ADALETİN TERAZİSİ BIRAKIN ŞAŞMAYI, BU KEZ ÇILDIRDI
Bizim adaletten korkumuz yok, bizim saf ve temiz hukuk vicdanlarından korkumuz yok, ama unutulmasın ki bugün adaletsizlik yapanlar, yarın kendileri de adalete ve şaşmaz terazisine ihtiyaç duyabilir... Çünkü adalet herkes içindir!
Ne için emekliye ayrıldığımı “Ya Gazi Paşa Duyarsa” demiş ve size anlatmıştım. Bir köstebek yüzünden, adı Yalçın Tanfer, derinlerden gelen bir köstebek, yıl 2003. Kulakları çınlasın Şener Paşamı da aldattı bu köstebek, Levent Paşamı da, Atilla Uğur albayı da. Kalbimi kırdılar bu köstebeğin iftiralarıyla, yılmadım, uğraşıp didindim ve sonunda aklandım, aklanıp aklanmaz dilekçemi verip ayrıldım, hepsi bu, bir kalp kırıklığı.
Hiç de kolay olmadı doğruluğumuzu anlatabilmek, dile kolay iki yıl, oradan oraya koşmalar, taşınmalar, mahkemeler, hastaneler, soruşturmalar, üzüntüler ama sonunda kazandık, başardık, aklandık. Köstebek hariç kimseye kırgınlığım yok, kızgınlığım da, bunlar hiç olmasa iyi olurdu ama ne yapalım, hayat bu… Bunlar da başımıza gelecekmiş deyip sineye çektik, bağırmadık çağırmadık, sessizce köşemize çekilip hatıralarımızla yaşamaya başladık, yıl 2005.
Derken Zekeriya Öz bizi çağırdı, Ya Gazi Paşa Duyarsa’yı okumuş anlaşılan. Aslında çağırıp da özel olarak ifademizi almaya kalkışmasaydı, inanın şimdi anlatacaklarımın hiçbiri yaşanmamış olacaktı ama ÖZ bizi çağırdı, biz de gittik, sonrasında yaşadıklarımız ise bir kâbus, yıl 2008… Hani diyorlar ya hayaldi gerçek oldu diye, bizim ki ise tersine, hayalimizden bile geçmezdi tüm bunlar, ama şimdi bir kâbusa dönüştü sanki yaşam, bu yüzden anlatmalıyım başımıza getirilenleri, ibret olsun için…
Hatırlar mısınız 2008 Şubat Ayı’nda Irak’a bir kara harekâtı yapılmıştı. İşte o harekâtı sizlere ekranlardan anlatabilmek için Show Tv ekibi ile Şemdinli’ye gittik biz. Şemdinli bu, baskınlar, çatışmalar, pusular, mayınlarla geçen 92-94’ün iki yılı, şehitlerimiz var, acı tatlı anılarımız var. Koşa koşa gittik o yıllardan bir nefes almak, o günleri acı da olsa yeniden yaşamak, bizimle birlikte can pahasına terörle mücadele etmiş insanlarımızı yeniden görmek için, koşa koşa gittik…
Hatırlayınız 2008 Şubat’ı, ana haberde size anlatmıştık bu kara harekâtını ve olası sonuçlarını. Duyunca geldiğimizi o güzelim Şemdinlililer, onlar da koşa koşa geldi yanımıza, konuştuk, dertleştik, zorlu günlerimizi andık. Ayrılırken bize sorduklarında, bir kilo da bal istedik, hani şu ünlü kara kovan balından. Bakın sonra ne oldu…
Meğer telefonlarımızı dinliyorlarmış, dinlerken de duymuşlar bir kilo balı, hemen atlamışlar üstüne. Soruşturmayı yapan savcı da bir tanık bulmuş hem de gizlisinden, hemen sormuş bu bal nedir diye. O da demiş ki olsa olsa pkk’nın uyuşturucusu… İki yıl hakkımızda soruşturma yaptılar PKK terör örgütü ile uyuşturucu kaçakçılığı yapmak iddiasıyla, tam iki yıl… Bu arada Zaman gazetesi durur mu hiç, o da atlamış bu habere, al sana bir manşet; Sarızeybek’e şok iddia; pkk ile uyuşturucu işi yapıyor…
Savcıya ifade verdik ve hemen ardından da Zaman gazetesi için dava açtık. Davayı da şundan açtık; hani anayasamız var ya, anayasa ile teminat altına alınmış insan onuru var ya, kişilik hakları, bu haklarımıza halel gelmesin, korunsun için dava açtık. Aynı anda da bir başka mahkemeye başvurup Tekzip yayınlaması için karar talep ettik. Lehimize karar verildi ama ilerleyen süreçte hem tazminat davasını kaybettik, hem de bu Tekzip kararını yayınlatamadık, hala da yayınlamadılar! Soruşturma ise bitti, takipsizlik...
Normal şartlarda bu olaya ADALETİN TERAZİSİ ŞAŞMIŞ dersiniz, biz de öyle dedik ama şaşmış da olsa bu terazi nasıl olsa eski yerine gelir diye umut ettik ve Yargıtay’a itiraz ettik. Nedense orada da kaybettik. Bu kez biz şaştık kaldık bu adalet terazine, nasıl bir terazi ki bu hep şaşıyor diyerek! Şaşkınlıkla da kalmadık, bize göre ağır bir maddi kayba uğradığımız için kara kara da düşünmeye başladık, gelecek kaygısıyla, öyle ya bir lokma ekmek işi bu. Yine de olsun dedik, olsun, Adalet bu, kestiği parmak acımaz deyip bu haksız ve hukuksuzluğu sineye çektik, tıpkı 2003’te Şener Paşamın kalbimizi kırdığı yıllardaki gibi.
