ABD-AB çatışması: Avrupa ordusu
Şu üç verinin sonucu olarak yeni bir dünya düzeni kuruluyor:
1) Batı/Kuzey üretimde inişte, Doğu/Güney üretimde hızlı yükselişte.
2) Dünyanın ekonomi (ve giderek siyasi) merkezi Atlantik’ten Pasifik’e kayıyor.
3) ABD hegemonyası inişte. Tek kutuplu dünyadan çok merkezli dünyaya gelindi.
Peki, bu tablodan birincil etkilenen ABD ve ikincil etkilenen AB nasıl bir çözüm arıyor?
ABD’nin çözümü “önce ABD” stratejisi oldu ve bu stratejinin gereği İran’dan Çin’e, müttefiki AB ülkelerinden Türkiye’ye, 60’tan fazla ülkeye değişik ölçekte yaptırım uygulamaya başladı.
AB ise bu tablo nedeniyle bölündü: ABD’ye yakın İngiltere birlikten uzaklaşırken, Almanya ve Fransa merkezli kara Avrupası Rusya ve Çin’le daha iyi ilişkiler geliştirmeye yöneldi.
ABD ile AB arasındaki ticari çarpışma, artık siyasi ve hatta askeri ayrışma boyutuna taşınıyor. Şöyle ki:
ABD’ye bağımlı olmayan AB
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya tehlikesine dikkati çekerek, ABD’ye bağımlı olmayan, egemen bir AB ordusu kurmadıkça Avrupalıların güvende olamayacağını söyledi (6.11.2018).
Paris’in Berlin’le eşgüdüm sağladığı belli olan bu açıklamayı Moskova olumlu bulurken, Washington büyük tepki gösterdi.
Macron AB ordusuna Rus tehlikesini gerekçe göstermesine rağmen Putin, “Ortak Avrupa ordusu, çok kutuplu dünya düzenini pekiştirir” diyordu (11.11.2018).
Trump ise “Avrupa önce ABD’nin çok büyük bir şekilde destek verdiği NATO’ya olan borcunu ödemelidir” diyor (10.11.2018) ve “Ya para ödeyin ya da kendinizi koruyun” diye (12.11.2018) rest çekiyordu.
Almanya ise Fransa’nın dile getirdiği öneriyi bir aşama daha yükseltti. “Gerçek” bir Avrupa ordusu isteyen Merkel, ayrıca “Avrupa Güvenlik Konseyi” kurulmasını önerdi (13.11.2018).
Bağımsız kıta ve yeni müttefikler
Aslında Berlin-Paris ikilisi, ABD’nin ticari yaptırımlarıyla birlikte, bu sonuca dönüşecek hattı adım adım inşa etmeye zaten başlamıştı.
Örneğin Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, “Almanya’yla birlikte bağımsız Avrupa finans mekanizmasını geliştirme kararını aldıklarını” duyuruyor ve “Avrupa’nın vasal toprak değil, bağımsız kıta olmasını istiyoruz” diyordu (27.8.2018).
Örneğin Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Berlin’de Alman Büyükelçiler Konferansı’nda “ABD ile AB ilişkilerinin gözden geçirilmesi gerektiğini” söylüyor, “Washington’a eskisi gibi güvenilmediğini” belirterek “çok taraflı yeni bir ittifak” kurulması gerektiğini savunuyordu (27.8.2018).
Alman devletinin akil adamlarından eski Başbakan Gerhard Schröder ise daha da ileri gidiyor ve “ABD işgali altında gibi olmamalıyız, yeni müttefikler aramalıyız” diyordu (18.11.2018).
AB-Türkiye ilişkilerine nasıl yansır?
Tüm bu gelişmeler, bizi ilgilendiren iki temel soruyu gündeme getiriyor:
1) NATO dağılır mı?
2) Avrupa ordusu için yeterli askeri olmayan Almanya ve Fransa, Türk ordusuna ihtiyaç duyarak AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir perde açar mı?
Fakat bu iki sorunun yanıtından daha yakıcı olan önümüzdeki problem ise AKP hükümetinin şu dış politikasıdır: “Rusya’yla alan açmak ama ABD’yle pazarlıkları sürdürmek, ikisine karşı AB’yle denge aramak.”
Bu Neo-Abdülhamitçi anlayış, üç büyük kuvvetin çarpışmasından Türkiye’nin yararlanmasını değil, Türkiye’nin bu üç kuvvete de borçlanmasını doğuruyor!
Rusya’yla yaptığı S-400 füze anlaşmasını dengelemek için önce AB’yle (Fransa-İtalya) Eurosom füze savuna sistemi anlaşması imzalayan (5.1.2018) AKP hükümeti, şimdi de ABD’ye “İyi teklif verirseniz Patriot da alırız” diyor (22.11.2018).
Doğru bir dış politika stratejisi belirlenmedikçe “çok taraflılık” bağımsızlığı sağlamıyor, “çok tarafa bağımlılığı” doğuruyor!
Mehmet Ali GÜLLER, 26 Kasım 2018