
Dünyanın neresine giderseniz gidin, terörün yoğun olarak yaşandığı bölgelerde, terörle mücadele eden devletler, aynı anda iki yöntemi düşünmek zorundadır. :
Bir teröristle mücadele…
İki Terörizmle Mücadele…
Teröristle verilen mücadele, sahada verilen ve askeri yöntemlerin ön plana çıktığı mücadele şeklidir. Terörizmle mücadele ise devletin diğer milli güç unsurlarının dahil olduğu, askeri mücadeleyi de kapsayan ve belli bir strateji dahilinde verilen mücadeledir. Eğer terörle mücadelede bir devletin kendisine ait bir stratejisi ve mücadele yöntemi yoksa sahada verilen mücadele başarısızlığa uğrar.
Anti terörizm stratejisi veya terörizmle mücadele, ekonomik, siyasi, hukuki, anayasal, kültürel, bölgesel ve nihayetinde diplomatik ve askeri ilişkiler bütününü içerir. Bunun içerisinde propaganda, karşı - propaganda, psikolojik savaş gibi birçok etmen öne çıkar. Bu dinamiklerin toplamı askeri mücadele yöntemleri ile desteklenir. Daha farklı bir ifadeyle terörle mücadelede, mili güç unsurlarına dahil olan ekonomik, siyasi, kültürel ve hukuki mücadele ön planda, askeri mücadele ikinci plandadır.
Konvansiyonel Savaş ve Düşük Yoğunluklu Çatışma
Çünkü terörle mücadele "konvansiyonel" bir savaşa dayanmaz. Yani bir milletin / devletin, başka bir devleti / milleti, düzenli ordulara dayanan çarpışmayla, karşısında bir etkin güç olmaktan çıkarmaya dayanan bir savaş yöntemi değildir terörle mücadele.
Başka bir ifadeyle, bir milletin bütün kaynaklarını kullanarak ordusu ile diğer milletin ordusuna saldırması ve o orduyu etkin bir güç olmaktan çıkarması konvansiyonel savaş ile mümkündür. Konvansiyonel savaşlarda, Düşük Yoğunluklu Çatışmaya dayanan terörle mücadele yönteminin aksine, askeri güç ön planda, diğer milli güç unsurları ikinci plandadır.
İkisinin ortak yönü, terörle mücadelede de düzenli orduların savaşında da askeri mücadele olmazsa olmaz bir unsurdur.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında değerlendirecek olursak, ülkemizde bölücü terör örgütü ile yürütülen mücadeleyi kimilerinin "Savaş" olarak adlandırmasını, , kasıt içermektedir. Çünkü savaş ( konvansiyonel savaş tanımı hatırlansın ) iki millet, iki devlet ve bunlara ait olan düzenli ordularla verilen askeri mücadeleye dayanır. Oysa bölücü terör örgütü PKK/PYD/YPG bir milleti, bir devleti temsil eden ordu değil, ancak başka devletlerin kendisine vekil tayin ettiği silahlı bir aktördür.
Terörle Mücadelenin Üç Cephesi: Uluslararası, Bölgesel ve Ulusal Dinamikler

Düzenli ordu savaşları ve terörle mücadeledeki temel farkı açıkladıktan sonra terörün ve terörle mücadelenin besleyenlerine ve ana dinamiklerine gelebiliriz.
Belli bir karargahı, üniforması, dili olmayan bölücü terör örgütü ile mücadele özelikle 2003 ABD'nin Irak'ı işgali ile birlikte daha zor bir hal almıştır.
1 - Irak'ın Kuzeyi
1991 İlk Körfez Savaşı ile Irak'ın kuzeyinde Barzani aşireti ile birlikte yer etmeye çalışan bölücü terör örgütü ( BTÖ ), 2003 ABD'nin Irak'ı işgali ile birlikte bu bölgedeki yerini sağlamlaştırmıştır.
ABD himayesinde kurulan Irak'ın kuzeyindeki çadır devlet ( Barzani devleti ) aynı zamanda BTÖ'ye geniş bir cephe gerisi alan yaratmıştır.
Terör örgütünün lojistik destek aldığı Irak'ın kuzeyi, aynı zamanda bu örgütün en güçlü cephe gerisini oluşturur. , BTÖ, Türkiye topraklarında gerçekleştireceği geniş çaplı eylemlerin planını burada yapıyor, sözde askeri eğitimini Kandil'de alıyor, Türkiye'de çatışan, eylem yapan teröristler bu alanda tedavilerini görüp yaralarını sararak Türk topraklarına yeniden giriş yapıyordu. Cephe gerisi bu etmenlerin yanında aynı zamanda terör örgütünün güç toplama ve yeniden toparlanma alanıdır. Cephe gerisini yitiren bir güç, amaçladığı hedefi yarı oranda kaybetmiş demektir.
