal edildiğinde ülkenin telif hakları yasasını tohumu da içerecek şekilde değiştirdiler. Amerikalı uzmanlar yasayı önce İngilizce hazırladı. Amerikalı general imzayı bastı. Sonra Arapçaya çevrilerek Irakın yasası haline getirildi. Türkiyede tohum yasası hiç ilgisi yok iken Avrupa Birliğine uyum yasaları paketi içine atıldı. Karşı çıkmak isteyenler bu şekilde demokrasi düşmanı olmakla bile rahatça suçlanabilecekti. Bunlar yapılırken birçok güya çiftçi kuruluşu tam siper olarak olanları görmezden geldi.
Yasaya kaşı çıkanlar verimliliğe kaşı çıkmakla suçlandı. Hâlbuki verimli dedikleri bu tohumlardan üretilen ürünlerin bırakın ilaçlarla, gübrelerle zehirli hale gelmiş olmasını, besin maddelerince de fakir olduğu gözlerden uzak tutulmaya çalışıldı. Üniversitelere projeler vb. yollarla imkânlar sağlanarak çoğunluğunun bu zulmü görmemesi ve ilgilenmemesi sağlandı. Devletin sertifikalı tohum kullananlara prim vermesi sağlanarak bu yönden de şirket tohumları desteklendi.
Şu anda bir köylünün kendi tohumunu örneğin bir pazarda satması yasaktır aslında. Engel olmuyorlarsa henüz bunu yapacak cesareti kendilerinde bulamadıklarındandır. Türkiyenin de imzaladığı Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Anlaşması çiftçilerin kendi tohumlarını satmalarını teşvik ediyorsa da bu ülkemizde ve birçok ülkedeki tohum veya fikri mülkiyetler yasalarında ihlal edilmiştir. Şimdilerde ülkemizde hazırlanmakta olan Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik Taslağında ise yerel tohumların şirketlere satılması Tarım Bakanlığının bir hakkı olarak gösterilmektedir. Tabii şirket güya bu kaynaktan yaralanarak değişiklik yapmış olacaktır. Yerel topluma ait olan bir kaynak patentlenmek veya benzeri bir telif hakkı edinilecek şekilde bir şirkete devlet tarafından bile satılamaz.
Şimdi görüyoruz ki daha önceleri köylülerin zevkle yaptıkları tohumları üretmek, seçmek, geliştirmek, değiştirmek ve üzerinde patent benzeri bir hak iddia etmeden satmak hakları gün gün ortadan kaldırılmaktadır. Bu bütün dünyada şirketlerin piyasada tekelci konum almasıyla, yasa ve yönetmeliklerle, primlerle olmuyorsa Irakta olduğu gibi savaşla yapılmaktadır. Çiftçiye tohum konusunda kımıldayacak bir alan kalmamak üzeredir. Amerikalı felsefeci İvan İllich kökten tekelciliği (radical monopoly) endüstriyel bir ürün veya hizmetin halkın yaptığı veya yapmayı sevdiği faydalı bir etkinliğin yerini almasıdır şeklinde tanımlamıştır. Bu otonom sistemlerin veya üretim şekillerinin yok olmasına yol açar. Kökten tekelcilik pazarlanmayan kullanım değerlerini yok eder, fiziksel veya sosyal çevreyi değiştirerek veya halkın başa çıkamayacağı bileşenler getirerek özgürlük ve bağımsızlığı yok eder.
Bu zulme göz yumanlar, görmezden gelenler ister bilim insanı ister bürokrat, ister dindar, ister laik olsun, buna ortak olur.
Kökten tekelcilikle savaşmak mümkün mü? Evet. Bunu ayrıca ele almak yararlı olacak.
Prof.Dr. Tayfun Özkaya
Kaynak