İnanın bugün gündem olan olaylarla bir ilgimiz yok, olmadı ve olmaz bizim, biz yüreğimizdeki vatan sevgisiyle yanıp tutuşan bir insanız, bu sevgi ötesinde bir ateş yakmaz bizi, yakamaz bizi. Kendi halimizdeyiz, kitap yazıyoruz, konferans veriyoruz, istiyoruz ki bizim yaşadıklarımızdan ders çıkarılsın ve ülkemiz ve de çocuklarımız bir daha kötü günler yaşamasın istiyoruz, tek derdimiz bu. Ama kâbus bu ya, yine çöktü üzerimize karabasan gibi, gitmiyor…
Çok zaman geçmedi aradan, yine bu Zaman gazetesi, yine manşet; Ergenekon Kasaları Tir Tir Titriyor… Merakımızdan işte, bakalım dedik kimmiş bu titreyenler. Bir de baktık ki ne görelim; yine bizim adımız var haberin içinde, yani titreyen bizmişiz!
Haydi koş mahkemeye, yine dava, yine harç, yine avukat, çırpınıyoruz haykırışımızı size duyurmak için, tir tir titrediğimiz yok, size anlatabilmek için. Yüreğimiz sağlam bizim, bu kez diyoruz içimizden, bu kutsal terazi şaşmaz ama nerde…
Mahkemeye koştuk, biz kasa masa değiliz dedik, inanmamış olacaklar ki, davayı kaybettik. Koştuk Yargıtay’a hem de duruşmalı karar istedik, çıktık duruşmaya, inanın tüm içtenliğimizle konuştuk, dedik ki Hakim bey, “biz kasa masa değiliz, bizim tir tir titrediğimiz yok, yalan bunlar”, dedik ama nafile. Terazi yine şaştı, yine biz kaybettik, üstelik tüm masraflar da üstümüze yıkıldı. Duyunca bu kararı, dedim “her hal çivisi çıkmış bu terazinin, yoksa bu bir değil, iki değil, nasıl şaşar” dedim içimden.
Bu çivisi çıkmış kutsal terazinin bizim başımıza açtığı işleri, boğazımızdan almaya çalıştığı bir lokma ekmeği dilimiz döndüğünüzce size anlatamaya çalıştım, yazdım, çizdim, konferans verdim. İçimde hep bir umut vardı, bu terazinin kefeleri eşitlenir, şaşkınlığını üzerinden atar diye ama nerde, şu son başımıza gelenler tuz ve biber oldu, acı bir biber… Anlatayım…
Hani şu köstebek vardı ya köstebek Yalçın Tanfer, 2003’te Şanlıurfa’da iftiralarıyla başımıza olmadık işler açan… Onu daha o yıl yani 2003’te mahkemeye vermiştik ve dolandırıcılıktan on yıl ağır hapis almıştı. Bir de iftira davası açmıştık, 6 ay da oradan hapis almıştı. Bir de tazminat davası açmıştık, 0n bin lira da tazminata mahkum edilmişti. Biz bu davaları nerdeyse unutmuş, Yargıtay kararı gelsin diye bekliyorduk kendi halimize. Bakın şimdi, yıl 2012, aradan geçmiş dokuz yıl, bakın ne oldu…
2003’te on bin lira tazminata mahkum olan Yalçın Tanfer’in kararını bir başka mahkeme bozdu, evet, önceki verilmiş olan mahkeme kararını geçersiz saydı ve kararı iptal etti ve Yargıtay da bu iptal kararını üç ayda onadı… Ne zaman? Yıl 2012…
Peki ya 6 ay hapis cezası ne oldu biliyor musunuz? 9 yıldır Yargıtay’da, sırasının gelmesini bekliyor, zamanaşımına gidecek gibi…
Bu nasıl adalet, bu nasıl adaletin terazisi, şaşmış! Ama bu iş şaşkınlıktan öte çıldırmış! Evet, bu AKP siyasetinin şekillendirdiği hukukun adalet terazisi bırakın şaşmayı, resmen çıldırmış!
Öyle ya dokuz yıl tazminat ve ceza davasını beklet, dokuz yıl sonra tazminat kararını yok say, itirazı reddet ve hemen onayla, ceza davasını ise zamanaşımına götür, köstebeği de adaletin elinden kurtar, bu nasıl terazi!
Köstebeklerle aynı terazinin kefelerine konulmak bile zül gelir bize, ama adalet ise eğer bu adalet şaşmamalı, dengede durmalı, hukuk üstün olmalı siyaset değil, hakim ve savcılarda vicdan olmalı, vicdansız bir hukukun asla adalet olamayacağı hukuk fakültelerinde öğretilmeli!
Biz başımıza getirilenleri anlıyoruz, neden yapıldığını da anlıyoruz; baldan uyuşturucu, ortada bal yok ama gizli tanık var, teröristten gizli tanık, yalan yanlış ifadeler, trafik cezaları, olmayan vergi borçları, kazanılmış davayı yeniden yargılama, verilmiş kararların iptali, itirazlarımızın reddi, hepsini anlıyoruz hiçbir şey tesadüfi değil biliyoruz ama korkumuz yok!
Bizim adaletten korkumuz yok, bizim saf ve temiz hukuk vicdanlarından korkumuz yok, ama unutulmasın ki bugün adaletsizlik yapanlar, yarın kendileri de adalete ve şaşmaz terazisine ihtiyaç duyabilir… Çünkü adalet herkes içindir!
Erdal SARIZEYBEK, 4 Nisan 2012