2 - Suriye'nin Kuzeyi
Bölgesel dinamiklerin en büyük belirleyenlerinden biri de hiç kuşkusuz BTÖ’nün Suriye’de yer ettiği sahadır. BTÖ bu bölgede geniş bir Cephe Gerisi alana sahip olmuştur. Özellikle 2011’den sonra Suriye’ye dönük uluslar arası operasyonda, PYD/YPG adıyla yer alan BTÖ, Irak’ın kuzeyinden çok bu sahada deneyim elde etti.
900 km.lik Türkiye – Suriye sınırında, ABD’nin doğrudan desteğiyle, PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/YPG etkin bir güç konumundadır.
ABD, Irak’ın kuzeyinde yapılanan PKK’dan farklı olarak, Suriye’de yer edinen PKK’nın uzantısına verdiği desteği uluslar arası platformlarda “Bölgesel siyasetinin ve planının bir parçası” olduğunu açıktan ifade etmektedir.
PYD/YPG 2011’den bu yana, ABD’nin desteklediği diğer terör örgütü IŞİD’le “alan hakimiyeti sağlamaya dönük” bir çatışma sürdürdü. ABD’nin verdiği hava desteği, yine ABD’nin sağladığı lojistik ve askeri imkanlarla BTÖ bu çatışmalardan büyük bir deneyim elde etti. Terör örgütünün bu bölgede elde etmiş olduğu en büyük deneyim ise “Meskun mahalde çatışma “ üzerine kazanmış olduğu tecrübe ve deneyimdir.
ABD, Suriye’nin kuzeyi, Türkiye’nin güneyinde oluşturmak istediği Kürt Koridorunu, Irak’ın kuzeyinde Barzani eliyle kurduğu “Çadır Devlet” yapısına bağlamak istiyor. Böylece hem Doğu Akdeniz’e kadar uzanan alanı tamamen kontrol ederek, Türkiye sınırını çevreleyen Irak – Suriye hattı boyunca bir Kürt Kuşağı yaratmak istemekte, hem de Türkiye’nin bölge ülkeleri ile olan bağlantısını bu koridor üzerinden kesmek istemektedir.
3 – BTÖ’ nün Temel Taktik Planı: Suriye’den Elde Edilen Deneyimi Türkiye’ye Taşımak
Bölücü terör örgütü Suriye’de bulunan Ayn el Arap ‘ta( Kobani ) edindiği “askeri” deneyimi kendi deyişleri ile “Sokak Savaşlarını” Türk topraklarına taşıyacağını 24 Temmuz 2015’te başlayan operasyonlardan çok önce duyurmuştu.
BTÖ’ nün elebaşları olan Duran Kalkan ve Murat Karayılan aracılığı ile “Kobani’yi Mardin’e, Sur’a; Sur’u, Şırnak’ı Batı illerine taşıyacağız” diyen elebaşlarının en büyük güveni, Suriye’de ABD desteği ile elde ettikleri deneyimdi.
24 Temmuz 2015’ten itibaren bölücü terör örgütüne yönelik başlatılan operasyonlarda, Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçleri, bölücü terör örgütünün “Kırsala Dayalı – Kent Çatışmaları” taktiğine karşı meskun mahalde mücadele yürüttü. Bölücü terör örgütü bu sahada dört temel dinamiğini değerlendirdi.

1 – Sivil halktan oluşan kadın ve çocukları barikatların en önüne yerleştirdi. Böylece güvenlik kuvvetlerinin il ve ilçe merkezlerinde yavaş ilerlemesine ve tereddüt etmesine neden olmasını hesap ettiler.
2 – Terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H’yi ikinci planda alan sürdü. Bunların çoğu 14 – 18 yaş arasında çocuk ve gençlerden oluşuyordu.
3 – Kırsalda eğitimini tamamlamış olan unsurlar.
4 – Gerek Suriye ve Irak’ta gerek de Türkiye kırsalında eğitim almış deneyimli dağ kadrolarından oluşan unsurlar.
BTÖ, kent merkezlerinde sivil kitlelerin de desteğini alarak, geniş bir katılımla silahlı ayaklanma ( serhıldan ) gerçekleştirip, TSK’yı ve diğer güvenlik güçlerini çatışma yoluyla bölgeden atıp, bölgede önce özerklik sonra da bağımsızlık ilan etmeyi planlıyordu. Bununla beraber legal uzantısı olan HDP’yi de kullanarak TSK’nın “bölgede sivilleri katlettiği”ne dair propaganda başlatıp, Türkiye’ye dönük uluslar arası bir müdahaleye zemin hazırlamak ise asıl amaçlarıydı.
Ancak terör örgütünün bu amacı da boşa çıkarıldı, TSK ve Emniyet Güçleri sahada verdiği mücadele ile BTÖ’ nün bu temel taktiğini çökertti.
