AB, siyasi iktidar ve familyası arasındaki ilişki Şeyh-Mürid ilişkisine çok benziyor. Şeyh-Mürid ilişkisini ele alan her hangi bir kaynağa bakılsa bile, bu ilişkinin adabına dair temel esasların şu şekilde belirlendiği görülür:
Mürid; şeyhinden sırrını asla gizlememeli, gördüğü olayları üzerini örtmeden ve herhangi bir ilave de yapmadan şeyhine anlatmalıdır. Şeyhinin huzurunda hürmetsizliği ima ve işaret edecek şekilde oturmamalıdır. Şeyhin huzuruna çıktığında dizini öpmeli, bir yer işaret buyurulursa oraya, herhangi bir yer gösterilmezse münasip bir yere oturmalıdır. Yolculuk halinde şeyh yaya ise mürid geceleri önden, gündüzleri arkadan gitmelidir. Şeyh işaret etmedikçe şeyhi ile aynı hizada yürümemelidir. Mürid, zahiri bakımdan kendini haklı görse bile şeyhin sözünü reddetmemelidir. Her durumda şeyhin emirlerine riayet etmelidir. Uzak ve yakın bir yolculuğa çıktığında şeyhinden izin almalıdır. Şeyhi hakkında sui-zan etmekten zinhar sakınmalı ve sırlarını anlamaya ve kavramaya çalışmalıdır. Şeyhin şart ve vazifelerini zor ve kolay demeden kabul etmeli ve yerine getirmelidir. Bir iş teklif ettiğinde geciktirmemeli ve bu hizmete başka bir maslahat karıştırmamalıdır. Başı sıkıntıya girdiğinde şeyhin bulunduğu yöne dönerek, şeyhinin hürmetine sıkıntısının giderilmesi için dua etmelidir.
Şimdi şeyhin yerine AByi, AB temsilcilerini ve komiserlerini; müridin yerine de siyasi iktidar ve familyasını koyun yukarıdaki kuralları yeniden okuyun. Doğru bilgileri sunmak bizden yorum ABden diyenin kim olduğunu ve Olli Rehnnin Türkiyeyi tehdit eden şu sözlerini hatırlayın:
- Türk hükümetinin sükunetini koruması ve sinirlerine hakim olması ve bu kargaşaya rağmen reform sürecindeki ivmeyi sürdürmesi önemlidir.
- AKPnin kapatılma davası Türkiyenin anayasal çerçevesinde değişikliği gerektirebilir.
- AB kriterlerinin ihlali durumunda müzakare sürecini gözden geçirmeye mecbur kalabiliriz.
Bu beyanlara hiç sesini çıkarmayan çevrenin müridden farkı ne? Sıkıştığı zaman ABye dönüp yalvaran iradenin müridden farkı ne? Keza raportör bayan Ria Oomen-Ruijtenin Hiçbir yerde yargı adamlarının böyle bir özgürlüğü yok, Türkiyedekiler kadar özgürünü bulamazsınız... şeklindeki açıklamasına bırakın açıktan itirazı en küçük bir tepki bile göstermeyen familyanın müridândan farkı ne?
Türkiyenin kendi inisiyatifine bağlı olarak bir iş yapması ABnin huzurunda hürmetsizliği işaret eden bir cürümdür. Bu mantık gereğince planı üreten ve uygulamaya koyan asıl irade geride dururken, Türkiyenin milli birliğini ve bağımsızlığını karartan adımları atmada gece önde yürüyen mürid misali siyasi iktidar ve yandaşları önde yürümelidir. Aksi takdirde komiserin deyişiyle ulusalcılarıneline koz verilmiş olur. AB temsilcileri işaret etmedikçe siyasi iktidar öne çıkmamalıdır. Velev ki bazı konularda Türkiye kendini haklı görse bile ABnin kararlarını, direktiflerini reddetmemelidir. Şartlar ne olursa olsun ABnin emirlerine riayet etmelidir. Eğer bir iş yapacak veya bir yere gidecekse katî surette ABden izin almalıdır.
Türkiye için çok önemli bir projenin (GAP) dış baskılardan dolayı askıya alındığı bilindiğine göre, siyasi iktidarın ansızın devreye soktuğu GAP açılımının, aynı iradenin iznine ve direktifine bağlı olarak gündeme getirilmediğine inanmak oldukça zor. Hem de ipe sapa gelmez sloganlar, üstü örtük taahhütler eşliğinde. Sanki altı yıldır GAP hiç yoktu. Birdenbire mal bulmuş mağribi gibi çığlık atarak bölgeyi kalkındıracak eylem planından bahsetmenin ne anlamı olabilir? Demek ki Anayasa Mahkemesinin AKPyi kapatacağına kesin gözüyle bakılıyor. Öyleyse GAP eylem planı, yeni süreçte kurulacak bir parti için zemin oluşturma girişimidir. Bu durumda GAPın açılımı gafilleri avlama projesinin yeni sürümü olarak okunabilir. Keşke bu proje, Türkiyenin geleceği için bir an önce tamamlansa. Böyle bir girişimi bu ülkenin değerlerine bağlı her vatan evladı alkışlar.
Ancak bu proje üzerinden ülkemizin birliğini ve beraberliğini sağlayan kodlarla uğraşmak sürekli bölge insanı vurgusunu yaparak parçacı yaklaşmak yeni bir yönlendirme izlerini taşımaktadır. Hz. Ali bir evin kapısından yoksulluk girerse din öbür kapıdan çıkar der. Bir ülke de aynen böyledir. İnsan hayatına karşı oldukça duyarlı olan sahabi Ebu Zer ise şöyle der: Evinde yiyeceği olmayıp da kılıcını alıp sokağa fırlamayana şaşarım. Yani böyle bir durumda olan sağa sola saldırsın demiyor, yoksulluğa dayanmanın zor ve herkesin bundan sorumlu olduğunu söylüyor. İslamın özü ve ruhu budur. Türk milletini iç ve dış merkezli tekellerin karşısında çaresiz bırakarak cinnet haline sokanlar bu ruhtan uzaklaşmışlardır.[b]