İnternetten gelen iki avcılık hikâyesinde Türkiye - ABD İlişkilerinin en iyi özeti var. Öylesine açız ki ve karnımızı doyurmamız için balta sırtına sürdükleri komşu ayının kan kokusu öyle güzel ki, onu yalarken alttan alta kendi varlığımızı zedelediğimizi, kendi dilimizi kestiğimizi, kendi soyumuzu tükettiğimizi anlamıyoruz...
Filler çok geniş vadilerde yaşasalar bile her gün aynı yoldan gidip gelirlermiş. Avcılar bilirmiş bunu... O yüzden fillerin geçeceği yolu derince kazar, üzerini ince bir tabakayla örter ve kafilenin en önündeki filin tuzağa düşmesini sağlarlarmış.
Sonra siyah giysiler içinde yüzleri kapalı olarak gelir, çukurda çırpınan fili kırbaçla dövmeye başlarlarmış. Birkaç gün file hiç yiyecek vermeden sürermiş bu işkence...
Birkaç gün sonra aynı avcılar, bu kez beyaz giysiler içinde gelir, file sevdiği yiyecekleri getirir, karnını doyurur, besleyip okşarlarmış.
Böylece kendilerine alıştırdıkları fili çukurdan çıkarır, hortumundan tutup ya bir sirke ya da çalışacağı yere götürür, ölünceye kadar işlerinde kullanırlarmış.
Bir avcı hikâyesi de ayılarla ilgili...
Kurşunla vurulan ayıların delik postu fazla para etmezmiş.
Bu yüzden kutup avcıları ayıyı kurşunlamadan öldürmenin bir yolunu bulmuş.
Karların içine bir balta yerleştirir, baltanın keskin tarafına kan sürerlermiş.
Ayı bu kanın kokusuna gelir ve yalamaya başlarmış. Kanı yalarken baltanın demiri kendi dilini de keser, ama ayı, aldığı tattan dolayı bunu fark etmezmiş. Böylece kendi kanayan dilini yalamaya başlarmış. Zamanla kesikten akan kan, ayının damarlarını kurutur ve kocaoğlan, cansız yere serilirmiş. Avcıya sadece gelip derisini yüzmek kalırmış.
Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Türkiye gezisi sırasında elime ulaştı bu avcılık öyküleri.
Ne yalan söyleyeyim bizim avcının yöntemlerine çok benzermiş gibi geldi.
Bizimki de önce avını kredili borç tuzağına düşürüp mühletler, hakaretler, karikatürler, lobiciler, küstah yöneticilerle baskı yaparak, parasız bırakarak, öldüresiye kırbaçlayarak terbiye etmeye çalışıyor.
Sonra çukura düşünce aynı adamlar, bu kez maskelerini açarak, gülücükler ve dolarlar saçarak, gururumuzu okşayarak çıkageliyor. "En iyi dostum sensin", "Bölgende bir tanesin" filan diye kandırıyor.
Bunları duyunca acımızı unutup kalbimizi açıyor, hatta safça "Biz de sizdeniz, avcılar koalisyonundayız" diye inciler saçıyoruz.
Tuzağa düşürdüğü avın, kendini avcılar koalisyonunda sanacak kadar şaşkınlaştığını gören avcı da burnumuza halkayı takıp bölgedeki kandırılmış filler ordusuna katıyor, komşumuzun üstüne salıyor bizi...
Öylesine açız ki ve karnımızı doyurmamız için balta sırtına sürdükleri komşu ayının kan kokusu öyle güzel ki, onu yalarken alttan alta kendi varlığımızı zedelediğimizi, kendi dilimizi kestiğimizi, kendi soyumuzu tükettiğimizi anlayamadan iştahla yalanmaya devam ediyoruz.
Akanın ve bize yalatılanın bizzat kendi kanımız olduğunu ya hiç fark etmiyoruz ya da fark ettiğimizde iş işten geçmiş oluyor.
Kansızlıktan iki seksen uzandığımızda, yıllar yılı postu deldirmemek için kaçıp durduğumuz avcı, bizi bize avlatmanın keyfiyle geliyor ve kolayca derimizi yüzüyor.
Can Dündar 10.04.2003