Fakat şimdi BTÖ, son dönemde IŞİD’inkine benzer bir yöntemle saldırı düzenlemeye başladı. Yani bomba yüklü araçlarla daha önce belirlenen hedeflere ve sivillere saldırmak…
Yıllardır konuya hakim olan akademisyen ve aydınlar şu gerçeğin altını çizmektedirler. “ABD’ Ortadoğu’daki iç savaşı Türkiye’ye taşımak istiyor.” Bu cümle zaten terör örgütünün üç besleyeni ve belirleyenini ortaya koyuyor. Yani “üç cepheyi”.
Bu üç cephenin karşılaştırma ve analizini kısaca yazacak olursak:
- Terör örgütünün uluslararası dinamiği, aynı zamanda Ortadoğu, Kafkaslar ve Anadolu’da sınırları yeniden şekillendirmek isteyen ve bu yolla Asya’da egemenlik kurmak isteyen ABD, AB ve genel olarak Batı emperyalizmidir.
- Uluslar arası bu dinamik, Ortadoğu’da temel aktör olarak kullandığı PYD/PKK’yı Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin toprak bütünlüklerini ortadan kaldırmak için desteklemektedir. Özellikle Irak ve Suriye’deki iç savaşı, Türkiye’ye taşımak isteyen uluslar arası güç olan ABD, bölücü terör örgütüne bölgesel bir alan yaratmaktadır.
- Irak ve Suriye’de elde ettiği deneyimi Türkiye’ye karşı kullanmaya çalışan BTÖ’ nün örgütlenmiş olduğu kır ve kent alanları terörün ulusal dinamiğini, yani Türkiye’deki besleyenini oluşturmaktadır.

Türk Devleti, terörle mücadele stratejisini belirlerken bu üç temel kolonu mutlaka hesaba katmalıdır. Devletlerin savaşları vekaleten sürdürdüğü günümüzde, ABD ve Batı, Türk Devletine karşı ilan ettiği savaşı “Kara Gücüm” dediği PKK/PYD ile sürdürmektedir.
Bu üç cepheye eklenen diğer bir cephe ise IŞİD’e yönelik başlatılan Suriye’deki askeri harekat. , ABD’nin PYD/PKK’yı tamamen himayesine aldığı Suriye’de, Türkiye’nin askeri harekatı sürerken, ABD ordusu Suriye Ordusu’na ait mevzileri bombaladı. Bu bombalamadan hemen sonra 18 Eylül 2016’da New York’ta bir patlama gerçekleşti. ABD bir taraftan kendisinin gerçekleştireceği bir saldırı zemini yaratmaya çalışırken, diğer yandan da Türkiye’ye karşı PYD/PKK’yı desteklediğini açıktan beyan etmektedir. Suriye'de PYD/PKK ile mevzilenen ABD, kendi bayraklarını Türkiye'nin hemen sınırına PYD/PKK'lı teröristler eliyle asmaktadır. Yani ABD, TSK'ya "PYD/PKK'yı vurmak istersen, benimle çatışmayı göze almalısın" mesajını açıktan veriyor.
Çözüm Yerine
Terörle mücadeleyi askeri açıdan değerlendirecek olursak, Türkiye BTÖ’ nün ağ bağlantılarını kesmeden, terörün kadro kaynağını ve lojistik desteğini engelleyemez. Bu ağ bağlantıları nedir peki? Yukarıda açıkladık.
1 – PKK – Irak bağlantısı.
2 – PKK/PYD – Suriye bağlantısı.
3 – Türkiye’de Kır ile kent arasındaki bağlantı.
Yukarıdaki analizi hatırlayarak çözüm önerimizin diplomatik ayağını inceleterek yazıyı sonlandıralım.
Ne demiştik : “Terörün ana besleyenlerinden biri de ona verilen uluslar arası destektir.” Bu uluslar arası desteğin merkezindeki ülke hangisi? ABD… Öyleyse terörle mücadele stratejisi belirlenirken ABD denklemin dışında tutulamaz. Bu uluslar arası ağ…
ABD’nin bölgesel planlarına karşı hangi ülkelerle hareket edilmelidir? ABD’nin hedef aldığı ülkelerle… Yani bölge ülkeleri olan İran, Suriye ve Irak merkezi hükümeti ile bölgesel bir işbirliği kurulmalı.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’ye gelen Rus Genelkurmayı ile yapılan görüşmeden sonra açıklanan “Bölgesel sorunlar, bölge ülkeleri ile çözülür” tanısı, hastalığa doğru bir tanımamla getirmektedir.
Peki, hastalık nedir burada? NATO’nun vazgeçilmez olduğuna dönük kör bir inancın hastalığı…
Türkiye, PYD/PKK’yı temel müttefiki ilan eden ABD’nin bölgesel planlarına karşı, bölge ülkeleri ile oluşturulacak bir işbirliğine giderse, BTÖ’nün Suriye ve Irak’ta elde ettiği “cephe gerisi” zaten çökecek ve Türkiye’deki harekat alanı tamamen daralacaktır.
Buna emsal mi istiyorsunuz?
Atatürk’ün Sadabat Paktı’na bakınız…
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226
Mithat Akar – GAZİANTEP
.[/img]